
کارگر
İlahî Kurbiyetin Mertebeleri
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Soran birisi, yükselme yollarının sahibi Allah tarafından kâfirlere kesinlikle inecek olan ve hiç kimsenin uzaklaştıramayacağı azabı sordu.” 1
Bu âyette Yüce Allah’ın, geniş bir anlam yelpazesi içeren bir ifadesi vardır. “Yükselme yollarının sahibi Allah tarafından.” Mearic, ‘uruc’ kelimesinden türemiştir. Uruc ise ‘yücelme mahalli’ anlamındadır. Allah katında bir kısım yükselme makamları ve dereceleri vardır. Bu mana Kur’an-ı Kerim’in birçok âyetinde geçmektedir. Örneğin: “Allah katında onlar derece derecedir. Allah yapmakta olduklarını görendir.” 2
“Allah sizden iman etmekte olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin.” 3
Dikkat ediniz ki, biz bu kelimeyi çokça kullanıyor veya kalpten niyet ediyoruz. Örneğin, “Bu namazı kılıyorum, kurbeten ilallah” diyoruz. Yani “Allah’a yaklaşmak için.” İnsanlar güncel hayatlarında kullandıkları bu itibarî anlamları yanlışlıkla Allah hakkında da kullanabilir ve bu mana ve mefhumların Allah’la ilgisi açısından doğru olduğunu sanabilirler. Hâlbuki söz konusu anlamlar Allah hakkında hakikîdir, itibarî ve arazî değil.
Örneğin biz şöyle diyoruz, “Falan şahıs filan makama çok yakındır.” Bu sözdeki maksadımız, acaba o şahsın o makama ‘mekân’ yönünden yakınlığı mıdır? Mekân yönünden mi herkesten daha yakındır? Eğer öyle olacak olsaydı, o makamın hizmetçisi o makama herkesten daha yakın olurdu. Oysaki mekân itibariyle o makamdan kilometrelerce uzakta olan birisinin, o makama daha yakın olması mümkündür.
Burada söz konusu yakınlıktan maksat, mekânsal açıdan değil, o şahsın manevî bakımdan daha fazla öncelik hakkına sahip oluşudur. Örneğin, Hz. Peygamber (s.a.a.) Allah’a diğer insanlardan daha yakındır, diye söylenildiğinde, Allah’ın O’na lütuf ve ihsanının daha fazla olduğu kastedilmektedir.
Sadece insanlar değil, melekler dahi böyledir. Hiç bir melek mekân yönünden diğer melekten daha yakın değildir. (Yakınlık lütuf ve inayetten ibarettir). Kimileri öyle zannediyorlar ki, mana âlemindeki Allah’a yakınlık ve uzaklık da bu türdendir. Oysaki mana âleminde, gerçekten yakınlık dereceleri vardır. Durum sadece bununla sınırlı olmayıp âlem-i melekût ve âlem-i gayb, gerçekte rütbe ve dereceleri ihtiva etmektedir. Konu sadece inayet ve lütfun azlığı ve çokluğu değildir. Gerçekte insanın Hak Teâlâ’ya yakınlığı hakikîdir. Allah Teâlâ’ya derece derece yakınlaştıkça, vücudu Hak Teâlâ’nın nuruyla daha çok nurlanır. Bu nurlanma boyunca benliği ve yapısı da değişir. Vaziyeti, şekli, maneviyatı ve her şeyi değişir. Hatta biz amelimizle var oluyoruz.
“O’na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır).Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır.” 4
Tayyib sözünden maksat, sahih inançtır. Demek ki ‘tayyib söz’ Allah’a doğru yükseliyor. Ve sahih inancı yukarıya doğru yükselten sâlih ameldir. Veya ‘salih ameli’ yukarı çıkartan tayyib sözdür. Böylece sâlih amel yukarı doğru yükseliyor. Gayb âleminde, bu hissedilebilen gerçekler dışında, bir kısım gerçekleşen şeyler daha vardır. İşte Kur’an-ı Kerim’deki a’la-i illiyyîn (yukarıların yukarısı) ve esfele sâfilîn (aşağıların aşağısı) gibi ifadeler de bu vakalara işaret etmektedir.
Kur’an, şöyle buyuruyor: “Yükselme derecelerinin sahibi Allah’tan.” Melekler, hayvanlar, mevcudat, insanlar, herkes ve her şey, bu varlık âleminde özel yerlerini almışlardır. Şîa ve Sünnîlerin kabul ettikleri ve güvenilir kitapların yazdığı, Usûl-ü Kâfî’de de kaydedilen, oldukça da geniş manası olan bir hadis-i kudsî vardır. İmam (a.s.) o hadisi şöyle naklediyor:
“…Kulum nafileleri yerine getirmekle bana yaklaşır...” Bu hadiste ‘bi’n-nevâfil’ (nafileler ile) buyurmuş, ‘bi’lferâiz’ (farzlar ile) buyurmamıştır.
“Benim kullarım daima ve sürekli olarak nafileler vasıtasıyla bana yakın olup yaklaşırlar. Hatta benim muhabbetime mazhar olacak bir makama ulaşırlar.” Elbette bu söz, diğer kulların Allah’ın muhabbetinden uzak kaldıkları anlamına gelmemektedir. Yüce Allah şöyle buyurmak istiyor: “Bir kısım rahmet ve rahmaniyetim vardır ki, bütün insanları kuşatır. Bir kısım rahmet ve rahmaniyetim de vardır ki, hususî kullarımı kuşatmaktadır.”
Rahimiyetten murat, insanın belirli bir merhaleye ulaşmasıdır. Belirli bir sınıra ulaşmadığı müddetçe, kendi ayakları ile ileri gitme mecburiyetindedir. Belirli bir sınıra ulaşınca da merkezin kendi cazibesi onu kendisine cezp ediyor. Yani öyle bir merhaleye ulaşıyor ki, Allah’ın muhabbeti onu cezp ediyor, onu kapsıyor ve ilahî muhabbet eli onu kendine doğru çekiyor. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Öyle ki, artık benim sevdiğim (bir kul) olur. Sevdiğim (bir kul) olduğu zaman da ben onun kulağı olurum, onunla iştir; onun gözü olurum, onunla görür; ben onun eli olurum, onunla tutar, yakalar; beni çağırdığında çağrısına cevap veririm, benden (bir şey) istediğinde (istediğini) veririm.”
Allah Teâlâ o kulu dost edinince onun benliğinden ve hüviyetinden bir şey kalmıyor. Onun her şeyi Yüce Allah oluyor. Bu tertiple o, her şeyden vazgeçiyor ve her şeyi terk ediyor, onun için artık bir şey kendine kalmıyor. Maksadım şudur ki, sözünü ettiğimiz dereceler, yücelikler ve mertebeler işte bunlardır. İnsanın kendisine doğru yükseldiği bu mertebelerin sonu yoktur. İla nihaye ve ebedi olarak gitse dahi, bir merhaleye varıp da orada bitecek gibi bir cinsten değildir. Kapsamı büyüktür, kendisi de sonsuzdur. 5
--------------------------------------------
1 Mearic Sûresi, 1-3.
2 Âl-i İmran Sûresi, 163.
3 Mücadele Sûresi, 11.
4 Fatır Sûresi, 10.
5 Mutahharî, Mearic Sûresi’nin Tefsiri, s. 9-12.
Ceyş El Zulüm İran'ın güneydoğusundaki terör saldırısından sorumlu
Ceyş El Zulüm terör örgütü, İran'ın güneydoğusunda Rask'ta bir polis merkezine yaplan terör saldırısının sorumluluğunu üstlendi.
İranpress haber ajansının bildirdiğine göre Perşembe akşamı teröristler Rask polis merkezine saldırdı.
İran'ın Sistan ve Belucistan Valisi’nin Güvenlik ve Kolluk İşlerinden Sorumlu Yardımcısı Rask'ta polis merkezine düzenlenen terör saldırısında 11 kişinin şehit olduğunu söyledi.
İran Yargı Erki başkanı Huccetulislam Golam Hüseyin Mohseni Ejei de Cuma günü bir mesajda şunları yazdı:
“İran İslam Cumhuriyeti'nin gücü ve otoritesi karşısında şaşkına dönen ve öfkelenen İslami İran’ın düşmanları, bir kez daha terör örgütleri içindeki paralı askerleri aracılığıyla, halkın güvenliğini ve huzurunu sağlamakla meşgul olan bir grup İran polisinin kanını döktüler.”
Huccetulislam Mohseni Ejei şunları vurguladı:
“İran'ın Sistan ve Belucistan ilinin yargı sistemi yetkilileri, küresel istikbara bağlı bu teröristlerin yakalanıp adalet önüne çıkarılması için güvenlik ve kolluk kuvvetlerine gerekli talimatları vermek ve gerekli her türlü tedbiri almakla yükümlüdür.”
Bu bağlamda İran'ın Pakistan Büyükelçisi Hasan Nuriyan, İran İslam Cumhuriyeti'nin İslamabad Büyükelçiliği'nin Rask terör saldırısının takibini yaptığını söyledi.
BM, İran'ın Sistan ve Belucistan'ındaki terör saldırısını kınadı
BM sözcüsü Stephen Dujarric, örgütün Ceyş El Zulüm grubunun İran'ın Sistan ve Belucistan eyaletindeki Rask'taki polis karargahına yönelik terör saldırısını şiddetle kınadığını duyurdu.
İRNA haber ajansının bildirdiğine göre Stephen Dujarric Cuma akşamı yerel saatle bir bildiri yayınlayarak şunları kaydetti:
"BM, İran İslam Cumhuriyeti'nin Sistan ve Belucistan ilindeki polis merkezlerine bugün düzenlenen saldırıyı şiddetle kınıyor ve bu saldırının faillerinin yargılanması gerektiğini vurguluyor."
Dujarric sözlerine şunları ekledi:
"BM, yaslı ailelere ve İran İslam Cumhuriyeti halkına ve hükümetine en derin taziyelerini sunar ve yaralılara acil şifalar diler."
Ceyş El Zulüm teröristlerinin perşembe akşamı İran'ın güneydoğusundaki Rask kentindeki polis merkezine düzenlediği saldırıda 12 polis memuru şehit oldu.
Bu terör saldırısı ardından cumartesi günü İran'ın Sistan ve Belucistan eyaletinde yas ilan edildi.
Tümgeneral Selami: Filistin halkını sonuna kadar destekleyeceğiz
İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, İran milletinin sonuna kadar Filistin halkının yanında olacağını belirterek, “Bugün Amerika'nın sözde insan hakları ve demokrasisi Gazze'de görülmektedir.” dedi.
IRNA’nın haberine göre, İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, isimsiz şehitler için Tahran’da düzenlenen cenaze töreninde konuştu.
Tümgeneral Selami, “Şehitler bize iktidar ve ilerleme kazandırdı. İstikbarın komşu coğrafyalarımızda biriktirdiği ateşlerin göbeğinde bu milletin güven içinde yaşamasını sağladı. Bizim şehitlerimizin hediyesidir bu bize. Eğer bu şehitler olmasaydı bu topraklar defalarca işgal edilecekti ve tarih bizim için düşmanlarımız tarafından yazılacaktı ama bugün dünyada büyük bir güç olarak öne çıkıyoruz ve hiç kimsenin İran milletine meydan okumaya cesareti yok.” dedi.
Tümgeneral Selami, “İran milleti, vilayet, şehadet ve cihad nimetine sahiptir. Cihad sadece silahlı kuvvetlere mahsus değildir ve halkın şehitlerini anması bizim için sonsuz bir güç kaynağıdır.” ifadelerinde bulundu.
Tümgeneral Selami sözerinin devamında şunları kaydetti: “Amerika, İsrail ve müttefikleri geçmişin acı deneyimlerini tekrarlıyor. Afganistan'ın işgali onlara zafer getirdi mi? İşgal ettikleri Irak'ta kalabildiler mi? Yavaş yavaş bu topraklardan ayrılmak üzereler. Sizler 50 milyondan fazla insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığı Amerika'nın iç sorunlarıyla uğraşmak yerine Suriye'de, Yemen'de, Irak'ta para harcadınız, başarısız oldunuz ve meydanı bırakmak zorunda kaldınız. ABD’li vatandaşların ödediği vergiler ülkenin sorunları çözmek yerine Suriye, Lübnan, Irak ve Afganistan'daki başarısız savaşlara harcandı.”
İran Devrim Muhafızları Ordusu Genel Komutanı, Amerika'nın ileri sürdüğü insan haklarının ve demokrasinin bugün Filistin topraklarında görülebildiğine işaret ederek, “Şehit düşen Filistinliler ölü değiller. Şehadet de ölümün sırrı değil, yaşamın sırrıdır. İmam Humeyni'ye (r.a.) göre şehadeti olan bir millet esarette kalmaz” diye konuştu.
Fox News: ABD Üsleri 100 Defa Hedef Alındı
Irak İslami direnişi yayınladığı bildiride Suriye'deki Koniko ve El-Omar petrol sahalarındaki ABD askeri üslerine saldırı düzenlediğini açıkladı.
Irak İslami Direnişi, bu saldırıların İHA ile gerçekleştirildiğini ve hedeflerin isabetli bir şekilde vurulduğunu ifade etti.
ABD’nin Fox News kanalı ise, bu saldırılarla birlikte ABD’nin Irak ve Suriye'deki üslerinin 7 Ekim'den bu yana yüzüncü kez hedef alındığını bildirdi.
Siyonist Rejimin Cinayetleri İnsanlık Tarihinde Yeni Bir Sayfa Açtı!
Katil İsrail rejiminin buldozerleri, Cebeliye kampının kuzeyinde bulunan Kemal Advan Hastanesi'nin binasını ve avlusunu, içerideki hasta ve yaralılarla birlikte yok etti!
Bu hastane de diğer hastaneler gibi Filistinli mültecilerle dolu bir yerdi ve Filistinli mültecilerin barınma çadırları da bu hastanenin bahçesinde bulunuyordu.
Görgü tanıklarının ifadesine göre bu korkunç cinayette pek çok kişi diri diri gömüldü. Hastaların cesetleri hâlâ enkaz altında, çok sayıda kişi ise kayıp.
Gazze Sağlık Bakanı, İsrail rejimi askerlerinin gerçekleştirdiği bu benzeri görülmemiş cinayetle ilgili uluslararası bir soruşturma yapılması çağrısında bulundu. Bu olaylardan biri, Amerika ve Batı karşıtları tarafından gerçekleşse, tüm medya ve sözde uluslararası ve insan hakları örgütleri nasıl onların üzerine yığılırdı bir düşünün ama onlar, Siyonist rejimin açıkça ve utanmazca gerçekleştirdiği suçlar karşısında kör ve sağırlar.
Gazze savaşında ve bu savaş içinde gerçekleşen cinayetlerle birlikte insanlığın Fatiha'sı okundu... İnsanlıktan hiçbir şey kalmadı ve bu savaştan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!
İsrail'in beyaz fosfor kullandığı ispat edildi! Bombalar ABD menşeili
ABD merkezli yayın organı Washington Post, İsrail'in kullandığı top mermilerinde beyaz fosfor kalıntıları olduğunu açıkladı. Bölgede görev yapan muhabir, söz konusu bombaların ABD menşeili olduğunu bildirdi.
İSRAİL'İN BEYAZ FOSFOR KULLANDIĞI İSPAT EDİLDİ
ABD’de yayın yapan Washington Post gazetesi İsrail’in beyaz fosfor kullandığı top mermilerinin kalıntılarına ulaştı. Gazetenin bölgede görev yapan muhabiri İsrail ordusunun 16 Ekim’de Dahayra beldesini hedef alan saldırılarında kullandığı 155 mm beyaz fosforlu top mermilerinin parçalarını buldu.
BEYAZ FOSFORLU TOP MERMİLER ABD MENŞEİLİ
İsrail’in kullandığı beyaz fosforlu top mermilerinin kalıntıları üstünde bulunan üretim kodlarının ABD’nin ürettiği mühimmatları sınıflandırmada kullanılan terminolojiyle örtüştüğü saptandı.
Buna göre; söz konusu mühimmat 1989 ve 1992’de Louisiana ve Arkansas'taki mühimmat depolarında üretildi.
Silah uzmanları, kalıntılarına erişilen top mermilerinin açık yeşil rengi ve üzerlerine işlenmiş “WP” simgelerinin beyaz fosforlu top mermileriyle örtüştüğünü belirtiyor.
İsrail güçleri, 16 Ekim'de 2 bin nüfuslu Dahayra beldesini gece boyunca beyaz fosforlu mühimmatla bombalamış ve bölge sakinleri kaçmaya imkân bulamamıştı.
Dahayra’da yaşayanlar İsrail bombardımanını "kara gece" olarak tanımlıyor.
İsrail'in Dahayra’ya saldırısında yaralanan 9 kişiden 3’ü, hastaneye kaldırılmıştı.
BM'DEN BEYAZ FOSFOR AÇIKLAMASI
BM Sözcüsü Stephane Dujarric, "İsrail'in 16 Ekim'de Lübnan'da kullandığı beyaz fosforun ABD tarafından sağlandığına ilişkin haberler var. Uluslararası Af Örgütü de Anadolu Ajansının İsrail'in Gazze'de beyaz fosfor kullanımını belgelediği görüntüleri kullanmıştı. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby de söz konusu haberleri gördüklerini ve endişeli olduklarını dile getirdi. BM'nin bu konuda yorumu nedir?" sorusuna cevap verdi.
BM'nin söz konusu durumu kanıtlayacak somut verisi olmadığını belirten Dujarric, "Bunun gibi yangın çıkaran harp malzemelerinin, özellikle nüfusun yoğun olduğu bölgelerde kullanılmasından dolayı çok ciddi endişe duyuyoruz" ifadelerini kullandı.
İngiliz Hükûmetinin Filistin’de İşlediği Suçlar
İngiliz yönetimince ölüm cezasına çarptırıldı. 22 Kasım 1937’de, örnek olarak, 80 yaşındaki Şeyh Ferhân el-Sa’adî artık çalışmayan antika tüfeğin sahibi olduğu ve tüfek duvarda asıldığı için idam edildi.
Siyonist terörün başlangıcı siyasal Siyonist hareketin kuruluş günlerine kadar gider. İçinde bulunduğumuz yüzyılının başından itibaren siyasal önderlikler altında çeşitli embriyonik askeri örgütlenmeler görülmeye başlanmıştır. Bunlardan en önemlisi Hashomer’di (Gözcü), Haganah’ın öncüsü de bu örgüt olmuştur. Hashomer 1907’de kurulmuş bar Giora adlı örgütün gelişiminden ortaya çıkmıştır.
Filistinlilerin, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Yahudilerin Filistin’e gelip yerleşmelerine karşı çıkmadıklarını belirtmek gerek. Bunu, kendi varlıklarına yönelik bir tehdit olarak görmüyorlardı. Dolayısıyla kurulan paramiliter örgütler Siyonistlerin saldırgan niteliklerini ortaya koymaktadır.
1915’de Filistin’i işgal etmeden önce İngilizler, Yarbay John Patterson kumandasında ‘Zion Katır Birliği’ kurdular. Birlik Dünya Savaşı’nda savaşmak üzere kurulan terörle ilişkisiz askeri bir örgüt olmasının yanında, Siyonistlere daha sonra terörist amaçlarında yararını görecekleri askeri deney kazanma olanakları verdi. Katır birliğinin subaylarından Joseph Trumpeldor, İshak Ben-Zvi (Heshomerden, daha sonra Siyonist devlet başkanı) ve David Ben-Gruon (ilk İsrail başbakanı) İngiliz hükümetini Yarbay Patterson kumandasında Yahudi Lejyonu kurması için 1917’de ikna ettiler.
Vladimir Jabotinsky, aşırı sağcı Yeni Siyonist Örgüt kurucusu ve daha sonra Menahem Begin’in Irgun teröristlerinin ve Herut Partisi’nin içinden doğduğu örgütün önderi, Yahudi Lejyonunda yüzbaşıydı. Lejyonun öteki üyeleri de daha sonra terörist örgütlerin önderleri oldular. Jabotinsky Haganah’ın ilk kumandanı oldu. 1920 şubatında kurulan bu örgüt başlangıçta eski Lejyoner çavuşlarından eğitim görüyordu. 1920’nin sonunda Haganah ve Hashomer, daha önce lejyonun başkanlığını yapmış olan Eliahu Golomb başkanlığında birleştiler. Haganah’a karşı yardımsever davranış içinde olmalarına karşın manda yöneticileri bir süre için Jabotinsky’i tutuklamak zorunda kaldılar. Artık Arap halkına karşı şiddet eylemleri başlamıştı.
Siyonist terörün ilk kurbanlarından biri de, Hollandalı bir Yahudi olacaktı. Jacop Israel de Haan Siyonizmin kötülük saçan yapısını fark etmişti ve susturulması gerekiyordu. Hukukçu ve yazar da olan Haan, Haham Yosef Chaim Sonnenfeld’i Siyonizmin Filistin’deki Yahudiler arasında, yarattığı ahlaki çöküntüye karşı açtığı kampanyada desteklemeye başlamıştı.
London Daily Mail’in sahibi ve Siyonizme dikkatle yaklaşan Lord Northcliffe Filistin’i ziyarete gelince, Siyonist basın da Haan aleyhinde kampanya başlattı. Northcliffe bağımsız Ortodoks Cemaatin delegeleriyle görüşmeye başlayınca, düzenlemeyi yapan de Haan ‘hain’ olarak saldırılara uğradı. Kampanya Haham Sonnonfeld’i ilk kez basına açıklama yapmaya zorladı... Delegelerin amacı (açıklamaya göre) “Siyonistlerin cemaatlere boyun eğdirme arzusuna muhalefet etmek ve isteğimiz ve görüşümüze karşıt olarak bizi yöneticilerin asasıyla yönetmek”ti.
De Haan görüş ve eylemlerinden dolayı yaşamının tehlikeye girdiğini gördü. İngiliz istihbarat subayı ve hem manda yönetiminde hem de Siyonist yönetiminde üye olan Albay Fred Kisch’e 16 Mayıs 1923’de yazdığı mektupta “24’ünden önce Filistin’i terk etmezsem öldürüleceğimi söyleyen (hükümet zarfına konulmuş) bir mektup aldım. Beni öldürüp öldürmemenin yararlarının ciddi tartışmalara sahne olduğu çevreleri sizin de onurlandırdığınızı biliyorum” diyordu.
De Haan’ın öldürülmesi ve cinayetin sorumlularının hiç bir zaman adalet önüne çıkarılmamaları manda yönetiminin saygınlığını azaltan olaylar arasında yerini alıyor. İngiliz polisinin geleneksel olarak suçluları yakalamada kullandığı haklı olarak övülen yöntemler Jacop de Haan’ın katillerinin bulunmasında nedense kullanılmadı. Manda yöneticileri nedense cinayeti ‘sır perdesi’ içinde ve katilleri cezasız bırakmayı yeğlediler. Katillerin adları, Abraham Krichevski ve Abraham Silberg daha sonra yayınlandı ama suçları nedeniyle mahkemeye çıkarılmadılar.
Daha sonra Filistin’de 1939’da gerçekleşen ayaklanmanın Haganah terör yapılanması içinde de yankıları oldu. Siyonist hareket içinde Haganah’ın ‘etkin çalışmadığı’ , ‘yeterli donanımı olmadığı’ eleştirileri vardı. Eleştiriler 1929 karışıklıkları sırasında Haganah’ın Filistinlilere saldırması için elverişli koşullar doğmuş olduğu fakat bundan yararlanılamadığı üstünde yoğunlaşıyordu. Hecht bu şansı kullanamadığı için günah keçisi yapıldı, yerine kumandan olarak tekrar Golomb getirildi. Oysa Hecht, Haganah’ı büyütmek için dikkate değer çabalar göstermişti. 1924’e gelindiğinde ellerinde 27 makinalı tüfek, 750 tüfek, 1050 tabanca, 750 el bombası ayrıca üyelerinin kişisel silahları vardı. Silahların birçoğu Jabotinsky’nin kumandan olduğu dönemde Amerikalı bir silah kaçakçısı ile yapılan anlaşmayla sağlanmıştı.
Bu dönem boyunca İngiliz işgal yönetimi silah kaçakçılığına, cephaneliklere, Haganah’m adamlarını açıktan eğitmesine göz yumuyordu. Gerçekten, Haganah, 1920’lerin ortalarında Kfar Gileadi ve Tel Aviv’de kendi mühimmat fabrikalarını bile kurmuştu. Kuramsal olarak bunlar yasa dışıydı ama rahatsız edilmeden işletildiler, kurşun, el bombaları ve bombalar ürettiler.
1929 karışıklıkları Haganah’ın genişletilmesi ve o zamana kadar devam eden Histadrut yönetiminden alınıp Siyonist hareketin yönetimine verilmesinin kararlaştırılması sonucunu verdi. Dolayısıyla siyasal vekillik kurumu oluşturuldu, 1931’de ‘Ulusal kumandanlık’a dönüştürüldü ve Yahudi Yürütme Kuruluna karşı sorumlu tutuldu. Golomb, Ulusal Kumandanlık içinde, kendisine daha sıkıyönetim olanağı sağlayacak Yüksek Kumandanlık kurumunu oluşturdu. Filistin’in çeşitli bölgelerinde de Haganah birimlerinin yönetimini elinde tutup birleştirecek merkezi yönetim geliştirildi. Haganah büyüdü: 1937’ye gelindiğinde 17 bin adamı, 4 bin kadını vardı. 230 makinalı tüfek, 4500 tüfek ve 10.000 tabancaya sahipti. Manda yönetimi hâlâ durumundan hoşnut bir uysallık içindeydi.
Tersine, 1936 ve 1939’da Filistin halkı yurdunu savunmak için ayaklandığında Manda yönetimi acil durum uygulamaya başladı, toplu cezalandırmaya da başvurdu.
Bu yöntemi Naziler ve uluslararası hukuka aykırı olmasına karşın işgal edilmiş bölgelerde Siyonistler de uygulamışlardır. Silah bulundurmanın cezası da ölümdü. Sözü edilen son ceza, elbette, Siyonistler için değil, Filistinliler için geçerliydi.
1936’dan 1939’a kadar 109 Filistinli en tuhaf nedenlerle İngiliz yönetimince ölüm cezasına çarptırıldı. 22 Kasım 1937’de, örnek olarak, 80 yaşındaki Şeyh Ferhân el-Sa’adî artık çalışmayan antika tüfeğin sahibi olduğu ve tüfek duvarda asıldığı için idam edildi. Öte yandan Haganah silahlanmaya ve askeri eğitime devam ediyordu.
Bu dönemde İngiliz işgal yönetiminin Haganah’a karşı tutumunun ne olduğu tanınmış bir Yahudi yazar tarafından çok iyi tanımlanmıştır. Filistin’e Siyonist teröristlerin silah kaçakçılığıyla silah soktuğunu tartıştıktan sonra yazar şöyle diyor:
“Yetkililer bundan tamamiyle haberdardılar. Bu durumu yalnız hoşgörüyle karşılamakla kalmayıp zaman zaman Haganah’a yasa dışı silahlar da sağladılar... Haganah hâlâ yasadışıydı ve sonuna kadar öyle kalacaktı ama onun hakkında başka türlü ağız kullanılıyordu, nerdeyse sevgi gösterilen bir yasadışılıktı bu... Yetkililer arama yapıp silah bulsalar onları müsadere etmek ve insanları tutuklamak zorundaydılar. Ama o günlerde hiç arama yapılmıyordu. Aynı dönemde birçok Filistinli Arap tüfekle yakalandı diye asılmış veya yıllar boyu hapse mahkûm edilmişti"
İsrail bakanlar kurullarında çeşitli bakanlıklar ve başbakanlık yapmış olan Siyonist askeri gücünün kurucularından biri şöyle yazmaktadır: “İngilizlerin iki alandaki teşvik edici katkıları o zaman için Haganah’ın gelişiminde çok önemli olmuştu. Bunlardan birincisi Yahudi Yerleşim Polisinin (JSP) kurulmasıydı... Öteki girişim resmi değildi fakat en az birincisi kadar önemliydi. Bu Filistin sahnesinde Yüzbaşı (sonra general) Orde Wingate’in görünmesiydi. Wingate’i sahneye çıkaran Irak Petrol Şirketi’nin çıkarlarıydı. Arap gerillalar şirketin Hayf rafinelerindeki boru hatlarına ağır zarar vermişlerdi. Sonuç olarak özel gece devriyeleri olarak bilinen birleşik Yahudi-İngiliz birimleri Wingate’in kumandasında kurulmuştu. Can alıcı öneme sahip boru hattı korunacaktı. Fakat birim çok küçük ve silahlan çok zayıftı, görevini yerine getirmesi zordu. Böylelikle Wingate zaten eylem halinde olan Haganah’la yasadışı olarak işbirliğine başladı, Haganah depolarından silah ödünç aldı, baskınlar ve pusular düzenledi.
Galile’deki geniş arazide, hattın iki yanında geceleri devriye gezildi. Sabah olunca yasadışı birimler kayboldu, yasal olanlar da üslerine döndüler. Biri yasal, öteki yan-yasal iki polis gücünün insan malzemesini Haganah oluşturuyordu ve böylece birimler eğitim ve eylem için kullanılmış olabiliyordu.
Bu gerçekler İngiliz manda yönetiminin Filistin’de Siyonist askeri gücün gelişimine göz kırptıklarını ve daha sonra Filistin’in meşru halkını yurtlarından sürmek için artan biçimde terörist amaçlar için kullanılmasını görmezlikten geldiklerini ortaya koymaktadır. Terörist kampanyanın daha sonra masum İngiliz halka yönelmesi ve onları da kurban etmesi, İngiliz halkın bir gün vicdansız yöneticilerine hesabını soracağı sayısız suçlardan birini oluşturmaktadır.
Nitekim Siyonist Rejim henüz 1947 yılına gelmeden Filistin topraklarında bulunan aileleri de olmak üzere İngiliz askerlerine defalarca saldırmış ve kendi eğittiği, müsamaha gösterdiği bu terör örgütü önce onların canını almıştı.
ehlader
Ailede Din Eğitimi-2
Ailede din eğitimi devamı…
C- Şahsiyet bağımsızlığına, küçüklük devresindeki kısıtlılıklardan kurtulmaya ve yaşı büyük olanların grubuna katılmaya ilgi duymak. Bu doğrultuda başarısız olunması durumunda genellikle genç itirazını başkaldırı ve isyan şekliyle ortaya koyar, normal olmayan eylemlere girişir ve davranış tarzı kötüleşir ve kaba huylu olur. Gerçekte ise hal diliyle benim şahsiyetime saygı duyun ve beni bağımsız ve özgür olarak tanıyın der.[1]
D- Saygısızlık, çirkin davranış, kınama ve mükerrer sitemde bulunmak, onları kötü ahlak, intikam istemi ve bazı zamanlar cinayet işlemeye sevk eder.[2] Müminleri önderi Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“Kınama ve sitemde aşırılık, (muhatapta) inat ve ısrarın ateşini alevlendirir.”[3] Ali (a.s) bir başka yerde de şöyle buyuruyor: “Mükerrer açıklamadan sakın; çünkü sitem etmeyi tekrarlamak günahkârı çirkin amellerinde cüretli ve cesur kılıp (öte taraftan) kınamayı itibarsız ve değersiz yapar.”[4]
E- Evlada ve özellikle gence başkalarının yanında nasihat etmek onun şahsiyetinin tahkir edilmesine neden olur. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Topluluk önünde nasihat etmek, muhatabın şahsiyetini darbelemek ve küçük düşürmektir.”[5] Evlatlarımızla iyi bir ilişki kurmak için şunlar gereklidir:
1- Eğitim işinde masumların (a.s) hayat tarzı ve rivayetlerine özel bir dikkat ve önemle bakmalıyız. Bu yüzden masum hazretlerin (a.s) genç hakkındaki görüşlerinin ne olduğuna bakmak gerekmektedir. İmam Ali (a.s) gençlik devresi hakkında şöyle buyuruyor: “Gencin bilgisi az olması hasebiyle cehaleti mazurdur.”[6] Bu buyruğa ve masumların (a.s) diğer sözlerine dikkat etmek, gencin hata ve sapmaları karşısında insanın sabır ve metanetinin daha çok olmasına neden olur.
2- Dinsel inançları öğretmede ümitsiz kılan beyanlardan ciddi bir şekilde kaçınılmalı ve tüm kullarına ve özellikle gence yönelik Yüce Allah’ın lütuf, rahmet ve şefkati hatırlatılmalıdır. Raczer ve Kemzovastik gibi birçok psikologlar davranışın hislerden etkilendiğini belirtmişlerdir. Algı tarzları, idrakler ve hisler davranışları belirlemektedir. Bu yüzden eğer eğitmen din bilgilerini sadece korku, ümitsizlik ve olumsuzluk hisleriyle katışık bir bütün halinde beyan ederse, dinsel eğitimin yüce hedefleri gerçekleşmeyecektir.[7] İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sevmek korkmaktan daha iyidir.”[8]
3- Sevgi, özel ilgi ve muhtelif münasebetlerde hediye vermeyle duygusal eksikliklerini gidermek gayesiyle ev dışına ve iyi olmayan arkadaşlara sığınmamaları için olduğundan daha fazla evlatlarımızın gönlünü kendimize yöneltmeliyiz. Peygamber (s.a.a) evlatlara saygı göstermek hakkında şöyle buyurmuştur: “Evlatlarınıza saygı gösterin ve onları güzel eğitin.”[9]
4- Kötü ahlak ve şiddetten kaçınılmalıdır. İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle buyuruyor: “Kötü ahlak dost ve yakınları insandan uzaklaştırır ve yabancıyı itinasızlık ve önemsememeye sevk eder.”[10]
5- Evlatların bazı hatalarına yönelik görmezlikte bulunmak ve onun yanlışlarından haberdar olunmadığını aksettirmek lazımdır; çünkü aksi takdirde onun size yönelik hayâ ve edebi azalır. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“Akıllı şahsın (şahsiyetinin) yarısı sabır ve tahammül ve diğer yarısı da görmezlikten gelmedir.”[11]
6- Edebildiğince direkt nasihat vermeden sakınılmalı ve istekler endirekt yoldan belirtilmelidir. İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: “Babamın şöyle söylediğini duydum: Nasihat serttir ve diğerlerine zor gelmektedir.”[12]
7- Aile ortamının şefkat ve samimiyet kazanmasına neden olan özellikle tüm aile bireylerinin hazır bulunduğu saatlerde (özellikle aile reisinin) ailenin yanında fazla ve samimice bulunmaya özen göstermek gerekir.
8- Anne ve babanın ve de eğitmenlerin söz ve davranışlarında intibak olmalıdır; zira başkalarından istediğimiz hususlara ideal bir şekilde kendimiz bağlı olmalıyız. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
“İnsanları dil kullanmaksızın (amel ile) hayra davet edin.”[13]
9- Tahakküm, zor ve tehdit dilinden sakınmak ve tahlil, kavratma ve hükümlerin hikmetini açıklama dilinden istifade etmek. Zira İslam’ın mantıklı açıklanmaması, Müslüman gençlerin dinden uzaklaşmasına neden olabilecek bir hasar doğurabilir. Nitekim Hıristiyanların Hıristiyanlıktan el çekmesi ve İslam dinine yönelişin sebebi, onların dinleri hakkında mantıkî anlamda ikna olmamalarıdır.[14]
10- Onun (hurafe ve mantık dışı konulardan arı olan) dinî mekân ve meclislerde bulunmasının altyapısını oluşturmaya dönük mantıklıca çalışmak ve başarılı dindar şahıslarla tanışması kendisinin dinsel öğretilere yönelik bağlılık derecesini takviye edecektir. Eğer dinsel münasebetlerde böyle oturumları evinizde düzenler ve bu oturumda kendisine de bir sorumluluk verirseniz etkisiz olmayacaktır.
11- En son ilaç dağlamaktır.[15] Eğer yumuşak yöntemler uzun bir süreden sonra cevap vermezse, o zaman sert yöntemlerden istifade edilebilir. Ama bu yöntemde de diğer yöntemlerde olduğu gibi aşırılığa kaçmamaya özen gösterilmelidir. Öte taraftan bu yöntemin faydalı olacağından emin olmayıncaya dek ondan istifade etmek tavsiye edilmemektedir. Bu nedenle evladı evden dışarı atmak ve kovmak iyi bir olarak davranış gözükmemektedir. Her halükarda eğer eğitmen ve özellikle de anne ve baba uhdelerine bırakılan evlatlarının eğitim sorumluluğuna yönelik özensizlik ve kusurda bulunmamışlarsa ve bununla birlikte etkili olmamışlarsa, kendilerini kınamamalı ve sitemde bulunmamalıdırlar; çünkü insan özgür yaratılmıştır, kararlarında özgürdür[16] ve herkes kendi amellerinden sorumlu olmalıdır.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
[1] Felsefî Muhammed Taki, Goftar Felsefî, Bozorgsalan ve Civan Ez Nazar Efkar Ve Temayülat, c. 1, s. 38.
[2] Felsefî Muhammed Taki, Goftar Felsefî, Bozorgsalan Ve Civan Ez Nazar Efkar Ve Temayülat, c. 1, s. 55.
[3] Tuhafü’l-Ukul, s. 84.
[4] Ğurerü’l-Hikem, 278.
[5] İbn. Ebi’l-Hadid, Şerh-u Nehci’l-Belağa, c. 2, s. 341.
[6] Ğurerü’l-Hikem, 76.
[7] Takviyet-i Nizam Hanıvade, c. 1, s. 266.
[8] Şeyh Kuleynî, el-Kafi, c. 8, s. 128.
[9] Müstedrekü’l-Vesail, c. 15, s. 168.
[10] Ğurerü’l-Hikem, 435.
[11] Muhammed Reyşehrî, Mizanu’l-Hikme, hadis. 14915.
[12] Keşfü’l-Ğumme, c. 3, s. 84.
[13] Muhaddis Nuri, Müstedrekü’l-Vesail, c. 8, s. 456.
[14] Dr. Sacidi, Din Gorizi Çıra, Din Gerayi Çe San? s. 226.
[15] Allame Meclisî, Biharü’l-Envar, c. 31, s. 503.
[16] İnsan, 3. “Biz ona yolu gösterdik. Artık ister şükreder isterse nankör olur.”
Reisi: Gazze'deki gelişmeler, ABD'nin nifak maskesini düşürdü
Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi Bakanlar Kurulu toplantısında yaptığı konuşmasında, Filistin ve Gazze ile ilgili gelişmeleri de değerlendirdi.
Ayetullah Reisi bu hususta, Gazze ateşkesiyle ilgili kararın ABD tarafından veto edilmesini esef verici ve Washington'un Gazze halkının katliamında direkt rol oynadığının bir göstergesi diye tanımladı ve "Gazze'de meydana gelen gelişmeler ABD'nin nifak maskesini düşürdü ve böylece Amerika hükümetinin zalim, gaddar ve insanlık dışı yüzünü bir kez daha dünya halklarına sergiledi" diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Reisi daha sonra, dünyada tek taraflılığa son verilmesi gerektiğinin uluslararası düzeyde kavrandığını belirterek "Milletlerin bu uyanışı, kuşkusuz dünya şartlarının değişeceği, tek taraflılık döneminin son bulacağı ve çok taraflılığa dayalı adil bir düzenin başlayacağının müjdecisi olacaktır" diye vurguladı.
Rus Uzman: ABD İçin Öncelik Gazze'deki Ölen Sivil Halk Değil, İsrail'dir
ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) Gazze'de acilen insani ateşkes ve tüm rehinelerin önkoşulsuz olarak serbest bırakılması istenilen karar tasarısını veto etmesini değerlendiren Rus uzman Blohin, ABD için Gazze diye bir şey olmadığını, bu ülkeden hümanizm adına herhangi bir şey beklenmemesi gerektiğini vurguladı.
Rusya Bilimler Akademisi Güvenlik Araştırmaları Merkezi'nin önde gelen araştırmacısı Konstantin Blohin, Sputnik’e demecinde bu bağlamda ABD’nin Ortadoğu politikasının özelliklerini anlattı.
Blohin, “Batılı ülkelerden adalete dayalı barış çağrıları yükseliyor, ancak fiilen herhangi bir adalet yok. Bugün tüm Batı açıkça İsrail'in yanında yer alıyor, kolektif Batı'nın ve NATO'nun potansiyeli ise kesinlikle Filistin'in potansiyelini aşıyor. Teorik olarak barışın, Filistin'e topraklarının geri verilmesiyle geleceği herkes için açık olmalı. Ancak İsrail anlaşma yapmaya hazır değil. Gerçi buradaki mesele İsrail bile değil, onlarca yıldır barışa katkıda bulunmayan Batılı ülkelerin konumuyla ilgili. ABD geri adım atmayacak, onlar için öncelik Gazze'deki ölen sivil halk değil, İsrail'dir. ABD için Gazze diye bir şey yok, hümanizm adına herhangi bir şey beklenmemeli” diye konuştu.
İki partili çok katı bir fikir birliğinin var olduğu ABD'nin söyleminde yakın gelecekte değişiklik olmayacağına dikkat çeken Blohin, “Cumhuriyetçi Parti daha çok İsrail yanlısı, Demokrat Parti ise daha az. Ancak bu ‘daha az’ bile İsrail'e yüzde 100 değil, yüzde 1.000 destek anlamına geliyor. Her iki parti de kesinlikle İsrail yanlısıdır. İsrailli politikacılar bazen (ABD Başkanı Joe) Biden'ı İran ile ‘nükleer anlaşma’ müzakerelerine devam etmek istediği için eleştiriyor. Bu kişiler daha önce Obama'yı bu ‘nükleer anlaşmayı’ yaptığı için eleştirmişti. Ancak şöyle ya da böyle Washington’daki mevcut hükümet İsrail'i aktif olarak destekliyor” vurgusunu yaptı.
İsrail-Filistin çatışmasının henüz bir çözümü olamadığının altını çizen Blohin, şunları söyledi:
“Barış, Batı birdenbire Ortadoğu politikasını gözden geçirirse gelebilir. Ama böyle bir şey ancak ABD'nin jeopolitik bir oyuncu olarak tamamen ortadan kalkmasıyla gerçekleşecek. En ilginç olan şey ise ilk başlarda, 20. yüzyılın 50'li yıllarının ortasında İsrail’in hiçbir şekilde Amerikan müttefiki olmamasıdır. Zaman içinde ABD, özellikle SSCB'nin etkisini göz önünde bulundurarak, İsrail'i Ortadoğu'da kendi nüfuzunu korumanın ve bölgedeki müttefikini güçlendirmenin bir yolu olarak görmeye başladı.”
Rus siyaset bilimci, ABD'nin İsrail'e yönelik bu desteğinin, İsrail'in ana ticaret ortağının özellikle ABD'nin olduğuna ve bu iki ülke arasındaki ticaretin son yıllarda daha da arttığına dikkat edildiği taktirde anlaşılabileceğini kaydetti.
Blohin, “İkili ticaret hacmi yılda milyarlarca doları buluyor ve ABD, İsrail ekonomisinin önemli bir yatırımcısı oldu. Birçok Amerikan şirketi İsrail'de iş yapıyor, istihdam yaratıyor, sermaye yatırıyor. İsrail'deki bu ekonomik büyüme, Amerikan şirketlerine İsrail'de geliştirilen teknolojilere ve yeniliklere erişim olanağı sağlıyor” ifadelerini kullandı.
İsrail’in Yalın Ayak Düşmanları Ya Da Ağıt Kapısı’nın Efendileri
Yemen halihazırda vurulmuş bir ülke. Husilerin kaybedecekleri çok az şey kaldı. Beri taraftan ABD muazzam üstünlük, caydırıcılık ve kibrine rağmen pek çok şeyin hesabını yapmak durumunda. Küresel devin de kırılganlıkları var.
İsrail’in Gazze’deki soykırım savaşının bölgeselleşme ihtimali tartışılırken Yemen akla gelen son dış halkaydı. İsrail’e kuzeyden cephe açan Hizbullah, İsrail-Amerikan ikilisinin endişelerinin birincil ağırlık noktasını oluştururken Golan’dan üçüncü cephe ihtimali bölgeselleşmenin ikinci halkasıydı. Üçüncü halkaya Suriye ve Irak’taki Amerikan üslerini hedef alan Şii milis güçlerini koymak gerekiyordu. Tabi çatışmaların doğrudan İran’ı da içine alması halinde cephe hattının Amerikan üslerinin bulunduğu Körfez ve petrolün çıkış boğazı Hürmüz’den Umman denizine, oradan gemi taşımacılığının kritik güzergahı Bab el Mendeb’den Kızıldeniz’e yay gibi gerilebilirdi. ‘Direniş ekseni’nde sıralanırken bazen unutulan Yemen’deki Ensarullah kısa devre yaptı.
Suudi liderliğinde koalisyonun 2015’ten beri yürüttüğü savaşla harabeye dönmüş Yemen’in Gazze’yle dayanışma adına İsrail’e balistik füze ve SİHA göndermesi şaşırtıcıydı. Tehdit önce biraz küçümsendi. Fakat Kızıldeniz’deki karşı önlemlere kadar 1600 kilometrelik bir menzilde yer alan Eylat limanı etkilendi. Husiler, Kızıldeniz’deki Amerikan gemilerinin yanı sıra Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunma sistemini aşıp İsrail’e füze göndermenin beyhude olduğunu görünce gemilere yöneldi. Galaxy Leader ele geçirildi.
CENTCOM’a göre, Husiler SİHA ve gemi savar balistik füzelerle uluslararası sularda üç ticari gemiye dört saldırı düzenledi. Üç SİHA bölgedeki USS Carney destroyeri tarafından önlendi.
Taktik değişim, İsrail’in canını acıtmış olmalı ki ABD ciddi pozisyonlar almaya başladı. İsrail için seyrüsefer imkânının kalmaması ciddi bir durum. Rota değiştirmek nakliye, sigortalama ve süre açısından maliyetleri artırıyor. Tel Aviv uluslararası güçler önlem almazsa bunun icabına bakacaklarını duyurdu. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan yeni bir deniz görev gücü için ortaklarla görüştüklerini açıkladı. Fakat halihazırda 2022’de 38 ülkenin katılımıyla oluşturulmuş “Birleşik Görev Gücü 153” var. Anlaşılan biraz kâğıt üzerinde kaldığı düşünülen bu gücü daimi kılmayı hedefliyorlar.
***
Yemen Silahlı Kuvvetler Sözcüsü Yahya Seri hafta sonu Gazze'ye ihtiyacı olan gıda ve ilaç verilmezse sadece İsraillilere ait olanları değil İsrail’e giden tüm gemileri hedef alacaklarını duyurdu. Haliyle tehdidin muhatapları listesi küreselleşiyor.
“Ağıt Kapısı” anlamına gelen 20 mil genişliğindeki Bab el Mendeb’den yılda 17-21 bin arasında gemi geçiyor. Yani petrol ve doğalgaz dahil küresel ticaretin yüzde 12'si buradan yüzüyor.
Husilerin askeri kanadı Ensarullah’ın bugünkü hamlesinin bir benzerini 1973 savaşında Mısır yapmıştı.
Lime lime edilmiş olmanın ötesinde Suriye gibi farklı güçler arasında bölünmüş Yemen’in başkenti Sana’yı kontrol eden Husilerin taş devrine döndürülmeyi göze alması basitçe iki çıkarıma bağlanabilir:
- Yıkıcı savaş yüzünden Yemen’de kaybedecek bir şey kalmadı.
- Siyonist İsrail’e karşı Husilerin ideolojik adanmışlığı her şeyin üzerinde.
İslamcı kesimler Husilerin ümmetin onurunu kurtardıklarını düşünüyor. Bu övgüler özellikle direniş unsurlarını desteklerken doğrudan çatışmalara girmeyen, hatta Amerikan tarafıyla dolaylı müzakerelerde kendisini büyük savaşı önleyecek güç olarak konumlandırdığı söylenen İran’dan geliyor.
ABD ortaklarıyla verilecek yanıtları değerlendiriyor. Biden yönetiminin doğrudan Yemen’e saldırı emrini vermekte acele etmediği aktarılıyor. İsrail’in şu aşamada Yemen’e saldırmaması, ABD’nin de önleyici atışlarla yetinmesi Gazze’deki savaşın bölgeselleşmesi konusundaki hassasiyetle bağlantılı gibi duruyor. İran ile ABD arasında doğrudan bir çatışma kâbus senaryosu olarak ele alınırken iki tarafın da ayak izleri bundan kesinlikle kaçınmaya çalıştıklarını gösteriyor.
Bir neden daha var: Gazze, Yemen’deki barış görüşmelerinin kritik aşamasına denk geldi. Husilerin tutumuna rağmen Amerikalılar Yemen’de tarafları uzlaştırma sürecinin ölmediğini söylüyor. Belli ki Biden yönetimi, özel temsilci Timothy Lenderking’in mekik diplomasisinin sonuçlarını heba etmek istemiyor.
***
Husilerin İran bağlantısı epey zamandır tartışılıyor. Pentagon İran’ın rolünü ‘saldırıları kolaylaştırmak’ diye tanımlıyor. İsrail-Amerikan ekseninin fermuarsız ağızları ise salvoları “İran füzeyi veriyor, Ensarullah ateşliyor” diye okuyor. Aksi bir yorum da beklenmez.
İlk zamanlar kendisini Yemen’in iç gündemiyle sınırlamış olan Ensarullah’ın Hizbullah’tan esinlenerek bir dönüşüm geçirdiği söylenebilir. İranlı yetkililer Ensarullah’ı direniş ekseninin bir parçası olarak övse de Dışişleri, Husilerin kendi kararlarıyla hareket ettiğini savunarak suçlamaları reddediyor. Hareketin dinamiklerini anlamak için biraz geçmişe gitmek gerekiyor.
Liderleri Hüseyin Bedreddin el Husi’nin adına atfen Husiler diye anılan Ensarullah 1980’lerde ortaya çıktı. 1962’ye dek Yemen’e 1000 yıl hükmetmiş Zeydi İmamet geleneğinin küllerine üfleyerek büyüdü. Onlarca yıldır ikinci sınıf muamelesi görmüş Zeydilerin duygularını siyasal bir itiraza dönüştürdü. Ve birkaç yılda merkeze kafa tutacak konuma geldi.
Politik yönelimleriyle zamanla geleneksel çizgiden ayrılıp İran’a yaklaştı. Artık İranlılar gibi “ABD’ye ölüm, İsrail’e ölüm” diyorlar.
Ensarullah, Arap Baharı isyanlarıyla Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in devrilmesinin ardından ulusal hükümet kurma çabalarının çökmesi üzerine 2014’te başkent Sana’yı ele geçirmişti. İran’ın kuklası olarak suçlandılar ama Tahran’ın “Sana’ya gitmeyin” telkinini dinlemediler. Zeydiler ve İranlı Şiiler arasında mezhepsel payda olsa da iki farklı gelenek söz konusu. Zeydiye 12 imam inancının dışında bir akım. Hatta Sünnilere en yakın Şii grup. 12 imam geleneği içinde Zeydileri Şii saymayanlar bile var. Husilere karşı savaşan cephede Zeydiler de mevcut. Bütün kredisini 1990’da ülkeyi birleştirmesine borçlu olan Ali Abdullah Salih de Zeydi idi.
Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başını çektiği koalisyon 2015’te ABD ve Britanya’nın desteğiyle Husileri püskürtüp Abed Rabbo Mansur Hadi başkanlığındaki ‘tanınmış hükümeti’ Sana’ya taşıma hedefiyle savaş başlattı. Onbinlerce insanın ölümüne, yüzbinlerce insanın evsiz-barksız kalmasına ve milyonlarca insanın açlıkla yüzleşmesine neden olan müdahale başarısız oldu. Husiler havaalanları ve petrol tesislerine gönderdiği füzelerle kısmen savaşı Suudi topraklarına taşımayı başardı.
Suudiler kurucu liderin tembihini unutmuştu. Kral Abdülaziz 1934’te Yemen’i işgal edip Asir, Cizan ve Necran’ı ele geçirmişti. Yemen’in geri kalanından neden çekildiğini açıklarken “Yemen’i bilmiyorsunuz; dağlıktır ve kabilelerden oluşur. Kimse kontrol edemez. Tarih boyunca fethetmeye kalkışanların hepsi başarısız olmuştur. Son başarısız işgalci Osmanlı’dır. Halkımı heba etmek istemem” demişti. Abdülaziz’in torunları bunu göz ardı edince çakıldı. Bugün İsrail’e uzaktan cephe açanlar, Suudileri ‘çaresiz’ bırakanlarla aynı kişiler. Yalın ayaklılar. Suudilerin gönlü Husilerin başının ezilmesinden yana; bunu İsrail bile yapsa ‘İstemem ama yan cebime koy’ diyebilirler. Bu arada savaşın üzerinden iki yıl geçmeden Suud-Emirlik ikilisi birbirine düştü. Ortak hedef önce Aden’e kaçan, sonra Riyad’a yerleşen Hadi’yi koltuğuna döndürmekti. Ama Suudiler 2014’te terör örgütü ilan ettiği Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı Islah’ı bu savaşta kara gücü olarak kullanıyordu. Salih’in kızağa alınmasında rolü olan General Ali Muhsin el Ahmar da Islah’ın kurucularından biri olarak Husilere karşı savaşa öncülük ediyordu. Tescilli Müslüman Kardeşler düşmanı BAE ise ayrılıkçı güney ile iş tutuyordu. BAE, Devlet Başkan Yardımcılığı koltuğuna oturan Ahmar'dan da uzak duruyordu.
Sonuçta Husiler Zeydilerin yoğunluklu olduğu tarihi Saada merkezli kuzey bölgelerindeki hakimiyeti başkente taşıdı. Artık Kızıldeniz kıyılarını da kontrol ediyorlar. Güneyde Aden, Taiz, İbb, Zincibar ve Mukalla gibi yerlerde Husiler yok sayılır. Orta kesimlerde ise aşiretler Sünni güçlerle çalışıyor. Hatta bazı Sünni aşiretler Husilere karşı El Kaide’yi destekledi. Yıllarca “Yemen’de El Kaide’ye karşı savaşıyoruz” diyen Amerikalılar da Husilere karşı Hadramavt, Ebyan ve Şebva’da El Kaide’nin önünü açtı. Yemen’deki El Kaide “Husilere karşı İhvan dahil tüm Müslümanlarla birlikte savaşıyoruz” diyordu.
ABD’nin yönlendirmesiyle dönemin BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid de 2018’de Islah’ın liderleri Muhammed Abdullah el Yadumi ve Abdulwahab Ahmed el Ansi’yi Abu Dabi’de ağırlayarak Müslüman Kardeşler’le çalışma yoluna girdi. Husilere karşı cepheyi sağlam tutmak için… BAE’de Islah adıyla örgütlenen Müslüman Kardeşler’e yönelik sağlam bir temizlik operasyonu yapılmıştı. Kamuya sızmış ne kadar ‘Kardeş’ varsa fişlenip atılmıştı. Yemen’deki Islah da küresel Müslüman Kardeşler’le bağının kalmadığı taahhüdüyle BAE’nin elini rahatlattı. Suudi-Emirlikler ikilisini eleştiren Nobel’le ödüllendirilmiş Arap Baharı figürü Tevekkül Kerman’ın da Islah üyeliğini yakarak “Artık pir-u pak hale geldik” dediler.
Fakat hiçbir plan tutmadı. “Meşruiyetini yeniden tesis edeceğiz” dedikleri Hadi’yi de çöpe attılar. ABD’nin yönlendirmesi ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın baskısıyla Hadi önce yardımcısı Ahmar'ı görevden aldı, ardından kendi görevine son verdi. Yetki sekiz kişilik bir konseye devredildi. Yemenliler bu operasyonu Muhammed bin Selman’ın 2017’te Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi ayağına çağırıp otel odasına hapsederek istifa mektubu yazdırmasına benzetiyor. Burada halk yok, onur yok, Riyad’ın tercihleri var. Haliyle Hadi’ye “Suud kuklası” diyenler konseyi de “Riyad’ın çıkarlarını temin komitesi” olarak görüyor. Konseyin başına eski İçişleri Bakanı Reşad el Alimi’yi getirdiler. Husiler için o da şaibeli bir isim. Hakkında üç suçlama sıralanıyor: Savaş sırasında Suudilere vurulacak yerlerin listesini vermek, 2014’te BM uhdesindeki görüşmelerde ABD'nin askeri varlığını yasallaştırmak için öneri sunmak ve normalleşme taahhüdüyle İsrail’le flört etmek. Suud-Emirlikler ikilisi Husiler aleyhine denklemi yeniden kurmak için 3 milyar dolar yardım ayırmayı da kararlaştırmıştı. Lenderking’in çabaları bunlarla bağlantılı.
***
Husilerin İsrail'e yönelik saldırılarını İran'ın jeopolitik manevralarının bir parçası olarak görme eğilimi çok yaygın. Fakat yerel gözlemciler bu tespiti yeterli bulmuyor. Öne çıkan birkaç nokta var:
- Filistin’e destek Husilerin içerde kendi tabanını genişletmesine ve konsolide etmesine yarayabilir.
- İsrail’e saldırılar Husilerin bölgesel etkinliğini artırabilir. Arap rejimleri İsrail ve ABD’ye karşı hiçbir şey yapmazken Husiler takdirle izleniyor. Husilerin İran’ın desteğiyle meşru hükümeti devirdikleri suçlaması etkisini yitirebilir. Yani Gazze salvoları içerde ve dışarda meşruiyet sorununun giderilmesine katkı sunabilir.
- Saldırılarla ilgili açıklamalar Ensarullah değil Yemen Silahlı Kuvvetleri adına yapılıyor. Bu da uluslararası toplumda Husilerin ülkenin hakimi oldukları algısını yerleştiriyor. Bunun nisanda kurulan müzakere masasına yansımaları da olabilir.
Yemen Hava Kuvvetleri'nin eski sözcüsü Tümgeneral Abdullah el Cafri ise Tehran Times’a demecinde dini, ulusal, ahlaki, tarihi ve insani sorumluluklarına dayalı ahlaki bir duruş sergilediklerini belirtirken Yemen Silahlı Kuvvetleri ve Halk Komiteleri’nin Husilerin lideri Seyyid Abdülmelik bin Bedireddin el Husi'nin emirlerini uyguladığını söylüyor. “Yemenlilerin koyduğu kural ‘dişe diş, göze göz’; yani Bab el Mendeb karşılığında Refah kapısının açılması gerekiyor” diyor.
Lafı bağlarsak Yemen halihazırda vurulmuş bir ülke. Husilerin kaybedecekleri çok az şey kaldı. Beri taraftan ABD muazzam üstünlük, caydırıcılık ve kibrine rağmen pek çok şeyin hesabını yapmak durumunda. Küresel devin de kırılganlıkları var.
Cafri, Amerikalıların Umman aracılığıyla hem tehdit hem de teklifte bulunduklarını söylüyor. Teklif, Sana Havaalanı’nın açılması, maaşların dağıtılması ve tazminat ödenmesi gibi bazı ödünlere karşılık İsrail’e saldırıların sonlandırılmasını içeriyor.
Husilerin Amerikalılar ve vekil güçleriyle savaşı yeni değil. Canları çok yandı ve “Gazze savaşı bittikten sonra sıra Yemen’e gelecek” uyarısı Yemenliler için çok da ürkütücü gelmeyebilir.
gazeteduvar