Displaying items by tag: İslam İnkılabı

Pazar, 15 Şubat 2015 00:00

İnkılaba niçin tahammül edemiyorlar?

Bismillahirrahmanirrahim

İslam inkılabı gerçekleştiği zaman kimse bu seviyeye geleceğine inanmıyordu. İslam inkılabını herkes kendi açısından değerlendiriyor; bazıları diğer ülkelerde olduğu gibi rejim değişikliği olarak değerlendirdi; Şah gitti, halk mollaları getirdi başa. Bazıları ise birkaç asırlık şah diktatörlüğü yıkıldı, İslam devleti kuruldu, diye seviniyordu. Ama nedense Amerika’nın başını çektiği Batı emperyal gücü asla kabullenemedi İslam Cumhuriyetini. Hep yıkmaya çalıştılar.

Batı emperyal güç bugünleri görüyordu sanki, İnkılabın bu aşamaya geleceğini iyi biliyordu ve bunu engellemek için her türlü şeytanlığı şimdiye kadar yapmaktan kaçınmadı.

İnkılab üç büyük badire atlatmıştır .

1-İnkılabı devirme girişimi: Önce içte Şahın geride bıraktığı generalleriyle ihtilal yapmak istediler, ama başaramadılar. Daha sonra 8 yıl sürecek yüz binlerce şehid ve gazi geride bırakacak bir savaş başlattılar, bütün güçlerini kullandılar ama yine İnkılabı deviremediler. Savaş, ambargo ve diğer yollarla İnkılabı dıştan deviremeyeceklerini anlayınca içe yöneldiler.

2-İçten yıkma: İç ihtilaf ve kargaşa çıkarıp İnkılabı içeriden yıkmak istediler; İnkılab muhalifleri, liberaller, Batı hayranları hepsini bir araya toplayıp kadife devrimi ile devireceklerdi, ama yine yapamadılar. İç muhalefeti her türlü imkanlarla donattılar ve bunun yanısıra da sistemi zayıflatmak için de her türlü ambargoyu uyguladılar. İslam cumhuriyeti basiretli rehberi sayesinde bu oyunu da boşa çıkardı.

3-Alternatif oluşturma: Dıştan ve içten yıkamayacaklarını anlayınca müslüman ülkelerine yayılmasın ve İnkılab ihraç edilmesin diye bu inkılaba alternatif olarak müslümanları cezbedecek, demokratik ve liberal İslamı savunan güçlü bir rakip çıkarmaya çalışıyorlar; son 10-15 yıllarını buna harcadılar ve hala bu yoldan umutlarını kesmiş değiller.

İnkılab her üç saldırı çeşidinden de yüzünün akıyla çıkıp istikrarlı adımlarla ilerlemeye devam ediyor.

36 yaşındaki İslam İnkılabı kendine kurulan bütün tuzakları atlattı, rakip tanımıyor, gün geçtikçe daha da gelişiyor daha da ilerliyor. Bunları dost düşman herkes biliyor. Bazıları kıskançlığından gizliyor, dile getiremiyor, bazıları da normal göstermeye çalışıyor, bazıları ise şeytanlığından vazgeçmemiş asıl hedefine ulaşana kadar da vazgeçmeyecektir.
Asıl konu şu; neden İslam Cumhuriyetini yıkmak istiyorlar? Neden İslam Cumhuriyetini kabullenemiyorlar? İslam Cumhuriyeti bunlara ne yapmış?

Dünya siyasetini tanıyanlar için bu soruların cevabı çok açık ve nettir:

-İslma Cumhuriyeti, dünyaya hakim tek eksenli siyaset sisteminin karşısına yeni bir eksen olarak çıktı. İslam cumhuriyeti, “dünyada tek eksen olamaz, ben de varım, ben ikinci eksenim, ben müslüman toplum ve ezilen mustazaflar için bir eksen oluşturacağım” deyince, Batı emperyal eksen kendilerine alternatif çıkmasına tahammul edemedi.

-Bilim ve teknolojiyi tekellerinde bulunduran Batı dünyası İslam Cumhuriyetinin bu tekellerini kırıp dünyaya “müslüman da ilim, bilim ve teknolojide başarılı olabilir. İslam, ilim ve bilimle iç içedir, İslam ilerleme, gelişmeye davet etmektedir” deyip bilim alanlarında; nükleer enerji, uzay bilimi, nano teknoloji ve diğer alanlarda 7-8 ülkenin elinde bulunan bu tekeli kırınca Batı emperyal güç rahatsız olmaya başladı..

-İnkılab diğer toplumları uyandırıyor, ezilenleri emperyal sömürü ve zülme karşı kıyama hazırlıyor. Batı emperyal güç halkların uyanıp kendi kuklası olan diktatör ve demokrat rejimleri devirmesine izin veremezdi. Bunları harekete geçiren gücün önü alınması gerekir.

- Filistin meselesi müslümanların en son sorunu haline getirilmişken İslam Cumhuriyeti tekrar Filistin ve Kudüs meselesini müslümanların ilk meselesi haline getirdi. Siyonist cephe buna tahammül etmeyecekti tabi ki. Tek çare İslam Cumhuriyetinin devrilmesi veya temel ilkelerinden uzaklaştırılması, içinin boşaltılması olarak görüyorlar.

İslam Cumhuriyetinin Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki başarısı empeyalist ve siyonist gücü daha da çıkmaza sürüklemektedir. Yalnızken yenemediler, şimdi nasıl devirecekler karar kara düşünüyorlar.

Empeyalist ve siyonist güç bunları yaparken, büyük şeytanın gönüllü dostları da yeni bir cephe açıyorlar; Velayet-i Fakihe sistemine saldırı. Ama hedeflerine ulaşamayacaklardır, şeyatnın işi vesvesedir. Allah bizi cin ve insin vesveselerinden korusun.

Vesselamu aleyku . Sabahattin Türkyilmaz

Published in Münasibetler
Cuma, 13 Şubat 2015 00:00

36 Yaşındayız…

Asırlar süren fetret devrinden sonra yeniden somut meyveler veren şecere-i tayyibenin gerçekleştirdiği ve kendisiyle baharın geldiğinin müjdelendiği İslam Devriminin üzerinden 36 yıl geçti. Onca asır suskunluk illetine müptela olan mazlumların dillerindeki düğüm 36 yıl önce İmam Hümeini (r.a.) nurani hareketi ile çözülmüş, içlerindeki birikmiş öfkeyi büyük şeytanın ve siyonizmin üstüne salan mustazaflar, birer birer ve ikişer ikişer kıyam ederek (Sebe 46) şahları devirdikleri gibi, şahlık hayalleri kuranları da lisan-ı hal ile uyarmışlardır.

Bu kıyam öyle bir kıyam olmuştur ki, sadece 2500 yıllık şahlık rejimi değil, bütün tarihi ile birlikte nifak ve küfür, üstelik her coğrafyada, ya yıkılmış, ya yıkılmaya yüz tutmuştur. En kurak topraklara dahi devrim tohumu ekilmiş ve kayaların ortasına düşen tohumlar o kayaları yavaş yavaş delerek yeşermeye başlamış ve mazlumların gölgelerine sığınacakları ağaçlara dönüşmüştür. Ve bugün bu tertemiz ağaçların sayısının arttığı ve bir ağaçtan bir ormanın oluştuğu gören gözler için artık gizli değildir.

Özellikle İmamın (r.a.) işaret ettiği gibi Fecr suresinde ilahi bir vaad ve müjde olarak kendini belli eden İslam İnkılabı, Resulullah’ın (s.a.a.) ve İmamların (a.s.) hadislerinde adres gösterilerek muştulanmıştır ki bunun üzerine yıllardır çokça yazı yazılmış ve bu deliller sürekli gündemde tutularak halkların gönlündeki şüpheler giderilmeye çalışılmıştır. Siyasetmektebi olarak bahsi geçen delilleri bir çok yazımızda beyan ettiğimiz için bugün İslam İnkılabını ve İmamı (r.a.) farklı bir boyutta ele almayı ve ahir zamanın vaad edilen bu zaferinin temsil ettiği hakkı, yüreklere nasıl yerleştirdiğini izah etmeye çalışmayı uygun gördük. Zira hak diye ortaya çıkan batılların, göreceli olarak kazandıkları zaferlerin kısa ömürlü olması, sınırlarla çevrili olup tüm insanlığa hitap edememesi, çizilmiş bütün sınırları ve kurulmuş bütün setleri alaşağı eden, farklı dinlerden de olsa mazlumların tümünü kuşatabilen ve tüm mahrumların kurtuluş ümidi haline gelen İslam İnkılabı hakikatinin bu gücünü nerden aldığını ve neye dayandığını bilmek, benzeri kıyamların, zalimlerin sultası altında nifak ile uyuşturulmuş olan halklar tarafından da gerçekleştirilebilmesi için önemlidir.

Bu meyanda bize göre İslam İnkılabını gerçekleştiren ve bunu gençlik yıllarında planladığını Sebe suresi 46. ayeti ön plana çıkartarak belli eden İmam’ın (r.a.) hareketini ve bu hareketin başarısını özetleyen en önemli ayet ‘attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı’ (Enfal 17) ayetidir ki, bütün bir ömrünü Allah (c.c.) rızası için tüketmiş olan ve en sonunda gönül huzuruyla, razı olan ve razı olunan olarak Rabbine dönen (Fecr 27-30) İmam’ın (r.a.), nur dolu hayatının özeti bu ayettir. Gençliğinden itibaren bütün varlığı ile ömrünü İslama adayan İmam (r.a.), bulunduğu her cephede, planladığı her işte başarıya ancak bu şekilde ulaşmış, rızasını kazandığı Rabbine (c.c.) itaatinin mükafatı olan devrimi ancak bu şekilde gerçekleştirmiştir. Tıpkı ceddi Resulullah (s.a.a.) gibi çıktığı yolda önceleri tek olan ve daha sonraları hakikati kalplerine akıttığı talebeleri ile maddi olarak güçten yoksun olmalarına rağmen tüm dünyayı karşılarına alabilecek azme sahip olduklarını yıllar boyu süren mücadeleleri ile ispatlayan İmam (r.a.) ve O’nun (r.a.) talebeleri, adeta İslam’ı yeryüzüne ikinci kez getirmiş ve Süreyya yıldızına sürgün edileceği Resulullah (s.a.a.) tarafından asırlar önce beyan edilen imanı, devletleştirmişlerdir.

Bu yüzden İmam’ın (r.a.) attığı hiçbir adım kendisine ait değildir. Çünkü attığı zaman o atmamıştır, Allah (c.c.) atmıştır. Bu adımların bunca sağlam oluşu ve her daim hedefe yönelik oluşu, sonuç getirişi ve Allah (c.c.) düşmanlarına darbe vuruşu bunun ispatıdır. Bu adımlar öyle sert adımlardır ki yeryüzü boyun eğmiş ve halifesini olanca edebiyle karşılamaya hazırlanmıştır. Bunun ilk nişanesi olarak, sırtında taşıdığı küfür ve nifağı sarsmış, büyük şeytanın ve siyonizmin bağrında ehil olanların göreceği depremleri oluşturmuştur. Bu adımların sesi binlerce kilometre uzaktan işitilmiş, kavimleri helak eden sayhanın benzeri zalimlerin kulaklarına kadar ulaşmıştır. ‘Ölüden diri, diriden ölü çıkaran’ (En’am 95) Allah (c.c.), bu adımların bereketiyle nice ölüyü diriltmiş, nice diri görüneni ise hakkı işitemeyen ölüye (Rum 52) çevirmiştir ki, kendi elleri ile kendi kalplerini mühürleyenlerin yaşamlarının hayat olmadığı bizler tarafından anlaşılsın ve İmam (r.a.) ile İnkılabın hakikatinin değeri ortaya çıksın.

Konuştuğu zaman da İmam (r.a.) konuşmamış, her söz ilahi bir hakikatten kaynaklandığı için İmam’ın (r.a.) diliyle Allah (c.c.) konuşmuştur. İmam’dan (r.a.) önce ve sonrada çokları konuşmuş olsa da kalpler bu sözleri anlayamayıp kabullenmedikleri halde, İmam’ın her sözünün müslüman olsun veya olmasın herkesin kalbine tesir etmesi de bu hakikatin en önemli delilidir. Zira yaşamı ile Allah’tan (c.c.) bir ruh olduğunu ispatlayan İmam (r.a.), ‘kendi heva ve hevesinden konuşmayacağı'(Necm 3) bizlere bildirilen Ceddi (s.a.a.) gibi, bütün yaşamında heva ve hevesinden uzak durmuştur ve dilinden sadece hakikat pınarları akmıştır. Duru, temiz ve berrak olan bu pınar, içine nifak karışıp bulanıklaşmış olan nice zehirli suyla uyuşturulan halkların gönlüne ab-ı hayat olarak akıp, o kalplerdeki iman, onur ve izzet tohumlarını yeşertmiş ve direniş meydanının ‘Lebbeyk’ nidaları ile dolup taşmasını sağlamıştır.

Baktığı zaman da aslında bakan İmam (r.a.) değildir. Zira hiçbir dünyevi gözün basireti, zulmün kurduğu bunca tuzağı deşifre etmeye ve zaferi bu kadar net olarak mazlumlara sunmaya yeterli değildir. Zaten bakan göz olunca görünen hakikat olmamaktadır çoğu zaman. O halde kalbi Allah’a (c.c.) ait olan İmam’ın (r.a.) bakışı da Allah’a (c.c.) aittir ve o bakış gizlenen bütün hakikatlerin üzerlerindeki perdeleri kaldıracak kadar net, mümine huzur verecek kadar şefkatli ama kafirlerin yüreklerini delip geçecek kadar keskindir. Bu yüzden İmam’a (r.a.) bakan mümin huzur bulurken, küfrün önderlerinin ömrü tükenmekte, uykuları kaçmaktadır. Zira İmam’ın (r.a) varlığı onların varlığının en büyük düşmanıdır. Ve İmam (r.a.) İslam İnkılabı var olduğu sürece var olmaya devam edecektir ki mirası zaten emin ellerdedir.

Ve idare edip yönettiği zaman da aslında idare eden O (r.a.) değildir. Başından sonuna kadar ilahi direktifler doğrultusunda kurulan İnkılabın bütün kurum, kuruluş, yasa ve kanunları ile dayandığı Kur’an’ı gönderendir İslam İnkılabının işlerini düzene koyan ve İnkılabın idaresini üstlenmiş olan. Çünkü ‘zikri gönderen o zikri korumayı da üstlenmiştir'(Hicr 9) ve O’nun (c.c.) koruduğunu bozabilecek hiçbir güç yoktur yaratılmış olan. İslam İnkılabının habire birleşik şeytanların topyekün saldırılarına maruz kalsa da dimdik ayakta durabilmesinin dayanağı da budur. Vurulmak istenen her darbe, ‘tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirerek ve İnkılabın daha da güçlenmesini sağlayarak bu tuzakları bozup bunlara karşı kurduğu tuzağı'(Enfal 30) ayan eden Allah (c.c.) tarafından hayra çevrildikçe, yönetenin kim olduğu aşikar olmuştur aslında bizce.

İşte ister savaşta ister barışta attığı her kurşunu, füzeyi ve adımı hedefe ulaştıran Allah (c.c.) olunca İmam’ın gerçekleştirdiği İnkılap ta ilahi bir nimet olmaktadır bizim için. Ve bu nimetin çağrısının ulaştığı beldelerde İmam’ın (r.a.) manevi talebeleri kıyam etmekte. İnkılabın ağacı 36 yıldır meyve vermekte ve 36 yaşında bu meyveyi dermeye güç yetirenler yetişmekte İnkılabın ve İmam’ın (r.a.) medresesinde. 36 yaş ne mübarek bir yaşmış ki sarayları sarsacak olgunluğa eriştirmekte insanı. 36 yaşında olan insan yıkabilmekteyse onlarca yaş büyük zalimlerin tahtını, 36 yaşına basan İnkılabın yıkmasını beklemekteyiz yüzlerce yıllık küresel siyonizmin saltanatını. Umut vermekte bizlere İmam’ın (r.a.) varlığının devamı olan Rehberin varlığı ki İmam (r.a.) attığı zaman atmadıysa, Allah’ın (c.c.) attığıdır Rehberin bu zamanda attığı. Kutlu olsun İnkılabımızın yeni yaşı ve mutlu olsun İmam’ın (r.a.) yolundan giderek Allah’ın (c.c.) adım attırdıkları.

 

siyasetmektebi

 

Published in Rapor

Allah’ın adıyla

“Andolsun Fecre, On geceye… Bunlarda akıl sahibi için elbette birer yemin değeri vardır.” (Fecr/1-5)

İranlı Müslümanların arka planı neredeyse bir asra dayanan emperyalizm ve siyonizmin İran’da ki yansıması ”Şahlık düzeni” ile mücadeleleri; feylesof, bilge, abid ve arif devrimci İmam Humeyni (r.a)’nin 1 Şubat 1979’da ülkeye dönmesi ile başlayan on günlük eşsiz ve tarifsiz mücadelenin ardından 11 Şubat 1979 günü insanlık tarihinin en şanlı ve yüce devrimi “İslam İnkılabı”nın gerçekleşmesi ile taçlanmıştır.

Evet, İslam İnkılabı 1979 yılında İmam Humeyni (r.a) önderliğinde ekseriyetle Şii Müslümanlardan oluşan İran Milleti eliyle gerçekleşmiştir.

Ancak İslam İnkılabı ne sadece İranlıların devrimidir ve ne de Şii bir devrim. Hatta İslam İnkılabı’nı sadece Müslümanlara hasretmek bile doğru değildir. Bilakis İslam İnkılabı, “evrensel bir devrim”dir! İslam İnkılabı, herhangi bir coğrafya kaydı olmaksızın tüm Müslüman, mustazaf ve mazlum halkların ortak inkılabıdır!

Zira İslam İnkılabı her ne kadar İran coğrafyasında “Şahlık düzeni”ne karşı gerçekleşmiş ola bile esasında arka planda “küresel emperyalizm ve siyonizm”e karşı mazlum ve mustazafların evrensel bir zaferidir. Bu yönü ile dünya devrimler tarihi ele alındığında görülecektir ki, mazlum ve mustazafların emperyalist ve siyonist düzene karşı yegâne devrimi, İslam İnkılabı’dır. Ve İslam İnkılabı, vahşi kapitalizm, emperyalizm, siyonizm ile onların İslam coğrafyasındaki uzantı ve tetikçileri olan Selefizm, Vahhabizm, Gülenizm, Mistisizm gibi akım, cereyanlar ve fitnelere karşı mazlum ve mustazafların kurtarılmış tek kalesidir.
Meseleye yüzeysel yaklaşan bazı şahsiyetler: “Madem ki İslam İnkılabı, tüm Müslüman, mustazaf ve mazlum halkların devrimidir, o halde hani yansıması?” sorusu ile kinaye yollu hem İslam İnkılabı’nı mahkum etmek ve hem de bir karşılığının olmadığını vurgulamak istiyorlar.

Bu yaklaşım içerisinde olan düşünce ve şahsiyetler, maalesef bir yönü ile haklılar ki, “İslam İnkılabı”nın ne anlama geldiğini küresel emperyalizm ve siyonizm, Müslüman kitlelerden daha erkenden ve daha derinden kavramıştır. Ve onu boğmak ya da en azından kendi coğrafyasına hapsetmek için ilk günden tüm varlıkları ile harekete geçmişlerdir.

Küresel emperyalizm ve siyonizm, İslam İnkılabı’nı boğmak için Saddam eliyle dayattığı sekiz yıllık savaş ve ardı arkası kesilmeyen ve asla gevşemeyen ambargolar yanında iki büyük fitneyi; “mezhepçilik ve ulusçuluk” canavarını harekete geçirmişlerdir. Yüce İslam İnkılabı’nı, “İran Devrimi ya da Şii Devrim” ve bu inkılaba gönül verenleri ise “İrancı” olarak adlandırarak, ellerindeki tüm medya ve kültürel araçlarla özellikle Müslüman halkları zihinsel olarak iğfal etmişlerdir.

Ancak İslam İnkılabı, geride bıraktığı otuz altı yıllık süreçte kendisine karşı uygulanan tüm fiziksel, siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik baskı ve ambargolara rağmen dünya dengelerinin tamamen ve yeniden şekillenmesini temin etmiştir. Bir devrimin gerçek sonuç ve etkilerini görmek için otuz altı yıllık bir süreç elbette yeterli değildir. Ancak bu otuz altı yıllık süreçte elde edilen kazanımlardan hareketle şunu söyleyebiliriz: “Yeni bir dünya kuruluyor! Mustazaf ve mazlumların başrolde olduğu bir dünya!

İslam İnkılabı’nın geride bıraktığı otuz altı yıllık süreçte ürettiği siyaset ve bu siyasetin sonuçları sadece İran ya da Müslümanların değil, tüm insanlığın kaderini ilgilendirmektedir. Üzerine uzun ve köklü araştırmalar yapılması gereken bu başlıkla ilgili olarak bizim bazı tespitlerimiz şöyledir.

1-İslam İnkılabı gerçekleştiği an itibariyle Müslümanlar, Amerika ve Avrupa’dan oluşan Batı Bloğunun dayattığı “kapitalizm ve liberalizm” ile öncülüğünü SSCB’nin yaptığı Doğu Bloğunun dayattığı “sosyalizm ve komünizm” arasında sıkışmış ve iki tercihten birine mahkum bırakılmıştı.

İslam İnkılabı, Müslümanların hatta insanlığın bu iki tercihten birini seçmeye mecbur olmadıklarını, adalet ve hakkaniyet içeren “üçüncü bir yol” olduğunu gösterdi. Müslüman halklara kurtuluşun “İslam”da olduğunu teorik ve pratik olarak ayan etti.

2-İslam İnkılabı, insanlığın en büyük musibetinin “küresel emperyalizm ve siyonizm” olduğunu, emperyalizmin “Büyük Şeytan Amerika” ve siyonizmin ise “Gasıp İsrail Rejimi” şahsında müşahhas hale geldiğini faş etti.

Yine İslam İnkılabı sayesinde insanlık, dünyanın neresinde ve ne türden bir sömürü ve zulüm varsa, o zulüm ve sömürünün esas köklerinin Amerika, İsrail ve bunların yandaşlarından bağımsız düşünülemeyeceği, bu zulüm ve sömürüden hakikatte kurtulmak isteyenlerin esas olarak Amerika ve İsrail ile mücadele etmesi gerçeğini öğrendi.

3-İslam İnkılabı halklara, egemen güçlerin kofluğunu ve onların plan ve desiselerinin mutlak olmadığını, “direniş” ile egemenlerin sultasından kurtulmanın mümkünlüğünü ve istikbar güçlerin sömürgeci ellerinin mazlum ve mustazaf halkların yakasından nasıl kesileceğini öğretti.

4-İslam İnkılabı, Müslüman ümmetin hatta insanlığın en mühim meselesinin “Filistin Meselesi” olduğu gerçeğini aşikar etti. İslam İnkılabı sayesinde öğrendik ki; Filistin Meselesi, sadece Filistinlileri ilgilendiren bir sorun değildir. Filistin Meselesi, küresel emperyalizm ve siyonizm ile İslam ve mustazafların mücadelesinde ana cephesidir. Ve bu cephenin sonuçları da sadece Filistin ve İsrail’i değil evrensel olarak tüm insanlığı etkileyecek çaptadır.

5-İslam İnkılabı’nın özellikle “Filistin Cephesi” üzerinden emperyalizm ve siyonizme karşı başlattığı mücadele, İslam ülkelerindeki batıl, kukla, dikta, uşak ve manda yönetim, cemaat, aydın ve entelektüellerin maskesini düşürdü. Zira Filistin Meselesi, “hak-batıl” mücadelesinde gerçek bir turnusol kâğıdı görevi yapmaktadır. İslam İnkılabı, emperyalizm ve siyonizm ile hakikaten mücadele edenlerle, onlara uşaklık ve yandaşlık yapanların ayırt edilmesi için “Filistin Meselesi” üzerinden şaşmaz bir ölçü oluşturmuştur.

6-İslam İnkılabı, asırlardır İslam dünyasının en büyük musibeti olan ancak yüzyıllardır değişik araç ve bahanelerle kendini perdeleyen Selefizm ve Vahhabizm’in hakikatini açığa çıkarmıştır. İslam İnkılabı sayesinde öğrenildi ki; Selefizm ve Vahhabizm, küresel emperyalizm ve siyonizmin İslam coğrafyası içerisindeki tetikçileridir. Selefi ve Vahhabi akım, düşünce ve örgütlerin “öz İslam” ile alaka ve ilgileri yoktur ve bu yarı vahşi mağara insanları sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık için bir tehdit ve tehlikedir.

7-İslam İnkılabı, “Batı”ya dayanmadan bilimsel, teknik, teknolojik ve sosyal ilerlemenin mümkün olduğunu ispat etmiş ve tüm mazlum ve mustazaf kitlelerin gözünü açmıştır. İnanılmaz baskı ve ambargolara rağmen İslam İnkılabı’nın bilim, teknik, sanat, spor, sinema ve sosyal alanda elde ettiği başarılar göz kamaştırıcıdır. (ki İran, bilimsel çıktılarda dünya lideridir ve çıktı oranı şu anda dünya ortalamasının on bir katıdır.)

8-İslam İnkılabı, “Batı Medeniyeti”nin gerçek yüzünü açığa çıkarmıştır. İslam İnkılabı sayesinde insanlık, elde ettiği bilimsel ve teknik kazanımları günah ve suçlarına örtü yapan Batı Medeniyeti’nin gerçek karakterinin; sömürgeci, köleci, kan dökücü, korku ve nefret politikaları üzerinden halklara tasallut olan, “öteki” olarak addettiği kendi dışındaki herkese karşı “vehimlere dayalı aşağılama siyasetini” ilke edinmiş vahşi bir uygarlık olduğunu fark etti.

9-İslam İnkılabı, İslam tarihinde istenmedik bir dizi olay neticesinde maalesef saklı kalmış eşsiz bir hazine misali tarihin hiçbir evresinde gereğince tanınamamış Ehl-i Beyt (s.a)’in hakikatinin ve onlardan sudur eden pak ve münezzeh bilginin insanlıkla buluşmasına zemin oluşturmuştur. Böylece gerek Müslümanlar ve gerekse insanlık asırlardır bihaber kaldıkları “Kevser Havuzu”nun tatlı suyundan bir damla olsun tatma imkanı bulmuşlardır.

10-İslam İnkılabı sayesinde yeni bir Ortadoğu kuruluyor! Rehber Hamaney’in ifadesiyle: “Allah Teala’nıntakdir ettiği hakikatler esası gereği yeni bir Ortadoğu’nu şekilleneceğinde kuşku yoktur. Bu Ortadoğu, İslam’ın Ortadoğu’su olacaktır..!”

Akıl ve basiret sahipleri açısından kurulmakta olan bu yeni Ortadoğu üzerinden yeni bir dünya kurulacağını görmek zor değildir!

 

Hizbullah’ın İsrail’e karşı elde ettiği zaferler (ki, Hizbullah-İsrail mücadelesinin örtülü bir İran-Amerika savaşı olduğunu düşündüğümüzde bu başka bir anlam kazanır), Yemen ve Bahreyn’de ki İnkılabi gelişmeler, yüz beş ülkenin birlikte saldırmasına rağmen Suriye yönetimini devirememeleri ve BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile Büyük İsrail hayalinin çökmüş olması, Irak’ı parçalama planlarının pratik bulamaması, emperyalizm ve siyonizmin uşaklığını yapan bölgesel iktidar ve diktatörlerin birbiri ardına yıkılıyor olması gelişmelerinin hiç biri “İslam İnkılabı”nın etki alanı dışında okunması mümkün olmayan gelişmelerdir.

 

“Biz ise, yeryüzünde mustazaflara lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz.” (Kasas-5)

 

Muntazar Musavi / Rasthaber
Bir Yorum Yazın
Adınız
Soyadınız
E-Mailiniz
Yorumunuz

Published in Münasibetler

İslam İnkılabı zaferinin 36. yıl dönümü merasimleri bugün sabah devlet ve askeri yetkililerin üst düzey katılımı ile İmam Humeyni’nin (ra) türbesinde Allahu ekber sesleri ile başladı.


Bugün sabah saatlerinde hükumet ve askeri yetkililerin yanı sıra halkın değişik kesimlerine ait çok sayıda vatandaşın da katılımı ile İmam Humeyni’nin (ra) yurda dönüşünün 36. Yıl dönümü kutlanırken, Dahe-ye Fecr (1-11 Şubat) törenleri de resmi şekilde başlamış oldu.
İmam Humeyni’nin (ra) İran’a gelişinin 36. Yıl dönümü, Tahran Saatı ile 9:33’te Allahuekber sesleri ile beraber kutlanırken, on gün sürecek olan İslam İnkılabı’nın 36. Zafer yıl dönümü kutlama merasimleri de başlamış oldu.

İran’ın yanı sıra on günlük Dahe-ye Fecr (Şafakta On Gün) törenleri, İran İslam Cumhuriyeti’nin 60 ülkedeki temsilciliklerinde de değişik törenler ile kutlanacak.

Published in Rapor