کارگر

کارگر

 Muharrem'in başı, İmam Hüseyin'in "kerb ve bela" topraklarına ayak bastığı gündür; on ağır günün başlangıcı. Şafağın kapanmaya yüz tuttuğu on gün.

Zifiri karanlığın bastığı tarihin sonu. Kerb zamanlarından sonra belanın gelip çatması.

İmam Ali'nin 'susma' ve İmam Hasan'ın 'suskunluk' dönemlerinden sonra, ağır zulmün 'susturma' zamanlarının başlaması.

Hakikatin 'susturulma' demi.

Gadir-i Hum'da İslam'ın siyasi istikameti gösterildiği halde Hz. Peygamber'in (s) vefatından sonra Sakife toplantısında uygun görülen maslahatla bu talimat ertelendiğinde, İmam Ali (a), İslam'ın varoluşu hatırına susmayı seçti. Vahiy mirasına muhafızlık görevi ve velayet sorumluluğu omuzlarına bizzat Rasulullah (s) tarafından yüklenmiş olan İmam Ali, engin hoşgörüsü, sabrı, uzak görüşlülüğü, metaneti ve tahammülü ile susarak liderlik tartışmasıyla yükselmiş tansiyonun iç çatışmaya dönüşmesini önledi. Eğer İmam Ali (a) itiraz etseydi, kendi taraftarları ve Ensar, Sakife'de öne sürülen maslahata karşı savaşmaya hazırdı.

İmam Ali, Rasulullah'ın (s) vefatının yarattığı travmanın, üstelik bir de liderlik kavgasıyla Müslüman toplumu büyük bir iç karmaşaya sürüklemesinin önüne geçti. O kadar sabırlı davrandı ki, Peygamber'in (s) kızı, sevgili eşi Fatıma'yı hedef alabilen şiddete karşı bile kılıç çekmedi, eşinin kırgınlığına rağmen öfkeyi söndürmeyi tercih etti, hatta buna karşılık vermek isteyen karşı öfkeyi de durdurdu.

Hz. Ali'nin susmasındaki bu büyük öngörüye, tahammül ve metanete minnet duyması gerekenler hiç utanmadan Ali'nin susmasından siyasal tez çıkarabildiler: Ali eğer imamete hakkı olduğunu düşünseydi susmaz, itiraz ederdi. Allah'ın aslanı eşini hedef alan şiddete karşı çıkamayacak kadar korkak mıydı?!

Varsın söylesinler. Onların söyledikleri Ali'den zerre eksiltmez, Ali'nin takipçilerini de zerre kuşkuya düşürmez. Hakikati gören göz, onun ışıltısına bakmaktan kendini alıkoyar mı?

İmam Hasan'ın (a), koşullara bağlayarak kurduğu 'suskunluk' iklimi de babasıyla aynı maslahat ve gerekçelere temellendirilebilir. Sakife krizinden sonra toplumun Cemel'de parçalanması ve nihayet Sıffin'de un ufak hale gelmesindeki akıl almaz gidişatı bir âkilin durdurması gerekiyordu. İmam Hasan (a), vahiy mirasının muhafızı ve velayet yükümlülüğünün mirasçısı olarak bu etkili ve güçlü rolü oynamayı üstlendi.

Tabii ki karacehalet, İmam Hasan'ın 'suskunluk' yönteminden bâtıl teorisine pay çıkarmakta gecikmedi. İmam Hasan'ın (a) Müslüman toplumu biradada tutma amaçlı 'suskunluk' maslahatından, haksız ve geçersiz malum siyasi dayatmaya meşruiyet üretmeye kalktı.

Müslüman toplumun paramparça olmasının önüne geçmeye çalışan 'susma' ve 'suskunluk' aşamaları ne yazık ki gereği gibi anlaşılamadı, icabı yerine getirilmedi, bu bekleme süresinde siyasi zorbalığın ayak sesleri işitilemedi, Medine'ye tecavüz edebilecek ve Kabe'yi mancınıkla dövebilecek fütursuzluk ve cüretkarlığın adım adım geldiği görülemedi.

Kerbela'da başlayan 'susturma' karabasanı, kerb zamanlarının çoraklığına, kuraklığına, hissizliğine, sezgisizliğine, öngörüsüzlüğüne, ürkekliğine ve umursamazlığına çok şey borçludur.

Susma ve suskunluk dönemlerinde bir türlü kendini bulamayan ve karar veremeyen Müslüman toplum, “Yezid” isimli zararlı organizmanın kendisine musallat olmasına direnemedi, karşı koyamadı. Kerbela deminde en aziz bilinen mukaddes çiğnendikten sonra artık Medine'de sahabe kadınlarına tecavüz de edilebilirdi, Kabe mancınıkla da dövülebilirdi.

Bunlardan da vahimi, bizzat Peygamber'in (s) vahiyle ördüğü Müslüman toplumun dokusunun değiştirilmesi için Ümeyye sarayında üretilen din kültürü Müslüman topluma kılıç zoruyla da kabul ettirilebilirdi.

Nitekim tam da böyle oldu.

Bu sebeple bugün, Ümeyye sarayında üretilmiş din kültürünün etkisi altında cahil bırakılmış insanlarımıza, komşumuza, eşimize dostumuza hatırlatmakla mükellefiz: Muharrem şenlik ayı değildir, Peygamber'in evlatlarının katledildiği matem ayıdır.

Ümeyye sarayının din kültürünün etkisi altında Aşura gününü şenlik ve kutlama günü zanneden mümin kardeşlerimizin kapımıza getirdiği aşure tatlısını festival havasında değil, matem hüznüyle kabul ettiğimizi, o aşureyi cenaze evine getirilmiş ikram saydığımızı anlatmalıyız.

Ümeyye sarayının kültürünü "Sünnilik" diye yutturmaya çalışan İbn Teymiyecilik, Ehl-i Sünnet'e Moğol istilası gibi akınlar düzenliyor. Sünniliğin en eski kaynaklarında Gadir Hum ve diğer olaylar tıpkı Şia'daki gibi anlatıldığı halde onları sansürlüyor, örtbas ediyor, gizliyor, açığa çıkmasını engelliyor. Tarih boyunca uyguladığı sansürü bugün de devam ettirmeye çalışıyor. Bütün bunları, Ümeyye sarayında üretilen din kültürünün egemenliğini sürdürebilmesi için yapıyor.

Tarihte Hz.Peygamber ve ailesine karşı mücadelenin bayraktarlığını yapmış olan Ümeyye ailesinin bugünkü sözcülerinin iddiası şudur:

Peygamberimiz Gadir Hum'da binlerce insanı aniden durdurmasına, yüksek bir yere çıkarak kendisini dinlemelerini istemesine, Ali'yi yanına çağırıp, elini tutup havaya kaldırmasına ve oradaki herkese (işitenlerin işitmeyenlere ulaştırmasını da ikaz ederek) "Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır" demesine rağmen, yakıcı güneşin altında uzun bir hutbeyle irad edilen böylesine önem verilmiş konuşmaya karşın Peygamberimiz (s) gayet önemsiz bir manayı kasdederek “ben kimin dostuysam, Ali de onun dostudur” demek istedi!...

Yani, Hz. Ali'ye husumetten başka derdi olmayan Ümeyye sarayının bugünkü sözcülerine göre Gadir Hum hadisinde gördüğümüz manzara, sırf Peygamberimizin (s) Ali'nin insanların dostu olduğunu söylemesi için yaşandı!...

Ortalama bir akıl sormaz mı: Binlerce insan aniden sırf Ali'nin onların dostu olduğunu söylemek için mi durduruldu? O binlerce kişilik kalabalık Ali'ye düşman mıydı ki böyle bir hatırlatma yapılmış olsun?

Başta Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer olmak üzere bütün sahabe Peygamberimizin (s) hutbesinden ve duyurusundan sonra koşup Ali'yi sırf Peygamberimiz (s) onu insanların dostu ilan ettiği için mi tebrik etti?

Hem sahih rivayetin metni, manası ve muhtevasıyla, hem tarihsel gerçeklikle, hem de akılla temelden çelişen bu iddianın tek nedeni, Ümeyye ailesinin Peygamber'e ve ailesine olan husumetidir. Tıpkı daha önce İmran ailesine, İbrahim ailesine, Yakup ailesine ve vahyin muhafızı diğer ailelere güdülen husumet gibi.

Gadir Hum olayı Sünni ve Şii rivayetlere göre tam anlamıyla böyle yaşanmışken yüzyıllar sonra bazı mollaların çıkıp “ama Peygamber benden sonra demedi” cılız bahanesiyle aklımızı ve yaşanmış gerçeği iptal ederek Gadir Hum manzarasını inkar etmemizi beklemesi sadece Ümeyye sarayının ürettiği din kültürünün egemenliğini sürdürebilmesi içindir.

Günümüzde de Ümeyye sarayının din kültürünün sözcüsü İbn Teymiyeciliğin Gadir Hum'a itirazı, Bakara 67-71 arasında anlatılan olayda Yahudilerin ardı arkası kesilmeyen bahahelerle yaptığı itiraz gibidir. Aslında Ali'yi reddediyorlar ama sahih rivayeti reddedip bunu açıktan söyleyemediklerinden bahaneler arıyorlar. Sanki çok büyük keşifmişçesine rivayette Peygamberimizin (s) “benden sonra” demediğini dile getiren itirazdaki cılızlık, Bakara suresinde Allah'ın emrini yerine getirmeye niyeti olmayan, ama bunu bu açıklıkla değil de binbir komik bahane öne sürerek yapan Yahudilerin, kesmeleri emredilen sığırla ilgili itirazlarındaki cılızlık gibidir.

Gadir Hum hadisinde geçen “mevla” kelimesinin Kur'an'daki anlamına uygun olarak “velayet" değil de icat edilmiş “dost” manasına geldiğini Rasulullah (s) ima bile etmedi, sahabe böyle söylemedi ve anlamadı. Fakat çok sonra bazı bilginler bu anlamı iddia ederek İslam tarihini geriye doğru yeniden inşa etmeye giriştiler.

Gadir Hum hadisini lafzını kabul etmekle birlikte manasını inkar edenler “Hz. Peygamber'in kendisinden sonra Ali'yi veliaht bıraktığı iddiası” demekle aslında akıllarınca Hz. Ali'yi tahkir ediyorlar. Bunu ilk yapanlar onlar değildir, daha önce de Ümeyye ailesi, onların sarayda ürettiği din kültürü ve bu kültürün memurları aynı şeyi yapmıştı. Fakat dikkatlerinden kaçan önemli detay, Gadir Hum'un manasına “Ali veliaht bırakılmadı” diye hücum ederken Hz. Ebubekir'in kendi yerine Hz. Ömer'i bırakmasına aynı suçlamanın yöneltilmemiş olmasıdır. Dahası, Hz. Ali'nin birinci halife olmasına taşkın öfkeyle bugün bile itiraz edenler, Ümeyye ailesinin babadan oğula devam edegelmiş sultanlarına toz kondurmazlar.

Deniyor ki Ali bütün o yaşananlara rağmen sesini çıkarmadıysa ve ses çıkarmayı maslahata uygun bulmadıysa bizim de onun gibi davranmamız gerekmez mi?

Yöntemsiz veya yanlış yöntemli düşünce asla sahih sonuçlar üretemez.

Bilinmeyen veya anlaşılmayan şudur: İmam Ali'nin taraftarı olan büyük sahebeler, Eyyüp el-Ensari, Ammar, Mikdat, Ebuzer ve diğerleri Hz. Ali'nin Gadir Hum'da Müslüman toplumun velayet sahibi idarecisi olarak ilan edilmesinin Sakife toplantısında maslahat gerekçesiyle ertelenmesine itirazlarına hiç ara vermediler, hiç susmadılar. Müslüman toplumun iç çatışmaya varacak ayrışmalar yaşamasına yolaçmadan eleştirilerini ve itirazlarını yaptılar. Onların ses çıkarması eleştiridir, itirazdır ve tutulan yolun yanlışlığı hakkında müminlerin düşünmesini sağlar. Ama Ali'nin ses çıkarması eleştiri olmaz. O ses çıktıktan sonra müminler o sesin gereğini yapmak zorundadırlar. Ali eğer ses çıkarsaydı üçüncü halife döneminde yaşanan iç çatışma daha Ebubekir b. Ebi Kuhafe zamanında yaşanırdı.

Ali, üçüncü halife zamanında bile sesini yükseltmedi, temsil ettiği makam itibariyle birleştirici olmaya gayret gösterdi ve insanların gerçeği görmeleri için sabırla bekledi. Hz. Ali, müminlerin emiri olduktan sonra yeni, taze ve sahih bir kuruluşun başlangıcını yapmak üzere Kufe günlerinde irad ettiği hutbelerde, konuşmalarında ve sohbetlerinde geriye doğru değerlendirmeler yaparak yaşananları analiz etti, işlenen hataları anlattı, tenkitlerini sıraladı. Nehcu'l-Belağa bu değerlendirmelerin örnekleriyle doludur. İslam tarihinin kriz dönemlerini araştırmaya, incelemeye ve değerlendirmeye kapatmak isteyen ve bu sayede sapma açısının ne kadar büyüdüğünü görmemizi engellemeye çalışan Ümeyye sarayının din kültürü, eleştirel tarih yöntemini Hz. Ali'nin tesis ettiğini gözden kaçırmaya çalışıyor.

Unutulmamalıdır ki Hz. Ali'nin yârânı, ashabın önde gelen isimleri hiçbir zaman susmadı, eleştirilerini hiç kesmedi, itiraz ve isyandan hiç vazgeçmedi. Tarihi kayıtlarda İmam Ali'nin bu eleştiri, itiraz ve isyanların bir tekini bile kınadığına, engellediğine, olmadı o itirazlarla kendisi arasına mesafe koyduğuna dair örnek var mı?

Düşünce gelişimine katkı yapmanın ve insanların meseleler üzerinde düşünmesini sağlamanın yolu, eleştirel tarih disipliniyle olayları incelemek ve oradan siyasi tezler üretmektir. Fikri derinlik olmadığı için pek çok sorunu yaşadığımızı tespit edip bu yönde çaba içinde olanların ihtilafları kışkırttığını propaganda edenler, ne tarihsel gerçekten, ne ilkeden, ne hakikatten haberdardırlar. Hatta belki de mesele bu kadar masum değildir ve Ümeyye sarayında üretilmiş din kültürünün siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel iktidarını korumak için öyle davranıyorlardır.

İslami kültür içinde ilke, kural, hukuk, prensip ve tek standart yerine sürgit maslahatçılığın ve siyaseten doğrunun yer bulması ve üstün değer görülmesi, analitik ve eleştirel tarih bilimi yapılmaması ve bu çabanın içinde Müslümanları yakınlşatıracak yeni yaklaşımların neşvü nema bulamamasıyla ilgili olmalıdır.

Oysa maslahat eğer ilkeleri bertaraf ediyorsa maslahat kabul edilmemelidir. Maslahatın ilkeleri iptal edebilecek güç kazandığı yöntemin yolaçacağı hasarı, devletin bekası gibi bir menfaat için “kardeş katli”ne fetva dahi verebilen din anlayışından anlamak mümkündür.

Kerbela'da 'susturulma' ile son bulan tarihsel sürecin bugün hala devam etmemesi için bu konuları Sünni ve Şii ulema birlikte ele almalı, Müslümanların mezhep kategorisinden bağımsız olarak birbirine yaklaşacağı vasatı ve zemini kurmalıdır.

Sakife'de öne sürülen maslahatla Hz. Ali'nin vasi tayin edilmesi gerçeğini erteleyen anlayışı entelektüel bir tartışma olmaktan çıkartıp Ali düşmanı siyasi ve dini kültüre dönüştüren Ümeyye ailesinin ve Ümeyye sarayına bağlı memurların husumetini sürdürmek zorunda değiliz. Titiz ve iyiniyetli yeni bir tarih okumasıyla Sakife'de belirlenen maslahatı terkedip bugün yeni bir siyasal kültürün temellerini atabiliriz. Bunu yapmak için mezhep değiştirmek gerekmez, görünüşte Peygamber ailesine muhabbet ama gerçekte ve özünde husumet güden din anlayışı ve kültürün terkedilmesi yeterlidir.

Hz. Ali'nin velayeti tartışmasından tarih yöntemi ve Müslümanların birliği için ilke çıkarmanın peşinde olmalıyız. Fakat Ümeyye sarayında üretilen din kültürünün sözcüleri tekfir ve katille kendilerinden farklı düşünen bütün Müslümanlara husumet derdindedir ve onların canını, malını, ırzını helal gören bir sapkınlığı yaşatmaya çalışmaktadır.

İslam tarihini ve dini anlama yönteminin yürüdüğü mecralar bakımından ya Alevi (Ali taraftarı), ya da Ümeyyeci olunacaktır. İkisinin de dışında kalan sözde tarafsızlık (Haricilik) nefret ve öfke temelli bugünkü terör organizasyonlarının tarihsel köklerini oluşturuyor.

Ümeyyecilik ile Alevilik arasındaki ihtilaf tarihsel bir mesele değildir ve bu konuyu ele almak anakronik (tarihdışı) bir uğraşı olmayacaktır, çünkü Ümeyyecilik siyaseten doğru ve maslahatçılıkla yoluna devam ediyor. Ali'nin mirasına tabi olanlar ile Ümeyyecilerin farkı da buradadır: Biz adalete, ilkeye ve hukuka önem veririz, Ümeyyeciler ise siyaseten doğruya ve maslahata.

Müslümanların birliği, vahdeti ve yakınlaşması çabalarının tek düşmanı Ümeyye sarayında üretilmiş din kültürü ve onun bugünkü sözcüsü olan tekfirciliktir. Tekfirci akımlar ırkçıdır, ayrımcıdır, ayrıştırıcıdır, bölücüdür, tahkir, tezyif, tenkil peşinde koşan tehlikeli nüvelerdir. Nehrevan'da üreyen bu virüsün artık İslam'ın bünyesinden atılması, yolaçtığı hasar ve zararın tedavi edilmesi gerekir. Mutlu ve huzurlu bir geleceğin kurulabilmesi için kan dökerek tatmin bulan hastalıklı tekfirciliğin ve onun doktrini İbn Teymiyeciliğin Sünni ve Alevi şemsiye altındaki tüm mezhep, fikir, eğilim ve meşreplerden dışlanması lazımdır. Bu sebeple son iki yıldır İbn Teymiyeci tekfirciliğin geleneksel ve tarihsel Sünniliği ele geçirmeye çalıştığını anlatıyorum. Bu fitneyi söndürmeliyiz. Alevi-Sünni savaşı çıkarmak isteyen fitne budur ve ondan kurtulmanın yolu, Sünni ve Şii kaynaklardaki ortak bilgiyi elbirliğiyle ortaya çıkarmaktır.

Bugünü anlamak ve yeni bir başlangıç inşa edebilmek için eleştirel tarih disipliniyle işe girişmek gerekirken bizi tarihe dönüp bakmamaya, analiz ve eleştiri yapmamaya çağıran, üstelik bunu Müslümanlar arasında ihtilaf çıkmaması gibi bir gerekçeyle temellendirenlerin davet ettiği birlik, Ümeyye sarayında üretilmiş kültürdür. Bizi Ümeyye sarayında üretilmiş kültürde birleşmeye çağıran vahdetten hayır çıkar mı?

Soru şudur: Hz. Peygamber'in vefatından sonraki ikinci başlangıçta adaleti Ali ailesi mi, yoksa Ümeyye ailesi mi temsil etti?

Eleştirel tarih disipliniyle geçmişe ve bugüne bakanlar, doğru düşünmenin yöntemini keşfedeceklerdir. Ama bize “tarihe bakmayın” diyorlar. "Tarihe bakmayın, fitne çıkmasın" doktrininin sahibi Ümeyye sarayıdır. Ümeyye sarayının fikri ve itikadıyla neden yola devam edelim? Sünniliğin önderi Ebu Hanife'yi katledenler, Ümeyye sarayından devralınmış “tarihe bakmayın” kültürünün Abbasi temsilcileridir. Sünniler önderleri Ebu Hanife'yi mi, yoksa onu katleden “tarihe bakmayın” kültürünün taşıyıcılarını mı tercih edecektir?

Sünnilerin ve Alevilerin ortak noktası Ehl-i Beyt muhabbetidir. Fakat İbn Teymiyeci tekfirciliğin Ehl-i Beyt muhabbetini romantik bir mesele gibi gösterdiğine dikkat edilmelidir. Siyasette, kültürde, dinde ve toplumsal hayatta hiçbir yansıması olmayan soyut bir romantizm. Ehl-i Beyt davası romantik bir mesele değildir; adaletin, özgürlüğün, eşitliğin davasıdır. Irkçılığa, ayrımcılığa, tekfirciliğe itiraz ve isyandır. Aklı, bilgiyi, irfanı, aşkı, hikmeti, araştırmayı, merak etmeyi, eleştiriyi teşvik etmektir.

Vahdet içinde hareket edecek her meslek, mezhep ve meşrepten Müslümanın sömürgeci güçlerin emperyal emellerine ve yerel işbirlikçilerin sömürü, talan ve zulmüne sahici itirazının ocağı Ehl-i Beyt davasıdır.

caferider

Kenan ÇAMURCU  25/11/2012

 Gazze sokakları 4 dilde “İran’a Teşekkürler” yazılı pankartlarla doldu.

Seçim öncesi prestijini artırmayı planlayan Netanyahu, Gazze aleyhine savaş başlatmış ama İran'ın büyük yardımları sayesinde ağır yenilgi alarak savaştan geri çekilmişti.

İran'ın bu büyük ve karşılıksız yardımı mazlum Filistin halkının gönlünü aldı. Gazze halkı İran’ın sözde değil, amelde yardımlarına teşekkürlerini 4 ana dilde sokaklarını “Teşekkürler İran” yazılı pankartlarla gösterdiler.

Filistinli yazar düşüncelerini şöyle dile getirdi:

“Halkımız İran’ın, İslam inkılabı zamanından beri, ramazan ayının son cumasını Filistin Günü ilan ederek, İsrail Konsolosluğunu kapatıp, Filistin konsolosluğu açarak ve Filistin’e daima maddi ve manevi destek verdiğini çok iyi biliyor. Arap ülkeleri bize sırtlarını dönerken, İran bize gerekli konularda yardım etmekten çekinmedi.”

 

 Aşura günü ( Pazar günü) Kerbela müzesinde sergilenen İmam Hüseyin’in (a.s) kabrine ait bir miktar toprak ziyaretçilerin gözleri önünde kana dönüştü.

 

Kanlı Aşura faciasının üzerinden yaklaşık olarak 1400 yıl geçmesine rağmen bu ateş gök ve yeryüzünde halen tazeliğini korumakta ve kainat Peygamber evlatlarına yas tutmaktadır.

Kerbela Müzesinde sergilenmekte olan İmam Hüseyin’in (aleyhi selam) kabrine ait bir miktar toprak dün (25 Kasım 2012) Aşura günü herkesin gözleri önünde kan rengine büründü.

Bu olay, müzeyi ziyaret etmekte olan ziyaretçilerin gözleri önünde gerçekleşti. İmam Hüseyin (a.s) Türbe yetkilileri ve aynı şekilde Hz. Ebu’l Fazl (a.s) Türbesine ait resmi Web sitesi (kefil sitesi) de olayı doğruladı.

Aşağıdaki fotoğraf kan şekline bürünmüş İmam Hüseyin’in (a.s) kabrine ait toprağa aittir:

 

 Şii ve Sünni kitaplarında nakledilen muteber hadislerde Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) bir miktar Kerbela toprağını avucuna alarak değerli eşi Ümmü Seleme’ye vererek şöyle buyurdu: “Her ne zaman bu toprak kan rengine dönüşürse Hüseyin (a.s) evladım Kerbela denilen topraklarda öldürülecektir.”

 

Muharrem'in başı, İmam Hüseyin'in "kerb ve bela" topraklarına ayak bastığı gündür; on ağır günün başlangıcı. Şafağın kapanmaya yüz tuttuğu on gün.

Zifiri karanlığın bastığı tarihin sonu. Kerb zamanlarından sonra belanın gelip çatması.

İmam Ali'nin 'susma' ve İmam Hasan'ın 'suskunluk' dönemlerinden sonra, ağır zulmün 'susturma' zamanlarının başlaması.

Hakikatin 'susturulma' demi.

Gadir-i Hum'da İslam'ın siyasi istikameti gösterildiği halde Hz. Peygamber'in (s) vefatından sonra Sakife toplantısında uygun görülen maslahatla bu talimat ertelendiğinde, İmam Ali (a), İslam'ın varoluşu hatırına susmayı seçti. Vahiy mirasına muhafızlık görevi ve velayet sorumluluğu omuzlarına bizzat Rasulullah (s) tarafından yüklenmiş olan İmam Ali, engin hoşgörüsü, sabrı, uzak görüşlülüğü, metaneti ve tahammülü ile susarak liderlik tartışmasıyla yükselmiş tansiyonun iç çatışmaya dönüşmesini önledi. Eğer İmam Ali (a) itiraz etseydi, kendi taraftarları ve Ensar, Sakife'de öne sürülen maslahata karşı savaşmaya hazırdı.

İmam Ali, Rasulullah'ın (s) vefatının yarattığı travmanın, üstelik bir de liderlik kavgasıyla Müslüman toplumu büyük bir iç karmaşaya sürüklemesinin önüne geçti. O kadar sabırlı davrandı ki, Peygamber'in (s) kızı, sevgili eşi Fatıma'yı hedef alabilen şiddete karşı bile kılıç çekmedi, eşinin kırgınlığına rağmen öfkeyi söndürmeyi tercih etti, hatta buna karşılık vermek isteyen karşı öfkeyi de durdurdu.

Hz. Ali'nin susmasındaki bu büyük öngörüye, tahammül ve metanete minnet duyması gerekenler hiç utanmadan Ali'nin susmasından siyasal tez çıkarabildiler: Ali eğer imamete hakkı olduğunu düşünseydi susmaz, itiraz ederdi. Allah'ın aslanı eşini hedef alan şiddete karşı çıkamayacak kadar korkak mıydı?!

Varsın söylesinler. Onların söyledikleri Ali'den zerre eksiltmez, Ali'nin takipçilerini de zerre kuşkuya düşürmez. Hakikati gören göz, onun ışıltısına bakmaktan kendini alıkoyar mı?

İmam Hasan'ın (a), koşullara bağlayarak kurduğu 'suskunluk' iklimi de babasıyla aynı maslahat ve gerekçelere temellendirilebilir. Sakife krizinden sonra toplumun Cemel'de parçalanması ve nihayet Sıffin'de un ufak hale gelmesindeki akıl almaz gidişatı bir âkilin durdurması gerekiyordu. İmam Hasan (a), vahiy mirasının muhafızı ve velayet yükümlülüğünün mirasçısı olarak bu etkili ve güçlü rolü oynamayı üstlendi.

Tabii ki karacehalet, İmam Hasan'ın 'suskunluk' yönteminden bâtıl teorisine pay çıkarmakta gecikmedi. İmam Hasan'ın (a) Müslüman toplumu biradada tutma amaçlı 'suskunluk' maslahatından, haksız ve geçersiz malum siyasi dayatmaya meşruiyet üretmeye kalktı.

Müslüman toplumun paramparça olmasının önüne geçmeye çalışan 'susma' ve 'suskunluk' aşamaları ne yazık ki gereği gibi anlaşılamadı, icabı yerine getirilmedi, bu bekleme süresinde siyasi zorbalığın ayak sesleri işitilemedi, Medine'ye tecavüz edebilecek ve Kabe'yi mancınıkla dövebilecek fütursuzluk ve cüretkarlığın adım adım geldiği görülemedi.

Kerbela'da başlayan 'susturma' karabasanı, kerb zamanlarının çoraklığına, kuraklığına, hissizliğine, sezgisizliğine, öngörüsüzlüğüne, ürkekliğine ve umursamazlığına çok şey borçludur.

Susma ve suskunluk dönemlerinde bir türlü kendini bulamayan ve karar veremeyen Müslüman toplum, “Yezid” isimli zararlı organizmanın kendisine musallat olmasına direnemedi, karşı koyamadı. Kerbela deminde en aziz bilinen mukaddes çiğnendikten sonra artık Medine'de sahabe kadınlarına tecavüz de edilebilirdi, Kabe mancınıkla da dövülebilirdi.

Bunlardan da vahimi, bizzat Peygamber'in (s) vahiyle ördüğü Müslüman toplumun dokusunun değiştirilmesi için Ümeyye sarayında üretilen din kültürü Müslüman topluma kılıç zoruyla da kabul ettirilebilirdi.

Nitekim tam da böyle oldu.

Bu sebeple bugün, Ümeyye sarayında üretilmiş din kültürünün etkisi altında cahil bırakılmış insanlarımıza, komşumuza, eşimize dostumuza hatırlatmakla mükellefiz: Muharrem şenlik ayı değildir, Peygamber'in evlatlarının katledildiği matem ayıdır.

Ümeyye sarayının din kültürünün etkisi altında Aşura gününü şenlik ve kutlama günü zanneden mümin kardeşlerimizin kapımıza getirdiği aşure tatlısını festival havasında değil, matem hüznüyle kabul ettiğimizi, o aşureyi cenaze evine getirilmiş ikram saydığımızı anlatmalıyız.

Ümeyye sarayının kültürünü "Sünnilik" diye yutturmaya çalışan İbn Teymiyecilik, Ehl-i Sünnet'e Moğol istilası gibi akınlar düzenliyor. Sünniliğin en eski kaynaklarında Gadir Hum ve diğer olaylar tıpkı Şia'daki gibi anlatıldığı halde onları sansürlüyor, örtbas ediyor, gizliyor, açığa çıkmasını engelliyor. Tarih boyunca uyguladığı sansürü bugün de devam ettirmeye çalışıyor. Bütün bunları, Ümeyye sarayında üretilen din kültürünün egemenliğini sürdürebilmesi için yapıyor.

Tarihte Hz.Peygamber ve ailesine karşı mücadelenin bayraktarlığını yapmış olan Ümeyye ailesinin bugünkü sözcülerinin iddiası şudur:

Peygamberimiz Gadir Hum'da binlerce insanı aniden durdurmasına, yüksek bir yere çıkarak kendisini dinlemelerini istemesine, Ali'yi yanına çağırıp, elini tutup havaya kaldırmasına ve oradaki herkese (işitenlerin işitmeyenlere ulaştırmasını da ikaz ederek) "Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır" demesine rağmen, yakıcı güneşin altında uzun bir hutbeyle irad edilen böylesine önem verilmiş konuşmaya karşın Peygamberimiz (s) gayet önemsiz bir manayı kasdederek “ben kimin dostuysam, Ali de onun dostudur” demek istedi!...

Yani, Hz. Ali'ye husumetten başka derdi olmayan Ümeyye sarayının bugünkü sözcülerine göre Gadir Hum hadisinde gördüğümüz manzara, sırf Peygamberimizin (s) Ali'nin insanların dostu olduğunu söylemesi için yaşandı!...

Ortalama bir akıl sormaz mı: Binlerce insan aniden sırf Ali'nin onların dostu olduğunu söylemek için mi durduruldu? O binlerce kişilik kalabalık Ali'ye düşman mıydı ki böyle bir hatırlatma yapılmış olsun?

Başta Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer olmak üzere bütün sahabe Peygamberimizin (s) hutbesinden ve duyurusundan sonra koşup Ali'yi sırf Peygamberimiz (s) onu insanların dostu ilan ettiği için mi tebrik etti?

Hem sahih rivayetin metni, manası ve muhtevasıyla, hem tarihsel gerçeklikle, hem de akılla temelden çelişen bu iddianın tek nedeni, Ümeyye ailesinin Peygamber'e ve ailesine olan husumetidir. Tıpkı daha önce İmran ailesine, İbrahim ailesine, Yakup ailesine ve vahyin muhafızı diğer ailelere güdülen husumet gibi.

Gadir Hum olayı Sünni ve Şii rivayetlere göre tam anlamıyla böyle yaşanmışken yüzyıllar sonra bazı mollaların çıkıp “ama Peygamber benden sonra demedi” cılız bahanesiyle aklımızı ve yaşanmış gerçeği iptal ederek Gadir Hum manzarasını inkar etmemizi beklemesi sadece Ümeyye sarayının ürettiği din kültürünün egemenliğini sürdürebilmesi içindir.

Günümüzde de Ümeyye sarayının din kültürünün sözcüsü İbn Teymiyeciliğin Gadir Hum'a itirazı, Bakara 67-71 arasında anlatılan olayda Yahudilerin ardı arkası kesilmeyen bahahelerle yaptığı itiraz gibidir. Aslında Ali'yi reddediyorlar ama sahih rivayeti reddedip bunu açıktan söyleyemediklerinden bahaneler arıyorlar. Sanki çok büyük keşifmişçesine rivayette Peygamberimizin (s) “benden sonra” demediğini dile getiren itirazdaki cılızlık, Bakara suresinde Allah'ın emrini yerine getirmeye niyeti olmayan, ama bunu bu açıklıkla değil de binbir komik bahane öne sürerek yapan Yahudilerin, kesmeleri emredilen sığırla ilgili itirazlarındaki cılızlık gibidir.

Gadir Hum hadisinde geçen “mevla” kelimesinin Kur'an'daki anlamına uygun olarak “velayet" değil de icat edilmiş “dost” manasına geldiğini Rasulullah (s) ima bile etmedi, sahabe böyle söylemedi ve anlamadı. Fakat çok sonra bazı bilginler bu anlamı iddia ederek İslam tarihini geriye doğru yeniden inşa etmeye giriştiler.

Gadir Hum hadisini lafzını kabul etmekle birlikte manasını inkar edenler “Hz. Peygamber'in kendisinden sonra Ali'yi veliaht bıraktığı iddiası” demekle aslında akıllarınca Hz. Ali'yi tahkir ediyorlar. Bunu ilk yapanlar onlar değildir, daha önce de Ümeyye ailesi, onların sarayda ürettiği din kültürü ve bu kültürün memurları aynı şeyi yapmıştı. Fakat dikkatlerinden kaçan önemli detay, Gadir Hum'un manasına “Ali veliaht bırakılmadı” diye hücum ederken Hz. Ebubekir'in kendi yerine Hz. Ömer'i bırakmasına aynı suçlamanın yöneltilmemiş olmasıdır. Dahası, Hz. Ali'nin birinci halife olmasına taşkın öfkeyle bugün bile itiraz edenler, Ümeyye ailesinin babadan oğula devam edegelmiş sultanlarına toz kondurmazlar.

Deniyor ki Ali bütün o yaşananlara rağmen sesini çıkarmadıysa ve ses çıkarmayı maslahata uygun bulmadıysa bizim de onun gibi davranmamız gerekmez mi?

Yöntemsiz veya yanlış yöntemli düşünce asla sahih sonuçlar üretemez.

Bilinmeyen veya anlaşılmayan şudur: İmam Ali'nin taraftarı olan büyük sahebeler, Eyyüp el-Ensari, Ammar, Mikdat, Ebuzer ve diğerleri Hz. Ali'nin Gadir Hum'da Müslüman toplumun velayet sahibi idarecisi olarak ilan edilmesinin Sakife toplantısında maslahat gerekçesiyle ertelenmesine itirazlarına hiç ara vermediler, hiç susmadılar. Müslüman toplumun iç çatışmaya varacak ayrışmalar yaşamasına yolaçmadan eleştirilerini ve itirazlarını yaptılar. Onların ses çıkarması eleştiridir, itirazdır ve tutulan yolun yanlışlığı hakkında müminlerin düşünmesini sağlar. Ama Ali'nin ses çıkarması eleştiri olmaz. O ses çıktıktan sonra müminler o sesin gereğini yapmak zorundadırlar. Ali eğer ses çıkarsaydı üçüncü halife döneminde yaşanan iç çatışma daha Ebubekir b. Ebi Kuhafe zamanında yaşanırdı.

Ali, üçüncü halife zamanında bile sesini yükseltmedi, temsil ettiği makam itibariyle birleştirici olmaya gayret gösterdi ve insanların gerçeği görmeleri için sabırla bekledi. Hz. Ali, müminlerin emiri olduktan sonra yeni, taze ve sahih bir kuruluşun başlangıcını yapmak üzere Kufe günlerinde irad ettiği hutbelerde, konuşmalarında ve sohbetlerinde geriye doğru değerlendirmeler yaparak yaşananları analiz etti, işlenen hataları anlattı, tenkitlerini sıraladı. Nehcu'l-Belağa bu değerlendirmelerin örnekleriyle doludur. İslam tarihinin kriz dönemlerini araştırmaya, incelemeye ve değerlendirmeye kapatmak isteyen ve bu sayede sapma açısının ne kadar büyüdüğünü görmemizi engellemeye çalışan Ümeyye sarayının din kültürü, eleştirel tarih yöntemini Hz. Ali'nin tesis ettiğini gözden kaçırmaya çalışıyor.

Unutulmamalıdır ki Hz. Ali'nin yârânı, ashabın önde gelen isimleri hiçbir zaman susmadı, eleştirilerini hiç kesmedi, itiraz ve isyandan hiç vazgeçmedi. Tarihi kayıtlarda İmam Ali'nin bu eleştiri, itiraz ve isyanların bir tekini bile kınadığına, engellediğine, olmadı o itirazlarla kendisi arasına mesafe koyduğuna dair örnek var mı?

Düşünce gelişimine katkı yapmanın ve insanların meseleler üzerinde düşünmesini sağlamanın yolu, eleştirel tarih disipliniyle olayları incelemek ve oradan siyasi tezler üretmektir. Fikri derinlik olmadığı için pek çok sorunu yaşadığımızı tespit edip bu yönde çaba içinde olanların ihtilafları kışkırttığını propaganda edenler, ne tarihsel gerçekten, ne ilkeden, ne hakikatten haberdardırlar. Hatta belki de mesele bu kadar masum değildir ve Ümeyye sarayında üretilmiş din kültürünün siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel iktidarını korumak için öyle davranıyorlardır.

İslami kültür içinde ilke, kural, hukuk, prensip ve tek standart yerine sürgit maslahatçılığın ve siyaseten doğrunun yer bulması ve üstün değer görülmesi, analitik ve eleştirel tarih bilimi yapılmaması ve bu çabanın içinde Müslümanları yakınlşatıracak yeni yaklaşımların neşvü nema bulamamasıyla ilgili olmalıdır.

Oysa maslahat eğer ilkeleri bertaraf ediyorsa maslahat kabul edilmemelidir. Maslahatın ilkeleri iptal edebilecek güç kazandığı yöntemin yolaçacağı hasarı, devletin bekası gibi bir menfaat için “kardeş katli”ne fetva dahi verebilen din anlayışından anlamak mümkündür.

Kerbela'da 'susturulma' ile son bulan tarihsel sürecin bugün hala devam etmemesi için bu konuları Sünni ve Şii ulema birlikte ele almalı, Müslümanların mezhep kategorisinden bağımsız olarak birbirine yaklaşacağı vasatı ve zemini kurmalıdır.

Sakife'de öne sürülen maslahatla Hz. Ali'nin vasi tayin edilmesi gerçeğini erteleyen anlayışı entelektüel bir tartışma olmaktan çıkartıp Ali düşmanı siyasi ve dini kültüre dönüştüren Ümeyye ailesinin ve Ümeyye sarayına bağlı memurların husumetini sürdürmek zorunda değiliz. Titiz ve iyiniyetli yeni bir tarih okumasıyla Sakife'de belirlenen maslahatı terkedip bugün yeni bir siyasal kültürün temellerini atabiliriz. Bunu yapmak için mezhep değiştirmek gerekmez, görünüşte Peygamber ailesine muhabbet ama gerçekte ve özünde husumet güden din anlayışı ve kültürün terkedilmesi yeterlidir.

Hz. Ali'nin velayeti tartışmasından tarih yöntemi ve Müslümanların birliği için ilke çıkarmanın peşinde olmalıyız. Fakat Ümeyye sarayında üretilen din kültürünün sözcüleri tekfir ve katille kendilerinden farklı düşünen bütün Müslümanlara husumet derdindedir ve onların canını, malını, ırzını helal gören bir sapkınlığı yaşatmaya çalışmaktadır.

İslam tarihini ve dini anlama yönteminin yürüdüğü mecralar bakımından ya Alevi (Ali taraftarı), ya da Ümeyyeci olunacaktır. İkisinin de dışında kalan sözde tarafsızlık (Haricilik) nefret ve öfke temelli bugünkü terör organizasyonlarının tarihsel köklerini oluşturuyor.

Ümeyyecilik ile Alevilik arasındaki ihtilaf tarihsel bir mesele değildir ve bu konuyu ele almak anakronik (tarihdışı) bir uğraşı olmayacaktır, çünkü Ümeyyecilik siyaseten doğru ve maslahatçılıkla yoluna devam ediyor. Ali'nin mirasına tabi olanlar ile Ümeyyecilerin farkı da buradadır: Biz adalete, ilkeye ve hukuka önem veririz, Ümeyyeciler ise siyaseten doğruya ve maslahata.

Müslümanların birliği, vahdeti ve yakınlaşması çabalarının tek düşmanı Ümeyye sarayında üretilmiş din kültürü ve onun bugünkü sözcüsü olan tekfirciliktir. Tekfirci akımlar ırkçıdır, ayrımcıdır, ayrıştırıcıdır, bölücüdür, tahkir, tezyif, tenkil peşinde koşan tehlikeli nüvelerdir. Nehrevan'da üreyen bu virüsün artık İslam'ın bünyesinden atılması, yolaçtığı hasar ve zararın tedavi edilmesi gerekir. Mutlu ve huzurlu bir geleceğin kurulabilmesi için kan dökerek tatmin bulan hastalıklı tekfirciliğin ve onun doktrini İbn Teymiyeciliğin Sünni ve Alevi şemsiye altındaki tüm mezhep, fikir, eğilim ve meşreplerden dışlanması lazımdır. Bu sebeple son iki yıldır İbn Teymiyeci tekfirciliğin geleneksel ve tarihsel Sünniliği ele geçirmeye çalıştığını anlatıyorum. Bu fitneyi söndürmeliyiz. Alevi-Sünni savaşı çıkarmak isteyen fitne budur ve ondan kurtulmanın yolu, Sünni ve Şii kaynaklardaki ortak bilgiyi elbirliğiyle ortaya çıkarmaktır.

Bugünü anlamak ve yeni bir başlangıç inşa edebilmek için eleştirel tarih disipliniyle işe girişmek gerekirken bizi tarihe dönüp bakmamaya, analiz ve eleştiri yapmamaya çağıran, üstelik bunu Müslümanlar arasında ihtilaf çıkmaması gibi bir gerekçeyle temellendirenlerin davet ettiği birlik, Ümeyye sarayında üretilmiş kültürdür. Bizi Ümeyye sarayında üretilmiş kültürde birleşmeye çağıran vahdetten hayır çıkar mı?

Soru şudur: Hz. Peygamber'in vefatından sonraki ikinci başlangıçta adaleti Ali ailesi mi, yoksa Ümeyye ailesi mi temsil etti?

Eleştirel tarih disipliniyle geçmişe ve bugüne bakanlar, doğru düşünmenin yöntemini keşfedeceklerdir. Ama bize “tarihe bakmayın” diyorlar. "Tarihe bakmayın, fitne çıkmasın" doktrininin sahibi Ümeyye sarayıdır. Ümeyye sarayının fikri ve itikadıyla neden yola devam edelim? Sünniliğin önderi Ebu Hanife'yi katledenler, Ümeyye sarayından devralınmış “tarihe bakmayın” kültürünün Abbasi temsilcileridir. Sünniler önderleri Ebu Hanife'yi mi, yoksa onu katleden “tarihe bakmayın” kültürünün taşıyıcılarını mı tercih edecektir?

Sünnilerin ve Alevilerin ortak noktası Ehl-i Beyt muhabbetidir. Fakat İbn Teymiyeci tekfirciliğin Ehl-i Beyt muhabbetini romantik bir mesele gibi gösterdiğine dikkat edilmelidir. Siyasette, kültürde, dinde ve toplumsal hayatta hiçbir yansıması olmayan soyut bir romantizm. Ehl-i Beyt davası romantik bir mesele değildir; adaletin, özgürlüğün, eşitliğin davasıdır. Irkçılığa, ayrımcılığa, tekfirciliğe itiraz ve isyandır. Aklı, bilgiyi, irfanı, aşkı, hikmeti, araştırmayı, merak etmeyi, eleştiriyi teşvik etmektir.

Vahdet içinde hareket edecek her meslek, mezhep ve meşrepten Müslümanın sömürgeci güçlerin emperyal emellerine ve yerel işbirlikçilerin sömürü, talan ve zulmüne sahici itirazının ocağı Ehl-i Beyt davasıdır.

caferider

Kenan ÇAMURCU  25/11/2012 

 

İran Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Habibullah Seyyari, gelecek günlerde Sina-7 füzeatar fırkateyninin tanıtımının gerçekleşeceğini açıkladı.

Düzenlediği basın toplantısında gazetecilere açıklama yapan Amiral Seyyari, önümüzdeki günlerde yapımının ikinci aşaması tamamlanan Sina-7 füzeatar savaş gemisinin tanıtımını gerçekleştireceklerini belirtti.

Amiral Seyyari 28 Kasım'da düzenlenecek tanıtım programı çerçevesinde ayrıca Sehend kruvazörünün yapımının ikinci aşamasının da tanıtımı gerçekleşeceğini vurguladı.

Amiral Seyyari ayrıca aynı günde iki yeni Kadir denizaltıları donanmaya katılacağını ve yine İranlı uzmanlarca bakım ve onarımı gerçekleşen iki hoverkraftın yeniden göreve çıkacağını ifade etti.

Pazartesi, 26 Kasım 2012 09:08

Aşura Günü Ne Oldu?

Yine geldi Muharrem, işte yine Âşûrâ!

Yine 10 Muharrem; Âşûrâ günü...

Nedir Âşûrâ-Aşure?

Sahi nedir Âşûrâ?

Çorba mıdır, Aş mıdır? Teenni ya telaş mıdır? Bağrı yakan ataş mıdır?

Bakın cehâlet kokan tarih kitaplarına, gazete köşelerine, takvim sayfalarına, gönül levhalarına? Ne yazıyor bu güne ilişkin? Tatlı, helva, çorba tarifleri mi veriyor? Bayram havası içinde kutlanması gereken bir gün bilgisi mi sunuyor?

Yoksa ne...???

Sizin sayfalarınız nelerden bahsediyor? Neler anlatıyorlar o gün hakkında? Yığın yığın hurafeler mi, kaynaksız hikayeler mi, düzmece yalanlar mı, saptırıcı - uyutma amaçlı piyasaya sürülmüş asılsız tarihi bilgiler mi?

Bakın bakın... Bakın da Hakka karşı cinayetler nasıl işlenir, hak nasıl örtülmeye çalışılır, gündem nasıl yapayla saptırılır şahit olun... Sonra da Hakk yazan tarihe bir göz atın, doğruları görün.

Zulme lanet edin, zalime dur deyin, mazluma her halde yardımcı olun. Elinizle, dilinizle, kaleminizle, kalbinizle zulme düşman, adalete dost olun... Dilerseniz önce çoğunluk denilen kalabalıkların, nere gittiklerinden haberdar olmayan, nerden beslendiklerini bilemeyen, hak nedir farkına varamayan, batıla kasıtlı ya da kasıtsız taraf olanların yazdıklarına bir göz atalım;

Elde edebildiğimiz, ulaşabildiğimiz kadarıyla bir çok yerde 10 Muharrem Âşûrâ gününde (çoğu aşure derler cahilce) tarihte bazı olayların gerçekleştiği yazılır.

Bunları şöyle özetlemek mümkündür;

1. Cebrail, İsrafil, Mikail, Arş, Kürsü, Kalem, Cennet- Cehennem o gün yaratılmıştır!

2. Yerler ve gökler o gün yaratılmıştır!

3. Dünyanın yaratılmasına ilk olarak o gün başlanmıştır!

4. Yeryüzüne yağmur ilk olarak o gün yağmıştır.!

5. Allâh Âdem'in (a.s) tevbesini o gün kabul etmiştir!

6. Adem (a.s) o gün Safiyyullah olmuştur!

7. Allâh İdris'i (a.s) o gün göğe kaldırmıştır!

8. Nuh'un (a.s) gemisi o gün Cudi dağına oturmuştur!

9. İbrahim (a.s) o gün doğmuştur!

10. Allah İbrahim'i (a.s) o gün kendisine Halil (dost) edinmiştir!

11. İbrahim (a.s) o gün Nemrut'un (l.a) ateşinden kurtulmuştur!

12. Eyyüp (a.s) o gün hastalığından şifa bulmuştur!

13. Allah Davud'un (s.a) tevbesi o gün kabul etmiştir.!

14. Süleyman (a.s) o gün saltanata kavuşmuştur!

15. Tevrat Musa'ya (a.s) o gün verilmiştir!

16. Musa (a.s) o gün kurtarılmış, Firavun (l.a) o gün boğulmuştur!

17. Yunus (a.s) o gün balığın karnından kurtulmuştur!

18. Yusuf (a.s) o gün kuyudan kurtulmuştur.!

19. Yakup (a.s) Yusuf'a (a.s) o gün kavuşmuştur.!

20. İsa (a.s) o gün doğmuştur!

21. İsa (a.s) o gün göğe kaldırılmıştır!

22. Muhammed (a.s) o gün Hatice (r.a) ile evlemiştir!

23. Muhammed (s.a.a) o gün geçmiş ve gelecek günahlarından affedilmiştir!

24. Kıyamet kopması o gün olacaktır. (Cuma günü imiş)!

Veeeeeeeeeeeeeeeeeeee......

25. Hz. Hüseyin o gün şehit edilmiştir…

Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım ve insaflıca düşünelim.

Hemen hemen tüm insanlık tarihindeki mutlu günler, hatta varlıkların oluşum sürecindeki güzellikler nasıl aynı güne denk gelmiş?

Kim bu gaybi bilgileri hangi kanalla bizlere ulaştırmış?

Adı sayılan peygamberlerin ne zaman ve ne kadar yaşadıkları bile kesin bir bilgi ile sabit değilken, nasıl onların çok mutlu günlerinin hep aynı güne denk geldiği öğrenildi? Ve kim aracılığı ile?

Hz. Peygamber efendimizden bu olayların aynı günde gerçekleştiğine dair inkarı mümkün olmayacak kadar sağlam yollarla bize ulaşmış bir rivayet var mıdır?

Acaba tüm bu yazılan ve görüldüğü üzere sevinç günleri olan olaylar bir başka hüzün verici ama kesin olan bir olayın unutturulması için hedef saptırma olmasın?

Her insan biraz dikkatle bakarsa yaşadıkları zaman dilimlerinde egemen güçlerin halkın hoşuna gitmeyecek bir olaya sebep olduklarında hemencecik onu örtecek bir suni gündem oluşturduklarını görür. Acaba tarihin tüm zalimlerinin uyguladığı bu taktik üstadları olan yezitten onlara kalmış bir miras olmasın?

Evetttt

Hz. Peygamberin Hakka vuslatından henüz pek fazla zaman geçmemişti ki, bir meşum el, inananların yönetimini zorba, haksızlık ve hile ile ele geçirmişti. İnsanlık, adalet, sevgi, iman, hak, hukuk, asalet, hamiyet, dürüstlük, şecaat, kardeşlik, dostluk adına ne varsa erozyona uğramıştı. Müslümanların üzerine adeta bir ölü toprağı serpilmiş nerdeyse Allah'ın dini olan İSLAM zorba güçlerin zulüm aygıtı olan DEVLET İSLAM(!)'ı haline dönüşmüştü. Bu kötü gidişe dur denilmeliydi... Ama kim olacaktı bu kervanın başını çekecek olan? Bu, Ehli Beyt'ten olup ta Peygamberi görenlerden hayatta kalan tek kişi olan Hz. İmam Huseyin'den başkası olabilir miydi? İşte İslam'ın ve insanlığın omuzlarına yüklediği bu ağır sorumluluğu yerine getiren bu korkusuz kahraman hunharca Kerbela'da onlarca yakını ile şehit edildi.

Kalbinde zerre miktarı insanlık ve adalet aşkı olan insanlar bu olayı unutamazlardı. Huseyin'i rahmet ve O'na kastedenleri ise lanetle anacaklar, onlara düşmanlık besleyeceklerdi. Ve onları bir şekilde alaşağı etmenin hesaplarını yapacaklardı. İşte o günün alçakları bunun bilincinde olarak Kerbela katliamının gerçekleştiği gün olan 10 Muharrem Âşûrâ gününü belleklere farklı bir anlam ve içerikle yerleştirmenin hesabını yaptılar. Peygamberimiz adına hadisler uydurdular. O gün bilmem nelerin gerçekleşmiş olduğuna dair yalanlar düzdüler. Ve bunu yalanla bezedikleri tarih kitaplarına, hadis eserlerine serpiştirdiler. Ve sonuçta yukarıdaki sıraladığımız olayların o gün gerçekleştiği yolunda aslı olmayan bilgiler zamanımıza kadar geldi... Ve bu gündem saptırma da kısmen başarılı da oldular. Ama "yalancının mumu yatsıya kadar yanar" demişler. Mum söndü gayrı. İnsanları yanıltamayacakları bir şekilde Hak aşikar oldu elhamdulillah.

Canlar şu gerçek artık tüm dünyada bilindi ki;

Bugün sevinç günü, bayram günü, çorba-tatlı günü değildir. Bu gün Kerbela'yı anma ve anlama günüdür. Bugün İmam Huseyin ve yarenlerinin başkaldırısının bilincine varma günüdür. Bugün her nerde Yezit varsa orada Huseyin olma günüdür. Zalimlere; "dur", mazlumlara; "el ver, zulme dur diyelim" deme günüdür. Bu gün Habil'i, İbrahim'i, Yusuf'u, Musa'yı, İsa'yı, Muhammed'i (Selam olsun üzerlerine), Ali'yi anlama günüdür. Bugün zulmün yıkılış günüdür. Sönmeyecek olan adalet ateşinin yanış, kalplerin ilahi aşka susayış günüdür.

Selam olsun Huseyn'e ve Huseynîlere...

Lanet olsun Yezit ve Yezîdîlere....

Pazartesi, 26 Kasım 2012 08:18

İstanbul'da görkemli Aşura merasimi

HALKALI AŞURA MERASİMİ

Hz. Peygamber efendimizin sevgili torunu, cennet gençlerinin efendisi, Hz.İmam Hüseyin ve 71 yareninin Kerbela çölünde şehit edilişlerinin 1373. yıldönümünde 0n binlerce Müslüman Halkalı ÂŞÛRÂ meydanında bir araya geldi.

Caferilik İnancını Tanıtma ve Araştırma Derneği'nin (Caferider) düzenlediği, İslam dünyasının ortak yası ve matemi olan Evrensel Aşura Matem Merasimi'ne Caferider Onursal Başkanı Selahattin Özgündüz, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, İran Meclis Başkanı Ali Laricani, Irak Parlamentosu Dış İlişkiler Başkanı Humam Hammodi, Eski Adalet Bakanı Şevket Kazan, Eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, İstanbul Müftüsü Doç. Doktor Rahmi Yaran, MHP Genel Başkan Yardımcısı Atilla Kaya, Dünya Caferi Alimler Birliği Başkanı Hasan Karabulut, Cem Vakfı Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanı Ali Yüce, çeşitli ilçelerin belediye başkanları, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, gazeteciler, sanatçılar, yabancı misyon şefleri ve çok sayıda vatandaş katıldı.

 

Özgündüz: Suriye'de yaşananlar ABD'nin oyunudur

  Caferiliği Araştırma ve Eğitim Derneği (Caferider) Başkanı Selahattin Özgündüz, Suriye'de yaşananların ABD'nin bir oyunu olduğunu söyledi.

Halkalı'daki aşura mateminde konuşan Selahattin Özgündüz, aşure gününü, "Aşura; erdemli, ilkeli, dürüst, şefkatli, mert ve yiğit bir kahramanın, zamanın zalim diktatörü tarafından 6 aylık süt emen çocuğuna kadar, bütün yakınlarıyla acımasızca, susuz olarak şehir edildikleri günün adıdır. Hicretin 61. yılının 10. günün adıdır.” açıklamalarını yapan Özgündüz, Suriye’de yaşanan olayları değerlendir." şeklinde anlattı.

Suriye'de yaşananlara da değinen Özgündüz, “Oluşturduğu terör örgütleriyle İslam coğrafyasını kan gölüne çeviren ABD emperyalizmi, maiyetindeki Suud ve Katar krallığı aracılığıyla kedinden daha demokrat bir ülkeye demokrasi götürmesi inandırıcılıktan uzaktır. Bu eylemler ve çalışmalar; bölgenin kuzeyinde Hristiyan İsrail, Ermenistan, ortasında Müslüman İsrail, güneybatısında Yahudi İsrail oluşturma çabasıdır. 'Şii hilal', 'Sünni eksen' safsatasını bu meşum planlarını uygulamak için ortaya atmışlardır. Bu meydanda beklenen, devlet büyüklerinin ve yöneticilerinin Suriye’deki kanı durdurmak için barışçıl çözümler bulmalarıdır. Ayrıca Efendimiz’in torunun mezarının harap edilmesinin önlenmesini beklemekteyiz.” açıklamalarında bulundu.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tüm kesimleri temsil etmediğini savunan Özgündüz, kurumun yeniden revize edilmesini istedi. Özgündüz, “Diyanet işleri Başkanlığı’nın bugünkü yapısıyla Türkiye’deki tüm kesimleri temsil kabiliyetinden uzak olduğu açıktır. Ama kullandığı bütçe ve devlet imkanları bütün kesimlerin ortak malıdır. Bu durum ne ilahi hukukla ne de beşeri hukukla bağdaşır. Bu durumda devlete düşen vazife tüm kesimleri tatmin edecek yasal düzenlemeler yapmaktır. Bu kurumun lağvedilmesi olumsuz sonuçlar doğuracağından hukuka ve eşitlik ilkesine göre yeniden revize edilmesi gerekir. Yanlış giden, Sayın Diyanet Başkanı ve mensupları değil , sistemdir.” ifadelerini kullandı.

 

Gürsel Tekin: Suriye’de Kerbela olmasın

 Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, “Suriye’de akan kan Müslüman kanıdır. Müslüman kanının sel olması kimin işine yarar? Suriye, Kerbela olmasın.” dedi.

Halkalı’daki aşura matemine katılan Gürsel Tekin, Suriye’deki olayların Kerbela gibi olmamasını istediklerini belirtti. Tekin, “Suriye’de akan kan kardeş kanıdır. Hangi tarafta olursa olsun Suriye’de akan kan Müslüman kanıdır. Müslüman kanının sel olması kimin işine yarar? Suriye’yi cehenneme çeviren, orada yanan ateşe odun taşımak asla kabul edilemez. Suriye, Kerbela olmasın. Biz zalimlerin yanında değiliz. Zulmün iyisi kötüsü olmaz. Tüm dertlerin devası barıştır, kardeşliktir. Sevginin gücü güçlerin en büyüğüdür.” diye konuştu.

Filistin’deki saldırıya da değinen Tekin, “Dinimizin adı barıştır. Yurtta sulh, cihanda sulh dinimizin de emridir. Bugün çevremizde yaşanan insanlık dramında Filistinlilerin acısını hep beraber izliyoruz. Filistin’in bağımsız bir devlet olması gerekiyor.” ifadelerini kullandı.

 

Laricani: İsrail'le savaşmak için her zaman Filistinlilerin yanındayız

 

 

İran Meclis Başkanı Ali Laricani, Halkalı'daki aşura matemine katıldı. İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısına değinen Laricani, "Biz elimizden gelen imkanları kullanarak İsrail’i yok etmeye ve onlarla savaşmak adına her zaman Filistinlilerin yanında bulunuyoruz." dedi.

Caferilik İnancını Tanıtma Araştırma ve Eğitim Derneği (Caferider) tarafından Halkalı Meydanı'nda düzenlenen aşura matemine; İran Meclis Başkanı Ali Laricani'nin yanı sıra Irak Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Humam Hammudi de katıldı.

Törende konuşan Ali Laricani, “İsrail’le savaşan Gazze’deki Müslümanlar 22 günde zafere ulaştı, biz onların yanındaydık bununla iftihar ediyoruz. Biz elimizden gelen imkanları kullanarak İsrail’i yok etmeye ve onlarla savaşmak adına her zaman Filistinlilerin yanında bulunuyoruz. Bugün Müslümanlar birlik ve beraberlikleriyle Amerikan zulmüne karşı zafer kazanabilirler. Biliyorsunuz ki birkaç yıldır bölgede devrimlerden sonra Batılı ülkeler yeni maceralara atılma girişimindeler. Bölgede savaş başlatıp insanları öldürüyorlar. Devrimin olduğu bölgede, ülkeler bu durum karşısında uyanık olmalı, oyuna gelmemelidirler.” ifadelerini kullandı.

Aşura mateminde Kızılay'a verilen kanlar Filistin’e gidecek

 Caferider tarafından Halkalı’da düzenlenen aşura mateminde toplanan kanlar Filistin’e gidecek. Sabahın erken saatlerinde meydanda toplanan binlerce Caferi, Kızılay çadırlarında kan verdi.

Kerbela'da şehit edilen Peygamber Efendimiz'in torunu Hz. Hüseyin ve 72 şüheda, sabah erken saatlerden itibaren Halkalı Meydanı'nda toplanan Ehl-i Beyt muhibbi Müslümanlar tarafından gözyaşlarıyla anıldı. Caferiler, tekbir ve sloganlar eşliğinde mersiyeler okudu, sine vurdu ve gözyaşları akıttı. Ayrıca vatandaşla Kızılay'a kan bağışında bulundu. Tören öncesi ve sonrasında Kızılay’ın kurduğu çadırlar, kan bağışı yapan insanlarla doldu.

Toplanan kanların Filistin’e gönderileceğini bildiren Caferider Başkanı Selahattin Özgündüz, “Burada bağışlayacağımız binlerce ünite kanları Kızılay aracılığıyla, yaralanan Filistinli kardeşlerimize göndermelerini rica ediyoruz. Biz bu cömertliği yapacağız, Kızılay da gerekli organizasyonu yapacaktır. Allah ülkemizin. milletimizin, İslam aleminin birliğini dirliğini bozmasın.“ şeklinde konuştu.

RAST HABER / AJANSLAR

 

Pazartesi, 26 Kasım 2012 08:06

İran Hamas’ı yeniden silahlandırıyor

İsrailli merciler casus uydularının raporlarına dayanarak Tahran’ın Fajr-5 roketlerini Sudan üzerinden Gazze şeridine sevk etme hazırlığı içinde olduğunu iddia etti.

 İsrailli yetkililer İsrail casus uyduları tarafından sevkiyat hazırlığı içinde olduğu tespit edilen roket ve diğer askeri malzemelerin Gazze şeridine sevk edileceğine inanıyor. Rapora göre İran, İsrail ile Hamas'ın arasında geçen haftanın sonlarında ateşkes sağlanmasıyla birlikte silah sevkiyatı hazırlıklarına başladı. Sevkiyat hazırlığındaki roketlerin İsrail ile Hamas'ın mücadelesi esnasında Tel-Aviv ve Kudüs yakınlarına düşen roketlerle aynı model olan İran yapımı Fajr-5 olduğu söylendi.

 

İsrail: 'Sudan, İran Ve Mısır Gazze'ye Silah Desteği Veriyor' 

Geçen ay Hartum yakınlarındaki bir silah fabrikasına yapılan hava saldırısının ardından konuşan İsrail Savunma Bakanlığı Politika ve Politik-Askeri İlişkiler Direktörü Amos Gilad, Sudan'ı Gazze'ye yapılan silah sevkiyatlarında geçiş noktası olmakla itham etmişti. Sudan'ı 'teröristler' ile işbirliği yapmakla suçlayan Gilad aynı zamanda Sudan rejiminin İran destekli olduğunu ve Mısır aracılığıyla Hamas'a gönderilen silahların transferinde güzergâh olarak kullanıldığını söyledi. Sudan ise İsrail'i askeri fabrikasına saldırmakla suçlamıştı.

 Bazı istihbarat kaynakları baz alınarak yapılan tahminler doğrultusunda İsrailli yetkililer, İran'ın Afrika ülkelerinden İsrail'i hedef alabilecek uzun menzilli balistik füzeleri Sudan'a göndermiş olabileceğini tahmin ediyor. İran'ın Hamas ve Gazze'deki diğer direnişçi grupları silahlandırma isteği, İran'a karşı muhtemel bir İsrail saldırısına Tahran'ın verebileceği stratejik cevap olarak düşünülüyor.

ajanslar

 

Aşura töreninde konuşan Lübnan İslami Direniş Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah Filistinli mücahitlerin Gazze zaferine değinerek, "Direnişin büyük bir komutanını şehit verdiğini ancak, direnişin bölgede etkin bir şekilde mücadele edebileceğini gösterdiğini" ifade etti.

Nasrallah, Gazze'deki direniş, "düşmanın caydırıcılık hedeflerini baltalayarak konumunu daha da zayıflattı" ifadelerini kullanırken, Gazze'nin bir piknik alanı olmadığını vurguladı.

İşte Nasrallah'ın konuşmasından satırbaşları:

İsrail, yıllardır kuşatma altındaki Gazze direnişine karşı savaş kazanamıyorsa, başka bir savaşta durum ne olur?

Filistin direnişinin ilk zaferi düşmanın isteklerini yerine getirmesine izin vermemesiydi.

İsrail bir kara savaşı yapmaktan korkuyordu, İsrailli yedek askerler çağrıldığında, bunun bir psikolojik savaşı empoze etmek için olduğu belliydi.

Bu ​​savaşta İsrail hava kuvvetlerinin Gazze ile savaşa bir son verme yeteneğine sahip kapasitede olmadığına emin olundu.

İsrail üç aşamada da başarısız oldu, birinci hedefi Filistin direniş liderliğini bitirmekti, başarısız oldu.

İkinci hedefi, Füze sistemi idi, başarısız oldu.

Üçüncü hedef, caydırıcılık gücünün gösterilmesiydi ancak bu savaşta gücü daha da zayıfladı.

Filistin halkı ve direnişi için tüm onurlu insanların zaferini kutluyorum.

Bir kez daha kan kılıca karşı galip geldi.

İsrail'in yenilgisini görmek için Obama, Liberman ve Netanyahu'nun yüzlerine bakmak yeterli olacaktır.

Netanyahu, savaş için yüksek hedefler koymadı, Netanyahu çok düşük hedefler koyarak zafer ilan etmek istedi ancak o, bunu bile başaramadı.

tevhidhaber

 

Katar Başbakanı ve dışişleri bakanı Şeyh Hamad bin Casım El Sani’nin Arapları koyuna benzetmesine tepki gösteren Seyyid Hasan Nasrallah: “Kendisini koyun olarak görenin sadece kendisi hakkında konuşması doğrudur, Arapların çoğunun koyun olduklarını söylemeye hakkı yoktur. Zira Araplar arasında şu anda Lübnan ve Gazze’de olduğu gibi bu ümmetin geleceğini kuracak aslanlar ve kahramanlar vardır.”

 

Katar başbakanı Şeyh Hamad bin Casim El Sani’nin Arapları “koyun”a benzetmesine tepki gösteren Hizbullah genel Sekreteri seyyid Hasan Nasrallah şunları söyledi: “Kendisini koyun olarak görenin sadece kendisi hakkında konuşması doğru olur ve Arapların çoğunun koyun olduklarını söylemeye hakkı yoktur. Zira Araplar arasında şu anda Lübnan ve Gazze’de olduğu gibi bu ümmetin geleceğini kuracak aslanlar ve kahramalar vardır.

Bu konuşmaların hikayesi Cumartesi akşamı başladı. Cumartesi akşamı İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını tartışmak için olağanüstü toplanan Arap Birliği bakanları toplantısı sırasında – İsrailli devlet adamlarıyla sıkı işbirliği içinde olan- Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Hamad bin Casım El Sani, Gazze halkıyla dayanışma içinde olduğunu göstermeye çalışmış ve şöyle demişti: “İsrailliler kurt değildir, ama biz Arapların çoğu koyun olduk!”

Hamad bin Casim, bu sözleriyle Gazze halkının yanında olduğunu ve barış taraftarı olduğu izlenimini vermeye çalışmıştı, ancak gerçekte ise Filistin halkına Filistinlilerin Siyonistler karşısında gelecek hayalleri kurmamalarını ve beklentiler içine girmemelerini en doğru olanının Siyonistlere teslim olmak olduğunu ilga etmeye çalışmaktaydı.

Ancak “Seyyid Hasan Nasrallah” pazartesi günü, bu Katarlı şeyhi muhatap alarak oldukça etkileyici bir yanıt vererek şunları söyledi: Hayır, benim dostum! Arap ümmeti değil, sizin kendiniz koyun oldunuz” ve sonra geleceğe işaret ederek İslam ümmetinin kahraman aslanlarının büyük hedefleri başaracaklarının altını çizdi.

Lübnan Hizbullah Genel Sekreteri, Muharrem ayı programları kapsamında beşinci gece yaptığı konuşmada şunları söyledi: Evet, haklısın; Arap dünyasında koyunlar vardır, ancak Arapların çoğu koyun değildir. elbette koyun hükümetler var, koyun politikacılar da var, aktif olarak çalışan koyun medyada var, tıpkı Filistin ve Lübnan’ın sırtını gevşeterek işgal edilmiş Arap topraklarından ellerini çektikleri gibi. Ancak Arap milletleri direnmektedir, kurbanlar vermektedir ve büyük zaferler kazanmaktadırlar.

Seyyid Hasan Nasrallah sözlerini şöyle tamamladı: “Koyunlar, alınyazılarında yazılmış olan yere gideceklerdir, ancak Filistin ve kutsal Kudüs, kahraman Arap ümmetinin kalp ve gönlünde kalacaktır. Ve onlar bu ümmetin geleceğini yazacaklardır.”