
کارگر
İslam İnkılâbını Anlayamama Sorunu
Allah’ın adıyla
Ülkemiz(Türkiye)de İslam inkılâbının doğru bir şekilde anlaşılamadığını görmekteyiz. İslam inkılâbını doğru anlayamama sorunu kendilerini İslami kimlikle ifade eden ya da etmeyen tüm çevrelerde yaşanmaktadır. İslam inkılâbının üzerinden otuz kusur yıl geçmesine rağmen bu sorunun devam etmesinin birçok nedeni vardır.
Dünyada hiçbir devrim aleyhine olmayan anti propaganda, İslam inkılâbı aleyhine olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Dünyada hiçbir inkılâpçı aleyhine yapılmayan karalama kampanyaları Rahmetli İmam Humeyni aleyhine yapılmıştır. Dünya küfrü sözbirliği ederek İslam inkılâbı ve İmam aleyhine çok büyük karalama kampanyaları yapıyorlar. Egemen dünya küfrüyle hareket eden tüm İslamcı yapılarda ellerinden gelen her tür karalamaların içerisinde oldular ve oluyorlar.
Bu çapta aleyhte kampanyalarının ve tüm şer odaklarının her tür terör faaliyetlerine rağmen İslam İnkılâbının şaşmadan yoluna devam etmesi bile çok büyük bir başarıdır. Bu kadar aleyhteki faaliyetlere rağmen yoluna devam etmeyi ancak İslam inkılâbı başarabilirdi ve başardı da. Tüm dünyaya rağmen ve dünyaya alternatif olan bir nizamın yoluna devam etmesi gerçekten olağan dışı bir durumdur.
İslam inkılâbı, İslam’ın hâkim olacağı bir devlet kurulması konusunda ümitlerin kesildiği bir zamanda tüm Müslümanlara ümit bahşeden bir gelişme olarak dünyanın huzuruna çıktı. Müslümanlara umut ve heyecan, İslam düşmanlarına korku salarak meydana geldi. Otuz kusur yıldır dünya küfrüne boyun eğmeden, dünyayı İslami hedeflere taşımak için her tür gayreti ortaya koymuştur. Bu yolda büyük mesafeler aldığı görülmektedir. Bunlara rağmen İslam inkılâbının doğru bir şekilde anlaşılamamasının bazı nedenlerini ele almaya çalışacağım.
1-İslam inkılâbının temsil ettiği İslami anlayış düzeyinin çok yücelerde olması, İslam inkılâbının anlaşılmasının engeli olmuştur. İmam Humeyni (r.a) ve rehberin yüce kişilikleri Müslümanların kavramasını ve anlamasını aşan bir özelliğe sahiptir. Müslümanlarının iyilik ve yücelik adına düşünce ve hayallerini aşan bir pratiğin ortaya konması anlamayı zorlaştırmıştır. İslami anlayışımız, imamları anlamaya yetmemiştir. İrfanda, fıkıhta ve felsefede Müslümanların kavrayışının çok üzerine bir anlayış ve İslami önderlik için düşünceleri aşan mükemmel bir temsiliyet ortaya konmuştur.
Müslümanların islamı anlama düzeyi İmam Humeyni(r.a), İmam Hamenei (Allah onu korusun)ve İslam İnkılâbını anlamaya yetmediğinden dolayı, anlayamadıklarını eleştirme durumunda olmuşlardır. İmamların çok yüce kişilikleri ve ortaya koydukları öz Muhammedi İslam’a yabancı olan kimseler, anlayamama problemi yaşamışlardır. İmam Humeyni (r.a) ve İmam Hamenei’yi anlayacak bilgi ve kalpten uzak olan bu kesimler onları anlayamadılar. Dünya Müslümanlarının en temiz hayallerini bile aşan bir yüceliği imamların temsil etmesi, anlaşılmalarının engeli olmuştur. Tarihi ve dini anlayışımızdan kaynaklanan engeller, çok yüce kişilikleri anlamamıza engel olmuştur. Temiz vicdan sahipleri ise anlama yolunda olmuşlardır. Allah temiz yürekli insanların anlamasına yardımcı olmuştur.
2- Şiilikle ilgili cehalet, İslam inkılâbının anlaşılmasının engelini oluşturmuştur. Şia konusunda hadsiz hesapsız bir cehaleti yaşayan kimseler, İslam adına kendileri için meçhul olanı, mahkûm etmeyi sürdürdüler. Otuz kusur yılın geçmesi bile cehaletin giderilmesi için yeterli bir zaman olmadı. Şiayı okuma ve anlama noktasında bilgisizliği korumaya özen göstermelerinin hiçbir insani ve İslami gerekçesi olmamasına rağmen maalesef ki, netice bilgisizliği muhafaza yönünde olmuştur. Bu ülkede tefsirle ilgilenen, hadis ilmiyle ilgilenenler maalesef ki ne Şia kaynaklarını ne de Şia âlimlerinin yazdığı eserleri okumamışlardır. Mesela Allame Tabatabai’nin el- Mizan tefsirini okuyarak Şiilerin kuranı nasıl anladıklarıyla ilgilenen araştırmacılar neredeyse yok gibidir. Ülkemizde tefsir alanında profesör olmuş birçok tanıdıklarımız maalesef ki Şia âlimlerinin yazdığı bir tefsiri bile okuma fırsatı bulamamışlardır. Bu yaklaşımlar ancak cehaleti korumuştur.
Tağutlara uşaklık yapanlardan islamı öğrenme konusunda mahsur görmeyenler. Ehli Beyt imamlarını sözlerini okumaya zaman bulamadılar. Bu kafadaki insanların İslam inkılâbını doğru anlamaları zaten olamazdı. Şiayı anlamayanlar ve anlamadıklarının bilincinde olmayanların Rahmetli İmam ve dünyada emsalsiz olan şanlı kıyamını anlama imkânından mahrum kaldılar. Bu mahrumiyetle, anlamadıklarını itiraf yerine, kendileri için meçhul olanı inkâr ettiler. Bu zavallılar bilmiyorlar ki, meçhulü inkârda, küfürdür.
3- Mezhepçi yaklaşım içerisinde olan Türkiye’deki İslamcı kesim, İslam inkılâbını anlayamadı. İslam inkılâbı mezhepler üstü siyaset sahibi olmuştur. Dünya Müslümanlarına ve özelde Filistin direnişine verdiği destek, İslam inkılâbının mezhepçi olmayan özelliğini fazlasıyla izah eder. Türkiye’deki İslam inkılâbını eleştiren İslamcı kesimler, o kadar cehalet içerisinde oldular ki, İslam inkılâbının şiaya dayanarak yaptığı uygulamalardan vazgeçmesini düşünecek durumda oldular. İslam inkılâbı mademki İslam’a dayanıyor o halde neden şia fıkhını esas alıyor diyecek kadar akıl dışı yaklaşımlarda bulundular. Bu anlayış sahiplerinin bir kısmı, mezhebi anlayışlarını islamın kendisi sandılar bir kısmı da İslami uygulamaların köklerinin olmamasının gereğini İslami sandılar. İslam’a dayalı olmayı, mezhepsiz olmayla eşleştirdiler. Köksüz bir dini anlayışı, mezhepçi olmamak olarak ele aldılar. Bu kadar yüzeysel yaklaşım sahiplerinin İslam inkılâbını doğru anlamaları ve kabullenmeleri beklenemezdi Öylede oldu.
4- Türkiye’deki Müslüman kesimin milliyetçi ulusalcı olması da İslam inkılâbını anlamayı engellemiştir. Kendi uluslarını ve geçmişlerini merkeze koyarak dünyadaki olaylara yaklaşan Türkiye Müslümanları, İslam İnkılâbını anlamaları beklenemez. Milliyetçilikte o kadar ileri düzeye vardılar ki adeta koro halinde “bizim laikliğimiz, İran’da İslam’a dayalı olmaktan daha iyidir. Mademki laiklik bizimdir o halde başkalarının İslam’a dayalı uygulamalarından daha iyidir”. Bu aşamadan sonra Türkiye’deki halı hazırdaki İslamcılık adına söz söylemeye çalışan büyük bir kesim laikliği içselleştirmişlerdir. Bunlar artık laik Müslümanlardır. Milliyetçi ve ulusalcı yaklaşımlar onları laik olmanın İslami açıdan mahsursuzluğuna götürmüştür. On yıl, yirmi yıl öncesine gidelim bakalım bu çevreler laiklik konusunda aynı yaklaşımlar içerisinde miydiler? Bu çevrelerin siyasal anlamda İslam’a dayalı talepleri bitmiştir. İslamın toplumsal hayatı düzenlemesi artık gündem dışıdır. Bu yaklaşım sahipleri için İslam inkılâbının mükemmel bir şekilde İslam’a dayalı uygulamalarının da anlamı kalmamıştır.
İslam inkılâbını ulusalcılıkla ifade etmeye çalışanlarda, bu yaklaşımlarına bir dayanak bulacak durumda olmadılar. İslam inkılâbını ulusalcı bir yaklaşım sahibi olmayla mahkûm etmeye çalışanlar, herhalde dünyada olup bitenlerle ilgilenmiyorlar. Daha kötüsü bu konuda kanaat belirtenler, ulusalcı olmamakta İslam inkılâbı yalnız olmasın ki teveccühleri üzerine toplamasın kaygısıyla görüş belirtme durumunda olmuşlardır.
5- Hükümetin Büyük Şeytan’la aynı cephede olmasıyla Türkiye’de hükümete endeksli İslamcı kesimde Amerika’yla aynı cephede olmayı içselleştirmiştir. Artık kahrolsun Amerika ve kahrolsun İsrail sloganları olmayacaktır. Amerika’yla, Katar’la bölgeye düzen vermeye çalışan bir cephede kendilerini görenler İslam İnkılâbı ve Hizbullah’ı karşı cephede gördükleri için onlara karşı olmaktadırlar. Hizbullah’ı dünya küfrüne karşı asil bir duruş sergilemesi, ülkemizdeki bu İslamcı kesimi rahatsız etmektedir. İslam İnkılâbı ve Hizbullah olmasa, dünya küfrüyle uyum halinde yaşamanın yanlışlığı ortaya çıkmaz. İslam İnkılâbı ve Hizbullah bu kesimlerin İslam’a dayanmadıklarını açığa çıkarmış oluyor. Bundan dolayı İslam İnkılâbı ve Hizbullah’a karşı oluyorlar. Onlar istese de istemese de bölgenin geleceğini İslam’a dayananlar belirleyecektir. Bu kesimler, Amerika’yla aynı safta oldukları için temiz vicdanlarda yok olacaklar. Yakın bir zamanda artık amerikancı islamın öldüğünü ve inkılâbı islamın gönüllerde yerleşeceğine şahit olacağız. Bu durum, amerikancı islamın kendini tasviyesidir.
Hüseyin TAŞ
Suriye’de ilk ve ortaokulda hangi mezhep öğretiliyor?
AKP hükümeti ve İslamcı aydınlar, Batı medyası ile koro halinde Suriye yönetimini aynı şekilde suçluyor: Alevi/Nusayri Baas diktatörlüğü! Buna Suriye yönetiminin geleneksel cevapları var: Beşar Esad Alevi kökenli, eşi Sünni. Başta ordu, bürokraside mezhepçi hassasiyetlerin kaşınmasına fırsat yaratılmıyor. Mezhep ayrımcılığı cezalandırılıyor. Noksan da olsa, kendine has bir tür "laiklik" uygulanıyor vs.
Uygulamaları tartışılabilir. Hatta tartışılmalı da. Ancak bir konu var ki, Türkiye'de hemen hiç bilinmiyor ya da konuşulmuyor: Eğitim sistemi.
Her rejim kendi insanını yaratır. Bu da eğitimle olur. Türkiye'de Cumhuriyeti kuran kadronun, Saltanat ve Hilafet'in kaldırılmasının ardından,ilk çıkardığı devrim kanunu Eğitim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Yasası oldu.Tesadüf değildi bu. Kendi insanını yaratamazsa ayakta kalamayacağını çok iyi biliyordu.
AKP de işin farkında. Kendisini yeterince güçlü hisseder hissetmez eğitim sistemini ters yüz ediverdi. Yeni rejimini oturtabilmek için. Esad yönetimi aylardır derdini anlatabilmek için adeta çırpınıyor, "Alevi mezhepçiliği yapmıyorum" diye. Eğitim sistemlerine bakacak olursak,doğru. Hatta bir anlamda tersi yapılıyor Suriye'de. İlk ve orta öğretimdeki din derslerinde Alevilik değil, İslamın Sünni yorumu anlatılıyor. Hatta Sünniliğin Hanefi yorumu öğretiliyor. Hıristiyan çocukları din derslerinden muaf. Birçoğumuza ters gelecek ama Alevi ve Dürzi çocukları Sünni içerikli din derslerine girmek zorunda. Baas yönetimi, nüfustaki Sünni çoğunluğu kendince böyle dikkate alıyor.
Sünni fıkhı (hukuku), eğitimle de sınırlı değil. Dedik ya, Suriye laikliği kendine özgü. Aile hukukunda belli oranda şeriat hükümleri geçerli. Çok eşlilik yasal. Evlenme, boşanma, miras paylaşımı Sünni fıkhına göre.
Bitmedi. Alevilere ait kurumlara ve dini mekânlara devlet bütçesinden yardım yok. Oysa bizdeki Diyanet İşleri'ne benzer işlevi bulunan Evkaf İdaresi devlet örgütlenmesinin bir parçası. Baş müftülüğün fetvalarında, her cuma camilerde okunan hutbelerde de Alevilik değil Sünnilik esas.
İki konuda Baas'ı eleştirmek gerekiyor:
Bir: Baas iktidarı gerçekten "mezhepçilik" yapıyor. Ancak yapılan Alevicilik ya da Nusayricilik değil, Sünni mezhepçiliği.
İki: Baas iktidarı "katı laiklik" uygulamak bir yana, aile hukukunun temel alanlarını Sünni şeriatına bırakmış durumda. Bunlar işin itikadi kısımları.
Bir de siyasi tercihler faslı var. Bizim Batı dostu İslamcılar, Şam yönetiminin Tahran'la ve Lübnan Hizbullahı ile ittifakını mezhep kardeşliğine bağlamaktan hoşlanır. Şiiliğin fıkhi yönden Alevilikten çok Sünnilikle daha yakın olduğunu bilenler bilir,tartışmasına hiç girmeyelim. Ama bir olgu var ki, onu konuşmak lazım. 2003'teAmerika Irak'ı işgal etti. Esad yönetimi, 2 milyon kadar Sünni Müslüman mülteciye kapılarını ardına kadar açmakta hiç duraksamadı. 1 milyonu Suriye'de barınıyor hâlâ.
Ya yaklaşık yarım asırdır Suriye'de yaşam kurmuş yüzbinlerce Filistinli mülteciiçin ne demeli? Hepsi Sünni. Sünni Hamas liderliğinin birkaç hafta öncesine kadar Şam'da ikameti herhalde tesadüf değildi. Ayrılmasında Suudilerin dolar baskısını kim göz ardı edebilir?
Şimdi, bizim İslamcılara sormak hak değil mi? İslam kardeşliği diyorsanız, İslam kardeşliği. Ümmetin birliği diyorsanız, ümmetin birliği.Anti-emperyalizm diyorsanız, anti-emperyalizm. Hangi dilden anlıyorsanız, o.Bunların hangisinde Suriye'ye, İran'a ve Hizbullah'a karşı ABD ile beraber yürümek var?
Rafet Ballı Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
“İranlı ziyaretçileri kaçıranlar Türkiye’de konuşlanmışlar”
İslami İran'ın Suriye Büyükelçisi, Suriye’de kaçırılan İranlıların son durumu konusunda açıklamalarda bulundu ve İranlı ziyaretçileri kaçıran silahlı gruptaki kişilerin ‘toplu olarak’ komuta edildiklerini ve de komuta yerlerinin Suriye dışında ve Türkiye’de konuşlu olduğunu söyledi.
İslami İran'ın Suriye Büyükelçisi Muhammed Rauf Şeybani, Mehr Haber Ajansı ile yaptığı söyleşide, Suriye’deki gelişmeler konusunda ve de kaçırılan İranlıların akibeti hakkında açıklamalarda bulundu.
Kofi Annan Planı’nın, Suriye’deki krizin çözümü açısından mevcut tek plan olmadığını belirten Şeybani, daha önce de Arap girişimi tasarısının gündeme geldiğini ve bu planın tasarımcılarının hedeflerinde mutabakat sağlanamadığından Suudi Arabistan ve Katar’ın tarafından planın bozulduğunu söyledi.
Bu hedeflerden birinin orduyu şehirlerden çıkarıp yerine silahlı güçleri ve muhalifleri koymak olduğunu ama bu planın sonuç vermediğini çünkü halkın ekseriyetinin hükümet karşıtı olmadıklarını belirten Şeybani, Şam’da ve Halep’te nizamın temellerini sarsmak için ve halkı sokakalara dökmek için çok uğraşıldığını fakat buna imkan olmadığını söyledi.
Diğer taraftan Suriye’deki Arap gözlemci heyet başkanı Sudanlı Muhammed el-Dabi’nin raporunda, Suriye’de ‘silahlı bir gücün varlığının’ belirtildiğini ve de yaygın temizleme operasyonu için Suriye Hükümeti’ne meşruiyet verdiğine işaret eden Şeybani, bu şekilde Suriye Hükümeti karşıtı ‘silahlı bir gücün varlığının’ ilk kez teyit edildiğini, bunun ardından Humus’taki operasyonunun yapıldığını söyledi.
Kofi Annan Planı’nın ise planın nasıl yönetildiğine bağlı olarak hem bir tehdit hem de bir fırsat olduğunu belirten Şeybani, planın iki tarafı bulunduğunu ve mukabil tarafın plandan istediği sonucu elde etmeye çalışacağını belirtti.
Suriye’de kaçırılan İranlıların son durumu konusunda MHA’nın sorusuna da cevap veren Şeybani, toplam olarak iki grup İranlı ziyaretçinin yani 11 kişilik iki grup halinde toplam 28 İranlı ziyaretçi ve 7 İranlı mühendisin rehin alındığını belirterek, uğraşıları sonucu 11 kişilik bir ziyaretçi grubunun serbest kaldığını, ikinci gruptan da 5 İranlı ziyaretçinin serbest kaldığını ve de son tahlilde silahlı güçlerin elinde halen 13 kişinin bulunduğunu söyledi.
İranlı ziyaretçileri kaçıran gruptaki kişilerin ‘toplu olarak’ ve de Suriye dışından ve Türkiye’den komuta edildiklerini belirten Şeybani, son aldıkları bilgilere göre İran vatandaşlarının halen Suriye topraklarında olduklarını belirtti.
Hali hazırda İran Kızılay’ı tarafından Suriye’deki çatışmalardan dolayı zarar görmüş bölgelere ilaç, yiyecek, giyecek, çadır ve benzeri insani yardımların gönderildiğini belirten İran’ın Suriye Büyükelçisi, en kısa sürede bir seri tıbbi olanakların da Suriye halkına sağlanacağını ifade etti.
Şeybani, Arap Ligi’nin, Suriye krizinin başından beri gündeme gelen, İran, Rusya ve Suriye çözümüne kabul etmek zorunda kaldığını ve de her yolu denedikten sonra, artık Suriye’deki krizin tek çözümünün diyalog olduğu sonucuna vardıklarını söyledi.
"ABD casus uçağı RQ-170’in tüm şifrelerini çözdük"
İslam Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri Komutanı, Amerikalıların propagandalarına rağmen İran’ın ABD casus uçağı RQ-170’in tüm şifrelerini çözdüğünü bildirdi.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, dün akşamı İran devlet televizyonu Haber Kanalı’na konuk olan İslam Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri Komutanı General Ali Fedevi ve Devrim Muhafızlar Hava-Uzay Gücü Komutanı General Emir Ali Hacizadeh, Devrim Muhafızları’nın en son getirileri ve başarıları hakkında bilgi verdiler.
Konuşmasında ABD’nin casus uçağı RQ-170’in şifreleri hakkında bilgi veren General Fedevi, İranlıların bu uçağın şifresini çözemeyeceğini söyleyen Amerikalıların kasıtlı propagandalarına rağmen bu ‘İHA’ uçağında şifreli olarak kayıtlı olan protokollerin, uçuş bilgilerin ve yapılan tamilerin hemen hemen hepsinin güçlü İranlı uzmanlarınca çözüldüğünü bildirdi.
İslam Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri Komutanı, en son 2010’da yapılan tamirattan sonra RQ-170’in Pakistan toprağında Bin Ladin’in yerini tespit etmek amacıyla görevlendirildiğini konuşmasına ekledi.
Füze savunma sistemi Türkiye'yi değil Siyonist rejimini koruyor
Programın devamında söz alan Devrim Muhafızları Hava-Uzay Gücü Komutanı General Hacizadeh, Türkiye’ye herhangi bir saldırı söz konusu olmadığı gibi dünya emperyalisti, Siyonist rejimini hedef alan tüm füze ve radar sistemleri gözetlemek için bu ülkede füze savunma sistemini kurduğunu dile getirdi.
Konuşmasının devamında İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Ebu Musa adasına yaptığı ziyarete işaret eden Genral Hacizadeh, bu adanın İran’ın ayrılmaz toprak bütünlüğüne ait olduğunun altını çizdi.
Devrim Muhafızları Hava-Uzay Gücü Komutanı, İran’ın üç adası olan Tonbe Bozorg(Büyük Tonb), Tonbe Kuçek(Küçük Tonb) ve Ebu Musa hakkında iddiada bulunan Arap liderlerin hayal gördüğünü belirtti.
Konuşmasının devamında İran’ın füze gücü hakkında bilgi veren General Hacizadeh, halihazırda savunma bakanlığı bünyesinde 500 km menzili olan füze sistemlerin üretimi yapıldığını ve fırlatılan balistik füzelerini takip edebilecek sistemlerin yakın gelecekte üretime geçeceğinin bilgisini vererek bu sistemlerin menzili 1000-1500 km olan füzeler için tasalandığını kaydetti.
"Esed kesinlikle gitmeli ki İran zayıflasın"
"BBC muhabiri Christine Amanpour’a verdiği röportajda Barak, “Esed’in devrilmesinin çok olumlu bir olay olduğunu ve bu olayın İran’ın bölgeye olan nüfuzunu azaltacağını” dile getirdi."
Paris’teki Suriye rejimi üzerine daha fazla baskı yapılması konusunda anlaşmaya varılan “Suriye’nin Dostları” konferansıyla eşzamanlı olarak, Siyonist rejim savunma bakanı yaptığı konuşmayla baskıların artmasının asıl hedefi üzerindeki perdeyi kaldırdı.
Tabnak haber merkezinin bildirdiğine göre, İsrailli ya da batılı yetkililer böylece ilk defa Esed’in devrilmesiyle İran’ın bölgeye nüfuzu konusunu direkt olarak ilişkilendirmiş oluyorlar.
BBC muhabiri Christine Amanpour’a verdiği röportajda Barak, “Esed’in devrilmesinin çok olumlu bir olay olduğunu ve bu olayın İran’ın bölgeye olan nüfuzunu azaltacağını” dile getirdi.
Barak sözlerinin devamında: “Esed’in devrilmesi durumunda, İran’ın Lübnan ve Gazze’deki İsrail karşıtı ortakları zarar göreceklerdir. Esed’in devrilmesi İran’a büyük bir darbe vuracak… Bu olay gerçekten çok müsbet bir olaydır” diye konuştu ve “Dünya ülkeleri Esed’in devrilmesi için yeterli oranda çalışmamaktalar” yorumunda bulundu.
Suriye meselesiyle İran arasındaki ilişki bir yetkili tarafından ilk kez bu seviyede itiraf ediliyor. Batılı makamlar bu güne kadar Esed’i devirme isteklerinin sadece demokrasinin uygulanması ve Suriye’de insan haklarına riayet edilmesiyle alakalı olduğunu iddia ettiler.
Barak’ın konuşmasıyla eşzamanlı olarak, “Suriye’nin Dostları” konferansı da Paris’te başlamıştı ve Batılı devletler Suriye devletine daha fazla baskı yapma konusunda anlaşmaya varıyorlardı.
Alman DW haber ajansının bildirdiğine göre bu konferansta, Beşar’ın muhaliflerle yaptığı ateşkes anlaşmasında verdiği taahhütlere uymadığı iddiasında olan üye ülkeler, Suriye yönetimi aleyhinde yeni yaptırımların uygulanması çağrısında bulundu.
Bu bağlamda, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, BM Güvenlik Konseyine BM Sözleşmesinin 7 maddesi gereğince Suriye’ye karşı ciddi yaptırımların uygulanması çağrısında bulundu.
Clinton, “Üye ülkeler şu neticeye vardılar, şöyle ki üyelerden birinin huzuru tehlike altına düşerse, diğerleri askeri müdahale kararı alabilirler” şeklinde konuştu.
Aynı şekilde Fransa Dışişleri Bakanı Allain Juppé, şunları söyledi: “Kofi Annan planının başarısızlığa uğraması durumunda, Batı kendini ‘diğer seçeneklere’ hazır kılmalıdır.”
Siyonist rejim savunma bakanının konuşması sırasında bu meseleye karar verilmesi Batının Esed rejimine yapmaya devam ettiği baskıların gerçek hedefini gözler önüne sermekte.
Buna ek olarak Batı, tek taraflı bakışıyla, her zaman hükümet güçlerini ateşkes ihlalinin suçlusu olarak gördü, ancak muhalif güçler devletin ateşi keseceklerine dair onlardan istedikleri güvenceyi vermeyi reddetmişlerdi.
Esed yönetimi Kofi Annan’ın altı maddelik barış planını kabul ettiğini açıklayarak ülkede uygulamaya başlamıştı. Hemen o anda, bir kısım uluslararası gözlemciler Suriye’ye gönderildi ve önümüzdeki günlerde bu kişilerin sayılarının artacağı belirtiliyor.
Pakistan'da Şii katliamı devam ediyor !...
Pakistanlı Şiilerden iki kişi daha şehid edildi...
Pakistan'ın Kuveyte şehri yakınlarında halktan bir grubun kimliği belirsiz kişilerce yaylım ateşine tutulması sonucu Pakistan Hezare camiasına mensup Şiilerden iki kişi şehid düştü.
İRNA ajansının yerel kaynaklara dayanarak verdiği habere göre Pakistan'ın güney batısında yer alan Beluçistan eyaletinde bulunan Kuveyte şehri yakınında halktan bir grubun silahlı teröristlerin saldırısına uğraması olayında iki kişinin ölmesinin yanı sıra üç kişi de yaralandı.
Haber kaynakları Pakistanlı güvenlik güçlerine dayanarak bu saldırı ardından bölgede olaya karıştıklarından kuşkulanılan üç kişinin yakalandığını bildirdiler.
Polis kaynaklar, saldırganların bu kanlı terör saldırısı ardından hemen bölgeden uzaklaşmışlardır.
Polis yetkililer bu saldırının da ülkede kavmiyetçi ve etnik çatışmaların çıkarılması amacıyla gerçekleştiğini belirtiyorlar.
Bu saldırı ardından Kuveyte şehri halkından kalabalık bir grub olayı protesto etmek için caddelere döküldü ve güvenlik güçlerinden, terör saldırıları ile ülke güvenliğini tehdit eden saldırganları en kısa zamanda yakalamalarını ve ciddi önlemler almalarını istediler.
Göstericiler ayrıca araba lastikleri yakarak Beluçistan eyaletinin merkezine giden tüm yolları bir süreliğine kapadılar.
İSLAM DİNİNİN KADINA BAKIŞI
İslam’da önemli olan, kadınlık veya erkeklik değildir. İslam’da söz konusu olan, insanın insan oluşu, yeteneklerin eğitilmesi ve herkesin, ister kadın, ister erkek olsun, vazifelerini yapmasıdır.
İslam, insanın tekâmülünü hedef edinmiştir. Bu açıdan da kadın ve erkek arasında hiçbir fark yoktur. İslam açısından önemli olan kadınlık veya erkeklik değil, kendini yetiştirme ve Allah’a yakın olmaktır. Kadın ve erkek insanlığın iki temel unsurunu teşkil etmeleri nedeniyle, İslam’da bazen kadından ve bazen de erkekten söz edilmekte; bazı nedenlerden dolayı kadın övülmekte ve bazı nedenlerden dolayı da erkek övülmektedir. Bu iki cins arasında insan olma açısından hiçbir fark yoktur. Nitekim mutlak kemale ve bu yaratılışın hedefine ulaşma noktasında kadın ile erkek arasında hiçbir fark da bulunmamaktadır. Bu doğrultuda erkeğe verilen tüm güçler ve potansiyel kabiliyetler aynen kadına da verilmiştir, cinsiyetin bu hususta bir rolü söz konusu değildir. Evet, yaratılışta bir takım farklılıklar bulunmakta ama bu farklılıklar dediğimiz gibi sadece yaratılış noktasındadır, yoksa kemale ulaşma noktasında değildir.
Kısaca İslam'ın kadın hakkındaki düşüncelerini şöyle sıralaya biliriz:
1. Kadın yüce Allah'ın cemal sıfatının göstergesi, incelik, letafet ve huzurun nişanesidir.
2- Kadının yaratılışı ve varlığının niteliği de tıpkı erkek gibidir. "Şüphesiz biz insanı en güzel bir surette yarattık."
3- Kadın için de salt ilahi ve insani bir ruh takdir edilmiştir. Yüce Allah tarafından kadına ilahi ruh üflenmiş, bu ruh sebebiyle kendisine özel toleranslar tanınmış ve kadın birçok mükemmelliklerin kaynağı olarak yaratılmıştır. Kadının ruhuyla erkeğin ruhu arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla kadın da erkekle aynı kimliği taşımaktadır. Kadının cevheri erkeğin zati cevheriyle eşit konumdadır.
4. Kadın erkeğin huzur kaynağı, erkek de kadının güven kaynağı ve onun sorumlusudur.
5. Allah'a yaklaşmak, iyi işlerin sonucunu görmek, suluk yolunda ilerlemek kesinlikle özel bir cinsiyete bağlı değildir.
6. Fıkıhtaki bir takım erkek ve kadın arasındaki farklı hükümler, asla zulüm ve erkeğin üstünlüğünden kaynaklanmamaktadır. Bilakis erkeğin sorumluluğunun fazlalığı ve ailesine yönelik vazifelerinin çokluğundandır.
7- Kadın malikiyet hakkına sahiptir ve beğenilmiş ve meşru işlerde çektiği zahmetlerinin karşılığı bizzat kendi hakkıdır. Kadının malikiyet meselesi ve mülkü olan her şeydeki tasarrufu hiçbir eksiklik ve noksanlık olmaksızın tıpkı erkek gibidir.
8- Kadın bir şehvet aracı değildir. Aksine erkeğin ortağı, türün beka sebebi ve hayatın yarısını teşkil eden bir varlıktır. Kadınla evlenmek temiz bir niyetle olduğunda ibadet, doğru ve salim bir tavırla olduğu takdirde ise insan için ahiret azığı ve ukba hayatının esenliğine sebep olmaktadır. Allah Resulü (s.a.a) kadınlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Cennet annelerin ayakları altındadır."
İslam’da önemli olan, kadınlık veya erkeklik değildir. İslam’da söz konusu olan, insanın insan oluşu, yeteneklerin eğitilmesi ve herkesin, ister kadın, ister erkek olsun, vazifelerini yapmasıdır. Geçmiş ve mevcut mektep ve ideolojiler karşısında İslam'ın kadın hakkındaki görüşünü belirleyen ve ortaya koyan en önemli şey kadın ve erkeği insanlık vazifeleri ve mefhumları açısından eşit kabullenmesidir. İslam, hem kadına ve hem de erkeğe eşit bir gözle bakmaktadır.
İslam’ın toplumsal sistemine göre ise; kadın hem değerli, hem de üstün şahsi özellikleri kendisinde toplayan olmalıdır. Bazı toplumlar kadına değer verdi, ama şahsiyet vermedi, günümüz batı medeniyeti ise şahsiyet verdi ama değerini yok etti. İslam her ikisini de kadına sunmaktadır. Kadın bir taraftan kemalleri kendisinde toplamalı örneğin; bilgi, hüner, güçlü irade, korkusuzluk, yaratıcılık, manevi boyut vb. ruhi ve cismi kemallere sahip olmalıdır. Fakat diğer taraftan da müptezel, ela ayağa düşmüş olmamalıdır.
Kuran-ı Kerim, kadınlara şöyle değer vermiştir: Âdem’le beraber Havva’ya da ağaca yaklaşmamasını buyurmuştur, Sara’da Hz. İbrahim gibi melekleri görmekteydi, Meryem’e cennetten özel yiyecekler geliyordu ve Hz. Fatıma, Kevser ( çok fazla hayırlı) olarak adlandırılmıştır. İnsanlık tarihinin en örnek kadını, Hz. Fatıma’dır. O Peygamberin ev işlerini yapmasını istemesine sevinmekte, ama yeri geldiğinde de tüm tarihin kaderini etkileyecek, dünyanın en bilgin insanlarının bile yapamayacağı türde bir konuşmayı camide yapmaktadır. Ama konuşmasını erkeklerin önüne çıkmadan, perdenin arkasında yapmıştır. Böylece hem kendisinin kadınlık sınırlarını korumakta ve hem de toplumsal olaylara duyarsız kalmamaktadır.
Soru da özellikle İslam dininin kadın hakkındaki görüşleri ve bakış açısı sorulduğundan, şimdi İslam'ın görüşünü sıralayalım. Kadının İslamiyet'teki konumu ve değerini üç boyuttan ele alabiliriz:
A: İnsani Şahsiyet Yönünden
1. Kadın yüce Allah'ın cemal sıfatının göstergesi, incelik, letafet ve huzurun nişanesidir. Her varlık Allah'ın isim ve sıfatlarının bir mazharıdır, çünkü varlık âlemi Allah'ın fiili sıfatlarının ürünüdür, zati sıfatlarının değil. Hz. Ali (a.s) buyuruyor: "Tüm hamdlar kendisini yarattıkları varlıklarla tanıtan Allah'a olsun."[1]Kuran-ı Kerim'e göre kadının yaratılışı, aile ve evlilik kurumunun felsefesi bazı küçük isteklerden çok daha ötedir.
" O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır."[2]
2. Allah katında insanın hangi ırktan yahut hangi cinsten olduğunun bir önemi yoktur. Allah katında önemli olan, ona kulluk etmektir. Kimin kulluğu daha çok ve bilinçliyse, değerli odur.
" Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınız, takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır."[3]
3. Bütün peygamberlerin ve tüm ilahi kitapların muhatapları insanoğludur, davet ettikleri tüm beşer içindir. Burada asla kadın erkek ayrımı yapılmamıştır.
4. Kadının da ulaşması istenilen, yaratılışın gayesi olan sonsuz başarılar, mükemmellikler ve kemaller onun nasıl bir konumda olduğunu gösterir.
"Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O'na varacaksın."[4] "Herkes, kazancına bağlıdır."[5] "İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez."[6]
5. Kim Allah'a kulsa, Allah'a yakındır, ister erkek olsun ister kadın.
"Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar."[7]
6. Cehennem azabından kurtulup, cennet diyarına yerleşmek gerek, bu bir insanın ulaşa bileceği en büyük güzelliktir ve buna ulaşmak için erkek yahut kadın olma şartı bulunmamaktadır. Tek şart iman ve salih amellerde bulunmaktır.
"Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz."[8]
7. Fıtratından kim yüz çevirir, gerçekleri inkâr edip, Allah'a düşman kesilirse, ilahi lanet onu kapsayacaktır ve bunda da cinsiyetin önemi yoktur.
"İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir."[9]
Tüm bu ayetlerden anlaşılan şudur: Allah'ın mükemmellik için yarattığı ve bu yolda ona bir takım sorumluluklar verdiği kimse insandır. İnsanlar içerisinden belli bir cins, ırk yahut renk değildir. Önemli olan aklen ve kalben Allah'a iman edip, farzları yerine getirip haramlardan sakınmaktır. Kim bunu en güzel şekilde yaparsa o üstün ve değerli insandır, ister kadın olsun isterse de erkek.
B: Allah'ı Tanıma Ve İrfani Makamlara Ulaşma Yönünden
1. Allah tüm varlıkların tek ilahıdır, onu tanımak ve ona ulaşmak erkeklerin tekelinde değildir ve marifette kadını kendisine yabancı bilmemektedir. İnsan olan herkes özgür iradesiyle manevi yönden kendisini geliştire bilir ve bu gelişimin formülü şudur: Tanıma, sevgi, itaat, yakınlık. Bu amaca ulaşmak için hem kadınlardan hem de erkeklerden çok kimse adım atmıştır. Kuran bunlardan iki güzel ve iki de ibretlik örnek bize vermektedir:
Birinci güzel örnek küfür ortamında imanlı olmayı başarmış Firavun'un eşi Asiye: "Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti."[10]
İkinci güzel örnek ise cennet hanımlarının efendilerinden Hz. Meryem, Kuran onun hakkında buyuruyor: "Bir de İmran’ın kızı Meryem’i misal getirir. Meryem, iffet ve namusunu korudu. Biz ona Ruhumuzdan üfledik. O da Rabbisinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oldu."[11]
Tüm insanlara yani erkeklere de ibret olsun diye iki kötü kadın örnek verilmiştir, biri Hz. Nuh'un eşi ve diğeri Hz. Lut'un: "Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi."[12]
2. Allah'a ulaşma yolunda en etkili araç duygusal bir kalptir, dolayısıyla bu büyük sermayeyi daha fazla kendilerinde bulunduranlar kadınlardır. "Allah'a ulaşmanın insandan insana değişen başlıca iki yolu bulunmakta; biri düşünce, ikincisi ise zikirdir. Zikir ve Allah'la münacat kalple, sevgiyle ve duyguyla bağlantılıdır, bu bağlamda kadın erkekten daha başarılıdır."[13]
3. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: " En güzel ilim tevhid ve en güzel ibadette istiğfardır."[14] En üstün bu ilim ve ibadete ulaşmakta kadın ve erkek arasında farkın olmadığı aşikârdır.
Velhasıl tarih boyunca birçok kadının irfan ve Allah'ı tanıma alanında ne kadar önemli makamlara ulaşmış olmaları, İslam'ın bu gibi konularda cinsiyete önem vermediğinin göstergesidir.
C: Hukuksal Ve Fıkhi Yönden
Bazılarının İslamiyet'te kadına önem verilmediğini ve erkeklerden farklı olarak kabul edildiğini düşünmelerinin nedeni, büyük ihtimalle bu boyuttan kaynaklanmaktadır. Erkek ile kadın arasında farklı hükümlerin bulunması bu şekilde düşünceye sebebiyet vermiştir. Fakat hükümlerin genel yapısı bilindiği takdirde bu yanlış anlama bertaraf olacaktır. Cinsiyete göre farklılık gösteren İslami hükümler birkaç kısımdır:
1. Ortak hükümler: Namaz, oruç, hac vb.
2. Kadınlara özel hükümler: Aybaşı gibi.
3. Farklılık olarak algılanan hükümler: Kadının miras ve diyede ki payı gibi. Bunun nedenini genel olarak şöyle diyebiliriz:
1. Ailenin geçim sorumluluğu erkeğe aittir, dolayısıyla biraz daha fazla maddi imkânların ona sağlanması gerekmektedir.
2. Nehcü'l-Belağa'da olduğu gibi bir takım rivayetlerde kadının yerilmesi, sadece o dönem ve mekânda yaşan bazı kadınları kapsamaktadır.
3.İslam fıkhında, cihad ve hakimlik gibi bazı hükümlerin kadınların sorumluluğu dışında olması aslında onlar için ilahi bir lütuftur. Zira bu gibi yükümlülükler kadının duygusal ve latif özelliğiyle uyuşmamaktadır.
4. Kadınlar için bazı sınırlandırmalarında konulmasının nedeni toplumsal kötülük yahut gelebilecek tehlikelerin önceden önünün alınması içindir. "Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır."[15]
Velhasıl, İslam'a göre ilahi mükemmelliklere ulaşma ve Allah'a kul olma noktasında kadın ile erkek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Eğer İslam toplumu kadınlarına, Hz. Fatıma (a.s) ve Hz. Zeynep (a.s) gibi örnek şahsiyetleri ideal kadın olarak benimsetebilir ve bu vesileyle dünyaya etkisini gösterebilecek büyük kadınlar yetiştirebilirse, işte o zaman kadın gerçek makamına ulaşmıştır demektir. Kadın, ilahî sistemin, kadın-erkek ayrımı yapmadan insan için belirlediği ilmî ve manevî kemallere ulaştığı takdirde, daha iyi çocuklar terbiye edebilecek, daha sıcak bir aile ortamı oluşacak, toplumsal gelişim artacak, hayattaki problemler daha kolay çözülecek ve kısacası, kadın ve erkek mutlu olacaktır. Bu hedefe ulaşmak için çalışmak gerekir. Hedef, kadınları başka bir safa çekip, onları erkeklerle düşmanca bir rekabete sokmak değildir. Hedef, kadınların ve erkeklerin doğru bir eğitimden geçerek büyük insanlar olabilmelerini sağlamaktır. İslamî tecrübeler, bu hedefin mümkün olduğunu ispatlamıştır.
Daha Fazla Bilgi İçin Bakınız:
Celal Ve Cemal Aynasında Kadın, Ayetullah Cevadi Amuli.
Hicap, Şehit Murtaza Mutahhari.
İslam'da Kadın Hakları, Şehit Murtaza Mutahhari.
Dipnotlar_____________________________________________________________________________________________________________________________________________________
[1] Nehcü'l-Belağa,Hutbe:108. Ayrıca bakınız: Cevadi Amuli,Celal Ve Cemal Aynasında Kadın.
[2] Rum,21.
[3] Hucurat,13.
[4] İnşikak,6.
[5] Tur,21.
[6] Necm,39.
[7] Bakara,286.
[8] Nahl,97.
[9] Bakara,161.
[10] Tahrim,11.
[11] Tahrim,12.
[12] Tahrim,10.
[13] Celal Ve Cemal Aynasında Kadın.
[14] Usul-u Kâfi, c:2,s:517.
[15] Ahzap,32.
Washington Times: Obama silah satmakta “Yılın Adamı” oldu!
ABD’de 2011 yılında silah satışının büyük artış kaydetmesi üzerine Washington Post gazetesi ülkenin Başkanı Obamayı “yılın adamı” olarak ilan etti.
FHA- Muhabirimizin “Washington Times” gazetesine dayanarak bildirdiğine göre, ABD’de Barack Obama’nın Başkanlık yıllarında silah yapımı sanayisi çok canlandı ve bu dönemde bu sanayi birçok iş alanı oluştururken büyük kârlar da elde etmiş oldu.
ABD’de silah sanayisinin 2008 yılındaki ekonomik etkinliği sadece 19 milyar dolarken, iş alanı oluşturma, vergi ve satış gibi durumları kapsayan bu etki 2011 yılında 31 milyar dolara yükseldi.
Söz konusu yıllarda ayrıca Amerikan silah sanayisinde, iş alanı oluşmasında %30’a yakın bir artış kaydedildi.
Bu gelişmenin sebebi, Amerikan toplumunun Obama hükümetinin uyguladığı sosyal güvenlik politikasından dolayı korku içerisinde yaşaması ve silah alımı ve kullanımı konusunda kısıtlama getirilebileceği ihtimalinden söz edilmesi olarak görülüyor.
Ayet ve Hadisler Işığında Hac Hakkında Bilinmesi Gereken Şeyler
Haccın Felsefesi / Hacc’ın Fakirliği Ortadan Kaldırması / Haccın Günahları Temizlemesi / Haccın Kamil Olmasına Sebep Olan Şey / Haccı Terketmenin Akıbeti / Haccı Tatil Etmek / Yetmiş Hacdan Üstün Olan Şey / Gerçek Hacılar Azdır / Hacca Gidenin Edebi / Kendine Dikkat Edenlerin Adabı / İhram Giymenin Adabı / Hac Çeşitleri / Hac Yolunda Ölen Kimsenin Sevabı / Haremin Hürmeti / Hac Mevsiminde Gaip İmamın Hazır Oluşu
Kur’an:
“ Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kabe'yi) haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” [1]
“ İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.” [2]
İmam Ali (a.s), vefat esnasında ettiği vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Allah için, Allah için Rabbinizin evinin hakkını gözetin! Hayatta olduğunuz müddetçe onu boş bırakmayın. Şüphesiz eğer terk edilirse sizlere (ilahi azap hususunda) mühlet verilmez.” [3]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac her zayıfın cihadıdır.” [4]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hacda bir dirhem harcamak (sevap hususunda) bin dirheme eşittir.” [5]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac ve Umre ziyaretçisi Allah’ın misafiridir. Ona hediye olarak mağfiret verir.” [6]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim haccetmek isterse, kendisini buna hazırlasın. Eğer gidemezse bir günah yüzünden gidememiştir.” [7]
İmam Bakır (a.s) veya İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz İbrahim insanları hacca çağırdı ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Ben İbrahim Halilullahım! Şüphesiz Allah bu evi haccetmenizi emretmiştir; o halde haccedin.” Kıyamete kadar haccedenler onun sesine icabet etmiş olurlar. Onun çağrısına ilk icabet eden Yemen ehlinden biriydi.” [8]
Haccın Felsefesi
Fazl b. Yunus şöyle diyor: “İbn-i Ebi’l Evca meslektaşlarından bir grupla birlikte İmam Sadık’ın (a.s) yanına geldi ve şöyle dedi: “Ey Eba Abdillah! Şüphesiz meclisler emanettir. Öksürüğü olan öksürmelidir. Konuşmama izin verir misin?”İmam Sadık (a.s) “İstediğini konuş”diye buyurdu. İbn-i Ebi’l Evca şöyle dedi: “Daha ne zamana kadar bu harmanı dövecek, bu taşa sığınacak, bu harç ve kiremitten yükseltilmiş eve tapacak ve ürkmüş deve gibi etrafında koşturup duracaksınız? Her kim bu işi düşünür ve bir değerlendirmesini yapacak olursa bunu hikmet sahibi olmayan düşüncesiz birinin ortaya koyduğunu anlayacaktır. Şüphesiz sen bu işin başı ve zirvesisin. Baban da bu işi tesis eden ve düzenleyen kimsedir. O halde bana cevap ver.”
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah her kimi saptırırsa ve kalp gözünü kör ederse hakkı tatsız bulur ve hakkın tatlı tadını asla alamaz. Şeytan dostu olur, onu helaket kaynağına götürür ve artık, asla geri döndürmez. Bu ev Allah’ın kullarını orada hazır bulunmakla, itaatlerini denemek için o ev vasıtası ile ibadete yönlendirdiği bir evdir. Bu yüzden onları onu ululamaya ve ziyaret etmeye teşvik etmiş; Peygamberlerin yeri ve namaz kılanların kıblesi karar kılmıştır. Bu ev Allah’ın rızasından bir dal ve mağfiretine uzanan bir yoldur. Kemal üzere dikilmiş ve azamet merkezi haline gelmiştir.” [9]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haccın hedefi Allah-u Teala’nın huzuruna varmak, bir çok sevap elde etmek, tüm günahlardan temizlenmek ve geçmişine tövbe ederek gelecek ile ilgili hayata yeniden başlamaktır. Hakeza mal harcamak, bedeni zorlayarak istek ve lezzetlerden sakındırmaktır... Alemin doğu ve batısında, denizde ve karada, hac eden veya etmeyen, tacir, mal getiren, satan, alan, sanatkar ve fakir olan insanlara bir fayda vermektir. Etrafta ve insanların toplandığı yerlerde bir araya gelen insanların ihtiyacını karşılamak ve kendilerinin olan menfaatlerini elde etmelerini sağlamaktır.” [10]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah nezdinde hiçbir yer Mes’a’dan (sa’y edilen yerden) daha sevimli değildir. Zira şüphesiz her kibirli zorba orada zelil duruma düşer.” [11]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın Adem’in (a.s) zamanından buyana ilk ve son bütün insanları ne zararı ve ne de faydası olan, görmeyen ve duymayan taşlarla denediğini görmüyor musunuz? O taşları kendine saygın bir ev ve evini de insanlar için kıyam yerikıldı. Sonra onu, yeryüzünün taşı en çok, ot bitmez, dar bir vadide, sarp dağlar arasında, savrulan kumlar içinde, suyu az pınarların ve birbirinden kopuk köylerin bulunduğu bir bölgede kurdu. Orada ne deve, ne at, ne inek ve ne de koyun barınırdı.
Sonra, Adem ve evladına oraya yönelmelerini emretti. Böylece orası seyahatlerin konağı, kervanların durağı oldu. Gönüllerin seyri orayadır. İnsanlar, çölleri aşarak, yükseklerden inerek, geniş yolları, yurtlarını, adalarını bırakarak oraya gelirler. Omuzlarını oynatarak, eziklikle hoşnutluğunu isteyerek lailahe illallah diyerek yürürüler, koşuşurlar. Saçları darmadağın, toz toprak içinde kalırlar, elbiselerini çıkarıp arkalarına atarlar, yaratılışlarındaki güzelliklerden olan saçlarını kestirirler. Bunlar büyük bir deneme, çetin bir imtihan, apaçık bir seçim, güzel bir arıtmadır. Allah, onu rahmetine vasıta, cennetine ulaşmaya sebep kılmıştır.
Allah dileseydi, hürmetli evini büyük yerleşim yerlerine yakın, bahçeler ve nehirler arasında; düz, kolay ve istikrarlı bir yerde; ağacı çok, meyvesi bol, binaları sık, köylerin bitişik ve yakın olduğu bir yerde kurardı. Kızıla çalan buğdayların, yemyeşil çayırların yetiştiği, sulak bir yerde; taze bitkilerin, güzelim suların, bayındır yolların bulunduğu bir mevkide bina ederdi. Böyle yapsaydı imtihanların azlığına karşı mükafatın da az olması gerekirdi. Kabe eğer yeşil zümrüt, kırmızı yakutla süslü, nurlu ışıklar saçan, parıl parıl parıldayan bir bina olarak yapılsaydı, gönüllerdeki şüphe azalır, iblisin kalplerdeki savaşı biter, insanların arasında dalgalanıp duran vesveseler giderilmiş olurdu. Lakin kalplerindeki kibri çıkarsın, yerine ruhlarına huzu ve huzuru yerleştirsin, yüzlerine rahmet kapılarını açsın ve onlara bağışlama araçlarını kolayca versin diye Allah, kullarını çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet etmekte ve çeşitli belalara düçar kılmaktadır.” [12]
İmam Sadık (a.s), Hişam b. Hakem’in Haccın ve Kabe’yi tavaf etmenin sebebini sorması üzerine şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala yaratıklarını yarattı... ve onlara dinde itaat ve dünyada maslahat hususlarında (bir takım şeyler) emretti ve (bir takım şeyler de) yasakladı. Böylece bir şehirden diğer şehire mal götüren tüccarlar kar etsin, kiraya verenler ve deve sahipleri bir faydaya ulaşsın, Resulullah’ın (s.a.a) eserleri tanınsın, rivayetleri bilinsin, hatırlansın ve unutulmasın diye haccı dünyanın doğusundan ve batısından tüm insanların toplanmasına ve birbirleriyle tanışmasına neden kıldı.” [13]
Eğer her kavim kendi şehri ve memleketiyle yetinseydi yok olurdu ve şehirleri harabeye dönerdi. Gelirler ve faydalar düşer haberler örtülü kalır ve hiç kimse ondan haberdar olmazdı. İşte haccın sebepleri bunlardır.
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah insanlara kıble kıldığı Beyt’ül Haram'ını (Kabe’yi) ziyaret edip haccetmeyi farz kıldı. İnsanlar, (suya koşan susuz) hayvanlar gibi oraya koşuşurlar, güvercin kafilesi gibi oraya sığınırlar. Münezzeh olan Allah Beyt’ül Haram'ı kendi azameti karşısında insanların tevazu ve alçak gönüllülüğüne bir işaret ve izzetini (yüceliğini) kabul için bir gösterge kıldı.” [14]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sürekli haccedin ve ziyaret edin. Şüphesiz sürekli haccı yerine getirmeniz sizden dünyanın tatsızlıklarını ve kıyamet gününün korkularını giderir.” [15]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac kalpleri sakinleştirir.” [16]
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haccedin ve Umre yapın ki cisimleriniz sağlıklı kalsın, rızıklarınız genişlesin, imanınız düzelsin. İnsanların ve kendi evinizin masraflarını temin edesiniz.” [17]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer, “Neden hac emredilmiş?”diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir: Aziz ve celil olan Allah’ın huzuruna varmak ve artış dilemek için... Ayrıca hacda dini meselelerden haberdar olmak, imamların (a.s) rivayetlerini her tarafa ve her bölgeye ulaştırmak da vardır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek için göç etmesi gerekmez mi? Ta ki kendi menfaatlerine şahit olsunlar” [18]
Hacc’ın Fakirliği Ortadan Kaldırması
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim iki defa hacca giderse ölünceye kadar hayır üzere kalır.” [19]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim üç defa hacca giderse ebedi olarak fakirliğe düşmez.” [20]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hac fakirliği yok eder.” [21]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çok çabuk zengin olmak ve fakirliği gidermek hususunda bu evi ziyaret etmek gibi bir şey görmedim.” [22]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hac edin ki ihtiyaçsız olasınız.” [23]
İmam Sadık (a.s), “Ben her yıl hacca gitmeye veya kendi ailemden birini kendi paramla hacca göndermeye hazırladım”diyen İshak b. Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Bu hususta kesin kararlı mısın?” O, “Evet” deyince de şöyle buyurdu: “Eğer böyle yaparsan servetin çoğalacağına yakin et ve (o zaman) sana zenginliği müjdeliyorum.” [24]
Haccın Günahları Temizlemesi
İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haccın hakkı, bu vesileyle Rabbinin huzuruna varacağını, günahlarından O’na doğru kaçtığını, onunla tövbenin kabul olduğunu ve Allah’ın sana farz kıldığı farzını yerine getirdiğini bilmendir.” [25]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac ve Umre yapmak fakirliği ortadan kaldırır, günahları siler ve cennete girmeye sebep olur.” [26]
Haccın Kamil Olmasına Sebep Olan Şey
Kur’an:
“(Başladığınız) hac ve umreyi Allah için tamamlayın.” [27]
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hacc’ın tamamı İmamla görüşmektir.” [28]
İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın “ Sonra kirlerini giderip temizlensinler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat imamı görmektir.” [29]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın evini ziyaret için çıktığınızda Haccınızı Resulullah (s.a.a) (ziyareti) ile tamamlayın. Zira bunu terk etmek cefadır ve buna emredilmişsiniz. Haccınızı aziz ve celil olan Allah’ın sizlere hakkını ve ziyaretini gerekli saydığı kabirleri ziyaret ederek tamamlayın ve bu kabirlerin (bereketi ile) rızık taleb edin.” [30]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi haccedince haccını bizi ziyaret etmek ile tamamlasın. Zira bu haccın tamamlanmasındandır.” [31]
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz insanlar bu taşlara gelip onları tavaf etmekle, sonra bize gelip velayet ve dostluk izharında bulunmakla ve bize yardımlarını açıklamakla emrolunmuşlardır.” [32]
Haccı Terk etmenin Akıbeti
Kur’an:
“Oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe'yi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” [33]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Bu ümmetten on kişi yüce olan Allah’a küfretmiştir: ... Geniş imkanlar bulunduğu halde hac etmeden ölen kimse.” [34]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim ölünceye kadar sürekli Hacc’ı ertelerse Allah onu kıyamet günü Yahudi veya Nasrani (Yahudi) olarak haşreder.” [35]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim haccı dünya hacetlerinden bir hacet sebebiyle terk ederse hacıları görmediği müddetçe (hacılar hacdan dönmedikçe veya bizzat hacca gitmedikçe) ihtiyacı giderilmez.” [36]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisini engelleyen şiddetli bir fakirlik, hacca tahammül edemeyeceği bir hastalık veya kendisini engelleyen bir sultan olmaksızın hacca gitmediği halde ölürse ister Yahudi veya isterse de Nasrani olarak ölsün.” [37]
İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Her kim bu dünyada kör olursa ahirette de kör ve yol açısından daha da sapık olur”ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu kimse haccı erteleyen ve “Bu yıl hacca gideceğim, gelecek yıl gideceğim”diyerek kendisine ölüm gelip çatan kimsedir.” [38]
Haccı Tatil Etmek
Kur’an:
“ Allah, hürmetli ev Kabe'yi, insanların işlerinin düzene girmesi için sebep kıldı.” [39]
İmam Sadık (a.s), kendisine bu hikayecilerden bir grup, “Eğer birisi bir defa hacca giderse ve sonra (yeniden hacca gitmek yerine) sadaka verip sıla-i rahimde bulunursa daha iyi iş yapmıştır”demektedir diyen Abdurrahman’a şöyle buyurmuştur: “Yalan söylüyorlar, eğer halk bunu yapacak olursa bu ev tatil olur. Şüphesiz Allah-u Teala bu evi insanların işinin düzene girmesi için bir sebep kıldı.” [40]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer insanlar hacca gitmeyi tatil edecek olursa ister istesinler, ister istemesinler İmam onları hacca gitmeye zorlamalıdır. Zira bu ev hac ve ziyaret için bina edilmiştir.” [41]
Yetmiş Hacdan Üstün Olan Şey
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz eğer Müslümanlardan bir aileye bakacak, açlığını gidererek, çıplak bedenlerini örtecek ve insanlar arasında yüzünün suyunu koruyacak olursam bu benim için yetmiş defa hacca gitmekten daha sevimlidir.” [42]
Gerçek Hacılar Azdır
Abdurrahman b. Kesir şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) ile hacca gittim. Bir yoldan geçerken İmam (a.s) dağın başına çıktı ve o yukarıdan insanlara bakarak şöyle buyurdu: “Bağırıp çağıranlar ne çok ve gerçek hacılar ne de azdır!” [43]
Ebu Basir şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) ile hacda birlikte idim. Tavaf esnasında ona şöyle dedim: “Fedan olayım ey İbn-i Resulillah! Allah bu insanları bağışlayacak mı?”İmam şöyle buyurdu: “Ey Ebu Basir! Gördüğün insanların çoğu domuz ve maymundurlar.”Ben, “onları bana göster”deyince İmam kendi kendine bir şeyler söyledi, elini gözlerime sürdü ve o an onları maymunlar ve domuzlar şeklinde gördüm! Çok korktum, İmam (a.s) yeniden ellerini gözüme sürdü ve ben yeniden onları ilk oldukları haliyle gördüm.” [44]Hacca Gidenin Edebi
Kur’an:
“ Hac bilinen aylardadır. O aylarda hac farizasını eda eden kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur” [45]
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bu evi ziyaret eder de onda şu üç haslet olmazsa hiç bir değeri yoktur: “Allah-u Teala’ya isyandan alı koyan bir ver’â, öfkesini dizginleyecek bir hilim ve kendisi ile arkadaşlık edene güzel arkadaşlık etmek.” [46]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhrama giyince Allah’ın takvasına bürün, Allah’ı çok zikret ve hayır dışında bir şey konuşma. Şüphesiz haccın ve umrenin kemali aziz ve celil olan Allah’ın da buyurduğu gibi insanın dilini sadece hayır üzere koruması ile mümkündür. Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “O aylarda hac farizasını eda eden kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak yoktur...” [47]
Kendine Dikkat Edenlerin Adabı
Misbah’uş-Şeria’da yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac etmek istersen kalbini Allah-u Teala’dan başka her meşguliyetten ve her engelden arındır. İşlerini tümüyle yaratıcına havale et. Tüm hareket ve sükunetlerinde Allah’a tevekkül et, kaza, hüküm ve kaderine teslim ol. Dünyayı rahatlığı ve insanları terket. Boynunda olan insanların haklarını öde. Azığına, bineğine, arkadaşlarına, gücüne, gençliğine ve malına dayanma. Zira bunun sana düşman ve vebal olmasından korkulur. Herkim Allah’ın rızasını iddia eder ve buna rağmen başka bir şeye güvenirse Allah o şeyi ona düşman ve vebal kılar ki kendisinin ve başkasının Allah’ın koruması ve tevfiki olmaksızın bir gücü ve çaresi olmadığını bilsin.
Dönüşü olmayan kimse gibi hazırlıklı bulun, iyi arkadaşlık et, Allah’ın farzlarının ve Resulünün (s.a.a) sünnetlerinin vakitlerine ve sana farz olan edep, sabır, şükür, şefkat, cömertlik ve azığından fedakarlık etmeye tüm vakitlerde riayet et. Sonra günahlarını halis tövbe suyuyla yıka; doğruluk, sefa, huzur ve huşu elbisesini giyin. Seni Allah’ın zikrinden ve itaatinden alı koyan her şeyden kaçın. Allah’ın çağırdığında halis, temiz ve saf bir şekilde aziz ve celil olan Allah’a Lebbeyk de ve O’nun sağlam kulpuna sarıl.
Müslümanlarla Allah’ın evini tavaf ettiğin gibi meleklerle arşın etrafında kalbinle tavaf et. Hervele ederken nefsinin isteklerinden kaçın, tüm güç ve kudretinden el çek. Mina’ya doğru çıkarken gafletten ve sürçmelerinden uzaklaş, sana helal olmayan ve yakışmayan şeyleri temenni etme. Arafat’ta hatalarını itiraf et. Allah ile vahdaniyeti üzere yeniden sözleş. Müzdelife’de güvenle [48] Allah’a yaklaş. Meş’êr dağından yukarı çıkınca ruhunu da yüce aleme gönder. Kurban keserken istek ve ihtirasının boğazını kes. Şeytanı taşlar iken isteklerini, düşüklüğünü, alçaklığını ve kınanmış işlerini taşla. Başını tıraş ederken zahiri ve batıni ayıplarını tıraş et. Hareme girince isteklerine uymak yerine Allah’ın emanına, sığınağına, örtüsüne ve himayetine gir. Ev sahibinin azametine yakin ederek ve onun kudret, azamet ve saltanatını tanıyarak evini ziyaret et. Hacer’ül-Esved’e Allah’ın kısmetine razı olarak ve izzetine boyun eğerek el sür. Veda tavafını yaparken de O’ndan başka her şeye veda et. Sefa’da vakfe durunca ruhunu ve içini Allah ile görüşeceğin gün için temiz kıl. Merve’de mürüvvet sahibi ol, vasıflarını yok bilerek ilahi takvaya bürün. Bu haccında şart koştuğun, Rabbin ile sözleştiğin ve kıyamete kadar kendine farz kıldığın şeyler hususunda mukavemet göster.” [49]
İhram Giymenin Adabı
Malik b. Enes şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) ile bir yıl hacca gittim. Bineği ihram yerinde durunca her ne kadar telbiye (lebbeyk) söylemek istediyse de sesi boğazında kesildi ve neredeyse bineğinden yere düşecek oldu.”Ben şöyle dedim: “Ey İbn-i Resulillah! Lebbeyk demek gerekir.”İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Ey İbn-i Ebi Amir! Nasıl cesaret edip de lebbeyk Allahumme lebbeyk”diyeyim? Zira aziz ve celil olan Allah’ın bana cevap olarak lebbeyk değil, sa’deyk değil!” demesinden (davetimi reddetmesinden) korkuyorum.” [50]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim helal olmayan bir mal kazanır da hacca gider ve lebbeyk derse kendisine “lebbeyk değil, sa’deyk değil”denir. Ama helal olan bir mal ile hacca gider ve lebbeyk derse o zaman da kendisine “lebbeyk ve sa’deyk”denir.” [51]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim haram bir mal ile hacca gider ve “lebbeyk Allahumme lebbeyk”derse Allah da ona şöyle der: “Lebbeyk değil, sa’deyk değil. Haccın reddedilmiştir.” [52]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz insanlar Allah’ın haremine ve güvenlik bölgesine girmeden önce kalpleri huşu içine girsin, dünya işleri, süsleri ve lezzetlerine gönül vermesin, içinde bulundukları halde ciddi ve gayretli olsun, O’na yönelsin, tüm varlıklarıyla ona teveccüh etsinler diye ihrama girmekle emrolunmuşlardır.” [53]
Hac Çeşitleri
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac iki çeşittir: Allah için hac ve insanlar için hac. Her kim Allah için hac ederse Allah katındaki sevabı cennettir. Her kim de insanlar için hac ederse kıyamet günü sevabı insanlara kalmıştır.” [54]
İmam Sadık (a.s), Mehdi’nin (a.s) zuhur alametleri hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’tan başkası için hac ve cihadı taleb etmeyi gördün... O halde sakın ve aziz ve celil olan Allah’tan kurtuluş taleb et.” [55]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim aziz ve celil olan Allah’ı ister, riya ve meşhur olma kastı olmaksızın haccederse Allah şüphesiz onu bağışlar.” [56]
Hac Yolunda Ölen Kimsenin Sevabı
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim giderken veya gelirken Mekke yolunda ölürse kıyamet günü büyük korkudan güvende olur.” [57]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim ihramda iken ölürse Allah onu Lebbeyk diyen bir halde diriltir.” [58]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim iki haremden birinde (Mekke veya Medine’de) ölürse Allah onu azabından güvende olan kimseler ile birlikte haşreder. Her kim de iki harem arasında ölürse onun için divan kurulmaz. (hesaba çekilmez)” [59]
Haremin Hürmeti
Kur’an:
“ Kim oraya girerse, güvenlik içinde olur;” [60]
İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın “Kim oraya girerse, güvenlik içinde olur” Ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan her kim Allah’a sığınarak hareme girerse Allah’ın gazabından güvende olur. Oraya giren hayvan ve kuşları da haremden çıkıncaya kadar ürkütmemek ve eziyet etmemek gerekir.” [61]
Hakeza İmam Sadık (a.s) ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Eğer bir hırsız Mekke dışında bir yerde hırsızlık veya bir suç işler de Mekke’ye kaçarsa Harem’de olduğu müddetçe tutuklanmamalıdır. Ama pazara gitmesi engellenmeli ve haremden çıkıncaya kadar kendisi ile alış veriş edilmemeli, arkadaşlık yapılmamalıdır. Haremden çıkınca tutuklanmalıdır. Ama o işi haremde yapmışsa onu tutuklamak gerekir.” [62]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden hiç birine Mekke’de silah taşıması helal değildir.” [63]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mekke’yi saygın kılan şüphesiz insanlar değildir, orayı Allah saygın kılmıştır. Bu yüzden de saygınlığı kıyamete kadar sürecektir. İnsanlardan Allah’a en çok isyan eden kimse haremde bir insanı öldüren, canına kastetmeyen birini öldüren veya cahiliyye kini üzere birine saldıran kimsedir.” [64]
Ebu Hureyre şöyle diyor: “Allah Mekke’yi Peygamberine fethedince ayağa kalkarak Allah’a hamd-u senada bulundu ve şöyle buyurdu: “Allah Fil ashabına Mekke’ye saldırma hususunda engel oldu; Peygamberini ve müminleri onlara hakim kıldı. Bu şehir günün belli bir vakti bana helal kılındı ve sonra kıyamete kadar haram (saygın) kılındı. Ağaçlarını kesmemek gerekir ve avını ürkütmemek icab eder.” [65]
Dipnotlar__________________________________________________________________________________________________________
[1] Al-i İmran suresi, 97. ayet
[2] Hac suresi, 27. ayet
[3] Nehc’ul-Belağa, 47. Mektup
[4] el-Hisal, 620/10
[5] a.g.e. s. 628/10
[6] a.g.e. 635/10
[7] el-Bihar, 99/9/25
[8] Vesail’uş-Şia, 8/4/4
[9] Emali es-Seduk, 493/4; et-Tevhid, 253/4
[10] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/90/1
[11] el-Bihar, 99/45/34
[12] Nehc’ul-Belağa, 192. Hutbe
[13] İlel’uş-Şerayi’, 405/6
[14] Nehc’ul-Belağa, 1. Hutbe
[15] Emali et-Tusi, 668/1398
[16] a.g.e. 296/582
[17] Sevab’ul-A’mal, 70/3
[18] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/119/1
[19] el-Hisal, 60/81
[20] a.g.e. 117/101
[21] Tuhef’ul-Ukul, 7
[22] Emali et-Tusi, 694/1478
[23] Mehasin, 2/79/1203
[24] Sevab’ul-A’mal, 70/4
[25] el-Hisal, 566/1
[26] Tuhef’ul-Ukul, 149
[27] Bakara suresi, 196. ayet
[28] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/262/29
[29] Nur’us-Sakaleyn, 3/492/97
[30] el-Hisal, 616/10
[31] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/262/28
[32] a.g.e. h. 30
[33] Al-i İmran suresi, 97. ayet
[34] el-Hisal, 451/56
[35] el-Bihar, 77/58/3
[36] Sevab’ul-A’mal, 281/1
[37] a.g.e. 282/2
[38] Tefsir-ul Ayyaşi, 2/305/127
[39] Maide suresi, 97.ayet
[40] İlel’uş-Şerayi’, 452/1
[41] a.g.e.396/1
[42] Sevab’ul-A’mal, 170/13
[43] el-Bihar, 27/181/30 ve 47/79/58, el-Heraic ve'l-Ceraih, 2/827/40, az bir lafız farklılığıyla
[44] a.g.e.
[45] Bakara suresi, 197. ayet
[46] el-Hisal, 148/180
[47] el-Kafi, 4/338/3
[48] el-Bihar, 99/125; Mustedrek’ul-Vesail ve Meheccet’ul-Beyza ve diğer bazı nüshalarda “za zika” yerine “vasika” vardır.
[49] Misbah’uş-Şeria’, 142
[50] el-Hisal, 167/219; İlel’uş-Şerayi’, 235/4
[51] Vesail’uş-Şia, 12/60/3
[52] Durr’ul-Mensur, 2/63
[53] Vesail’uş-Şia, 9/3/4
[54] Sevab’ul-Amal, 74/16
[55] el-Kafi, 8/40/7[56] Sevab’ul-Amal, 74/17
[57] el-Kafi, 4/263/45
[58] el-Bihar, 7/302/56
[59] a.g.e. h. 57
[60] Al-i İmran suresi, 97. ayet
[61] el-Kafi, 4/226/1 ve s. 227/3 ve Vesail’uş-Şia, 9/336; 14. Bölüm
[62] a.g.e.
[63] Sahih-i Muslim, 1356[64] Durr’ul-Mensur, 1/298
[65] a.g.e.
[66] Kemal’ud-Din, 346/33
Büyük İslam Kadını Hz. Hatice (s.a)
“Ey Peygamber! İnkâr edenlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı sert davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Pek de kötü bir dönüş yeridir o. Allah, inkâr edenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek olarak verdi. İkisi de kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikâhları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, onlara, (kocaları) kendilerine Allah'tan gelen hiç bir şeyle yarar sağlayamamıştı. İkisine de, «Ateşe diğer girenlerle birlikte girin» denildi. Allah, iman etmekte olanlara da Firavun'un karısını örnek olarak verdi. Hani demişti ki: «Rabbim! Bana kendi katında, cennette bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.» İffetini koruyan İmran'ın kızı Meryem'i de (örnek kıldı). Böylece biz de ona kendi ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.” (Tahrim suresi, 9-12)
Kadınlar, her zaman toplumsal yaşamın temel taşları olmuşlardır. Dolayısıyla, onların fikirleri, düşünceleri, eğilimleri ve istekleri, toplum içinde etki göstererek büyük değişimlere neden olmuştur.
Toplumda değişimlere yol açan bu fikirler ve istekler bazen kadınların kendi elleriyle bazen de kadınların inkar edilemez manevi etkilerden dolayı, çocukları ve eşleri yardımıyla ortaya çıkmıştır.
Bundan dolayı, Kur’an-ı Kerim mümin kadını imanlı bir toplumun temel taşı, kafir kadını da imansız bir toplumun temel taşı olarak tanıtmıştır.
Yukarıdaki ayet-i kerimede, yüce Allah, imanlı insanların örneğini belirtirken iki kadının ismini ve durumunu açıklamıştır. Kafir insanların örneğini belirtirken de iki kadının adını açıklamakla yetinmektedir.
Kadınlar yalnızca toplumsal alanın yarısını oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda ev sorumluluğu ve annelik görevinin gerektirdikleriyle, kamusal alanda, huzur kaynağı bir kuşak da olacaklardır. Çünkü, imanlı bir kadın imanlı bir toplum, kafir bir kadın kafir bir toplum demektir.
Bazen, tarih sayfalarında “ilahi risaleti açıklama” ve “dini tebliğ etme” kıvancının yanısıra dini, düşmanlardan koruma görevinin de kadınlara verildiğini görmekteyiz.
Bu geçitte, iman cilvesi ve direnç kaynağı olan İslam tarihinin en aydın yüzlerinden birisi de “Hazret-i Hatice”dir. O Peygamber’in (s.a.a) risaletinin ilk saatlerinde ona iman ederek ömrünün sonuna kadar bu çizgi üzerinde direnç göstermiştir. Allame Meclisi, Bihar’da şöyle söylemektedir:
“Hatice, İslam’a sadık bir vezir ve Peygamber’in (s.a.a) huzur kaynağı idi.” (Bihar’ul-Envar: c. 22, s. 152 ve c. 16, s. 11, Fatımat’uz-Zehra Behcet’i Kalb’il-Mustafa’dan naklen, s. 126)
Hazret-i Hatice’nin (a.s) Faziletleri
1-Hatice’nin (a.s) Peygamberi (s.a.a) Tanıması
Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber efendimize (s.a.a) evlenme teklifinde bulunarak (Peygamberlikten önce) onun eşi olma onuruna ulaşmıştır. Hazret-i Hatice (a.s) evlenme teklifinin sırrını şöyle açıklamaktadır: “Bana olan akrabalığın, kavmin arasında büyük şeref sahibi olman, emaneti sahibine vermen, güzel ahlaklı ve doğru sözlü olman nedeniyle seninle evlenmek istiyorum.”[1]
Bu sözlerden İslam’ın yüce kadınının Peygamber’e (s.a.a) olan ilgisinin nefsi tutkular ve evlenmeye arzusu nedeniyle kaynaklanmadığı anlaşılmaktadır. Hatice (a.s) Peygamber efendimizin (s.a.a) olağan üstün kişiliğini bilmekteydi. Dolayısıyla Peygamber’in (s.a.a) hedefleri doğrultusunda samimice çaba göstermiştir. O’nun Peygamber’e (s.a.a) olan bağlılığından dolayı yapmış olduğu fedakarlıklar, bütün Kureyş kadınlarının onu terk etmelerine neden olacak bir seviyeye ulaşmıştı. Hatta, hazret-i Fatıma’nın (a.s) doğumunda hiçbirisi Hatice’nin (a.s) yardımına gelmemişti.[2] Ancak bütün bu baskılar, imanından dolayı ona hiç de ağır gelmiyordu.
2-Hazret-i Hatice (a.s) İlk Müslüman Kadındır
“Ey Peygamber hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.”[3]
Bütün tarihçilerin nakline göre, Yüce İslam dinine İman eden ilk Kadın Hazret-i Hatice (a.s)dir. İbn-i Abduved Dur Katade’den şöyle nakletmektedir:
“Allah’a ve Rasulüne (s.a.a) iman eden ilk kişi Hazret-i Hatice (a.s) idi.[4]
İbn-i Abduddur, kendi senediyle babası Ebi Rafi’den şöyle nakletmektedir: “Peygamber (s.a.a) pazartesi günü namaz kıldı. Hatice ise o günün son saatlerinde namaz kıldı.”[5]
3-Hazret-i Hatice (a.s) Cennet Kadınlarının En Üstünüdür
İkrime, İbn-i Abbas’dan şöyle nakletmektedir: “Peygamber (s.a.a) yerin üzerine dört çizgi çizerek şöyle buyurdu: Cennetin en üstün kadınları, Huveylid kızı Hatice, Muhammet kızı Fatıma, İmran kızı Meryam ve firavun’un karısı Mezahim kızı Asiye’dir”[6]
İbn-i Esir, kendi senediyle, Enes İbn-i Malik’ten Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Meryem, Asiye, Hatice ve Fatıma, alemin en üstün kadınlarıdır.”[7]
4-Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber’in (s.a.a) Eşlerinin En Üstünüdür. (Müminlerin Annesi)
“Peygamber’in eşleri, müminlerin annesidirler.”[8]
Şeyh Saduk, İmam Sadık’tan (a.s) şöyle nakletmiştir: “Peygamber (s.a.a) on beş kadınla evlenmiştir ve onların, en üstünü Huveylid kızı Hatice’dir”[9]
5-Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber’in (s.a.a) Çocuklarının Annesidir
Hazret-i Hatice (a.s) Kur’an ayetine göre bütün müminlerin manevi annesi olmasına karşın, vasıtasız, direkt olarak “Peygamber’in (s.a.a) bütün çocuklarının annesi” ünvanına da sahiptir. Tarihçiler şöyle nakletmektedirler: “Maria-i Kıbtiye’den dünyaya gelen İbrahim dışındaki Peygamber’in (s.a.a) çocuklarının hepsi, Hatice’den (a.s) dünyaya gelmişlerdir. Yalnızca bunun kendisi, Hatice’nin (a.s) maneviyetinin yüceliğini, değerinin üstünlüğünü ve önemi artırmaktadır.”
Hazret-i Hatice’nin (a.s) çocukları şunlardır:
“Kasım, Abdullah, Zeyneb, Ümmü Gülsüm ve Fatıma (a.s). Erkek çocukları küçük yaşta ölmüşlerdir. Kız çocukları ise yaşamışlardır.”[10]
Bu yüce kadının erdemlerinin arasında, yalnızca Fatıma’nın (a.s) annesi olması şerefi yeterlidir. Çünkü Hazret-i Fatıma (a.s) Peygamber’den (s.a.a) sonra imamet ve velayet görevini üstlenen kuşağın annesi idi.
Muhaddis Kummi, Muntehel A’mal kitabında, Hazret-i Hatice’den (a.s) şöyle nakletmektedir:
“Fatıma’ya hamile olduğum ilk anlarda, karnımda onun nurunu görmeye başlamıştım”
Buna ilave olarak, Şeyh Saduk, Mufazzal b. Ömer’den İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Hatice-i Kübra (a.s) Fatıma’ya (a.s) hamile olunca Fatıma (a.s) onunla karnındayken konuşuyordu. Onun dostu idi. Ona sabretmesini öğütlüyordu. Hatice (a.s) bu durumu peygamber’den (s.a.a) gizliyordu. Bir gün Peygamber (s.a.a) içeri girdi ve Hatice’nin (a.s) yanında olmayan bir kişiyle sohbet ettiğini duydu. Şöyle buyurdu:
-Ey Hatice, kiminle konuşuyorsun?
Hazret-i Hatice (a.s) şöyle cevap verdi:
-Karnımda olan çocuk benimle konuşuyor.
Sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
-Şimdi Cebrail, bana bu çocuğun kız olduğunu, tertemiz, kutlu ve bereketli bir soy sahibi olacağını haber verdi. Yüce Allah benim soyumu ondan yaratacak, dinin imamları onun soyundan olacaklardır.” Hazret-i Fatıma’nın (a.s) doğum zamanı yaklaşınca, Hatice (a.s) kendisine yardım etmeleri için Kureyş kadınlarına ve Haşim oğullarının kadınlarına birini gönderdi. Ancak onlar cevap olarak şöyle söylediler: “Sen bizim sözümüzü dinlemedin. Abdulmuttalib’in fakir, yoksul ve yetim oğluyla evlendin. Onun için senin evine gelmeyeceğiz.”
Hazret-i Hatice’ye (a.s) onların cevabını söyledikleri zaman çok üzüldü. Ancak, uzun boylu esmer dört kadının yanında hazır olduğunu gördü. Hatice (a.s) onları görünce korktu. Ancak, onlardan biri şöyle dedi: “Ey Hatice (a.s) korkma. Bizi yüce Allah sana yardım etmemiz için gönderdi.
İlk kadın, “Ben Sare, İbrahim’in karısıyım” dedi.
İkinci kadın, “Ben Asiye, Mezahim’in kızıyım” dedi.
Üçüncü kadın, “Ben Meryem, İmran’ın kızıyım” dedi.
Dördüncü kadın, “Ben Külsüm, İran’ın oğlu Musa’nın kız kardeşiyim” dedi.
Cennetlik olan bu dört kadın, on huri ile birlikte Fatıma’nın (a.s) doğumu için Hatice’ye (a.s) yardım ettiler.[11]
6-Hazret-i Hatice’nin (a.s) Ali b. Ebi Talib’e İmanı
Merhum Meclisi, Bihar’ul-Envar’da Hazret-i Haticece’nin (a.s) Ali’ye (a.s) olan ilgisini ve şefkatini şöyle nakletmiştir: “Hatice (a.s) Peygamber (s.a.a) ile evlendikten sonra Ali (a) dünyaya gözlerini açtı. Allah Resulü (s.a.a) Hatice’ye (a.s) Ali’nin (a) sevgisi ve muhabbeti hakkında birşeyler söyledi. Ondan sonra, Ali’ye (a.s) karşı büyük bir ilgi göstermeye başladı. Ali’yi (a.s) hizmetçileri yardımıyla elbise, süs eşyaları ve ihtiyaç malzemeleri gönderiyordu. Bunu gören insanlar şöyle diyorlardı: “Ali, Hatice’ye göre en sevilen kişi ve onun gözünün nurudur.”
Hatice’nin (a.s) hediyeleri, sabah akşam Ebu Talib’in evine yağıyordu.[12]
Bunlara ilave olarak, Hatice (a.s) o zaman bu görevle sorumlu olmamasına rağmen, Ali (a) ve evlatlarının velayetini kabul etmişti.
Merhum Mahallati, Meclisi’den şöyle nakletmektedir: “Birgün Allah Resulü (s.a.a) Hatice’yi (a.s) yanına çağırarak şöyle buyurdu: “Bu Cebrail’dir ve Müslüman olmak için bazı şartların olduğunu söylüyor. İlki; Allah’ın bir olduğunu söylemektir. İkincisi; Peygamber’in risaletini kabul etmektir. Üçüncüsü; Şeriat’ın emirleri ile amel etmek ve ahirete iman etmektir. Dördüncüsü, O’nun çocuklarından olan masum imamlara ve emir sahiplerine uymak, onların düşmanlarından uzak durmaktır. Hazret-i Hatice (a.s) onların hepsini söyleyerek kabul etti.[13]
7-Hazret-i Hatice’nin (a.s) İslam’a Yardımı
Tarihçiler Hazret-i Hatice’nin 8s) servetini şöyle açıklamışlardır:
1-Onun ticaret mallarını taşıyan binlerce devesi vardı.
2-Evinin çatısına ipek iplerle yeşil ipekten bir kubbe yapılmıştı. Bu onun zenginliğinin göstergesiydi.
3-Onun hizmetini yerine getiren dörtyüz köle ve cariye[14]
Ebu Cehil ve Ukbe b. Ebi Muit gibi Kureyş’in en zenginlerinin serveti, Hazret-i Hatice’nin mal varlığı karşısında hiç sayılıyordu.
Hatice (a.s) Peygamber efendimizle (s.a.a) evlendikten sonra, bütün mal varlığını, Allah Resulü’nün (s.a.a) kullanımına sundu.[15]
İslam’ın ilerleyişinin önünü ekonomik ambargo ile önlemeye çalışarak “Allah Resulü’nün yanındakilere, dağılıp gidinceye kadar, infak etmeyin”[16] şeklinde aptalca sözler söyleyen münafıklar karşısında bütün varlığını İslam’ın yayılması için harcadı. Özellikle, Ebu Talib vadisinde ambargo altında yaşadıkları günlerde, Peygamber (s.a.a) ile birlikte olmasının ve ona manevi olarak büyük destek vermesinin yanısıra bütün mal varlığını da İslam’ı savunmak ve Müslümanlar’ı korumak için harcadı.
Gerçekten O’nun, Bakara suresindeki sakınanların ölçütü olduğunu söylemek gerekir.
Onlar (sakınanlar) gayba inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler.”[17]
“Ey Peygamber, eşlerine şöyle söyle: Eğer şu dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle serbest bırakayım. Eğer Allah’ı, Resulünü ve ahiret hayatını istiyorsanız, Allah sizin iyileriniz için büyük bir ödül hazırlamıştır.”[18]
“Sizden kim, Allah’a ve Resulüne itaat eder, iyilik yaparsa, ona da ödülünü iki kat olarak veririz. Kendisi için bol ve bereketli bir rızık da hazırlamışızdır.”[19]
Hazret-i Hatice’nin (a.s) Allah Katındaki Makamı
Zürare, Hamran İbn-i Ayen’den, o da Muhammed b. Müslim yoluyla İmam bakır’dan (a.s) şöyle nakletmişlerdir:
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Mirac’ta olduğum gece, manevi yokluktan dönüşte Cebrail’e şöyle dedim:
-Ey Cebrail bir ihtiyacın var mı?
Cebrail şöyle cevap verdi:
-Allah’ın ve benim selamımı Hatice’ye (a.s) söylemeni istiyorum.
Peygamber (s.a.a) Cebrail’in haberini Hatice’ye (a.s) ulaştırınca, şöyle cevap verdi:
-Allah selam’dır, selam O’ndandır ve selam O’na dır. Cebrail’e selam olsun.[20]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hatice (a.s) vefat ettiği zaman, Fatıma (a.s) Peygamber’in (s.a.a) etrafında dönüyor ve şöyle soruyordu:
-Ey Allah Resulü! Annem nerededir?
Allah Resulü (s.a.a) ona cevap vermedi. Ancak, Fatıma (a.s) sorunun cevabını ısrarla istiyordu. Peygamber (s.a.a) Fatıma’ya nasıl bir cevap vereceğini bilmiyordu. Sonra Cebrail inerek şöyle dedi:
Yüce Allah, Fatıma’ya Allah’ın selamını bildirmeni ve şöyle söylemeni buyuruyor:
Annen, duvarları altın, sütunları kırmızı yakut’tan olan zümrüt bir evdedir. O, Firavun eşi Asiye ile İmran kızı Meryem’in arasındadır. Sonra Fatıma (a.s) şöyle dedi: “Kuşkusuz Allah selamdır. Selam O’ndandır ve selam O’nadır.[21]
Aynı şekilde, Peygamber efendimiz (s.a.a) ölüm döşeğinde iken, Fatıma’nın (a.s) annesinin kıyametteki makamı hakkında soru sorduğu da rivayet edilmiştir. O soru şöyle idi: “Annem Hatice-i Kübra, o gün nerede olacaktır?”
Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle cevap verdi: Hatice, dört kapısı cennete açılan bir sarayda olacaktır.”[22]
Sefinet’ul-Bihar’da merhum Muhammdis Kummi şöyle söylemektedir:
“Yüce Allah, Hz. İsa’ya Peygamber efendimizin özelliklerini açıklarken “O’nun soyu “mübareke”den olacaktır” şeklinde vahyederek, Hatice’yi “mübareke” olarak açıklamıştır.
Kenz’ul-Ummal’da şöyle nakledilmektedir: A’raf suresinin 46. ayetinde yer alan “Araf üzerinde herkesi yüzlerinden tanıyan adamlar vardır” hakkında “onlar, Peygamber (s.a.a) Hatice (a.s), Ali (a.s), Fatıma (a.s), Hasan (a.s), Hüseyin (a.s)dir” şeklinde rivayet edilmiştir.
Yine, Ebu Müslim Hulayi, Peygamber’e (s.a.a) “Allah; Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip âlemlere üstün kılmıştır” (Al-i İmran/33) ayeti hakkında sorunca Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali, Hasan, Hüseyin, Hamza, Cafer, Fatıma ve Hatice’dir”[23]
Peygamber Efendimizin (s.a.a) Hz. Hatice’ye (a.s) İlgisi
Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber efendimizle (s.a.a) birlikte 24 yıl yaşamıştır.[24] Hatice (a.s) hayatta iken Peygamber (s.a.a) başka bir kadınla evlenmedi, Hatice (a.s) vefat ettikten sonra Hatice’nin (a.s) kabrine inerek oraya yerleştirdi.[25]
Abdullah b. Cafer, Ali’den (a.s) Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Ümmetimin kadınlarının en üstünü Hatice’dir. Önceki ümmetlerin en üstün kadını da Meryem idi”[26]
Enes b. Malik’ten Peygamberimize (s.a.a) ne zaman hediye getirilse şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Onu falan kadının evine götürünüz. O kadın, Hatice’nin dostu idi ve Hatice’yi seviyordu.”[27]
Peygamberimizin (s.a.a) eşi Ayşe şöyle söylemiştir: “Peygamber, onu andığı zaman duyduğumda, kurban kestiği zaman onu Hatice’nin dostlarına hediye verdiğinde, Hatice’yi kıskandığım kadar, başka bir kadını kıskanmadım.[28]
Aişe şöyle söylemiştir: “Peygamber (s.a.a) Hatice’yi anmadan ve onu için bağışlanma dilemeden evden dışarı çıkmıyordu. Yine bir gün onu andı. Ben de kıskanarak, şöyle dedim:
-O yaşlı bir kadındı. Allah, size onun yerine ondan daha iyisine verdi.
Peygamber öfkelenerek şöyle buyurdu:
-Hayır! Allah’a yemin ederim ki ondan daha iyisini bana vermemiştir. Hatice gibisi nerededir? O, insanlar beni inkar ettiği zaman, iman etti. O, insanlar beni yalanladığı zaman, doğruladı. O, malıyla bana yardım etti. Yüce Allah kadınların arasında, yanlızca ondan çocuk verdi.
Şöyle nakletmişlerdir: Peygamber (s.a.a) ne zaman Hatice’nin (a.s) adını duysa ağlardı.
Yine şöyle nakledilmiştir:
Bir gün yaşlı bir kadın Peygamber’in (s.a.a) yanına geldi. Peygamber (s.a.a) ona çok şefkatli davrandı. O yaşlı kadın gittikten sonra, Aişe nedenini sorunca Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Bu kadın, Hatice (a.s) zamanında bize gelirdi.”[29]
Hazret-i Hatice’nin (a.s) Vefatı
Müslümanlar, Ebu Talib vadisinde üç yıl zor şartlar altında yaşadıktan ve Hazret-i Hatice’nin (a.s) mali yardımları sayesinde kurtulduktan sonra, zorluklar Hazret-i Hatice’nin (a.s) direncini kırarak ömrünü kısalttı. Dolayısıyla, ondan sonra hastalandı.
İlk önce, Peygamber’in (s.a.a) büyük koruyucusu Ebu Talip (r.a) vefat etti. Bazı tarihçilerin nakline göre, üç gün sonra da Hazret-i Hatice (a.s) 65 yaşında vefat ederek, “Hücun” bölgesine defnedildi.
Bu yazının sonunda şu olayında antılması gerekir ki; Hazret-i Hatice (a.s) ölüm döşeğinde iken, Esma Binti Umeys’i yanına çağırarak, kızı Fatıma (a.s) hakkında öğütler vermiştir. Sonra Fatıma’yı (a.s) Peygamber’in (s.a.a) yanına göndererek, şefaatçi olması için, elbiselerinden birini kefen olarak vermesini rica etti. Sonra gözlerini dünyaya kapattı.
Bu olay, Peygamber efendimize (s.a.a) çok ağır gelmişti. Onun için, bir kaç gün evden dışarı çıkmadı ve o yılı “hüzün yılı” olarak adlandırdı.
Ali b. Ebi Talib (a.s) da bu iki büyük insan hakkında şu şiiri söylemiştir:
“Ey gözlerim! Aferin size!
Artık giden o ikisi gibisine bakmayacaksınız.
Büyük derin ırmağa ve kadınların kadınına,
O ilk namaz kılan kişidir.
Yüce Allah’ın arındırdığı ve üstün kıldığı
O seçkin kadına göz yaşı dökünüz.
Bu ikisinin ölümü gündüzümü geceye çevirdi.
Bundan sonra, geceleri
O iki kişinin üzüntüsüyle geçireceğim.
O ikisi, zalimlere karşı
Muhammed’in (s.a.a) dinine yardım ettiler.
Sözlerini yerine getirdiler.[30]
Dipnotlar _____________________________________________________________________________________________________________
[1] Riyahuş Şeriat, c. 2; Bihar’ul-Envar, c. 6
[2] Müntehil Amal, Merhum Muhaddis Kummi
[3] Ahzab suresi, 32. ayet
[4] İbn-i Sad Tabakat’ul-Kübra, c. 8, s. 18; Muhaddisat-i Şia’dan naklen; Yazar: Nehlağurevi Naini
[5] İstiab, c. 2, s. 419, N. 13
[6] Usd’ul Gabe, c. 5, s. 437-İstiab, c. 4, s. 1821, Muhaddisat-i Şia’dan naklen; Yazar, Nehlağurevi Naini
[7] Hısal-i Saduk, 4. bab
[8] Ahzab suresi, 5. ayet
[9] Hısal-i Saduk; 4. bab
[10] Bihar’ul-Envar, c. 22, s. 151; Siret-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 190
[11] Müntehel A’mal, Fatıma-i Zehra’nın (a.s) Doğumu Babı
[12] Bihar’ul-Envar, c. 35, s. 43
[13] Riyahuş eş Şeriat, c. 2, s. 209
[14] el-Vekayi ve’l-Havadis, Muhammed Bakır Melbubi, Nasıh ut-Tevarih’ten naklen, s. 13
[15] a.g.e
[16] Münafikun suresi, 7. ayet
[17] Bakara suresi, 3.a yet
[18] Ahzab suresi, 28-29. ayetler
[19] Ahzab suresi, 31. ayet
[20] Bihar’ul-ENvar, c. 18, s. 385
[21] Bihar’ul-Envar, c. 43, Bab-ı Menakıb-i Fatıma (a.s), s. 27
[22] Bihar’ul-Envar, c. 22, Vefatı ve Gaslı (s.a.a), s. 510
[23] Kenz’ul-Ummal
[24] Sefinet’ül-Bihar, c. 1, Bab H., s. 379
[25] Sefinet’ül_Bihar, c. 1, Bab H. S. 380
[26] Müsned-i Ahmet b. Hanbel, Vekayi ve Havadis’ten naklen, Muhammed Bakır Melbubi
[27] Sefinet’ul-Bihar, c. 1, Bab H., s. 380
[28] A.g.e
[29] A.g.e., c. 1, s. 379 ve 381
[30] Divan-i İmam Ali (a.s); Kutbud’din Hasan Beyhaki Nişaburi, s. 360