
کارگر
Azerbaycan, Batılı casusluk örgütlerinin yuvası olmuş
msnbc kanalı Bakü'nun Batı'nın İran karşıtı casusluk faaliyetlerinin yuvasına dönüştüğünü duyurdu.
Bakü yönetiminin Amerika ile korsan İsrail ilişkilerini masaya yatıran msnbc kanalı, Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının bu zümrenin İran karşıtı casusluk faaliyetlerinin yuvasına dönüştüğünü belirtti.
Söz konusu haber kanalı bu ülkenin Batı'nın İran ile diplomatik savaşında bir köprü rolü ifa ettiğini belirterek sekular bir diktatörlükle yönetilen Azerbaycan Cumhuriyeti'nin İran ile uzun ortak sınırı bulunduğunu ve Amerika ile korsan İsrail'in güvendiği ender ülkelerin arasında yer aldığını vurguladı.
Amerikalı bazı uzmanlar da Bakü'nün şu anda İran'ı gözetleme merkezine dönüştüğünü dile getiriyor.
İran, Avrupa'ya Buten-1 ihracatına başladı
İran'ın Cem Petrokimya firması başkanı Mustafa Murtazavi, Avrupa'nın güneyinde bir ülkeye 500 tonluk Buten-1 ihracatını açıkladı.
Bir basın toplantısında konuşan Murtazavi, Cem petrokimya tesisleri dünyanın en büyük Olfin tesisleri olduğunu belirtti.
Bu tesislerin yılda 1.32 miyon ton üretim kapasitesi ile faaliyetini yaptırımlara karşın aksatmadan yürüttüğünü belirten Murtazavi, tesisin 43 aylık bir süre içerisinde ve 85 milyon avro ile inşa edildiğini ve yılda 100 bin ton Buten-1 üretme kapasitesine sahip olduğunu ifade etti.
Murtazavi, İran'ın ihtiyacı yılda 50 bin ton olduğunu ve ünitelerin tam kapasite çalışması ile ihracat imkanı doğduğunu vurguladı.
Murtazavi bu çerçevede Avrupa'nın güneyinde bir ülke ile 500 tonluk Buten-1 ihracatı üzerine anlaşma imzalandığını, ihracatın yakında gerçekleşeceğini kaydetti.
İran ile 5+1 müzakerelerinin ilk turu İstanbul'da
Fars Haber Ajansı'nın ilk olarak duyurduğu İran ile 5+1 arasındaki müzakerelerin ilk turunun İstanbul'da yapılacağı haberi doğru çıktı.
FHA'nın İran ile 5+1 arasında ilk tur müzakerelerin İstanbul'da yapılacağı haberi, en yetkili ağızdan doğrulandı.
İran milli güvenlik konseyi sekreterliği, İMGK sekreteri Said Celili ile AB Dış Politika Şefi Catherine Ashton yardımcıları arasında sıkı bir pazarlığın ardından, tarafların müzakerelerin ilk turunun İstanbul'da düzenlenmesi üzerinde mutabakata vardıklarını açıkladı.
Açıklamada, müzakerelerin ikinci turunun Bağdat'ta yapılmasının kararlaştırıldığı, ikinci tur müzakerelerin tarihi ise İstanbul'daki oturumun sonunda açıklanacağı belirtildi.
Müzakerelerin İstanbul'da yapılacağını ilk FHA duyururken, başbakan Erdoğan Çin'de bu konuda teyit edilmiş bilgisi olmadığını belirmişti.
Yunanistan'a petrol ihracatı durduruldu
İran Petrol Bakanı Rüstem Kasımi, Yunanistan'a yapılan petrol ihracatının tamamen durdurulduğunu açıkladı.
Cem Petrokimya Buten-1 ünitesinin açılış töreninde gazetecilere konuşan Kasımi, bu tesislerin tamamını özel sektöre devretmek istediklerini belirtti.
Avrupa'nın İran petrol sektörüne yönelik yaptırımları aslında yıllardan beri devam ettiğini belirten Bakan Kasımi, ancak bu yaptırımların şimdiye kadar İran'ın petrol sektörünün iktidarını asla etkileyemediğini vurguladı.
Kasımı, şu anda bir kaç Avrupa ülkesine artık petrol satılmadığını belirterek, Yunanistan'a petrol ihracatının tamamen durdurulduğunu ifade etti.
5+1 masaya dürüst otursun
Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, 5+1 grubundan İran ile müzakere masasına dürüst oturmasını istedi.
FHA- Bazı Batılı medya organlarının 5+1'in İran ile müzakere için bazı şartlar ileri sürdüğü spekülasyonlarını değerlendiren Salihi, bunlar medyada çıkan haberler olduğunu ve bu yüzden İran'ın karar verme temelini oluşturamayacağını belirtti.
Salihi, müzakere öncesi şart koymanın müzakereden önce sonuca varma anlamına geldiğini ve bu yüzden müzakere etmenin anlamsız olacağını, hiç bir tarafın önceden şart koyamayacağını vurguladı.
Salihi bu yüzden 5+1'den müzakere masasına dürüstlük ilkesi çerçevesinde oturmasını istediğini, müzakerelerde ortak sonuçlara ulaşmayı umduğunu ifade etti.
Kumeyl Duası, Anlamı ve Türkçe Okunuşu
اَللّـهُمَّ اِنّي أَسْأَلُكَ بِرَحْمَتِكَ الَّتي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْء، وَبِقُوَّتِكَ الَّتي قَهَرْتَ بِها كُلَّ شَيْء، وَخَضَعَ لَها كُلُّ شَيء، وَذَلَّ لَها كُلُّ شَيء، وَبِجَبَرُوتِكَ الَّتي غَلَبْتَ بِها كُلَّ شَيء، وَبِعِزَّتِكَ الَّتي لا يَقُومُ لَها شَيءٌ، وَبِعَظَمَتِكَ الَّتي مَلاََتْ كُلَّ شَيء، وَبِسُلْطانِكَ الَّذي عَلا كُلَّ شَيء، وَبِوَجْهِكَ الْباقي بَعْدَ فَناءِ كُلِّ شَيء، وَبِأَسْمائِكَ الَّتي مَلاََتْ اَرْكانَ كُلِّ شَيء، وَبِعِلْمِكَ الَّذي اَحاطَ بِكُلِّ شَيء، وَبِنُورِ وَجْهِكَ الَّذي اَضاءَ لَهُ كُلُّ شيء، يا نُورُ يا قُدُّوسُ، يا اَوَّلَ الاَْوَّلِينَ وَيا آخِرَ الاْخِرينَ، اَللّهُمَّ اغْفِرْ لِي الذُّنُوبَ الَّتي تَهْتِكُ الْعِصَمَ، اَللّـهُمَّ اغْفِـرْ لِي الذُّنُوبَ الَّتي تُنْزِلُ النِّقَمَ، اَللّهُمَّ اغْفِرْ لِي الذُّنُوبَ الَّتي تُغَيِّـرُ النِّعَمَ، اَللّـهُمَّ اغْفِرْ لي الذُّنُوبَ الَّتي تَحْبِسُ الدُّعاءَ، اَللّـهُمَّ اغْفِرْ لِي الذُّنُوبَ الَّتي تُنْزِلُ الْبَلاءَ، اَللّهُمَّ اغْفِرْ لي كُلَّ ذَنْب اَذْنَبْتُهُ، وَكُلَّ خَطيئَة اَخْطَأتُها، اَللّهُمَّ اِنّي اَتَقَرَّبُ اِلَيْكَ بِذِكْرِكَ، وَاَسْتَشْفِعُ بِكَ اِلى نَفْسِكَ، وَأَسْأَلُكَ بِجُودِكَ اَنْ تُدْنِيَني مِنْ قُرْبِكَ، وَاَنْ تُوزِعَني شُكْرَكَ، وَاَنْ تُلْهِمَني ذِكْرَكَ، اَللّهُمَّ اِنّي أَسْأَلُكَ سُؤالَ خاضِع مُتَذَلِّل خاشِع اَنْ تُسامِحَني وَتَرْحَمَني وَتَجْعَلَني بِقِسْمِكَ راضِياً قانِعاً وَفي جَميعِ الاَْحْوالِ مُتَواضِعاً، اَللّهُمَّ وَأَسْأَلُكَ سُؤالَ مَنِ اشْتَدَّتْ فاقَتُهُ، وَاَنْزَلَ بِكَ عِنْدَ الشَّدائِدِ حاجَتَهُ، وَعَظُمَ فيما عِنْدَكَ رَغْبَتُهُ، اَللّـهُمَّ عَظُمَ سُلْطانُكَ وَعَلا مَكانُكَ وَخَفِي مَكْرُكَ وَظَهَرَ اَمْرُكَ وَغَلَبَ قَهْرُكَ وَجَرَتْ قُدْرَتُكَ وَلا يُمْكِنُ الْفِرارُ مِنْ حُكُومَتِكَ، اَللّهُمَّ لا اَجِدُ لِذُنُوبي غافِراً، وَلا لِقَبائِحي ساتِراً، وَلا لِشَيء مِنْ عَمَلِي الْقَبيحِ بِالْحَسَنِ مُبَدِّلاً غَيْرَكَ لا اِلـهَ إلاّ اَنْتَ سُبْحانَكَ وَبِحَمْدِكَ ظَلَمْتُ نَفْسي، وَتَجَرَّأْتُ بِجَهْلي وَسَكَنْتُ اِلى قَديمِ ذِكْرِكَ لي وَمَنِّكَ عَلَيَّ، اَللّهُمَّ مَوْلاي كَمْ مِنْ قَبيح سَتَرْتَهُ وَكَمْ مِنْ فادِح مِنَ الْبَلاءِ اَقَلْتَهُ (اَمَلْتَهُ) وَكَمْ مِنْ عِثار وَقَيْتَهُ، وَكَمْ مِنْ مَكْرُوه دَفَعْتَهُ، وَكَمْ مِنْ ثَناء جَميل لَسْتُ اَهْلاً لَهُ نَشَرْتَهُ، اَللّهُمَّ عَظُمَ بَلائي وَاَفْرَطَ بي سُوءُ حالي، وَقَصُرَتْ (قَصَّرَتْ) بي اَعْمالي وَقَعَدَتْ بي اَغْلالى، وَحَبَسَني عَنْ نَفْعي بُعْدُ اَمَلي (آمالي(، وَخَدَعَتْنِي الدُّنْيا بِغُرُورِها، وَنَفْسي بِجِنايَتِها (بِخِيانَتِها (وَمِطالي يا سَيِّدي فَأَسْأَلُكَ بِعِزَّتِكَ اَنْ لا يَحْجُبَ عَنْكَ دُعائي سُوءُ عَمَلي وَفِعالي، وَلا تَفْضَحْني بِخَفِي مَا اطَّلَعْتَ عَلَيْهِ مِنْ سِرّى، وَلا تُعاجِلْني بِالْعُقُوبَةِ عَلى ما عَمِلْتُهُ في خَلَواتي مِنْ سُوءِ فِعْلي وَإساءَتي وَدَوامِ تَفْريطي وَجَهالَتي وَكَثْرَةِ شَهَواتي وَغَفْلَتي، وَكُنِ اللّهُمَّ بِعِزَّتِكَ لي في كُلِّ الاَْحْوالِ (فِي الاَْحْوالِ كُلِّها) رَؤوفاً وَعَلَي في جَميعِ الاُْمُورِ عَطُوفاً اِلـهي وَرَبّي مَنْ لي غَيْرُكَ أَسْأَلُهُ كَشْفَ ضُرّي وَالنَّظَرَ في اَمْري، اِلهي وَمَوْلاي اَجْرَيْتَ عَلَي حُكْماً اِتَّبَعْتُ فيهِ هَوى نَفْسي وَلَمْ اَحْتَرِسْ فيهِ مِنْ تَزْيينِ عَدُوّي، فَغَرَّني بِما اَهْوى وَاَسْعَدَهُ عَلى ذلِكَ الْقَضاءُ فَتَجاوَزْتُ بِما جَرى عَلَي مِنْ ذلِكَ بَعْضَ حُدُودِكَ، وَخالَفْتُ بَعْضَ اَوامِرِكَ فَلَكَ الْحَمْدُ (اَلْحُجَّةُ) عَلي في جَميعِ ذلِكَ وَلا حُجَّةَ لي فيما جَرى عَلَيَّ فيهِ قَضاؤُكَ وَاَلْزَمَني حُكْمُكَ وَبَلاؤُكَ، وَقَدْ اَتَيْتُكَ يا اِلـهي بَعْدَ تَقْصيري وَاِسْرافي عَلى نَفْسي مُعْتَذِراً نادِماً مُنْكَسِراً مُسْتَقيلاً مُسْتَغْفِراً مُنيباً مُقِرّاً مُذْعِناً مُعْتَرِفاً لا اَجِدُ مَفَرّاً مِمّا كانَ مِنّي وَلا مَفْزَعاً اَتَوَجَّهُ اِلَيْهِ في اَمْري غَيْرَ قَبُولِكَ عُذْري وَاِدْخالِكَ اِيّايَ في سَعَة (مِنْ) رَحْمَتِكَ اَللّـهُمَّ (اِلـهي) فَاقْبَلْ عُذْري وَارْحَمْ شِدَّةَ ضُرّي وَفُكَّني مِنْ شَدِّ وَثاقي، يا رَبِّ ارْحَمْ ضَعْفَ بَدَني وَرِقَّةَ جِلْدي وَدِقَّةَ عَظْمي، يا مَنْ بَدَأَ خَلْقي وَذِكْري وَتَرْبِيَتي وَبِرّى وَتَغْذِيَتي هَبْني لاِبـْتِداءِ كَرَمِكَ وَسالِفِ بِرِّكَ بي يا اِلـهي وَسَيِّدي وَرَبّي، اَتُراكَ مُعَذِّبي بِنارِكَ بَعْدَ تَوْحيدِكَ وَبَعْدَ مَا انْطَوى عَلَيْهِ قَلْبي مِنْ مَعْرِفَتِكَ وَلَهِجَ بِهِ لِساني مِنْ ذِكْرِكَ، وَاعْتَقَدَهُ ضَميري مِنْ حُبِّكَ، وَبَعْدَ صِدْقِ اعْتِرافي وَدُعائي خاضِعاً لِرُبُوبِيَّتِكَ، هَيْهاتَ اَنْتَ اَكْرَمُ مِنْ اَنْ تُضَيِّعَ مَنْ رَبَّيْتَهُ اَوْ تُبْعِدَ (تُبَعِّدَ) مَنْ اَدْنَيْتَهُ اَوْ تُشَرِّدَ مَنْ اوَيْتَهُ اَوْ تُسَلِّمَ اِلَى الْبَلاءِ مَنْ كَفَيْتَهُ وَرَحِمْتَهُ، وَلَيْتَ شِعْرى يا سَيِّدي وَاِلـهي وَمَوْلايَ اَتُسَلِّطُ النّارَ عَلى وُجُوه خَرَّتْ لِعَظَمَتِكَ ساجِدَةً، وَعَلى اَلْسُن نَطَقَتْ بِتَوْحيدِكَ صادِقَةً، وَبِشُكْرِكَ مادِحَةً، وَعَلى قُلُوب اعْتَرَفَتْ بِاِلهِيَّتِكَ مُحَقِّقَةً، وَعَلى ضَمائِرَ حَوَتْ مِنَ الْعِلْمِ بِكَ حَتّى صارَتْ خاشِعَةً، وَعَلى جَوارِحَ سَعَتْ اِلى اَوْطانِ تَعَبُّدِكَ طائِعَةً وَاَشارَتْ بِاسْتِغْفارِكَ مُذْعِنَةً، ما هكَذَا الظَّنُّ بِكَ وَلا اُخْبِرْنا بِفَضْلِكَ عَنْكَ يا كَريمُ يا رَبِّ وَاَنْتَ تَعْلَمُ ضَعْفي عَنْ قَليل مِنْ بَلاءِ الدُّنْيا وَعُقُوباتِها وَما يَجْري فيها مِنَ الْمَكارِهِ عَلى اَهْلِها، عَلى اَنَّ ذلِكَ بَلاءٌ وَمَكْرُوهٌ قَليلٌ مَكْثُهُ، يَسيرٌ بَقاؤُهُ، قَصيرٌ مُدَّتُهُ فَكَيْفَ احْتِمالي لِبَلاءِ الاْخِرَةِ وَجَليلِ (حُلُولِ) وُقُوعِ الْمَكارِهِ فيها وَهُوَ بَلاءٌ تَطُولُ مُدَّتُهُ وَيَدُومُ مَقامُهُ وَلا يُخَفَّفُ عَنْ اَهْلِهِ لاَِنَّهُ لا يَكُونُ إلاّ عَنْ غَضَبِكَ وَاْنتِقامِكَ وَسَخَطِكَ، وَهذا ما لا تَقُومُ لَهُ السَّمـاواتُ وَالاَْرْضُ يا سَيِّدِي فَكَيْفَ لي (بي) وَاَنَا عَبْدُكَ الضَّعيـفُ الـذَّليـلُ الْحَقيـرُ الْمِسْكيـنُ الْمُسْتَكينُ، يا اِلهي وَرَبّي وَسَيِّدِي وَمَوْلايَ لاَِيِّ الاُْمُورِ اِلَيْكَ اَشْكُو وَلِما مِنْها اَضِجُّ وَاَبْكي لاَِليمِ الْعَذابِ وَشِدَّتِهِ، اَمْ لِطُولِ الْبَلاءِ وَمُدَّتِهِ، فَلَئِنْ صَيَّرْتَنى لِلْعُقُوباتِ مَعَ اَعْدائِكَ وَجَمَعْتَ بَيْني وَبَيْنَ اَهْلِ بَلائِكَ وَفَرَّقْتَ بَيْني وَبَيْنَ اَحِبّائِكَ وَاَوْليائِكَ، فَهَبْني يا اِلـهى وَسَيِّدِي وَمَوْلايَ وَرَبّي صَبَرْتُ عَلى عَذابِكَ فَكَيْفَ اَصْبِرُ عَلى فِراقِكَ، وَهَبْني (يا اِلـهي) صَبَرْتُ عَلى حَرِّ نارِكَ فَكَيْفَ اَصْبِرُ عَنِ النَّظَرِ اِلى كَرامَتِكَ اَمْ كَيْفَ اَسْكُنُ فِي النّارِ وَرَجائي عَفْوُكَ فَبِعِزَّتِكَ يا سَيِّدى وَمَوْلايَ اُقْسِمُ صادِقاً لَئِنْ تَرَكْتَني ناطِقاً لاَِضِجَّنَّ اِلَيْكَ بَيْنَ اَهْلِها ضَجيجَ الاْمِلينَ (الاْلِمينَ) وَلاََصْرُخَنَّ اِلَيْكَ صُراخَ الْمَسْتَصْرِخينَ، وَلاََبْكِيَنَّ عَلَيْكَ بُكاءَ الْفاقِدينَ، وَلاَُنادِيَنَّكَ اَيْنَ كُنْتَ يا وَلِيَّ الْمُؤْمِنينَ، يا غايَةَ آمالِ الْعارِفينَ، يا غِياثَ الْمُسْتَغيثينَ، يا حَبيبَ قُلُوبِ الصّادِقينَ، وَيا اِلهَ الْعالَمينَ، اَفَتُراكَ سُبْحانَكَ يا اِلهى وَبِحَمْدِكَ تَسْمَعُ فيها صَوْتَ عَبْد مُسْلِم سُجِنَ (يُسْجَنُ) فيها بِمُخالَفَتِهِ، وَذاقَ طَعْمَ عَذابِها بِمَعْصِيَتِهِ وَحُبِسَ بَيْنَ اَطْباقِها بِجُرْمِهِ وَجَريرَتِهِ وَهُوَ يَضِجُّ اِلَيْكَ ضَجيجَ مُؤَمِّل لِرَحْمَتِكَ، وَيُناديكَ بِلِسانِ اَهْلِ تَوْحيدِكَ، وَيَتَوَسَّلُ اِلَيْكَ بِرُبُوبِيَّتِكَ، يا مَوْلايَ فَكَيْفَ يَبْقى فِي الْعَذابِ وَهُوَ يَرْجُو ما سَلَفَ مِنْ حِلْمِكَ، اَمْ كَيْفَ تُؤْلِمُهُ النّارُ وَهُوَ يَأْملُ فَضْلَكَ وَرَحْمَتَكَ اَمْ كَيْفَ يُحْرِقُهُ لَهيبُها وَاَنْتَ تَسْمَعُ صَوْتَهُ وَتَرى مَكانَه اَمْ كَيْفَ يَشْتَمِلُ عَلَيْهِ زَفيرُها وَاَنْتَ تَعْلَمُ ضَعْفَهُ، اَمْ كَيْفَ يَتَقَلْقَلُ بَيْنَ اَطْباقِها وَاَنْتَ تَعْلَمُ صِدْقَهُ، اَمْ كَيْفَ تَزْجُرُهُ زَبانِيَتُها وَهُوَ يُناديكَ يا رَبَّهُ، اَمْ كَيْفَ يَرْجُو فَضْلَكَ في عِتْقِهِ مِنْها فَتَتْرُكُهُ فيها هَيْهاتَ ما ذلِكَ الظَّنُ بِكَ وَلاَ الْمَعْرُوفُ مِنْ فَضْلِكَ وَلا مُشْبِهٌ لِما عامَلْتَ بِهِ الْمُوَحِّدينَ مِنْ بِرِّكَ وَاِحْسانِكَ، فَبِالْيَقينِ اَقْطَعُ لَوْ لا ما حَكَمْتَ بِهِ مِنْ تَعْذيبِ جاحِديكَ، وَقَضَيْتَ بِهِ مِنْ اِخْلادِ مُعانِدِيكَ لَجَعَلْتَ النّارَ كُلَّها بَرْداً وَسَلاماً وَما كانَت لاَِحَد فيها مَقَرّاً وَلا مُقاماً لكِنَّكَ تَقَدَّسَتْ اَسْماؤُكَ اَقْسَمْتَ اَنْ تَمْلاََها مِنَ الْكافِرينَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنّاسِ اَجْمَعينَ، وَاَنْ تُخَلِّدَ فيهَا الْمُعانِدينَ وَاَنْتَ جَلَّ ثَناؤُكَ قُلْتَ مُبْتَدِئاً، وَتَطَوَّلْتَ بِالاًِنْعامِ مُتَكَرِّماً اَفَمَنْ كانَ مُؤْمِناً كَمَنْ كانَ فاسِقاً لا يَسْتَوُونَ، اِلهى وَسَيِّدى فَأَسْأَلُكَ بِالْقُدْرَةِ الَّتى قَدَّرْتَها، وَبِالْقَضِيَّةِ الَّتي حَتَمْتَها وَحَكَمْتَها وَغَلَبْتَ مَنْ عَلَيْهِ اَجْرَيْتَها اَنْ تَهَبَ لى فى هذِهِ اللَّيْلَةِ وَفي هذِهِ السّاعَةِ كُلَّ جُرْم اَجْرَمْتُهُ، وَكُلَّ ذَنْب اَذْنَبْتُهُ، وَكُلَّ قَبِيح اَسْرَرْتُهُ، وَكُلَّ جَهْل عَمِلْتُهُ، كَتَمْتُهُ اَوْ اَعْلَنْتُهُ اَخْفَيْتُهُ اَوْ اَظْهَرْتُهُ، وَكُلَّ سَيِّئَة اَمَرْتَ بِاِثْباتِهَا الْكِرامَ الْكاتِبينَ الَّذينَ وَكَّلْتَهُمْ بِحِفْظِ ما يَكُونُ مِنّي وَجَعَلْتَهُمْ شُهُوداً عَلَيَّ مَعَ جَوارِحي، وَكُنْتَ اَنْتَ الرَّقيبَ عَلَيَّ مِنْ وَرائِهِمْ، وَالشّاهِدَ لِما خَفِيَ عَنْهُمْ، وَبِرَحْمَتِكَ اَخْفَيْتَهُ، وَبِفَضْلِكَ سَتَرْتَهُ، وَاَنْ تُوَفِّرَ حَظّي مِنْ كُلِّ خَيْر اَنْزَلْتَهُ (تُنَزِّلُهُ) اَوْ اِحْسان فَضَّلْتَهُ اَوْ بِرٍّ نَشَرْتَهُ (تَنْشُرُهُ) اَوْ رِزْق بَسَطْتَهُ (تَبْسُطُهُ) اَوْ ذَنْب تَغْفِرُهُ اَوْ خَطَأ تَسْتُرُهُ، يا رَبِّ يا رَبِّ يا رَبِّ يا اِلهي وَسَيِّدي وَمَوْلايَ وَمالِكَ رِقّى، يا مَنْ بِيَدِهِ ناصِيَتى يا عَليماً بِضُرّى (بِفَقْرى) وَمَسْكَنَتى، يا خَبيراً بِفَقْرى وَفاقَتى يا رَبِّ يا رَبِّ يا رَبِّ أَسْأَلُكَ بِحَقِّكَ وَقُدْسِكَ وَاَعْظَمِ صِفاتِكَ وَاَسْمائِكَ اَنْ تَجْعَلَ اَوْقاتي مِنَ (فِي) اللَّيْلِ وَالنَّهارِ بِذِكْرِكَ مَعْمُورَةً، وَبِخِدْمَتِكَ مَوْصُولَةً، وَاَعْمالى عِنْدَكَ مَقْبُولَةً حَتّى تَكُونَ اَعْمالي وَاَوْرادى (وَاِرادَتي) كُلُّها وِرْداً واحِداً وَحالى فى خِدْمَتِكَ سَرْمَداً، يا سَيِّدي يا مَنْ عَلَيْهِ مُعَوَّلي يا مَنْ اِلَيْهِ شَكَوْتُ اَحْوالي يا رَبِّ يا رَبِّ يا رَبِّ، قَوِّ عَلى خِدْمَتِكَ جَوارِحى وَاشْدُدْ عَلَى الْعَزيمَةِ جَوانِحي وَهَبْ لِيَ الْجِدَّ في خَشْيَتِكَ، وَالدَّوامَ فِي الاِْتِّصالِ بِخِدْمَتِكَ، حَتّى اَسْرَحَ اِلَيْكَ في مَيادينِ السّابِقينَ وَاُسْرِعَ اِلَيْكَ فِي الْبارِزينَ (الْمُبادِرينَ) وَاَشْتاقَ اِلى قُرْبِكَ فِي الْمُشْتاقينَ وَاَدْنُوَ مِنْكَ دُنُوَّ الُْمخْلِصينَ، وَاَخافَكَ مَخافَةَ الْمُوقِنينَ، وَاَجْتَمِعَ فى جِوارِكَ مَعَ الْمُؤْمِنينَ، اَللّهُمَّ وَمَنْ اَرادَني بِسُوء فَاَرِدْهُ وَمَنْ كادَني فَكِدْهُ، وَاجْعَلْني مِنْ اَحْسَنِ عَبيدِكَ نَصيباً عِنْدَكَ، وَاَقْرَبِهِمْ مَنْزِلَةً مِنْكَ، وَاَخَصِّهِمْ زُلْفَةً لَدَيْكَ، فَاِنَّهُ لا يُنالُ ذلِكَ إلاّ بِفَضْلِكَ، وَجُدْ لي بِجُودِكَ وَاعْطِفْ عَلَيَّ بِمَجْدِكَ وَاحْفَظْني بِرَحْمَتِكَ، وَاجْعَلْ لِسانى بِذِكْرِكَ لَهِجَاً وَقَلْبي بِحُبِّكَ مُتَيَّماً وَمُنَّ عَلَيَّ بِحُسْنِ اِجابَتِكَ، وَاَقِلْني عَثْرَتي وَاغْفِرْ زَلَّتي، فَاِنَّكَ قَضَيْتَ عَلى عِبادِكَ بِعِبادَتِكَ، وَاَمَرْتَهُمْ بِدُعائِكَ، وَضَمِنْتَ لَهُمُ الاِْجابَةَ، فَاِلَيْكَ يا رَبِّ نَصَبْتُ وَجْهي وَاِلَيْكَ يا رَبِّ مَدَدْتُ يَدي، فَبِعِزَّتِكَ اسْتَجِبْ لي دُعائي وَبَلِّغْني مُنايَ وَلا تَقْطَعْ مِنْ فَضْلِكَ رَجائي، وَاكْفِني شَرَّ الْجِنِّ وَالاِْنْسِ مِنْ اَعْدائي، يا سَريعَ الرِّضا اِغْفِرْ لِمَنْ لا يَمْلِكُ إلاّ الدُّعاءَ فَاِنَّكَ فَعّالٌ لِما تَشاءُ، يا مَنِ اسْمُهُ دَواءٌ وَذِكْرُهُ شِفاءٌ وَطاعَتُهُ غِنىً، اِرْحَمْ مَنْ رَأْسُ مالِهِ الرَّجاءُ وَسِلاحُهُ الْبُكاءُ، يا سابِـغَ النِّعَمِ، يا دافِعَ النِّقَمِ، يا نُورَ الْمُسْتَوْحِشينَ فِي الظُّلَمِ، يا عالِماً لا يُعَلَّمُ، صَلِّ عَلى مُحَمَّد وَآلِ مُحَمَّد وَافْعَلْ بي ما اَنْتَ اَهْلُهُ وَصَلَّى اللهُ عَلى رَسُولِهِ وَالاَْئِمَّةِ الْمَيامينَ مِنْ آلِهِ (اَهْلِهِ) وَسَلَّمَ تَسْليماً كَثيراً كثيرا
Kumeyl Duasının Türkçe Yazılışı
Allahumme inni es’eluke birahmetikelleti vesiet kulle şey, ve biguvvetikelleti gaherte biha kulle şey, ve hezee leha kullu şey, ve zelle leha kullu şey, ve biceberutikelleti ğalebte biha kulle şey, ve biizzetikelleti la yegûmu leha şey, ve biazametikelleti meleet kulle şey, ve bisultanikellezi ela kulle şey, ve bivechikel baki be’de fenai kulli şey, ve biesmaikelleti meleet erkane kulli şey, ve biilmikellezi ehate bikulli şey, ve binuri vechikellezi ezae lehu kullu şey, ya nuru ya guddus, ya evvelel evvelin ve ya ahirel ahirin,
Allahummeğfir liyez zunubelleti tehtikul isam, Allahummeğfir liyez zunubelleti tunzilun nigam, Allahummeğfir liyez zunubelleti tuğeyyirun niem, Allahummeğfir liyez zunubelleti tehbisu’d dua, Allahummeğfir liyez zunubelleti tunzilul bela, Allahummeğfir li kulle zenbin eznebtuh, ve kulle hatietin ehte’tuha,
Allahumme inni etegarrabu ileyke bizikrike, ve esteşfiu bike ila nefsik, ve eseluke bicudike en tudniyeni min gurbik, ve en tuzieni şukrek, ve en tulhimeni zikrek, Allahumme inni eseluke suale hâziin mutezellilin hâşiin en tusamiheni ve terhemeni ve tec’eleni bigısmike raziyen ganien ve fi cemii’l ehvali mutevazien, Allahumme ve es’eluke suale menişteddet fagatuh, ve enzele bike indeşşedaidi haceteh, ve ezume fima indeke rağbetuh,
Allahumme ezume sultanuk ve ela mekanuk ve hefiye mekruke ve zehere emruk ve ğalebe gahruke ve ceret gudretuke ve la yumkinul firaru min hukumetik, Allahumme la ecidu lizunubi ğafiren ve la ligabaihi satiren ve la lişey’in min emeliyel gabihi bilheseni mubeddilen ğayrek, la ilahe illa ente subhaneke ve bihemdik, zalemtu nefsi ve tecerre’tu bicehli ve sekentu ila gadimi zikrike li ve mennike aleyye,
Allahumme mevlaye kem min gabihin setertehu ve kem min fadihin minel belai egaltehu (emeltehu) ve kem min isarin vegaytehu ve kem min mekruhin defe’tehu ve kem min senain cemilin lestu ehlen lehu neşertehu, Allahumme ezume belai ve efrete bi suu hali ve gasuret bi e’mali ve gaedet bi eğlali ve hebeseni en nef’ii bu’du emeli ve hedeetni’d dunya biğururiha ve nefsi bicinayetiha ve mitali ya seyyidi fe eseluke biizzetike en la yehcube enke duai suu emeli ve fiali ve la tefzehni bihefiyyi mettele’te aleyhi min sırri ve la tuacilni bil ugubeti alâ ma emiltuhu fi helevati min sui fi’li ve isaeti ve devami tefrîti ve cehaleti ve kesreti şehevati ve ğefleti, ve kunillahumme biizzetike li fi kullil ehvali raufen ve aleyye fi cemii’l umuri atufen,
İlahi ve rabbi men li ğayruk, es’eluhu keşfe zurri vennezere fî emri, ilahi ve mevlay ecrayte aleyye hukmen ittebe’tu fîhi heva nefsi ve lem ehteris fîhi min tezyini aduvvi, feğarreni bima ehva ve es’edehu alâ zalikel gazâu fetecaveztu bima cera aleyye min zalike be’ze hududik, ve haleftu be’ze evamirike felekel hamdu aleyye fî cemii zalike ve la huccete li fima cera aleyye fîhi gazâuke ve elzemeni hukmuke ve belauk, ve gad eteytuke ya ilahi be’de taksîri ve isrâfi alâ nefsi mu’teziren nadimen munkesiren mustegîlen musteğfiren munîben mugirren muz’inen mu’terifen la ecidu meferren mimma kane minni ve la mefzeen eteveccehu ileyhi fî emri ğayra gabûlike uzri ve idhâlike iyyaye fî seeti rahmetik.
Allahumme fegbel uzri verhem şiddete zurri ve fukkeni min şeddi vesagi ya rabbirhem za’fe bedeni ve riggate cildi ve diggate azmi ya men bedee halki ve zikri ve terbiyeti ve birri ve teğziyeti hebni libtidai keremike ve salifi birrike bi.
Ya ilahi ve seyyidi ve rabbi! Eturake muezzibi binarike be’de tevhidike ve be’de menteva aleyhi galbî min marifetike ve lehice bihi lisanî min zikrik, ve’tegadehu zamîrî min hubbike ve be’de sidgi’tirafî ve duai hâzien lirububiyyetike, heyhate ente ekremu min en tuzeyyie men rabbeytehu ev tub’ide men edneytehu ev tuşerride men eveytehu ev tusellime ilel belai men kefeytehu ve rahimtehu ve leyte şi’ri ya seyyidi ve ilahi ve mevlay, etusellitunnare alâ vucuhin harret liazametike sacideh ve alâ elsunin netagat bitevhidike sadigaten ve bişukrike madiheten ve alâ gulubin i’terefet biilahiyyetike muhaggigaten ve alâ zemaire hevet minel ilmi bike hetta saret haşieten ve alâ cevarihe seet ila evtani teebbudike taieten ve eşaret bistiğfarike muzineh, ma hakeze-z zennu bike vela uhbirna bifezlike enke ya kerimu ya rabbi.
Ve ente te’lemu za’fi en galilin min belai’d dunya ve ugubatiha ve ma yecri fiha minel mekarihi alâ ehliha ela enne zalike belaun ve mekruhun galilun meksuhu, yesirun begauhu, gasirun muddetuhu, fekeyfehtimali libelail ahireti ve celîli vuguil mekarihi fîha ve huve belaun tetûlu muddetuhu ve yedûmu megâmuhu ve la yuheffefu en ehlihi liennehu la yekunu illa en ğazabike ventigamike ve sehatik, ve hâza mâ lâ tegumu lehu’s semavatu vel erz,
Ya seyyidi fekeyfe li ve ene ebduke-z zaifu-z zelilu-l hegiru-l miskinu-l mustekin, ya ilahi ve rabbi ve seyyidi ve mevlay, lieyyil umuri ileyke eşku ve lima minha eziccu ve ebki, lielimil azabi ve şiddetihi em litulil belai ve muddetih, felein seyyerteni lilugubati mee e’daike ve ceme’te beyni ve beyne ehli belaik ve ferregte beyni ve beyne ehibbaike ve evliyaik, fehebni ya ilahi ve seyyidi ve mevlaye ve rabbi sabertu alâ azabike fekeyfe esbiru alâ firagik ve hebni ya ilahi sabertu alâ herri narik fekeyfe esbiru eninnezeri ila kerametik em keyfe eskunu finnari ve recai afvuke febiizzetike ya seyyidi ve mevlay, ugsimu sadigan lein terekteni natigan leeziccenne ileyke beyne ehliha zecicel amilin ve leesruhenne ileyke surahel mustesrihin ve leebkiyenne aleyke bukael fagidin ve leunadiyenneke eyne kunte ya veliyyel muminin, ya ğayete amalil arifin, ya ğiyasel musteğisin, ya hebibe gulubi-s sadigin, ve ya ilahel alemin
Efeturake subhaneke ya ilahi ve bihemdike tesmeu fiha savte ebdin muslimin sucine fiha bimuhalefetihi ve zaّga te’me ezabiha bime’siyetihi ve hubise beyne etbagiha bicurmihi ve ceriretihi ve huve yeziccu ileyke zecice muemmilin li rahmetike ve yunadike bilisani ehli tevhidike ve yetevesselu ileyke birububiyyetike ya mevlaye fekeyfe yebga fil azabi ve huve yercu ma selefe min hilmik em keyfe tu’limuhunnaru ve huve ye’melu fezleke ve rahmeteke em keyfe yuhriguhu lehibuha ve ente tesmeu savtehu ve tera mekanehu em keyfe yeştemilu aleyhi zefiruha ve ente te’lemu ze’fehu em keyfe yetegelgelu beyne etbagiha ve ente te’lemu sidgahu emkeyfe tezcuruhu zebaniyetuha ve huve yunadike ya rabbeh, emkeyfe yercu fezleke fi itgihi minha fetetrukuhu fiha heyhate mee zalike-z zennu bike ve lel me’rufu min fezlike vela muşbihun lima amelte bihil muvehhidine min birrike ve ihsanike febil yakini egtau levla ma hekemte bihi min te’zibi câhidîke ve gazeyte bihi min ihladi muanidike leceeltennare kulleha berden ve selamen ve ma kan eli ehedin fiha megarren vela mugamen lakinneke tegaddeset esmauke egsamte en temleeha minel kafirine minel cinneti vennasi ecmeine ve en tuhellide fihel muanidine ve ente celle senauke gulte mubtedien ve tetevvelte bil in’ami mutekerrimen efemen kane mu’minen kemen kane fasigen la yestevun.
İlahi ve seyyidi fe eseluke bil gudretilleti gadderteha ve bil gaziyyetilleti hetemteha ve hekemteha ve ğelebete men eleyhi ecreyteha, en tehebe li fi hazihi’l leyleti ve fi hazihi’s saeti kulle curmin ecremtuhu ve kulle zenbin eznebtuhu ve kulle gebihin esrertuhu ve kulle cehlin emiltuhu ketemtuhu ev e’lentuhu, ehfeytuhu ev ezhertuhu ve kulle seyyietin emerte biisbatihe’l kirame’l katibin, ellezine vekkeltehu bihifzi ma yekunu minni, ve ceeltehum şuhûden aleyye mee cevarihi, ve kunte ente’r ragibe aleyye min veraihim ve’ş şahide lima hefiye enhum ve birehmetike ehfeytehu ve bifezlike setertehu ve en tuveffire hezzi min kulli heyrin enzeltehu ev ihsanin fezzeltehu ev birrin neşertehu ev rızgın besettehu ev zenbin teğfiruhu ev hetein testuruhu, ya Rabbi ya Rabbi ya Rabbi
Ya İlahi ve Seyyidi ve Mevlay ve malike riggi, ya men biyedihi nasiyeti ya Elimen bizurri ve meskeneti ya Habiren bifegri ve fageti ya Rabbi ya Rabbi ya Rabbi
Es’eluke biheggike ve gudsike ve e’zeme sifatike ve esmaike en tec’ele evgati minel leyli vennahari bizikrike me’mureten ve bihidmetike mevsuleten ve e’mali indeke megbuleten hetta tekune e’mali ve evradi kulluha virden vahida ve hali fi hidmetike sermeda ya seyyidi ya men aleyhi muevveli ya men ileyhi şekevtu ehvali ya Rabbi ya Rabbi ya Rabbi
Gavvi alâ hidmetike cevarihi, ve heb liyel cudde fi ğeşyetike, ve’d devame fi’t tisali bihidmetike hetta esrehe ileyke fi meyadini’s sabigin, ve usrie ileyke fi’l barizin, ve eştage ila gurbike fi’l muştagin, ve ednuve minke dunuvvel muhlisin ve ehafeke mehafete’l muginin, ve ectemie fi civarike meel mu’minin,
Allahumme ve men eradeni bisuin feeridhu ve men kadeni fekidhu vec’elni min ehseni ebidike nesiben indeke ve egrebihim menzileten minke ve ehessihim zulfeten ledeyke feinnehu la yunalu zalike illa bifezlike ve cud li bicudike ve’tif aleyye bimecdik, vehfezni birahmetike vec’el lisani bizikrike lehica ve galbi bihubbike muteyyema ve munne aleyye bihusni icabetik, ve egilni esreti veğfir zelleti feinneke gazeyte alâ ibadike biibadetike ve emertehum biduaike ve zemimte lehumu’l icabete feileyke ya Rabbi nesebtu vechi ve ileyke ya Rabbi medettu yedi fe biizzetike istecib li duai ve belliğni munaye vela tagta’ min fezlike recai vekfini şerrel cinni vel insi min e’dai
Ya serie’r Rıza iğfir limen la yemliku ille’d dua feinneke fe’âlun lima teşa ya men ismuhu deva ve zikrihu şifa ve taetuhu ğina irhem men re’su malihi’r reca ve silahuhu’l buka ya sabiğen niem ya dafien nigam ya nure’l mustevhişine fiz zulem ya âlimen la yuellem salli alâ Muhammedin ve âli Muhammed, vef’el bima ente ehluhu, ve sallallahu alâ resulihi ve’l eimmeti’l meyamin min alihi ve selleme teslimen (kesira).
Kumeyl Duası
Kumeyl duası olarak Ehl-i Beyt kaynaklarında meşhur olan bu dua, Hz. Ali (a.s)’ın sır arkadaşı Kumeyl bin Ziyad’a Hızır’ın duası diye öğrettiği engin maarifi içeren bir duadır. Bu duanın özellikle Perşembe geceleri okunması Ehl-i Beyt imamları tarafından tavsiye edilmiştir.
Kumeyl duası şöyle başlıyor:
Allah'ım! Senin her şeyi kaplayan rahmetin hakkına; kendisiyle her şeye üstün geldiğin, karşısında her şeyin boyun eğdiği gücün hakkına; her şeye galip geldiğin ceberutun hakkına; önünde hiç bir şeyin duramadığı izzetin hakkına; her şeyi dolduran azametin hakkına; her şeye üstün gelen saltanatın hakkına; her şeyin fani olmasından sonra baki kalacak veçhin hakkına; her şeyin temellerini dolduran isimlerin hakkına; her şeyi ihata eden ilmin hakkına ve her şeyi aydınlatan cemalinin nuru hakkına senden niyaz ederim.
Ey Nur, ey Kutlu, ey evvellerin evveli ve ey ahirlerin ahiri! Allah'ım! Benim ismet perdesini yırtan günahlarımı affet. Allah'ım! Bedbahtlıklara yol açan günahlarımı affet. Allah'ım! Nimetleri değiştiren günahlarımı affet. Allah'ım! Duanın icabetini önleyen günahlarımı affet.
Allah'ım! Belanın inmesine sebep olan günahlarımı affet.
Allah'ım! İşlediğim bütün günahları ve yaptığım bütün hataları affet.
Allah'ım! Ben sana zikrinle yaklaşmak istiyorum ve seninle senden şefaat diliyorum ve cömertliğin hakkına beni kendine yaklaştırmanı ve şükrünü eda etmeyi bana nasip kılmanı ve zikrini bana ilham etmeni istiyorum.
Allah'ım! Huzu, huşu ve zelil olmuş bir dille, senden (hatalarıma) göz yummanı, bana merhametli davranmanı, beni verdiğine razı, kanaatkâr ve her durumda mütevazı kılmanı diliyorum.
Allah'ım! İhtiyaç ve yoksulluğu şiddetli olan ve hacetini zorluklar anında kapına getirene, katında bulunanlara büyük rağbeti olan kimsenin yalvarışı gibi sana yalvarırım.
Allah'ım! Saltanatın büyük ve mekânın yücedir, tedbirin gizlidir; emrin açık; kahrın galip ve kudretin her yerde caridir;(yürürlüktedir) ve senin hükümetinden kaçmak imkânsızdır.
Allah'ım! Senden başka günahlarımı affedecek; kabahatlerimi öretecek; kötü amelimi iyiye çevirecek birini bulamam.
Senden başka ilah yoktur; münezzehsin; sana hamt ederim.
Ben kendime zulmettim ve cahilliğim yüzünden itaatsizlik yaptım ve eskiden beri sürekli bana lütuf ve ihsanında bulunduğun için kendimi güvende hissettim (ve korkmadan sana karşı geldim.)
Allah'ım! Mevlam! Nice kötülüklerimin üzerini örttün; nice belaları benden geri çevirdin; nice hatalardan beni korudun; hoşa gitmeyen şeyleri uzaklaştırdın; layık olmadığım nice güzel övgüleri benim hakkımda yazdın.
Allah'ım! Belam büyümüş, halimin kötülüğü haddi aşmış; amellerim beni aciz bırakmış, (heva ve heves) zincirlerim beni çökertmiş, uzun arzularım beni menfaatimden alıkoyup hapsetmiş ve dünya beni boş şeylerle aldatmış ve sürekli kötülüklere çeken nefsim, cinayeti ve müsamahakârlığımla beni aldatmış.
Ey Efendim! İzzetinin hakkına senden istiyorum ki; amelimin kötülüğü, duamın kabulünü önlemesin ve bildiğin gizli sırlarımı açarak beni rezil etme; gizlice işlediğim kötü amelim ve davranışım, sürekli ihmalkârlığım ve cahilliğim, nefsanî isteklerim ve gafletimin çokluğu yüzünden, beni cezalandırmada acele etme.
Allah'ım! İzzetin hakkına her durumda bana karşı merhametli ve bütün işlerimde rauf ol.
Mabudum, Rabbim! Senden başka kimin var ki, ondan, kötü durumumu gidermesini ve bu halime bakmasını dileyeyim.
Mabudum, Mevlam! Sen bana hükmettin; bense o hükümlerin hususunda nefsime uydum; bu konuda düşmanım (şeytan)'ın (günahları) tezyin etmesinden korkmadım; böylece beni istediği gibi aldattı ve alınyazısı da bu işte ona yardımcı oldu; işte bu başıma gelenlerden dolayı bazı sınırlarını aştım ve bazı emirlerine karşı çıktım; bütün bunlarda sana hamt etmek benim vazifemdir.
(Amellerim dolayısıyla) Hakkımda yürütülen kaza ve kaderin ve beni yakalayan hüküm ve imtihanın karşısında gösterecek hiçbir mazeret ve bahanem yoktur.
Ey Rabbim! Kendimi ihmal edip işlediğim kusurlardan sonra; özür dileyerek, pişman ve perişanlık içerisinde affını ve mağfiretini ümit ederek, tövbe edip tekrar (sana) yöneldim ve günahımı ikrar ve (suçluluğumu) itiraf ederek senin huzuruna geldim.
İşlediğim günahlardan kaçacak bir mekân ve zor durumlarda sığınacak bir yer bulamıyorum; mazeretimi kabul edip beni sonsuz rahmetine dâhil etmenden başka ümidim yok; o halde mazeretimi kabul eyle ey Allah'ım ve perişanlığımın şiddetine acı (heva ve heves) zincirlerinden kurtar beni.
Rabbim! Bedenimin zayıf, derimin ince ve kemiklerimin hassas oluşuna acı.
Ey yaratılışımı gerçekleştirip beni yâd eden, beni terbiye edip iyilik ve rızık veren; bağışının başlangıcı ve bana yaptığın geçmiş iyiliklerin hürmetine beni affeyle.
Ey Mabudum, Ey Seyyidim ve Rabbim! Vahdaniyetine inandıktan; marifetin bütün kalbimi doldurduktan; dilim zikrinle meşgul olduktan, muhabbetin içime işledikten, Rububiyet makamına boyun eğerek sadakatle (günahlarımı) itiraf edip, doğrulukla (sana) dua ettikten sonra, beni cehennem ateşiyle azap etmen görülüp (inanılacak) şey mi?
Böyle bir şey senden uzaktır; sen kendi yetiştirdiğin birisini zayi etmezsin; yakınlaştırdığın birisini kendinden uzaklaştırmazsın, barındırdığın birisini kovmazsın veya kendisine merhamet ettiğin kimseyi belalara teslim etmezsin. Sen bütün bunlardan yücesin.
Keşke bir bilseydim, Ey Seyyidim, Mabudum ve Mevlam! Azametin karşısında secdeye düşen yüzlere; sadakatle vahdaniyetine şahadet eden ve medh ile sana şükür eden dillere; ilahlığını gerçekten itiraf eden kalplere, senin marifetinle dolup taşan ve böylece huşuyla eğilen batınlara cehennem ateşini musallat eder misin? Ve itaat etmek üzere ibadet yerlerine koşan ve günahını itiraf ettiği halde senden mağfiret dileyen uzuvları (azaba duçar eder misin?)
Senin hakkında böyle düşünülemez; senin fazl-u keremin bize böyle tanıtılmamıştır Ey Kerem Sahibi, Ey Rabb!
Dünyanın azıcık bela ve cezası ve ondaki zorluklar karşısında benim tahammülsüzlüğümü sen biliyorsun; hâlbuki dünyadaki bela ve zorlukların devamı az, tahammülü kolay ve süresi kısadır; o halde nasıl tahammül edeyim ahiretteki belaya; orada meydana gelecek büyük zorluk ve acılara?
Hâlbuki o belanın müddeti uzun ve süreklidir ve ehline bir hafifletme de olmaz.
Çünkü bu azap ancak, senin intikam ve gazabından kaynaklanır.
Bu ise göklerin ve yerin dayanamayacağı bir şey.
Ey Seyyidim! O zaman senin güçsüz, zelil, hakir, muhtaç ve biçare bir kulun olan ben nasıl dayanabilirim.
Ey Mabudum, Rabbim, Seyydim ve ey Mevlam! Hangi şeyden dolayı sana şikâyette bulunayım ve hangisi için ağlayıp sızlayayım? Azabın elem ve şiddetine mi? Yoksa belanın devamı ve süresinin uzunluğuna mı?
Eğer bana ceza çektirmek için düşmanların yanında yer verirsen ve bela ehliyle beni bir araya toplarsan, beni dostların ve velilerinden ayırırsan, Ey Mabudum, Ey Seyyidim, Mevlam ve Rabbim! Azabına tahammül edebilecek olsam bile, senin ayrılığına nasıl dayanabilirim?
Diyelim ki ateşinin hararetine dayandım, ama keremine nazar etmekten mahrum olmama nasıl sabredeyim?
Yahut affını ümit ettiğim halde ateşe nasıl gireyim.
İzzetin hakkına ey Seyyidim ve Mevlam, sadakatle yemin ediyorum ki:
Eğer konuşmama izin verirsen, cehennem ehli arasında, ümitliler gibi sürekli dergâhına yönelip inlerim; medet dileyenler gibi feryat edip yardım dilerim senden ve bir şeyini kaybedenler gibi ağlayıp sızlarım sana ve seni çağırıp "Neredesin Ey Müminlerin Velisi!" der dururum.
Ey ariflerin en yüce arzusu! Ey dileyenlerin imdadına yetişen! Ey sadık kalplerin dostu! Ve ey âlemlerin ilahı! (Neredesin)?
Ey Mabudum! Münezzehsin sen. Ve ben sana hamt ediyorum.
Olacak şey mi, sana karşı gelmesi yüzünden cehennemde tutulan ve günahından ötürü onun azabını tadan ve onun tabakaları arasında, işlediği suç ve cinayetten dolayı hapsedilen Müslüman bir kulunun sesini duyasın da affetmeyesin, oysa o kul, rahmetine göz diken biri gibi inlemekte ve tevhit ehlinin diliyle seni çağırmakta ve rububiyet makamını vasıta ederek sana el açmada.
Ey Mevlam! O, senin önceden yaptığın merhametini umduğu halde, nasıl azapta kalabilir? Ya da senin ihsan ve merhametini ümit ettiği halde ateş nasıl onu incitebilir? Yahut Sen onun sesini işittiğin ve yerini gördüğün halde ateş nasıl onu yakabilir? Ya da, sen onun zaaf ve göçsüzlüğünü bildiğin halde cehennemin alevleri onu nasıl kuşatabilir? Ya da sen onun sadakat ve doğruluğunu bildiğin halde, cehennemin tabakaları arasında nasıl kıvranıp kalır? Yahut o, seni "Ey Rabbim" diye çağırırken, cehennemin azap melekleri nasıl ona eziyet edebilir? Ya da cehennemden kurtulmak için senin lütuf ve keremini dilediği halde onu nasıl orada bırakırsın?
Sen münezzehsin, hakkında bunlar düşünülemez; senin fazlınla ilgili tanıtılan bunlar değildir ve bunlar senin muvahhit insanlara yaptığın ihsan ve iyiliklere benzeyen şeyler de değildir.
Ben şüphesiz biliyorum ki, eğer inkârcılarını azabına hükmetmeseydin ve düşmanlarını ebedi azaba duçar etmeyi kararlaştırmasaydın, ateşi tamamıyla soğuk ve selamet ederdin ve onda hiç kimse yer almazdı.
Ama sen, isimleri mukaddes olan! Cehennemi, insanların ve cinlerin kâfirleriyle doldurmaya ve düşmanları orada ebedi olarak tutmaya yemin etmişsin.
Ve sen, (ey) medhi yüce olan! Evvelden beri söylemiş ve sürekli olarak nimet verip kerem ve ihsanda bulunmuşsun: buyurmuşsun ki: "Mümin olan bir kimse, fasık olan kimseyle bir olur mu? Hayır, onlar aynı olmazlar."
Mabudum, Seyyidim! Takdir ettiğin kudret hakkına ve hükmedip kesinlik kazandırdığın kaza ve kaderine ki, kime takdir etsen galip gelirsin, bu gecede ve bu saatte benim işlediğim bütün suçları ve günahları ve gizlediğim bütün kötülükleri affet; yaptıktan sonra üzerini örttüğüm veya açığa çıkardığım, gizleyip veya aşikâr ettiğim cahilliklerimi ve amelleri yazmakla görevli melekleri kaydetmelerine emrettiğin kötülüklerimi affet! Öyle melekler ki, benim yaptığım amelleri zapt edip korumakla görevlendirdiğin uzuvlarımla birlikte onları da bana gözetleyici yaptın ve kendin de bunların ardından gözetleyicim oldun ve onlara gizli kalan şeylere şahit oldun, rahmetinle gizledin ve fazlınla onları örttün ve indirdiğin her hayırdan ve gönderdiğin her ihsandan, yaydığın her iyilikten yahut dağıttığın her rızıktan, affettiğin günahlardan veya kapattığın hatalardan nasibimi arttırmanı diliyorum.
Ey Rabbim, ey Rabbim, Ey Rabbim!
Ey Mabudum, ey Seyyidim, ey Mevlam ve ey benim Sahibim!
Ey varlığımı elinde tutan!
Ey zorluk ve çaresizliğimi bilen!
Ey fakirlik ve yoksulluğumdan haberdar olan!
Ey Rabbim, ey Rabbim, ey Rabbim!
Hakkın, kutsiyetin, en yüce sıfatın ve ismin hürmetine senden dileğim şudur: Gece ve gündüzden oluşan vakitlerimi zikrinle canlandır ve beni kendi hizmetinde tut ve amellerimi kendi indinde kabul buyur; öylesine ki, artık bütün amellerim ve zikirlerim tek zikir şekline dönüşsün ve bütün hallerim senin hizmetinde geçsin.
Ey Seyyidim, ey güvenip dayandığım ve ey kendisine hallerimi sunduğum (Allah)!
Ey Rabbim, ey Rabbim, ey Rabbim!
Uzuvlarımı hizmetin için güçlendir; sana yönelmemde kalbime güç ve sebat ver; senden korkmada ve hizmetini sürdürmede bana öylesine bir ciddiyet ver ki, sana kulluktaki yarış meydanlarında sana doğru koşayım ve bu yolda mücadele verenler arasında yer alıp hızla sana doğru geleyim ve sana gönül verenler arasında senin yakınlığına meyil edeyim ve ihlâslılar gibi sana yakınlaşayım ve senden yakin ehlinin korktuğu gibi korkayım ve indinde müminlerle bir araya geleyim.
Allah'ım! Bana kötülük yapmak isteyeni cezalandır; bana tuzak kuran kimseye tuzak kur ve beni, yanında en iyi pay alan ve sana göre en yakın makama sahip olan ve sana hususi yakınlığı olan kullarından eyle, Gerçekten bunlara erişmek, ancak senin lütuf ve kereminle olur.
Cömertliğin hakkına bana cömert davran ve yüceliğin hakkına teveccüh eyle bana.
Rahmetin hakkına koru beni ve dilimi zikrine alıştır ve kalbimi, kendi muhabbetine bağlı kıl ve dualarımı iyi bir şekilde kabul etmekle beni minnettar eyle; yanılgılarımdan geç ve hatalarımı affet; muhakkak ki sen, kullarının sana ibadet etmelerine hükmettin; sana dua etmelerini emredip, kabul etmeyi taahhüt ettin; o halde ey Rabbim! Yüzümü sana çevirdim ve ellerimi sana açtım; izzetin hakkına duamı kabul eyle ve arzularıma ulaştır; fazlın ve kereminden ümidimi kesme; beni insan ve cinlerden oluşan düşmanlarımdan koru. Ey çabuk razı olan! Duadan başka bir şeye sahip değilim, affet beni; muhakkak ki sen her istediğini yaparsın.
Ey ismi deva, zikri şifa ve itaati zenginlik olan! Sermayesi ümit ve silahı ağlamak olan bana merhamet eyle.
Ey nimetleri tamamlayıp yayan, ey zorlukları defeden! Ey karanlıklarda dehşete kapılanların nuru! Ey öğretilmeden bilen! Muhammed ve Ehli Beyt’ine salâvat gönder ve bana da sana yakışan şekilde muamele et.
Allah'ın rahmeti, Peygamber’ine ve onun soyundan gelen mübarek İmamlara olsun. Ve Allah'ın sonsuz selamı onların üzerine olsun.
Kısaca İmam Mehdi’nin (a.s) Hayatı
Ehl-i Beyt İmamları (aleyhim’us-selâm), İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın adını anmayı izleyicilerine yasaklamışlardır ve “Onun adı, Peygamber’in (sallâ’llâhu aleyhi ve alih) adıyla ve künyeleri, Peygamber’in (sallâ’llâhu aleyhi ve alih) künyeleriyle aynıdır; zuhur edinceye kadar onun özel ismini anmak doğru değildir” buyurmakla yetinmişlerdir.
Lakabı: En meşhur lakapları “Mehdi”, “Kâim”, “Hüccet”, “Ebu’l Kasım” ve “Bakıyyetullah”tır.
Babası: On birinci İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selam’dır.
Annesi: Roma imparatorunun kızı Nergis hanımdır.
Doğum Tarihi: 15 Şaban 255 H.
Doğum Yeri: Samerra - Irak.
Ömrü Şerifleri: Şimdiye kadar (Kameri 1433), bin yüz yetmiş sekiz yıl kadar bir zaman ömrü şeriflerinden geçmektedir ve Allah'a Teala istediği sürece de devam edecek ve nihayet bir gün Allah'ın emriyle zuhur ederek zulüm ve haksızlıkla dolmuş olan dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracaktır.
İmamın Doğumu
On ikinci İmam Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm, Hicri 255 -867- yılı Şaban ayının on beşinde cuma gecesi tan yeri ağarırken “Samerra” şehrinde on birinci İmam’ın evinde dünyaya gözünü açmıştır.
Babası, on birinci İmam Hz. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ve annesi Hz. İsa’nın havarisi Şem’un’un neslinden olan Rum Kayseri’nin oğlu Yuşa’nın değerli kızı, “Saykal” ve “Susen” adlarıyla da çağırılan Nergis hatundur. Nergis öyle bir fazilete sahipti ki imamet sülâlesinin büyük hatunlarından olan İmam Hâdi'nin (a.s) kız kardeşi Hekime onun kendisinin ve ailesinin seyyidesi ve kendisine onun hizmetçisi hitabını kullanmıştır.
Nergis ülkesinde olduğu zaman hayret verici rüyalar görürdü; bir defasında Hz. Muhammed sallâ’llâhu aleyhi ve alih ile Hz. İsa aleyhi’s-selâm’ın kendisini İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’a nikahladıklarını gördü. Şaşırtıcı rüyalarından birinde de, Hz. Fatıma-i Zehra selamullahi aleyha’nın daveti üzerine, Müslüman oldu, ama İslâm’ı kabul ettiğini ailesi ve çevresinden gizledi. Rüyasında, sınıra giden ordunun, hizmetçi ve cariyeleriyle birlikte gizlice sınıra gitmesi söylenmişti. Öyle de yaptı ve sınırda İslâm ordusunun öncü birlikleri onları esir aldılar ve onu da, Kayser’in ailesinden olduğunu bilmeden diğer esirlerle birlikte Bağdat’a götürdüler.
Bu olay, onuncu imam Hz. Hâdi aleyhi’s-selâm’ın imametinin son zamanlarında oldu ve İmam Hadi aleyhi’s-selâm’ın tarafından görevlendirilmiş güvenilir bir şahıs, İmamın yazdığı Rumca bir mektubu, Bağdat’a götürüp Nergis’e ulaştırdı ve onu köle tüccarından satın alarak, Samerra’ya İmam Hadi aleyhi’s-selâm’ın yanına getirdi. İmam, Nergis’in rüyada gördüğü şeyleri ona hatırlattı ve on birinci imamın hanımı ve bütün dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracak olan bir evladın annesi olacağını müjdeledi. Sonra İmam Hadi aleyhi’s-selâm, İslâm’ın adap ve ahkamını öğretmesi için, Nergis’i İmamet sülalesinin büyük hatunlarından olan kız kardeşi Hekime’ye teslim etti. Bir müddet sonra Nergis, İmam Hasan Askeri’nin aleyhi’s-selâm eşi oldu.
Hekime, İmam Hasan Askeri’nin aleyhi’s-selâm huzuruna gittiği zaman, ona bir evlat vermesi için Allah’a dua ediyordu. O der ki: Bir gün her zamanki gibi İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ı görmeye gittim, aynı duayı tekrarladığımda buyurdular ki: “Allah’tan bana vermesini istediğin evlat bu gece dünyaya gelecek.”
Nergis benim ayakkabımı ayağımdan çıkarmak için ileri gelerek "efendim, ayakkabınızı çıkarayım" dedi.
"Sen benim efendimsin aslında... Vallahi ayakkabımı çıkarmana ve bana hizmet etmene izin vermem. Ben sana hizmet etmeliyim" dedim.
İmam aleyhi’s-selâm benim bu sözümü duyarak "Allah sana hayır versin hala " buyurdular.
Ben güneş batıncaya kadar onun yanındaydım. Cariyelerden birine: “Benim elbisemi getir de gideyim.” dedim. İmam buyurdu ki: “Hala, bu akşam bizim yanımızda kal, çünkü bu akşam Allah’ın, kendisi vasıtasıyla ölümden sonra yeryüzünü dirilteceği, Allah Teala’nın indinde değerli olan bir bebek dünyaya gelecek.”
Bunun üzerine ben: “İyi ama annesi kim? Ben Nergis’de doğum alameti görmüyorum” dedim. İmam: “Annesi, Nergis’ten başkası değil” buyurdular.
Ben ayağa kalkarak Nergis’i iyice kontrol ettim. Ama onda hiç bir doğum alameti göremedim. İmam’ın yanına gidip durumu anlattım.
İmam aleyhi’s-selâm tebessüm ederek: “Tanyeri ağarırken onun evladı olduğunu göreceksin. Çünkü o da Musa Kelimullah’ın annesi gibidir. Onun da hamile olduğu belli değildi ve doğuma kadar hiç kimse bilmiyordu. Çünkü Firavun Musa’yı ararken (böyle bir çocuğun dünyaya gelmemesi için) hamile kadınların karınlarını deşiyordu. Bu (akşam dünyaya gelecek bebek) Musa aleyhi’s-selam gibidir. (Firavunların iktidarını o yıkacaktır; bu sebeple) Firavunlar şimdi onu aramaktalar” buyurdular.
Hakime diyor; bu arada ben, tanyeri ağarana kadar Nergis’i gözetliyordum, yanımda sakin bir halde, hareketsiz bir şekilde uyuyordu. O gecenin sonunda şafak sökerken ansızın korkarak yerinden sıçradı. Hemen onu kucakladım ve Esma-ül Hüsna’yı okudum. Bu sırada İmam yan odadan: “Ona Kadir sûresini oku”! diye seslendiler, ben de okudum. Nergis’ten durumunu sordum, “Mevlamın sana bildirdiği şey açığa çıktı” dedi.
Ben İmam’ın aleyhi’s-selâm buyurduğu gibi Kadir sûresini okumaya devam ettim. Çocuk annesinin karnında bana eşlik etti ve o da Kadir sûresini okuduktan sonra bana selam verdi. Ben çok korkmuştum. Bu sırada imam: "Allah Teala'nın işine şaşırma. Allah Tela biz imamları küçük yaşta hikmet ile konuşturur ve büyüdüğümüzde yeryüzünde hüccet eder" dedi.
İmam henüz sözünü tamamlamamıştı ki Nergis gözümden kayboldu; sanki benimle onun arasına bir perde çekmişlerdi, artık onu göremiyordum, bağırarak İmama koştum. İmam: "Hala, geri dön, onu yerinde bulacaksın" buyurdu. Ben geri döndüm çok geçmeden benim ile onun arasındaki perde aradan kalktı. Nergis'i öyle bir nura bürünmüş olarak gördüm ki, nurun şiddetli parlaklığı onu net olarak görmemi engelliyordu. Doğan erkek çocuğun secdede olduğunu, sonra dizleri üzerine oturup şehadet parmağını kaldırıp şöyle dediğini gördüm: "Şehadet ederim ki, bir ve tek olan Allah'tan başka ilah yoktur ve şehadet ederim ki ceddim Muhammed sallâ’llâhu aleyhi ve alih Allah’ın Resulü ve babam müminlerin emiridir." Sonra tek tek kendine kadar olan bütün imamların imametlerine şehadet verdi ve dedi ki: "Allah'ım! Benim zuhur zamanımı gerçekleştir; işimi nihayete vardır; adımlarımı sabit kıl ve yeryüzünü benim vasıtamla adalet ve eşitlikle doldur..."
İmamın Doğumunun Gizli Olması
Ümeyyeoğulları ve Abbasoğulları’nın tarihlerini araştırdığımızda, Ehl-i Beyt İmamları’na karşı Emevi ve Abbasi halifelerinin çok hassas olduklarını görmekteyiz. Özellikle de altıncı İmam Hz. İmam Cafer Sadık’ın aleyhi’s-selâm döneminden sonra, bu hassasiyet gitgide daha da fazlalaşmıştır. Bu hassasiyetin temelinde toplumun Ehl-i Beyt İmamları’na karşı olan ilgilerinin gün geçtikçe daha da fazlalaşması, toplumdaki etkinliklerinin ve halkın onlara yönelişinin günden güne daha ileri boyutlara varması yatmaktaydı. Bu durum karşısında Emevi ve Abbasi halifeleri kendi iktidarlarını tehlikede görüyorlardı. Özellikle de Mehdi’nin aleyhi’s-selâm Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in neslinden olup, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın soyundan geleceği ve bütün zalimleri devirerek dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracağı vaadinin yaygın olması sebebiyle İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm babası ve büyük babası gibi Abbasi hükümetinin merkezi olan Samerra’da gözaltına alınmış ve sıkı bir şekilde denetleniyordu. Abbasiler, geleceği va’dedilen bu bebeğin dünyaya gelmesini ve büyümesini engellemek için ellerinden geleni esirgemiyorlardı. Ama şundan gafillerdi ki, bu doğumun gerçekleşmesinde Allah’ın iradesi söz konusu idi. Zalimler istemese de Allah kendi nurunu tamamlayacak ve bütün peygamberlerine va'dettiği ahir zaman kurtarıcısını bizatihi kendisi koruyacaktı. Dolayısıyla Abbasilerin bütün çabaları neticesiz kaldı ve Allah Teala, Musa aleyhi’s-selâm gibi onun doğumunu da gizli kıldı.
Bununla birlikte İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın özel ashabı, va’dedilen bu imamı babası hayatta iken defalarca gördüler. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm dünyadan göçtükleri zamanda da açığa çıkarak halkın gözü önünde babasının cenaze namazını kıldırdı. Ama ondan sonra Hz. Resulullah’ın ve Ehl-i Beyt İmamları’nın belirttiği şekilde gözlerden kayboldu.
Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın doğumundan, babaları Hz. İmam Hasan Askeri’nin şehadetine kadar on birinci imamın yakın akraba ve dostlarından birçoğu, ya onu görmeye muvaffak olmuşlar, ya da onun babasının evinde olduğu hususunda kesin bilgi sahibi olmuşlardı. Genelde İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm değerli evladının varlığını gizlemekle birlikte, kendisinden sonra sapmamaları için, uygun zamanlarda onun varlığını kendi takipçilerine bildiriyor, güvenilir dostlarına onu gösteriyordu. Biz burada örnek olarak birkaçına değiniyoruz:
1- Ehl-i Beyt mektebi takipçilerinin büyüklerinden ve İmam Askeri aleyhi’s-selâm'ın yakın dostlarından biri olan Ahmed bin İshak bin Sa’d el-Ensari der ki: "İmam Askeri aleyhi’s-selâm'ın huzuruna gittim, kendilerinden sonraki imamın kim olduğunu sormak istiyordum. Ama İmam (a.s) benden önce söze başlayarak şöyle buyurdular:“Ey Ahmed, doğrusu Allah Teala Hz. Adem’i yarattığı andan itibaren yeryüzünü hüccetsiz bırakmadı, kıyamete kadar da bırakmayacaktır. Allah, hüccetinin hürmetine yeryüzündekilerden belaları defeder, yağmur yağdırır ve topraktan bereketleri çıkarır.”
Bunun üzerine ben: “Ey Resulullah'ın evladı, sizden sonra yerinize geçecek imam kimdir?” diye sordum.
Bu arada Hazret ayağa kalktı, aceleyle odaya girdi ve az sonra omzunda taşıdığı yüzü dolunay gibi parlayan üç yaşındaki bir çocukla çıkageldi ve şöyle buyurdular: “Ey Ahmet bin İshak! Eğer Allah Teala'nın ve onun hüccetleri yanında aziz olmasaydın bu oğlumu sana göstermezdim, doğrusu onun adı Resulullah'ın adı, künyesi Resulullah'ın künyesidir. O öyle bir kimsedir ki, zulüm ve kötülükle dolan dünyayı adalet ve eşitlikle dolduracaktır.
Ey Ahmed bin İshak! O, bu ümmette oranla Hızır aleyhi’s-selâm ve Zu'l-Karneyn gibidir. Allah'a and olsun ki, o gaybet edecektir. Öyle ki, onun gaybetinde Allah'ın onun imametini itiraf etmekte kendisine sebat verdiği ve zuhurunun acil olması için dua etmeğe muvaffak kıldığı kimseler dışında, hiçbir kimse helak olmaktan kurtulamayacaktır.”
Bu arada ben: “Ey mevlam! Kalbimin mutmain olacağı bir alameti var mıdır?” diye sorduğumda, o çocuk konuşmaya başladı ve fasih bir Arapça’yla şöyle buyurdu: "Allah düşmanlarından intikam alacak, Allah’ın yeryüzündeki son hücceti benim! Ey Ahmed bin İshak! Gözünle gördükten sonra artık başka bir delil arama!.."
Ahmed bin İshak şöyle ekliyor: “Bunun üzerine ben sevinç ve ferahla dışarı çıktım ve ertesi gün İmam (a.s)’ın yanına dönerek şöyle arz ettim: “Ey Resulullah’ın oğlu! Bana minnet ettiğin için çok mesrur oldum. Hızır ve Zu’l-Karneyn’nin onda zahir olacak sünneti nedir?" İmam (a.s); “Gaybetinin uzunluğudur” buyurdular. “Ey Resulullah’ın oğlu! Onun gaybeti çok mu sürecektir?” sorduğumda ise şöyle buyurdular: “Rabbime and olsun ki, evet uzun sürecektir; öyle ki, ona inananların çoğu bu inançlarından vazgeçecek ve Allah’ın bizim velayetimiz üzerine kendilerinden ahit aldığı ve kalbine iman yazdığı ve rahmetiyle desteklediği kimseler dışındakiler buna bağlı kalmayacaklardır.
Ey Ebu İshak! Bu, Allah’tan gelen bir emirdir ve Allah’ın gizli esrarından bir sırdır. Sana dediklerimi al, gizle ve şükredenlerden ol. Böylece yarın en yüce makamda bizimle olursun.”
Rahmetli Şeyh Saduk buyuruyor ki: “Bu rivayeti Ali bin Abdullah-i Verragi’nin yazısında buldum. Ondan sorduğumda o; bunu benim için Sa'd bin Abdullah nakletti. Ona da Ahmed bin İshak nakletmiştir.
2- “Ahmed bin Hasan bin İshak-ı Kummi der ki: On birinci İmam aleyhi’s-selâm’ın yerine geçecek olan İmam Mehdi aleyhi’s-selâm dünyaya geldiği zaman, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’dan ceddim Ahmed bin İshak’a bir mektup geldi. Onda İmam’ın kendi el yazısıyla şöyle yazılmıştı: “Benim bir evladım oldu, onun doğum haberini gizli tutman ve kimseye söylememen gerekiyor; biz onun doğumunu sadece yakın akrabalara, akrabalık bağından dolayı ve dostlara velayetlerinden dolayı söyledik, başka hiç kimseye bildirmiyoruz. Allah Teala’nın onunla bizi sevindirdiği gibi, seni de sevindirmesi için, onun doğumunu sana bildirmek istedik. Vesselam.”
3- İmam’ın takvalı ve değerli halası Hekime, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın hizmetçisi Nesim, Ebu Cafer Muhammed bin Osman-ı Emri, Hüseyin bin Hasan-ı Alevi, Emr-i Ahvazi, Ebu Nasr-ı Hadim, Kamil bin İbrahim, Ali bin Asim-i Kûfi, Abdullah bin Abbas-i Alevi, İsmail bin Ali, Yakub bin Yusuf-u Zerrab, İsmail bin Musa bin Cafer, Ali bin Mutahhar, İbrahim bin İdris, Tarif-i Hadim ve Ebu Sahl-i Nevbahti va’dedilen İmam’dan haberleri olan ve ondan haber veren kimselerdir.
4- Cafer bin Muhammed bin Malik, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın bir Ehl-i Beyt cemaatına şöyle buyurduğunu nakleder: “Benden sonra kimin hüccet olacağını sormaya geldiniz değil mi?”
Oradakiler: “Evet efendim” diye cevap verdiler. Bu sırada İmam’a çok benzeyen ay parçası gibi bir çocuk içeriye girdi, İmam şöyle buyurdular: “Bu, İmam ve benden sonra yerime oturacak kimsedir. Buyruklarını yerine getirin, dağılmayın; çünkü helak olursunuz. Bilin ki, bundan sonra ömrü kamil oluncaya kadar onu görmeyeceksiniz. Osman bin Said’in söylediği şeyleri kabul edin ve emrine itaat edin. Çünkü, o, sizin imamınızın vekilidir ve işler onun elindedir.”
5- “İsa bin Muhammed-i Cevheri” diyor ki: “Ben bir grupla birlikte Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın doğumunu tebrik etmek için İmam Hasan Askeri’nin aleyhi’s-selâm huzuruna gittim, kardeşlerimiz Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın Cuma akşamı Şaban ayında tanyeri ağarırken dünyaya geldiğini bize bildirmişlerdi. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın huzurlarına gittiğimiz zaman önce onu tebrik ettik. Biz hiçbir soru sormadan İmam aleyhi’s-selâm buyurdular ki: “İçinizden biri oğlum Mehdi’nin nerede olduğunu içinden geçiriyor. Musa aleyhi’s-selâm’ın annesinin onu sandığa koyarak denize atıp, Allah’a emanet ettiği ve sonunda Allah Teala Musa’yı ona geri gönderdiği gibi ben de onu Allah’a emanet ettim.”
Gaybet-i Suğra ve Kübra
On birinci İmamın şehadetinden sonra, Hicri 260 yılından 329 yılına kadar yani 69 yıl İmam Mehdi (a.s)’ın “Gaybet-i Suğra” -küçük gizlilik- dönemidir. O zamandan Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhur edeceği zamana kadarki dönem de “Gaybet-i Kübra” -büyük gizlilik- dönemidir.
Gaybet-i Suğra’da halkın İmam Mehdi aleyhi’s-selâm ile irtibatı tamamen kesilmemişti, ama sınırlıydı. Ehl-i Beyt dostları, Ehl-i Beyt büyüklerinden olan “Özel naipler” vasıtasıyla sorunlarını İmam’a ulaştırıp cevap alabiliyorlardı. Gerçekte bu dönem, halk ile İmam arasındaki irtibatın tamamen kesildiği ve halkın karşılaştıkları olaylarda İmam’ın genel vekilleri sayılan müçtehit ve fakihlere başvurmakla görevlendirildiği “Gaybet-i Kübra” dönemine bir çeşit hazırlık dönemi olarak tanımlanabilir.
Eğer Gaybet-i Kübra ansızın ve birden gerçekleşseydi, düşüncelerin sapmasına ve zihinlerin onu kabullenmemesine sebep olabilirdi. Ama Gaybet-i Suğra müddetince zihinler yavaş-yavaş gaybet dönemine hazırlık kazandı. Böylece daha sonra Gaybet-i Kübra başlayınca onu kabullenmeleri insanlar için kolay kılındı. Yine Gaybet-i Suğra zamanında, özel naipler vasıtasıyla İmam aleyhi’s-selâm ile sağlanan irtibat ve yine o dönemde Ehl-i Beyt dostlarının bazılarının İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın huzuruna gitmeleri, onun doğum ve hayatı meselesini daha fazla sabitleştirdi. Gaybet-i Kübra eğer bunlardan önce olmuş olsaydı, belki de bu mesele bu kadar açık olmayacak ve bazıları şüpheye düşecekti.
Buna binaen demek olur ki; Allah Teala, hikmeti gereği, Peygamber-i Ekrem ve Ehl-i Beyt İmamları’nın da bildirdikleri üzere, Ehl-i Beyt dostlarının inançlarının sarsılmaması, İmamlar’a aleyhim’us-selâm olan inançlarını yitirmemeleri, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zuhuruyla gerçekleşecek olan ilahi kurtuluşu beklemeleri, gaybet zamanında Allah’ın dinine sarılıp kendilerini eğitmeleri ve İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kıyamı için Allah’ın emri gelinceye kadar dini vazifelerini yerine getirmeleri için, tam gaybete hazırlık gayesiyle kısa müddetli olan “Gaybet-i Suğra” ve ondan sonra uzun müddetli olan “Gaybet-i Kübra” olmak üzere, İmam Mehdi için iki çeşit gaybet dönemi takdir etmiştir.
Dört Sefir
Gaybet-i Suğra zamanında Ehl-i Beyt büyüklerinden dört kişi İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın özel naibi olmuştur. Onlar İmam’ın huzuruna gider, halkın sorularını İmam’a ulaştırır, İmamın getirilen mektupların kenarına yazdığı cevaplarını halka iletirlerdi.
Elbette bu dört naibin dışında İmam aleyhi’s-selâm’ın çeşitli şehirlerde bulunan başka vekilleri de vardı. Onlar da ya bu dört naip vasıtasıyla halkın meselelerini İmam aleyhi’s-selâm’a ulaştırıyorlardı ve İmam (a.s) tarafından onlar hakkında gelen özel fermanla bu göreve atanmışlardı, ya da merhum ayetullah Seyyid Muhsin Emini'nin dediği gibi, yukarıda işaret edilen dört naip, İmam’ın mutlak ve umumi temsilcileri idiler, diğerleri ise bazı hususi işler için görevlendirilmişlerdi.
Bu vekiller arasında Ebu Hüseyin Muhammed bin Cafer-i Esadi, Ahmed bin İshak-ı Eşeri, İbrahim bin Muhammed-i Hamedani ve Ahmed bin Hamza bin el-Yese'e gibi müminler vardı.
Dört naip sırasıyla şunlardır:
1- Ebu Amr Osman bin Said-i Amri
2- Ebu Cafer Muhammed bin Osman bin Said-i Amri
3- Ebu-l Kasım Hüseyin bin Ruh Nevbahti
4- Ebu-l Hasan Ali bin Muhammed Semeri
ABD’yle müzakere İran’ın kırmızı çizgisi!
İran Meclisi Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı, İran’dan başka hiçbir ülkenin ABD’ye “hayır” deme cesareti olmadığını belirterek “ABD’yle görüşme hala kırmızı çizgimiz” dedi.
İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanı Alaeddin Brucerdi dün akşamüstü Meşhed kenti Peyam-i Nur Üniversitesinde “Milli Nükleer Teknoloji Günü” yıl dönümü münasebetiyle düzenlenen törende yaptığı konuşmada “İran İslam inkılabının zaferinden önce dünyanın bütün ülkeleri İran’ın nükleer faaliyetlerini başlatması için ülkemizi destekliyorlardı. Fakat muhteşem inkılabımızın zafere ermesinden sonra onların denklemleri değişti” dedi.
Brucerdi daha sonra, İran halkının Ehl-i Beyt kültürüyle yetiştiği ve ecnebi ülkelere teslim olmakla şehitlerin yolunu sürdürmek arasından birini seçmek zorunda kaldığında 2. seçeneği seçtiğini vurgulayarak “İslam İnkılabı Rehberi İran’ın atom bombası peşinde olmadığını bugüne kadar defalarca vurguladı, ama ABD başta olmak üzere batı ülkeler muzurluklarından vazgeçmiyorlar” diye ilave etti.
Meclis Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı Brucerdi konuşmasının devamında, son 30 yılda sadece İran’ın ABD ve batılı ülkelere “hayır” dediğini hatırlatarak “Bu durum, uranyum ihracı ve sarı pasta üretiminin bütün aşamaalrının İranlı bilim adamlarınca yapıldığının bir neticesidir” ifadesini kullandı.
Brucerdi ayrıca “ABD bugüne kadar defalarca gizlice görüşme talebinde bulundu. Ama ABD’yle müzakere hala düzenin ve Rehberliği kırmızı çizgisidir” dedi.
Deniz korsanlarını tutuklama operasyonu
İran Deniz Kuvvetleri İkinci Komutanı Amiral Bigam, deniz görev grubunun Çinli gemiyi kurtarma ve deniz korsanlarını tutuklama operasyonunun detaylarını açıkladı.
Geçen gün İran açıklarında Çinli bir gemiyi deniz korsanlarının elinden kurtardıktan sonra 9 deniz korsanını da tutuklayan İran deniz görev grubu İran sahillerine yaklaşırken, İran Deniz Kuvvetleri İkinci Komutanı Amiral Bigam başarılı operasyonun detaylarını anlattı.
Amiral Bigam, geminin kaçırılma haberi alınır alınmaz Falahon fırkateyninin harekete geçtiğini ve Çin yönetiminden gereken izin alındıktan sonra gemiye müdahale yapıldığını ve deniz korsanları üzerine uygulanan psikolojik savaş ve askeri taktiklerin ardından gemi mürettebatının sağ kurtulduğunu ve deniz korsanlarının da tutuklanarak fırkateyne nakledildiklerini ve şu anda kurtarılan Çinli gemi İran karasularına doğru yol aldığını belirtti.
İslam İnkılabı Rehberi Açısından Ehli Sünnet ve Şia Müslümanları Arasındaki Vahdet
Günümüzde emperyalizm ve Amerika'nın temel hedeflerinden biri dünyanın çeşitli yerlerinde ihtilaflar çıkartmak olup, bunun en önemlisi şii ve sünni müslümanlar arasındaki ihtilaflardır. Dünyayı sömürmekte olan güçlerin Irak meseleleriyle ilgili olarak neler söylediklerini, kamuoyunu nasıl zehirlediklerini ve ne gibi nifak tohumları ekmeye çalıştıklarını görmektesiniz. Uzun yıllardır, kudret ve aşırılığa susamış Batı'lı güçlerin müslümanlar arasında ayrılık ve gayrılıklar çıkarmakla meşgul oldukları bilinmektedir. Dikkatli ve uyanık olmak gerekir. Yılın her mevsiminde ve her alanda dikkatli davranmalıyız. Şii ve sünni müslümanlar arasında çıkabilecek bir savaş, Amerika'nın gerçek arzusudur.
Müslüman halklar uyanmak ve düşmanın entrika ve eylemlerini küçümsememek zorundadırlar. Uyanış ve dikkatli davranış süreci korunmalıdır. Bugün, müslüman halklar ve İslam ülkelerinin dayanışma günüdür. Ben buradan kendi halkımı ve Irak, Pakistan ve diğer müslüman ülkelerdeki halkları uyarıyorum, mezhebi anlaşmazlıkları, şii-sünni ihtilaflarını gemlemelisiniz. Ben bugün, bazı ellerin belirli bir program içerisinde Şia ve Ehli Sünnet adına müslümanların arasını bozduklarını gözlemlemekteyim.Katliamlar, camilere, huseyniyelere, Cuma namazlarına, cemaat namazlarına saldırılar, kesinlikle emperyalizm ve siyonizmin maşaları vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Bu eylemleri hiç bir müslüman yapmaz. Hem Irak'da, hem İran'da, hem Afganistan'da, hem Pakistan'da ve hem de dünyanın çeşitli bölgelerinde... Elimizdeki bilgiler, İslam düşmanları ve siyonistlerin kirli ellerinin, dolaylı veya dolaysız olarak İslam dünyasının çeşitli köşelerindeki olaylara karıştıklarını göstermektedir.
Elbette biz, bu sözlerimizle ne şiilerin sünni olmasını ve ne de sünnilerin şii olmasını istemekteyiz. Amacımız, bir mezhebin diğer bir mezheb içerisinde erimesi değildir, çeşitli mezheplere mensup müslümanların inançları doğrultusunda ilmi çalışmalarda bulunmamaları değildir. İlmi faaliyetler, çok iyidir. Ancak, kimileri müslümanların birliğini sağlamak amacıyla mezhepleri inkara kalkışıyorlar. Bu, problemi çözemez. Tam tersine mezhebin isbatı, problemlerin çözüme kavuşturulmasında yararlı olmaktadır. Mevcut mezheplerin her biri kendi bölgelerinde hayatın akışını düzenlemektedir. Ancak birbirleri arasındaki ilişkilerin dostça olması gerekir. Bilimsel çevrelerde bilimsel kitaplar yazsınlar; bilimsel olmayan muhitlerde değil... Bu yüzden eğer bir kimse kendi mantığını ispatlamak isterse, bizler onu önlememeliyiz. Ancak bir kimse, söz ve eylemiyle, çeşitli yöntemlerle ihtilaf oluşturmaya kalkışırsa, onun düşmana hizmet ettiğini düşünürüz. Hem sünniler ve hem de şiiler bu konuda dikkatli olmalıdırlar.
Bir mezhebe mensup olan herkes, kendi inanç ve değerlerine saygı duymaktadır ve bu onun hakkıdır. Ancak, bu saygı duyma biçimi, farklı itikadlara sahip olan başka müslümanların oluşturduğu toplulukların değerlerine hakarete dönüştürülmemelidir. Biz hepimiz, ittifak halinde aynı İslam'a, aynı Kabe'ye, aynı peygambere, aynı namaza, aynı hacca, aynı cihada, aynı şeriate inanıp amel etmekteyiz. İhtilaf konuları, kesinlikle ortak noktalardan daha azdır. İslam düşmanları şii ve sünni müslümanlar arasında yalnızca İran'da değil, tüm İslam dünyasında ihtilaf çıkartmak peşindedirler.
Şu noktaya da değinmek istiyorum. Müminlerin emiri Hz. Ali'yi şii ve sünni müslümanlar ve çeşitli fırkalar arasında bir ayrılık noktası olarak göstermeye çalışmayın. Hz. Ali, birlik ve dayanışma vesilesidir, ayrılık ve ihtilaf vesilesi değil... Ülkenin tüm yörelerindeki kardeşlerimiz, Hz. Ali'nin birlik ekseni olduğundan kuşku duymasınlar. İslam dünyasının tamamı şiisiyle sünnisiyle bu büyük şahsiyeti sevmekte ve saygı duymaktadır. Nevaseb adlı küçük bir grup, Hz. Ali'ye düşman idiler. İslam tarihinde de hem Emeviler ve hem de Abbasiler döneminde Hz. Ali'ye düşmanlık besleyen gruplar mevcuttu. Ancak, ister şii ve isterse sünni olmak üzere İslam dünyasının geneli, Hz. Ali'yi övgüyle anmaktadır. Ehli Sünnetin fıkıh imamlarının Hz. Ali hakkındaki methiyelerini bilmektesiniz. Bu şiirlerin meşhur olanları İmam Şafii'ye aittir. İmam Şafii'nin Hz. Ali hakkındaki övgülerini içeren şiirleri vardır. Mezhep imamlarının hemen hepsi aynı bakış açısına sahiptir ve biz şiiler için bu büyük şahsiyetlerin konum ve tavırları açık, net ve şeffaftır.
Maalesef İslam dünyasında öylesine insanlar yaşamaktadırlar ki Amerika ve diğer emperyalist güç odaklarına yakınlaşabilmek için her türlü aykırı hareketi kabullenmekte ve bu bağlamda şii ve sünniler arasında ihtilaflar oluşturabilmek için her yola başvurmaktadırlar. Ben bugün, bazı komşu ülkelerde hesaplı olarak şii ve sünniler arasında ayrılıklara yol açmak, kavimler ve mezhepleri birbirne düşürmek, siyasal akımları çatışmaya sevketmek ve böylece bulanık suda balık avlayarak İslam ülkelerinde gayri meşru çıkarlar elde etmek isteyen kimi gizli elleri görmekteyim. Dikkatli ve uyanık olmalıyız.
Şiileri sünniler aleyhine ve sünnileri de şiiler aleyhine kışkırtanlar ne şiileri sevmektedirler ve ne de sünnileri... Onlar İslam'a düşmandırlar. ‘Kendi aranızda merhametli olunuz...' Yani müslüman kardeşler kendi aralarında merhamet ve nezaketle davranmalıdırlar. Düşman her iki taraftan çalışmaktadır. Sünnilerin gözünde şiileri ve şiilerin gözünde de sünnileri asıl düşman olarak göstermekte ve maalesef kimi kaba softalar da buna inanmaktadırlar. Ayrıca şiileri ve sünnileri birbirlerinin mukaddes bildikleri değerlerine hakarete yöneltmektedirler. Düşmanın entrikası bu iki mektebi birbirinin karşısına dikmektir. Düşmanın denediği oyunlar karşısında gaflete düşmeniz mümkündür. Bu yüzden dikkatli davranmak ve düşmanı hangi kisveye girerse girsin tanımak zorundasınız. Onları, sözlerinden bile tanımak mümkündür...
Bizim iftihar ettiğimiz konulardan biri, halkımızın kavmi ve mezhebi çeşitliliklerin hakim olduğu bölgelerde, yani ihtilaf ortamı mevcut yörelerde ihtilaf ve çatışmalardan kaçınmalarıdır. Elbette düşman, bundan hoşlanmamaktadır. Şii ve sünni müslümanlar arasındaki çatışmalar düşman için büyük değere sahiptir. İslam Ümmeti içerisindeki tefrikalar, maneviyat, kudret ve görkemli dayanışmanızı kırmakta ve Kur'an'da buyrulduğu üzere, güç kaybına uğramaktasınız.
Bu bağlamda merkez rolü oynayabilecek faktörlerden biri, Resul-ü Ekrem (S)'in mukaddes varlığıdır. Müslümanlar, müslüman aydınlar bu büyük şahsiyetin öğretileri ve ona duyulan muhabbete dayanarak kapsamlı ve kuşatıcı bir bakış açısıyla İslami faaliyetlerini sürdürmelidirler.
Müslümanların dayanışması meselesini şii ve sünni tüm mezhepler, çeşitli Ehli Sünnet mezhepleri ile Şia'ya bağlı mezhepler ciddiye almak zorundadırlar. Günümüz müslümanları İslami vahdet konusunu ciddiye almalıdır. İslami birliğin anlamı açıktır. Müslümanlar arasındaki vahdet, bir zarurettir. Bu konuya bir şaka veya bir slogan olarak bakmak doğru değildir. Gerçekten de müslüman toplumlar, birbiriyle dayanışma içerisinde olmalı ve aynı istikamette hareket etmelidirler. Elbette vahdet konusu, karmaşık bir konudur. Dayanışmanın sağlanması kolay değildir. Müslüman halklar arasında dayanışma sağlanabilmesi için, mezhebi ihtilaflar, hayat biçimi farklılıkları ve fıkhi farklılıklar karşısında esneklik gösterilmesi gerekir. Müslüman halklar arasında dayanışma sağlanması, İslam dünyasının problemleriyle ilgili konularda birlikte hareket etmek, birbirine yardımcı olmak ve sermayelerini birbirleri aleyhinde kullanmamak demektir.