
کارگر
Hüseyni Kıyam'ın Sebep ve Boyutları
Allah’ın adıyla
Tarihte meydana gelen önemli kıyam ve devrimlerin kendi zamanlarından belli bir süreye kadar etkisini sürdürdüğü bir gerçektir. Asırlarca etkisini sürdürmüş, gerçek mahiyyeti zamanın geçmesiyle daha iyi anlaşılan, başka toplumlara ilham kaynağı olmuş, zamanın eskiltemediği, gün geçtikce değer ve azameti artan, birçok kıyam ve devrimlerin kaynağı olmuş tek bir kıyam vardır; Kerbela kıyamı. Kerbela kıyamı sadece bu özelliklere sahiptir. Maneviyat ve irfanı içinde barındıran, fedakarlık ve isarın sembolü haline gelmiş, cesaret ve yiğitlik dersi veren tek kıyam Hüseyin’nin Kıyamı’dır.
Tarihte eşi ve benzeri olmayan bu kıyamı tanımak hakka susamış, adaleti hakim kılıp zülmü yok etmek isteyen her müslüman ve gayri müslimin bir vazifesi olduğu unutulmamalıdır.
Kerbela kıyamını tanımak için çok çabalar harcanmıştır ve üzerinde en fazla konuşulan, hakkında en fazla kitap yazılan bir kıyam olduğu inkar edilemez.
Tarih boyunca herkes farklı pencerelerden bakmışlardır bu kıyama; bazıları sosyolojik açıdan bakmış ve kendi ideolojisi doğrultusunda bu kıyamdan yararlanmış ve neticede bu kıyamı zulme, adaletsizliğe, haksızlığa karşı bir hareket olarak değerlendirmişler, İmamın bir özgürlük savaşcısı olduğunu ve bu yolda herşeyini feda ettiğini söylemişlerdir.
Bazıları, bu kıyamı dini ve fikhi açıdan incelemiş ve İmam Hüseyin’in (a.s) bu kıyamının İslam ümmetini ıslah etmek için olduğunu,’’Emri bil maruf nehy anil münker’’ hükmü gereği kıyam ettiğini ve neticede şehadet şerbeti içmesine sebep olsa da, bu kıyamı gerçekleştirmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
Bu kıyama siyasi açıdan bakanlar ise, İmamın bu hareketinin zamanın tağutu olan Emevi saltanatını yıkıp yerine gerçek İslam devletini kurmak olduğunu ve bunun için kıyam ettiğini zahiren başarılı görünmese de hakikatte zafere ulaştığını, hem Emevi saltanatını devirmeyi başardığını, hem de kendisinden sonraki asırlara örnek ve iftihar vesilesi olacak bir devrim gerçekleştirdiğini düşünmektedirler.
Bazıları kıyamın asıl sebebının zamanın zalim sultanı Yezid bin Muaviye’nin, İmam Hüseyin’i (a.s) kendisine biat etmeye zorlamasından kaynaklandığı olarak kaydetmişlerdir.
Bazıları, kıyamın asıl faktörünün Kufelilerin İmam Hüseyin’i davet etmesi ve eğer İmam onlara müsbet cevap verip kıyam etmemiş olsaydı gelecek nesiller İmam’ı kınayacaktı, onun için İmam’ın kıyam ettiğini söylemişlerdir.
Bazıları, bu kıyamı ve devamını ilahi bir senaryo olarak değerlendirmiştir; Allah-u Teala tarihin o kesitinde bir kıyamın gerçekleşmesini irade etmiş, zamanın tağutunun devrilmesi gerektiğini İslam’ın diriltilmesini istemiştir.Ve bunun için bir grubun, insanların uyanması ve sırat-ı mustakime dönmeleri için kıyam edip canlarını, mallarını feda ederek ilahi iradenin gerçekleşmesine vesile olmalarını istemiştir. İmam Hüseyin (a.s), Ehl-i Beyti ve yarenleri kendi iradeleriyle gönüllü olarak bu ilahi iradenin tecellisi için kendilerini feda ederek kıyam etmişlerdir.
Diğer bir görüş ise, bu kıyamın bir aşk kıyamı olduğunu, İmam Hüseyin’in (a.s), Allah’a aşkı ve onun yolunda şehid olma arzusu ve kendisini Allah yolunda feda etme aşkının bu kıyamın gerçekleşmesine sebep olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Bu görüşleri savunan herkes, doğal olarak kendi görüşünü ispat etmek için Kur’an’dan, Resulullah’ın (s.a.a) sünnetinden ve hatta İmam Hüseyin’in sözlerinden deliller getirme çabası içinde olmuşlardır.
Yukarıda zikredilen sebeplerin herbirisi İmam Hüseyin’in kıyamının gerçekleşmesinde etkin olduğu inkar edilemez ve aynı şekilde bu görüşlerin birbiriyle çelişmediği görüldüğü gibi hiçbirisinin tek başına kıyamın hedefini oluşturamıyacağı da kesindir.
Kerbela kıyamının bu denli çok boyutlu olması onun evrensel, zamanlar üstü olduğunu gösterir. Kıyamı tanımak isteyen kendi perspektifinden olaya bakmış ve kapasitesi kadarıyla anlayabildiğinden farklı görüşler ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Böyle evrensel bir kıyamın tanınması pek kolay olmayacak, büyük bir çaba ve geniş bir araştırma gerektirecektir. İmam Hüseyin mektebini, Kerbele kıyamını, Aşura hamasetini tanımak isteyenlere ışık tutar ümidiyle birkaç noktaya değinmeyi zaruri görüyoruz:
Bu Kıyamın tanınması için yapılması gereken araştırmalar;
Aslında önce şu soruya cevap verilmelidir, İslam ümmeti kendi peygamberleri Hz. Muhammed’in (s.a.a) torunu Hz. Hüseyin’i (a.s) yarenleriyle birlikte Kerbela’da şehid etmiş ve eşlerini ve çocuklarını esir alarak şehirlerde gezdirmişlerdir. İslam ümmeti yarım asır gibi kısa bir zamanda nasıl bu kadar değişebilmiştir? Peygamber’in Ehlibeyti’ne bu kadar zulmü nasıl reva gördüler? İşte bu soruların cevaplarını bulmak için taasupsuz, insaflı ve geniş çaplı bir araştırma yapmak gerekir.
1- Kıyamın tarihi süreci:
a) Resulullah zamanından kıyam’ın gerçekleştiği 61. hicri yıla kadar geçen zaman
b) İmam Hüseyin’in (a.s.), kıyamı başlattığı günden Aşura gününe kadar geçen zaman
c) Aşura günü gerçekleşen olaylar
d) Aşura sonrası Kıyam’ın tebliğ süreci
e) Ehlibeyt’in esirlik süreci
2- İmam Hüseyin’in (a.s) kişiliğini tanımak
3- Kıyama sebep olan faktörlerin incelenmesi
Bu hususlar aydınlığa kavuşrurulmadığı müddetçe Kerbela kıyamı gerçek çehresiyle tanınamaz.
İmam Hüseyin’in(a.s.) evrensel kıyamını tanımak için yapılacak araştırmada unutulmamalıdır ki, bu kıyam sadece tarihi bilgiler elde etmekle tanınamaz. Kerbela sahrasında gerçekleşen evrensel Hüseyni kıyamı tanıma araçları ise daha bir dikkatle seçilmelidir.
Bilgi biliminde, ilme ulaşmanın ve hakikatleri idrak etmenin araçları olarak duyu organları, deney ve akıl gösterilir, lakin bu araçlarla evrensel Hüseyni kıyamın bütün yönlerini idrak etmenin imansızlığı aşıkardır. Hüseyni kıyam „aklaniyet ve maneviyat“ eksenli olduğundan müsbet ilim araçları yetersız ve acizdirler.
Hüseyni kıyam kaynağı ilahi olduğundan en önemli tanıma kaynağı Kuran, örneklilik alanı bütün zaman ve mekanlar olduğundan evrensel, insanın fıtratından kaynaklandığı için ikinci en önemli yararlanılacak kaynak heva hevestan arınmış akıldır. Duygu ve hislerin tercümanı, ilahi aşkın sembolleştiği, şehadet ve şehametin mana kazandığı ilahi değerleri tanıma kaynağı ancak kalp olabilir.
Öyleyse bu kıyamın bazı yönleri güvenilir tarihi kaynaklardan elde edilir; Kuran, Nebevi sünnet ve Ehlibeyt rivayetleri, bazı yönleri taassuptan uzak, heva hevesin esaretinden kurtulmuş akıl kullanılarak yapılacak analiz ve yorumlarla anlaşılır, bazı yönleri ise ancak kalple idrak edilebilir, özellikle Aşura günü gerçekleşen olaylar yalnız kalble, ilahi aşkla ve İmam Hüseyin (a.s.) ile kurulan gönül bağıyla anlaşılabilir.
Allah, bütün İmam Hüseyin (a.s.) aşıklarına onun yolunda gitmeyi, onun hedeflerini yaşatmayı ve onun şefaatine nail olmayı nasip eylesin.
Abdullah Özgür 16/11/2012
Gazze Savaşı ve Amerikancı İslamcıların İflası
Bismillah
Bilindiği üzere bir kaç haftadan beri İsrail ile Hamas arasında daimi ateşkes ilanı sağlamak için ABD’nin bölgedeki uşakları Gazze ile İsrail arasında mekik dokumaktaydılar. Amaç direniş cephesinin Hamas kolunu İran ve Hizbullah’tan uzaklaştırmak ve son yıllarda uzlaşmacı/ulusalcı kanada karşı güçlenen Filistinli İslamcıları uzlaşmacı cepheye yaklaştırmaktı. Katar’ın kukla emirinin Gazze’ye gönderilmesi de aynı amaçla gerçekleşti ve Hamas’ın askeri komutanı Ahmed el Caberi maalesef başta Halid Meşal olmak üzere bazı Hamas liderlerinin stratejik hatalarına kurban edildi.
İsrail’in mütareke veya ateşkes ilanının kendi sonunu hazırlayacağını bildiğini ve bunun için ayakta durabilmek için savaş ve cinayetten başka yolu kalmadığını unutan Filistinli liderlerden biri de maalesef Şehid Ahmed el Caberi idi. Çünkü Katar ve Mısır’ın arabuluculuğu ile İsrail’le ateşkes ilanını imzalayan El Caberi düşmanın hilesine kanmış olacak ki üssünü terkedip ortaya çıkar çıkmaz siyonist rejim uçaklarının saldırısına uğramış ve şehid edilmiştir.
Suriye olaylarının tırmanması ardından bu ülkeyi terkederek Katar’a yerleşen Hamas’ın siyasi lideri Halid Meşal, ABD ve İsrail’in emrindeki Hamed bin Halife el Sani’nin -efendilerince dikte edilen- vaadlerine kanmakla büyük bir hata yapmaktaydı. Direnişle birlikte izzet kazanan Filistin’in bazı İslamcı liderleri maalesef Amerikancı İslamcılıkla gerçek Muhammedi İslamcılığı ayırdetmekte acziyetlerini ortaya koydular. Laikliğin hamisi ve müdafisi Erdoğan’ı İslam dünyasının lideri olarak tanımlayan, İsrail’in cani Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e dostum diye hitap eden Mursi’ye bel bağlayanların varıp varacakları nokta ancak bu kadar olabilir.
Halid Meşal gibilerin bel bağladığı liderler açık seçik bir şekilde görüldüğü üzere devam eden Gazze savaşında İsrail’e karşı harekete geçmeyi veya en azından Filistinlileri destekleyeceklerini açıklamak yerine İsrail’in baş destekleyicisi ABD’den medet umduklarını dile getirmekteler.
Bu durum Müslümanların gözünden kaçmamaktadır. Bu, direniş cephesine karşı ABD ile birlikte hareket edenlerin, Amerikancı İslamcıların iflas ilanıdır.
“Mekeru ve mekerallah vallahu hayr’ul- makirin” (onlar bir düzen kurarlar ve Allah da bir düzen kurar, Allah düzen kuranların en hayırlısıdır)
Hatırlanacağı üzere 2009 Gazze savaşı öcesinde de bölgenin mürteci, kukla ve Batı müttefiki rejimlerinin ileri gelenleri Amerikanın Anapolis şehrinde bir araya gelmiş, bölge ve dünya barışı(!) için asıl tehlike olarak İslami İran ve direniş cephesini göstermiş ve buna karşı en güçlü silahın, direniş cephesinin parçalanması ve Şia-Sünni savaşı çıkarmak olduğu sonucuna varmışlardı. Direniş cephesinin önemli kollarından biri olan Suriye ile İsrail’i uzlaştırmak görevi AKP hükümetine verilmiş, Şii-Sünni fitnesi çıkarmak da Suudilerle körfezdeki mürtecilere. Bu komplonun tam da uygulamaya konulduğu bir sırada Gazze savaşı patlak vermiş ve komplocuların foyaları ortaya çıkmıştı. O zaman da bugün olduğu gibi Gazze halkı direniş cephesinden yardım almış ve İran’ın ve Hizbullah’ın sağladığı silahlarla İsrail’e karşı direnmiş ; ABD ve bölgedeki müttefikleri ise ateşkes sağlayarak İsrail’in burnunun daha fazla sürtülmesini önlemişlerdi.
Suriye iç savaşı bahanesiyle ülkemizde olduğu gibi bölge ülkelerinde mezhep tassubunun tavan yaptığı şu günlerde Sünni Gazze halkının ve Filistin direnişinin yanında yine Şii İran ve Şii Hizbullah yer almaktadır. Mecusi diye tanımlanan Şii İran’ın verdiği füzeler bu son savaşta ilk defa olarak Telaviv’i, siyonistlerin merkezini sallayıp durmaktadır. Sünni dünyanın liderliğine soyunanlar ise yine İsrail’in ateşkes teklifini Hamas’a kabul ettirmek için didinip durmaktalar veya ABD tarafından verilen talimatları yerine getirmekteler.
Direniş cephesini varlığını inkar eden basiretsiz çevreler uyanıp gerekli dersi alacakları yerde bunca kanıt ve burhana rağmen hala İsrail’in Gazze’ye saldırısını sözde Suriye mücadelelerini yenilgiye uğratmak için başlattığını söyleyecek kadar alçalmaktalar. Allah bu zavallılara basiret versin demekten başka söz bulamıyoruz.
Direniş cephesinin varlığı ve haklılığı bir kere daha gözler önüne serildi. ABD ve Avrupalı müstekbirlerle bölgedeki kukla ve mürteci rejimlerin desteğinde Suriye iç savaşını körüklemek için yanıp tutuşanların bundan ibret dersi alarak uyanmaları ümit edilir.
Gazze savaşının gözler önüne serdiği ayrı bir gerçek de İsrail’in İran’a saldıracağı iddialarının ne kadar kof olduğudur. İran’ın desteklediği Hamas, İslami Cihad ve Hizbullah gibi sınırlı imkanlara sahip örgütlerle bile başa çıkamayan İsrail, İran gibi güçlü bir ülke karşısında nasıl tutunabilir?! İran’ın zor şartlar altında Gazze’ye aktarabildiği hafif ve küçük ölçekteki silahlar karşısında bile zelil bir duruma düşen İsrail, İran’ın uzun menzilli balistik füzelerinin bombardımanına nasıl dayanabilir? Zaten psikolojik temellere dayalı, bölgenin kukla/mürteci rejimlerine moral vermek amaçlı bu saldırı iddialarının uzun bir süre dile getirilmeyeceğine kesin gözüyle bakılabilir.
Gazze savaşının önemli sonuçlarından biri de İsrail’deki moral bozukluğunun işgal altındaki topraklardan geri göçü hızlandıracağı gerçeğidir. İlk defa olarak başlarına füze yağdığını gören Telaviv halkı bir kaç gündür sokağa çıkmaya cüret edememektedir. Çoğunlukla batı ülkelerinden toplama bu refah düşkünü yığınları buralarda tutmak mümkün müdür?!
Ümidimiz o ki, başta AKP hükümeti olmak üzere ABD ve topyekün Batı ile ittifak ederek bölge halklarının seslerine, inançlarına, beklentilerine kulak tıkayan rejimlerin son Gazze savaşında Batı müstekbirliğinin takındığı tarafgir tavrı dikkate alarak uyanmaları, dostun ve düşmanın kim olduğunu görmeleri, hatalarını anlayarak tevbe etmeleri ve İslam dünyasının meselelerinin ancak ve ancak bölge ülkelerinin işbirliği ile çözülebileceğini idrak etmeleridir. Aksi takdirde bu gerçeği gören müslüman kitlelerin hışmından kurtulamayacaklardır.
Y. ZİYA T.YILMAZ 17/11/2012
"Dünyanın adaletle yönetilebilmesi için bütün halkların katılımı gerekli!.."
"Dünyanın adaletle yönetilebilmesi için bütün halkların katılımı gerekli!.."
İslami İran Cumhurbaşkanı ve Bağlantısızlar hareketi dönem başkanı Mahmud Ahmedinejad, dünyada bütün halkların katılımı ile adil bir sistemin yerleşmesi gerektiğini söyledi.
MHA'nın bildirdiğine göre İran Cumhurbaşkanlığı basın ve enformasyon merkezinin bildirdiğine göre, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad Gana Cumhurbaşkanı özel temsilcisi Cikata'yı kabulünde, dünyada bütün halkların katılımı ile adil bir sistemin oluşması gerektiğini belirterek, bağlantısızlar hareketinin hedefleri ve düşüncelerinin tahakkuku için çalışmaların yapılması gerektiğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad Bağlantısızlar hareketinin insani hedeflerinin kazanımı için uygun yapı ve oluşumun bulunmadığını belirterek, Gana, bağlantısızlar hareketinin önemli kurucu üyelerinden biridir ve bağlantısızlar hareketinin hedeflerine ulaşmak için önemli sorumluluklar üstlenebileceğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, İran ve Gana'nın, bütün ülkeler için barış, huzur, adalet , kalkınma ve ilerleme sağlaması, her türlü saldırı ve tecavüze de karşı olma gibi alanlarda ortak görüşlere sahip olduklarını belirterek, " bu gün İran ve Gana, eşit ve adil olmayan bir dünyaya karşı , dünyada bütün halkların katılımı ile adil bir sistemin yerleşmesini istemektedir diye konuştu.
Gana Cumhurbaşkanı özel temsilcisi Cikata da bu görüşmede, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'a, İslami İran'ın bağlantısızlar hareketinin yönetme ve yönlendirmede yeterli imkan ve potansiyele sahip olduğuna inandığını belirterek batılı ülkelerin, bağlantısızlar hareketi ve bağımsız ülkelere karşı özellikle de İran'a karşı bir dizi komplolar yürütmekte, bu komplolar karşısında işbirliği yapılmalı, organize olunmalı diye konuştu.
Türkiye Kalkınma Bakanıİran’la Türkiye’nin ekonomik mübadele hacmi 18 milyar dolara ulaştı!
Türkiye Kalkınma Bakanı “Bu yılın ilk 9 ayında İran’la Türkiye’nin ekonımik mübadele hacmi 18 milyar dolara ulaştı” dedi.
Urumiye muhabirimizin bildirdiğine göre, Türkiye Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz dün akşamüstü, Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın Uluslararası İşlerle İlgili Yardımcısının İran-Türkiye siyasi, ekonomik ve kültürel elit kesiminden oluşan bir grupla düzenlediği toplantıda yaptığı konuşmada “İki ülke yetkilileri ortak görüşmelerinde ekonomik mübadele hacminin 30 milyar dolara çıkartılması konusunda mutabık oldular” dedi.
Bakan Yılmaz ayrıca “Türkiye bugün ekonomik sıralamada dünya çapında 16. ve Avrupa düzeyinde de 6. sırada yer alıyor” ifadesini kullandı.
Konuşmasının devamında ülkesinin İran İslam Cumhuriyetiyle serbest ticaret yapmak ve yatırım düzeyini de arttırmak istediğini belirten Türkiye Kalkınma Bakanı Yılmaz ayrıca “ Bu yılın ilk 9 ayında İran’la Türkiye’nin ekonomik mübadele hacmi 18 milyar dolara ulaştı” dedi.
Direnişi desteklemek bugün İslam ülkelerinin vazifesi!
İran MGYK Sekreteri, Mısır’ın Menfaatlerini Koruma Bürosu Başkanıyla görüşmesinde “Bugün Direnişi desteklemek İslam ülkeleri için bir vazife” dedi.
Mısır’ın Menfaatlerini Koruma Bürosu Başkanı Halid İbrahim Ammare dün Tahran’da Milli Güvenlik Yüksek Konseyi (MGYK) Sekreteri Said Celili’yle görüştü.
Celili bu ziyarette yaptığı konuşmada, İran’la Mısır’ın sahip oldukları çok büyük kapasitelere değinerek, bu kapasitelerin işgalci İsrail’le mücadelesinde Direniş’ten yana olmak üzere İslam dünyasında birlik ve beraberlik sağlama doğrultusunda kullanılması gerektiğini vurguladı.
MGYK Sekreteri Celili ayrıca “Bugün Direnişi desteklemek İslam ülkeleri için bir vazife hükmünde. Buna göre de İslami uyanış sonrası Mısır’ın Direniş’i fiili olarak desteklemekte uygun bir rol oynaması bekleniyor” dedi.
Mısır’ın Menfaatlerini Koruma Bürosu Başkanı Halid İbrahim Ammare de bu görüşmede yaptığı konuşmada, İran’la Mısır arasında ilişkilerin geliştirilmesi konusunu büyük bir memnuniyetle karşıladığını ifade ederek “Mısır inkılabı ve İslami uyanış sayesinde bölenin denklemleri değişti ve İslam ülkeleri daha fazla birbirine yaklaştılar.
Hizbullah: Gazze'ye uzun menzilli füze gönderiyoruz
el-Menar TV, Gazze'deki direnişin silahlandırılmasıyla görevli olan Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları'ndaki birliklerin teyakkuza geçtiğini duyurdu.
el-Menar TV'nin resmi web sayfasında yer alan habere göre İzzeddin el-Kassam Tugayları Genel Komutan Yardımcısı Ahmet Cabiri'nin öldürülmesiyle tırmanan gerilim sonrasında Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları, özellikle de Gazze'ye silah ulaştırmakla sorumlu olan birlikler, teyakkuza geçti.
Haberde, Hizbullah ve İran'ın Gazze direnişinin silahlandırılmasında, herkesçe bilinen (İran ve Suriye limanları - Sudan ve Sina) hattın dışında sadece direniş ekseni tarafından bilinen gizli bir hattın olduğu belirtildi.
Cabiri'nin aracının hedef alındığı ilk bombardımanda İsrail, Gazze'deki bazı silah depolarının da imha edildiğini açıklamıştı. İlk bombardımandan sonra Hizbullah, başta Hamas olmak üzere Gazze'deki direniş hareketleriyle temasa geçerek, hedef alınan büyük menzilli füzelerin bulunduğu depolardaki hasarı belirledi.
Hasar tespitinden kısa bir süre sonra Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları, Gazze'deki direniş hareketlerinin ihtiyacı olan uzun menzilli füzelerin bir kısmını, Gazze'ye sokmayı başardı. Haberde Hizbullah'ın, Gazze'deki direnişin savaş sırasında ya da sonrasında silahlandırılmasının kesintisiz devam etmesinde kararlı olduğu hatırlatıldı.
Haberde, ikinci intifadan bugüne kadar Filistinli direniş hareketlerinin silahlandırılmasında "esas istasyon" olma özelliğini taşıyan Suriye'nin yaşadığı iç sorunlardan ötürü Filistinli direnişçileri silahlandırma hattının büyük yara aldığını vurgulanırken "Fakat Hizbullah ve İran, Gazze direnişini silahlandırmakta kararlıdır. Bu karardan geri adım atmak yok" ifadelerine yer verildi.
Gazze'deki direnişin silahlandırılmasının önündeki iki önemli engelin Ürdün ve Mısır olduğuna dikkat çeken el-Menar TV, habere şöyle devam etti:
"Mısır ve Ürdün, Filistin'le olan uzun sınırlarından Gazze'ye silah girmesine engel olmaya çalıştı. Buna karşılık İran Devrim Muhafızları, Suriye Ordusu, Hizbullah ve Hamas'tan oluşan dörtlü bir kanal kuruldu.
Buna kanala İslami Cihad ve Halk Kurtuluş Cephesi gibi diğer Filistinli hareketler de dahil edildi. Bu kanal sayesinde Filistin direnişi, füze yapımında kullanılan malzemeler dahil olmak üzere hafif silah ve uzun menzilli füzelerle donatıldı.
Buna ilave olarak yüzlerce Filistinli direnişçi, Gazze'den İran ve Suriye'ye götürülerek modern savaş taktikleri, uçak savar vb silahların kullanımı üzerine askeri sahada eğitimleri gerçekleştirildi."
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, 18 Temmuz 2012 tarihinde yaptığı konuşmasında, 2006 Temmuz savaşında Suriye'nin verdiği füzelerle Hayfa'yı vurduklarını, Suriye'nin aynı füzelerle desteklediği Gazze'nin de 2009'da İsrail'e karşı zafer kazandığını açıklamıştı.
Gazze'deki direnişi silahlandırmakla görevlendirilen Mısır'da görev yapan Hizbullah üyesi Sami Şehab, Kasım 2008'de Mısır güvenlik güçleri tarafından tutuklanmış, idamla yargılanmıştı. Şehab, Şubat 2011'de ülkede yaşanan arbede sırasında tutuklu kaldığı hapishaneye düzenlenen operasyonla kurtarılmıştı.
Yahudi Hahamlar: ‘Gazzeli Çocukları Öldürün!’
İsrail Hahamlar Konseyi, Batı Şeria’da yayınladığı bildiride İsrail ordusundan başta Lübnan halkı olmak üzere Arap vatandaşlarının toplu olarak katledilmesi talebinde bulundu.
Bildiriyi hazırlayanlar, Lübnan ve Filistinli vatandaşların düşman taraftarı olduklarını dolayısıyla Siyonist rejim kabinesinden Tevrat’a amel ederek Filistin ve Lübnanlı sivil halkın öldürülme emri vermesini talep ettiler.
İsrail Hahamlar Konseyi, Batı Şeria’da yaptığı toplantıda bir bildiri yayınladı. Bildiri Siyonist rejim televizyon kanallarından kanal 7 tarafından da yayınlandı. Bu bildiride akıllara durgunluk veren şöyle bir iddiada bulunuldu: “Tevrat, savaş sırasında kadın ve çocukların öldürülmesini caiz bilmektedir ve her kim Lübnan ve Gazze’li çocuklara acırsa, İsrail çocuklarına vahşi bir bakış açısına sahiptir demektir!”
Bildiriyi hazırlayanlar, Lübnan ve Filistinli vatandaşların düşman taraftarı olduklarını dolayısıyla Siyonist rejim kabinesinden Tevrat’a amel ederek Filistin ve Lübnanlı sivil halkın öldürülme emri vermesini talep ettiler.
Siyonist İsrail rejiminin şu ana kadarki hava saldırılarındaki asli hedefler arasında başta çocuklar olmak üzere siviller bulunmakta. Buna rağmen Siyonist rejim yetkilileri yaptıkları açıklamalarda saldırılarında sivillerin hedef alınmadığını iddia etmektedirler.
Siyonist İsrail rejiminin saldırıları karşısında şu ana kadar Fars Körfezi İşbirliği Ülkeleri (Suudi Arabistan, BAE…) ve Arap Birliği şu ana kadar etkili hiçbir tepki göstermedi. Halbuki bu kukla örgütler şu ana kadar insan hakları ve Arap halklarına yardım bahaneleri ile Suriye devleti aleyhine her gün bir karar almakta ve Suriye’de daha çok masum insanın ölmesine neden olmaktadırlar.
Birleşmiş Milletler de şu ana kadar gözle görülür hiçbir tepki göstermedi. Amerika ve batılı ülkelerin kontrolünde olan bu örgüt, Suriye içişlerini ilgilendiren Suriye krizini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde uluslar arası kriz unvanıyla gündeme getirmekte. Ama öte yandan Siyonist İsrail’in sivillere yönelik saldırıları karşısında hiçbir açıklamada bulunmamakta, hatta tam tersi Filistinli direniş gruplarının savunma amaçlı kullandığı füzelerin kabul edilemez olduğunu açıklamaktadır.
" Tüm taraflar Suriye'deki krizin barışçıl yollardan çözülmesini istiyor''
İran Dışişleri Bakanı Salihi, ''Suriye Hükümetinin, halkın meşru taleplerine cevap vermesi şart. Tüm taraflar, Suriye'deki krizin barışçıl yollardan çözülmesini istiyor'' dedi.
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Suriye'de halkın tüm meşru taleplerinin karşılanmasının şart olduğunu belirterek, hükümetin diyalog çağrısına, tüm grupların cevap vermesi gerektiğini söyledi.
Salihi, Tahran'da Suriye Hükümeti ve muhalifleri bir araya getiren ''Ulusal Diyalog Toplantısı'' sonunda açıklamalarda bulundu, gazetecilerin sorularını cevapladı.
Toplantıya yönetim ve muhaliflerden her kesimi temsilen 130 ve yabancı ülkelerden de 40 kişinin katıldığını hatırlatan Salihi, ''Tüm taraflar, Suriye'deki krizin barışçıl yollardan çözülmesini istiyor'' dedi.
''Suriye Hükümetinin, halkın meşru taleplerine cevap vermesi şart'' diyen Salihi, ''Suriye halkı da diğer halklar gibi özgürlük, çok partili sistem ve adil seçimler gibi temel haklara sahip olmalı'' ifadesini kullandı.
Salihi, ''Taraflar, sorunun bizzat Suriyeliler tarafından çözümü konusunda hemfikirler. Hiçbir taraf, sorunun halli için yabancı reçeteyi istemiyor'' diye konuştu.
Tarafların sorunun çözümüne yönelik olarak bir komite kurulması konusunda uzlaştıklarını anlatan Salihi, komite üyelerinin de yine bizzat Suriyelilerden oluşacağını kaydetti.
Salihi, komitenin toplantıya katılanlar ve katılamayan diğer Suriyeli gruplar arasında ulusal diyalog çalışmalarını yürütmekle görevli olacağını ifade etti.
Suriye dışındaki diğer bazı Suriyeli grupları da davet ettiklerini ancak onların çeşitli gerekçelerle katılamadığını kaydeden Salihi, gelecekteki toplantılara daha geniş kapsamlı katılım olmasını umduklarını söyledi.
Toplantıda, Suriye'nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve milli birliğine vurgu yapıldığını ifade eden Salihi, tüm tarafların ''şiddete hayır, demokrasiye evet'' ilkesini benimsediklerini bildirdi.
Şiddet yoluyla hak talep edilemeyeceği konusunda görüş birliğine varıldığını söyleyen Salihi, barışa vurgu yapan tarafların, ''şiddetin şiddet doğuracağı'' düşüncesinde olduklarını belirtti.
Salihi, toplantıda Suriye sınırlarının kontrolü ve şiddete başvuran gruplara silah verilmesinin önlenmesi konularında da ortak görüş beyan ettiklerini dile getirdi.
TÜRKİYE, İRAN VE MISIR, SURİYE'Yİ GÖRÜŞECEK
Salihi, İran olarak Suriye Hükümeti ve muhalefetinin bir araya gelmesine yardım ettiklerini belirtti ve şunları kaydetti:
''Müdahale amacında değiliz. Biz sadece toplantıya ev sahipliği yapıyoruz. İran, sorunun yabancı müdahale olmadan bizzat Suriyeliler tarafından halledilmesini savunuyor.''
Suriye'de krizin aşılmasına yönelik İran'ın önerilerini daha önce Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır ve Suriye'ye yazılı olarak ilettiklerini hatırlatan Salihi, ''Pakistan'da yapılacak D-8 toplantısında Türkiye ve Mısır ile Suriye konusunu ayrıntılı olarak ele alacağız dedi.
Suriye'de daha fazla kan dökülmesinin durdurulması gerektiğini belirten Salihi, ''Suriye Hükümeti, tüm muhalif gruplarla diyaloğa ve milli bir çözüme hazır olduğunu ilan etti. Muhalif gruplar niçin bunu reddediyor, acaba kan dökülmesini önlemek istemiyorlar mı-'' sorusunu dile getirdi.
Salihi şunları kaydetti:
''Sadece Suriye'de değil her yerde sorunun halli için öncelikli iş şiddetin durdurulmasıdır. Toplantıda tüm gruplar, sonraki adımlar için şiddetin mutlaka durdurulması görüşünü paylaştılar.''
Suriyeli tüm taraflarla görüşmeye devam edeceklerini yineleyen Salihi, bu toplantının sorunun çözümüne vesile olması temennisinde bulundu.
Toplantıda İsrail'in, Gazze Şeridi'ne saldırısının da kınandığını belirten Salihi, Filistin halkının yanında olunduğunun bir kez daha vurgulandığını bildirdi.
Salihi, Filistin halkının durumunu yerinde görmek ve acılarını paylaşmak için Gazze Şeridi'ne gitmeye hazır olduğunu, bu konuda Mısır ile görüşmelerin sürdüğünü sözlerine ekledi.
Suriye Hükümeti ve muhalefetten temsilcilerin katılımıyla yapılan ''şiddete hayır, demokrasiye evet'' başlıklı toplantının ikinci oturumu basına kapalı olarak gerçekleşti.
Suriye’nin gücünü kaybetmesi, Filistin’in de mağduriyeti demektir
40’dan fazla Müslüman’ın hayatını kaybettiği ve yüzlerce kişinin yaralandığı İsrail saldırıları hakkında dünyadan ve Türkiye’den çeşitli beyanlar gelmektedir.
ABD İsrail’in savunma hakkı olduğunu vurgulayarak, bu saldırıları kendileri açısından meşrulaştırmıştır. Türkiye’de ise, siyasi kanattan İsrail’i eleştiren sözler ve katliamın sona ermesine yönelik çıkışlar geldi. Ancak bu çıkışlar Müslüman Filistin’in kurtuluşuna yeterli olmayacaktır. Zira Türkiye, Filistin konusunda her zaman onun yanında söylemlere yer verse de fiiliyatta ABD ve İsrail’in yanında olmuştur.
Bu zihniyet maalesef bu hükümet dönemine ait de değildir. Geçmişte Erbakan iktidarında, istihbarat başta olmak üzere askeri eğitim ve su anlaşmaları hayata geçirilmişti. Böyle bir tabloda denilen ile yapılan birbirinin tamamen zıttı olmuştur ve İsrail de bunun farkındadır.
Bu nedenle hükümet veya siyasilerimiz hangi sert çıkışta bulunursa bulunsun İsrail’in dikkate alması söz konusu olamaz. Adeta yapılan beyanlar Filistin zararına gelişmelere neden olmaktadır. Filistin’in İsrail karşısında başarısız olmasının temel nedeni, devlet yapılanmasına sahip olmaması ve düzenli bir ordu kuramamasıdır.
Varlığını devam ettirmeye yönelik savunmaları halen, illegal bir terör örgütünün faaliyetleri olarak değerlendirilmektedir. Dikkat edilirse Türkiye’nin bugün sürüklendiği halde budur.
Yarın düzenli bir ordudan mahrum kalan Türkiye’nin kaderi her gün varlığını koruyabilmek için düşmanına sapan taşları ile mukabele eden Filistin’in kaderi olacak. Zira sizin bir silahlı gücünüz yoksa bu kaderi yaşamaya mecbursunuz
Türkiye sürekli olarak bu kulvara sürüklenirken, bütün bunları seyreden siyasetin ve kamuoyunun bu olaylardan ders çıkarmaması düşündürücüdür.
Yapılması gereken birilerinin telkin ve tavsiyesi ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve mensuplarına tavır belirlemek değil, Türk milletini ve devletini koruyabilecek iktidara ve de güce kavuşturmaktır.
Filistin, Türk devletinin Suriye’de kaybettiği prestiji İsrail’e karşı belirleyeceği tavırla tekrar kazanabilir. Türk hükümetinin Filistin olayında aidiyet duygusunu tam devreye koyması; mazlum, mağdur ve mahkûm Filistinlilere sahip çıkması ile mümkündür.
Olayın başka bir boyutu da Türkiye’nin Suriye’ye olan yaklaşımı ile ilgilidir.
Suriye, Filistin dahil bölgedeki Müslüman ülkelerin hamisi konumunda idi. Bu sebeple saldırılarının başlangıcında “lebbeyk Esad” feryatları Filistin sokaklarından yükselmişti. Bugün Suriye’nin gücünü kaybetmesi, Filistin’in de mağduriyeti demektir.
Onun bu noktaya gelmesinde filli desteği devam eden Türkiye’nin bu açıdan da mesuliyeti büyüktür. Siyaset bugüne kadar kaybettiklerini bu tavırla geri alacak, mağdur ve mahkûm Filistinlilere sahip çıkmakla da bu insanların dualarını kazanacaktır.
Prof. Dr. Haydar Baş
İslam Devrimi Lideri'nin 2012 Hac Mesajı...
İmam Hamanei'nin 2012 Hac Mesajı:
"İslam Düşmanları Şia ve Sünni korkusuyla fitnecilikte bulunuyorlar!.."
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülillahi Rabbil Alemin ve Salavatuhü ve Selamühü Ala Resuli'il A'zem el-Emin ve Ala Alihi'il Mutahharin'el Muntecebin ve Sahbih'il Mayamin
Rahmet ve bereket dolu Hac Mevsimi gelip çattı ve bu nurlu meydanda hazır olma şerefine nail olan mutlu insanlar bir kez daha ilahi feyze muhatap olmuşlardır.
Burada zaman ve mekan, siz hacıları tek tek manevi ve maddi yücelişe davet etmektedir. Müslüman kadın ve erkek burada yürek ve dilleriyle yüce Allah'ın salah ve kurtuluşa davetine lebbeyk demekteler. Burada her kes, kardeşlik, tek renk olma ve takva provası yapma imkanını elde ediyor. Burası talim ve terbiye kampıdır; İslam ümmetinin vahdet, azamet ve çeşitliliğinin sergilendiği mekandır; Şeytan ve tağuta karşı mücadele merkezidir. Burayı Allah c.c., müminlerin kendi çıkarlarını müşahede edecekleri bir mekan kılmıştır. Akıl ve ibret gözümüzü açtığımızda bu semavi ibret bizlerin ferdi ve sosyal tüm alanlarımızı kapsayacaktır.
Hac mesajının özelliği, dünya ve ahiretin karışımı, ferdi ve toplumsal karışımdadır.
Muhteşem ve gösterişsiz Kâbe, ebedi ve muhkem bir eksen etrafından beden ve yüreklerin tavafı, bir başlangıç ve bitiş arasında sürekli ve düzenli S'ay ve çaba, Arafat ve Meş'ar alanına genel bir hicret, bu azim mahşerde yüreklere safa ve canlılık kazandıran hal ve huzur, şeytani simgelere karşı koymak için genel bir saldırı ve ardından her yerden, her renkten ve her ırktan her kesin anlam ve hidayet belirtileri yüklü bu sır dolusu törenin tüm alanlarındaki varlığı, bu mana ve mazmun dolu farizanın kendine has özelliklerindendir.
Bu gibi törenlerdir ki tüm yürekleri Allah'ın yadıyla birleştiriyor, insan'ın yürek yalnızlığını, takva ve iman nuruyla aydınlatıyor, hem ferdi kendi tekelinden çıkarıyor ve İslam ümmetinin çeşitliliklere dayalı topluluğunu kaynaştırıyor ve hem insanı günahın zehirli oklarından kurtardığı takva giysisini ona giydiriyor, hem de şeytanlar ve tağutlara saldırı ruhunu onda canlandırıyor. İşte buradadır ki hacı, İslam ümmetinin enginliğinin bir örneğini kendi gözüyle gördüğü ve onun kapasite ve kudretini fark ettiği gibi hem de geleceğe daha da umutlanıyor, onda rol ifa etme konusunda kendinde hazırlık duygusu hissediyor ve hem de ilahi Tevfik ve yardım fırsatı bulacak olursa şanı yüce peygambere yeniden biat ve İslam'la güçlü bir ahd bağlama saadetine nail oluyor, kendini ve ümmeti ıslah etme ve İlayı Kelimetullah için kendinde sarsılmaz bir irade oluşturuyor.
Kendini ve ümmeti ıslah etmenin her ikisi de terk edilemeyecek iki farzdır. Akıl ve basiretten yararlanarak ve dini vazifeler konusunda derin düşünmekle bunu tahakkuk ettirmek tedbir ve taammül ehli için pek de zor değil.
Kendini ıslah etmek, şeytani arzularla mücadele ve günahtan sakınma yönünde çaba göstermekle başlıyor ve ümmetin ıslahı ise düşmanı ve onun planlarını tanımak, onun düşmanlıklarını, hilelerini ve darbelerini etkisizleştirmek için mücadele etmekten geçer ve işte o zaman tüm müslümanların, İslam halklarının yürekleri, elleri ve dillerinin birleşmesi gerçekleşmiş olur.
Çağımızda İslam ümmetinin kaderini ilgilendiren İslam aleminin en önemli meselelerinden biri, Kuzey Afrika ve bölgede vuku bulan inkılapçı olaylardır ve bu olaylar şimdiye kadar kendi fasit, Amerikan uşağı ve Siyonizm işbirlikçisi yönetimlerin devrilmesine ve buna benzer diğer yönetimleri sarsmasına neden olmuştur. Müslümanlar eğer bu büyük fırsatı kaybedecek olur ve ondan İslam ümmetinin ıslahı için yararlanmazlarsa büyük bir kayba uğramış olurlar. Şu anda saldırgan ve müdahaleci müstekbirliğin tüm çabası, bu büyük İslami hareketi saptırmaya yönelmiştir.
Bu büyük kıyamlarda müslüman kadın ve erkek, halkların aşağılanması ve cani siyonist rejimle ortak olmasıyla sonuçlanan dikta yöneticiler ve Amerikan sultasına karşı kıyam etmiştir. Bu ölüm-kalım savaşında kendi tek kurtuluş yolunu ise İslam, İslami talimler ve onun kurtarıcı şiarlarında bilmekte ve bunu tüm güçleriyle haykırmaktalar. Mazlum Filistin halkını müdafaa, gasıp siyonist İsrail rejimi ile mücadeleyi kendi taleplerinin en başına yerleştirmiş bulunuyorlar. Müslüman halklara dostluk eli uzatmış ve İslam ümmetinin vahdetini istemekteler.
Bunlar son iki yıl içinde kurtuluş ve reform bayrağı açıp, kendi tüm varlıkları ile inkılap meydanlarında var olan ülkelerdeki halk kıyamlarının temel direkleridir ve bunlar büyük İslam ümmetinin temel direklerini sağlamlaştırabilirler. Bu temel ilkeler üzerinde direnmek bu ülkelerde halk kıyamlarının kesin zafere ulaşması için gerekli şartıdır.
Düşman bu temel direkleri sarsmaya çalışıyor. Amerika, NATO ve siyonizmin fasit uşakları bir takım gaflet ve basit görüşlülükten yararlanarak müslüman gençlerin kükremiş hareketini saptırmak ve onları İslam adına birbirinin canına düşürmek, anti Emperyalizm, anti Siyonizm cihadı, İslam dünyasının cadde ve sokaklarında kör terörizme çevirmek ve bu yolla müslümanların kanını bizzat onların kendi eliyle döktürmek ve İslam düşmanlarını bu çıkmazdan kurtarmak, İslam ve müslümanların kötü bir sima sergilemesini ve adının kötüye çıkmasını sağlamak istemekteler.
Onlar, İslam'ı ve İslami sloganları yok etmekten umutlarını kesince, İslami gruplar ve fırkalar arasında fitnecilik hilesine yönelmiş, Şia korkusu, Sünni korkusu oluşturma komplosuyla İslam ümmetinin birlik ve vahdeti yolu üzerinde engel oluşturmak istemektedirler.
Onlar bölgede kendi piyonlarının yardımıyla, halkların dikkatini kendi ülkelerinde olup biten gerçeklerden, mevcut tehlikelerde uzaklaştırmak için Suriye krizini oluşturarak kendi oluşturdukları kanlı olaya çekmeye çalışmaktalar. Suriye'de yaşanan iç savaş ve müslüman gençlerin birbiri tarafından öldürülmesi, Amerika, Siyonizm ve onlara itaatkâr yönetimler tarafından oluşturulmuş bir cinayettir. Bir zamanlar Mısır, Tunus ve Libya'da diktatör yönetimlerin destekçisi devletlerin şimdi Suriye halkının demokrasi talebinin savunucusu olduklarına kim inanabilir? Suriye olayı, 30 yıl boyunca tek başına işgalci siyonistlere karşı direnmiş ve Filistinli ve Lübnanlı direniş gruplarını desteklemiş ve yönetimden intikam alma olayıdır.
Biz Suriye halkının taraftarı ve bu ülkeye yönelik her türlü dış müdahale ve kışkırtmaya karşıyız, Bu ülkede her türlü değişim bizzat Suriye halkının kendi eliyle ve tamamen ulusal metotlarla olmalıdır. Uluslar arası sultacıların, onların emrine itaat eden bölgesel yönetimlerin yardımıyla bir bahaneyle kriz yaratıp, ardından bu krizi bahane ederek her türlü cinayette bulunma yetkisini kendinde görmeleri, bölge devletlerinin ilgilenmemeleri durumunda bu emperyalist hilede kendi sıralarının gelmesini beklemeleri gereken çok ciddi bir tehdittir.
Bacılarım! Kardeşlerim!
Hacc mevsimi, İslam aleminin önemli olayları üzerinde düşünme ve üzerinde durulması için bir fırsattır. Bölge inkılaplarının kaderi ve bu inkılapların saptırılması amacıyla yara almış kudretlerin gösterdiği çabalar bu olaylar kapsamındadır. Müslümanlar arasında ihtilaf çıkarılması, kıyam etmiş ülkeler ile İran İslam Cumhuriyeti arasında suizan oluşturulması için hazırlanan haince planlardan bazıları, Filistin meselesi ve mücahitlerin inzivaya itilmesi yönünde çaba sarfetmek, Filistin cihad ateşini söndürmek, batılı devletlerin İslam karşıtı propagandaları ve onların yüce İslam peygamberi (sav)in mukaddes makamına hakaret edenleri desteklemeleri, bazı halkı müslüman olan ülkelerde iç savaşı çıkarma ve bölünme ortamı oluşturmak, inkılapçı yönetimler ve halkları batılı sultacılara karşı mücadele konusunda korkutmak ve onların geleceğinin o saldırganlar karşısındaki teslimiyetlerine bağlı olduğu vehmini oluşturmaktır. Bu bunun gibi diğer bir takım önemli ve hayati meseleler, hacc merasimi sırasında ve siz hacıların gönül birlikteliği ve dayanışması sayesinde üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken önemli meselelerdendir.
Kuşkusuz ilahi hidayet ve yardım, Emin ve kurtuluş yollarını müminlere gösterecektir.
وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا
"Bizim için cihad edenleri yollarımıza hidayet ederiz"
Vesselamü Aleyküm Ve Rahmetullah ve Berekatühü
Seyyid Ali Hamanei
9 Zilkade 1433
25 Ekim 2012