
کارگر
HAMAS’tan İmam Seyyid Ali Hamanei’ye teşekkür
Filistin İslami Direniş Hareketi HAMAS, İmam Hamenei’nin, 8 günlük Gazze savaşında Filistinlilerin gösterdikleri direniş ve vahdete verdiği destekten dolayı şükranlarını bildirdi.
İslam Aktüel'in Tabnak’tan aktardığı habere göre, HAMAS tarafından yayınlanan bildiride, bölgenin sayısız fitne ve komplolarla dolu bir dönemle yüz yüze olduğu, böyle bir dönemde İmam Hamanei'nin, yeniden bölgenin asıl sorunları fitneler ve şirretliklere dikkat çekerek birlik ve beraberliğe vurgulamasının takdire şayan olduğu vurgulandı.
HAMAS bildirisinde, İmam Hamanei'nin Filistinli direniş gruplarını takdir etmesinin, düşmanların İslami İran ile Filistinli direniş grupları arasında fitne çıkarmaya dayalı şayia ve komplolarını etkisiz hale getirdiğine dikkat çekti.
HAMAS bildirisinde İmam Hamanei'nin açıklamalarının, Filistin meselesinin İslami İran'ın dış siyasetinin önceliği olduğuna vurgu yapıldı.
İmam Hamanei yaptığı son konuşmada, siyonist İsrail ile Filistinliler arasında çatışmalarda, Filistin direnişini övmüş ve her zaman Filistin davasının destekçisi olacaklarını bildirmiş, bu konuda bütün İslam ülkeleri ve Müslümanlara da çok önemli görev düştüğünü söylemişti.
İmam Hamanei : İslam düşmanları "İslami uyanış" tabirinden korkuyor
İmam Hamanei, üniversite hocaları, seçkinler ve dahilerin İslami uyanışı açıklama ve toplumun saadet, bilinçlenme ve cesaret yönünde hareket etmesi hususunda rol oynamasında temel şartın çalışıp telaş etmek olduğunu bildirdi.
İmam Hamanei, Tahran'da uluslar arası İslam dünyası üniversite öğretim üyeleri ve İslami uyanış toplantısına katılan yüzlerce üniversite hocası, düşünür ve bilim adamını kabulünde "İslami uyanış" başlığının önemi hakkında açıklama yaparak başta din uleması olmak üzere aydınlar, yazar ve şairlerin milletlerin kurtuluşu ve saadetinde önemli role sahip olduklarını belirtti.
Düşmanların "İslami uyanış" ibaresinden korktuğuna değinen İslam inkılâbı rehberi onların bölgedeki büyük hareket için "İslami uyanış" tabirinin kullanmaması için çok çalıştıkları zira düşmanların gerçek İslam'ın yayılmasından dehşete düştüklerini söyledi.
Uluslar arası sultadan kurtulmayı, İslami uyanışın hedeflerinden biri olarak niteleyen İmam Hamanei, Amerika öncülüğündeki emperyalizmin İslami hareketlerle mutabakata varacağına dair düşüncenin hata olduğu zira Amerika'nın elinden geldikçe İslam'a yönelenleri ortadan kaldırmaya çalışacağı dolaysıyla bölgedeki kıyamların dünya emperyalizmiyle mesafelerini koruyup onlara kanmaması gerektiğini belirtti.
İslam ve İslam şeriatını İslami uyanışın hedeflerinden biri olarak niteleyen İslam inkılâbı rehberi düşmanların dünyada İslam'ın kalkınma, gelişme ve medeniyetle uyum
İçinde olmadığını lanse etmeye çalıştığı oysa İslam'ın insanların tüm ihtiyaçlarını karşıladığı ve tüm asırlar ve kalkınma dönemleri için geçerli olduğunu belirtti.
İmam Hamanei, bölge inkılaplarında önemli bir meselenin halk desteğinin korunması olduğuna değinerek "Gerçek güç halkın elindedir, halk tek yürek ve ses olup liderlerini desteklerse Amerika, hatta Amerika'dan daha güçlüsünün de hiçbir halt edemez" Dedi.
İslam ülkeleri, özellikle de yeni kıyam etmiş ülkelerde son derece zaruri olan konunun güçlenmek için gençlerin ilim ve teknoloji alanında eğitilip ilerlemesi olduğunun altını çizen İslam inkılabı rehberi bunun mümkün olduğu ve bu alanda başarılı gerçek örneğin İran İslam cumhuriyeti olduğunu vurguladı.
İmam Hamanei, ayrıca Filistin direnişinin Gazze'de işgalci rejim İsrail karşısındaki tepkisini takdir ederek şöyle dedi" Kimse Filistinlilerle Siyonist İsrail arasındaki çatışmanın ardından ateş kes anlaşması imzalamak için şart koşan tarafın Filistinli taraf olduğunu inanmıyordu".
Başı başına buyruk isyancı grupların Suriye buhranının sürmesinde asıl faktör olduğuna değinin İslam inkılâbı rehberi Müslümanların tüm taleplerinin şiddetten uzak bir şekilde temin edilmesi gerektiğini söyledi.
Şallah: İran'ı düşman bellememizi istiyorlar
Filistin İslami Cihad Hareketi lideri Dr. Ramazan Abdullah Şallah, İran'ın direnişe desteğine teşekkür ederek NATO'cuları tepki gösterdi.
Filistin el Yevm televizyonunda özel yayına katılan Şallah, Filistin direnişine destek sağlayan İran İslam Cumhuriyetine minnettar olduklarını belirterek “direnişe destek sağlayanları teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz. İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyenler Allah’a da şükretmesini bilemezler” dedi.
Dr. Ramazan Şallah'ın konuşmasının tercümesi:
İşte Filistin halkı bu! Filistin halkı bütün bir gururla bize, direniş guruplarına, bütün Araplara, bütün dünyaya ve özellikle Arap ve İslam ülkelerine şöyle sesleniyor. Kanımızı, canımızı, evlerimizi, ciğer parelerimizi, malımızı, ticaretimizi ve sahip olduğumuz her şeyi alın ve bize bir anlık izzet, zafer ve haysiyeti tattırın. ....Yani silah meselesi artık kimse için gizli bir mesele değildir. Hatta düşmanın kendisi geçmiş yıllarda bu silah kaynakları ve silahın adresiyle ilgili durumu bütün bir dünyaya duyurmuştu. Ben de bu paniğin mücadele şartlarından belki de direniş liderlerinin diasporada karşılaştığı bölgedeki şartlar sebebiyle, Suriye ve diğer meselelerle ilgili olduğunu düşünüyorum. Ancak ben bu meseleye iki sebepten dolayı vurgu yapılarak bu meselenin inkar edilmemesi gerektiğine inanıyorum.
Birincisi meselenin ahlaki boyutu, İkincisi de siyasi boyutu. İnsan kendi parasıyla çarşıya gidip her hangi bir şey satın alacağı zaman cebinden para ödediği halde satıcı satın aldığın eşyayı sarıp sana verdiği zaman teşekkür edersin.
Peki yıllarca sana yardım eden, silah veren, cephane veren ve uzun yıllar boyunca İsrail’e karşı seninle aynı vadide ortak mücadele veren, ortaklık yapan, ittifak kuran bir halka, devlete ve ümmete karşı daha önce hiçbir şey olmamış gibi davranamazsın. Geçenlerde ben Beyrut’ta El Zeytune toplantısında şunu söyledim’’ Ey iman edenler! Bir kavme karşı olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli davranmanız takvaya daha yakındır’’ ve insanlara teşekkür etmeyen Allaha da şükretmez. Bu, meselenin ahlaki boyutu!
Siyasi boyutta: Bu savaştan önce hatta Arap baharı denilen devrimlerden önce bazı minberlerin bölgede yeni bir düşman oluşturma çabası vardı. Maalesef bu düşman açık söyleyeyim silah kaynağımız olan İran’dır. Filistin topraklarında İsrail’e karşı olan direnişte İran’ı birinci düşman olarak ilan edip ümmetin zihnine pazarlanmaya çalışılıyor.
Peki, ey millet! İsrail, Filistin toprakları tamamen özgürleşinceye kadar ümmetin ve bizim ilk ve son düşmanıdır. Bizim vurgulamaya çalıştığımız buydu, dikkat çekmeye çalıştığımız bu meseleydi. Diğer bir mesele, ortada bir tehdit var. Gelecekte sürekli hedefte olan ve sürekli tehdit edilen bir ülke olan İran var. Sürekli tehdit ediliyor. Ben kendimi neden bir müttefikimden mahrum edeyim. Dünya geneline yayılmış tehdit ve psikolojik mücadele devam ederken, savaş ortamında bu manevi ve stratejik değere sahip olan ve silahın kaynağı olan bir müttefikten kendimi nasıl mahrum edeyim.
Bu meselenin hem ahlaki, hem de siyasi boyutu var. İran kötü oldu deyip İsrail’i rahatlatmak benim maslahatıma uymaz. Bölgede herhangi bir meselede özellikle Suriye meselesinde İran’la ihtilaf varsa, Filistin’de olanlarla ilgili İran’la aramızda ihtilaf yok.
Geçen El Zeytune toplantısında dedim ki; Bazıları, devrimci aktivistler değil içlerinde büyük alimlerin olduğu topluluk, diktatörlere ve baskı rejimlerine karşı mücadelede NATO’dan yardım almaya cevaz verdiler. Ben burada bunun meşruluğunu tartışmıyorum. Ben burada karşılaştırma yapıyorum. Hangi mantık, hangi akıl, hangi din, hangi fıkıh diktatörlere karşı NATO’dan yardım almayı caiz görürken, Filistin toprakları ve onun kalbi Kudüs’e karşı emperyalist, gasıp ve işgalci İsrail’e karşı olan İran’dan desteği caiz görmez.
Bu akıl işi değil!
Velfecr
İran Youtube’a karşı kendi video paylaşım sitesini oluşturdu
İran Google’ın popüler video paylaşım sitesi Youtube’a karşı kendi video paylaşım sitesini oluşturdu.
İran devlet televizyonundan yapılan açıklamada Farsça konuşan kullanıcılara yönelik video paylaşım sitesinin aktif hale geldiği belirtildi. Konuyla ilgili bir açıklama yapan İran İslam Cumhuriyeti Radyo Televizyon Kurumu Başkan Yardımcısı Lütfullah Siahkali “Artık insanlar kısa filmlerini yükleyebilir ve üretilmiş materyallere ulaşabilirler” diye konuştu. "www.mehr.ir" adresli video paylaşım sitesinin İran kültürünün tanıtılması için kullanılacağı belirtiliyor.
Ulusal Ağ Kurma Çabası
Yeni video paylaşım sitesi İran'ın dünya çapındaki internet ağından bağımsız bir ulusal iç ağ kurma çabası olarak değerlendiriliyor. İslami olmayan içeriklerden arındırılmış bir “ulusal internet” kurma çalışmalarının sürdüğü gelen bilgiler arasında. Yetkililer bu ağın dünya çapındaki internete girmeye engel olmayacağını kaydediyor.
abna
20 yıllık papaz Müslüman oldu ülke karıştı
Bulgaristan’da 20 yıl kilisede görev yapan papaz, İslam’ı kabul edince ülkede kriz çıktı. Vidin’de Ortodokslarla Müslümanların 2 asırdır yaptığı ortak aşure günü kutlamaları iptal edildioldu ülke karıştı.
Bulgaristan'da İslam'ı seçen papaz, Müslüman halk ile Ortodoks Hristiyanlar arasında 200 yıldan beri devam eden ortak Aşure günü kutlamalarına darbe vurdu.
Sofya'daki "Sveti İvan Rilski" Ruhban Okulu'nda bugünkü Plovdiv Mitropoliti Nikolay ile aynı sınıfta okuyan Atanas Mihaylov, Sofya'da 20 yıl boyunca papazlık ve kilise encümenliği yaptı. Bir süre önce ruhani işleri bıkakan Mihaylov, din değiştirerek Müslümanlığı seçti. Sofya müftüsü Mustafa İzbiştali, 27 Kasım günü Sofya Banya Başı Camii'nde ikindi namazından sonra Atanas Mihaylov'un Abdullah adını alarak İslam'ı seçtiğini ilan etti. Abdullah adılı alan Mihaylov, "bilgi ve hakikatı arayan biriydim, bu arayış beni İslam dinini kabul etmeye götürdü" açıklamasında bulundu. Din değiştiren papaza İslam'ı kabulüne dair tasdikname sunan Müftü, bu fotoğrafı Müstülüğün internet sitesine koydu ve "Papaz İslam'ı seçti. Ya Rabbi bizi doğru yolu gösteren rehberliğin için sana dua ediyoruz, bizi sapmışların yoluna düşmekten koru" ifadelerini kullanınca ülke karıştı.
MÜFTÜ GERİ ADIM ATTI AMA...
Bulgar Ortodoks Kilisesi, Mihaylov'un Bulgar kilisesiyle bağlantılarını kopardığını belirterek müftülüğün beyanatının gerçeği yansıtmadığını ve Hristiyanlara hakaret içerdiğini ilan etti. Bulgar basını da papazın Müslüman birine aşık olduğu için din değiştirdiğini öne sürdü. Tepkiler üzerine müftülüğün sitesindeki açıklamanın başlığı "Eski papaz Müslüman oldu" diye değiştirildi ve Kuran'dan alıntı yapılan ayet de metinden çıkarıldı. Ancak müftünün bu hareketi de tansiyonu düşürmedi. Aşura Günü'nde kriz tavan yaptı. Ülkenin kuzeyindeki Vidin kentinde bulunan Mehmet Pazvantoğlu Camii'nde 200 yıldır Müslümanlar ile Ortodoks Hristiyanlar birlikte aşura günü kutlamaları yapıyorlardı.
Ancak Vidin Piskoposluğu, İslam'ı seçen papaz yüzünden dün yapılan Aşure Günü kutlamalarına katılmama kararı aldı. İnternet sitesinden bir açıklama yapan Vidin piskoposu Sioniy, "Vidin Hristiyanları olarak İslam inancına şimdiye kadar sevgiyle yaklaştık. Aşura günü kutlamalarına katılmamız da bunun bir göstergesiydi. Ancak son yaşananlar yüzünden kentteki tüm Hristiyan Ortodoksları Aşura gününe katılmamaları çağrısında bulunuyoruz" denildi.
sabah
''İsrail için asıl sorun İran’ın Filistin konusundaki pozisyonudur.''
Prof. Dr. Eric Hooglund, İsveç Lund Üniversitesi’nde Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nde, Ortadoğu ve İran üzerine çalışıyor. Üniversite eğitimi sırasında ABD Başkanı John F. Kennedy döneminde uygulanan Barış Gönüllüleri’ne katılıp, İran’a gittiğinde Ortadoğu ile tanışmış. Barış Gönüllüleri, Başkan John F. Kennedy döneminde ABD’nin Vietnam savaşı ile ortaya çıkan kötü imajını düzeltmek amacıyla başlattığı bir program. Binlerce ABD’li dünyanın her kıtasında çeşitli ülkelere gönüllü olarak gittiler, gittikleri ülkelerde adeta toplumların kılcal damarlarına kadar girdiler. Bu insanların çoğu gittikleri yerlerle ilgili uzmanlaşıp gerek diplomat gerek akademisyen olarak bu ülkelerle ilgili önemli çalışmalar yürüttüler. Prof. Hooglund da onlardan biri. İran’a gidecek Barış Gönüllüleri eğitim grubunda, Teksas Üniversitesi’nde 12 hafta Farsça dil kursu ve kültür eğitimi almasının ardından İran’a gitmiş. İran’da iki yıl bir ortaokulda İngilizce öğretmenliği yapmış. Döndükten sonra da akademik kariyerine devam etmiş, İran üzerinde uzmanlaşmış dünyanın sayılı akademisyenlerinden. Prof. Dr. Eric Hooglund ile İran’ı ve bölgeyi konuştuk.
*İran'daki Şiiler ile İran dışındaki Şiiler arasında nasıl bir ilişki var?
Ortadoğu'yu İran aracılığıyla tanıdım. İran bir Şii toplumu. Nüfusun en az yüzde 91-92'si Şii. Azınlıklar da var, Orta Doğu'daki en büyük Ermeni azınlığı İran'da. Ayrıca Orta Doğu'daki en büyük Yahudi azınlığı da İran'da. Bahailer de vardı. İranlılar'ın büyük çoğunluğu Şii ama "Şii Müslümanız" demiyor, "Müslümanız" diyorlar. İran'da asla Sünni veya Şii nitelemesi kullanılmaz, "Amerikan İslamı ve Otantik İslam" kavramları kullanılıyor. İran 1979'dan beri Suudi Arabistan'ı "Amerikan İslamı - Amerikancı İslam'ın temsilcisi" olarak tasvir etmekte. Bana kalırsa Amerikan İslamcılığı bir şifre dili. İran, Suriye'deki Müslüman Kardeşler oluşumunu da Amerikan İslamı'nın bir versiyonu olarak tasvir ediyor.
İRAN SAYGI GÖSTERİYOR
*İran'ın Suriye rejimine verdiği destek "Şiilik" eksenli bir destek mi?
İran ve Suriye, "Orta Doğu bölgesinde asıl tehdidin Amerikan politikaları olduğu" ortak düşüncesine dayalı stratejik ilişkilere sahipler, din çok önemli bir role sahip değil. Suriye laik olduğu konusunda ısrarcıdır ve İran buna saygı gösterir. Suriye, İran'ın Şii mekanlarını onarmasına izin vermiştir. Hz. Hüseyin'in kız kardeşinin türbesi Şam'ın dışındadır. İranlılar buranın onarımı için çok para harcamıştır ve burası Şii ziyaret yeri haline gelmiştir.
*Radikal İslam'a karşı olduğunu söyleyen ABD'nin İran'la değil mesela Suudi Arabistan'la ilişkilerinin kötü olduğunu söylemesi gerekmez mi?
Radikal İslam, çok farklı şekillerde tanımlanıyor ve bence Amerika'nın radikal İslam anlayışı anti-Amerikancılık. İran'ı da Taliban'ı da radikal İslam olarak görüyorlar.
*Suriye'de ne olursa İran'ın politikası değişir?
Suriye'de ne olursa olsun İran uluslararası politikasını asla değiştirmeyecektir. İran'ın politikasını değiştirebilecek tek gelişme ABD'nin samimi barış elini İran'a uzatmasıdır ve böyle bir şeyin gerçekleşmesi de yakın zamanda görünmüyor.
*İsrail- İran gerilimi sürekli dünyanın gündeminde, gerçekten bütün mesele İran'ın nükleer girişimleri mi?
Şah döneminde İsrail'in Tahran'da büyükelçiliği vardı. Büyükelçilik, ticaret misyonu olarak anılıyordu, devasa büyüklükteydi. İlişkilerin bu noktaya gelmesinin sebepleri var. İran'da büyük bir Yahudi nüfusu vardı. Bugün eskisi kadar çok değiller. Bir çoğu İsrail'e değil, Birleşik Devletler'e gitti. Bence bugün Beverly Hills ve California'da Tahran'da olduğundan daha fazla İranlı Yahudi var. California Beverly Hills belediye başkanı da İranlı bir Yahudi. Birçok İranlı Yahudi burada yaşıyor ve Beverly Hills nüfusunun dörtte birini Yahudi İranlılar oluşturuyor. Beverly Hills, hemen Hollywood'un yanı başında gerçekten bir İran şehri. Hollywood bir şehir değil, Los Angeles'a bağlı fakat Beverly Hills bağımsız bir şehir. Yani, İsrail'in İran'la ilgilenmesinin sebepleri vardı. Yahudi toplumu ve ticaret.
İSRAİL ÜSTE NÜKLEER SİLAH VERİR
*Filistin meselesi nasıl bir rol oynuyor?
İranlılar için sorunun kaynağı her şeyden çok Filistin sorunudur. Bence İran İsrail'e karşı her zaman sert bir tutum sergilemiştir fakat aynı zamanda açık kapı da bırakmıştır. İsrail açısından en büyük sorun nükleer sorun değil, İran'ın Filistin konusundaki pozisyonudur. İsrail, kendisini Filistin konusunda eleştiren kimseyi kabul etmiyor. Eğer İran bugün, "İsrail ile barış yapmaya hazırız, Filistinliler'e ne yaparsanız yapın, umurumuzda değil" dese, İsrail muhtemelen "Üç yüz nükleer silahımızın bir kısmını size verelim hatta bir ücret de ödemeyin" diyecektir. Bu biraz gülünç gelebilir ama bence asıl sorun bu.
Amerika baskısıyla kabul etmediler
*Nasıl ortaya çıkıyor bu nükleer sorun?
Aslında şu an elektrik sağlayan nükleer tesisin yapımı Şah döneminde başlamıştır. Yani İran’ın nükleer programı ABD yardımı ile 1975 yılında başlamıştır. ABD tesisin yapımını onaylamış ve Almanya da inşa etmiştir. Devrim zamanında, Basra Körfezi kıyısındaki Buşehr’de iki reaktör olması zaten planlanmıştı. Devrim sırasında, reaktörlerden birinin inşasının yüzde 85’i diğerinin de yüzde 50’si tamamlanmıştı. Devrim Şubat 1979’da iyice tırmanmadan önce Almanlar çalışmayı durdurmuştu. Ardından Irak geldi ve tesis inşaatını bombaladı. Savaştan sonra İran savaş hasarını onarmak için toplumdaki her şeyi kapsayan büyük çaplı bir inşa programına başladı. Tamamlamaları gerektiğine inandıkları projelerden biri de nükleer tesisti çünkü buraya çok büyük mali yatırım yapılmıştı. Önce Almanlar ile iletişime geçtiler ama ABD’nin baskısıyla Almanlar kabul etmedi. Sonra Japonlar birtakım onarım çalışmaları yaptılar ama Amerikalılar onlara da baskı uyguladılar. Bu 1995’e kadar böyle sürdü. Ocak 1995’te Rusya ile görüşmelere başladılar ve Ruslar inşaatı tamamlamayı kabul etti. O tarihten bu yana İran’ın tezine göre, bu yeni bir nükleer tesis değil, halihazırda var olan nükleer tesisin eksikleri gideriliyor.
Bize ‘Genç Türkler’ deniliyordu
*İran’da mesela bugün bile unutamadığınız ne öğrendiniz?
İranlılar bana CIA hakkında bazı şeyler anlattılar. Daha önce CIA’i duymamıştım. Birçok Amerikalı Washington’da yaşamıyorsa CIA hakkında bir şey bilmez. İran’da bana CIA’in başbakanı nasıl devirdiğini anlattılar. Bu insanların delirmiş olduğunu düşündüm, söylediklerinin hiçbirisine inanmadım çünkü benim ülkem böyle bir şeyi asla yapmazdı.
*Size İran’da söylenenlerin doğru olup olmadığını araştırdınız mı sonra?
Sonra CIA hakkında birçok şey okudum ve bu insanların yalan söylemediklerini anladım. İslam hakkında kitaplar okumaya başladım. Bu toplum içinde tam iki yıl yaşadım ve bu yazılanlar onların dini değildi, bu kitapların hiçbiri benim bulunduğum ülkeyi anlatmıyordu. Ortadoğu alanında verilen eğitimin tamamen hatalı olduğunu düşündüm. Barış Gönüllüleri programına katılmış birçok kişinin kafasında ABD’nin dış politikası, Ortadoğu’ya nasıl ihanet edildiği konusunda sorular vardı. Sonunda Ortadoğu Bilgi Araştırma Projesi’nde beraber çalışacağım birçok gençle bir araya geldim. Bu proje Edward Said demekti. Kendisine yakındık ve hepimizin sevdiği oryantalizm üzerine çalışacaktık. Bize “Genç Türkler” diyorlardı. Genç Türkler, var olan sistemde değişiklik yapmak isteyen kişiler anlamına gelir. Bizler Ortadoğu çalışmalarında sistemde değişiklik yapmak isteyen, stereotiplere karşı duran kişiler olarak görülüyorduk.
Rejim değişikliği olacaktı ama plan işlemedi
*Galiba İran’ın “yeni bir nükleer tesis değil, varolanın eksikleri giderildi” tezine kimse inanmıyor.
Hatemi 1998’de seçildiğinde bu sorunu çözme zamanı geldiğini söyledi. Ben, 1998’de İngiltere’de Oxford Üniversitesi’ndeydim. Washington’dan genç bir adam beni aradı. İran masasında görevliydi. Arayan Chris Stephens’dı. Kendisi sonra Libya Büyükelçisi oldu ve yaklaşık iki ay önce hayatını kaybetti. O zaman, dışişlerinde göreve en alt seviyede yeni başlamıştı, İran masasında bir çalışandı. İran misyonundan birisi sorunun çözülmesi için uluslararası saygı gören bir grup nükleer bilim insanının İran’a gelmesi önerisiyle bir Amerikalı nükleer bilim insanı ile irtibata geçmiş. O bilim insanı da dışişleri ile irtabata geçmiş. İran misyonu, istedikleri sayıda kişinin gelebileceğini, kimi isterlerse onu seçebileceklerini, bütün masraflarının karşılanacağını ve istedikleri her yeri ziyaret edebileceklerini söylemiş. Hiçbir engel olmayacaktı. Dışişleri Bakanlığı, çoğu Amerikalı ama bazı yabancıların da aralarında olduğu bir grup nükleer bilim insanıyla çalışmaya başladı. Ben o çalışmaya dahil olmadım ama kendisini bu konuda teşvik ettim, bunun iyi bir fikir olduğunu düşünüyordum. Bildiğim kadarıyla, içlerinde Nobel Ödülü almış olan bir nükleer fizikçinin de yer aldığı sanırım 20 kişiden oluşan bu delegasyon, İran’a gitmeyi planlıyordu. Dışişleri Bakanlığı onlara yetki vermedi ve Savunma Bakanlığı’ndan izin almalarını istedi. Savunma Bakanlığı da buna yetki veremeyeceklerini söyleyerek, gitmelerine itiraz etti. Bu girişim, Clinton yönetimi tarafından böylelikle sonlandırıldı.
*Bir daha herhangi bir girişimde bulunulmadı mı?
Sonra Şubat 2003’te başka bir girişimleri daha oldu. Bu seferki girişim, Tahran’da Birleşik Devletler’in tüm işlerini yürüten İsveç misyonu tarafından iletilmişti. Dışişleri Bakanlığı’nda bunu destekleyenler vardı ama Başkan Yardımcısı Cheney, yakında Irak’a, ardından İran ve Suriye’ye girileceği gerekçesiyle karşı çıktı. Iraklılar ve İranlılar bizi coşkuyla karşılayacaklardı. Bir rejim değişikliği olacaktı. Tabii ki bu plan işlemedi. ABD, Irak’ta adeta bir sisin içine girmiş gibiydi, ne İran’a ne de Suriye’ye gidebildi.
ABD’nin 16 istihbarat örgütü kanıt bulamadı
*İsrail İran’ın nükleer programı sebebiyle İran’ı vurabileceğini açıklıyor, ABD ise İsrail’i ikna etmeye çalışıyor.
İsrail’in İran konusundaki pozisyonunda nükleer silahlar bir bahane gibi. ABD’de 17 istihbarat örgütü var, CIA bunlardan sadece biri. Bu on yedi örgüt, aldıkları istihbarata dayanarak ulusal güvenlik desteği dedikleri şeyi yapmak için beraber çalışmak zorunda. Bunlar, 2005 yılında İran’ın nükleer programına dair bir kanıt olmadığını, daha önce belki bir tane olmuş olabileceğini ama 2003 yılından önce sona erdirildiğini ve bu konuda emin olduklarını belirten bir rapor yayınladılar. Bush yönetimi bunu göz ardı etti ama ulusal istihbarat kaynakları aynı şeyi söylemeye devam etti. Bu 2011 yılının sonuna kadar da böyle devam etti. ABD’nin ve İsrail’in en üst seviyelerinde bu biliniyor. CIA’in sunduğu kanıtın ne olduğunu bilmiyorum ama milyonlarca dolar ödenekleri olduğuna göre çok iyi bir kanıta sahip olmalılar.
Bugün
" Siyonist İsrail rejim hızla çöküyor!.."
İran Ordusu Silahlı kuvvetler Genelkurmay başkanlığı lojistik ve sanayi tahkikat karargahı komutan yardımcısı General Hicazi Siyonist İsrail rejiminin yokuş aşağı hızla çökmekte olduğunu ve Filistin direnişinin darbelerini tahammül gücüne sahip olamadığını bildirdi.
İRNA'ya yaptığı açıklamada bu konuyu belirten İran Ordusu Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı lojistik ve sanayi tahkikat karargahı komutan yardımcısı Tuğgeneral "Seyyid Muhammed Hicazi", bugün Siyonist rejimin tüm siyasetlerinin akamete uğradığını ve mevcut durumun bunun açık bir delili olduğunu belirtti.
Siyonist İsrail rejiminin 33 ve 22 günlük savaşlar sırasında da eli boş silahsız mazlum Lübnan ve Gazze halkı karşısındaki savaşta ta uğradığı yenilgiye temas ederek, bu savaşlarda Siyonist İsrail rejiminin dünyanın en modern silahlarından yararlandığını bildirdi.
Siyonist rejim savaş bakanının istifa etmesinin onların Filistin direnişi karşısındaki yenilgisini ortaya koyduğunu belirten İran Ordusu Silahlı kuvvetler genel kurmay başkanlığı lojistik ve sanayi tahkikat karargahı komutan yardımcısı, "Siyonist İsrail rejimi kendi cinayet ve saldırganlıklardan vaz geçmemekte ve direniş karşısında almış olduğu yenilgiyi telafi etmeye çalışmakta. Ancak Filistin direnişi bugün artık kendi yolunu bulmuş ve isar, fedakarlık, direniş ve şehadetle en az imkanlarla bile düşman karşısında galebe elde edeceğini fark etmiştir" dedi.
İran sınırında Azerbaycan ve İsrailli casuslar
Azerbaycan ve Siyonist rejimin, casus uçaklarıyla, İran üzerinde casusluk çalışmaları konusunda işbirliği yaptığına dair yeni bulgular ortaya çıktı.
Abna'nın PRESSTV'den aktardığı habere göre; Azerbaycan cumhuriyeti ile İsrail'in, insansız casus uçaklarıyla, İran ve Karabağ sınır bölgesinde casusluk yaptığı belirtildi. Konuyla ilgili haberde, Azerbaycan'daki Siyonist rejim askeri danışmanlarının Azerbaycan'ın Astara Rayon bölgesinde Amerikan radarlarının faaliyetlerinde artış görüldüğü, söz konusu Siyonist rejim askeri danışmanlarının, insansız casus uçakların İran ile Karabağ sınır bölgelerinde uçuş yaptığı belirtiliyor.
İran askeri uzmanları, Azerbaycan cumhuriyetinin, sınır bölgelerinin güvenliği ve kontrolü iddiasıyla UAV tipi insansız casus uçaklarını kullandığını belirtiyor. İsrail, 2009 ve 2012 tarihleri arasında Azerbaycan'a 10 Adet UAV tipi insansız casus uçağı satmıştı.
İsrail'in İranl'la asıl derdi ne?
Türkiye'nin komşularıyla iyi ilişkiler kurması sadece bu ülkeler için değil, bölgenin de menfaatine. Ancak varlıklarını bölgedeki ülkelerin çatışma ve kavgalarına bağlayan ülkeler de var. Ne zaman barış havası yayılsa bu ülkeler rahatsız oluyor ve aradaki ihtilâfları körüklemeye çalışıyorlar.
'Şehir efsanesi' olarak görülen bazı bilgilerin gerçeğin ta kendisi olduğunu İran üzerinde uzmanlaşmış dünyanın sayılı akademisyenlerinden biri olduğu ifade edilen Prof. Dr. Eric Hooglund'un beyanlarından da öğreniyoruz. (Konuşan: Seda Şimşek, Bugün g., 3 Aralık 2012)
Prof. Dr. Eric Hooglund, üniversite eğitimi sırasında İran'a gitmiş. İran'da iki yıl bir ortaokulda İngilizce öğretmenliği yapıp, ülkesine döndükten sonra da akademik kariyerine devam eden Prof. Dr. Eric Hooglund'ın İran ve Ortadoğu konusundaki tesbitlerinin bir kısmını özetlemekte fayda var:
* Ortadoğu'yu İran aracılığıyla tanıdım. İran bir Şiî toplumu. Nüfusun en az yüzde 91-92'si Şiî. Azınlıklar da var, Orta Doğu'daki en büyük Ermeni azınlığı İran'da. Ayrıca Orta Doğu'daki en büyük Yahudi azınlığı da İran'da. İran'da asla Sünnî veya Şiî nitelemesi kullanılmaz.
* (Soru: ABD'nin İran'la değil meselâ Suudi Arabistan'la ilişkilerinin kötü olduğunu söylemesi gerekmez mi?)
Radikal İslâm, çok farklı şekillerde tanımlanıyor ve bence Amerika'nın radikal İslâm anlayışı anti-Amerikancılık.
* (Soru: İsrail-İran gerilimi sürekli dünyanın gündeminde, gerçekten bütün mesele İran'ın nükleer girişimleri mi?)
Şah döneminde İsrail'in Tahran'da büyükelçiliği vardı. Büyükelçilik, devasa büyüklükteydi. İlişkilerin bu noktaya gelmesinin sebepleri var. İran'da büyük bir Yahudi nüfusu vardı. Bugün eskisi kadar çok değiller. Bir çoğu İsrail'e değil, Birleşik Devletler'e gitti. Bence bugün Beverly Hills ve California'da Tahran'da olduğundan daha fazla İranlı Yahudi var. California Beverly Hills belediye başkanı da İranlı bir Yahudi.
* İsrail açısından en büyük sorun nükleer sorun değil, İran'ın Filistin konusundaki pozisyonudur. İsrail, kendisini Filistin konusunda eleştiren kimseyi kabul etmiyor. Eğer İran bugün, "İsrail ile barış yapmaya hazırız, Filistinlilere ne yaparsanız yapın, umurumuzda değil" dese, İsrail muhtemelen "Üç yüz nükleer silâhımızın bir kısmını size verelim, hatta bir ücret de ödemeyin" diyecektir. Bu biraz gülünç gelebilir, ama bence asıl sorun bu.
* Aslında şu an elektrik sağlayan nükleer tesisin yapımı Şah döneminde başlamıştır. Yani İran'ın nükleer programı ABD yardımı ile 1975 yılında başlamıştır. ABD tesisin yapımını onaylamış ve Almanya'da inşa etmiştir. Devrim Şubat 1979'da iyice tırmanmadan önce Almanlar çalışmayı durdurmuştu. Ardından Irak geldi ve tesis inşaatını bombaladı. Ocak 1995'te Rusya ile görüşmelere başladılar ve Ruslar inşaatı tamamlamayı kabul etti. O tarihten bu yana İran'ın tezine göre, bu yeni bir nükleer tesis değil, halihazırda var olan nükleer tesisin eksikleri gideriliyor.
* (Soru: İran'da meselâ bugün bile unutamadığınız ne öğrendiniz?) İranlılar bana CIA hakkında bazı şeyler anlattılar. Daha önce CIA'yı duymamıştım. Birçok Amerikalı Washington'da yaşamıyorsa CIA hakkında bir şey bilmez. İran'da bana CIA'nın başbakanı nasıl devirdiğini anlattılar. Bu insanların delirmiş olduğunu düşündüm, söylediklerinin hiçbirisine inanmadım, çünkü benim ülkem böyle bir şeyi asla yapmazdı. Sonra CIA hakkında birçok şey okudum ve bu insanların yalan söylemediklerini anladım. İslâm hakkında kitaplar okumaya başladım. Bu toplum içinde tam iki yıl yaşadım ve bu yazılanlar onların dini değildi, bu kitapların hiçbiri benim bulunduğum ülkeyi anlatmıyordu. Ortadoğu alanında verilen eğitimin tamamen hatalı olduğunu düşündüm.
* İsrail'in İran konusundaki pozisyonunda nükleer silâhlar bir bahane gibi. ABD'de 17 istihbarat örgütü var, CIA bunlardan sadece biri. Bu on yedi örgüt, (...) 2005 yılında İran'ın nükleer programına dair bir kanıt olmadığını, (...) belirten bir rapor yayınladılar. Bush yönetimi bunu göz ardı etti, ama ulusal istihbarat kaynakları aynı şeyi söylemeye devam etti.
Prof. Dr. Eric Hooglund, Türkiye tarihiyle ilgili olarak az bilinen bazı bilgileri de paylaşmış: "1639'dan beri İran ve Osmanlı arasında savaşların olmadığını söylemek doğru değil. Osmanlı ve İran arasındaki en son savaş 1821-23 arasında olmuştu. İran, Doğu Anadolu'ya saldırdı ve Erzurum'u iki yıl boyunca işgal etti, iki ülke arasındaki sınırların 1821 yılındaki duruma göre çizildiği Erzurum Antlaşması ile son buldu."
Prof. Dr. Eric Hooglund'un iki yılda anladığını, dünya liderleri ne zaman anlayacak?
Faruk Çakır 08/12/2012
YENİASYA
Putin’in ziyareti
Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin, beklenen Türkiye ziyaretini gerçekleştirdi.
Arap Baharı’nın başından itibaren Çin ile beraber, ABD’nin Ortadoğu’daki işgal harekâtına karşı çıkan Putin’in Türkiye temasları bölge dengeleri için çok önemli idi.
Görüşmelerden sonra yapılan basın açıklamalarında bugüne kadar izlediği ABD’ye karşı olan tavrını değiştirmeyen Rusya’nın verdiği en dikkat çekici mesaj, “Türkiye’nin Suriye muhalefetini ikna etmesi gerektiği” yönündeydi.
Esad’ın avukatı olmadıklarını belirten Putin’in konuşmalarından Rusya için Suriye’deki liderin değil, Suriye’nin misyonu ile şekillenecek Ortadoğu’nun önemli olduğunu anlıyoruz.
Arap Baharı’nın estirilmeye başlandığı günden beri bizim de altını çizdiğimiz gerçek, bölgedeki devletlerde başlayan suni kaos ortamının sebebinin ABD yanlısı olmak veya olmamak; Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) karşı durmak veya ram olmak kıstası ile ilerlediği idi ve “Esad’ın bugün koltuğundan indirilmesinin gerekçesi, BOP’a ve işgale karşı dik duruşudur” diyorduk. Yani mesele, demokrasiden yoksun bir diktatör değil, olaylara muhalif olmaktı.
Libya’da muhalefetin çeşitli rejimlerce desteklendiğini ancak daha sonra ABD engeli ile karşılaştığını ifade eden Putin’in, Suriye’deki rejimin “avukatı değiliz” çıkışı Suriye meselesini halen anlayamayan Türk basınına ve siyasetine güzel bir cevaptır.
Malum Türkiye, NATO’dan Patriot füzelerini, Suriye’den gelecek muhtemel bir saldırı için talep ettiğini açıkladı. Ancak Sayın Putin, kati bir şekilde Suriye’nin nükleer silah konusunda adım atacak teknolojiye sahip olmadığını ve Türkiye’ye saldırmayacağını belirtti.
Bu söylemler, Türkiye’de estirilen Suriye gündemi ile dışarıda yaşananların farklı olduğunu gösterdiği gibi Türkiye’deki bazı yetkilileri ve yanlı basını da yalanlamıştır.
Rusya, Suriye konusunu sadece kendi ülkesi yönüyle değerlendirmemektedir.
Bu konuşmalardan bir kez daha anladık ki, Esad’a sahip çıkarken veya iki yıllık işgal sürecinde BM’de gösterdiği red tavrında Rusya’nın hesabı Ortadoğu’nun geleceğidir.
BOP kapsamında Türkiye’ye yerleştirmek istenen Patriotlar, Rusya’nın Ortadoğu’da geleceğini ilgilendirmesi açısından stratejik önemdedir. Rusya için tehdit olan bu anlayışın rahatlıkla Türkiye tarafından kabulü, Rusya’nın onay vereceği bir gerçek değildir.
Türk basınında Rusya, “Esad’ın gitmesini kabullendi” diye yapılan yorumlar tamamen yersiz ve gidişatı anlamaktan uzaktır. “Esad’ın gitmesine Rusya razı oldu” diyenler, aslında Rusya’nın geleceği için Ortadoğu dengelerinin korunması gerektiği vurgulamaktadır.
Elbette ki, Esad’ın gitmesi veya kalması Rusya’yı ilgilendirmez. Ama şu an ki tabloda Ortadoğu dengeleri için nirengi noktasıdır.
Türkiye’nin de artık bu meseleyi geniş bir perspektiften görme vakti gelmiştir.
Zira Putin’in “geçmiş bir nesil” olarak ifade ettiği Patriotlar ile yapılmak istenen, kargaşa ortamı yaratmaktır. Putin’in “duvarda silah varsa bu mutlaka patlar” benzetmesi ile dikkat çektiği konu, Suriye’den gelecek bir tehlikeyi değil, Ortadoğu’da başlatılmak istenen ateşin ilk kıvılcımıdır ve böyle bir riske girecek Türkiye bizce karşısında Rusya’yı bulacaktır.
İki ülke arasında 11 maddelik anlaşma ile neticelenen Putin ziyareti, Patriotlar, Suriye gündemi ile gelişse de, verilen asıl mesaj “Sakın ABD’ye uyarak Suriye ile savaşa kalkışmayın” olmuştur.
Ne acıdır ki, kişilere ve olaylara göre farklılık göstermeyen bir dış politika çizgisine sahip olamayan Türkiye, ülkemize gelen her temsilciden izlememiz gereken dış siyasetle ilgili görüşleri dinlemek zorunda kalıyor.
Prof. Dr. Haydar Baş 5 Aralık 2012