
کارگر
İran'dan ZAMAN'a mektup ZAMAN İsrail’den daha Siyonist
‘Zaman Gazetesi’nin varlığı Amerikan ve Siyonist medyasına gerek bırakmıyor’ diyen Büyükelçilik, gazetenin İran’a karşı hasmane tavrının nedenini öğrenmek istediğini, ancak yetkililerinin yanaşmadığını belirtti.
İran Ankara Büyükelçiliği’nden Zaman Gazetesi’ne mektup... Elçilikten gönderilen yazıda Zaman’ın varlığının artık Siyonist ve Amerikan medyasının, İran İslam Cumhuriyeti’ni Türkiye’deki karalama faaliyetlerine gerek bırakmadığı yazıldı.
Çatışma çıkarma çabası
Büyükelçiliğin Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’ya gönderdiği mektupta, Zaman’ın 24 Nisan 2012 tarihli sayısında bir kez daha İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde kasıtlı bir yazıya daha yer verildiği belirtilerek, “Söz konusu yazı, gazetenizin İran karşıtı makul olmayan bir yaklaşım içinde olduğunu ve Türk kamuoyunda komşu bir ülkeye karşı kötümser bir atmosfer oluşturarak mezhep ve ırklar arası çatışmayı alevlendirme çabasında olduğunu göstermektedir” denildi.
Medyaya açıklanan ancak basının tamamına yakını tarafından pas geçilen bu mektupta neler mi var?
Özetle Zaman Gazetesinin:
* Siyonizm’e uşaklık ettiği beyanı var!
* ABD’nin yörüngesinde yayın yaptığı değerlendirmesi var!
* Mezhepçilik yaptığı ifadesi var!
* İslam’ın içinde fitne çıkarmak istediği yorumu var!
* Müslüman ve komşu bir ülkeye hasımlık yapıldığı görüşü var!
* Siyonist ve ABD basını bile sizin kadar iftira etmiyor feryadı var!
Zaman Gazetesini satın alan sözde mütedeyyinlere bu tabloyu armağan ediyoruz!
Bölgeyi Parçalamak İçin Bir Asırlık Komplo / 1
Sykes-Picot’tan Yeni Ortadoğu Projesine İslam Dünyası Aleyhindeki Komplolar
El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan bir makalede İslam dünyasını parçalamak için Batılıların bir asırdır süren komplolarına değinilerek bunların içinde bulunduğumuz dönemdeki mahiyetleri inceleniyor.
Fars Haber Ajansının bildirdiğine göre el-İntikad Haber Ajansında Abdulhüseyin el-Şeyb tarafında kaleme alınan makaleler dizisinde Batılıların 1. Dünya savaşının başlamasından bugüne kadar bölgenin parçalanması için yaptıkları komploları ele alınıyor.
1. Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğunun Parçalanması .
1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğunun dört asırlık hâkimiyeti sona erdi ve savaşın galipleri tarafında yapılan Sykes-Picot anlaşmasına göre Osmanlı’nın Arap toprakları bölüştürüldü. Böylece birçok ülkeden oluşan yeni bir coğrafya ortaya çıktı ki bugün bile bu ülkelerden hiçbirinin yaşı yüz yılı bulmamaktadır. Sömürgeci Avrupa ülkeleri böylece önceden planlanmış programlar çerçevesinde kurdukları yeni ülkelerin geleceklerini ellerinde tutmaya başladılar. Keza bu ülkelerdeki menfaatlerinin temini için dini, mezhebi, kabilesel ve sınırlarla ilgili çatışmalar yarattılar.
Filistin’in Parçalanması ve İsrail Devletinin Kurulması
1. Dünya Savaşı esnasında 1917 Balfour Beyannamesi imzalanmıştı. Bu beyanname Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasını istiyordu ve bu bölgenin doğrudan sömürülmesi konusu, 1947’de Birleşmiş Milletlerin Filistin’i Yahudilerden ve Araplardan oluşan iki devlete bölmek için kaleme aldıkları taslakla istenen aşamaya geldi. Böylece Yahudi devleti 1948’de Avrupalıların ve Amerikalıların onay ve destekleriyle kuruldu. Ancak Filistin Arap devleti bugün bile kurulamamıştır.
Filistin’in Parçalanmasındaki Başarı Arap Dünyasının Parçalanması İçin Giriş Niteliğindedir.
Filistin’in başarılı bir şekilde parçalanması Batılılar için iyi bir tecrübe oldu ve bununla Arapların komplolar karşısındaki güçlerini sınayarak Arapların çok güçsüz olduklarını anladılar. Böylece başka Arap ülkelerinin de parçalanması için ortam oluştu ve bu projelerin başka yerlerde de başarılı bir şekilde uygulanması için fırsatlar doğdu. Örneğin Yemen, kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Tabii yirmi yıl önce Yemen tekrar tek devlet oldu.
Sykes-Picot Anlaşmasının Sonu ve Yeni Ortadoğu Projesinin Başlangıcı
El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makaleye göre bugün Batı karşıtı yeni güçlerin ortaya çıkması Batılıların menfaatlerini tehlikeye atmış ve bu güçlerin servet ve menfaat hususunda onlara rakip olmaları nedeniyle Sykes-Picot anlaşmasına göre yapılan coğrafik ayrıştırmalar dönemi bitmiştir. Bu anlaşmanın icra olasılığı kalmadığı için onlarca yıl önce Avrupalı ve Amerikalı politikacılar bu konuya eğilerek üniversitelerin yardımı ve onların verdikleri ilmi verilerle bölge için yeni projeler çizdiler. Maalesef bu işin için de çoğu zaman Avrupa’da ve Amerika’da okuyan Arap asıllı öğrencilerin yüksek lisans veya doktora tezlerinden yararlanılmıştır. Batılılar bu araştırmalardan istifade ederek bölge hakkındaki gelecek planlarını yaptılar. Nitekim bu tezlerde Arap ülkelerinin mezhebi, siyasi, dini, kültürel ve toplumsal bütün özellikleri en ince ayrıntılarıyla ele alındığı için farklı ilmi açılardan kader belirleyici kararların alınmasında bunlardan istifade edildi.
El-İntikad bunun abartı olmadığını ve bölgenin parçalanması projesi için ikazda bulunanların karşısında yer alan kimselerin istifade ettikleri komplo teorileriyle de bir ilgisinin olmadığını söylemektedir.
Yeni Ortadoğu terimi bilhassa 11 Eylül’den sonra Amerikalı ve Avrupalı siyasi yetkililerin en çok kullandıkları ıstılahlardan biridir. Bu projenin ayrıntıları hakkında birçok şey söylenmiştir ki Afganistan ve Irak’a yapılan saldırıların ve daha sonra Siyonist rejimin Hizbullah ile giriştiği 33 günlük savaşın bu projenin farklı aşamaları olduğunu görmekteyiz.
Batının Yeni Ortadoğu Projesinin Önündeki Engeller
a- Siyonist Rejimin Zayıflığı ve Varlığını Korumadaki Güçsüzlüğü
Arap dünyasında yeni coğrafyaların icadı ve ayrışma zeminlerinin oluşması için yapılan girişimler incelendiğinde bazı kazanımlarla karşılaşırız. Bunların en önemlisi İsrail’i her mekana saldırabilecek bir güç olmaktan çıkarıp elektronik duvarların arkasına saklanmak zorunda bırakan Hizbullah ve Filistin direniş güçleri karşısında ardı ardına aldığı yenilgilerdir. İsrail bugün varlığını koruyabilmek için etrafını duvarlarla örmek zorunda kalmıştır. Kendi varlığını koruyabilmek için de Batının menfaatlerini savunma rolünden vazgeçmiştir. Tabii bu, İsrail’in kurulduğu günden bugüne dek yaşadığı en kötü değişim sayılmaktadır.
b- Amerika’nın Bölgedeki Yenilgileri ve Yeni Kutupların Ortaya Çıkması
Bu hususta incelenmesi gereken ikinci bir kazanım da Amerika’nın yenilgileridir. Bu yenilgi serisi ilk olarak 2006’da Lübnan’da başladı ve Irak yenilgisi ile devam etti ve büyük bir ihtimalle yakın bir zamanda Afganistan’da da mağlup olacaklar. Bunlara ilave olarak Amerika ve Avrupa’nın İran’ın artan nüfuzu karşısındaki güç kaybını da zikredebiliriz. Keza yeni dünya tek kutuplu bir dünya değildir. Artık çok kutuplu bir dünya düzeni vardır. Amerika ile birlikte Çin ve Rusya gibi güçlü aktörler belirmiştir ve bölgede İran gibi etkili ve büyük başka bir aktör daha vardır.
c- Arap Devrimlerinin Sert Kasırgası ve Batılı Müttefiklerin Düşüşü
Söz konusu makalenin devamında şunlar ifade edilmektedir; Arap dünyası, dünyanın en büyük rekabet alanlarından biridir. Ayrıca, dillendirmemiz gereken bir diğer kazanım ise Tunus ve Mısır’da Amerika’ya bağımlı yönetimlerin halk devrimleriyle düşmesi ve Amerika’nın müttefikleri olan Körfez ülkelerinin de aynı alın yazısına sahip olma ihtimalinin belirmesidir. Bu nedenledir ki Amerikalılar Arap devrimlerinin önünü kesmek, kendi taraftarları olan rejimlerin düşmesine engel olmak ve bu devrimlerden ötürü bölgede Batılıların ve Amerikalıların menfaatlerini tehdit eden unsurlarla mücadele etmek için farklı seçenekler üzerinde çalışmalar yapmaktadırlar.
Batılıların İslamcıların Güçlenmelerinden Duyduğu Kaygı
Batılıların bu devrimlerden kaygı duymalarının nedenleri şunlardır; bu devrimlerle birlikte Amerika’ya muhalif İslamcı akımlar işbaşına geleceklerdir. Bu akımlardan bazıları dış politikadaki tutumlarını açıkça ilan etmemiş ve bunu sonraya bırakmışlardır. Bu da değişim taraftarı olan halkçı bir yapının ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır ki İran buna İslami uyanış demektedir. Bu uyanış doğrudan Amerika ve diğer sömürgeci güçlerden kurtulmayı amaçlayarak Arap ve İslam dünyası için yeni bir gelecek belirleyecektir. Bu, devrimcilerin sıklıkla dile getirdikleri bir söylemdir. Bu söylemden ötürü Mısır ve Tunus parlamentolarında daha çok İslamcı adaylar milletvekili oldular. Bu, değişim peşinde olan her ülkenin teveccüh ettiği ideal bir şeydir.
Arap Devrimleri Amerika İçin Bir Sürprizdi
El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makalede bu olayların meydana geliş zamanının Amerikalılar için sürpriz olduğu yazılmaktadır. Ancak bu devrimlerin gerçekleşeceği öngörüsü Amerika’daki düşünsel projelerde vardı. Bu yüzden bu devrimlere karşı koyma ve buna benzer durumlar için önceden hazırlanmış reçeteleri bulunmaktaydı. Nitekim daha önce Amerika’da ve Avrupa’da bu devrimlerin olacağı öngörüsünde bulunan insanlar vardı. Bu yüzden Batı ve Siyonistlerin menfaatleri için bu devrimlerden kaynaklanabilecek tehlikenin engellenmesi amacıyla kompleks düşünceler tarihi araştırmaları ile istihbarat raporları incelendi.
Bölge Dengelerinde İslamcıların Silinmesi İçin Tefrika Yaratma Politikaları
İslamcı akımların güçlenmesini hiçbir şekilde kabul etmeyen İsrail, Amerika ve Avrupalı karar mercileri, stratejik tehlike olmamaları ve Amerika, İsrail ve Avrupa’nın nüfuzunu tehdit etmemeleri için güç peşinde olan her İslamcı akımın içinde tefrika yaratma ve onları iç çekişmelerle meşgul etme kararı aldılar.
Tabii bu yeni bir şey değil, eskiden beri kullanılan bir yöntemdir ve bugün sadece zamanın gereksinimlerinden ötürü sadece isim ve formu değişmiştir. Eskiden buna “böl ve yönet” politikası deniliyordu. Bugün bu politikadan farklı isimler altında istifade edilmektedir. Yaratılacak bu tefrika başka ülkelerde etki alanının artmasına neden olmasa bile başkalarından gelecek tehlikeleri ortadan kaldıracak veya asgari seviyeye düşürecektir.
Devam edecek…
ABD ve NATO'nun Irak'ı işgaline karşı çıkanlar, Suriye'nin işgali için neden feryadü figan halindeler?
"Sıfır sorun" politikasının öncesi ile sonrasının farkı şu: Önce TR, komşuları kendine tehdit görürdü. Şimdi komşular TR'yi tehdit görüyor.
Irak işgal edilmesin diyenler "Saddamcı/Baasçı" ithamıyla suçlanıyordu. Şimdi onlar Suriye işgal edilmesin diyenlere "Esadçı/Baasçı" diyor.
ABD ve NATO Irak'ı işgal etmesin diye canlarını dişlerine takanlar şimdi neden Suriye işgal edilsin diye feryadü figan halinde?
NATO kampanyasına katılanların ne yaptıklarının bilincinde olduklarını, "siz de Rusyacısınız/Çincisiniz" zavallı savunmasından anlayın.
Türkiye'de 7 bin yabancı öğrenci varmış. Sadece Ezher'de 38, Kum'da ise 42 bin. Ankara bu kurumların dikkatini çekmeliymiş! Gülencilik:))
Erdoğan'ın "Irak'ta Şii liderler de Maliki'den şikayetçi" derken kasdettiği bir tek kişi var: ABD-Suudi ajanı Allavi. Onunla yakın dostlar!
Irak parlamentosu güvenlik ve savunma komisyonu üyesi Hüseyin Ali: Allavi, Arabistan-Amerika projesinin icrasıdır.
Iraklı uzman Muhammed Sadık el-Hüseyni: Fitne üçgeni (Türkiye, Katar, Arabistan) Irak'ta etnik ve mezhebi savaşı tutuşturmanın peşinde.
Suriye milletvekili Muhammed Zehir Ganum: Türkiye, Arabistan ve Katar Annan planının başarısız olması için binbir şeytanlık peşinde!
Kazak uzman Kadir Melikov: Türkiye, ABD'nin Ortaasya'daki truva atı. Ankara bölge halklarında Rusya karşıtı psikoloji oluşturmaya çalışıyor.
Birleşik Arap Emirlikleri'nde reformcu partinin lideri tutuklanmış. Sultanlar, zaten emperyalizme entegre olmuşken reforma gerek duymuyor.
Erdoğan/Davutoğlu maceraperestliğine AK Parti seçmeninin bile sadece %13'ü destek veriyor. Erdoğan'ın milli iradeye saygısı var mı?
Ortadoğu uzmanı Mazin Selim: Şam'da İran kültür müsteşarlığının yakınında patlayan ses bombaları, Annan planını başarısız göstermek için.
"Milli iradeye kasdedenler cevabını alacak" buyurmuş Erdoğan! Milli irade bölgesel kardeşliğimize kasdetmenin karşısında, haydi ver hesabı!
Muhafazakar tek parti rejimi, istikbalini siyonizm/vahhabizm ile kader birliğine bağladı. Bölgesel kardeşliğimizin üzerine balyozla yürüyor.
Suudi vahhabizmi ile İsrail siyonizmi, Gazze'ye de, Lübnan'a da birlikte saldırdı. Suriye'ye de birlikte saldırıyor. Ankara bunlarla dost.
Bölgemize yabancı İsrail'in siyonizmi ile Suudi vahhabizmi madalyonun iki yüzü gibidir. O yüzden bütün saldırıları birlikte yapıyorlar.
Suudi diktatörlüğünün vahhabizmi/selefizmi ağır silahlarla bir yıldır Suriye halkına saldırıyor, Suriye ise teslim olmuyor.
Suriye'de tabii ki devrim var, Suudi vahhabizminin/selefizminin ağır fitne saldırılarına rağmen toplumsal barışın korunması büyük devrimdir.
Suudi diktatörlüğünün vahhabizmi/selefizmi, Suriye'yi emperyalizme teslim etmek için var gücüyle saldırıyor. Suriye halkı buna direniyor.
İsrail siyonizmle, Suudi diktatörlüğü vahhabizm/selefizmle yayılıyor, Bahreyn'i işgal edip değişim iradesinin üzerine kurşun yağdırıyor.
İsrail Filistin için ne manaya geliyorsa, Suudi diktatörlüğü de Bahreyn için o anlama geliyor. Bahreyn, Suudi vahhabizminin Filistin'idir
Bahreyn'de F1, kanla sulanmış pistte, diktatörlüğün kıydığı canların mukaddes bedenleri üzerinde patinaj şovu yaptı.
Bahreyn'de diktatörlüğü normalleştirme teşebbüsü olarak F1 festivali, kapitalizm-emperyalizm ensestizminin pespaye numunesi oldu.
Bağdat "iç işlerimize karışma" diyor, Ankara cevap veriyor: "Ama İran'ı karıştırtıyorsun, ABD işgal ederken iyiydi!" Dışpolitikamız budur!
Bizim Bush'umuz Erdoğan'ın yanında Y. Yakış gibi kurallı davranma terbiyesi almış bir hariciyeci olmalı. Neocon Davutoğlu gerçeklikten koptu.
Küresel kapitalizme entegrasyon projesi "Arap baharı"nın başında muhafazakar Ankara var. "İslami uyanış"ın mimarı ise Hamenei.
Davutoğlu ve ashabı (neoconlar) Türkiye'nin en büyük derdidir. Bush misali Erdoğan ve neoconlar, bize Amerikan felaketini yaşatmaya azimli.
Müslüman halkın "İslami uyanış"ı, emperyalizme ve yeni sömürgeciliğe direnmenin adıdır. Kapitalizmi ve diktatörlüğü imha savaşıdır.
"Arap baharı" Müslüman beldeleri liberal demokrasilerin yeni sömürgeciliğine boyun eğdirmenin renkli denemeleridir.
"Arap baharı" Suriye'yi emperyalizme peşkeş çeker, Filistin'i İsrail'e satar, Lübnan'ı 're-conquista' diyarına dönüştürür.
"Arap baharı" milletin milyar dolarıyla Suud'a sığınan Tunus diktatörünü geri alamaz, Gazze'yi özgürleştirecek Refah sınır kapısını yıkamaz.
Hiç merak etmiyor musunuz? Ankara neden 21 Türk'ün öldürülmesini soruşturmadı? Neden TSK helikopterinin düşürülmesi dosyası kapandı?
Aralık 2011'de NATO bombardımanında 21 Türk öldürüldüğünde Ankara tek kelime etmemişti. Kabil'de düşen helikopter aynı grubun işi olabilir.
Benim haberim olmadı, Irak meclis başkanı Nuceyfi "tedavi amacıyla" Türkiye'ye gelmiş. Ankara her yolu deniyor, işe yaramayacağını bilse!
Amerikalı şirketler ihalelerden uzaklaştırıldıkça Ankara haykırıyor. ABD Irak'tan dışlandıkça Milat gazetesi veryansın ediyor.
Muhafazakar iktidarın başının Irak'a hakaretamiz sözleri, Washington'un sözcülüğüdür. Ankara'nın kendine ait bir tek kelimesi bile yok.
14 Şubat 2010'da yanında milyarlarca dolarla kaçıp Suud diktatörlüğüne sığınan Tunus diktatörünü geri almaya uğraşmayan Tunus devrimi!
28 Şubat da, Suriye kampanyası da, İran ve Irak karşıtlığı da Likudniklerin operasyonu. Gülencilik o nedenle aktif biçimde işin içinde.
28 Şubat, Milliyet'in manşetindeki örtbas amaçlı itiraftan anlaşıldığı gibi Likudniklerin işiydi ve Gülen'in desteği bu nedenle idi.
Komünizmle mücadele kökenli Gülen'in Likudniklerle buluşması da normal, milli mücadele kökenliler ve tekfircilerle ortak hareket etmesi de.
Komünizmle mücadele derneği kökenli Gülen'in milli mücadele kökenliler ve selefilerle İran karşıtlığında buluşmasında şaşacak bir şey var mı
Milli mücadele kökenli C. Özkaya (Pınar çevresi) İran'ı ABD ile gizliden iş yürütmekle suçlarken selefi Şii nefretinden başka ne serdediyor?
Milli mücadele kökenli Haksöz'ün başı H. Türkmen'in, İran ve Suriye'ye yalan haberle saldırarak yürüttüğü kampanyada şaşacak ne var?
Milli mücalede kökenli muhafazakarların iktidarın çevresinde ve en önde İran, Suriye, Irak, Hizbullah karşıtlığı yapması ilginç değil mi?
Milat'ta müstemleke aile Suudilere ima bile olmaması Akit'in fotokopisi tekfir ve nefret organının karanlık ve kirli emelini ele vermiyor mu
Türkiye, Davutoğlu'nun başında olduğu neo-conlardan kurtulmadığı sürece uçurumun kenarında durmaya devam edecek.
Bugün'e manşet olan Gülenci Bülent Aras'ın bütün söylediklerini 2007'de ABD sefiri için yaptığı İran memuriyetini akılda tutarak okuyun.
BDP'lilerin Amerika'ya gidişinden böylesine heyecanlanan Taraf, artık sütre kullanmıyor. Bu da iyi bir gelişme:)
82 Hama katliamı madem açık dosya neden onun failini Suriye'nin müstakbel lideri olarak yedekte tutan Atlantik dünyasına siteminiz bile yok?
Yaşar Yakış 82'deki Hama katliamını unutmuyormuş. Madem öyle neden onun birinci derecede faili Rıfat Esed'in yargılanması için çağrınız yok?
Henri Barkey, Likudnik lobinin büro şefi. Gülenciliğin Amerikasını o temsil ediyor. Erdoğan'ın Amerikası ile kavgası derin.
Milliyet'in cahil lobicisi parçalansa da, Gülenciliğin "NATO'suz darbe" kampanyasına lojistik koştursa da nafile, 28 Şubat NATO'lu darbedir.
Suriye'nin güvenlik siyasetinin egemenliğinden çıkıp reform siyasetine dönmesine engel olmaya çalışan Gülencilik ve diğerlerinin amacı ne?
Gülencilik, IHH, tekfirciler (selefi/vahhabi), radikal örgütler acaba neden Suriye'de güvenlik siyasetini güçlendiren kampanya yürütüyor?
Suriye krizinde kirli kader birliği yapmış Gülencilik, IHH, tekfir ve nefret fırkası, radikal islamcı örgütler ortak akıbete sürükleniyor.
IHH yönetimindekiler karanlık işlerinin hiç ortaya çıkmayacağını varsayarken nasıl olsa Türkiye'de hep NATO iktidarı olacağına mı güveniyor?
IHH'nın başının İran'da hiç rağbet görmediğini ve orada İranlılara isyancıları durdurma vaadinin ise acaip karşılandığını biliyor musunuz?
IHH'nın aracılığının İran medyasında hiç yer bulmadığını, "Türkiye makamları"nın mühendisleri iade ettiğinin yazıldığını biliyor musunuz?
Teröristlerin kaçırdığı İranlı mühendislerin burnu bile kanamadan iade edilmesinde IHH'nın ne aradığını neden kimse sorgulamıyor?
Gerçeklerin ortaya çıkmaması için Milletvekillerinin Suriye'ye gitmesine karşı çıkan iktidar, engellemek için onları ölümle tehdit ediyor!
"Milletvekillerinin başına bir şey gelirse" cümlesini silahlı tedhişi destekleyen muhafazakar iktidar söylüyorsa bunu bir tek anlamı vardır!
İlginç bir test önereceğim: "Esadçı mısın/Baasçı mısın?" sorusunu sorana "Ne münasebet, tabii ki NATO'cuyum" deyin. Tepki almıyorsunuz:)
Muhafazakar tek parti rejimi Türkiye'yi tali, dolayısıyla, dolayımıyla, talimatlı, bağlı, bağımlı işlev gören bir ülke ne hale getirdi!
Türkiye'nin İsrailifikasyonu, maraza çıkararak bir şeyler koparma çabası olduğu kadar, kapı dışında tutulmaya da razı olmaktır. Razı oldular
"Türkiye'nin İsrailifikasyonu"ndan bahsederken sadece maraza çıkarıp istediğini alma taktiğini kasdetmedim, dışarıda tutulma da var bu işte.
Suriye krizinde Şam istemediği için Türkiye gözlemci bile olamadı. Tamamen olayın dışında bırakıldı. Pohpohlanmayla teselli buluyorlar.
Erdoğan/Davutoğlu, kabul etmekte güçlük çekiyorlar ama gerçek şu: Suriye krizinde onlara verilen hammaliye rolünün dışına çıkamazlar.
Suriye fenalığının bütün hammaliyesini yıktıkları Erdoğan'a kimsenin dönüp fikrini sormaması ve olayın dışında tutması fenalığını arttırıyor
Muhafazakar tek parti rejiminin başı, Suriye'de ve Irak'ta fenalıktan başka bir şey istemiyor, fenalık peşinde koşuyor. Acıklı bir durum bu.
Bir fayda sağlamak için fenalığa bulaşan kişi (burada Erdoğan), o faydadan mahrum kalınca fenalıkta derinleşir. Fenalık döngüsü fena şeydir!
Muhafazakar tek parti rejiminin başı, Suriye'de kan dökülmesine ve Irak'ta mezhep savaşı çıkmasına yardımcı olmayı takıntı haline getirdi.
Amerika'nın talimatıyla hareket edilmesindeki utancı millete havale eden bir başbakan! O utanç senin muhterem, sadece senin, milletin değil!
BM gözlemci heyetine alınmayan muhafazakar rejimin başı kendi kendine konuşuyor, öneriler getiriyor. Kimsenin dönüp bakmadığı öneriler!
Irak'ta Şiiler de Maliki'den rahatsızmış! Erdoğan'ın laflarının bir tek kelimesi doğru değil. Irak'ı karıştırmaya uğraşan birinin suçluluğu.
Muhafazakar Ankara en kötü anında Irak'ın yanında olmuşmuş! O en kötü anların yaratıcısı olanların ağzından dökülen sözler ne müraice!
Erdoğan, kendilerinin değil Irak'a girenlerin içişlerine karıştığını söylemiş. Senin desteğinle Irak'a girildi, 1 milyon insan öldürüldü!
Şia düşmanlarına meydan okuyorum! Türkiye normalleşene ve Şii nefretinden arınana dek Caferi fıkhına tabiyim
Ortadoğu uzmanı, araştırmacı yazar Kenan Çamurcu, Twitter üzerinden gündeme dair yeni açıklamalarda bulundu. Bunlardan bir kısmını sunuyoruz: Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejimin Ehl-i Beyt takipçilerine yönelik saldırganlığı İran'da bir Şii Sünni'ye yapsa anında tutuklanır.
Şiafobia saldırganlığına karşı bir İslam mezhebi olarak Caferiliğe canlı kalkan olmam tepkiyle mezhep değiştirmek değildir.
Biz ne demiştik: Tekfirci Gülenciliğin ve muhafazakar rejimin imhaya giriştiği Caferi fıkhına uyup bu İslam mezhebine canlı kalkan oluyorum.
İsrail Güney Lübnan'ı yerle bir ettiğinde oraya yardım için toplanan parayı IHH kuzeyde Hizbullah düşmanlarına dağıttı!
Maliki'yi devirmek için girişilen komplolar Türkiye'deki gibi çoğu hayali senaryolar değil. Hergün onlarca insan ölüyor.
Fars Haber Ajansı (HF): Irak'ta güvenlik ve istikrar arttıkça, Irak bölgesel rol oynamaya başladıkça Maliki'yi devirme çabalarında artış var .
Atilla fikri ergun: K.Çamurcu'ya destek: Şiiliği hedef alan, bölgede mezhep çatışmasını körükleyen nefret kampanyası bitene dek muamelatta Caferî fıkhına tabiyim.
Şia nefretini ideolojileştirmiş muhafazakar rejim ve tekfirci Gülencilik, yok etmeye çalıştığı Caferiliğin bendeki dirilişine tanık olsun.
1) SEKA'ya işçi olarak İzmit'e gelen Şafi Kürtler namazı farklı kılıyordu. Hanefi toplumun baskısına karşı canlı kalkan olup Şafii oldum.
2) İmam Rabbani, mensubu kalmadığı için ölmeye yüz tutmuş Hanbeliliği yaşatma amacıyla Hanbeli olmuştu. Aynı gerekçeyle Maliki oldum.
3) Şimdi çok daha vahimi var: Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejim yok etmecesine Şia'ya saldırıyor. Bu saldırıya canlı kalkanım artık.
4) Muhafazakar rejimin ve tekfirci Gülenciliğin Şiafobia faaliyetine bu İslam mezhebini hayatımda yaşatarak cevap vereceğim.
Iraklı şii partilerin üst çatısı ulusal ittifak toplantısından malikiye koşulsuz destek çıktı. tayyib beyin bahsettiği şii liderler kim acaba!Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejimin Şii kardeşlerimize yönelik azgınlaşmış saldırganlığına karşı Caferi fıkhına canlı kalkanım artık.
1) Zaten Emevi sarayında imal edilmiş Sünniliği reddetmiş, Ehl-i Sünnet imamlarımız gibi Ehl-i Beyt sancağı altında toplanmıştık.
2) Şimdi, Ehl-i Beyt sancağı altındaki müminler olarak Şii kardeşlerimize yönelen kin, nefret ve düşmanlığa karşı canlı kalkan olacağız.
İktidarın ve tekfirci Gülenciliğin Şii düşmanlığına tepkili müminleri, nefret kampanyası bitene dek Caferi fıkhına uymaya davet ediyorum.
Türkiye normalleşene ve Şii nefretinden arınana dek Caferi fıkhına tabiyim. Benim elimden gelen budur. Şia düşmanlarına meydan okuyorum!
Mümin kardeşlerimi, muhafazakar rejimin ve tekfirci Gülenciliğin azgın Şiafobia zulmüne meydan okuyacak cesareti göstermeye davet ediyorum.
Tekfirci Gülenciliğin azgın ayrımcılığına ve vahşi Şiafobia faaliyetine cevabım bu: artık bütün ibadetlerimde Caferi fıkhına tabi olacağım!
Tekfirci Gülenciliğin iktidarın himayesinde azgınlaştırdığı Şiafobiaya meydan okuyorum: Bundan böyle ibadetimi Caferi fıkhına göre yapacağım .
Sahte hoşgörü maskesi düşen Gülenciliğin "Şii mezhep faşizmi" başlıklı yazıyla köpürttüğü Şiafobia faaliyetini, Şii nefretini lanetliyorum.
Nefreti tahrik ve teşvik eden, siyonizm ve vahhabizm. Bu iki hançeri sırtımızdan ve böğrümüzden çıkarıp atarsak felah buluruz.
Buradaki eklektik sosyalist dindarın bâtıniliği henüz Kur'an'ın linguistik yapısının "mecaz" olduğu aşamasında. Ama durmayacak, devam edecek .
Eklektik sosyalist dindarlığın örgütü Halkın Mücahitleri'nin tefsirinin buradaki sosyalist dindarınkinden zerre farkı yoktur.
İslam'ın tek meselesini sınıfsal mücadele saymak sosyalist dindarlıktır ve bunun örneğini Halkın Mücahitleri verdi. Tefsirleri bile var.
Eklektik sosyalist dindarlık, taraftar toplamak için medyatik 1 Mayıs eylemi yapacakmış. Bizim görevimiz paradigmatik bâtıla işarettir.
Sosyalist dindarlığı inşa etmeye çabalayan kalemleri okuyun, bâtıni tevillerinin hiçbirinin temeli, kuralı, kriteri yoktur. Tümüyle keyfidir.
Sosyalist dindarlığın kuralsız bâtıni tevilleri İslam'ın Allah inancını bile soyutlaştırıp Budist din anlayışına varıyor. Sekülerleşme budur.
Sosyalist dindarlığın İslam'ı kabul edilebilir hale getirme çabası, liberal dindarlığın çabasının simetrisidir. Biri sağdan, öteki soldan.
İslam'ı ideolojileştiren sosyalist dindarlık onu sekülerleştiriyor. Atlantik medyasının sirk öğesi gördüğü bu fikriyata bayılması bundan.
İran'da kendilerini Şeriati'yi nispet eden sosyalist dindarlar ilk tepkiyi Şeriati'den aldılar. Şeriati onlara İslam'ın din olduğunu anlattı.
Sosyalist dindarların bazı sosyalist yazarların rağbetine maruz kalmaları, o yazarların kendilerinin dindar simetrisini aşina bulmalarından.
Bizim sosyalist dindarlar daha yolun çok başında. Halkın Mücahitleri (İran’da yönetime karşı mücadele eden halkın münafıkları örgütü, İran’ın PKK’sı) macerasını iyi bilen biri olarak akıbetlerini görebiliyorum.
Eklektik sosyalist dindarlığın bilinen en iyi örneği İran'da doğmuş "Halkın Mücahitleri" örgütü. Buradakilerle aynı macerayı izlediler.
Ali Şeriati'den mülhem olduğunu meşruiyet aracı olarak zikretmesine aldanmamak gerek, sosyalist dindarlıkla Şeriati arasında hiç bağ yoktur.
Sosyalist dindarlık, Kur'an'ın zâhirini ayakbağı gören bir bâtınilik türü. Ayetlere linguistik mecradan çıkartarak mana vermesi bundan.
Eklektik sosyalist dindarlıkla aramızdaki mahiyet farkını göstermek zorundayız. Biz dindarız. Kur'an'ı "das kapital" görmeyiz.
Eklektik "sosyalist dindarlık" "liberal dindarlık"ın zıddıdır ve el birliğiyle İslam'ı sekülerleştirip modernleştirmeye kovalarca su taşıyor .
Sosyalizmden tercüme mücadele diliyle eklektik "sosyalist dindarlık", Atlantik medyasında kolaylıkla yer bulabilmekten hiç mi kuşkulanmıyor?
Emeğin davası İslam'ın içinde özerk bir mücadele alanı değil, tevhid mücadelesinin parçasıdır. Sosyalizmden tercüme tevhid mücadelesi olmaz.
Türkiye’nin prestiji ve İran
İranlı yetkililer çok önemli bir haberle kameraların karşısında idi.
ABD’nin istihbarat uçağını düşürdüklerini geçtiğimiz günlerde uçağın önünde verdikleri pozlarla basına duyuran İranlılar, şimdi de bu uçağın kodlarını çözdüklerini ve aynısını yapacaklarını açıkladılar.
İran’ın, uçağın yazılım kodlarını çözmesi, teknolojide rakipsiz olduğunu her fırsatta dile getiren ABD’den daha ileri olduğunu göstermektedir.
Müslüman bir ülkenin bunu başarması da bizim için ayrı bir gurur kaynağıdır.
Matematik, astronomi, cebir gibi ilimlerin kaynağı İslam âlemidir. Bugün kullanılan harita ilminin temeli Müslümanlara aittir.
Ancak Müslüman âlemi, son dönemde Batının oyunları ile teknikte hep geri kalmıştır. Para verilerek alınan hazır teknolojiler ise eski veya bozuktur.
Hatırlanacaktır, İsrail’den yüksek bir meblağ ile satın aldığımız casus uçakların bozuk çıktığı basına yansımıştı.
Ancak İran kaynaklı haber, demek ki Müslümanlar da teknolojide Batı ile yarışabilir hatta onları geçer dedirtmiştir.
Öte yandan İran televizyonuna demeç veren Lübnanlı Prof. Muhsin Salih, “Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran’la olan ilişkilerinde ABD, İsrail ve Batının rolünü düşünmek gerekir” demiştir.
İran, Suriye ve Irak Türkiye’nin komşuları olduğu için bu ülkeler seçilmiş ama Türkiye yüzünü Doğuya dönerse Müslüman âlemin başı olarak yer alacağı koskoca bir dünya onu beklemektedir.
Oysa yüzümüzü Batıya çevirmenin bize zerre faydası görülmemiştir.
Yıllardır, kapısında bekletildiğimiz AB’ye giriş sürecinde yaşadıklarımız ortadadır.
İç işlerimize karışılmasına neden olan talepler bir yana, bu kapıda bekletilme Türkiye’nin uluslararası prestijini de ciddi manada zedelemiştir.
Şimdi de ABD adına ve İsrail yararına, komşular ile tarihi geçmişe dayalı birliktelikler sona erdirilmiştir.
Yetkililerimiz, ABD karşıtı ülkelere “ABD ile aranızı iyi tutun” mesajları götürmektedir.
Bu “taşıyıcı misyonu” ile Türkiye’nin uluslararası prestiji sizce ne noktadadır?
Üstelik İranlı yetkililer de tıpkı Lübnanlı profesör gibi, Türkiye’nin başkaları adına hareket ettiğini her fırsatta dile getirmektedirler.
Öyleyse, Türkiye uluslararası arenada icraatları ile geldiği noktayı iyi değerlendirmelidir.
“Dosta güven düşmana korku salan”, “sömürülen halklar için büyük örnek” olan Türkiye Cumhuriyeti devleti son dönemde hakkında bahsi geçen imajı değiştirmek zorundadır.
Çünkü tarihten gelen misyonu bu değildir.
Türkiye, safını değiştirerek Suriye’nin yanında yer almaya başlarsa eski misyonuna geri dönecektir.
http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12001355/turkiye-nin-prestiji-ve-iran/prof-dr-haydar-bas
İran, İslam ilkeleri gereği kitle imha silahlalarına muhalefet ediyor
İslam inkılâbı rehberi İmam Seyid Ali Hamenei'nin vurguladığı gibi, İran İslam cumhuriyeti nükleer silahların geliştirilmesi ve kullanılmasının İslam hukuku ve fıkhı açısından haram sayıyor ve bu silahları çok tehlikeli ve işe yaramaz olarak nitelendiriyor.
Nükleer bilim ve teknoloji Allah vergisi bir ilim dalı olup insanlığın ulaştığı en önemli enerji kaynaklarından biridir ve beşeri topluma büyük yararlar ve faydalar sağlamıştır. Nükleer enerji tıp, tarım, ilaç, sanayi, doğal gaz ve petrol sanayi ve yüzlerce zilim ve teknolojiyi geliştirme ve imal etme alanında da kullanılmaktadır. Bütün ilim dallarına insanların ihtiyacı artmaktadır. Bu nedenle nükleer enerjinin de bu bilim dallarını geliştirmede etkin rol oynamaktadır. İran halkı da ilim ve teknoloji alanında kalkınıp gelişmek ve buna bağlı olarak ekonomik gelişim ve büyümesini sağlayıp zirveye ulaşmak için nükleer enerjiyi geliştirip, kullanma hakkına sahiptir.
İran sadece kendisinin değil, bütün İslam ülkeleriyle bağımsız dünya ülkelerinin barışçı Nükleer enerjiyi geliştirip kullanma hakkına sahip olduklarını vurguluyor. Fakat Amerika ile İngiltere ve Fransa nükleer silahlara sahip oldukları halde İran İslam cumhuriyetinin barışçı nükleer faaliyetlerini durdurmaya çalışıyorlar. İran devleti ve halkının inancına göre, bütün kitle imha silahlarıyla nükleer silahları geliştirme, depolama ve kullanma insanlık suçudur. Bu nedenle İran NPT'yı imzalamıştır.
İran kimyasal silahların kurbanı bir ülkedir. Nitekim batılı ve gerici Arap rejimlerinin mali ve silah desteğindeki hunhar Saddam rejimi dayattığı 8 yıllık savaşta, İran askerleriyle yerleşim merkezlerine karşı kimyasal silahlar kullandı. Fakat İran İslami ilke ve değerlere uygun olarak Irak Baas rejiminin saldırgan ve işgalci askerlerine karşı kimyasal silahlarla misillemede bulunmadı. İran kendine dayatılan bu savaşta Irak halkına da hiçbir can kaybı ve zarar verdirmedi.
Savaşın sona ermesinden sonrada, İran aynı politikayı sürdürdü. İran'ın savunma stratejisi İslam savunma kulları üzerine bina edilmiştir.
İslam fıkhı ve hukuku açısından kitle imha silahları masum insanların katledilmesine ve gelecek nesillere zarar vermesine sebep olmaktadır. Bu nedenle kitle imha silahları İslam açısından haram sayılıyor. İran İslam cumhuriyetinin inancına göre, nükleer silahlarda caydırıcı güçten yoksundur. Bu nedenle İslam inkılâbı rehberi Ayetullah Hamenei' İslam fıkhına bağlı İran İslam cumhuriyetinin asla nükleer silahların geliştirilmesine çalışmayacağını, bu silahları geliştirme ve kullanmanın haram olduğunu açıkça ilan etmiş bulunuyor. İslam savaş hukukunda savunma temel alınmıştır. Savaş sırasında düşmanlara karşı da insan hak ve şerefi korunmalıdır. İnsanca bir tutum izlenmelidir. İslam sivil insanları öldürme, esirleri öldürme, çevre hayatını bozma ve yıkıp yakma, hayvanları öldürme girişimlerini haram kılmıştır.
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a)'nin buyruğu üzerine İslam mücahitleri Gazve ve seriyelere çıktığında, yaşlılara, kör ve ağmalara, sağır insanlara, kadınlara ve çocuklara dokunmazlardı. Bağ ve bahçelerle ağaçlara zarar vermezlerdi. Nehcü’l Belağa'da kaydedildiği gibi, İmam Ali (as) isyancı Muaviye'ye karşı ordu gönderdiğinde buyurdu ki; “Eğer Allah'ın yardımıyla yenilgiye uğrarlarsa, sakın kaçıp kurtulmak isteyenleri öldürmeyin, yaralananlarla yorgun ve bitkin düşenleri öldürmeyin. Sakın kadın ve çocuklara dokunmayın. Hatta namuslarına bile küfretmeyin ve komutanlarına tahkir ve tacizde bulunmayın.”
İslami hükümet ve devlet geleneğinde İslam nizamının koruyup kollamak farzdır. Allah cc Kuranı kerimde buyuruyor ki;
"Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.".
Bu nedenle Müslümanlar modern savunma silahlarını geliştirip, kendilerine karşı saldırıları defedecek caydırıcı güç oluşturmalıdırlar. Günümüzdeki uluslararası Hukuk'ta meşru müdafaa bir hak olarak tanımıştır. İslam dininde Bu müdafaa hakkı mantıklı ve insani değerler üzerine bina edilmiştir. Müslümanlar saldırıları defetmek için güç ve yeteneklerini geliştirmelidirler. Fakat saldırıyı defetmede ölçülü ve takvalı davranıp, zalimlik yapmamalıdırlar.
Nitekim Allah Bakara suresinin 191 ila 193. ayetlerinde " Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın…Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır esirgeyendir….(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur."
Bu yüzden İslam'da düşmanların saldırısına karşı savunma ve misillemede bulunma şartları sınırlandırılmıştır. Müslümanlar çatışan düşmanın haysiyetini ve şerefini ayaklar altına alamazlar. Bu nedenle adaletli ve takvalı davranmalıdırlar. Allah'ın belirlediği ölçüleri göz ardı edemezler. İslam'da savaş Müslümanların haklarını savunmaya yöneliktir. Bu nedenle düşmanların zulümlerine benzer bir saldırı ve zulümde bulunamazlar ve İslam hakikatini karartacak ahlaksızlıkları yapamazlar. Düşmanlar ahlaksızlık ve insanlık dışı saldırılar yapsalar bile Müslümanlar ilahi ve ahlaki ölçüleri kaçıramazlar. Peygamber efendimiz, müşriklerin şehirlerinde hastalıklar yaymazlar ve sularını zehirleyemezler ve sivil halkı ve güçsüzleri azarlayamazlar diye özenle vurguluyor. Hâlbuki İslam dışı güçler tarlaları yakar, ağaçları söker ve su ambarlarını zehirlerlerdi. Günümüzde de batılı güçler kimyasal silahlar ve biyolojik silahlar geliştirip, savaşlarda kullandılar ve kullanmaktadırlar.
Bütün bu ilahi emirler ve insanlık dışı girişimler açıkça İslam ve kuranı kerim tarafından menedilip, yasak ve haram kılınmıştır. İslam inancına göre, düşmanla savaşın kuralları ve kırmızıçizgileri vardır. Örneğin Sıffin savaşında Muaviye ordusu, Halife İmam Ali (as)'nın ordusuna karşı su kaynaklarını kapattı. Fakat İmam Ali (a.s) ordusu, su kaynaklarını ele geçirip, misillemede bulunmak istedi. Fakat İmam Ali (a.s), bunu menedip, buyurdu ki; Bizler de bu ahlaksızlığa başvuramayız. Böylece Muaviye ordusunun da su kaynaklarına ulaşmasını sağladı. İslam hukuk uyarınca İslam cumhuriyeti yetkilileri nükleer silah geliştirilmediğini ilan etmiş bulunuyorlar.
İslam inkılabı rehberi İmam Hamenei de nükleer silahın haram olduğu fetvasını vermiştir. Müslüman Şiilerin Taklit Mercilerinin hepsi de "Veli-Fakih" makamındaki Ayetullah Hamenei'nin fetvasını desteklemektedirler. Bu bağlamda Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Amerika dış işleri bakanı Hillariy Clinton ile yaptığı görüşmede, İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamenei'nin nükleer silahın haram olduğu fetvasını kendisine iletti. İranlı yetkililerin vurguladıkları gibi, İran İslam cumhuriyeti bütün saldırıları defedecek güçtedir ve nükleer silaha asla ihtiyaç duymamaktadır. Ayetullah Hamenei'nin de tartışma götürmez fetvası da bunu garanti etmektedir. İslam inkılâbı rehberinin vurguladığı gibi, nükleer silah güç ve iktidar kaynağı değildir. İran halkının yüksek potansiyeli, nükleer güçlerin saldırılarının üstesinden gelebilecek ve onların nükleer silah temelindeki iktidarını yenilgiye uğratabilecektir.
irib
Azerbaycan-İsrail ilişkileri 4 milyar dolara yükseldi !...
Azerbaycan-İsrail İlişkileri 4 Milyar Dolarlık Hacimle Uçuyor
Siyonist İsrail’in eski Sovyet cumhuriyetleri arasında en büyük ticari ilişkileri Azerbaycan’ladır.
İslami İran’ın Ermenistan’la ilişkilerini her zaman gündeme taşıyan ve İran’ı eleştiren Azerbaycan, İslam dünyasının büyük düşmanı İsrail’le ilişkilerini genişletmektedir.
Eli binlerce Müslüman’ın kanına batmış Siyonist İsrail’le kendisi bir Müslüman ülke olan Azerbaycan’ın yıllık ticari ilişkiler hacmi 4 milyar dolar. Bu rakamla İsrail’in eski Sovyet ülkeleri arasında en büyük ticari ilişkileri Azerbaycan’ladır. Hatırlatalım ki kardeş ülke olan Azerbaycan’ın Türkiye ile yıllık ticari ilişkileri bu rakamın çok çok altındadır. Azerbaycan’la Türkiye arasında yıllık ticaret 1,5 milyar doları geçmiyor.
2012 yılının Şubat ayında Azerbaycan’ın 1,6 milyar doları sadece İsrail’in silah üreticisi “Aerospace” şirketine ödemesi bu iki ülke arasındaki derin bağlar olduğunu gözler önüne seriyor. İsrail’in enerjiye olan ihtiyacının en az %30’nu Azerbaycan karşılıyor. Azerbaycan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ile günlük binlerce ton İsrail’le petrol akıtıyor. Türkiye’den geçen bu boru hattından taşınan petrolün ilk alıcısı da 2006 yılında İsrail olmuştur. Bu alım 2006 yılında İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a saldırması tarihinde gerçekleştirilmiştir. İsrail Lübnan’da mazlum Müslüman halkı bombalarken Azeri petrolünü kullanarak uçaklarını havalandırmıştır. Çünkü Azerbaycan’dan çıkarılan “Azerilayt” markalı petrol kalitesinin yüksekliğine göre uçak benzini üretiminde kullanılıyor.
Birkaç gün önce İsrail’in faşist dışişleri bakanı A. Liberman Bakü’ye ziyaret gerçekleştirmiş ve cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve bir dizi Azeri yetkililerle görüşmeler yapmıştır. Liberman Aliyev’le görüşmesinde her iki ülke arasındaki ilişkilerden duyduğu memnuniyeti dile getirerek Azerbaycan’ı strateji ortağı olarak adlandırmıştır. Müslüman Azeri halkına kan yutturan ve onlarca alimi, yüzlerce dindar vatandaşını hapislere atan Aliyev ise Siyonist devletin cumhurbaşkanı Şimon Peres’e mektup göndererek binlerce Müslüman’ın kanının akıtılması hesabına kurulan İsrail’in kuruluş yılını tebrik etmiştir.
Tüm bunlardan sonra Azerbaycan’ın İran’a karşı tutumunu anlamak imkansız. Ermenistan’la, bazı İran vatandaşlarının küçük hacimli ticari ilişkilerini eleştiren Azeri yetkililer kendilerinin tüm İslam dünyasının düşmanı İsrail’le olan bu büyüklükte ilişkilerini unutuyorlar mı acaba?
RAST HABER - BAKÜ
FATIMET-UZ ZEHRA (s.a.)'IN KISACA HAYATI
Kimlik bilgisi
Adı : Hz. Fatıma (a.s)'ın dokuz ismi vardı; o isimler şunlardır:
Fatıma. Zehra. Sıddıka. Mübareke. Tahire. Raziye. Merziyye. Zekiyye. Muhaddise.
Künyesi:Ummu Ebiha . Ümm'ül- Hasaneyn, Ümm'ül- Eimme, Ümm'ül- Muminin
Babası :Hz. Muhammed (s.a.a)
Annesi : Hz. Hatice
Doğum yeri: Mekke
Doğum tarihi: Hicretin beşinci yılı Cemadissani'nin yirmisinde Cuma günü şafak sökmek üzereyken Mekke-i Muazzama'da dünyaya geldi.
Şehadet yılı :11 hk.Peygamber'in vefatından 75 gün veya 95 gün sonra
Şehadet yeri : Medine
Hz. Fatıma'ya “Fatıma” diyorlar zira Hz. Fatıma (a.s), her kötülükten beri, o ve Şiileri cehennem ateşinden uzak, yüce ilim ve kemalı diğer kimselerden ayrı olduğundan dolayı ona Fatıma denilmiştir. Fatıma “feteme” kökünden türeyip kesti ve ayırdı anlamına gelmektedir; “Fatım” kesen ve ayıran demektir.[168]
Hz. Fatıma'ya “Tahire” diyorlar zira her çeşit pislikten tertemiz olması ve nifas kanı görmemesinden dolayıdır.
Hz. Fatıma'ya “Betul” diyorlar zira , adet (hayız) görmediği içindir. Nitekim Hz. Meryem'e de bundan dolayı “Betul” denilmiştir.”
Hz. Fatıma'ya “Hura-yi İnsiyye” diyorlar zira Hz. Resullullah (s.a.a) miraçlarının birinde göğe üruç ettiğinde (gittiğinde) cennet meyvelerinden yedi, Allah Tela o cennet yemeklerini Hz. Peygamber (s.a.a)’in sulbünde suya dönüştürdü, Hazret miraçtan yeryüzüne döndüğünde Hatice'yle yattı, böylece Hz. Fatıma'nın nuru Hz. Hatice'nin rahminde yer aldı. Bundan dolayı Hz. Fatıma'ya “Hura-yi İnsiyye” (yani insan cinsinden olan huri) denildi.
“Ümmü Ebiha”nın manası nedir ve bu lakabı kim Hz. Fatıma'ya vermiştir?
“Ümmü” kelimesi, anne manasına gelmesinden ilave esas ve kök anlamına da gelmiştir. Nitekim Mekke'ye “Ümm'ül- Kura” ve şaraba “Ümm'ül- habais” diyorlar. Binaenaleyh “Ümm-i Ebiha”; nübüvvet ve velayetin esası, kökü ve mazharı manasınadır.[1] Şüphesiz Hz. Fatıma imamet ve velayet meyvelerini yetiştiren gölgeli bir ağaçtı. Bu lakabı Hz. Resulullah (s.a.a) değerli kızına vermiştir, gerçekten onun şanına layık bir lakaptır
Hz. Fatıma’ya “Haniye” denilmesinin sebebi, kocası ve çocuklarına şefkatli ve merhametli olduğundan dolayıdır.
Çocukluk dönemi
Hz. Fatıma doğduğunda, Beni Haşim kadınlarına benzer dört uzun boylu kadın Hz. Hadice'nin yanına gelerek onlardan biri şöyle dedi: “Ey Hadice! Biz Allah'tan taraf sana doğru gelmişiz, bir senin bacılarınız; ben Hz İbrahim'in eşi Sara’yım, bu da cennette seninle beraber olacak olan Asiye’dir, öbürü de Hz. Musa'nın bacısı Gülsüm’dür. Allah Teala, doğum yaptığında sana yardım etmek için bizi senin yanına göndermiştir.”
Ehl-i Sünnet alimleri çoğunlukla o Hazret'in Hz. Resulullah'ın bi'setinden beş yıl önce doğduğunu rivayet ederken, Ehl-i Beyt İmamları'ndan gelen hadislerde daha çok Hz. Fatıma'nın (a.s) bi’setin beşinci yılının cemadiyülâhır ayının yirmisinde cuma günü doğduğu belirtilmiştir. Ebu Basir'in naklettiği bir hadiste Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Fatıma (a.s) Hz. Resulullah (s.a.a) kırk beş yaşında iken cemadiyülâhır ayının yirmisinde dünyaya geldi. Ömrünün ilk sekiz senesini babasıyla birlikte Mekke'de geçirdi. On sene de Medine'de babasıyla beraber kaldı. Babasının vefatından sonra ise, sadece yetmiş beş gün hayatta kaldı ve hicretin on birinci yılında cemaziyülâhırın üçünde dünyadan göçtü.
Hayr-ı Kesir Olması
Allah Teala, Hz. Peygamberini (s.a.a): “Sana bol hayır vereceğiz” buyurarak müjdelemişti. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a), Allah’ın va'dinin kesin olduğunu ve bütün hayırların kaynağı olacak pak ve bereketli neslin kendisinden vücuda geleceğine emindi. Ancak kalp gözleri körleşen düşmanlar Resulullah'ın erkek evladının vefat ettiğini görünce, “Artık Muhammed’in soyunu devam ettirecek erkek evladı kalmamıştır; kendisinden sonra yolu da sönüp gider” şeklindeki söylentiler yaparak Hazret'i incitiyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak onlara cevap olarak Kevser Suresini indirerek şöyle buyurdu: “Şüphesiz biz sana bol hayır (bereketli nesil) vermişiz. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.”
Evet Allah’ın bu vaadi, Hz. Fatıma’nın dünyaya gelmesiyle gerçekleşmiş, dünya ufukları onun veladet nuruyla aydınlanmış ve kadının ne kadar yüce bir makama ulaşabileceğini bütün âleme göstermek isteyen Allah Teala, Peygamberinin temiz soyunun, Hz. Fatıma’dan vücuda gelmesini takdir eylemişti.
Hz. Fatıma"nın faziletlerinden bazıları
Hz. Fatıma (a.s), haklarında tathir ayeti (Ahzab/33 ) nazil olan Al-i Aba"dan ve mübahale olayına katılanlardan biridir. O, on bir İmam"ın annesi ve Resulullah"ın neslinin kıyamete kadar onun ve evlatlarının nesliyle devam edecek olan yadigarıdır. Hz. Fatıma iki cihanın kadınlarının serveri ve Hz. Resulullah"a herkesten daha çok benzeyendi. Onun ahlak ve yaşam tarzı Resulullah"ın ahlak ve yaşam tarzını anımsatıyordu. Resulullah (s.a.a) Hz. Fatıma"yı çok öpüyordu, cennet kokusunu almak istediğinde onu kokluyor ve şöyle buyuruyordu: “Fatıma, bedenimin bir parçasıdır, herkesten bana daha azizdir, onu hoşnut eden beni hoşnut etmiştir, ona zulüm yapan bana zulüm yapmıştır.” [2]
Peygamber'in Yardımcısı
Hz. Fatıma çocukluk günlerinden itibaren Allah Resulü'nün hamisi olmaya çalışmış, o küçücük elleriyle düşmanların saldırıları karşısında babasına siper olmuş, babasının bütün hüzün ve kederlerinde onun en fedakâr ortağı olmuştur. Tarih o Hazret'in bu fedakârlıklarını iftiharla kaydetmiştir.
Bir gün müşriklerden biri, Resulullah (s.a.a)'ı sokakta görünce, Hazret'i incitmek için başına bir miktar çer-çöp ve pislik döktü. Âlemlere rahmet olan Resulullah (s.a.a) ona karşılık vermedi ve bir şey söylemeden bu hâliyle eve döndü. Hz. Fatıma (a.s) babasının bu vaziyetini görünce koşup derhal su getirdi, ağlar gözle babasının başını ve yüzünü yıkamaya başladı. Kızının bu üzgün vaziyetini gören Hz. Resulullah (s.a.a), ona teskinlik vermek amacıyla şöyle buyurdu: “Kızım ağlama! Mutmain ol ki, Allah (c.c) babanı düşmanların şerrinden koruyacak ve onlara galip kılacaktır.”
Yine bir gün Hz. Fatıma (a.s), Mescid-i Haram’da oturan bir grup kâfirin, babasının katli için komplo hazırladıklarını fark edince, ağlar bir gözle eve dönüp kâfirlerin aldığı kararı ve uygulamak istedikleri komployu babasına haber vermiş ve böylece babasını muhtemel tehlikeye karşı korumuştur.
Bir gün de Peygamber-i Ekrem'in Mescid-i Haram’da namaz kıldığı sırada müşriklerden bir grup, Hazret'le dalga geçip alay etmeğe başladılar. Bu esnada onlardan biri o çevrede yeni kesilmiş bir devenin rahmini alıp kan ve pisliği ile birlikte, secde hâlinde olan o Hazret'in sırtına attı. Orada hazır bulunan ve bu manzaraya şahit olan Fatıma (a.s) bu duruma çok üzüldü; ağlayarak Resulullah’ın yanına koştu ve devenin rahmini Hazret'in sırtından alıp uzak bir yere atarak Hazret'i onların bu saygısızlığına karşı korumaya başladı. Bu arada bu büyük saygısızlığa maruz kalan Hz. Resulullah'ın (s.a.a) namazını bitirdikten sonra o insanlara beddua ettiği rivayet edilmiştir.
Fatıma (a.s) böylece küçük yaşlarından itibaren bu çeşit hadiseleri görüp babasının yardımına koşuyor, bir annenin yavrusunu savunduğu gibi Hazret'i savunuyor ve babası için adeta annelik yapıyordu. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.a) ona, “Ümmü Ebîha” (Babasının annesi) lakabını vermişti.
Hz. Fatıma (sa) hicretten sonra İmam Ali ile evlendi ve Hasan, Hüseyin ve Zeynep adında çocukları oldu . O hazret babasının vefatına kadar Onun yanında ve yakınındaydı. Babası ile çeşitli savaşlara gitmiş,diğer müslümanlar gibi ve onlardan daha fazla islamın zaferi için çalılmıştır. Ama Resulullah (s.a.a)'ın vefatından sonra bazı sahabenin Ehlibeyt'e karşı tutumu deyişmiş kendi çıkarları uğruna O hazrete çeşitli sıkıntılar yaratmışlardır.
Şehadet
Peygamber'in kendinden sonra hayatta kalan tek çocuğu Hz. Fatıma kendisine vurulan cismi ve ruhi darbelerden ve altı aylık çocuğu Muhsini düşürdükten sonra hicri 11.yılda Peygamber'in vefatından bir rivayete göre 75 gün ve diğer bir rivayete göre 95 gün sonra şehid olmuştur.Allah'ın, nebilerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin selamı O'nun üzerine olsun.
Şia’nın reddettiği Sapkın Gulat Fırkasının İnançları
Ehlibeyt Mektebinin reddettiği ve kafir olduklarına dair fetvalar yayınladığı Gulat (aşırıya kaçanlar) fırkası, maalesef Ehlibeyt mektebini karalamak için muhalifler tarafından Şia mektebine nispet verilmiş ve Şia’ların Müslüman toplumdan dışlanması için bazı mihraklar tarafından kullanılmıştır. Tarih boyunca İmamiye Şia’sı çeşitli zulüm ve haksızlıklara maruz kalmış, ancak zalim yöneticilerin acımasız saldırıları karşısında ayakta durmayı başarmıştır. Peygamber efendimizin (s.a.a) rihletinden sonra İslam ümmeti arasında çıkan ihtilaf iki büyük kutbun Şii ve Sünni ekolunu ortaya çıkarmıştır. Hz. Ali’nin (a.s) dört yıl dokuz aylık hükümeti dışında Ehlibeyt İmamları (a.s) hiçbir zaman hükümet edememişlerdir. İmamiye Şia’sı dışarıda Ümeyyeoğulları, Abbasiler gibi zalim hükümetlerin zulmüne maruz kaldıkları gibi, Şia inançlarını yanlış yorumlayan, İmamların (a.s) Allah olduğunu iddia eden tehlikeli bir grupla da mücadele etmişlerdir…
Bu grup çeşitli şekillerde Şia camiasının içinde kendine yer edinmeye çalışmış, yalan hadis uydurmaktan, hadisleri yanlış yorumlamaktan, şahsi menfaatleri için İmamların (a.s) toplum içindeki manevi makamlarından yararlanıp kendilerine makam mevki edinmeye çalışmaktan çekinmemişlerdir. Fakat İmamiyye Şiası İmamları (a.s) bu grup ile ciddi bir şekilde mücadele edip, onları Şia camiasından bir kanser tümörü gibi atmaya çalışmışlardır. Bu makalemizde Şia camiasında “Gulat” yani; aşırıcı grup olarak bilinen bu grubun inançlarını tanımaya ve Şia İmamlarının (a.s) bunlara karşı tutumunu değerlendirmeye çalışacağız.
GULUV’UN SÖZLÜK ANLAMI
“Guluv” Lügatta; aşırıcılık, ifrat, yükseklik, yukarı çıkmak ve hat ve sınırı aşmak anlamında kullanılır. Bu yüzden örneğin; Sıvı maddeler yüksek derecede kaynayıp taştıkları zaman “galeyan etti” denir. [1] Hakeza; Ok hakkında da yaydan çıktığında “ğelv” denilir.
Kısacası guluv kelimesi bir şeyin haddini aşması vey bir şeyin olduğundan fazla görünmesi gibi yerlerde kullanılır.
Sözlükte “Taaddi” kelimesi de aşırıcılık ve tecavüz manasında kullanılır. Fakat guluv kelimesi aşırıcılığın ve tecavüzün daha çok olduğu yerlerde kullanılmaktadır.[2]
Buna göre guluv kelimesi dini ve mezhebi inançlar için kullanıldığında; insanın inandığı bir şey hakkında, haddinden fazla aşırıya kaçması manasına gelir.
KUR’AN’DA GULUV
Bu kelimenin türdeşleri, Kur’an’da dört yerde geçmektedir. Bunlardan iki tanesi dini guluv hakkında ve iki tanesi de kaynamak manasında kullanılan guluvdur.
Guluv hakkındaki ayetler şunlardan ibarettir:
Allah-u Teala Nisa Suresinin 171. Ayetinde şöyle buyurmaktadır:
“Ey Kitap ehli, dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih, sadece Allah’ın elçisi, O’nun Meryem’e attığı kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. Allah’a ve elçilerine inanın, (Allah) “Üçtür” demeyin. Kendi yararınıza olarak buna bir son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek tanrıdır. Hâşâ O, çocuk sahibi olmaktan yücedir (münezzehtir)...”
Bu ayet peygamberlerini haddinden fazla sevip, onu Allah’ın oğlu olarak sayan ve üç Allah’a; yani baba, oğul ve kutsal ruha inanan Hıristiyanlar hakkındadır.
Diğer bir ayette yüce Allah şöyle buyurmuştur:
De ki: “ Ey Kitap ehli, dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın.”[3]
RİVAYET VE HADİSLERDE GULUV
Guluv kelimesi ve bundan türemiş kelimeler Şia ve Ehlisünnet rivayetlerinde çok fazla kullanılmıştır. İlk olarak bu kelime ve bu kelimenin türemişleri dini guluv hakkında kullanıldığı rivayetlere ikinci olarak Gulatlardan bir fırka olarak bahsetmeyen hadislere değineceğiz.
Gulat hakkında hem Ehlisünnet ve hem de İmamiyye Şiası kaynaklarında Peygamber efendimizden ve Ehlibeyt (a.s) imamlarından birçok hadis nakledilmiştir. Bu hadislerin birkaç tanesi şunlardan ibarettir:
Ehlisünnet kaynaklarında Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Dininde Gulatlıktan uzak dur –aşırıcılıktan kaçın-; çünkü sizden öncekilerde (Yahudiler ve Mesihler) dindeki guluvlarından dolayı helak olmuşlardır.” [4]
Hazreti Ali (a.s) Nehcu’l-Belağa’da Âli Muhammed (s.a.a) hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Âli Muhammed (s.a.a) dinin temelidirler, tam inancın direği; ileri giden döner, onlara katılır da yola girer; geri kalan gelir, onlara uyar da murada erer.” [5]
Hz. Ali (a.s) başka bir hadiste kendisi ve Ehlibeyt (a.s) hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Biz (Ehlibeyt –a.s-) orta yolu tutanlarız. Geride kalan gelir, bize ulaşır; ileri gidip aşırıya kaçan döner, bize kavuşur.” [6] Ve başka bir yerde şöyle buyurmuştur:
“Biz Ehlibeyt hakkında aşırıcılıktan sakının.” [7]
Hz. Ali (a.s) kendisi aşırı sevenler ve düşman olanlar hakkında şöyle buyurmuştur:
“Benim hakkımda iki kişi helak olacaktır: Birisi aşırı sevenler (Gulat), diğeri de aşırı derecede düşmanlık edenlerdir (Nasibîler)” [8]
Bu hadislerden anlaşıldığı üzere Ehlibeyt (a.s) guluv etmek, aşırıya kaçmak o dönemlerde var olan bir düşünce idi. Hz. Ali (a.s) bu tehlikenin farkına varmış ve her defasında bu konu hakkında insanları uyarmıştır. Hatta Şia kaynaklarında gelen bazı rivayetler Guluv düşüncesinin Peygamber efendimizin (s.a.a) dönemine dayandığını göstermektedir.
Hicri kameri 11. yüzyılda yaşayan meşhur Şia âlimlerinden Hürrü Amuli Vesailu’ş-Şia kitabında Peygamber’den (s.a.a) şöyle nakleder:
“Benim ümmetimden iki grubun İslam’dan nasibi yoktur. Birisi benim Ehlibeytim’le bilerek savaşan ve diğeri de, dinde haddini aşan ve dışarı çıkan gruptur.”[9]
İmamiyye Şia’sının dört asıl kitaplarından biri olan Usul-ü Kâfi’de Hz. Muhammed Bakır (a.s) dostlarına guluv hakkında şu tavsiyede bulunmuştur:
“Orta yolda gidenlerden olunuz ki ileriye gidip aşırıya kaçan size dönsün ve geride kalanlar size ulaşsın.” [10]
ŞİA İMAMLARI (A.S) VE GULAT
Şia âlimlerinin birçoğu kitaplarında Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Gulat’a karşı nasıl ve ne şekilde tavır aldıklarını yazmışlardır. Ehlibeyt İmamları (a.s) ilk aşamada Gulat’ın yanlış ve batıl inançlarını reddetmiş ve Şia mezhebinin doğru inançlarını açıklamışlardır. Bir sonraki merhalelerde tutumlarını daha da sertleştirmiş Gulat fırkasına karşı ciddi adımlar atmışlardır. Çünkü Ehlibeyt İmamları (a.s.) İslam’a karşı Gulat fırkasının tehdidini Yahudi, Hıristiyan, Mecus ve Müşriklerden daha tehlikeli bilmişlerdir. Bu mücadelelerinin neticesinde onları Şia saflarından atmayı başarmışlardır.
Şia mektebinin kelamî inançları diğer mezheplerde olduğu gibi hadisler ile elimizi ulaşmıştır. Ancak Şia mektebini diğer mekteplerden özellikle Ehlisünnet ekolundan ayıran özellik Şia hadislerinin İmamlar (a.s) dönemine kadar devam etmesidir. Ehlisünnet mektebinde ise hadisler sadece Peygamber efendimiz (s.a.a) zamanına kadar geçerlidir. Ehlibeyt İmamlarından (a.s) nakledilen hadisler, et-Tevhid, en-Nubuvve, el-İmame, el-Mead gibi Şia mektebinin çeşitli kitaplarında yer almış ve her kitapta çeşitli bölümler altında, Şia inançlarının akait, usul ve temelleriyle alakalı bütün konular en ince ayrıntısına kadar düzenli bir şekilde işlenmiştir. İnsaf sahibi her insan, bu kitaplara başvurduğunda, Şia’nın her konuda güçlü burhan ve delillerle kendi görüşlerini ispatladığını ve inançlarına karşı her türlü şek ve şüphenin önünü aldığını görecektir.
Özellikle tevhit konusunda, en doğru burhan ve delillerle, tevhidin bütün kısımları, yani; zatta, sıfatta, ibadette ve fiilde ispatlamıştır. Oysa diğer İslami fırkalar bu konuda zaaf göstermiş her birinin tevhit inancının kısımlarından birinde ayağı sürçmüş, güçlü deliller ortaya koyamamışlardır.
Burada Gulat fırkasının, Ehlibeyt İmamları (a.s) hakkındaki batıl akide ve inançlarını nakledip İmamların (a.s) onlara karşı davranış ve tutumunu incelemeye çalışacağız.
Genel olarak Gulat’ın İmamlar (a.s) hakkındaki inançları şunlardan ibarettir:
a) İmamların (a.s) ilah ve Allahlığına inanıp, yaratmak ve rızık verme gibi sıfatları onlara nispet etmek.
b) İmamların (a.s) nübüvvetine (Peygamber olduklarına) inanmak.
c) İmamların (a.s) zati ve mutlak olarak gaybi ilme sahip olduklarını ispatlamak.
Şimdi İmamların (a.s) bu konular hakkında tutum ve tavırlarını yukarıdaki sıralamaya göre incelemeye çalışacağız:
1-İmamların (a.s) İlahlıklarını ve Allahlık Özelliklerine-Sıfatlarına Sahip Olduklarının Reddi
Ehlibeyt İmamları (a.s) hiçbir zaman Gulat fırkası karşısında sessiz kalmamış, Gulat grubuna karşı mücadele etmeyi gerekli görmüşlerdir. Gulat karşısında sessizliği günah bilmiş ve kötü akıbeti olacağına inanmışlardır. İmam Sadık (a.s) Musadif isimli dostlarından birisine Gulat fırkasının batıl inançlarıyla mücadele edilmesi gerektiğini bildirmiş ve bu konu hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Ey Musadif ! Eğer İsa (a.s) Nasraniler’in onun hakkında yaptıkları guluv karşısında sessiz kalsaydı, Allah-u Teâlâ kulağını sağır ve gözünü kör etse yeriydi. Ve aynı şekilde eğer bende Ebu’l-Hattab’ın söyledikleri karşısında sessiz kalsaydım, Allah-u Teâlâ bana da bu şekilde davransa yeriydi.”[11]
Ebu’l-Hattab Ehlibeyt İmamları (a.s) hakkında guluv eden bu fırkanın en meşhur şahsiyetlerindendir.
Bazen İmamlar (a.s) hal ve davranışları ile gulat fikriyle savaşmışlardır. Bazı saf insanların yanlış guluv inançlarını davranış biçimleriyle düzeltmeye çalışmışlardır. İmam Sadık (a.s) Gulat düşüncesine sahip olan İsmail b. Abdulaziz isimli yaranlarından birisine şöyle buyurdu:
“ Ey İsmail! Abdest için, abdesthaneye su bırak.
İsmail imamın (a.s) emrini yerine getirdi ve sonra kendi kendine şöyle dedi: “Ben onun hakkında bir takım inançlara (mesela onun Allah ve yaratıcı ve rızık veren biri olduğu gibi) sahiptim oysa O abdest almaya bile ihtiyaç duyuyor.”
İmam Sadık (a.s) abdesthaneden dışarı çıkınca şöyle buyurdu:
“Ey İsmail! Binayı taşıyabileceğinden daha fazla yükseltmeyin, aksi takdirde yıkılır. Bizleri yaratılan olarak kabul edin ve ondan sonra bizim hakkımızda ne isterseniz söyleyin.”[12]
Başka bir rivayette ise İmam Sadık (a.s) dostlarından birisine İmamların (a.s) Allah’ın kulları olduğunu hatırlatmış ve diğer insanlar gibi helal ve haram konusunda dikkatli olduklarını aksi takdirde cezalandırılacaklarını hatırlatmıştır. İmam Sadık (a.s), imamları “Rab” olarak bilen Sadık b. Sehl’e bakarak şöyle buyurdu:
“Ey Salih! Allah’a yemin olsun ki bizler kul ve yaratılmışlarız, bir yaratıcımız vardır. O’na ibadet etmekteyiz, eğer O’na ibadet etmezsek O bizi cezalandıracaktır.[13]
Ehlibeyt İmamları (a.s) gulat fırkasının yanlış ve Şia düşüncesiyle örtüşmeyen batıl inançlarıyla ciddi bir şekilde savaşmalarına rağmen bu fırka sonraki dönemlerde de kendine taraftar bulmuştur. Öyle ki İmam Rıza (a.s) bazılarının “Rabbu’l Âlemin” sıfatını İmam Ali (a.s) hakkında söylediklerini duyunca bedeni titremiş ve elinden yüzünden ter boşalmış ve şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teâlâ münezzeh ve paktır! Allah-u Teâlâ kâfirlerin ve zalimlerin O’nun hakkında söylediklerinden münezzehtir! Acaba Ali (a.s) yemek yiyenler arasında yiyen, içenler arasında içen, evlenenler arasında evlenen ve konuşanlar arasında konuşan değil midir? Acaba o diğerleri gibi Allah-u Teâlâ karşısında huşu içinde, zelil bir şekilde eğilip, namaza durup O’nunla raz-u ve niyaz etmiyor muydu? Acaba bu sıfatlara sahip olan birisi Allah olabilir mi? Eğer o Allah olabilirse öyleyse sizin hepinizin Allah olması gerekir. Çünkü bu sıfatlarda Ali (a.s) ile ortaksınız; bu sıfatların hepsi vasıf edilen şeyin sonradan meydana geldiğinin göstergesidir.”
Daha sonra imam (a.s) dikkat çekici bir örnekle konunun gerçek yüzünü açıklamış ve köklerine değinmiştir. İmam Rıza (a.s) Gulat fırkasına mensup insanların en önemli özelliklerinden birisinin cahillik ve bilgisizlik olduğuna işaret etmiştir. Hadisin devamında imam (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Bu sapık kâfirlerin, sapıklıklarının asıl kökü, bilgisizlikleri, cahillikleri ve cahilliklerinde dayatmalarıdır. Bu insanların örneği dünyalık hacet ve isteklerini almak için bir padişahı bekleyen ve yolunu gözleyen insanların örneği gibidir. Onlara padişahın en kısa zamanda ordusu ve hizmetçileri ile birlikte geleceği ve onu gördüklerinde en iyi şekilde karşılayıp saygıda bulunmaları ve başkasıyla karıştırıp yanlış kişiye saygıda bulunmamaları aksi takdirde padişah tarafından cezalandırılacakları söylenir. Bu sırada padişahın kullarından biri ordunun öncü birlikleriyle gelir. Bu zavallılar köleyi, ihtişam, nimet ve orduyla gördüklerinde, bu nimetlerin ve ordunun padişaha değil de bu kula ait olduğunu zannederler, sonrada onu padişah yerine yüceltip padişahlığı o kula atfeder ve hatta onu padişah olarak ilan ederler. Bu kulun üstünde bir padişah ve bu kulun bir sahibi olduğunu da inkâr ederler. Köle her ne kadar bu nimetlerin padişaha ait olduğunu anlatmaya çalışsa da nafiledir. Kulaklarına bir şey girmez ve batıl ve hurafe inançlarından el çekmezler ta ki padişah gelip de onlara gazap edip onları cezalandırana kadar. Gulatlar da Ali (a.s) ve evlatlarını Allah’ın (c.c) kendi fazıl ve kereminden onlara bahşettiği nimetler içinde gördüklerinde onları Allah olarak adlandırdılar. Onlar her ne kadar bu Allah’lık nitelendirmesini reddetmeye çalıştılarsa da onlar (Gulatlar) bunu duymamazlıktan geldiler. Böylelikle acı bir azaba müptela oldular.”[14]
Bazen bu saf insanlar Ehlibeyt imamlarının (a.s) sözlerini yanlış yorumlayarak guluv düşüncesine sahip olmuşlardır. Bu gerçek Hz. İmam Rıza’nın (a.s) çok yakın dostlarından birisi olan Eba Salt arasında geçen konuşsından anlaşılmaktadır. Rivayette şöyle gelmiştir
İmam Rıza’nın (a.s) dostlarından olan Eba Selt şöyle der; İmam Rıza’ya (a.s) arz ettim:
“Halk sizin hakkınızda, insanların sizin kullarınız olduğunu iddia ediyorlar.”
İmam Rıza (a.s) bu sözü duyunca, son derece üzgün bir şekilde başını havaya kaldırıp şöyle buyurdu:
“Ey yerin ve göğün yaratıcısı, gizlide ve açıkta olanı bilen! Sen kendin bizim bu ümmetin zulüm ve sitemine ne kadar tahammül ettiğimizi bilmektesin ve buda onların bize ettiği zulümlerden birisidir.”
Bu sırada olan Eba Selt’e dönerek şöyle buyurdu:
“Eğer bütün insanlar bizim kulumuz ise onları kime satabiliriz?”[15]
İmam Rıza (a.s) insanların, İmamların (a.s) kulları olduğu iddiasını kesin bir dille reddetmiş ve bu konuya açıklık getirmiştir:
“Bizim kastımız insanların bizlere itaatin gerekliliği konusunda kul (gibi) olmalarıdır (onları bizim yarattığımız ve sahipleri olduğumuz manasında değildir) ve bizi sevenler ve dini konularda velayetimizi kabul edenlerden olmalarıdır. Öyleyse bu sözümü burada olanlar olmayanlara ulaştırsın.”[16]
Gulat fırkasına mensup bu gibi saf ve sade düşünen insanların yanında, azılı, garezli ve menfaatçi insanların olduğu da göze çarpmaktadır. Bunlar yaptıklarının bilincinde olan fakat nefsani isteklerine esir düşmüş, dünyevi makam ve mevki peşinde olan kimselerdir. Onlardan birisi Muğayre ve bir diğeri ise Ebu’l-Hattab’dır. Ehlibeyt imamları (a.s) böyle kimselerle ciddi bir şekilde savaşmış ve onları lanetleyerek gerçek Ehlibeyt dostlarını bu gibi kimselerden uzak durmalarını emretmişlerdir.
İmam Rıza (a.s) Ebu’l-Hattab hakkında şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu Ebu’l-Hattab Ebu Abdullah’a (a.s) (İmam Sadık –a.s) yalan uydurmuştur. Öyleyse Allah (c.c) bu güne kadar bu hadisi İmam Sadık (a.s)’ın sahabelerinin kitaplarında yer veren Ebu’l-Hattab ve yaranlarına lanet etsin.”
İmam Sadık (a.s) Muğayre ve Ebu’l-Hattab’ın sözlerinden rahatsız olduğuna dair şöyle buyurmaktadır:
“Vay onlara! Onlara ne olacak? Allah onlara lanet etsin. Onlar Allah’ı ve Peygamberi’ni kabrinde eziyet ettiler ve aynı şekilde Emirilmüminin (a.s), Fatıma (s.a), Hasan (a.s), Hüseyin (a.s), Hüseyin oğlu Ali (a.s), Ali oğlu Muhammed’i (a.s). Sizin aranızda Allah’ın Resulü’nün (s.a.a) eti ve derisi olan benim. Gece yatağa uzandığım zaman (Gulat’ın sözlerinden dolayı) korkup ürküyorum. Gulat’ın kendisi emniyetteler ama ben korkudayım. Onlar rahatça uyurken ben korkak ve ürkek bir şekilde uyanık, dağlar ve çöllerde (kafam karışık bir şekilde) gezmekteyim. Ben Ebu’l-Hattab’ın benim hakkımda söylediğinden uzağım ve Allah’a sığınıyorum.[17]
Başka bir rivayette İmam Sadık (a.s) “O, gökte de ilâh olandır, yerde de ilah olandır”[18] ayetini İmam’ın (a.s) yeryüzünün Allah’ı olduğu şeklinde yorumlayan Ebu’l-Hattab’ın taraftarlarının reddi hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a yemin olsun onların Allah’ın azametini küçülttüğü kadar kimse küçültmemiştir... Allah’a yemin olsun! Eğer ben Kufe halkının (Ebu’l-Hattab’ın taraftarları) benim hakkımda söylediklerini kabul etsem, yer beni kendi içine çeker. Ben hiçbir zarar ve faydaya gücü yetmeyen, mülk edinilmiş bir kuldan başka bir şey değilim.”[19]
Sonra Ebu’l-Hattap ve yaranlarına nefretini belirterek şöyle buyuruyor:
“Hatta biz kendimiz (imkânsız olsa da) onları, bizi Allah olarak çağırmaya davet etseydik bile onların bunu kabul etmemeleri gerekirdi. Çünkü onlar benimde (diğer insanlar gibi) korku ve endişeye kapıldığımı görmektedirler.”[20]
İmam Sadık (a.s)’ın dostlarından birisi şöyle der:
İmam (a.s) üzgün bir halde bizim yanımıza geldi ve şöyle buyurdu:
“Daha birkaç dakika önce bir iş için evden dışarı çıktım aniden Medine’nin zencileri yanıma geldi ve şöyle dediler:
“ Lebbeyk Cafer b. Muhammed lebbeyk”; Ey Cafer b. Muhammed sana lebbeyk diyoruz.
“Ben o kadar rahatsız oldum ki hemen oradan ayrıldım, onun bana söylediğinden dolayı korkmuş ve titrer bir haldeydim. Eve girer girmez namaz kıldığım yere gittim ve yaratanım için secdeye kapandım ve suratımı toprağa buladım. Kendimi O’nun karşısında zelil ve hakir kıldım. Zencilerin benim hakkımda söylediklerinden beraat ettim.”[21]
İmam Sadık (a.s) İmamlar (a.s) kulların rızıklarını takdir ediyorlar diyen kişilerin reddi hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Allah’a yemin olsun! Bizim rızkımızı Allah’tan başkası takdir edip ölçmüyor. Benim kendimde ailemin yiyeceğini temin etmek zorunda kaldım da bundan dolayı kalbim sıkışıp zihnim meşgul oldu. Onların rızkını temin ettikten sonra rahat bir nefes aldım.[22]
2- Nübüvvetin Reddi
Gulat fırkasının bir diğer yanlış inancı da Ehlibeyt İmamlarını (a.s) Peygamber/Nebi olarak bilmeleridir. Elbette bu iddiayı ortaya atan kimselerin ne gibi hedefler peşinde olduklarının iyice incelenmesi gerekir. Bunlar şahsi ve dünyevi hedefler peşinde olan kimselerdir. Bu gibi insanlar kendilerini imam olarak ilan edebilmek için Ehlibeyt imamlarını (a.s) Peygamber yapmışlardır. Bu durum İmamlara ilahlık ve kendilerine nübüvvet makamı veren kimselerde daha net bir şekilde görülmektedir. Bu yanlış düşüncenin o günün toplumunda halk arasında yaygın olduğu göze çarpmaktadır. Elbette şu noktayı da hatırlatmak gerekir ki Gulat fırkası genelde insanların saf ve temiz duygularından faydalanarak inançlarını sağlam zemine oturtmaya çalışmışlar fakat Ehlibeyt İmamları (a.s) buna kesinlikle izin vermemişlerdir.
İmam Sadık’ın (a.s) iki öğrencisi o hazretin nübüvveti üzerinde tartışmaktaydılar. İmam Sadık’ın (a.s)’ın yanına geldiklerinde, İmam (a.s) onlara hitaben şöyle buyurdu:
“Ben, bizim peygamber olduğumuzu söyleyen kimseden uzağım.”[23]
İmam Sadık (a.s) başka bir hadiste şöyle buyurmaktadır:
“Allah’ın laneti bizim peygamber olduğumuzu söyleyen kişinin üzerine olsun ve yine lanet bu konu hakkında şüphe eden kişinin üzerine de olsun.”[24]
3- İmamlar’ın (a.s) Mutlak ve Zatî Gayb İlmi’nin Reddi
Birçok hadiste, İmamlar (a.s) gayb ilmine sahip olduklarını inkâr etmişlerdir. Şia’nın dört asıl kitabında bu konu hakkında birçok hadis bulmak mümkündür. Bu kitaplarda imamların (a.s) bilinmeyenlerden ve gaybî konulardan haber veren birçok hadis nakledilmiştir. Yine aynı kitaplarda Ehlibeyt imamlarından (a.s) gaybî ilmi bilmediklerine dair hadislerde nakledilmiştir. Bu iki farklı hadis grubu dikkatlice incelenirse[25] şöyle bir netice ortaya çıkacaktır: İmamların kendilerinden nefyettikleri gayb-i ilim, zatî olan kısmıdır. Yani kendilerinin Allah’ın hiçbir yardımı olmadan bildikleri gayb-i ilmi reddetmişlerdir. İktisabî olarak adlandırılan yani; Allah’ın onlara verdiği ilmi ve bildirdiği gayb-i ilmi ise reddetmemişlerdir. Hakeza Peygamber efendimizin (s.a.a) rivayetlerinden çıkarabildikleri gayb-i ilme sahip olduklarını reddetmemişlerdir. Böyle bir ilme sahip olduklarını haber vermişlerdir.[26] Burada Ehlibeyt imamlarının (a.s) zatî olan gayb-i ilmi reddeden hadislere değineceğiz.
İmam Sadık’ın (a.s) dostlarından Yahya b. Abdullah b. Hüseyin isimli birisi hazretin yanına gelerek şöyle arz etti: Bazıları sizin gaybı bildiğinizi sanmaktadır.
İmam Sadık (a.s) bundan rahatsız oldu ve şöyle buyurdu:
“Sübhanallah! Elini başıma koy; bu haberi duymakla tüylerimin diken diken olduğunu hissedeceksin.”
Sonra şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin olsun ki! Bizim bu söylediklerimiz (bizde gayb ilmi olduğuna dair şüpheye sebep olan) Allah Resulü’nün rivayetlerinden başka bir şey değildir.”[27]
Bu konu hakkında Ebu Basir İmam Sadık (a.s)’a şöyle arz etti:
“Onlar sizin yağmur damlalarının, yıldızların ve ağaç yapraklarının sayısını ve yine denizdeki şeylerin ağırlığını ve toprağın sayısını bildiğinizi söylemektedirler.
İmam Sadık (a.s) bu duyduğu sözlerden sonra başını göğe kaldırarak şöyle buyurmuştur:
“Sübhanallah! Allah’a yemin olsun ki hayır! Bunları Allah’tan başkası bilmiyor.[28]
İmam Sadık (a.s), gayb ilmine sahip olduğunu ve bu ilmi Ebu’l-Hattab’a de verdiğini iddia eden Ebu’l-Hattab’a reddiye olarak şöyle buyurmaktadır:
“O’ndan başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki! Ben gayb ilmi bilmiyorum. Eğer ona (Ebu’l-Hattab’a) böyle bir şey söylemişsem Allah ölülerimin musibetinden dolayı bana sevap ve yaşamımda bana bereket vermesin.[29]
On ikinci İmam Hz. Mehdi (a.f) Gulat’ın reddi hakkında sadır ettiği tevkide şöyle yazmaktadır:
“...Allah (c.c) O’nu sıfatlandırdıklarından daha yücedir, O münezzehtir ve biz O’na şükür etmekteyiz. Biz ilim ve kudrette O’nunla şerik olamayız, O’ndan başka hiç kimse gayb ilmine sahip değildir, Öyle ki Kendisi muhkem kitabında şöyle buyurmaktadır:
(Ey Resul!) De ki: Göklerde ve yeryüzünde bulunanların hiçbiri, gizli şeyi bilemez, ancak Allah bilir.[30]
SONUÇ
Gulat fırkasının Ehlibeyt İmamları (a.s) hakkında aşırıcı düşünceleri üç ana başlıkta toplanabilir; İmamların (a.s) ilah ve Allahlığına inanıp, yaratmak ve rızık verme gibi sıfatları onlara nispet etmek, İmamların (a.s) nübüvvetine; Peygamber olduklarına ve İmamların (a.s) zati ve mutlak olarak gaybi ilme sahip olduklarına inanmak. Gulat fırkasına mensup kimseler Ehlibeyt İmamlarının (a.s) sözlerini bazen yanlış yorumlayarak ve bazen de sözün özünü anlamadan istedikleri şekilde mana ederek guluv düşüncesine kapılmışlardır. Ehlibeyt İmamları (a.s) sözleri, hal ve davranışları ile bu inançları reddetmişlerdir. Elbette Gulat fırkasına mensup kimselerin hepsini bir kategoride değerlendirmek de doğru değildir. Onlardan bazıları sade ve saf insanlar bazıları ise nefsani istek ve arzularına kapılmış bilinçli olarak bu inançları yayarak toplumda kendilerine dünyevi mevki ve makam kazanmak isteyen bilinçli kimselerdir. Bu grup, insanların Ehlibeyt imamlarına (a.s) besledikleri temiz duygularından yararlanarak guluv düşüncelerini yaymaya çalışmışlardır. Ehlibeyt İmamları’nın (a.s) iki gruba karşı mücadelesi farklı olmuştur. Sade ve saf insanları hal ve davranışlarıyla uyarmaya çalışmış ve düşüncelerinin yanlış olduğunu onlara hatırlatmışlardır. İkinci gruba karşı ise daha ciddi adımlar atarak; onları lanetlemiş ve bu konuda Ehlibeyt (a.s) dostlarını uyarmışlardır.
* Bu makale Dr. Nimetullah Seferi’nin Galiyan kitabından yararlanılarak hazırlanmıştır.
Turgut Atam
Dipnotlar_______________________________________________________________________________________________________
[1] - Ragıp İsfehani, Hüseyin b. Muhammed, el-Mufredat fi Ğaribi’l-Kur’an, Tahran, el-Mektabetü’l-Murtezeviyye, s. 365.
[2] - İbn-i Menzur, Lisanu’l-Arap, (Birinci Baskı: Beyrut, Dar-ı Ehyau’t Turasu’l Arabi, 1408), Guluvvun altında; Zebidi- Muhammed Murteza, Tacu’l-Arus, (İkinci Baskı: Beyrut, Dar-ı Mektebetu’l-Hayat), c. 10, s. 269.
[3] - Maide, 77.
[4] - Ahmet b. Hanbel, Müsned-i Ahmet, (Beyrut, Daru’l Fikir), c. 1, s. 215 ve 347.
[5] - Nehcü’l-Belaga, Subh-i Salih, İkinci Hutbe, paragraf: 13; Feyzü’l-İslam, İkinci Hutbe, paragraf:16.
[6]- Nehcü’l-Belaga, Subh-i Salih, Hikmet: 109; Feyz’ul İslam, Hikmet: 106; Temimi Amedi, Abdulvahit b. Muhammed, Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kelim, (Tahran Ünüversitesi), c. 6, s. 194.
[7] - Gureru’l-Hikem ve Dureru’l-Kelim, c. 2, s. 324.
[8] - Nehcü’l-Belaga, Subh-i Salih, Hikmet: 117; Feyzü’l-İslam, Hikmet: 113.
[9] - Hürrü Amuli, Muhammed b. Hasan, Vesailu’ş-Şia, Beyrut, Daru İhya-i Turasi’l-Arabî, c. 14, s. 426, h. 14.
[10]- Kuleyni, Muhammed b. Yakup, el-Usul Mine’l-Kafi, Tahran, Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, 1365, c. 2, s. 75.
[11]- İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s. 192- 193; Biharu’l-Envar, c. 25, s. 293, h. 50.
[12] - Biharu’l-Envar, c. 25, s. 279, h. 22.
[13] - Biharu’l-Envar, c. 25, s. 303, 69. Hadis; İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s. 218.
[14] - Biharu’l-Envar, c. 25, s. 276- 278, h. 20.
[15] - Biharu’l-Envar, s. 218, h. 10.
[16] - a.g.e., s. 298, Hadis.: 21.
[17] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s. 147; Biharu’l-Envar, c.25, s.289, h.46.
[18] - Zuhruf, 84.
[19] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s. 194; Biharu’l-Envar, c.25, s.294, h.53.
[20] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s. 148; Biharu’l-Envar, c. 25, s. 218, h. 47.
[21] - er-Ravza mine’l-Kafi, s. 225- 226; Biharu’l-Envar, c. 25, s. 321, h.90.
[22] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s. 207- 208; Biharu’l-Envar, c.25, s.301, h.65.
[23] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s.160; Biharu’l-Envar, c.25, s.291, h.48.
[24] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s. 194; Biharu’l-Envar, c.25, s.296, h.57.
[25] -Bu konu hakkında daha fazla bilgi için bkz: el-Ahadisi’l-Gaybe li’l-Eimmeti’l-İsna Aşer, üç ciltlik bir kitap olup el-Maarifu’l-İslamiyye Müessesi tarafından basılmıştır.
[26] -Bkz: Biharu’l-Envar, c. 25, s. 268, 9. hadisten sonra.
[27] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s. 193; Biharu’l-Envar, c.25, s.293, h.50.
[28] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s.193; Biharu’l-Envar, c.25, s. 294, h.53.
[29] - İhtiyar-ı Marifeti’r-Rical, s.188-189; Biharu’l-Envar, c.25, s.322, h.91.
[30] - Neml,65; Biharu’l-Envar, c.25, s.266- 267, h.9.
ABD'ye büyük darbe... İran, RQ-170’in prototipinin imalatına başlıyor
İran İslami Devrim Muhafızları Hava-Uzay Gücü Komutanı, ‘İslami Devrim Muhafızları (Sepah) Kuruluş Günü’ nde; İran Ordusu elektronik birimleri tarafından ele geçirilmesinin üzerinden bir yıl geçmeden, dün itibariyle, Amerikan RQ-170 iha nın prototipinin imalatına başlanacağını açıkladı.
İran İslami Devrim Muhafızları Hava-Uzay Gücü Komutanı General Emir Ali Hacizadeh, 02 Ordibeheşt (21 Nisan) ‘İslami Devrim Muhafızları (Sepah) Kuruluş Günü’nde, Amerikan RQ-170’nın prototipinin imalatına dün itibariyle başlanacağını belirterek Sepah elektronik uzmanları tarafından, RQ-170 Sentinel’e ait verilerin elde edildiğini söyledi.
Geçtiğimiz Aralık ayında, İran sınırlarından sızmak ve casusluk amacıyla ülkenin güney bölgesinden hava sahasına girdiğinde İslam Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetleri elektronik birimleri tarafından kontrolü ele geçirilerek minimum hasarla yere indirilmiş ve bu iha ile ilgili teknik verilere ulaşılmıştı.
İki kanat arası açıklığı 26 m olan RQ-170’in, gövde uzunluğu 4.5 m, yüksekliği 1.84 cm olup, elektronik boyutta gelişmiş bilgi, görüntü toplama sistemleri ve değişik radar sistemleri ile donatılmıştır.
“Stealth” yani radara yakalanmama özelliğine sahip olduğu belirtilen bu son derece gelişmiş RQ-170 üzerinde, B-2 ve F-35 savaş uçaklarında kullanılan teknoloji tespit edildi. Bu İHA, Afganistan’da ve ABD'de konuşluydu bağlantısı ve yer istasyonlarından yönlendirilmektedir.
İran tarafından ele geçirilen, Amerikan ordusu tarafından yönetilen RQ-170 türü ‘keşif amaçlı, stealth İHA’lar, 2009 yılından itibaren resmen kullanılmaya başlanmıştı.
İslami Devrim Muhafızları Hava-Uzay Gücü Komutanı General Emir Ali Hacizadeh, İran Ordusu’nun bu büyük başarısının üzerinden bir yıl geçmeden, ‘İslami Devrim Muhafızları (Sepah) Kuruluş Günü’nde, Amerika’ya ait ‘RQ-170 Sentinel iha prototipinin’ imalatına dünden itibaren başlanacağını açıklamıştı.