İran'a akıl vermenin dayanılmaz hafifliği

Rate this item
(0 votes)

Suriye meselesi İslamcılar için, ama özellikle de Türkiye İslamcıları için turnusol kağıdı vazifesi gördü.

Bu mesele sayesinde İslamcıların derinliğini, çapını, zekasını, kabalıkları ve ‘stratejik aklının’ manipülasyona ne kadar da müsait olduğu görüldü.

Ben şahsen dünya İslamcılarından da İslamcılığından da umudumu kestim.

Ama esas anlatmak istediğim bu değil.

Bir tespitte bulunmak ve eski - yeni İslamcı arkadaşlara birkaç soru yöneltmek niyetindeyim.

Sizin de dikkatinizi çekiyor mu bilmiyorum ama Türkiye’deki İslamcı arkadaşlar İran’a dış politika ve diplomasi dersi verme çabasındalar.

Çaycı, muhasebeci, köşe yazarı, din adamı, akademisyen, yardım kuruluşu çalışanı, öğretmen, öğrenci, TV yorumcusu, danışman her meslekten insan, her gün varsa köşelerinden, veyahut sosyal medya aracılığıyla İran’ın Suriye’de yanlış bir dış politika izlediğini anlatıyor.

Üstelik İran’ın ‘aslında nasıl davranması gerektiği' konusunda da akıl veriyorlar.

Kime? Asırların diplomasi duayeni sayılan İran’a. Osmanlı’ya boyun eğmemiş, İngilizlere pabucunu ters giydirmiş, neredeyse bölgenin sınırları en uzun süredir değişmeyen tek devleti olan İran’a.

Gerçekten bu tür yazıların, mesajların, konuşmaların barındırdığı sığ cüretkarlığı anlayabilmiş değilim.

Sanırım komik duruma düştüklerinin farkında değiller.

Asırlardır diplomasi ile varlığını ve bütünlüğünü korumuş bir İran var karşımızda. Ama bu arkadaşlara göre Suriye meselesinde iyi dış politika yapamıyor.

Filistin’de, Bosna’da, Keşmir’de ve daha adını yazmadığım Müslümanların zorda olduğu birçok bölgede her zaman tavrını açıktan Müslümanlardan yana koymuş olması bile bu arkadaşların nezdinde bir değere sahip değil artık.

Irak işgali döneminde Irak ile yıllarca savaşmış on binlerce insanını kaybetmiş olmasına rağmen bu işgale destek vermemiş olmasının da bir değeri yok bu arkadaşların gözünde.

Bosna’nın bilge lideri Aliya izzetbegoviç’in Bosna’ya yaptığı yardımlardan dolayı adını vererek teşekkür ettiği neredeyse tek ülke.

Ama nasıl oluyorsa bugüne kadarki bütün meselelerde her zaman bu arkadaşların istediği çizgide tavır alan İran, "Suriye meselesinde katil Esad’ın yanında duruyor."

Peki bunca yıldır 'doğru' yapan bir ülke, niçin Suriye meselesinde farklı davranıyor?

Burada sorgulanması gereken yalnızca İran mı?

işin ilginç yanı aynı arkadaşlar açısından Türkiye’nin Kürecik’e radar sistemine "evet" demiş olması sorun değil. Libya Müslümanlarını bombalayan NATO uçaklarına ev sahipliği yapmış olması da sorun değil.

İstemediğimiz halde patriotların ülkemize kurulmasına izin verilmiş olması da sorun değil.

Hatta ‘İslami devrim’le Mısır’da yönetime gelen Mursi'nin Filistin’in nefes borusu olan tünelleri kapatması da sorun değil.

İran’ın Suriye’de yaptıklarını yanlış görüp diplomasi dersi verenler, bunların her birinde stratejik bir akıl ve hamle görüyorlar.

Mesela İran’a yıllardır uygulanan ambargonun yarısı Türkiye’ye uygulansaydı Türkiye ne halde olurdu? Hiç düşündünüz mü?

Böyle bir yalnızlaştırma politikası Türkiye’ye uygulansaydı AK Parti iktidarı diye bir şey kalır mıydı?

Bu arkadaşların ‘Dünya sistemi’nin tavuğuna kış demediği için iktidarını sürdüren AK Parti’ye değil de ‘Dünya sistemi’nin hesaplarına direnen İran’a öfke beslemeleri sizi de şaşırtmıyor mu?

Peki İran Suriye meselesinde niçin böyle davranıyor?

Türkiye Kürecik'e radar gibi taleplere "evet" diyerek varlığını sürdürüyor. İran ise dünya sisteminin kendisiyle ilgili hesaplarına Suriye'yi cephe yaparak engel olmaya çalışıyor.

Niçin Türkiye'nin yaptığı değil de, İran'ın yaptığı yadırganıyor?

Niçin AK Parti’nin yaptıkları ‘strateji’, vicdan, ahlaki sorumluluk olarak görülüyor da İran’ın yaptıkları ‘ihanet’? Ne karşılığında bu müsamaha? TRT’ye yapılan birkaç belgesel, birkaç film ve birkaç makam için ilkelerden vazgeçmeye değer mi?

Diğer taraftan “Esad bıraksın gitsin” diyen arkadaşlara birkaç sorum var.

Diyelim ki Türkiye’de Suriye gibi 5-10 bin değil 100 bin kişilik bir topluluk gidişattan memnuniyetsziliğini belirtip rejimin değişmesini talep etti.

Bu 100 bin kişinin yanına da dünyanın çeşitli ülkelerinden binlerce İslamcı militan katıldı.

Silahlı bir eyleme kalkıştılar ve Türkiye’de bir ‘İslami devrim’ yapmak istiyorlar.

“Esad’a bırak git” diyenler böyle bir durumda nasıl bir tutum takınacaklar?

Böyle bir talep karşısında iktidarı teslim etmek midir delikanlılık, yoksa ülkesini sonuna kadar korumak mı? Hangisi?

Gerçekten merak ediyorum, böyle bir tablo Türkiye'de yaşansa bu arkadaşlar ülkeyi bu insanlara teslim mi edecekler?

Suriye’de olup bitene "İslami devrim" diye methiye dizenlerin şapkalarını önlerine koyup derin derin düşünmelerinin zamanı çoktan geldi de geçiyor.

Yüzbinlerce insanın canının, düştüğü sefaletin ve çektiği acının üzerine bina edilmeye çalışılan harekete hangi mantıkla "İslami devrim" dediklerinin izahını yapmak zorundalar.

Hangi hak, hangi zulüm, hangi ideoloji, hangi amaç bu kadar insanın ölümünü, bu kadar insanın sefalete düşmesini haklı ve hedefe ulaşmak için meşru görebilir ki?

Bu arkadaşlara karşı İran'ı da ben savundum ya.. Artık ne derseniz haklısınız.

Levent GÜLTEKİN

Read 1620 times