
کارگر
İran'dan PJAK terör örgütüne ağır darbe
Devrim Muhafızları, İran'ın kuzeybatı bölgesinde PJAK terör örgütüne ait beş kişilik bir ekibin etkisiz hale getirtildiğini bildirdi.
İran devlet televizyonunun bildirdiğine göre, Devrim Muhafızları Ordusu Kara Kuvvetleri’ne bağlı Seyyid'uş Şüheda Hamza Karargahı’nın konuyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada, ülkenin kuzeybatısında bulunan Serdeşt bölgesinde PJAK terör örgütüne ait beş kişilik bir terör ekibinin belirlenerek titiz bir operasyonla her beş üyesinin de etkisiz hale getirtildiği belirtildi.
Teröristlerden çok miktarda silah ve mühimmat ve belgenin de ele geçirildiği belirtilen açıklamada, söz konusu teröristlerin daha önce Serdeşt bölgesinde halk güçlerinden 3 kişin{jcomments off}in şehit düşmesine neden oldukları hatırlatıldı.
Karşı Taraf Nükleer Anlaşmayı Yırtarsa Biz Ateşe Veririz
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei, dün öğleden sonra üç erk başkanlarını, yetkilileri, devlerin icrai sorumlularını, muhtelif kurumların üst düzey müdürlerini ve siyasi, sosyal ve kültürel aktivistleri kabul etti.
İmam Hamenei bu görüşmede yaptığı konuşmada temel yeteneklerin artırılmasının, ülke ve halkın iktidar ve korunmasını sağlayacağını belirterek; “Ekonomik durgunluk ve işsizlik gibi iki temel sorunun çözümü için gerekli planlama ve önceliğin belirlenmesi direniş ekonomisinin tahakkuku için hareketin hızlandırılmasını daha da artıracaktır.” dedi.
İmam Hamenei; Belirsizliklerle dolu Nükleer Anlaşma metninin, karşı tarafın istismarına neden olduğunu vurgulayarak: “İslam Cumhuriyeti, Nükleer Anlaşmayı ihlal etmeyecektir çünkü; ahde vefa Kur’an’ın emridir ama Amerika Devleti Başkan adaylarının Nükleer Anlaşmayı yırtma tehditleri gerçekleşirse, İslam Cumhuriyeti de Nükleer Anlaşmayı ateşe verecektir ki buda anlaşmayı ihlal edenlere karşı yine Kur’an’ın emridir.” açıklamasında bulundu.
İmam Hamenei konuşmasının devamında, Amerika’nın verdiği sözlerde durmamasına örnekler vererek şunları hatırlattı: “Karşı tarafın vazifesi, yaptırımları kaldırmaktı ama bu vazifesini yerine getirmedi yani yaptırımların bir kısmını kaldırmış gibi yaptı ama yaptırımlar kalkmadı. Amerikalılar ilk yaptırımları tamamiyle korudular ve bu konu kaldırılması planlanan ikincil yaptırımları da etkiledi. Uzmanlar bu gerçeğe dikkat etsinler ve yaptırımlar kaldırıldı sözünü tekrarlayıp durmasınlar.” dedi.
İmam Hamenei, yabancı bankalarla muamele sorunun hallolmadığına da değinerek şunları söyledi: “Amerikalı yetkililer dillerinde ve direktiflerinde, İranlı bankalarla muamelede bir sorun yok diyorlar ama pratikte bankaların, İran’la muameleye cüret edememesi için çalışıyorlar.” söyledi.
İmam Hamenei, Amerikalı bir yetkilinin; “Biz İran’ın rahat olmasına izin vermiyoruz” şeklindeki son açıklamalarını, Amerika’nın çelişkili hareketlerin bir örneği olduğunu belirterek şu ifadelerde bulundu: “Amerika tarafı, yabancı bankaların İran ile muamelede bulunmasını engelleme günahında ve hatasında bulundu. Hiç kimse Amerika’nın bu eylemine gerekçeler göstermemelidir.” dedi.
İnkılap Rehberinin Amerika’nın sözünde durmadığını belirttiği ve Amerika’nın istismarlarının ayrıntılarına değindiği diğer önemli bir konu da tanker sigortasıydı ve İnkılap Rehberi, konuyla ilgili olarak şunları söyledi: “Tabi onlar, sınırlı bir çatı altında bu sigortayı kabul ettiler ama sigortanın büyük yapısı bu konuya dâhil olmuyor çünkü Amerikalılar o yapıların üyesi ve bahaneler üretiyorlar.” dedi.
İmam Hamenei, İran İslam Cumhuriyeti’nin sözlerini tam olarak yerine getirdiğini belirterek; “Biz mevduat ve yükümlülüklerimizi art arda yerine getirdik. Yüzde 20 zenginleştirmeyi, Fordow ve Arak’ı kapattık ama karşı taraf hala aynı şekilde durmaktadır” dedi.
İnkılap Rehberi İmam Hamenei, İran Atom Enerji Kurumu Başkanı’na hitap ederek, karşı tarafın “santrifuj üretiminde kullanılan karbon fiber” hakkında ve “300 kilogram nükleer malzeme ölçümü” hakkında beklentilerini asla kabul etmemelerini ve onlara teslim olmamalarını söyledi.
İmam Hamenei, İran’ın dış ülkelerde bloke edilen paralarına da değinerek şunları söyledi: “Bu gün ülkenin petrol gelirlerine ulaşmak zor ve masraflı bir iştir ve başka ülkelerin bankalarındaki paralarımız, henüz İran İslam Cumhuriyeti’ne gelmedi çünkü bu paralar dolar ve onların intikali Amerika’nın sözünde durmaması ve düşmanlığı sebebiyle kilitlendi. Neyse ki eski duruma dönebilme kabiliyeti korundu ve biz gerekli gördüğümüz durumlarda yeni nesil santrifujleri bir buçuk yıldan daha kısa bir sürede, 100 bine kadar elde edebiliriz. Bu yüzden karşı taraf elimizin bağlı olduğu hayaline kapılmasın.” açıklamasında bulundu.
İmam Hamenei, Amerika’nın her hangi bir sabotajına ciddi bir şekilde tepki verilmesini vurgulayarak yetkililere hitaben şunları söyledi: “Hak alınmalıdır ve bu hak Amerika gibi bir kurttaysa, ağzından çekerek alınmalıdır.”
İnkılap Rehberi, İran’ın yüzde 20 zenginleştirme elde etmesini ve gelişmiş santrifujler üretmesini, Amerika’nın bazı taahhütleri kabul etmesinin ana faktörü olarak değerlendirerek şunları vurguladı: “Eğer İran’ın bilimsel ve teknolojik gücü olmasaydı, Amerikalılar kesinlikle mevcut durumu kabul etmezlerdi, bu yüzden bu güç daha da artmalıdır.”İmam Hamenei konuşmasının sonunda, Nükleer Anlaşma Denetleme Kuruluna hitaben; “Karşı tarafın kötü davrandığını ya da aldattığını düşündüğünüz yerlerde, daha fazla dikkatli olmalı ve halkın menfaatlerini savunmalısınız” dedi.
Los Angeles – Dünya ı. İran 7. Kez Dünya Serbest Güreş Kupas Şampiyonu oldu
Amerika’nın Los Angeles kentinde düzenlenen Dünya Güreş Kupası’nın final maçını kazanan İran milli takımı 7. kez dünya şampiyonu oldu.
İran milli takımı finalden önce ABD milli takımını yenerek final maçının vizesini aldı ve Türkiye milli takımını yenen Rusya ile karşı karşıya geldi.
İran milli takımı finalde Rusya’yı 5 – 3 yenerek 7. kez dünya şampiyonu oldu.
Bu zafer, İran’ın peş peşe beşinci yıl dünya şampiyonu olmasıyla beraberdi.
Ruhani, İran Güreş Milli Takımı’nın şampiyonluğunu tebrik etti
Cumhurbaşkanı Ruhani, İran Serbest Güreş Milli Takımı’nın Amerika’da düzenlenen 2016 Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’daki şampiyonluğunu tebrik etti.MHA- Cumhurbaşkanı Ruhani, Amerika’nın Los Angeles şehrinde düzenlenen 2016 Dünya Serbest Güreş Şampiyonası’nda İran Serbest Güreş Milli Takımı’nın şampiyonluğu dolayısıyla bir tebrik mesajı yayınladı.
Cumhurbaşkanı Ruhani’nin yayınladığı tebrik mesajını metni şu şekildedir:
“Bismillahirrahmanirrahim
İran Serbest Güreş Milli Takımı yiğitleri, Amerika şampiyonasında tam güçle ve bütün rakiplerini yenerek peş peşe beşinci kez gurur verici İran bayrağını bütün dünya önünde dalgalandırdı ve İranlıları sevince boğdu.
Bendeniz bu gurur verici şampiyonluktan dolayı bütün halkımızı tebrik ediyor, milli takımda görev yapan bütün kadro ve güreşçilerimize teşekkür ediyor ve ülkemizin yetkili gençlerinin daha da başarılı olmalarını Allah’tan talep ediyorum.
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı
Hasan Ruhani”
Zarif: Mezhepsel ihtilafların körüklenmesi tehlikeli
İran Dışişleri Bakanı Zarif, mezhepsel ihtilafları körüklemenin çok tehlikeli olduğunu söyledi.
İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif, Norveçli mevkidaşı Borge Brende ve AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Federico Mogherini ile düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi.
Nükleer anlaşmanın bir kazan-kazan anlaşması olduğunu hatırlatan Zarif, İran’a karşı uygulanan yaptırımların psikolojik etkisini ortadan kaldırmak için ABD’nin daha ciddi girişimlerde bulunması gerektiğinin altını çizdi.
Dışişleri Bakanı Zarif, mezhepler ihtilafların körüklenmesinin çok tehlikeli olduğunu belirterek, “İran, bütün İslami mezhepler, farklı dinler ve kültürler arasında işbirliği yapılmasından yanadır. Biz, aşırıcılığa karşıyız ve suçsuz insanlara karşı işlenen herhangi bir eylemi kabul etmeyiz” ifadesini kullandı.
Zarif, “Suriye krizinin çözüm yolu siyasetten geçer. Bu ülkedeki krizin çözülmesi için askeri eylemlerin çözüm yolu olacağının unutulması gerekiyor” şeklinde konuştu.
İslam Devrimi'nden Hizbullah'ın 25 Mayıs 2000 zaferine: Direniş Ekseninin stratejik hikayesi
25 Mayıs Lübnan zaferinin 16'ıncı yıldönümü, bölgede Suriye volkanı krizinin yarattığı çetin şartların gölgesinde gelirken, çarmıha gerilen Arap-İsrail çatışmasının da kaçınılmaz olduğu su götürmez bir gerçek.
2000 yılında düşman İsrail'i Güney Lübnan topraklarından sürmeyi başaran Hizbullah, bölgede etkisini bıraktığı korku denklemi ve caydırıcı gücü sayesinde, Lübnan- Filistin sınırlarında güven ve istikrar denklemini sağlamlaştırdı. Bu direnişin bugün Suriye'ye girmesi, çatışmanın gerçek hakikatinden uzak değildir.
Hizbullah'ın 25 Mayıs 2000 tarihinde İsrail'e karşı elde ettiği başarısının İran, Suriye ve Hizbullah arasında sağlanan güçlü bir ittifaktan uzak olduğunu düşünmek hata olur. Öyle ki bu ittifak, günümüze kadar süregelmiş ve devam etmektedir. Peki direniş ekseni tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilen bu olay, 2000 yılında nasıl şekillendi?
Lübnan'daki İslami direnişin bugün kendini birden fazla savaş cephesinde bulduğu doğrudur. Ancak kurulduğu gün yoluna çıktığı asıl savaşı, hala aynıdır. Bu savaş, halkların özgürlüğü için mücadele veren tarafın temsil ettiği Hak ve müstekbir Amerika ile destekçisi Siyonistlerin temsil ettiği batıl arasındaki savaştır. Bu bağlamda aşağıdaki hususlara dikkat etmek gerekir;
* Amerika'nın jeopolitik sebeplerden dolayı İslam dünyası ve Ortadoğu'ya dayattığı savaşların gölgesinde, işin gerçeğine ışık tutmak gerekiyor. İlk olarak, bugün siyasi çıkmazdan kaynaklanan kaotik olayların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Tüm olayların üzerinde durmak ve objektif bir şekilde gözlemlemek, fotoğrafı netleştirecektir.
* Burada gerçek ittifaklar ve kimin kimin yanında saf tuttuğu, medya veya basına yaptıkları açıklamalara bakılır ve dostu düşmandan ayıran ideolojilerine dikkat edilirse açık bir şekilde görünür.
* Bugün İsrail varlığı gibi gerçek düşmanları ümmetten saklamak için ve başka tehditlere yönlendirmek için önüne gelen konuşuyor. Bu tehditlerin başta geleni, tekfirci güçlerin boy gösterdiği askeri ve güvenlik alanındaki tehditlerdir.
Ümmetin, farklı isimlerle farklı cephelerde savaşan bu tekfircilerin, tek çıkış noktası olduğu ve İsrail ile Suudi Arabistan'ın planlarına hizmet etmek için üretildiklerini fark etmeye ihtiyacı vardır.
Bu bağlamda bazı kesimler, bu iki varlığın arasındaki ilişkiyi ve direniş ekseninin başarıları ile onların bağlantısını soruyor, onlara şunları söylüyoruz;
* İsrail oluşumunun bölgede kurulmasının temel fikri, Amerika'nın bölgede sömürü yapabilmek için bir araç olarak kullanacağı kanserli bir tümör icat etme ve böylelikle bölgede uzun seneler devam eden çatışmalar ve çekişmelerin temellerini atmaktı. Bu iş ise, medeniyetlerin uzun vadeli çatışma planlarıyla ve Kissinger'in uzun yıllar önce çizdiği stratejileri ile büyük bir uyum içindedir.
* Arapların gevşek tavrına karşın, İsrail'in eli oldukça kuvvetliydi. Batı, Araplar sayesinde başarıları bir bir toplamaya alışmıştı. Bu durumda hiç kimse bölgede dengeleri değiştirecek etkili ve güçlü bir direniş meydana gelebileceğini düşünmedi.
* Ancak özellikle İslam dünyasında ve bölgede tarihin seyrini değiştiren en önemli olay gerçekleşti. Bu olay, İran İslam Devriminin zaferi idi. Ruhullah Musavi el-Humeyni liderliğindeki bu devrim, müstekbir Amerika'ya karşı büyük bir darbe oldu. Bunun yanı sıra, halkların yeniden dirilişinin başlangıcıydı. Bu zafer, pusulanın yönünü Müslümanların birliğine giden zor bir geçit olan Kudüs'e çevirdi ve İsrail varlığını ümmetin düşmanı haline getirdi.
* Ayetullah Humeyni'nin keskin zekası karşısında, Batılı ülkeler gafil düşmemek için yeni projeler üretmek zorunda kaldılar. Bu durum onları, Siyonist ideoloji ile beraber adım adım yürüyen bir düşman yaratma yoluna götürdü. Ancak bu yeni düşman, İslami bir suret taşıyordu. Piyasaya sürülüp halk arasında itibar kazandıktan sonra Müslümanların birliğine saldırmak, bu yeni düşmanın stratejisi idi.
* Amerika yönetimi ve ülkenin stratejisini belirleyen Kissenger gibi akıl hocaları, ilk kez siyasi İslam'dan söz etmeye başladı. Bu konuda sığındıkları liman, Suudi hanedanı krallığı oldu. Bölgede hayati bir rol üstlenen Suudi Arabistan'ın finansmanı ile, İslam abası altında tekfirci teröristleri oluşturup eğittiler.
* Ve bu tarihi ilişkiden, bugün Ortadoğu'da gördüğümüz tekfirci gruplar ortaya çıktı. Bunu yanı sıra ise, Tel Aviv ve Riyad arasındaki işbirliği aleni hale geldi. Bu durum bazılarını şaşkına uğratmış olsa da, gerçek asla halka gösterildiği gibi değildi. Bu teröristleri İslam'ın adını karalamak isteyenler ortaya attı, tekfirciler ise onların adına Müslümanlar ile savaşmaya devam ediyor.
Yukarıda özetle sıraladığımız tarihi olaylara dayanarak şu sonuca varabiliriz;
* Lübnan Hizbullahı, İslam Devrimi ruhundan türemiş bir direniştir. Küresel müstekbirler ile mücadele etme hedefi taşımaktadır.
* İran İslam Devrimi ile sonuçlanan tarihi başarı ümmete itibarını geri vermiş, Siyonistlerin bu ümmetin düşmanı olduğu fikrini Müslümanların kafasına yerleştirerek pekiştirmiştir. Direniş ekseninin kuruluşunun hemen ardından Filistin direnişi meydana gelmiştir.
* Öyleyse, bugün Suriye'de tekfirci gruplara karşı yürütülen savaş, aslında bu çatışmanın devamıdır. Tekfirciler sadece Washington'un değil, Siyonistlerin de aracıdır.
* Aynı şekilde İran ve ABD arasındaki mevcut çatışma, süregelen doğal bir çatışmadır. Riyad ise Washington'un çıkarlarına ve siyasetine itaat eden bir Amerikan aygıtıdır. İran ve Hizbullah ile olan savaşına gelirsek, bu savaş Suudi Arabistan'a patronları tarafından dayatılmıştır ve onların çıkarları doğrultusundadır.
Bugün bu savaş, hacmi ve potansiyeli açısından en büyük savaş olarak kabul ediliyor. Ancak direniş ekseni, siyasi, güvenlik ve askeri alanlarda oynanan oyunun arkasında gizlenen gerçeklerden habersiz değildir. Eğer bazıları orada veya burada bir cephe açtıklarını ve bunun bir zayıf nokta oluşturacağını zannediyorlarsa, direniş ekseni geliştirdiği stratejiler kapsamında bölgede gücünü ilerlettiğini kanıtlamıştır. İkinci olarak, 25 Mayıs 2000 tarihi, direniş ekseninin başarısının dönüm noktasıdır. Bu zafer, İslam Devriminin başarılarının ayrılmaz bir parçası, dünya halklarının özgürlüğü için yürüttüğü mücadelelerin tamamlayıcısıdır. Bu yüzden, 25 Mayıs Lübnan zaferi ve İran İslam Devrimi zaferinin günümüze kadar geldiğini ve bu tarihlerin direniş ekseninin stratejisini çizen önemli tarihler olduğunu söylemek mümkündür.
Çev: Merve Soydaş Gök
İran İstanbul ve Kerbela'daki bombalı saldırıları kınadı
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Cabiri Ensari, yaptığı açıklamada, İstanbul’da düzenlenen terör saldırısını şiddetle kınadı.
Cabiri Ensari, “Saldırı sonucu hayatını kaybedenlerin ailelerine ve Türkiye Devleti ve halkına içten taziye dileklerimizi iletiyoruz” dedi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ayrıca, aşırıcılık ve terörizmle mücadele edilmesi gerektiğinin altını çizdi.
İran Kerbela'daki terör saldırısını kınadı
Kerbela'da terör saldırısında hayatını kaybedenlerin ailelerine, Irak milleti ve devletine taziyelerini bildiren Cabiri Ensari, Irak'ta terörle mücadele için Irak milletinin birlik ve beraberliği ve uluslararası camianın desteğinin gerekli olduğunu belirtti.
Dün Kerbela'da bir araca yerleştirilen bombanın infilak etmesi sonucu 5 kişi ölürken 11 kişi de yaralandı.
Bombalı araçın halkın yoğun olarak bulunduğu bir caddede infilak etmesi sonucu çok sayıda sivil hayatını kaybetti. Terör örgütü IŞİD, saldırının sorumluluğunu üstlendiğini bildirdi.
ABD’ye Güvenen Tokadını Yer, Nükleer Görüşmelerde Acı Bir Tecrübe Edindik
İmam Hamenei: “Her kim ya da hangi hareket Amerika’ya inanırsa, büyük bir hata yapmıştır ve tokat yiyecektir. Düşmanlıkların çoğu habis Amerika ve İngiltere tarafındandır.”
İmam Hamenei; İran İslam Cumhuriyeti Kurucusu İmam Humeyni’nin yirmi yedinci vefat yıldönümü münasebetiyle gerçekleştirilen merasimde önemli açıklamalarda bulundu.
İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamenei’nin konuşmasından önemli satır başları şöyle:
” *Düşmanlar İmam Humeyni’nin ‘İnkılapçı’ özelliğine düşmanlık besliyorlar. İslam İnkılabı kelimesinden dehşete düşürüyorlar.
*Baskılarda, bu inkılapçılıktan kaynaklanmaktadır. Baskılar nükleer mesele, insan hakları…gibi bahanelerle uygulanmaktadır. Ancak gerçek şu ki, düşman, inkılapçı özellikten korku ve endişe duymaktadır.
*Amerikalı politikacılar İran’ın inkılaptan dolayı ambargoda olduğunu söylüyor. Gerçek de budur.
*İmam Humeyni ülkeyi, bağımlılık, geri kalmışlık, siyasi ve ahlaki bozukluk ve dünyanın aşağılaması bataklığından kurtarmıştır.
*Eğer başımızda İngiliz ve Amerikan efendilerimiz olsaydı, bizi her şeyden geri kalmış bırakırlardı. Ülke fakirlikten çırpınıyor ve ülkenin doğal zenginlikleri yabancıların elinde olmuş olacaktı. Halkta, yalanla ve korkutularak susturulacaktı.
*Biz bugüne kadar İnkılap yolunda hareket ederek, büyük başarılar kazandık; trenin rayında hareket etmesi şartıyla hedeflere ulaşabiliriz. İmam, İslam toplumunun trenini bu ray üzerinde hareket ettirmektedir.
*Nerede İnkılapçı ve cihatçı hareketten gafil olursak, orada geri kalırız, her nerede İnkılapçı ve cihatçı olur ve rayın üzerinde hareket edersek, ilerleyebiliriz.
*Halk İnkılap için büyük bedeller ödedi. Fakat bunun yüz katı fayda sağladı. Halk bugün, fazla bedeller ödemeden, İnkılaptan büyük faydalar elde etmektedir. Bugün İran halkı için ortam, daha aydınlık ve uygundur ve yol da sorunsuzdur. Bedeller yine vardır ama daha hafif ve geçmişe oranla def edilebilirdir.
*Korkmayan ve ayakta duran halktı, sürekli tehdit edildik, saldıracağız ve yaptırım uygulayacağız dediler, ama halk, ne onların askeri tehditlerinden ve ne de yaptırım tehdidinden korktu ve ne de onların yaptırımlarıyla felç oldu, aksine hareketlerine devam etti, bundan sonra da böyle olmalıdır. Herkes İnkılabi kalmalıdır ve İnkılabi hareket etmelidir.
*İnkılapçının sadece, İnkılap zamanında İmam’ın yanında bulunan kişiler olduğunu düşünmemiz bir hatadır, Bazıları İnkılapçıların sadece İnkılap zamanında İmam’ın yanında olanlar olduğunu zannediyorlar, İnkılap herkes içindir. Gençler İnkılabi olabilirler. Bugün bir genç benden daha deneyimli bir İnkılapçı olabilir.
*Eğer falan kişi İnkılapçıysa, o kişi radikaldir/aşırıcıdır diye düşünmek bir hatadır. İnkılapçı olmak radikal/aşırıcı olmak demek değildir. Onlar, halkı ılımlı ve radikal olarak bölüyorlar. İnkılapçılara aşırıcı ve İnkılapçı olmayanlara da ılımlı diyorlar; biz bunu tekrarlamamalıyız.
*Amerikan İslam’ının iki dalı vardır. Geri kalmış İslam ve seküler İslam. Müstekbirler iki dalı da desteklemektedir. Saf İslam çok taraflıdır, kişi yaşamından İslam toplumunu oluşturmaya kadar bütün alanları kapsamaktadır.
*İslam sisteminin temellerinden biri, dünyanın bütün noktalarındaki mazlum ve mahrumları desteklemektir; bunları görmezden gelemeyiz. Kim ya da hangi hareket dünyadaki mahrum ve mazlumlara tepkisiz kalırsa, bu İnkılabi özellik onda yoktur.
*Düşman her zaman tehdit ederek konuşmuyor; bazen iltifat ediyor. Bazen, ‘gelin dünya sorunlarını işbirliği ile halledelim’ diye mektup yazıyor. İnsan ‘gidip uluslararası sorunları çözmek için süper güçle işbirliği yapalım’ şeklinde vesveseye kapılabilir. Meselenin aslı şudur, onun bir planı var ve diyor ki; ‘gel ve benim planımda oyna’. Plandaki hedefine ulaşmak için, oyunun türünü de o belirliyor.
*Bizim Suriye gibi bölge meselelerinde, sözde Amerika koalisyonuna katılmamamızın sebebi budur. Onların bir planı ve hedefi vardır. İslam Cumhuriyeti’nin nüfuzu ve gücünü de bu hedeflerine ulaşmak için kullanmak istiyorlar.
*Eğer İran İslam Cumhuriyeti eğilir ve onların oyununa katılırsa, yani onların planını tamamlamış demektir. Bu siyasi bağımsızlığın karşıtıdır.
*Küresel ekonomik sindirim sisteminde, sindirilmemeliyiz. Amerikalılar Nükleer Anlaşmanın, İran ekonomisinin uluslararası ekonomiyle entegre edilmesine neden olacağını söylediler Acaba küresel ekonomi, adil, mantıklı ve rasyonel bir sistem mi? Asla.
*Planını uluslararası toplumun çizdiği ve onun çeşitli belirtileri ve sonuçlarının dünya çapına yayıldığı küresel ekonomi; Siyonist ve Siyonist olmayan kapitalistlerin dünya kaynaklarını elde etmek için çizdikleri haritadan oluşan bir ekonomi. Bir ülkenin ekonomisini, küresel ekonomiyle birleştirmesi iftihar değil, kayıp, hasar ve zarardır. Şimdi Nükleer Anlaşma sonuçlandı ve bunun bir hedefi de ekonomidir. Amerika’nın liderliğindeki küresel ekonomiyle İran ekonomisi yutmak.
*Eğer bir anlaşma yapılacaksa, ekonominin nerede olduğu belirlenmelidir. Ekonomik gidişatın sadece yabancı yatırımcılarla sağlandığını zannedersek, bu hatadır. Yabancı yatırımcılardan daha önemli olan iç kapasiteleri ve kaynakları faaliyete geçirmektir. Bizim faaliyete geçirilmemiş birçok kapasitemiz ve kaynağımız bulunmaktadır ve faaliyete geçirilmelidir.
*Amerikalılar ve İngilizler 100 yıldan daha fazladır, Filistin halkına baskı uyguluyorlar. İslam ve İslam sistemi, bunun karşında sessiz ve kayıtsız kalamaz. Baskı rejimi ve Amerika, Yemen halkını, hastaneleri, pazarları ve okulları bombardımana tutan ülkeye yardım ediyorlar. İslam sistemi bu duruma kayıtsız kalamaz. Bu düşmanlık nasıl inkâr edilebilir. Amerika 28 Ağustos darbesini başlattı. Tağut zamanında Savak’ı, halka ve direnişçilere işkence yapması için oluşturdu. Saddam’a haddinden fazla yardım etti, bizim yolcu uçağımızı devirdi, petrol kuyularımızı bombaladı, bize yaptırım uyguladı, bunlar düşmanlık değil mi?
Kim ve hangi hareket Amerika’ya inanırsa, büyük bir hata içindedir ve tokat yiyecektir. Tabi küçük ve önemsiz düşmanlarımız da bulunmaktadır. Düşmanlıkların çoğu, habis Amerika ve İngiltere tarafındandır.”
Nükleer görüşmeler bize şu gerçeği bir kere daha öğretti ki, ABD karşısında geri adım atsak, eğilip bükülsek de o yıkıcı rölünden asla vazgeçmez. Diplomatlarımızın çabalarıyla 5+1 Grubu ve hatta ABD ile ikili görüşmelerde birtakım ortak noktalara vardık. Ama ABD şimdiye kadar pratikte taahhütlerini yerine getirmemiş ve sözünde durmamıştır. ABD’nin böyle davranacağı görüşmelerden önce de tahmin ediliyordu, ama bazıları bilmiyorlardı ve şimdi anladılar.
İslam İnkılabı İmam’ın Çizgisinden Sapmış Mıdır?
3 Haziran, İmam Humeyni’nin(ra) fani dünyaya veda edişinin 27. Yıldönümüdür. Bu münasebetle O büyük devrimciye kalplerinde-dillerinde değil-sevgi besleyen dünyanın her yanındaki mustaz’aflara ve müslümanlara bir kere daha tesliyet ve taziyelerimi bildirmek isterim.
Amacımız İmam Humeyni’yi ve neler başardığını, neler yaptığını anlatmak değildir. O’nu ve devrimini çeşitli boyutlarıyla tanımak isteyenler için yeterli düzeyde eserin olduğu kanaatindeyim. En belirgin eseri ise hiç kuşkusuz İslam Cumhuriyeti ve dayanmış olduğu “velayet-i fakih” doktrinidir.
İmam Humeyni(ra) İslam Devrimi’nin zaferinden sonra on yıl kadar(1979-1989) yaşadı, ama O’nun devrimi bugün 37 yaşındadır ve dim dik yoluna devam etmektedir.
Başta haset ve nifak ehli olmak üzere birtakım çevrelerin İslam Devrim’inin yolundan saptığı iddialarının aksine devrim, İmam’ın çizdiği rotada yoluna devam etmektedir. İran’ın içinde, bölgede ve dünya sathında meydana gelen birtakım gelişmeler karşısında, ayrı bir ifadeyle zamanın baskıları, zorlamaları ve şartları karşısında İslam Devrimi’nin stratejisi ve taktiklerinde birtakım değişiklikler meydana geldiği inkar edilemez gerçeklerdir. Aancak temel çizgisini ve hedefini koruduğu kesindir. Değişen şartların neler olduğu üzerinde birazdan duracağız.
Nedir İslam İnkılabı’nın bu temel çizgisi ve hedefleri? Müstekbirlere, tağutlara, zalimlere karşı mücadelede mustaz’afların ve mazlumların yanında yer almak; yeryüzünde insanlar arasında adalete dayalı bir dünya sisteminin yerleşmesine ortam hazırlamak; çoğunlukla müslümanların oluşturduğu dünya mustaz’afları arasında tevhid ekseninde vahdet, barış ve dayanışma ortamını sağlamak. Birtakım başka kısa ve orta süreli hedefleri sayılabilse de nihai hedefleri yukarıda saydıklarımızdan ibarettir veya bu hedefler çerçevesi içerisinde değerlendirilebilir.
İmam Humeyni’nin vefatından sonra İslam İnkılabı’nın liderliğine seçilen İmam Hamanei, bu görevi üstlendiği 27 yıldan beri aynı çizgiyi sürdürmüş, aynı hedefleri gerçekleştirmek için çaba sarfetmiş ve İnkılabın varlığını iç ve dış düşmanlarına karşı beklenenin ötesinde bir basiret, şecaet, tedbir ve uzak görüşlülük örneği göstererek korumayı başarmıştır.
Nifak ehli, özellikle de geçmişte İslam İnkılabı yanında oldukları iddiasında bulunan bazı çevreler inkılabın İmam Humeyni’den sonra çizgisinden saptığı iddiasını tekrarlayıp durmaktalar. Ama bu sapmaların neler olduğu, hangi temel çizgisinden saptığı konusunda ortaya somut bir görüş koyamamaktadırlar. Ortaya sürdürkleri iddialar ise İnkılabın temel duruş ve hedeflerinden ziyade genellikle İran’da işbaşına gelen hükümetlerinin izledikleri taktiklerdir. Bu taktiklerin bazılarının doğru, bazılarının ise savunulmayacak hatalardan ibaret olduğu bir gerçektir. İran hükümetlerinin her girişiminin İslam İnkılabı’nın hedefleri çizgisinde olduğu iddia edilemez ve İran’da da kimse böyle bir görüşü savunmaz, savunsa bile inkılapçılar tarafından kabul edilmez.
İran’daki anayasal düzenden ve devlet anlayışından habersiz olanlar sanırlar ki, İslam İnkılabı liderliği makamında oturan kimse astığı astık, kestiği kestik, davranışlarından dolayı kimseye hesap vermeyen, istediği gibi davranan bir konumdadır. Halbuki hem İmam Humeyni hem de İmam Hamanei döneminde ülke üst düzey makamları arasında yapılan istişareler sonucunda veya hatta bazen istişare yapılmadan rehberin görüşü aksine karar ve uygulamalara tanık olunmuştur.
Peki Rehber’e rağmen bu kararlar nasıl uygulanabilir sorusu yöneltilebilir? Bu soruya verilecek en net cevap İmam Ali(as) dönemindeki gelişmelerdir. İmam Ali’nin(as) görüşünün aksine “hakemlik” olayı vuku bulmamış mıdır? İmam Ali’nin çeşitli vilayetlerdeki valileri hatalar işlememişler mi ve bundan dolayı azledilmemişler mi? İmam Ali’nin komutanları ve valilerinin hataları İmam’a nispet verilebilir mi? Veya O hazretin hükümetinin meşruiyetine halel getirir mi? Aynı devlet ve yönetim anlayışı, zamanın şartlarına ve inkılap liderlerinin her birinin kapasitesine göre şimdi de uygulanmaktadır.
İmam Humeyni döneminde benzeri olaylara daha az rastlanması hem o günün şartları hem de döneminin İmam Hamanei’nin dönemine göre daha kısa sürmesi yüzündendir.
İmam Humeyni(ra) İslam İnkılabının ve İslam Cumhuriyeti’nin mimarı olarak daha karizmatik ve rakipsiz bir konumdaydı. İslam Cumhuriyeti daha oluşum dönemini geçiriyordu, anayasal ilkeler daha yeni tedvin ediliyor, devletin kurumları bu yeni anayasaya göre düzenlenmeye, kurulmaya çalışılıyordu. Bu anayasal düzenlemeler yapılırken ülkenin çeşitli yerlerinde kavimsel ve mezhepsel başkaldırılar(Kürdistan, Türkmen Sahra, Huzistan vb bölgelerde), siyasal/silahlı mücadeleler(münafıklar/Mücahid-I halk, Tudeh, Cephe-I Milli vb.) iç savaşlar başlatılmıştı. Bu iç mücadeleye ilaveten İnkılabın ikinci yılında Irak diktatörü Saddam tarafından başlatılan ve sekiz yıl süren savaş boyunca ülkeye olağanüstü bir durum hakimdi.
Bu dönemde de anayasal ilkeler aralıksız işletiliyor; meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleri zamanında yapılıyor ve halkın iradesine saygı ön planda tutuluyordu. Ancak yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı İmam Humeyni’nin görüşleri, direktifleri çoğu defa kanun itibarı görüyordu. Buna rağmen savaşın sürdürülmesi, ABD’nin Körfez’deki müdahalelerine nasıl karşılık verilmesi ve savaşın sonlandırılması konularında İmam Humeyni(ra) farklı görüşte olmasına rağmen ülke mülki ve askeri makamlarının aldığı kararı kabul etmiştir( 598 nolu BM GK Kararını zehir badesini içtim olarak nitelemiştir). Yani mutlak irade ve diktatörlük söz konusu olmamıştır. İmam’ın kendi görüşünden vazgeçmesi İnkılab’ın ilkelerinden sapma olarak nitelenebilir mi?
İmam Humeyni’nin bu devlet anlayışı İmam Hamanei tarafından da sürdürülmektedir. Şöyle ki:
• İslam Cumhuriyeti’nin kurumları geçen bu süre içerisinde bizzat İmam Hamanei’nin çabaları sonucu anayasal çerçevede şekillenmiş, her kurum kendi görev ve yetkilerinı bu çerçevede kullanmaya başlamıştır. Güçler ayrılığı sistemi Rehberliğin gözetimi altında net bir şekilde işlemekte; yasama, yargı ve yürütme organları birbirinden bağımsız olarak birbirlerini denetleme, yargılama ve ülke işlerini yürütme yetkilerini uygulamaktadır. İmam Humeyni dönemindeki olağanüstü şartlar tedrici olarak olağan duruma dönüştüğü için Rehber’in konuma da anayasal çerçevede değerlendirilmelidir. Ayrı bir ifadeyle kişilerin görüşleri değil kanunun hakimiyeti söz konusudur.
Ekonomiden tutun askeri ilişkiler ve girişimlere kadar ülkenin iç ve dış siyasetlerinin ana hatlarını belirleme yetkisi Rehber’e aittir. Ama bu siyasetlerin gerçekleşmesi için yapılacak yasal düzenlemeleri, bütçenin tasvibi vb kanunları çıkarmak halkın seçmiş olduğu İslami Şura Meclisi’nin yetkisindedir. Uygulamada izlenecek yöntemleri belirleme ve yürütme yetkisi yine halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı ve bakanlarına aittir. İç ve dış meselelerde Rehberin belirlediği temel çizgi korunmakla birlikte uygulamada birtakım hatalar yapıldığına tanık olunmuştur. Buna en açık örnek ise başını ABD’nin çektiği 5+1 ülkeleriyle İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak son iki yılda sürdürülen görüşmelerdir. İran ile bu ülkeler arasında 12 yıldan beri görüşmeler yapılmaktaydı ve İmam Hamanei de problemin görüşmeler yoluyla çözüme kavuşturulması yanlısıydı. Ama ülke enerjisin tümüyle bu görüşmelere harcanmaması ve müstekbir güçlere umut bağlanmaması gerektiğini defalarca dile getirmekteydi. Ancak bu tavsiyelere kulak tıkayan Hasan Ruhani hükümeti görüşmelerde büyük ödünler vermesine rağmen beklenen başarıyı elde edemediği gibi İran’ı ABD ile uzlaşan ülke konumuna getirmiş ve hatta daha ileri giderek ABD ile bölgesel meselerde görüşmek temayülleri göstermeye kadar vardırmıştır. Bu son isteği Rehber’in sert tepkisiyle karşılaşınca geri adım atmak zorunda kalmıştır. Rehber böylece İnkılab’ın temel çizgilerinden olan müstekbirlerle uzlaşmama ilkesini korumuştur. Geçen bu 27 yıllık süre içerisinde bazı siyasi makamların buna benzer girişimleri daima Rehber Hamanei’nin uzlaşmasız ve inkılapçı duruş duvarına çarpmıştır.
• İslam İnkılabı’nın önemli ilkelerinden biri başta müslümanlar olmak üzere zulme uğrayan mustaz’afların yanında yer almak ve İslami vahdettir. Bu konudaki ölçü hiç kuşkusuz İslam dünyasının birinci meselesi Filistin ve mazlum Filistin halkının mücadelesine destektir. İmam Hamanei’nin bu konuda İmam Humeyni’nin çizgisini net bir şekilde sürdürdüğü dost düşman herkesçe bilinmektedir. Son on yıl içerisinde gasıp siyonist rejimin kuzeyden ve güneyden başlattığı savaşlarda burnunun yere sürtülmesinin İmam Hamanei’nin askeri yardımları ve yol göstericiliği sayesinde gerçekleştiğini hangi insaf sahibi reddedebilir?
• İslami vahdet konusunda İmam Humeyni zamanında Sünni ve Şii müslümanlar arasında başlatılan vahdet girişimlerini somut bir şekile sokmak için Mezhepler Arası Yakınlaştırma Kurumu’nu kuran, dünyanın her yanındaki Ehli sünnet alimlerini bu çatı altında dayanışmaya çağıran İmam Hamanei’den başkası mıdır? Şiiler arasındaki bazı kalıplaşmış adetleri vahdete aykırı olur düşüncesiyle yasaklayan, şiiliği savunuyor bahanesiyle Ehli Sünnet’in büyüklerine hakaret edenleri İngiliz Şiiliği olarak tanıtan ve mahkum eden İmam Hamanei değil midir?
• Ama birtakım basiretsiz çevreler müstekbirlerin yedeğinde Suriye’de başlatılan isyanlara, katliamlara İmam Hamanei’nin destek vermesini bekliyorlardı. Bu oyuna gelmediği gibi emperyalist güçlerin ve bölgedeki uzantılarının komplo planlarını durdurmak için direniş cephesinin yanında yer aldığı için İmam Hamanei’yi inkılabın çizgisinden kopmakla itham etmektedirler. Oyuna geldikleri her geçen gün daha açıkça anlaşılmasına rağmen inat ve taassupla basiretleri kararmış bu çevreler maalesef hala aynı tekerlemelerle muhataplarını kandırıp durmaktalar.
• İnkılabı, İmam Humeyni(ra) ve İmam Hamanei’nin konuşmalarını, mesajlarını, iç ve dış meselelerle ilgili duruşlarını istisnasız olarak başından beri takip eden biri olarak tanıklık ederim ki, birtakım iç ve dış engellemelere, baskılara, ihanetlere ve içteki bazı güç odaklarının uzlaşmacı tavırlarına rağmen İmam Hamanei şimdiye kadar inkılabınn ilkelerinden asla taviz vermemiştir. Bazı dönemlerde duraklamalar, uzlaşmacı tavırlar olmuşsa da bu asla İmam Hamanei’den değil adı geçen çevrelerin davranış ve duruşlarından kaynaklanmıştır.
Ziya Türkyılmaz
İran Hac ve Ziyaret Kurumu Başkanı: Halkımızın onurunu zedeleyen hiçbir anlaşmayı imzalamayız
İran Hac ve Ziyaret Kurumu Başkanı, İran ve Suudi Arabistan arasındaki hac sorunuyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu.
İran Hac ve Ziyaret Kurumu Başkanı Said Ohedi, basın mensuplarıyla bir araya geldiği görüşmede İran ve Suudi Arabistan arasındaki hac sorununu değerlendirdi.
Said Ohedi, yaptığı açıklamalarda şunları kaydetti:
Geçen yıl Suudi Arabistan’da ziyaretçiler için acı verici olaylar yaşandı. Bunlardan birisi Kur’an-ı Kerim’in bir bölümünü bile ezber olan iki İranlı gencin tacize uğramasıydı.
Suudi Arabistan Hac Bakanı ile düzenlediğimiz bir toplantıda, ona “Neden bu gençleri taciz eden görevliler hakkında bir karar verilmedi?” diye sorduğumuzda, “Benim bu olaydan haberim yoktur, kanaatimce onlar hakkında bir hüküm verilmiştir” ifadesini kullandı.
Mekke’de vinçin devrilmesi olayı ve Mina’daki faciada çok sayıda hacı yaşamını yitirdi. Bu üzüntücü verici olaylarda 461 İranlı hayatını kaybetti.
Acaba İslam ülkeleri ve bu olaylarda hayatını kaybedenlerin ailelerinin Suudi Arabistan hükümetine “Bu gibi faciaların bir daha tekrarlanmamasını nasıl garanti ediyorsunuz?” sorusunu iletecek hakkı yok mudur?!
Siyasi ilişkilerimizin Suudi Arabistan’la kesilmiş olmasına rağmen bütün ziyaretçilerin konsolosluk hizmetlerinden yararlanması gerekiyor.
Mina’daki facia meydana geldiği zaman İran’dan gönderilen doktolar heyeti ilk imdat grubu olarak girişimde bulundu. Fakat Suudiler doktorlarımızın faaliyetine yardım edeceklerine personellerimizden 10 kişiyi gözaltına aldılar.
Suudi Arabistan Hac Bakanı ile düzenlediğimiz toplantıdan hemen bir gün sonra tuhaf bir olayla karşılaştık.
Suudiler tarafından 60 maddede tasarlanan bir protokolün metni bize verildi. Suudi Arabistan, İran’ın tüm bu maddelere uymasını istemişti. Hakaret nitelikli ifadelerle kaleme alınan protokolün bir bölümü vize işlemleri, tedavi imakanları ve benzeri hizmetleri kısıtlayan maddelerden oluşmaktaydı.
Bu protokolü gözden geçirdiğimizde Suudi Arabistan Hac Bakanı’na “Beyt’ül Haram, Allah’a aittir. Eğer İranlı ziyaretçilerin gelmemesini istiyorsanız açık bir şekilde söyleyin derdinizi. Bu siyasi oyunlar nedir? Niçin siyasi bir gözlükle ziyaretçilerin en doğal haklarını bile gözetmeden bir metin kaleme almışsınız” diye söyledim.
Bunun ardından Suudi Arabistan Hac Bakanı bizden iki gün daha ülkelerinde kalmamızı istedi.
Hac Bakanı bize “Riyad’da İçişleri Bakanı ile önemli bir toplantımız vardı. Ben sizin görüşlerinizi de Bakan’a iletirim” dedi. İki gün bekledikten sonra Suudi yetkililer protokoldan tek harfın bile değişmeyceğini ifade ettiler.
Anladığımız kadarıyla Suudi Arabistan Hac Bakanlığı’nın hac menasiki konusunda tam yetkisi yoktu.
Bu görüşmelerden 45 gün sonra Arabistan Hac Bakanı'nın değiştiğini öğrendik. Yeni başkan 5 ay sonra bizimle görüştü.
Müzakerelerin yeni turunda da Suudi Arabistan aynı siyaseti yürütmekteydi. Nitekim ki bu ülkenin yeni hac bakanı da, İran’ın ilettiği 20 maddelik çözüm yolları hakkında, “ziyaretçinin güvenliği, siyasi bir terimdir. Biz bunu kabul etmeyiz” dedi.
Suudi yetkililer yaptığımız görüşmenin ardından düzenledikleri bir basın toplantısında, “İran Hac ve Ziyaret Kurumu Bakanı, protokolü imzaladı. 35 yılın ardından İranlılara Suudi yasaları karşısında diz çöktürdük” diye iddilarda bulundular. Halbuki müzakereler henüz devam etmekteydi ve İran hiçbir şeyi imzalamamıştı.
Biz, İran halkının izzet ve onurunu zedeleyen hiçbir anlaşmayı imzalamayız. Dolayısıyla yayınladığımız bir bildiriyle Suudi Arabistan’daki diğer kurum ve kuruluşların hac menasikine ilişkin bulunduğu müdahaleler yüzünden halkımızın bu sene hacca gidemeyeceğini duyurduk.
ÜMMETİN KAMBURU MÜNAFIKLAR
Münafık, insanların en şerli olanıdır; Zira bunların yanında bir yüzü, onların yanında ise bir başka yüzü vardır.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alihivesellem) şöyle buyuruyor; “Münafık, insanların en şerli olanıdır; Zira bunların yanında bir yüzü, onların yanında ise bir başka yüzü vardır.” (Sünen-i Beyhaki, c.10, s.196)
Aziz okuyucu! Her devirde ve günümüzde İslam ümmeti münafıklardan çok çektikleri ve münafıklar üç beş günlük dünya yahut şeytani kuruntularından dolayı muttakilere, müminlere ağır ve acı bedeller ödettikleri için bu konuya beş bölümde yer vereceğiz ve konuyu münafıkların belirgin sıfatlarını vurgulayarak sizlere izah etmeye çalışacağız.
Din metinlerimizde münafık içi dışı bir olmayan, kalbi dili bir olmayan, söylemi ameli mutabık olmayan insanlara denir. Yukarıdaki iki hadisi şerifte geçen olumsuz insan tiplemelerini Müslümanlar içerisinde çok defa görmek mümkündür. Münafık insanların bir yüzü ve bir yörüngesi olmaz. Zira onların türlü türlü yüzleri, renleri ve yörüngeleri olduğundan onların bir yüzünü görmek mümkün olmaz.
Münafık insanların övgüleri de yergileri de zamansal olur. Kimi zaman övdüklerini, bir başka zaman çok basit ve rahat bir şekilde yerebilir ve bunu yaparlarken de yerdiklerinin kusurlarını arayıp bunları dışa vurmanın peşinde olurlar. Bunları yaparlarken de ne yazık ki din, iman, takva adına bunları yaptıklarını ima ederler. Din ve takva bir insanı yermenin sınırlarını ve sıfatlarını belirtmesine rağmen bu tür karakterler sınır ve kavram tanımadan önlerine gelen yerlerde, ulu orta ortamlarda başlarlar ayıpları deşifre etme girişiminde bulunmaya.
Allah kulun günahlarını, ayıplarını bildiği halde örter ve örtülmesini ister, gerçek müminlerde Allah’ın sıfatı ile sıfatlandıkları için böyle yaparlar ve hatta kendileri ile uğraşanların bile günahlarını, kusurlarını bildikleri halde onların günahlarını, kusurlarını açmazlar. Zira muttakilerin lisanı bu tür şeylere karşı Allah korkusundan dolayı kilitlenmiştir. Onlar dinin ilke ve kavramlarına kalben inandıkları ve ahiretin hesabına yakin ettikleri için sınırları ihlal etmezler. Şeytan ise kula dair bildiği günahları açar ve hatta kulda olmayan günahları onda varmışçasına yayar. Münafıklar ise Allah’ın sıfatı ile sıfatlandıklarını, takva ehli olduklarını iddia ettikleri veya kendilerini böyle zannettikleri gibi Allah’ın yaptığını değil de şeytanın yaptıklarını yaparlar.
İkiyüzlüler, münafıklar Müslümanların içerisinde yaşadıklarından Müslümanlara en fazla fenalığı dokunanlar ve kendilerine karşı en fazla dikkat olunması gerekenler bunlardır. Böyleleri müşrikten de kâfirden de tehlikelidirler. Zira böylelerinin gerçek yüzlerini görmek mümkün değildir. Çünkü onların bir tane yüzleri, bir tane renkleri yoktur. Renkten renge, yüzden yüze bürünürler. Çevresindeki insanları önce kendilerine inandırırlar, sonrasında ise amaçladıkları doğrultuda zehirlerini akıtırlar.
Risalet döneminden itibaren İslam tarihi boyunca Müslümanların topluluğuna en büyük kötülüğü yapan kişiler münafıklardır. Gerçek yüzlerini gizledikleri için onlardan sakınmak zordur. Onları zaman içerinde gelişen hadiseler neticesinde ancak basiret, feraset ve dirayet ehli muttakiler tanıyabilirler. Zira İmam Ali (aleyhisselam) şöyle buyurmaktadır; “Müminin ferasetinden korkunuz; zira o (mümin) Allah’ın nazarı ile bakar:” Allah’uTeala öyleleri hakkında şöyle buyurmaktadır; “İtaat ettik!' derler. Fakat senin yanından ayrıldıktan sonra, içlerinden bir kısmı, sana söylediklerinin tersine geceleyin plân kurarlar. Allah da onların geceleyin tasarladıklarını yazmaktadır. Onlardan yüz çevir ve Allah'a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter!" (Nisâ: 81)
Münafıklar olaylar, hadiseler ve kişiler hususunda kaygandırlar ve sabit değildirler. Bugün övdüklerini bir başka gün çok rahatlıkla yerer dururlar. Oysa mümin olan, takva ehli olan yergilerini övgülerine göre yapmalıdır. Yani övdüğü insanı kimselerin olmadığı bir ortamda yüzüne yerdiği zaman takva ve iman ilkesine göre hareket etmiş olur. Ama münafıklar takvalı olduklarını ima etmelerine rağmen bunun tam aksini yapar dururlar ve kendilerine göre ayıp bildiklerini ulu orta yerlerde, bazen de sosyal medyada açıktan yahut dolaylı olarak gündem ederler.
Allah Müslümanları, Müslümanların topluluklarını, gerçek takva sahiplerini münafıklara karşı korusun. Amin
Devam Edecek…
Selam ve dua ile…
Mehdi AKSU
TR.JAMNEWS