کارگر

کارگر

Harvard Üniversitesi’de eğitim gören İranlı profesör, çalışma arkadaşları ile birlikte, hastalık belirtilerinin cep telefonları ile incelenmesini sağladı.

 

Harrvard Üniversitesi’nin İranlı bilim adamı Dr.Hadi Shafiee, çalışma arkadaşları ile beraber akıllı cep telefonları için tasarladıkları bir yazılım ile, kanda bulunan bakteriler ve diğer kan hastalıklarının teşhis edilmesini sağlıyor.

Başta HIV ve E-coli gibi mikro organizmaları teşhis etmek amacı ile tasarlanan bu yazılım ile, erişime uzak yerlerde yaşayan insanlar için de hastalık belirlenme ve teşhis hizmetlerinde büyük kolaylık sağlanacağına inanılıyor.

Özel bir biyolojik sensor platformu ile beraber çalışan bu yazılımın kullanımı için, hastanın tek bir damla kanı yetiyor. Bu platform, bir damla ile kandaki patojenler ve plazma ile ilgili bilgiler sunuyor ve bu bilgileri, telefonlardaki yazılımın yardımı ile dünyanın farklı noktalarındaki sağlık merkezlerine gönderebiliyor.

Cuma, 03 Nisan 2015 05:30

Obama: İyi bir anlaşmaya ulaştık

ABD Cumhurbaşkanı, Lozan'da gerçekleşen nükleer anlaşma ile ilgili ilk açıklamasında, İran'a en sert yaptırımların uygulandığı ama bu yaptırımların bile İran'ın nükleer çalışamalrını durduramadığını itiraf etti.
MHA'nın haberine göre, ABD Cumhurbaşkanı Barack Obama, Lozan'da gerçekeşen nükleer anlaşma ile ilgili ilk açıklamasında, tarafların iyi bir ortak anlaşmaya ulaştıklarını belirtti.

Obana yaptığı açıklamada, "Bu çerçeveler, İran'ın askeri çalışmalara yönelmesini engelleyebilecektir. Gelecek 3 ay içerisinde, detaylar daha açık bir şekilde belirlenecektir. Ulaşılan anlaşmaya göre, İran artık askeri amaçlar için Polotoyom üretimi yapamayacaktır" dedi.

Açıklamasının bir diğer bölümünde ise Obama, "İran bu anlaşmaya göre artık yeni bir Ağır Su Reaktörü üretmeyecektir.  Bu anlaşma, İran'nın daha fazla zenginleştirme yapmasını engelleyecek ve İran'ın zenginleştirme kapasitesini, üçte iki oranında düşürecekir" dedi.

Ruhani'den nükleer anlaşma ile ilgili ilk tepki
İran Cumhurbaşkanı, kişisel Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Lozan'da gerçekleşen nükleer anlaşma ile ilk görüşlerini açıkladı.
MHA'nın haberine göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, kişisel Twitter hesabında yaptığı açıklamada, Lozan'da gerçekleşen nükleer anlaşma ile ilgili, "Nükleer program konusunda önemli kriterler ile ilgili çözüm yollarına ulaşıldı. Anlşma metninin yazımına, 30 Haziran tarihine kadar bitmesi için hemen başlanacaktır"de


Mogherini:BMGK'nin İran aleyhindeki kararnameleri son bulacak
AB Dış Politikalar Temsilcisi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde onaylanacak yeni bir kararname ile, İran aleyhindeki tüm eski kararnamelerin iptal olacağını vurguladı.
MHA'nın haberine göre, Ecole Polytechnique Federale de Lausanne Üniversitesi'nde konuşan AB Dış Politikalar Temsilcisi Federica Mogherini, tarafların 26 Mart-2 Nisan tarihlerin sürekli olarak görüşmeler düzenlediklerini hatırlatarak, bu süreç içerisinde İran'ın sadece barışçıl amaçlar için nükleer enerjiden yararlanacağından emin olmak ve yaptırımların kaldırılması için bir çözüme ulaşıldığını açıkladı.

Mogherini yaptığı açıklamada, "Bugün, kararlı bir adım attık ve çözümler bulduk. Çalışmalarımız, zor uğraşlardan sonra orta bir çözüm yoluna ulaşmamıza sağladı. Tüm katılımcılara, çabalarından dolayı teşekkür ediyorum. Bu çözüm yolu, gelecek adımdaki uygulama programımızı velirleyecektir ve şimdi, bu günler içerisinde ulaştığımız çözüm yolları çerçevesinde ortak çalışma programına ulaşmamızı sağlayacak bu metnin yazımına başlayabiliriz. Bu çözüm yollarına göre, Uranyum zenginleştirme oranı kısıtlı olacak, zenginleştirme cihazları Natanz'de bulunmayacak ve İran da iki tarafın anlaştığı çerçeveler doğrultusunda çalışmalarını yürütecetir"dedi.

Açıklamasının bir diğer bölümünde ise Mogherini, "Uluslararası teşvik ve araştırma çerçevesinde, Erak Ağı Su tesislerinde, askeri çalışmalar düzeyinde olmayan uluslararası işbirlikleri gerçekleşecektir. İran'ın çalışmalarını denetlemek ve İran'ın imzaladığı NPT anlaşması çerçevesinde, bir denetim düzeni tasarlanacaktır. İran, uluslararası bir barışçıl nükleer enerji kullanımı ve nükleer güvenlik adımında faaliyet gösterecektir. Tüm nükleer yaptırımlar, bu anlaşma çerçevesinde yer alacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından onaylanacak bir kararname, geçmişteki tüm kararnameleri iptal edecektir. Ortak Çalışma alanında, hem siyasi ve hem uzmanlık düzeyinde, İran ile işbirliği yapmak konusunda sorumluyuz" dedi.

İran Dışişleri Bakanı, Lozan'da düzenlenen basın toplantısında, nükleer anlaşma bildirisini basın mensupları ile paylaştı.


MHA' nın haberine göre, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Ecole Polytechnique Federale de Lausanne Üniversitesi'nde düzenlenen basın toplantısında, İran ve P5+1 arasında gerçekleşen anlaşma ile ilgili düzenlenen bildiriyi duyurdu.

Zarif tarafından duyurulan bildiri ise şöyle:

Biz, İran Dışişleri Bakanı ve AB Yüksek Temsilcisi, Avrupalı 3 ülke ve P5+1 grubunda yer alan diğer 3 ülke ile birlikte, 26 Mart – 2 Nisan tarihleri boyunca İsviçre'de görüşmelerde bulunduk.

2013 yılında anlaştığımız gibi, İran'ın sadece barışçıl amaçlar için kullanacağı nükleer çalışmalar için güvence sağlanması ve tüm yaptırımların kaldırılması için bir çözüme ulaşmak için çaba gösterdik.

Bugün önemli bir adım atıık. Genel Ortak Çalışma Programı ile ilgili çözümlere ulaştık. Bu olay, tüm tarafların siyasi iradesi, iyi niyetleri ve ciddi çabarı ile gerçekleşmiştir. İzin verirseniz, tüm heyetlerden her zaman devam eden  çabalarından dolayı teşekkür etmek istiyorum.

Bugün içerisinde ulaştığımız ve Ortak Çalışma Programı'nın temellerini oluşturan kararlar, büyük önem taşımaktadır. Artık yenşden genel anlaşma ve taslaklarının yazımına  bu günler içerisinde ulaştığımız çözüm yöntemlerinin yardımı ile başlayabiliriz.

İran'ın barışçıl nükleer programının devam etmesi ile birlikte, bu çalışmalar belirli zamanlarda farklı düzeyler ve zenginleştirme kapsitesi ile sınırlandırılacaktır ve Natanz, İran'ın tek zenginleştirme merkezi olacaktır. İran'daki zenginleştirme gelişimi ve araştırmaları ise belirli bir süreç listesi çerçevesinde gerçekleşecektir.

Fordo, bir zenginleştirme merkezinden, bir nükleer, fizik ve teknoloji merkezine dönüşecektir. Bu merkezde, anlaşma çerçevesindeki araştırma ve gelişim alanlarındaki uluslararası işbirliklerine devam edilecektir. Fordo'da parçalanabilir fisiller yer almayacaktır.

Erak'ta bulunan ağır su tesisleri, uluslararası işbirlikleri ile silah üretimi amaçlı Polotonyom üretimini engelleyecek şekilde, yeniden tasarlanıcak ve yapılandırılacaktır. Yeniden işleme çalışmaları gerçekleşmeyecek ve kullanılan yakıtlar ihrac edilecektir.

İlhaki protokollerin gönüllü uygulanımı ve Ortak Çalışma Programı'nın 3.1 numaralı reformunu ile ilgili gözetimler uygulanması için anlaşmalara varılmıştır. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, modern gözetim teknolojilerinden yararlanacaktırk ve geçmişte ve günümüzdeki konuların aydınlanması için anlaşmaya varılan yetkilerinden daha fazlasından yararlanabilecektir.

İran,  Nükleer Santraller ve Araştırma Reaktörlerinin yapımını içeren Barışçıl Nükleer Enerji alanındaki uluslararası işbirliklerine katılacaktır. Önemli bir diğer konu ise, önlem ve nükleer güvenlik alanındaki işbirlikleri olacaktır.

Avrupa Birliği, Nükleer program ile ilgili finansal ve ekonomik yaptırımlarına son verecektir ve Amerika da Nükleer program ile ilgili ikinci düzeydeki finansal ve ekonomik yaptırımlarına, İran'ın UAEK tarafından doğrulanan sorumlulukları ile aynı süre içerisinde son verecektir.

Birleşmiş Millerler Güvenlik Konseyi tarafından, Ortak Çalışma Programı'nın vurgulandığı bir kararnae yayımlayacak ve önceki diğer tüm kararnameler iptal olacaktır ve belirli bazı kısıtlayıcı çalışamalr, anlaşma süreci çerçevesindeki süreçte göz önüne alınacaktır.

Bizler, gelecek haftalar ve aylarda, anlaşma yazımı ve teknil detaylar ile ilgili, siyasi ve uzmanlık düzeylerinde görüşmelerde bulunacağız. Bizler, Temmuz ayına kadar çabaların sonuca ulaşması için kendimizi zorunlu tutuyoruz. İsviçre devletine, bu müzakerelerin ev sahipliğinde gösterdiği cömertçe detseklerinden dolayı teşekkürlerimizi sunuyoruz.  Ayrıca bu süreç içerisinde bize eşlik eden gaztecilere teşekkür ediyoruz.

 
General Dehkan: ABD Savunma Bakanı ‘‘Ashton Carter’’ eğer ABD’nin geçmişte bölgede ve dünyadaki yenilgilerine bakmış olsaydı böyle yersiz şeyler söylemezdi.

 

İran Devrim Muhafızları Komutanlarından ve İran Savunma Bakanı General Hüseyin Dehkan, Amerika Savunma Bakanı’nın açıklamaları karşısında, İran İslam Cumhuriyeti her zaman ve mekânda ve türlü şartlarda, düşman tarafından gelebilecek her türlü saldırıya, teorik olarak değil pratik olarak anında cevap verecek güçtedir dedi.

ABD Savunma Bakanı, önceki gün yaptığı açıklamada, nükleer müzakerelerde anlaşmaya varılmaması halinde, askeri seçeneğin masada kalacağını söylemişti.

General Dehkan, bu tür içi boş safsataların her daim ABD’li yetkililer tarafından yapıldığını ancak propaganda amacı taşıdığını söyledi.

General Dehkan, ABD’li yetkililerin açıklamalarının İran ile P5+1 ülkeleri arasında yürütülen ve çok hassas bir merhaleye gelinen nükleer müzakereler öncesinde yapılmasının, İran’a karşı uygulamaya çalıştıkları baskının göstergesi olduğunu vurguladı.

İran Savunma Bakanı, ABD’li meslektaşının ''Alzheimer'' hastalaığından kurtularak Amerika’nın geçmişte bölge ve dünya çapındaki yenilgilerine göz atarak böylesine tutarsız açıklamalardan uzak durması tavsiyesinde bulundu.

İran dışişleri bakanlığı sözcüsü Merziye Efhem, Irak’ın Selahaddin eyaletinde Irak ordusu, halk ve aşiret birliklerinin Tikrit ve eyaletin önemli bölgelerini tekfirci teröristlerin işgalinden kurtarmaları vesilesiyle Irak halkı ve hükümetini tebrik etti.

Merziye Efhem, Tikrit’in Irak ordusu, halk güçleri ve aşiret güçleri tarafından teröristlerin işgalinden kurtarılmasında Irak halkının, Sünnisiyle, Şiisiyle hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını belirterek Irak halkının bu birlik ve beraberliğinin de takdire şayan olduğunu belirtti ve Irak halkının bu kararlılığının yakın zamanda diğer bölgelerin de teröristlerin işgalinden kurtarılmasının habercisi olacağı temennisini dile getirdi.

İran dışişleri bakanlığı sözcüsü, İran’ın, Irak hükümeti ve halkına, teröristlerle mücadelesinde hiçbir şart koşmaksızın yardım ettiğini ve yardımını da sürdürdüğünü belirterek, bölge ülkeleri ve halklarının da, Irak halkının teröristlerle mücadelesinde sorumlu bir şekilde tutum sergilemeleri gerektiği ve Irak halkının destekçisi olması çağrısında bulundu.

Irak başbakanı Haydar el’İbadi, dün yaptığı açıklamada, Tikrit kentinin tamamen teröristlerin işgalinden kurtarıldığını bildirmiş ve Irak bayrağının bu kentte göndere çekildiğini bildirmişti.

MHA'nın haberine göre, yapıaln görüşmelerden sonra  gazetecilerin sorularını yanıtlayan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, müzakerelerin siyasi iradeye bağlı olduğu ve karşı tarafın siyasi iradesinde her zaman sorun yaşandığını belirtti.

Bazı bakanların ülkelerine döndüklerine de dikkat çeken Zarif, "Bazı bakanlar ve yetkililer, yürt içi programları nedeni ile ülkelerine dönmek zorunda kaldılar. Gerekir ise bakanlar döneceklerdir. Tabi siyasi müdürler ve yardımcılar düzeyindeki heyetler çalışmalarına devam ediyorlar" dedi.

Zarif açıklamasının devamında ise detayların incelendiği görüşmelerin çok kritik bir noktaya ulaştığını belirterek, ilerleme kat edilmesini umut etti ve sözlerine "Müzakereler hala ve tüm heyetler arasındaki görüşmeler hala devam ediyor. Müzakereler artık iki heyet arasında düzenlenmiyor. Farklı heyetler, farklı görüşler ve endişeler ile hem hukuksal ve hem politik açıdan müzakereleri sürdüyorlar ve bu da işlerin biraz karmaşık olmasına neden olmuştur. Bu karmaşıklık, hem İran ile diğer ülkeler arasında ve hem P5+1 ülkeleri arasında görülüyor. Birçok konuda anlaşmaya varıldı, ama hala iniş ve çıkış yaşandığı bazı konular var" diye ekledi.

İran'ın bu müzakerelerde farklı görüşlere sahip 6 ülke ile görüşmeler düzenlediğini belirten Zarif, açıklamasının devamında ise "Ama bence önemli olan nokta, İran halkı ve devletinin tüm dünyaya hırs ve gaddarlık karşısında boyun eğmeyeceklerini göstermelidir. Karşı tarafın İran halkının hırsları karşısında direniş göstereceklerini algıladıkları zaman, halkımız eski yanlışların telafi edilmesi için değerli bir fırsat verecektir. Daha önce hem Kutsal Savunma dönemi ve hem İran'ın nükleer çalışmaları sürecinde, İran halkının kesin hakları defalarca gözardı edildi. Şimdi ise bu geçmişi telafi etmeleri için bir fırsata sahipler ve İran halkı ile iletişim kurma yolunu seçebilirler. Eğer karşı taraf da bunun değerini bilir ise, böyle bir iletişimin kurulabilmesi için çok uygun bir düzeye sahibiz" dedi.

Zarif açıklamasının devamında ise yayınalacak bildiri hakkında "Daha bildiri veya müzakerelerin sonucu hakkında kesin bir karar alınmış değildir. Bu konu ile ilgili geçtiğimiz akşamdan itibaren farklı görüşmeler yapılıyor. Hatta yazım konusunda da bazı çalışmalar düzenlendi. Ama hala müzakerelerin sonucunun ne olacağı hakkında konuşma etabına ulaşmadık. Ama kesinlikler bir bildiriden fazla olmayacaktır. Müzakerelerin 2 ve 3 Nisan tarihlerinde de devam etmesi daha kesin olarak belli değil" dedi.

Cumartesi, 28 Mart 2015 03:21

EBÛ ZER EL-GIFÂRÎ (R.A.)

Asıl ismi “Cündüb bin Cünâde” olan Ebû Zer, kabilesinin hırçın tabiatlı, cesur bir ferdi idi. Cahiliye Devri’nde süvarilerin önünü kesmekle tanınırdı. Bu sebeple Medine civarındaki kabileler, Gıfarlı Ebû Zer’den bir hayli rahatsızdı.

Günün birinde Mekke’den kulağına bir haber ulaştı: “Biri çıkmış, Kureyşlilerin dini­ne meydan okuyormuş, yeni bir din getiriyormuş. Kureyşliler kendisine karşı çıkmışlar.”

Garip yaradılışlı biri olan Ebû Zer, merakını çeken bu haberi araştırmak ve Yeni Peygamber’den haber getirmek için kardeşi Üneys’i Mekke’ye gönderdi.

Üneys gidip araştırdı. Dönünce “Muhammedü’l-Emîn” denilen zatın peygam­berlik iddia ettiğini, iyi ahlakı telkin edip kötülüklerden uzak kalmayı istediği­ni söyledi. Mek­kelilerin bir kısmı ona “şair,” bir kısmı “kâhin” diyorlardı. An­cak kendisi de bir şair olan Üneys, “Fakat ben, şair ve kâhinleri çok iyi bilirim. Onun sözlerini kâhinlerin sözleri ve şiir çeşitleriyle karşılaştırdım, hiçbirine benzemiyordu!” dedi.

Ebû Zer’in merakı daha çok tahrik oldu. Kardeşinin söyledikleriyle tatmin ol­madı, “Sen gönlüme şifa verir bir haber getirmedin!” dedi ve yol azığını hazırla­tıp tek başına Mekke yoluna düştü. Günlerce yol aldıktan sonra nihayet Mek­ke’ye vardı. Kimseye sezdirmeden, Peygamber olduğunu iddia eden zatı bizzat gözetlemeye başladı. Gündüzleri Mekke’nin çeşitli yerlerinde gezip dolaşıyor, geceleri de Kâbe’nin bir köşesine çekilip yatıyordu. 15 gün geçtiği hâlde Hz. Peygamber’i bir türlü görüp tanıyamadı. Azığı bitmiş, zemzem suyuyla hayatı­na devam etmeye başlamıştı.

Bir gün Hz. Ali, Kâbe’nin yanından geçerken, Ebû Zer gözüne takıldı. Hâlin­den garip ve yabancı biri olduğnu anladı:

“Sen garip biri misin?”

“Evet.”

“Buyur, benimle gel, seni misafir edeyim.” dedi. Ebû Zer kabul etti.

Ebû Zer kadar Hz. Ali de tedbirli ve ihtiyatlı idi. O gün birbirlerine açılamadı­lar. Zira müşrik zulmü öylesine kuvvetliydi ki, birinin Müslüman olduğunu ha­ber alır almaz hemen üzerine çullanarak bayıltıncaya kadar dövüyorlardı…

Sabah olmuştu. Ebû Zer hemen kalkıp Kâbe’ye gitti. “Belki Yeni Peygamber’i görebilirim!” diye düşündü.

Akşama yakın yine Hz. Ali oradan geçiyordu:

“Henüz bir yer bulup yerleşemedin mi?”

“Hayır. Aslında burada kalmaya pek niyetim yok.”

Hz. Ali onu tekrar evine davet etti. Birlikte gittiler. Eve vardıklarında Hz. Ali aralarındaki sır perdesini araladı:

“Doğru söyle, seni buraya getiren bir şey olmalı! Sen bir şeyler arar gibi­sin.”

“Gizli tutacağına söz verirsen söylerim.”

“Emin olabilirsin.”

“Bize ‘burada birinin çıkıp peygamberlik iddia ettiği’ haberi ulaştı. Ondan ha­ber getirmesi için kardeşimi gönderdim. Ancak kardeşimin getirdiği haber beni tatmin etmediği gibi, bu zata karşı merakımı daha da artırdı. Bunun için bizzat gelip onunla görüşmek ve konuşmak istedim.”

“Şüphesiz, sen tam aradığının içine düştün! Ben de onun yanına gideceğim. Sen arkamdan gel. Beni takip ederek onun huzuruna girersin. Yalnız ben yolda sana zarar verecek bir durum görürsem, ayakkabımı düzeltir gibi bir duvara yönelirim. Sen de durmaksızın ilerlersin.”

Ebû Zer bunları duyunca pek sevindi. İçine tatlı bir heyecan dalgası yayıldı. Günlerce araştırdığı gerçek, karşısına çıkmıştı. Merakı bir kat daha arttı. Hz. Ali’nin peşine takılıp gitti. Re­sû­lul­lah’ın evine yaklaştılar. Hz. Ali önden, Ebû Zer de arkadan takip etti ve içeri girdiler.

Ebû Zer’de heyecan son haddine varmıştı. Peygamber’i görür görmez ona hayretle baktı ve “Bana hemen dinini anlatıver!” demekten kendisini alamadı. Peygamberimiz, tebliğ ettiği yüce dini kısaca kendisine anlattı.

İçi içine sığmıyordu. Sanki dünyaya meydan okuyacak bir Ebû Zer olmuştu. Duyduğu hakikati kâinata haykırmak, her önüne gelene anlatmak istiyordu. Yüce Peygamberimiz, ona tedbirli olması tavsiyesinde bulundu, “Ey Ebû Zer! Bu işi şimdilik gizli tut. Memleketine dön. Bizim ortaya çıktığımızı haber aldı­ğında döner, gelirsin.” Buyur­du.

Fakat Ebû Zer, “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben bu haki­kati müşriklerin ortasında haykırırım!” dedi.

Kötülük yolunda gözünü budaktan esirgemeyen Ebû Zer, hak yolunda mı çe­kinecekti?!

Kâbe’de Kureyş müşriklerinin toplu bulunduğu yere vardı, “Ey Kureyş ce­maati!” dedi, “Beni dinleyin. Biliniz ki, ben Ebû Zer, Allah’tan başka ilah olma­dığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Resûlü olduğuna kesin olarak şehadet ediyorum.”

Bu meydan okuyuşu duyan azgın müşrikler, ellerine geçirdikleri taş ve sopa­larla Ebû Zer’in üzerine saldırdılar. Ebû Zer mücadele ettiyse de nafileydi, bayı­lıp yere yığıldı. Bu hâl birkaç kere tekrar edildi. Bir keresinde Peygamberimizin amcası Abbas, Kureyş’e, “Ne yapıyorsunuz?! Dövdüğünüz bu zat, sizin ticaret yolunuz üzerindeki Gıfar kabilesindendir.” deyince onu bıraktılar.

Ebû Zer bundan sonra Medine civarındaki Gıfar yurduna döndü. Annesi, kar­deşi ve kabilesinin yarısı onun sayesinde Müslüman oldu.[1]

Bir müddet sonra o da Medine’ye hicret etti. Re­sû­lul­lah’ın en yakın Ashâbı arasında yer aldı. Onun yakın hizmetinde bulundu. Geç saatlere kadar huzurun­da kalır ve sohbetlerinde bulunurdu. Re­sû­lul­lah’ın hastalığında daima başucunda duran ve son nefesinde yanında bulunan sahabilerden biri de Ebû Zer idi.[2]Allah Resûlü’ne o kadar yakındı ki, bazen ondan “dostum” diye söz ederdi. Bağ­lılığı o kadar büyüktü ki, bizzat Re­sû­lul­lah’a, “İnsanın kalbi sevdiğine karşı nasıl olur da bu kadar muhabbetle dolu olur, diye hayret ediyorum! Benim kalbim yalnız Cenâb-ı Hakk’ın ve Resûlünün sevgisiyle doludur.” derdi. Bu sevgisini de kayıtsız şartsız itaatiyle gösterirdi. Bir defasında Re­sû­lul­lah’tan bir memuriyet istemişti.

Peygamberimiz ona idarecilik için zayıf olduğunu söyleyerek, “İdareciliğin yükü ağırdır. Bu işin hakkını vermek lazımdır. Eğer dikkat edilmezse, kıyamet gününde mahcup olunur.” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Zer hemen isteğinden vazgeçti.[3]Bir defasında da Re­sû­lul­lah ona şöyle demişti:

“Senin hizmetin, emîr­lerin hizmetinden az değildir. Onların kılıç kullanarak yapacağı hizmeti sen ka­fa ve fikrinle yaparsın.”[4]

Peygamber Efendimiz onun hakkında, “Yalnız gezer, yalnız yaşar, yalnız ölür.” buyurmuştu. Onun hayatı gerçekten hep bu ifadenin doğrulanması şeklin­de geçti.

Sıcak bir yaz günüydü… Tebük Seferi için Ebû Zer de hazırlanıyordu.

Ne var ki, devesi çok yaşlı idi. Ordudan geri kalıyordu. Ebû Zer ne yaptıysa, hayvanını yürütüp orduya yetişemedi. Orduyla arası iyice açıldı. Bu arada bazı­ları çeşitli bahanelerle seferden geri kalmışlardı.

Tebük’e yakın bir konak yerine varılmıştı. Ebû Zer de görünürlerde yoktu. Saha­bi­ler, geride kalanlar için ileri geri konuşmaya başlamıştı. Ebû Zer’in de ol­madığı hatırlatıldığında Re­sû­lul­lah, “Bırakın onu. Eğer onda bir hayır varsa Al­lah onu size ulaştırır.” bu­yurdu. Re­sû­lul­lah onun İslam’a nasıl bağlı, ne büyük bir fedakâr olduğunu biliyordu.

Bir öğle vakti idi… Gözcü, “Ufukta bir adam tek başına bu tarafa doğru geli­yor!” dedi. Re­sû­lul­lah, “Ebû Zer mi acaba? Onun olmasını isterdim!” buyur­du.

Sahabe toplanmış, tek başına yaklaşmakta olan şahsı seyre dalmıştı. Bazıları, “Vallahi odur, Ebû Zer’dir!” dediler.

Gerçekten gelen, Ebû Zer’di. Devesinin yürüyecek takati kalmayınca, onu bı­rakmış, yükünü sırtına yüklemişti. Tek başına aç susuz yollara koyulmuştu. Nihayet bin bir güçlükle İslam ordusuna yetişmişti. Re­sû­lul­lah, Ebû Zer’i görün­ce sevindi ve “Allah, Ebû Zer’e rahmet etsin. O yalnız başına yürür, yalnız başına yaşar, yalnız başına ölür.” buyurdu.[5]

Ebû Zer, bitkin bir vaziyetteydi. Re­sû­lul­lah onu şu dua ile taltif etti:

“Ey Ebû Zer! Bana gelip kavuşuncaya kadar attığın her adımına karşılık, Al­lah senin bir günahını bağışlasın.”

Ebû Zer’in yükünü sırtından indirip susuzluğunu giderdiler.Peygamberimiz zaman zaman Hz. Ebû Zer’e tavsiyelerde bulunurdu. Bazen de Ebû Zer’in (r.a.) kendisi, Re­sû­lul­lah’tan (a.s.m.) tavsiyede bulunmasını isterdi. Bir gün yine Peygamberimizden ricada bulundu. Peygamberimiz şöyle buyur­du:

“Sana Allah korkusunu tavsiye ederim; çünkü Allah korkusu her şeyin başı­dır. Okuyabildiğin kadar Kur’ân oku ve Allah’ı an; çünkü Allah’ı anmak senin için yeryüzünde nur, göklerde azıktır. Çok gülmekten sakın; çünkü gülmek, kal­bi öldürür ve yüzün nurunu giderir. Cihattan ayrılma. Çok konuşmamaya alış; zira çok konuşmamak, şeytanı senden uzaklaştırır ve dininin muhafazasında sa­na yardımcı olur. Fakirleri sev ve onlarla oturup kalk. Nimet noktasında senden aşağı olanlara bak, senden üstün olanlara bakma. Böyle yaparsan Allah’ın sana verdiği nimetleri küçümsemezsin. Acı da olsa daima hakkı, doğruyu söyle. Kendini kötü bilmen, seni başkalarına dil uzatmaktan alıkoymalıdır. Senin işle­diğin kötülükleri başkaları işlediği zaman onlara kızmamalısın. Sende bulunan bir kusuru görmeyip de o kusurla başkalarını kötülemekten ve kendin suçlu ol­duğun hâlde aynı suçtan dolayı başkalarına kızmaktan daha büyük bir kusur olamaz.

“Ey Ebû Zer, tedbir gibi akıl, yasak olan şeylerden sakınmak gibi takva, güzel ahlak gibi de şeref yoktur.”[6]

Ebû Zer, hayatının geri kalan kısmında Peygamberimizin bu tavsiyelerine harfi harfine uydu.

Ebû Zer (r.a.) mürüvvet sahibi biriydi. Başkalarına iyilik yapabilmek için ha­yatını dahi çekinmeden ortaya koyabilirdi.

Bir defasında adalet güneşi Ömerü’l-Fâruk bazı sahabilerle sohbet ediyordu. O anda huzuruna iki genç girdi. Temiz giyimli, vakarlı ve mert tavırlı bir genci de beraberinde getirdiler. Geliş maksatlarını da şöyle anlattılar:

“Biz iki kardeşiz. Herkes tarafından sevilen ve sayılan babamız, bahçesinde meyve toplamaktayken, bu genç tarafından bugün öldürüldü! Kendimiz bir ceza vermeye tevessül etmedik, adaletin eline teslim etmek için size getirdik.” dediler.

Hz. Ömer, davacıları dinledikten sonra, getirilen gence, “Bu söylenenler hakkında ne diyorsun? Doğru mu konuşuyorlar?” diye sordu.

Genç telaşlanmadan, soğukkanlılık içinde, başından geçenleri anlatmaya başladı:

“Ey müminlerin emîri! Evet, bunlar doğru söylediler. Fakat hadiseyi daha ge­niş olarak ben anlatayım: Ben bir çölün ortasında, vahada yaşayan bir insanım. Ailemi alarak buralara kadar gezmeye geldim. Yolum bahçelerin arasından ge­çiyordu. Atım ve kısraklarım da yanımdaydı. İçlerinden birisi vardı ki, bakma­ya kıyamazdınız! Yanımda çok kıymetliydi. Yürüyüşüne hayran olmamak mümkün değildi. Bir bahçenin duvarından sarkan bir dal hayvanın içini çekmiş ki, boynunu uzattı, daldan kopardı. Bunu görür görmez, atın yularını hemen çektim. İşte tam bu sırada bahçeden sinirli ve öfkeli bir ihtiyar belirdi. Üzerime doğru geliyordu. Elinde de bir taş vardı. Hiçbir şey demeden elindeki taşı ata fır­lattı. Ne olduğunu anlamadan bir de baktım ki, atım cansız yerlere serilmiş! Ca­nım kadar sevdiğim atın bu hâlini görünce, ben de yerdeki taşı aldığım gibi ada­ma attım. Adamcağız da bir feryat kopararak o anda can verdi! Ben bu hâldey­ken, bu iki genç, kolumdan tuttular. İşte, gördüğünüz gibi beni huzurunuza getir­diler.”

Gencin yaptığını böyle mertçe itiraf etmesi Hz. Ömer’in hoşuna gitti. Fakat adalet tecelli etmeliydi. Hükmünü verdi:“Suçunu itiraf ettin. Kısas lazım!”

Genç, verilen hükmü itiraz etmeden kabul etti. Fakat bir mazereti olduğunu belirterek şöyle konuştu:

“Mademki dinin hükmü budur, verilen kararı kabul ediyorum. Yalnız, benim küçük bir kardeşim var. Babam daha önce ölmüştü. Ona da biraz para bırakmış, ‘Oğlum, bunlar kardeşinindir. Büyüyünceye kadar bunun muhafazası sana ait.’ demişti. Ben de bu paraları bir yere sakladım. Yerini benden başka kimse bilmi­yor. Eğer hemen kısası yerine getirirseniz, para, sakladığım yerde kalır, yetimin de hakkı zayi olur! Eğer müsaade buyurursanız gideyim, o emaneti güvenilir bir adama teslim ettikten sonra dönüp geleyim. Ondan sonra cezamı çekmek için canımı teslim ederim. Bu hususta bana kefil de bulunur.”

Genci dinleyen Hz. Ömer biraz düşündükten sonra:“Bu gence kim kefalet eder?” dedi.

Genç, mecliste bulunan sahabilere göz gezdirdi. Biraz sonra Ebû Zer el-Gıfârî Hazretleri’ni işaret ederek, “İşte bu zat,” dedi, “bana kefil olur.”

Hz. Ömer, Ebû Zer’e dönerek, “Ey Ebû Zer, bu gence kefil olur musun?” diye sordu.

Hz. Ebû Zer, gencin mertçe davranışı karşısında hiç tereddüt etmeden, “Evet,” dedi, “üç güne kadar döneceğine kefil olurum.”

Sahabiler arasında yüksek mertebesi ve mevkii bulunan Hz. Ebû Zer’in kefaleti, davacı olan gençlere de kâfi geldi.

Kefaleti kabul edilen genç bırakıldı. Evine gitti. Aradan üç gün geçti. Verilen mühlet bitmek üzereyken davacılar Hz. Ömer’e geldi. Ebû Zer Hazretleri de ora­da hazırdı. Fakat suçlu olan genç henüz gelmemişti.

Davacı gençler Ebû Zer Hazretleri’ne, “Ey Ebû Zer, kefil olduğun adam nere­de kaldı? Böyle durumlarda, giden geri gelir mi hiç?! Biz kısasın senin üzerinde yapılmasını istiyoruz! Kefilliğin icabı budur.” dediler.

Verdiği sözden dönmek bilmeyen Ebû Zer Hazretleri de:

“Acele etmeyin, daha vakit var. Hele verilen müddet tamamlansın. Eğer dön­mezse, kefalet hükmünün yerine getirilmesine razıyım.” dedi.

Bu konuşmaları dinleyen Hz. Ömer, davacılara ve Hz. Ebû Zer’e, “Eğer genç gelmezse, Allah şahit olsun ki, kısasın hükmünü infaz ederim!” buyurdu.

Ebû Zer Hazretleri güzel ahlakı ve takvasıyla sahabilerin en çok sevdiği bir kimseydi. Bu manzara karşısında hazırda bulunan sahabiler ümitsizlik içinde ağlıyorlardı. Davacı gençlere diyet, yani kan parası teklif ettilerse de kabul et­mediler. Kısasta ısrar ediyorlardı.

Sonunda zaman dolmuş, Ashâb’ın heyecanı son raddeye gelmişti. Ebû Zer Hazretleri’nin, gözlerinin önünde kısas edilmesini o an için düşünmek bile iste­miyorlardı. Tam bu sırada genç çıkageldi. Yorgun ve bitkin bir hâldeydi. Ter içinde kalmıştı. Konuşmaya mecali kalmamıştı. Nefes nefese, geç kalışının se­bebini anlatmaya başladı:

“Kardeşimi dayısına teslim ettim. Ona, paraları sakladığım yeri de göster­dim. Bütün gayretlerime rağmen ancak şimdi gelebildim. Bulunduğumuz yer çok uzak olduğu için biraz geciktim. Verilen hükmü infaz edebilirsiniz.”

Genci pürdikkat dinleyen sahabiler, verdiği sözde durduğundan dolayı teb­rik ettiler. Ebû Zer’e de, mertliğin en canlı misalini veren genci nereden tanıdığı­nı ve ne maksatla kefil olduğunu sordular. Yüce sahabi şöyle cevap verdi:

“Bu genci sizin gibi ben de ilk defa gördüm. Daha önceden hiç tanımam. Ama sizlerin huzurunda yaptığı teklifi reddetmeyi mürüvvete uygun görmedim. ‘Âlemde insanlık kalmamış’ mı denilsin?!”

Tarihlere altın sayfalarla geçecek manzara karşısında duygulanan davacı gençler dayanamayarak davalarından vazgeçtiler…

Ebû Zer (r.a.) sonraları Şam’a yerleşti. Çok sade bir hayat yaşadı. Gösterişe meyletmediği gibi, meyledenlerden de hoşlanmazdı. Şatafattan uzak kalmayı severdi. Son derece kanaatkârdı. Kendisine 4000 dinar maaş bağlanmıştı. Fakat o, bu paranın çok azını kendine sarf ediyor, büyük bir kısmını fakirlere tasadduk ediyordu. Çünkü müminlerin, kazançlarını Allah yolunda sarf etmeleri gerekti­ğine inanıyordu. Ailesi için gerekli olan nafakadan fazla mal biriktirmenin doğru olmadığına kàni idi. Bu fikirlerini büyük bir cesaretle müdafaa ediyordu. Nihayet zenginler onu, Şam Valisi Muâviye’ye şikâyet ettiler.

Vali Muâviye, bin altını bir hizmetçisiyle bir gece yarısı Ebû Zer’e gönder­mişti. Onun samimiyetini ölçmek istiyordu. Halka böyle telkin edip de kendisi başka türlü mü yapıyordu?

Ebû Zer (r.a.) parayı alır almaz hemen fakirlere dağıtıverdi. Vali sabah nama­zından sonra hizmetçisini çağırıp, “Ebû Zer’e git, ‘Vali parayı başkasına gönder­diği hâlde yanlışlıkla sana verdim. Geri ver, yoksa valinin cezasından kurtula­mayacağım!’ de.” dedi. Hizmetçi Ebû Zer’e (r.a.) durumu açıklayınca, “Aman evladım, valiye söyle ki, yanımda altınlardan biri dahi kalmadı! Size müsaade etsin de, gidip dağıttıklarımdan toplayayım.” dedi.

Muâviye için bu kadarı kâfi idi. Onun samimi olduğunu anladı. Durumu Hali­fe Hz. Osman’a bildirip onu Medine’ye gönderdi.

Hak bildiği bir meseleyi söylemekte kimseden çekinmeyen Ebû Zer (r.a.), bu­rada da herkese bildiği hakikatleri anlatmaya devam etti.

Hattâ meydana gelen rahatsızlıklar sebebiyle halife kendisini fetva vermek­ten menetmişti. Konuştuğu bir sırada biri kendisine bunu hatırlatınca şöyle de­mişti:

“Yemin ederim ki, kılıcı enseme dayasınız, başımı uçurmadan önce Re­sû­lul­lah’tan duyduğum bir gerçeği söyleyebileceğimi bilsem, yine söylerim!”

Nihayet halife ve kendisinin de muvafakati üzerine, Medine dışında, Mekke yolu üzerinde şirin bir konak yeri olan Rebze köyüne gitti. Hayatının son senele­rini burada geçirdi.

Hicret’in 31. senesinde artık ölüme iyice hazırlanmıştı. Yeni bir elbiseye ihti­yacı olduğu söylendiğinde, “Bana elbise değil, kefen lazım!” diyordu. Yakın­da Re­sû­lul­lah’a kavuşacağını söylüyordu. Yanında hanımı ile bir tek hizmetçisi vardı. Onlara, “Ölünce beni yıkayıp kefenleyin, sonra da yolun ortasına koyun!” diye vasiyet etti.

Hanımı ağlamaya başladı. Onu tek başına kimseden habersiz mi toprağa gömecekler­di?! Bunun üzerine Ebû Zer, “Ağlama. Bir gün Re­sû­lul­lah ile birlikte idik… ‘Sizden biri ıssız yerde vefat edecek. Onun cenazesinde müminlerden küçük bir topluluk hazır bu­lunacak.’ buyurmuştu. Orada bulunanların hepsi topluluklar içinde vefat ettiler. Geri­ye ben kaldım. Yolu gözet, benim söylediklerimi aynen yap.” dedi. Ve ruhunu teslim etti.

Hanımı ile hizmetçisi vasiyetini yerine getirip cenazesini yol üzerine koydu­lar. Hizmetçi de yanında beklemeye koyuldu. O sırada Irak’tan, içlerinde Abdul­lah bin Mes’ud’un da bulunduğu bir kafile çıkageldi. Kâbe’ye umre yapmak üze­re gitmekteydiler. Yol üzerindeki cenaze onları korkuttu! Hattâ develer ürküp az kalsın onu çiğneyeceklerdi… Bu sırada hizmetçi ayağa kalkarak, “Bu, Re­sû­lul­lah’ın sahabisi Ebû Zer’dir. Kendisinin gömülmesi için vasiyet etti. Yardım edi­niz!” dedi.

Bunları duyan Abdullah bin Mes’ud, kendisini tutamayarak hüngür hüngür ağlamaya başladı. Ve eski günleri hatırlayarak şöyle dedi:

“Re­sû­lul­lah, ‘Sen tek başına yürüyecek, tek başına yaşayacak, tek başına öle­cek­sin.’ buyurmakla ne kadar doğru söylemiş!”

Arkadaşlarıyla birlikte inip Ebû Zer’in namazını kıldılar ve orada defnetti­ler.[7]

Ebû Zer (r.a.) 281 hadis rivayet etti. Onun rivayet ettiği hadislerin az ol­ması inzivayı, yalnız yaşamayı sevmesinden kaynaklanmaktadır. Rivayet ettiği hadislerden:

“Kardeşine güler yüz göstermen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sa­kındırman sadakadır. Yolunu kaybetmiş bir kimseye yolunu göstermen sadaka­dır. İyi görmeyen birine yardımcı olman sadakadır. Taş, diken ve kemik gibi, in­sanlara zarar verecek bir şeyi yol üzerinden kaldırman sadakadır. Kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.”[8]

“Amellerin en üstünü, sevdiğini Allah için sevmek, sevmediğini de Allah için sevmemektir.”[9]

“Re­sû­lul­lah’ın karşılaşıp da musafaha yapmadığı hiç olmamıştır. Bir gün beni çağırması için birini göndermişti… Ben ise evde yoktum. Gelince, Re­sû­lul­lah’ın çağırdığını söylediler. Hemen yanına gittim. Sedir üzerinde oturuyordu. Beni kucakladı. Bu kucaklama benim için çok güzel bir şeydi.”[10]

__________________________________________
[1]Üsdü’l-Gàbe, 5: 187; Buhârî, Menâkıb: 82.
[2]Müsned, 5: 162.
[3]Müslim, İmâre: 16.
[4]Asr-ı Saadet, 3: 194.
[5]Üsdü’l-Gàbe, 5: 188.
[6]Hilye, 1: 168.
[7]Hilye, 1: 169-170; İsâbe, 4: 65.
[8]Tirmizî, Birr: 36.
[9]Ebû Dâvud, Sünnet: 2.
[10]age., Edeb: 143; Müsned, 5: 163.

 

İran Cumhurbaşkanı, Rusya, Çin ve Fransa Cumhurbaşkanları ve İngiltere Başbakanı’yla telefon görüşmesi gerçekleştirdi.


Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Rusya, Çin ve Fransa Cumhurbaşkanları ve ayrıca İngiltere Başbakanı’yla gerçekleştirdiği telefon görüşmelerinde, Nükleer Müzakereler ve Ortadoğu’daki son gelişmeler ele alındı.

 Ruhani ayrıca 5+1 Grubu’na üye ülkelerin liderlerine de birer mektup gönderdi.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İngiltere Başbakanı Philip Hammond ile yaptığı telefon görüşmesinde, İran’ın nükleer mesele konusundaki görüşlerini izah ederek, İran’ın barışçıl nükleer enerji konusunda uluslararası hukuk çerçevesinde sahip olduğu hak ve hukuka vurguda bulundu.

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile düzenlediği ikili telefon görüşmesinde ise, Rusya’nın Nükleer Müzakereler sürecinde tutunduğu yapıcı rol nedeniyle Putin’e teşekkür etti ve bundan sonra da Rusya’nın İran ve 5+1 Grubu arasında devam eden Nükleer Müzakere sürecinde daha aktif bir rol üstlenmesini istedi.

Hasan Ruhani, Fransa ve Çin cumhurbaşkanlarıyla da gerçekleştirdiği ikili telefon görüşmesinde ise, İran ve 5+1 Grubu arasında devam eden Nükleer Müzakereler ve ayrıca bölgedeki son gelişmelere değindi.

Reuters; geçtiğimiz yıla kadar İngiltere'nin Arabistan elçisi John Jenkins'e dayandırdığı haberde, İran'ın hâlihazırda 4 Arap başkentinde hâkimiyeti ele geçirdiğini yazdı.
 

Reuters Haber Ajansı İran'ın bölgedeki etkili rolü, Suudi Arabistan'ın duyduğu büyük rahatsızlığı ve ABD'nin Sünni müttefiklerini ele aldı.

Bazılarına göre; Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani perde arkasında Arap topraklarında yeni bir Şii ve İran İmparatorluğu kurma peşinde.

Reuters; Kasım Süleymani'nin şimdiye kadar perde arkasında olduğunu, fakat IŞİD terör örgütünün Irak'ta Musul'u işgal etmesinin ardından, kendisinin Ortadoğu'da ki tüm savaş meydanlarında ön safta cephe hattında hazır olduğunu yazdı.

Reuters; Kasım Süleymani'nin her yerde görüldüğünü, hatta Beyrut'ta Hizbullah liderlerinden Şehit İmad Muğniye'nin oğlu Cihat Muğniye'nin mezarı başında dua ederken görüldüğünü satırlarına taşıdı.

ABD dışişleri bakanı Chan Kerry Suudi Arabistan dışişleri bakanı Suud El Faysal ile katıldığı bir ortak konferansta Kasım Süleymani'den bahsedip, İran'ın Irak'ı işgal etmek üzere olduğunu söyleyerek, El Faysalın çıldırmasına sebep olmuştu.

Reuters; İran'ın Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen'de kazanan taraf olduğunu itiraf etti.

Reuters; Devrim Muhafızları Kudüs Gücünün, Kasım Süleymani komutasında 1980 yılında İran İslam İnkılabını tüm dünyaya yaymak için kurulduğunu iddia etti.

Reuters; geçtiğimiz yıla kadar İngiltere'nin Arabistan elçisi John Jenkins'e dayandırdığı haberde, İran'ın hâlihazırda 4 Arap başkentinde hâkimiyeti ele geçirdiğini yazdı.

Perşembe, 26 Mart 2015 02:26

çanakkale savaşı

ALLAHIN ADIĞLE

Geçen hafta çanakkale savaşın 100.yıl dönümü Türkiyede kutlandı . Bu yüzden kaç noktaya değinmek istiyorum .

1 – 100 yıl önce zalım ve kafirler bir islamı ülkeye saldırdığında ; diğer müslüman ülkelerden kafirlerle savaşmak ve islami bir ülkeyi korumak için çanakkaleye ulaşıp ; savaşıp ve bazen şehitte olmuşlar . Bunların içinde Süriyeli – Iraklı – filistinli – bosnslı ve hatta şii İranlılarda var .

2 – Eğer diğer islami ülkeler Osmanlı hakimiyyeti altinda yaşamış ve diyelim ki zorakı gelmişse ; ama İrandan savaşçılar çanakkalede ne işi varmış? O zamanki İranlı ( Şii) alimler kafire karşı ve müslümanlara yardım için fetva verip ve İranlılar farz olarak Türk karedşlerine yardım için çanakkaleye gelmişler. ( İranlı şehitlerin adları çanakkaledeki arşivlerde bulunur)

3- 100 yıl önce müslümanlar ( sünni – şii demeden) yekparçe ve birlik ve beraber ; kafire karşı cebhe tutmuşlar .Ama bügünler mülümanların halına bakmak ve ağlamak gerekir . Bü 100 yıl içinde kafirler ne yaptılar ki müslümanlar onlara karşı değil ; kendilerin karşısında durup ve müslüman , müslümanı öldürüyor . Ne oldu ki bu 100 yılda düşmanların yeri değişildi ? kafir –dost ve dost – kafir olarak tanıttırıldı ? Bügün Türkiye ile Süriye ; Türkiye ile Irak ve Mısırle Filistin ilişkileri bozuk noktadadır . Bahraın – tunus – yemen – libiya _ Afrıkadakı islami ülkelerin halı karışık ve mülümanlar rahat yaşıyamıyor . Maalasaf müslümanlar birbirinin canını kıyıyor ve ifiharla yaptiği cinayet ve terörü dünyanin gözü önüne seyrettiriyor .

4 – Geldiğimiz nokaya kim ve neden bizi getirmiş ? Kim düşmanin yerini değiştirmiş ? Kim müslümanların arasına fitne sokmuş ? Kim müslümanların ölmesinden hoşnud oluyor? Kim Sii – Sünni savaşından faydalanır ?

5 – Türkiye başbakanı Canakkale töreninde İranı ve İranlı şehitlerden hiç yad etmedi . ( İnşaalah unutmuştur) . Ama biz üzüldük . nedeen üzüldik ? 100 yıl sonra geldiğimiz noktaya üzüldük .

Ümüt ediyorum müslümanlar üyansınlar ve zalimler ve kafirlerin tuzağında bir daha düşmesinlar. ALLAH Birlik ve beraberlik versin ve tüm ummeti MÜHHAMMEDİ zafare ulaştırdın .