کارگر

کارگر

Pazar, 05 Ağustos 2012 05:07

ORUÇ- RUZE

İslâmın dört temel ibadetinden ve beş esasından biri. Farsça'dan Türkçe'ye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı "Ruze"dir.

 Önceleri "Oruze" (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra "Oruç" şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış ve bu şekliyle yaygınlaşmıştır. Arapça karşılığı "savm" veya "sıyam"dır. Savm kelimesinin lügat manası; yeyip-içmekten kendini tutmak, imsak, hareketsiz kalmak ve herşeyden el, etek çekmektir. Kur'an-ı Kerim'de bazan "susmak" manasına kullanılmıştır (Meryem, 19/26).

İslâmi ıstılahta oruç, "İkinci fecirden (fecr-i sadık'tan)" itibaren, güneşin grubuna kadar yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden ve orucu bozan diğer şeylerden, Allahü Teala (c.c)'ya kulluk niyetiyle nefsi alıkoymaya verilen isimdir.

 Bilindiği gibi oruç, yalnız bedenle yapılan ibadetlerden biridir. Dolayısiyle, her mükellefin kendi nefsi için farz-ı ayn'dır. Resul-u Ekrem (s.a.s)'in; "Bir kimse, başka bir mükellefin yerine oruç tutmaz. Yine bir kimse, başka bir mükellefin yerine namaz kılmaz" (İbnül-Hümam, Fethül-Kadir, Beyrut 1315, II, 85) buyurduğu bilinmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de; "Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ta ki, korunasınız" (el-Bakara, 2/183) buyurulmuştur.

Oruç ibadetinin; Hicret'ten sonra farz kılındığı hususunda görüşbirliği vardır. Sahih olan rivayete göre, Bedir savaşından kısa bir süre sonra farz kılınmıştır. Hz. Âişe (r.a) validemizden rivayete göre; Resulullah (s.a.s) daha önce "Aşûre orucu"na devam etmiş ve Sahabe'ye tutmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Muaz b. Cebel (r.a)'den rivayet edilen bir haberde de, Medine'de her ay üç gün oruç tutmuştur. İmam Merginani:

"Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Çünkü Allahu Teala (c.c) "Sizin üzerinize oruç farz kılındı" diye buyurur. Ayrıca farziyyeti hususunda kat'i icma teşekkül etmiştir. Bundan dolayı, Ramazan orucunun farziyyetini inkâr eden kimse kâfir olur" (Merginanî, el-Hidâye, I, 118) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret etmiştir.

Oruç ibadetinin nedenine gelince; Usûl ûleması, ibadetlerde asıl olanın Allahu Teâlâ (c.c)'ya ihlâsla kulluk olduğunu, sebeplerinin tesbit edilip edilememesinin önemli olmadığını; hikmetlerinden bazılarını kavramanın ve açıklamanın mümkün, ancak teabbüdî olan bu hususlarda illeti tesbit etmenin güç olduğunu söylemişler ve ihlâsla Allah'a kulluğun esas alınmasını tavsiye etmişlerdir.

Resul-u Ekrem (s.a.s)'in:

"Oruç insanı Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi" (Nesâî, Savm, IV, 167) buyurduğu bilinmektedir.

Oruç, mükellefi her türlü şehvetten alıkoyan ve ihlâsı artıran bir ibadettir. Açlığa, susuzluğa ve nefsin diğer arzularına karşı direnmek oldukça önemlidir. Allahu Teâlâ (c.c)'ya iman eden ve O'nun dini uğruna cihada karar veren müminler; oruç ibadeti ile kuvvetli bir iradeye sahip olurlar. Hicrî takvim ayın hareketlerine göre değiştiği için, her yıl diğerine nisbetle on veya on bir gün önce gelir. Dolayısıyle insan bazen kışın (20) derecede, bazen yazın (+ 40) derecede oruç tutar. Bu bir anlamda mükellefin "Dondurucu bir soğukta ve kavurucu bir sıcakta dahi; Allahu Teâlâ'nın emirlerini eda etmeye hazırım" taahhüdünde bulunmasıdır. Ayrıca bir ay süre ile Allah Teâlâ (c.c)'nın rızasını kazanmak için, nefsinin bütün şehvetlerini terk etmesi oldukça önemli bir hadisedir.

Oruç ibadetine riyanın karışması da mümkün değildir. Nitekim bir Hadis-i Şerif'te; orucun ve oruçlunun mahiyeti şu şekilde ortaya konulmuştur:

"Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü (kem) söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene iki defa "Ben oruçluyum"desin ve uymasın. Ruhum yed-i kudretinde olan Allahu Teâlâ (c.c)'ya yemin ederim ki; oruçlu ağzın (açlık) kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha temizdir.

Cenab-ı Hak buyurmuştur ki:

"Oruçlu kimse benim rızam için yemesini, içmesini ve cinsi arzularını bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun sayısız sevabını da, doğrudan doğruya ben veririm. Halbuki başka ibadetlerin hepsi on misliyle ödenmektedir"

Pazar, 05 Ağustos 2012 04:55

Doğum günü münasebeti ile…

İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) Hasan’ı (a.s) dünyaya getirince Ali’ye (a.s), “Adını koy.”dedi. Ali (a.s), “Ben Peygamber’den önce bir isim vermem.”dedi. Peygamber (s.a.a) geldi ve Ali’ye (a.s), “adını koydunuz mu?”dedi. O, “Ona ad koymada senden öne geçmek istemedik.”deyince Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben de ona ad koymada Allah’tan önce geçmek istemem.”Sonra Allah Tebarek ve Teala Cebrail’e şöyle vahy etti: “Muhammed’in bir oğlu olmuştur. Git ona selam söyle ve kutlayarak şöyle de: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde Harun’un çocuğunun adını ver.”Cebrail inerek aziz ve celil olan Allah tarafından Peygamberi kutladı ve şöyle buyurdu: “Yüce Allah sana, bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını vermeni emrediyor. Peygamber, “Harun’un çocuğunun adı neydi?”deyince…

 

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim, ilim talipleri için özür yolunu kapamıştır.” [1]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Suçu hemen cezalandırmaya kalkışma. İkisinin arasında özür dilemesi için bir yol bırak.” [2]

İmam Hasan (a.s), kendisinden Allah’ı nitelendirmesi istenince, bir müddet başını önüne eğdikten sonra başını kaldırarak şöyle buyurmuştur: “Hamd, ne bilinen bir evveli ve ne de bitecek bir sonu olmayan Allah’a mahsustur.” [3]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendine nasıl davranılmasını seviyorsan insanlara karşı da öyle davran.” [4]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir servet aklıdan daha üstün değildir.” [5]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya ve ahiret akılla elde edilir. Her kim akıldan mahrum olursa, iki cihandan mahrum kalmıştır.” [6]

İmam Hasan (a.s), kendisine, akıl hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Fırsata erişinceye kadar hüzün (bardağını) yudum yudum içmektir.” [7]

İmam Hasan (a.s) babası (a.s) kendise aklın ne olduğunu sorunca şöyle buyurmuştur: “Kalbin, kendine ısmarlanan şeyi korumasıdır.” [8]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla iyi muaşerette bulunmak aklın başıdır.” [9]

Meymun b. Mihran şöyle diyor: “Hasan b. Ali’nin (a.s) huzurunda oturmuştum. Birisi geldi ve şöyle arzetti: “Ey İbn-i Resulillah! Falan kimse, benden bir miktar para alacaklıdır. Beni hapsetmek istiyor.” İmam şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki senin borcunu verecek param yoktur.” O adam şöyle dedi: “O şahısla konuş.” Meymun şöyle diyor: “İmam (a.s) ayakkabılarını giydi. Ben şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulillah! İtikafta olduğunuzu unuttunuz mu? ” İmam şöyle buyurdu: “Unutmadım, ama babamdan o da Resulullah’tan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Her kim müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılamak için çalışırsa, dokuz bin yıl gündüzleri oruç tutmuş ve geceleri ibadetle geçirmiş bir şekilde ibadet etmiş olur.” [10]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmini başkalarına öğret, başkalarının ilmini de öğren. Zira bu işle hem ilmini sağlamlaştırmış olursun ve hem de bilmediğin şeyi öğrenmiş olursun.” [11]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yiyeceği şeyleri düşündüğü halde, akli şeyleri düşünmeyen kimseye şaşarım. Bu kimse karnını kendisine zararlı olan şeyden sakındırdığı halde göğsüne kendisini helak edici şeyleri bırakır.” [12]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bizim hakkımızı eksilten herkesin, Allah da ilmini eksilmiştir.” [13]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Adetler mağlup edicidir. O halde her kim, gizlide veya yalnızlıkta bir şeye adet edinirse, o şey açıkta ve insanlar arasında kendisini rezil eder.” [14]

İmam Hasan (a.s), fıtır (ramazan) bayramı günü oyunla meşgul olan ve gülüp oynaşan bir grubun yanından geçince durdu ve onlara şöyle buyurdu: “Allah Ramazan ayını itaatleri sebebiyle kendi hoşnutluğuna doğru öne geçmeleri için yarış meydanı karar kılmıştır. O halde bir grubu öne geçerek mutluluğa eriştiler. Diğer bir grubu ise geride kalarak mutsuz oldular. İyilik sahiplerinin mükafata eriştiği ve batıl işlerle uğraşanların zarar gördüğü böyle bir günde, gülüp oynayan insan ne kadar da şaşırtıcıdır. Allah’a yemin olsun ki eğer perde kenara çekilecek olursa, iyilik sahibinin iyiliği ile meşgul olduğunu, kötülerin ise kötülüğü ile uğraştığını bilirler.” İmam daha sonra oradan ayrıldı.” [15]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gaflet, camileri terk etmen ve bozuk insana itaat etmendir.” [16]

İmam Hasan (a.s) Müminlerin Emiri’nin “Zenginlik nedir?” diye sorması üzerine şöyle buyurmuştur: “Arzuların az olması ve yeten şeylerle hoşnut olmak.” [17]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali Kufe halkına şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım! Ben onlara itimat ettim, onlar bana hiyanet etti, ben onlar için hayır diledim onlar beni aldattı. O halde Sakif’in sapık zalim ve kibir dolu gencini onlara musallat kıl. Şüphesiz ki o Kufe’nin yeşilliğini yer, derisini örter, onlar arsında cahiliye metodu üzere hükümet eder.” Hasan (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “O gün Haccac henüz yaratılmamıştı.” [18]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nereye girip çıktığını bilmeden hiç kimseyi kardeş edinme. Durumunu iyice bildikten ve muaşeretinden razı olduktan sonra, sürçmelerini görmezlikten gelmek ve zorluklarda yardımcı olmak üzere onu kardeş edin.” [19]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Size bir kardeşimi haber vereyim: O benim gözümde insanların en büyüğü idi. Onu benim gözümde büyüten en önemli şey, gözünde dünyanın küçük olmasıydı. O karnının egemenliğinden kurtulmuştu. Bulmadığı şeye heveslenmez, bulduğu şeyde aşırı gitmezdi. O tenasül organının (şehvetinin) egemenliğinden de çıkmış biriydi. Dolayısıyla hafif akıl ve zayıf görüş sahibi değildi. O bilgisizliğin egemenliğinden de kurtulmuştu. Bir faydası olduğuna güvenmeden hiç bir şeye el uzatmazdı. Ne bir arzusu vardı, ne kızardı, ne de incinirdi. Ömrünün çoğunda sessiz idi. Ama konuşunca, konuşmacılara üstün gelirdi. Hiç bir çekişmeye müdahale etmez, hiç bir kavgaya karışmazdı. Hakimin huzurunda olmadıkça delil getirmezdi. Kardeşlerinden asla gaflet etmezdi. Hiç bir şeyi salt kendisine özgü kılmazdı. Zayıftı, başkaları da onu zayıf buluyordu. Ama sıra işe geldi mi koşan bir aslan kesilirdi. Özrü görmek için, özür dilenilebilecek hiç bir işte kimseyi kınamazdı. Dediğini ve demediğini yapardı.[20] Hangisinin daha üstün olduğunu bilmediği iki işi çıktığında hangisinin heva ve hevesine daha yakın olduğuna bakar ve ona muhalefet ederdi. İyileştireceğini ümid ettiği kimse dışında hiç kimsenin yanında bir acısını şikayette bulunmazdı. Hayrını ümit ettiği kimse dışında hiç kimse ile istişare etmezdi. İçi daralmaz, gazap etmez, şikayette bulunmaz, heveslenmez, intikam almaz ve düşmandan gafil kalmazdı. Eğer gücünüz varsa bu yüce ahlak ile ahlaklanmaya çalışınız. Eğer gücünüz yetmezse, o halde azını bile almanız, çoğunu terk etmekten daha hayırlıdır.” [21]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklı olmayanın edebi de olmaz.” [22]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Peygamber (s.a.a), Hasan (a.s) dünyaya gelince kulağına namaz ezanını okudu.” [23]

İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sofra adabı on iki tanedir ve her Müslümanın bunu bilmesi gerekir. Dört tanesi farz, dört tanesi sünnet, dört tanesi ise edeptendir. Farz olan dört tanesi şunlardır: Marifet, rıza, Allah’ın adını anmak ve şükür. Sünnet olan dört tane ise şunlardır: Yemekten önce abdest almak, sol tarafı üzerine oturmak, üç parmakla yemek ve parmaklarını yalamak. Edepten olan dört tanesi ise şunlardır: Önünden yemek, lokmayı küçük almak, güzel çiğnemek ve insanların yüzüne az bakmak.” [24]

Necih şöyle diyor: “Hasan bin Ali’yi (a.s) önünde köpek durduğu halde yemek yerken gördüm. Yediği her lokma kadar köpeğin önüne atıyordu. Kendisine şöyle dedim: “Ey İbn-i Resulillah! Köpeği sofrandan kovayım mı?”Şöyle buyurdu: “Onu kendi haline bırak. Ben, canlı bir varlık yüzüme bakarken yemek yediğim halde kendisine vermemekten haya ederim.” [25]

Cabir şöyle diyor: “Şüphesiz Peygamber (s.a.a) Arefe’de iken Ali onun tam karşısında duruyordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ali! Yanıma gel. Beş parmağını beş parmağımın üstüne koy. (elimi avuçla). Ey Ali! Ben ve sen bir tek ağaçtan yaratıldık. Ben o ağacın kökü, sen gövdesi, Hasan ve Hüseyin ise dallarıdır. Her kim bu dallardan birine tutunursa Allah onu cennete koyar.” [26]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin benden ve babalarından sonra yeryüzü ehlinin en hayırlısıdır. Anneleri de yeryüzü ehli kadınlarının en üstünüdür.” [27]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) Hasan’ı (a.s) dünyaya getirince Ali’ye (a.s), “Adını koy.”dedi. Ali (a.s), “Ben Peygamber’den önce bir isim vermem.”dedi. Peygamber (s.a.a) geldi ve Ali’ye (a.s), “adını koydunuz mu?”dedi. O, “Ona ad koymada senden öne geçmek istemedik.”deyince Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben de ona ad koymada Allah’tan önce geçmek istemem.”Sonra Allah Tebarek ve Teala Cebrail’e şöyle vahy etti: “Muhammed’in bir oğlu olmuştur. Git ona selam söyle ve kutlayarak şöyle de: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde Harun’un çocuğunun adını ver.”Cebrail inerek aziz ve celil olan Allah tarafından Peygamberi kutladı ve şöyle buyurdu: “Yüce olan Allah sana, bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını vermeni emrediyor. Peygamber, “Harun’un çocuğunun adı neydi?”deyince Cebrail, “Şubber”dedi. Peygamber, “Benim dilim Arapça’dır” diye buyurdu. Cebrail şöyle dedi: “Onu Hasan olarak adlandır.” Peygamber de onun adını Hasan koydu. Daha sonra Hüseyin dünyaya gelince Cebrail (a.s) yeniden nazil oldu. Allah tarafından doğumunu kutladı ve şöyle buyurdu: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını ver.”Peygamber (s.a.a), “Onun adı nedir?”diye sorunca Cebrail, “Şubber”dedi. Peygamber, “Benim dilim Arapça’dır”deyince Cebrail şöyle buyurdu: “O halde adını Hüseyin koy.”Peygamber de onun adını Hüseyin koydu.” [28]

Cennet Ehli Gençlerinin Efendisi

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir. Babaları onlardan daha hayırlıdır.” [29]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir.” [30]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir.” [31]

Hasan ve Hüseyin’i (a.s) Sevmek

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim beni severse bu iki çocuğumu da sevsin. Zira Allah bana onların sevgisini emretmiştir.” [32]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Hasan ve Hüseyin’i sev ve onları seveni de sev.” [33]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Hasan ve Hüseyin’i severse şüphesiz beni sevmiştir ve her kim ikisine buğzetmişse şüphesiz bana buğzetmiştir.” [34]

İmametinin Delili

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Emir’ul-Mü’minin (a.s) ölüm döşeğinde yatınca oğlu Hasan’a şöyle buyurdu: “Yanıma yaklaş, Resulullah’ın bana söylediği sırrı sana da söyleyeyim ve bana verdiği emaneti sana vereyim.”Daha sonra bu dediğini yaptı.” [35]

Selim b. Kays şöyle diyor: “Müminlerin Emiri Ali (a.s) oğlu Hasan’a vasiyet edince ben de orada hazır idim. Hz. Ali oğlu Hasan, Muhammed b. Hanefiyye bütün çocukları, kendisine uyanların ileri gelenleri ve ailesini de bu vasiyetine şahid kıldı, ardından kitap ve silahı ona teslim etti.” [36]

Hasan Bendendir ve Ben de Ondan

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan bendendir ve ben de ondan, Allah onu seveni sever; Hasan ve Hüseyin torunlardan iki torundur.” [37]

Mikdam b. Me’dikerb ve Amr b. Esved, Kınnesrin denen yere gittiler. Muaviye Mikdam’a şöyle dedi: “Hasan b. Ali’nin vefat ettiğini duydun mu?”Mikdam, “İnna lillah ve inna ileyhi raciun”(hepimiz Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz. ) dedi. Muaviye, “Acaba sen bunu bir musibet mi kabul ediyorsun?”dedi. Mikdam şöyle cevap verdi: “Nasıl musibet bilmeyeyim ki? Oysa Resulullah (s.a.a) onu dizlerine oturtup, “Bu bendendir” diye buyurdu.” [38]

İmam Hasan’ın (a.s) Sevgisi

Resulullah (s.a.a) Hasan’a (a.s) işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Beni seven bunu sevmelidir.” [39]

Resulullah (s.a.a) Hasan’a (a.s) işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben onu seviyorum. O halde sen de sev ve onu seveni de sev.” [40]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben onu seviyorum, sen de onu sev.” [41]

İmam Hasan’ın (a.s) İbadeti

İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Hasan b. Ali b. Ebi Talib (a.s) kendi zamanında insanların en çok ibadet edeni, en zahidi ve en üstünüydü.” [42]

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bihar, 78/109/19

[2] Bihar, 78/115/11

[3] et-Tevhid, 45/5, bak tüm söze

[4] A’lam’ud-Din, 297

[5] Keşf’ul-Gumme, 2/198

[6] Keşf’ul-Gumme, 2/197

[7] Mean’il-Ahbar, 240/1

[8] Mean’il-Ahbar, 401/62

[9] Bihar, 78/111/6

[10] Fakih, 2/189/2108

[11] Keşf’ul-Gumme, 2/197

[12] Bihar, 1/218/43

[13] Bihar, 78/114/9

[14] Tenbih’ul Havatir, 2/113

[15] Tuhef’ul Ukul, 236

[16] el-Bihar, 78/115/10

[17] Mean’il-Ahbar, 401/62

[18] Kenz’ul Ummal, 31747

[19] a. g. e. 233

[20] Nehc’ul Belağa-i Feyz’de 281. Hikmet’te şöyle yer almıştır: “dediğini yapar ve yapmadığını söylemezdi.”

[21] el-Kafi, 2/237/26

[22] a. g. e. s. 111/6

[23] a. g. e. s. 43/147

[24] Vesail’uş-Şia, 16/539/1

[25] Mustedrek’ul Vesail, 8/295/9485

[26] Tarih-i Dimeşk (İmam Ali’nin biyografisi), 1/129/179

[27] a. g. e. h. 5

[28] Emali es-Seduk, 116/3

[29] a. g. e. s. 263/8

[30] Kenz’ul Ummal, 37682

[31] a. g. e. 37693

[32] el-Bihar, 43/270/30

[33] a. g. e. s. 281/48

[34] Emali et-Tusi, 251/446

[35] el-Kafi, 1/298/2

[36] a. g. e. s. 297/1

[37] el-Bihar, 43/306/66

[38] Kenz’ul Ummal, 37658

[39] a. g. e. 37637

[40] a. g. e. 37640

[41] a. g. e. 37651

[42] Emali es-Seduk, 150/8

 

Cumartesi, 04 Ağustos 2012 05:51

Adım adım büyük İsrail

Hafta başında İstanbul’da büyük bir patlama gerçekleştirmeye hazırlanan iki kadın terörist etkisiz hale getirilmişti. Diyarbakır’daki saldırıda iki askerimiz şehit oldu.

 

Türkiye tekrar terör gündemi ile yaşamaya başladı.

Bugün Suriye’deki PYD yapılanması kabul edilemez diyerek kendinde müdahale hakkını bulan Türkiye, mevcut şartlarda teröre karşı silahlı bir mücadele yapabilmektedir.

Ancak unutulmamalıdır ki, ülkemizde sıfırlanmış olan terör konusunun tekrar günlük hayata girebilmesinde müttefik olarak hareket ettiğimiz ABD’nin payı büyüktür.

ABD, Suriye’deki iç savaşa verilen destek sebebiyle Türkiye’nin silahlı müdahalesine izin vermektedir. Yakın bir gelecekte Suriye yerine konacak Türkiye, bu meşru hakkından maalesef ki yine ABD eliyle mahrum bırakılacaktır.

Tıpkı Suriye devlet ordusu gibi, tıpkı Esad gibi…

Sayın Davutoğlu, Barzani ile görüşmüştür. Bu görüşmede Türkiye’nin teröre karşı hassasiyetleri dile getirilmiştir.

Barzani, Yahudi asıllı olduğu bilinen Kürt bir liderdir. Ve Kürt oluşumunu, bulunduğu Irak’ta temin eden kişidir. Suriye’deki PYD yapılanmasına da askeri eğitim adı altında destek olduğunu kendi itiraf etmiştir.

Bölgedeki terörün Kürt oluşumu için Türkiye, Irak, İran ve Suriye’den toprak koparmak maksadı ile yapıldığı düşünüldüğünde, Barzani ile terör meselesini paylaşmak ne derece stratejik bir siyasettir?

Bir başka açıdan değerlendirirsek, Amerikalı Henry Kissinger, nihai hedefin, bizim coğrafyamızda yer alan yedi ülkenin işgalinden sonra, Ortadoğu’nun yarısını kapsayan büyük İsrail olduğunu geçtiğimiz günlerde dünyaya deklare etmiştir.

Yahudi asıllı Barzani elbette ki, büyük İsrail’in bir adım önceki planı olan Kürdistan’ı hayata geçirmek için çalışacaktır.

Önce Kürdistan kurulacak sonra bu topraklar büyük İsrail’e devredilecektir.

Sayın Davutoğlu bu gerçekleri bilmeyebilir veya Kissinger’in beyanlarını duymamış olabilir ancak bulunduğu mevki bilmeden atılan adımların da Türkiye’yi etkileyeceği önemdedir.

Arap Baharı ile izlenen siyasetin temel gayesi, adım adım İsrail’in bölge ülkeleri üzerindeki projesinin devreye konmasıdır.

Geçmişten beri AKP’nin oluşumunu gerçekleştiren akıl hocaları, İsrail’e karşı çıkmış, Filistin menfaatine mitingler Tertiplenmişlerdi. Ama gelinen nokta İsrail menfaatine olmuştur.

İktidarın niyetinin ne olup olmadığı milleti ilgilendirmez.

Milleti ilgilendiren sonuçtur

Prof. Dr. Haydar Baş

Cumartesi, 04 Ağustos 2012 05:40

El Kaide Hatay sokaklarında!

Hatay, El Kaide militanlarının savaş üssü oldu. Militanlar kentin her yerinde kimliklerini gizlemeden rahatça dolaşıyor. Sınırı geçip eylemler yapıyor. Yaralılarını kendilerine tahsis edilmiş hastanelerde tedavi ettiriyor. EL Cezire kanalı da Suriye karşıtı eylemlerine Türkiye ve Antakya’da devam ediyor.

40 BİN KONTROLSÜZ KİŞİ-

Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı resmi açıklamada, Türkiye de bulunan Suriyeli sayısının 42 bin olduğu bunların da değişik kamplarda devlet kontrolünde kaldıkları sıklıkla açıklanıyor. AKP Hükümeti birçok konuda olduğu gibi bu konuda da halka doğru bilgi vermiyor. Oysa en az kamplarda kalan kadar, çeşitli yerlerde evlerde kalanlar da var. Reyhanlı ilçesinde yaklaşık 9-10 bin kişi, Yayladağı’n da 4-5 bin kişi, Antakya Merkez de ise yaklaşık 18-20 bin kişinin kaldığı söyleniyor. Devletin kamplarının dışında yaklaşık 40 bin kişi kontrolsüz bir şekilde kalıyor.

HÜCRE EVLERİ

Suriye’ye götürülen eylemcilerin önemli kısmı bu evlerde kalanlar arasından seçiliyor. Bu evler El Kaide’nin hücre evleri gibi kullanılıyor. Her evde 10-15 kişilik gruplar halinde kalıyor ve bir kısmının silahlı olduğu biliniyor.

'RECEP’İ ARARIM' TEHDİDİ

Hatay halkı bu insanlardan ciddi olarak rahatsız. Bunların El Kaide militanı, katil olduklarını, Suriyeli olmadıklarını ve bir gün kendilerine de saldırabileceklerini söyleyerek, devletin ortada olmadığını iddia ediyorlar. Zaman zaman Hataylı gençlerle tartışan bu insanların; “bekleyin sıra size de gelecek” diye tehdit ettikleri söyleniyor. Biraz daha yüklenildiğinde ise telefonlarını çıkartıp ‘Recep’i ararım bak’ (Recep Tayyip Erdoğan kastediliyor) demekten geri durmuyorlar.

EL CEZİRE, SURİYE KARŞITLIĞINA DEVAM EDİYOR

EL Cezire kanalı, Suriye karşıtı eylemlerine Türkiye ve Antakya’da devam ediyor. Kanalın muhabirlerinin kendilerini Özgür Suriye Ordusu sorumlusu olarak tanıtan ve Suriyeli olmadıkları söylenen kişilerle röportaj yapmaya kalkışması halkın tepkisine neden oldu. Antakyalı yurttaşlar röportaj sırasında, bu kişilerin etrafında toplanarak konuşulanları dinlemeye ve sözle tepki göstermeye başladı. Kalabalığın her geçen dakika artması ve tepki seslerinin yükselmesi üzerine El Kaide militanları, telaş içinde telefonlarına sarılarak birilerini aradı.

El Cezire kameramanı eşyalarını toplayarak kaydı kesmek zorunda kaldı ve çok kısa bir süre sonra olay yerine gelen 31 KZ 044 plakalı, beyaz renkli son model bir Mercedes Vito araç ile olay yerinden uzaklaştı. Beyaz renkli aracın emniyet birimlerince kullanılan ve çevrede sıkça görülen bir araç olduğunu söyleniyor.

Yurt Gazetesi/Ömer Ödemiş/HATAY

 

 Bismillah...

Adına duygu sömürüsü değin, dezenformasyon deyin, mezhepçilik deyin, Muaviye taktiği deyin ve ne derseniz deyin bugün Suriye konusunda Türkiye ve bölgede medyada sürdürülen propaganda konusunda siyonistinden laikine, liberalinden iktidarcısına( mezhepçi ve sözde İslamcılar) kadar kalem erbabının ekseriyeti Suriye hükümetinin devrilmesi konusunda uyum içinde hareket ediyor. Yani sadece Obama, Camerun, Netanyahu ile bölgedeki müttefikleri AKP hükümeti, Suudi krallığı ve Katar şeyhliği değil koordinasyon içinde olanlar, onların öncü güçleri siyonist, laik ve yandaş medyadaki kalemler de söz birliği etmişcesine habire saldırı da saldırı teraneleri tutturmuş bulunuyorlar.

Sanki dünyadaki sömürü, katliam, işgal, irtica ve cinayetlerin hepsinin sorumlusu Beşşar Esad rejimiymiş ve onun yıklımasıyla her yer güllük gülistanlık olacakmış gibi tek kurtuluş yolu muhalifleri desteklemek ve Suriye rejimini devirmek olarak gösterilmektedir. Bu rejim yıkıldıktan sonra ne olacağı şimdilik öncelikli bir konu değildir. Hatta Suriye halkının huzuru, ülkenin bütünlüğü, bağımsızlığı, sözde demokratik hak ve özgürlükler gibi söylemler bu hedefe varmak için birer bahane ve araçtır. Çünkü sözlerinde samimi olsalar kendi teklif ettikleri Kofi Annan planı gibi çözüm yollarını uygular ve değişikliği Suriye halkının iradesine bırakırlardı. Kofi Annan’ın dün kendi verdikleri görevden istifaya zorlanmasıyla birlikte şom niyetlerini zaten ortaya koydular.

Suriye üzerinden oynanan bölgesel ve küresel oyunun farkında olarak uyarılarda bulunan –cılız da olsa- çevreler ise zulmün ortakları, katliamın destekleyicileri, bu da olmazsa Nusayri, Alevi , İrancı, Şii ve hatta Yezid cephesindekiler olarak tanıtılmakta ve susturulmak istenmektedir.

Beşşar Esad rejimini yıkmak doğrultusunda adını saydığımız kesimlerin her birinin farklı söylem, amaç ve planları olsa da sonuçta hepsi aynı kapıya çıkmaktadır; ABD ile Siyonist rejime ve Batı’nın bölgeye yönelik planlarına hizmet. Batı cephesi ve içimizdeki kiralık ve gönüllü kalemlere bir diyeceğimiz olmaz, onlar inandıkları sisteme hizmet etmekteler ve onlardan başka bir tavır takınmalarını beklemek de safdillik olur. Onlar kendilerine verilen görevi dünyevi makam ve yemler karşılığı veya bazen gönüllü olarak yerine getirmekteler. Amaçları direniş cephesinin önemli bir halkasının devre dışı bırakılmasına katkıda bulunmak ve efendilerine hizmet etmektir.

Asıl teessüf edilecek olanlar İslamcılık, adalet, zulüm karşıtlığı gibi söylemler arkasına gizlenerek siyonizm ve emperyalizmin başarısına katkıda bulunanlardır. Bunları da birkaç kategoride değerlendirmek mümkündür. Bir kısmı iktidar nimetlerinden mahrum kalmamak için kalemini kiraya verenlerdir. Çünkü bunlar AKP hükümetinin siyasetlerini destekledikleri oranda nemalanır ve rant sağlarlar. Bir kısmı Amerikancı İslam'ın gönüllü askerleridir. Kalben ve aklen ABD'nin hakkaniyetine inanan ve liderlerinin söylem ve davranışlarıyla bunu gizlemediği dindar-milliyetçi kesimlerdir. Bir kısmı gözünü mezhep taasubu ve hasedin körelttiği çevrelerdir. Komşunun var da benim niçin olmasın veya komşunun bir gözünü kaybetmesi pahasına iki gözünden olmaya varacak kadar haset ve kıskançlık içinde kıvrananlardır. Bir grup daha vardır ki bu son gruptakilerle kısmen de olsa ortak yanları bulunan devrimci İslam söylem içinde bulundukları ve emperyalizmin komplolarının farkında oldukları halde ilkesizlik girdabında boğulanlardır. Bunlar düşmanın oyunlarını inkar etmemekle birlikte zor ve hassas anlarda yönlerini şaşıranlardır. Ayrı bir ifadeyle pusulası olmadığı halde ucsuz bucaksız bir çölde sefere çıkanlardır.

Ne yazık ki Suriye konusunda en fazla kendini yırtanlar ve çevreye zehir saçanlar da bu son grupta bulunanlardır. Çünkü öncekileri halkımız az çok tanımaktadır. Amerikan hayat stili için yanıp tutuşandan, Amerika’yı ehven-i şerr kabul edenden, İslamcılık gömleğini çıkardık diyenden, rızık ve makam kaygısıyla kalem oynatandan kimse onurlu bir duruş beklemez zaten. Ancak geçmişte hakkı destekledikleri için haklı olana minnet koyacak kadar küstahlaşan veya bu davranışından dolayı pişmanlık duyan ve mazlumu destekleme edebiyatı arkasına sığınan pusulasızların kalemlerinden mürekkep yerine son zamanlarda zehir akmaktadır.

Bu son gruptaki kategoriye konulabilecek kıdemli kalemlerden biri son bir iki aydır açıkca müslümanlar arasında kin ve düşmanlık tohumları ekmektedir. AKP hükümetinin Batı ile koordinasyon içinde bulunduğu, ABD ve NATO’nun bölgesel planlarının uygulayıcısı olduğu veya Yeni Osmanlıcılık hayalleri sanki bilinmeyen bir şeymişcesine İran’daki bazı sitelerde yayınlanan yorumları kaynak göstermesi kendi adına üzülecek bir durumdur. Sanki İran hükümeti ve halkı Türkiye hükümetinin Batı blokunun bir müttefiki olduğunu bilmiyormuş da falanca internet sitesi böyle şeyler yazmakla güya İran ve Arap halklarını Türkiye’ye karşı tahrik ediyormuş! Veya “1911 ila 1923 yılları arasında kaybettiğimiz toprakları 2011 ila 2023 yılları arasında yeniden kazanacağız (veya kardeşlerimizle yeniden kucaklaşacağız)” sözünü Ahmed Davutoğlu dememiş de İran’lı falanca sitedeki haber editörü icat etmiş gibi muhatapları aptal yerine koyup demagojiler yapmak kendisi adına üzücüdür.

Nasıl olsa uzun süre İran’da yaşamış olarak bu ülkeyi tanıyor düşüncesindeki muhataplarının bu zaafından yararlanan kıdemli yazarımız, sanki İran’da Muhsin Rızai’den ve yakın olduğu internet sitesinden başka kaynak ve görüş sahibi yokmuş gibi hemen her yazısında aynı kişi ve siteden aktarmalar yapmakta ve dünyada herkesçe bilinen gerçekleri İranlılar tarafından uydurulmuş gibi göstermeye çalışmaktadır.

Bu son grupta bulunanların başvurduğu hilelerden biri de İmam Ali’nin(as) buyurduğu üzere hak sözle batılı murat etmeleridir. Hakkı tanımadan haklıyı tespit eden kalemşörlerimiz, İmam Hüseyn’den, Hz. Zeynep’ten dem vurup mazlumdan yana olduklarını söylerken bu iki eşsiz şahsiyetin mücadele ilke ve yöntemlerinden bir zerre nasiplenmemişlerdir. Bilmiyorlar ki, İmam Hüseyin’in, Hz. Zeyneb’in mücadele çizgisinde terör yoktur, masum insanları öldürmek yoktur, hedefe varmak için Allah’ın düşmanlarıyla işbirliğine girmek yoktur, iktidarı ele geçirmek için hile ve yalana sarılmak , riyakarlık yoktur.

Kerbela’da İmam Hüseyin ve yaranlarının şehid edilmesi cinayetinden daha büyük cinayetin bu faciaya yıllar öncesinden ortam hazırlayanlar tarafından işlendiği hakikatini idrak edemeyenlerin yüzeyselliği maalesef hala devam etmektedir. Suriye’deki kardeş kavgasına ortam hazırlayanları göremeyen basiretsizler asırlar öncesi nakaratı tekrarlamakta ve iddialarını kanıtlamak için de ne acıdır ki Kerbela’da işlenen cinayetin güya Suriye’de tekrarlandığı gibi sığ görüşlerle kafaları karıştırmaktalar. Suriye Kerbela’sında zulme uğrayanlar bunlara göre herhalde CIA denetiminde Hatay ve Adana’da eğitim alan, Suudi ve Katar petrodolarlarıyla beslenen, İsrail silahlarıyle donatılıp Suriye içine gönderilen ve önemli bir bölümünü El-Kaide’li kan içici teröristlerin oluşturduğu sözde mücahitler(!) oluşturmaktadır. Çünkü Şam sarayında Yezid’in yerinde Beşşar Esad oturduğuna göre muhalifleri de –neuzübillah- İmam Hüseyn’in izleyicileri olsa gerek. Bu çarpık mantıkla kalem oynatanlardan İslam İnkılabı’nın mesajını idrak etmelerini, İnkılap liderlik kadrosunun emperyalistlerin komploları karşısındaki basiretli duruşu anlamasını beklemek safdillik olur herhalde.

Birileri basiretsizlikleri ve ilkesizlikleri dolayısıyla olayları doğru tahlil edemedikleri için kahroluyorsa, bu onların kendi tercihleridir, buna bir diyeceğimiz olmaz. Ama zor anlarda İmam’ının, önderinin görüşünü kendi görüşüne tercih edenleri bastırılmış, susturulmuş kitleler olarak tanımlamak İranlılar gibi siyasal hayatın içinde bulunan bir millete yapılmış büyük bir hakarettir ve uhrevi sorumluluğu vardır kuşkusuz.

Gayri meşru ilişkilerde bulunanı değil de bu ilişkiyi görüp kınayanı suçlayan bu zihniyet, ABD,NATO, İsrail ve gerici Arap krallıkları ve şeyhlikleriyle kırıştıran hükümete toz kondurmadığı gibi Suriye hükümetinin direniş cephesinin önemli bir bölümünü oluşturduğu gerçeğini inkar edecek kadar hayasızlaşmaktadır. Daha birkaç gün önce Hizbullah’ın sadık lideri Seyyid Hasan Nasrullah 2006 savaşında İsrail’i Suriye’nin vermiş olduğu füze ve silahlarla durdurduklarını bütün aleme ilan etmişken Suriye hükümetinin direniş cephesinde olmadığına dair süslü püslü kelimelerle demagoji yapanlara ne denilebilir ki artık? Suriye muhalefetinin önderleri ABD ve müttefiklerinden silah ve para yardımı alabilmek için açık seçik bir şekilde İsrail konusunda görüşlerini resmen ilan etmişken bizim kalemşörlerin kraldan daha kral kesilmelerine pes vallahi demekten başka söz bulamıyoruz.

Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere amacımız Beşşar Esad'a ve Baasçı rejime yasallık ve hakkaniyet kazandırmaktan öte bu rejimi devirmek bahanesiyle planlanan komplo ve entrikalara; akıl tutulmuşluğuna, basiretsizlik ve ilkesizliklere dikkat çekmektir. Hükümetler ve hükümdarların hepsi geçici olduğu için Baasçı rejim de ayakta durabilir veya muhaliflerince yıkılabilir. Önemli olan bu süreçte hangi cephede olursa olsun her bir ferdin kendi kuruntularına değil ilahi ilkelere bağlı kalarak insaftan ayrılmamasıdır. Bu çizgiyi tutturmak ve korumak ise kolay olmayıp ancak ve ancak sadıklarla birlikte olmakla mümkündür, şeytanın dostlarıyla değil...

İlahi! bizi sadıkların yolunda sabit kadem et, onların dostlarından ve yardımcılarından karar kıl!

 

Y. ZİYA T.YILMAZ

 

Cumartesi, 04 Ağustos 2012 04:57

''Davutoğlu en çapsız Dışişleri Bakanı!''

 Kılıçdaroğlu NTV’de gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Kılıçdaroğlu, Suriye’de yaşanan son gelişmeler karşısında “Meclis olağanüstü toplanmalı mı?” şeklindeki soru üzerine, “Eğer parlamento hükümeti sorgulayabilecekse, hükümete soru sorabilecekse yani kendi bağımsız iradesini ortaya koyabilecekse toplanması lazım. Eğer o parlamentonun böyle bir işlevi yoksa ve ya o işlevi kaybolmuşsa o parlamento sorunlu bir parlamento demektir” dedi.

Kılıçdaroğlu, “Siz kaybolduğuna mı inanıyorsunuz?” şeklindeki soruya ise kendilerinin daha önce parlamento açıkken Suriye konusunda TBMM’nin ortak bir deklarasyon yayınlamasını istediklerini, ancak AKP’nin oylarıyla reddedildiğini hatırlatarak, “Parlamentonun Anayasa’da yerini bulan güçler ayrılığı ilkesi çerçevesinde görev yapması lazım. Kuvvetler ayrı mı bu ülkede? Anayasa’da, görünüşte öyle ama fiili durumda var mı? Yok. Eğer parlamento toplanıp hükümete soru sorup hükümet samimi olarak bu soruları yanıtlayacaksa ve bir çözüm üretecekse o çözümün arkasında parlamento duracaksa elbette toplanmalı. Ama bunun için gurupların yeşil ışık yakması, ‘evet, bu parlamento toplanmalı’ diye bütün parlamenterlerin bir araya gelip karar vermesi lazım. Biz çözüm üretecekse toplanmasından yanayız. Hükümetin Suriye politikasını daha bağımsız, daha özgür değerlendirebilecekse, yanlışları ortaya koyabilecekse, bir Dışişleri Bakanının arkasından giden bir hükümetin nasıl açmazlara sürüklendiğini ortaya koyabilecekse o zaman bu parlamento toplanıp hesabını vermeli, hükümet de sormalı. Biz bunu isteriz. Ama yolsuzluk yapan bakanları koruyan bir parlamento daha doğrusu bir AKP grubu, hükümetin yanlışlarını dile getirmekten çok savunan bir AKP grubu olursa parlamento bizim anlamda işlevi yapan bir parlamento olmaz” diye konuştu.

-“DAVUTOĞLU EN ÇAPSIZ DIŞİŞLERİ BAKANIDIR”

Kılıçdaroğlu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kuzey Irak’ta Barzani ile yaptığı görüşmeye ilişkin “Türkiye bu görüşmeden nasıl bir kazanç elde edecek? Türkiye Barzani’ye güvenmeli mi?” şeklindeki soruya, “Türkiye’nin değişik kişilerle gruplarla diyalog kurmasını isteriz. Diyaloga kapalı değiliz. Ama sormamız gereken soru şu, Sayın Barzani bugüne kadar hangi sorunun çözümüne katkı verdi ve nasıl bir başarı gösterdi? Eğer bu soruya hükümetten herhangi bir yetkili, Sayın Davutoğlu da olabilir, ‘şu sorunun çözümüne katkı verdi, terör konusunda şu önemli adımları attı, Türkiye Cumhuriyetine destek verdi, dolayısıyla bu konuda da çözümün anahtarı olabilir’ diye bize bir yanıt vermesi lazım. Bizim gördüğümüz böyle bir tablo yok. Böyle bir tablo yoksa o zaman biz çözümü orada arıyorsak, bana göre başarısızlıktır, çözüm bulamayız” yanıtını verdi.

CHP Lideri, “Dışişleri Bakanına sizden gelen bir eleştiri vardı ve bu küfür olarak nitelendirildi. Dışişleri Bakanı da size ‘küfürbaz’ dedi. Siz küfrettiğinizi düşünüyor musunuz? Sonradan herhangi bir rahatsızlık yaşadınız mı?” şeklindeki soru üzerinde ise, “Ben o zaman bir şey daha söyleyeyim, Sayın Davutoğlu biliyorum kızacak ama Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin bugüne kadar bünyesinde barındırdığı en çapsız Dışişleri Bakanıdır. Çıktığı nokta sıfır sorundu, geldiği nokta herkesle kavgalı olan bir tablo. Bu tabloya baktığımız zaman eğer kendisine biz eleştiri yöneltmeyeceksek görevimizi yapmadığımız anlamına gelir bu. Millet bize anamuhalefet görevini vermiş, yanlış varsa söyleyeceğiz. Hangi konuda Sayın Davutoğlu bir başarının altına imza attı. Suriye konusunda mı, Irak, İran, Malatya Kürecik konusunda mı? Güney Kıbrıs Rum kesiminin Doğu Akdeniz’deki petrol-doğalgaz aramaları konusunda mı? Tümüyle baştan sona başarısızlıktır. Başarısızlıkların altında Davutoğlu’nun imzası vardır.

En son büyük laflar edeyim diye yine çapsızlığını göstermiştir. Geldiğimiz nokta gerçekten son derece dramatiktir. En son Irak’taki yetkililer Kerkük’e Sayın Davutoğlu’nun izin almadan gitmesini bir anlamda eleştirmiştir. Bu noktalar baktığınız zaman, Sayın Davutoğlu’nun yapacağı her hareket, söyleyeceği her söz, ileride Türkiye açısından bir başka ülkenin bize yönelik sözleri, tavırları konusunda gerekçe oluşturmamalıdır. Bu kadar dikkatli davranmalıdır Sayın Davutoğlu ama bu dikkat göstermiyor” diye konuştu. Kılıçdaroğlu, Davutoğlu’nun kendisine yönelik eleştirisini de kabul etmediğini söyledi.

CHP Lideri, Türkiye’nin devlet olarak bu güne kadar dış politikasının milli bir kimlik taşıdığını ancak bu yapının Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturduktan sonra değiştiğini belirtti. Ortadoğu’da bugün devletlerin içişlerine müdahale eden bir dış politika güdüldüğünü ifade eden Kılıçdaroğlu “Sonuçta geldiğimiz noktada Irak’ta da, Suriye’de de, İran’da da pek çok yerde sorun yaratmaya başladı. Bizim dış politikamızı kendi bağımsız irademizle oluşturmak yerine, dışarıdan telkinlere açık bir dış politika oluşturmaya başladık ve kraldan çok kralcı bir düşünceyle yola çıktık. Geldiğimiz noktada ciddi açmazlarımız var. Suriye konusunda da ciddi açmazlarımız var. Uçağımız düşürüldü, niçin düşürüldüğünü biliyoruz da nasıl düşürüldüğünü bilmiyoruz” diye konuştu. Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’nin şu anda Ortadoğu’da ciddi güven kaybına uğrayan ve itibar kaybeden bir ülke konumunda olduğunu ifade ederek, “Bir grup konuşmasında söylemiştim, sıçan geçer yol olur, maalesef o oldu” dedi.

 

BAŞBAKAN O FOTOĞRAFI YORUMLASIN

ABD Başkanı Obama’nın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında elinde tuttuğu beyzbol sopasının dikkat çektiği fotoğrafı da değerlendiren Kılıçdaroğlu, “Bu resim boşuna verilmez, verilmişse bir anlamı vardır. Ondan önce yapılan bir açıklama vardı; ‘Türkiye daha fazla ileri gitme’ diye. Barzani’nin havucuyla, Obama’nın sopası arasına sıkışan bir dış politika güderseniz açmaza sürüklenirsiniz. Geldiğimiz nokta odur. O sopa dostluk belirtisi değildir. Obama yanında çuval da bulundurabilirdi. Biz hiç zaman şunu unutmayız. Bizim askerlerimizin başına çuval geçirildi. Bu bizim milli onurumuzu büyük ölçüde zedelemiştir. Şimdi aynı tablo başka bir versiyonla önümüze koyuluyor.

Görüşme sırasında bir beyzbol sopasının bütün dünyaya gösterilmesi. Bu tablo doğru bir tablo değil. Biz bu tabloyu içimize sindiremiyoruz. Bu sorunun muhatabı Sayın Başbakan’dır. Sayın Başbakan’ın çıkıp bu tabloyu, bu fotoğrafı yorumlamasını bekliyorum. Nasıl yorumlayacak merak ediyorum. Hem dış politikanızı batının egemen güçlerinin çıkarları üzerine inşa edeceksiniz, size ‘ileri gitme’ diyecekler, yeri geldiğinde sopa gösterecekler. Biz bunu içimize sindiremiyoruz” diye konuştu.

-“AKP AYRIŞMAYI KÖRÜKLÜYOR”-

Malatya’da yaşanan Ramazan davulu kavgasının tekrar gündeme getirdiği Alevi-Sünni ayrışması tartışmalarına da değinen Kılıçdaroğlu, yaşanan gerilimleri Başbakan Erdoğan’ın sert söylemlerine bağladı. Başbakan’ın konuşmalarıyla çatışma kültürünü beslediğini savunan Kılıçdaroğlu, “Sayın Başbakan ayrışmayı besleyen cümleler kullanıyor. Bu coğrafya Yunus’un, Hacı Bektaşların, Mevlanaların yetiştiği coğrafyadır. Bu coğrafya barış coğrafyasıdır. Biz imparatorluktan bir miras devraldık. Her etnik kimlikten ve inançtan insanların yaşadığı bir coğrafyadır. Devlet bugüne kadar bunlara hep saygılı oldu ve bunu temel ilke kabul etti. Türk-Kürt, Alevi-Sünni çatışmalarını körüklerseniz ve olayları sürece bırakırsanız bu çatışma kültürünü besler. AKP bu ülkede barışı değil çatışmayı öne çıkaran bir kültürü bir anlamda topluma dayatıyor” ifadelerini kullandı.

 

CUMHURBAŞKANLIĞI KİMSENİN KİŞİSEL MÜLKÜ DEĞİL

Anayasada değişiklik yapıldı. 5+5 esası geldi cumhurbaşkanının görevi ile ilgili. ‘5. yılın sonunda görevi bırakınız, isterseniz ikinci kez aday olunuz’ dedim

Anayasa Mahkemesi karar verdi. Cumhurbaşkanı’nın görev süresinin 7 yıl olduğunu belirledi. Bu kamuoyunda gereksiz tartışmalara yol açar.

Cumhurbaşkanı da görevini yapsın Türkiye cumhuriyeti bir krallık değildir. Başbakan da kendine başka roller üstlenmesin. Cumhurbaşkanlığı makamı kimsenin kişisel mülkü değil. Birbirine ikram edilmez. Jestleşme, halka ve milli iradeye saygısızlık. İkram açısından pazarlık konusu olacak alan değildir.

RASTHABER

 

Cumartesi, 04 Ağustos 2012 04:48

Irak’tan Davutoğlu’na sert tepki!

 Davutoğlu'nun merkezi hükümetten habersiz Kerkük ziyareti Bağdat'ı kızdırdı...

ALİHAN HASANOĞLU | KERKÜK - Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun dünkü Kerkük ziyaretinin sadece Türk gazeteciler için değil Irak hükümeti için de sürpriz olduğu ortaya çıktı. Irak Dışişleri Bakanlığı, Davutoğlu'nun kendilerine haber vermeden yaptığı ziyarete sert tepki gösterdi.

Bakanlığın internet sitesinden yapılan açıklamada, Bağdat'ın bu ziyaretle ilgili bilgilendirilmediği ve bu ziyaret onay vermediği ifade edildi. Açıklamada, "Uluslararası ilişkiler kurallarını ve bir ülkenin milli egemenliğini ihlal etmek Türkiye ya da başka bir ülkeye fayda sağlamaz." ifadelerine yer verildi.

BİLHASSA KERKÜK HALKI İÇİN OLUMSUZ SONUÇLARI OLUR

Türkiye'yi Irak'ın içişlerine karışmakla suçlayan Bağdat yönetimi, 'bu hareketin bazı sonuçları ve iki ülke ilişkilerine olumsuz etkileri olabileceği' uyarısını yaptı. Açıklamada ayrıca bu durumun Irak halkı ve bilhassa Kerkük sakinleri için olumsuz sonuçları olabileceği belirtildi.

Açıklamada ayrıca Bağdat'a haber vermeden Davutoğlu'nun Kerkük ziyaretine imkan tanıyan Bölgesel Kürt Yönetimi'nin tavrının da şaşkınlıkla karşılandığı ifade edildi. Bölgesel yönetimin anayasal yetkilerini aştığı vurgulandı. 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Federal Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani’yle yaptığı görüşmede Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde yönetime el koymasından duyduğu kaygıyı dile getirdi.

Davutoğlu, “Çok kapsamlı görüşmeler yaptık. Suriye başta olmak üzere terörle mücadele konusunda karşılıklı görüş alışverişinde bulunduk” dedi.

Erbil’deki yetkililerle bölgeyle ilgili hem vizyonlarını hem de kaygılarını paylaştıklarını söyleyen Davutoğlu, “Türkiye’nin beklentileri çok açık. Tutumumuz gayet net. Birlikte bazı adımların atılması konusunda belli anlayış birliğimiz var” dedi. Davutoğlu, “Türkiye’nin, Suriye’de Kandilvari bir yapılanma istemiyoruz” mesajının alınıp alınmadığını sorulması üzerine “Tabii, mesajı aldılar” ifadesini kullandı.

‘TUTUKALAYABİLİRİZ’

Rudaw haber ajansının bildirdiğine göre ise Başbakanı Nuri el Maliki'nin partisinin milletvekillerinden el Hasan, Kerkük ziyaretinin önemli bir uluslararası ihlal olduğunu belirterek, “Davutoğlu yasadışı bir yolla Kerkük'e geçmiştir. Kendisini tutuklama hakkına sahibiz. Davutoğlu Irak hükümetinden habersiz ve uluslararası diplomasi yöntemlerinin tümünü ayaklar altına almış durumda” diye konuştu.

El Hasan, “Davutoğlu Irak Hükümetinden habersiz Kerkük’ü ziyaret etti. Bu yüzden Irak hükümetinin Türkiye Dışişleri Bakanı'nı tutuklama hakkı vardır. Irak hükümeti, büyükelçisini Türkiye'den çekmeli. Türkiye'nin Bağdat Büyükelçisi'ne çağrı yapılmalı ve büyükelçi 24 saat içinde Irak'tan çıkmalı” dedi. El Hasan ayrıca “Irak hükümet yetkililerinin Türk yetkililerden habersiz Türkiye’de herhangi bir ile ziyaret hakkı var mı?” diye sordu.

Ziyaret neyin karşılığı?

Davutoğlu’nun Kuzey Irak ziyaretinin esas amacının Suriye’nin Kürt bölgesindeki gelişmeleri görüşmek olduğu kamuoyunda biliniyor. Dün Dışişleri Bakanı’nın Barzani’yle yaptığı görüşmenin ardından ayrıntılı bir açıklama yapılmadı. Ancak Davutoğlu’nun bugün Kerkük’e geçmesi ve bu ziyaretin daha önce basına ve kamuoyuna açıklanmamış olması dikkat çekti.

Irak Kürtleri, Kerkük’ün Kürt kenti olduğunu ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi toprakları içerisinde kaldığını savunuyor. Bağdat ise bu teze şiddetle karşı çıkıyor. Kürtler ve Irak’taki diğer kesimler arasındaki Kerkük ihtilafı yıllardır sürüyor.

Davutoğlu’nun Kerkük ziyaretiyle yaptığı diplomatik jest, Türk tarafının Barzani’yle dün yapılan görüşmeden istediğini aldığını, karşılığında ise Irak’taki ihtilaflar konusunda Kürtlerden yana daha fazla ağırlık koyabileceğini düşündürüyor. Irak yönetiminin tepkisi de bu çerçeve içerisinde anlam kazanıyor.

RAST HABER

 

Yeni Akit’in saldırgan yazarı Mustafa Özcan, Suriye’de mezhebe dayalı temizlik yapıldığını, İran’ın da buna bilerek isteyerek destek olduğunu iddia etti.

 Şii ve İran düşmanı Yeni Akit’in saldırgan yazarı Mustafa Özcan, köşesinde İran’a iftiralar atarak Suriye’deki savaşı bir mezhep savaşıymış gibi göstermeye çalıştı.

Suriye üzerinden İslam Cumhuriyeti nizamını ve devrim liderliğini karalama çabasına giren Yeni Akit ve tayfasının son iftirası Mustafa Özcan’dan geldi.

Yazısında “İran, tarihi boyunca kendisinden olmayana hep kara çalmıştır”, gibi çirkin ifadeler kullanan Özcan, Suriye'de mezhebe dayalı bir temizlik yapıldığını ve İran’ın da buna bilerek isteyerek destek olduğunu iddia etti.

İmam Humeyni’yi de dolaylı yollardan karalamaya çalışan Özcan, “Bugüne kadar İran rejimi baştan beri söylediklerinin tam tersini yapmıştır. Humeyni kitaplarında veliahtlığa ve şahlığa yani kraliyet rejimine karşı çıkmıştır. Arap dünyasında cumhuriyetleri adı konmamış bir biçimde ilk defa kraliyete çeviren Hafız Esat değil midir? Bu siyasi bidatın ilk denemesi de Beşşar'dır. Mübarek, Ali Abdullah Salih ve Kaddafi ona özenmemiş midir? Öyleyse bu kuralı neden Suriye'de tatbik etmiyorlar?” gibi ifadeler kullandı.

Şimdi Şii düşmanı Yeni Akit ve tetikçisi Mustafa Özcan’a sormak gerekiyor

İslam Devrimi önderi Merhum İmam Humeyni’nin İslam Ümmeti’ne kazandırdığı en büyük değerin vahdet olduğunu unutuyorsunuz sanırım.

“Muhammedi İslam” deyimini kullanan İmam Humeyni’nin, bu tanımlama ile mezhebi bir ekseni değil, ümmet kavramına vurgu yaptığını anlayacak kadar akıllısınızdır galiba

İmam Humeyni'nin ‘İslam ülkelerinde kirli eller Şiiler ve Sünniler arasında ihtilaf çıkartıyorlar. Bunlar ne Şii ne de Sünni'dirler. Bunlar emperyalizmin elleridir” sözü ne anlatıyor acaba

“Ne doğu ne batı, sadece İslam'dadır kurtuluş” diyen tek İslam alimi kim olabilir

Şiilerin ve Sünnilerin birbirlerinin inançlarına saygı duymaları gerektiğini sürekli ifade eden Rehber Ali Hamaney’in, “Hz. Muhammed’e (saa) tabi olanların en basitinden yapması gereken eylem, İslam dünyasının düşmanlarına karşı Müslümanların birliğini sağlamaktır” ifadesiyle ne kastedilmek istenmiştir.

Sahi Filistin toplumu ve Hamas Şii miydi? Çünkü buraya en fazla yardımı İran’ın yaptığını bilmeyen yoktur herhalde.

tahahaber

Suriye dışişleri bakanlığı, silahlı gruplara para ve silah yapmakla suçladığı Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı Birleşmiş Milletlere şikayet etti.

 SANA haber ajansının bildirdiğine göre Suriye dışişleri bakanlığı tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne ve BM Genel Sekreterine gönderilen resmi yazıda silahlı grupların özellikle başkent Şam’da ve Halep’te sivillere, kamuya ve özel şahıslara ait binalara saldırdıkları belirtildi.

Silahlı militanların Türkiye’nin sağladığı kolaylıklarla Suriye’ye girdiklerine nüfuz yönünden kalabalık olan semtleri işgal ederek halkı canlı kalkan olarak kullandıklarına değinilen resmi yazıda bütün bu gelişmelerin BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın Cenevre konferansında kabul edilen hususları ve sorunun çözümü için sunduğu 6 maddelik planı uygulamak üzere yeniden girişim başlatmasıyla eş zamanlı yaşandığına dikkat çekildi.

“Ankara, Doha, Riyad, Washington, Londra ve Berlin’den ikiyüzlü açıklamalar gelmektedir. Onlar, başta Şam ve Halep olmak üzere Suriye kentlerine saldıran teröristleri kınamak yerine Suriye yönetimini şiddeti tırmandırmakla suçlamaktadırlar” ifadelerinin yer aldığı yazıda, Suriye’de gerçekleştirilen terör eylemlerine aralarında Arap ülkelerinin de bulunduğu çok sayıda başka ülkeden gelen teröristin bulunduğu vurgulandı.

Suriye dışişleri bakanlığı, gönderdiği resmi yazıda BM Güvenlik Konseyi’nden BM şartı çerçevesinde terörist grupları ve onları destekleyen ülkeleri Suriye’deki terörist saldırılara son vermeye ve 6 maddelik Annan planını desteklemeye çağırmasını istedi.

 İranlı bilim adamlarının Amerika'nın iddia ettiği beton delen güdümlü bombalarına karşı, güdümlü beton ürettiği belirtildi.

İran'ın her türlü bombaya karşı direnebilen güdümlü beton tesisleri hakkında bir yazı yayınlayan Economist, Amerika İran'ın nükleer tesislerine düzenlediği saldırının ertesi sabahı toz duman yatıştığında dünya kamuoyu gözünde komik duruma düşmekten endişe ettiğini yazdı.

Economist, İran yeni bir güdümlü beton ürettiğini, yeni betonun İran'a muhtemel askeri saldırının başarı oranını büyük ölçüde etkilediğini belirtti.

Dergi İran'ın ürettiği bu betonu dünyada var olan hiç bir bomba tahrip edemediğini, İran yapımı yeni betonun dünyada şimdiye kadar üretilen betonlardan dört kat daha fazla dirençli olduğunu vurguladı.