کارگر

کارگر

Perşembe, 27 Temmuz 2017 01:26

İran Düşmanlığı Pompalamaya Devam…

 Sözde İslamcı medyada ikide bir İran düşmanlığıdır pompalanıp – körüklenip duruyor! Neymiş efendim, ABD gizliden gizliye “bal tuzağı” ile İran’a Ortadoğu’da alan açıyormuş.

Günümüz Müslümanlarının en büyük sorunlarından biri basiret ve hikmet yoksunluğu olsa gerek. Hatta bunun da ötesinde “bugünkü Müslümanlarının pek çoğu erişkin ve mümeyyiz değil” desek abartmış olmayız sanırım. Bunu aile yuvası kurmadan tutun sosyal ilişkilere kadar görmemiz mümkün. Hiç kimse üzerine alınmaz ama isteyen üzerine de alınabilir, Aziz Nesin’in bir zamanlar sarf ettiği bir söz vardı, bu sözünden mütevellit ona hak vermemek elde değil. Demek istediğimiz o ki, her şeyden önce biz Müslümanız. Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki: “Müslüman feraset sahibidir, hayata ve olaylara feraset ve hikmetle bakar. Müslümanın ferasetinden korkunuz.” Şu hâlde feraset eksikliğinden kaynaklanan davranışlar yüce dinimiz nezdinde mazeret değildir ve vebali vardır.

Kûr’ân-ı Kerim’de birçok ayet-i kerime biz Müslümanları, “Düşünmez misiniz?” (Yunus:16) “Akletmez misiniz?” (Hûd:51) “Aklınızı kullanmaz mısınız?” (Kasas:60) diye ikazlarda bulunmaktadır. Ayrıca Rabbimiz Yasin Sûresi’nin 62’nci ayetinde olduğu gibi şeytanın düşmanlığı ve ayartması hususunda bizleri kasem ederek şiddetle uyarmaktadır: “And olsun, o sizden pek çok nesli saptırmıştı. Hâlâ akıl erdirmiyor musunuz?” (Yasin:62) Bütün bu uyarı ve ikazlardan sonra ise, “Allah, aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır.” (Yunus:100) diye buyrulmaktadır.

Şeytanın en büyük emeli insanın aklını çelip saptırmaktır. Bunu, insanın akli yeti ve melekelerini kullanmasına engel olmakla başarmaktadır. Cahiliye döneminde nasıl ki, insanlar şeytan tarafından yönlendirilen bir hayatı yaşıyor idiyseler, günümüzde de ne yazık ki, “Müslümanız” deseler de birçokları cahili bir hayat yaşamaktadır. Bundan dolayıdır ki, insanların pek çoğunda basiret ve hikmet yoksunluğu vardır. Bir başka ifadeyle Müslüman diye geçinen ve hatta Müslüman aydın diye bilinen pekçok insan ne yazık ki basiretten yoksun bir hâl içerisindedir. Bu insanların beyanatlarına, TV kanallarına çıkıp yaptıkları konuşmalara veya İslâmî diye geçinen gazetelerdeki köşe yazılarına bakın, akla ziyan tam bir cehalet örneği sergileyebilmektedirler. Konuştukça ve yazdıkça müstekreh bir vargelin içine batmaktadırlar ama ne yazık ki, farkında değiller. Şeytanın adımlarına uymaktadırlar ama bir şeyler bildiklerini sanmaktadırlar. Şeytan büyük ve güçlü görülerek, şeytana teslimiyetçi bir tavır içerisinde yaklaşıp, yaşanan hadisleri şeytanın bir lütfu olarak görmek ne büyük bir basiret eksikliğidir.

Konuyu biraz açacak olursak; son zamanlar bir İran düşmanlığıdır pompalanıp – körüklenip duruyor! Neymiş efendim, ABD gizliden gizliye “bal tuzağı” ile İran’a Ortadoğu’da alan açıyormuş. ABD Afganistan’ı işgal ederek, Şia düşmanı Taliban’ı bertaraf etmiş. Ardından Şia düşmanı Saddam’ı devirerek Irak’ı İran’a altın tepsi içerisinde sunmuş. Vs. vs. Evet, malum zevat tarafından ne yazık ki bu gelişmeler büyük şeytan ABD’nin lütfu olarak görülmektedir. Oysa aynı ABD Saddam zalimine her türlü silah yardımında bulunup 8 yıl boyunca İran’ın şehirlerini bombardumana tabi tutmadı mı? Başta Abadan ve Hürremşehir olmak üzere İran’ın rafine ve sondaj merkezlerini enkaz yığınına dönüştürmedi mi? Bu 8 yıllık savaşta 1,5 milyon dolayında insan öldü. İslâm Devrimi’nin ilk gününden bu yana uygulanan ambargolar İran’ı ekonomik darboğaza sokmadı mı? ABD her yıl milyarlarca dolar bütçe ayırıp İslâm Devrimi huhaliflerine aktarmadı mı? Ki, CİA’nin en yetkili ağızları aleni olarak bu hususu dile getirmektedirler. İran bütün bu kuşatılmışlığına rağmen, zor oyunu bozarmış kabilinden, dar imkanlarıyla askerî teknolojisini ve silah sanayisini geliştirmedi mi? Peki sormak lazım, bütün dünyanın engelleme çabalarına rağmen İran ekonomik olarak kat ettiği bu mesafeye ABD’nin desteği ile mi ulaştı? Yoksa kendi uğraş ve çabasıyla mı?

Şu gerçeği bilmiş olalım ki, bugün İran’ın Irak, Lübnan, Yemen ve Suriye’de inisiyatif sahibi olması bölge halklarının güvenliği ve huzuru içindir. ABD menfaati için asla değildir. İran’ın bölge barışı için verdiği çabalar nasıl olur da, ”küstahlık ve pervasızlık” olarak görülebilir? Hatta bu fedakârlıklar ve âlî cenaplık nasıl olur da “dini kaygılardan uzaklaşmak” olarak yorumlanır? Fakat bu işi o kadar ileri boyutlara götürüyorlar ki, adeta istemeyerek, gönülsüz bir şekilde Müslüman olduklarını şu satırlarda dile getiriyorlar: “Araplarla yaptığı savaşı kaybederek İslam dinine geçmeyi bir türlü içine sindirememiş bir ülkedir İran.” Yine İran halkının dinle alay eden bir toplum olduğunu şu satırlarla ifade ediyorlar: “Arkasında namaz kıldıkları imamlarla dalga geçtiği bir halktır İran halkı.” Ayrıca bugün İran halkının çoğu bunlara göre alkolik: “Dindar olmayan halkının içinde bulunduğu umutsuzluk batağı yüzünden alkolik olan bir toplum.” Pes doğrusu. Bakınız biraz daha ileri gidip dünyanın en yoksul ve en gelişmemiş ülkesi olarak tanımlanan İran için ne diyorlar: Altyapı yetersizliği yüzünden meydana gelen salgın hastalıkları Dünya Sağlık Örgütünden saklayan, geçmişin büyüklüğünü sadece hırsıyla yakalayabileceğini sanan bir ülkedir İran.”

Evet, Yeni Söz Gazetesi bunları yazıyor. İran hakkında en acımazsız manşetler Türk medyasında ne yazık ki İslami kesim tarafından atılmaktadır. Yeni Söz Gazetesi ise bu işin öncülüğünü yapıyor. Gazete ve haber portallarına taşıdıkları manşetlerinde bunu görüyoruz. Manşetlerindeki şu çirkinliğe bakar mısınız? “Gerçek olan bu’ İran ‘büyük şeytan’ olma yolunda.” Diğer bir başlık ise şöyle: “Bir İran emperyalizmi projesi; Şiî hilali gerçek mi oluyor?” Sözüm ona İslâmî kesime ait bir gazete bu! Alenen nefret körüklüyorlar. Daha açık bir ifadeyle ve Türk Ceza Kanunu’nda geçtiği üzere, İran’a karşı halkı kin ve düşmanlığa tahrik ediyorlar. ABD bölgede aleni olarak terör örgütlerine askerî araç gereçler ve silahlar verirken İran ise DEAŞ gibi tekfirci terör örgütlerine karşı savaşmaktadır. Birilerinin dediği gibi bu gelişmeler mi “bal tuzağı”dır? ABD’nin bölgede bir tek isteği var Türkiye ile İran’ı kapıştırmak ve bundan dolayıdır ki, ABD’nin paralı kalemşörleri İran’ı şeytanlaştırma çabası içerisindeler.

Bununla da yetinmiyorlar. Aynı gazete ABD’nin yeni Başkanı Trump’tan beklentisini ise satırlarına şöyle taşıyor: “Trump, Obama’nın kaldırdığı yaptırımları inceliyor.” “ABD’den İran’a: Kabul edilemez, beklemeyeceğiz.” Evet, şu çirkin ve bir o kadar da pespaye tehditleri görüyor musunuz. Bir zamanlar masonik gazeteler İslâmi gelişmeleri kast ederek: “İrtrica hortladı, asker rahatsız.” diye manşetler atıyordu. Şimdi aynısını sözüm ona İslâmî kesime ait gazeteler yapıyor. “Bak İran! Ayağını denk al, ABD rahatsız.” Söz konusu gazete ve haber portalları bütün bu tezvirat ve husumetlerine şu satırları ekliyorlar: “Bugün itibariyle eğer İran’ın başına birşey gelirse İslam dünyasında ona acıyacak kimse kalmamıştır. Yani kurt  (Batı Terör Örgütü) İran’ı sürüden (İslam dünyasından) iyice koparmayı başarmıştır.” Adama sormazlar mı, Batı mezhep üzerinden bu kışkırtıcılığını hummalı bir şekilde yapıyor. Peki sen buna niye alet oluyorsun? Sendeki bu kin, bu İran düşmanlığı neyin nesi? Yok efendim, “Şiî Hilali” imiş! Yok efendim “Pers Hilâli” imiş! Gazete küpüründeki şu ifadelere bakar mısınız? “Pers Hilali hayalini gerçekleştirmek adına terör örgütleriyle işbirliği yapıp Irak, Suriye ve Yemen’i kan gölüne çeviren İran, deniz kuvvetlerini ülke kültürünü yaymak ve mezhepçilik ihraç etmek için kullanıyor.” Sormak lazım, İran’ın bugüne kadar hangi terör örgütleriyle işbirliği yaptığı görülmüştür? Bu nasıl bir tezvirattır böyle. El insaf doğrusu. İçimizdeki beyinsizler bu pespayelikleri sergilerken Batı ile aynı kulvarda at koşturduklarını görmüyorlar mı acaba?

Bu ara Batı’nın çirkin propagandaları o kadar etkili oldu ki, ABD’nin gazına gelen Suud rejimi apar topar bir takım Müslüman ülkelerini arkasına alıp “Sünni NATO’sunu kurmaya koyuldu. Gazeteler de açık açık, “İran’a karşı Sünni Ordu” diye manşetler attılar. ABD’nin 450 milyar dolarlık silah anlaşması Suud’u Sünni dünyanın lideri olarak lanse etmeye yetti. Yine sormak lazım, Suud ne zamandır sapkın Vahhabiliği bırakıp Ehl-i Sünnet vel cemaat oldu? Sadece Şiîleri değil, şefaate inanan Sünni Müslümanları da şirkle itham eden kendisi değil mi? Ama ağababası büyük şeytan ABD isteyince itiraza ne hacet. Çok açık bir şekilde ifade edecek olursak, “Sünni NATO” İslâm dünyasını kan gölüne çevirme amacına matuftur. Irak, Suriye ve Libya’nın tarumar olması yetmezmiş gibi, bütün İslâm dünyasını mahvu perişan etmek istiyorlar. İçimizdeki beyinsizler ise yayın organları vasıtasıyla bu işe çanak tutuyorlar. Onlar ABD gelsin İran’a vursun istiyorlar, ama bilmiyorlar ki, ABD bizi birbirimize kırdırmak istiyor. “Sünni NATO” bunun ön hazırlığıdır. Bakınız, Oğuzhan Asiltürk Trump’ın Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretin asıl amacını nasıl bariz bir şekilde açıklıyor: “Trump savaş açmaya değil, İslâm ülkelerini birbirleriyle savaşmaları için organize etmeye geldi.” Aynen böyle. Ancak şunu da belirtmiş olalım ki, bu şeytanî plânla bi iznillah asla muvaffak olamayacaklar.

Elbette ki, Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti, var olan İran karşıtı kampanyanın ayyuka çıkarıklması amacına matuftur. Trump’ın ziyareti esnasında Kral Salman’ın yaptığı konuşmanın içeriğine baktığımızda bariz bir şekilde İran düşmanlığını görebiliyoruz:: Salman İran’ı hedef aldığı konuşmasına şu sözle başlıyor: “İran rejimi Humeyni’den beri küresel terörizmin bayrağını taşıyor.” Zaten ABD, Siyonizm ve küresel emperyalizmin karşısında olmak terörist olmak için yeterli sebeptir. Bunu ABD adına dile getiren Salman’ın ne haddine. Hemen şunu da ifade etmiş olalım ki, Yeni Söz Gazetesi farkında olmadan Riyad’ta tertiplenen bu toplantı için yaptığı yorumda İran’ı onore etmektedir. Buyrun birlikte okuyalım: “İran hariç neredeyse hemen bütün İslam ülkelerinin efendilerine saygılarını sunmaya gelmiş tebaa gibi hazır bulunduğu bir toplantı resmi karşımıza çıkmıştır maalesef.” Doğru söze ne demeli.

Riyad’teki bu toplantının hangi amaçla yapıldığını Siyonizmin güdümündeki ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Ed Royce şöyle açıklıyor: “İran başta olmak üzere bazı ülkelere HAMAS’a destek verdikleri gerekçesiyle yeni yaptırımlar uygulanması için toplantı yapılmıştır. Ayrıca Royce yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Bu hafta HAMAS’a destek veren kişi ve ülkelerin bunların başında İran’ın Amerika’nın yaptırım listesine girmesi amacıyla bir taslak sunmuş olmaktan gurur duyuyoruz. Eğer Amerika İran’ın yönetim şekline gerektiği kadar dikkat etseydi bu gün müttefikimiz olan Yemen hükümetinin yıkılışına şahit olmazdık.” Demek oluyor ki, ABD’nin gafletini İran büyük bir basiret örneği sergileyerek fırsata dönüştürmüş. Veya şöyle de diyebiliriz: İran çok açık bir şekilkde ABD’ye rağmen bölgede bi iznillah inisiyatif kullanmaktadır. ABD’li temsilcinin ağzıyla bunu Yeni Söz gazetesi yazarı da itiraf ediyor aslında. Ne olurdu söz konusu yazar bunu basiretle görebilseydi. Bakınız Royce daha neler söylüyor: “Birlik olmamız durumda bu yaptırımlar uygulanabilir, biz mektup yazarak ve görüşme yaparak ülkeleri uygulamaları karşısında sorumlu tutmaya çalışıyoruz. (“Ülkeleri menfaatlerimiz ve çıkarlarımız doğrultusunda itaat etmeleri için sorumlu tutuyoruz.” dese dah dobra olurdu kanısındayız.) Halkımızın, milli güvenliğimizin ve müttefiklerimizin güvenliği tehlikeye girdiğinde, ciddi kararlar alınmalıdır.” Evet bütün bu mesajlar bölge ülkelerinin ABD’ye itaat ve İran’a karşı duruş amacına matuftur.

ODATV yazarlarından Türker Ertürk Riyad’taki bu toplantı için şu sözleri dile getiriyor: “Yine de bunlar, iyi günlerimiz! Ne yazık ki; halen seyrettiğimiz rotada gitmeye devam edersek, ülkemizi daha da kötü günler bekliyor! Benden söylemesi; çocuklarınızı İran savaşı için göndermek zorunda kalabilirsiniz! Türkiye ile İran’ı kapıştıracak yol taşları döşeniyor, bilesiniz.” Türker Ertürk ayrıca söz konusu makalesinde şu sözlere de yer veriyor: “Bölgede yapılmak istenen; İran’a karşı, Sünni-Arap-Türk-Kürt-İsrail cephesi kurmaktır. Trump’ın ilk yurtdışı gezisinin Suudi Arabistan ve bilahare İsrail’e yapılmasını, 450 milyar dolarlık silah satış anlaşmalarını,… daha önce Erdoğan ile Hulusi Akar’ın beraberce yaptıkları Riyad ziyaretini ve Suudi Arabistan liderliğinde ve Türkiye dahil olmak üzere 34 Müslüman ülkenin katılımı ile kurulan Sünni İttifakını böyle okumak lazım. ABD Temsilciler Meclisi’nin 16 Kasım 2016’da, Senatosunun ise 2 Aralık 2016’da “İran Yaptırımlar Yasası”nı 10 yıl daha uzatmasını, bu bağlamda değerlendirmek lazımdır.”

Türker Ertürk olayı Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilintilendirip bir başka zaviyeden şöyle yorumlayıp noktayı koyuyor: “İşte Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki operasyonlar, bugünler için yapıldı. Bu hukuk görünümlü operasyonlar yapılmasaydı, Türkiye, emperyalizmin Libya ve Suriye’deki vekalet savaşlarının ateşine odun taşımazdı. Yapılmasaydı, Türkiye emperyalist bakış açısı ile “iti ite kırdırmak” olarak planlanan ve İran’a karşı kurulan Suudi liderliğindeki Sünni Şer Cephesi’ne dahil olmazdı!” Satırlarımızı hitama erdirirken biz de diyor ve umuyoruz ki Türkiye, ABD’nin yönlendirdiği Suud rejiminin bu şer ittifakına alet ve payanda olmayacaktır inşallah. Bunun için yazımızın başında belirttiğimiz basirete ve hikmete ihtiyaç vardır. Aksi takdirde söz konusu ettiğimiz uyarı niteliğindeki ayetler Ankara’daki siyasileri ve söz konusu ettiğimiz yazar müsveddelerini de kapsamına almaktadır. İki kesim de sözüm ona topluma yön vermektedir. Bu nedenle bunların vebali de büyüktür.

Müslümansak gereğince amel etmeliyiz. Ümmetin vahdeti ve insicamı için her şeyden önce basiret ve hikmeti kuşanıp aklı selimce hareket etmeliyiz. Küresel emperyalizm bizi bize kırdırmak istiyor. Bu konuda da çok açık ve netler. Yani niyetlerini gizleme ihtiyacı da hissetmiyorlar. Şu hâlde bunlara ödün vermemeliyiz. İç sorunlarımızı müzakere ve diyalog yolu ile çözümlemeye çabalamalıyız. Husumetle, tezviratlarla bir yere varamayız. Rabbimiz, “Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz.” (Enbiya:92) diyorsa bizim başka bir seçeneğimiz ve alternatifimiz yoktur. “Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal:46)

Sonuç olarak şunu da belirtmiş olalım ki, bu ülkede yıllardan beri İran düşmanlığını körükleyen FETÖ terör örgütü olmuştur. Her kim bu bağlamda paralelcilerle aynı kulvarda at koşturuyorsa, bilinsin ki o kişi paralelcidir ve vatan hainidir. Bu toprakların ve tüm İslâm coğrafyasının barış yurdu olmasını istiyorsak paralelcilere özgü tutum ve davranışlardan, ümmet içerisinde fitne kazanını kaynatmaktan şiddetle kaçınmalıyız ve öylelerine ödün ve pirim vermemeliyiz. Öylelerine itibar etmemeliyiz.. Ötekileştirici ve dışlayıcı yaklaşımlardan, faşizan eğilimlerden, etno santrik duygulardan ve mezhep taassubundan şiddetle uzak durmalıyız. Basiretli ve hikmetli olmamız bunları gerektirmektedir. Şunu da belirtmiş olalım ki, basiret yoksunluğu nifakın kuluçka hâlidir. Rabbim bizlere basiret ve hikmet versin.

Perşembe, 27 Temmuz 2017 01:23

ABD hem DEAŞ'a hem de PKK'ya silah veriyor

Şırnak'ta öldürülen teröristin ABD yapımı M-4 piyade tüfeği, 2014 yılında DEAŞ'a dağıtılan silahlarla aynı kafilede olduğu tespit edildi.
 
Helikopterlerin de destek verdiği Şehit Piyade Yüzbaşı Nuri Şener Operasyonu’nda sahada yapılan aramalarda ise bir adet M16A4 piyade tüfeği, bir adet Dragunov keskin nişancı tüfeği, dört adet Kalaşnikof piyade tüfeği, 400 adet fişek, 15 adet el yapımı patlayıcı, 11 adet el bombası, bir adet gece görüş dürbünü ve dört adet telsiz ele geçirildi.

TSK PAYLAŞTI
Özel kuvvet silahı Genelkurmay tarafından operasyonla ilgili bilgi paylaşımı yapılırken, ele geçirilen ABD yapımı M16A4 piyade tüfeği dikkat çekti.

 

DEAŞ'LI TERÖRİSTİN SİLAHI DA AYNI KAFİLEDEN
PKK’lılardan ele geçirilen bu silah 2014 yılında da basına konu olmuştu. 14 Ağustos 2014 tarihinde İngiliz Daily Mail gazetesi Kanada’lı DEAŞ’lı terörist ‘Abu Turaab Al Kanadi’ hakkında bir haber yayımladı. Al Kanadi’nin twitter hesabında paylaştığı fotoğraflar habere konu olmuştu.

Çünkü bu fotoğraflarda Amerikan ordusuna ait silah ve ekipmanlar bulunuyordu. Habere göre Al Kanadi bu fotoğrafların altına ise ‘Daha vereceğin bir şey yok mu Obama?’ notunu da yazmıştı. 

DEAŞ'lı teröristin paylaştığı fotoğraflar arasında Beytüşşebab’ta bulunan M16A4 piyade tüfeği de bulunuyordu. Bu silahın üzerinde ise yine ‘Amerikan devletine aittir’ yazısı yazarken kafile ve seri numarası dikkat çekiyor. “10052751”

'AYNI BÖLGEYE VERİLMİŞ SİLAHLAR'
İki tüfeğin seri numarası karşılaştırıldığında aynı kafileye ait olduğu ortaya çıkıyor. Aradaki fark ise sadece 792.

Güvenlik uzmanı Abdullah Ağar ortaya çıkan tabloyu şöyle değerlendiriyor: “PKK’nın elinde çıkan silah ile DEAŞ’lı teröristin paylaştığı silah aynı. İkisi de Amerikan özel kuvvetleri başta olmak üzere birçok özel kuvvetin tercih ettiği piyade tüfeği. Bu özel ve etkili bir tüfek. Ancak burada dikkat çeken nokta tüfeklerin aynı kafileden olması. Üretim dönemleri aynı ve aynı bölgeye verilmiş silah. Numara bize bunu söylüyor. Tabloya baktığımızda ABD sahada sobelendi diyebiliriz. Bundan sonrasını yani bu silahın DEAŞ’ın ve PKK’nın eline nasıl geçtiğini ABD açıklayacak.”

Mescid-i Aksa'nın Aslanlı (Esbat) kapısında kılınan yatsı namazının ardından harekete geçen polis, cemaate ses bombası, plastik mermi ve göz yaşartıcı gazla müdahale etti. Filistin Kızılayı müdahale esnasında 13 Filistinlinin yaralandığını belirtti.

Görgü tanıkları, polisin gazetecileri işlerini yapmaktan alıkoyduğunu ve bir foto muhabirini darbettikten sonra gözaltına aldığını belirtti. Polisin ayrıca ambulansla hastaneye götürülen bir yaralıyı da gözaltına aldığı kaydedildi.

İsrail polisi, 14 Temmuz Cuma günü Mescid-i Aksa'da silahlı saldırıda bulunduğunu iddia ettiği 3 Filistinliyi öldürmüş, olayda yaralanan 2 İsrail polisi ise kaldırıldıkları hastanede hayatını kaybetmişti. Olayın ardından Mescid-i Aksa'yı ibadete kapatan İsrail güçleri, Harem-i Şerif'in iki kapısını 16 Temmuz Pazar günü açmış, ancak kapılara elektronik metal arama dedektörleri yerleştirmişti. 

İsrail Güvenlik Kabinesinin dün gece saatlerinde verdiği karar üzerine Mescid-i Aksa'nın kapılarındaki dedektör ve kameralar sökülerek kaldırılmıştı.

Sabah saatlerinde bir araya gelen Kudüslü alimler, Harem-i Şerif'e "girip girmeme" konusundaki kararını açıklamadan önce Kudüs İslami Vakıflar Dairesinden rapor istedi.

Toplantının ardından yapılan yazılı açıklamada, "Kudüslü alimler, saldırılar sonucu mübarek Mescid-i Aksa'ya verilen zararların tespit edilmesi ve giderilmesi için Kudüs İslami Vakıflar Dairesine, Harem-i Şerif'in iç ve dış kısmıyla ilgili bir ön rapor hazırlama görevi verdi." denildi.

Dışişleri’nden İsrail’in Küstah Sözlerine Tepki: Haddini Bilmez


Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Müftüoğlu, işgalci İsrail’in ” ​Osmanlı İmparatorluğu günleri geride kalmıştır. Kudüs geçmişte de Yahudi halkının başkenti olmuştur” şeklindeki açıklaması için “Haddini bilmez açıklamayı kınıyoruz” dedi. Müftüoğlu, İsrail’i bir an önce aklıselime dönerek Mescid-i Aksa’daki ibadet özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmaya çağırdı.
 
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Müftüoğlu, İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü’nün Türkiye ile ilgili ifadeleri hakkındaki bir soruya cevaben açıklama yaptı.

“İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü tarafından yapılan haddini bilmez açıklamayı kınıyoruz” diyen Müftüoğlu, “Osmanlı döneminde Filistin’de farklı dinlere ve mezheplere mensup cemaatler yüzyıllarca barış içinde birlikte yaşamış ve ibadetlerini özgürce yerine getirmiştir. Bu bağlamda, Osmanlı döneminde sergilenen benzersiz hoşgörüyü en iyi Musevilerin bilmesi ve takdir etmesi beklenir. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti’nde Musevilerin inanç ve ibadet özgürlükleri devletimizin güvencesi altındadır” ifadelerini kullandı.

İSRAİL İŞGALİ 50. YILINI DOLDURMUŞKEN…
Müslümanlar için en kutsal üçüncü mekan olan bütün Mescid-i Aksa’nın, İslam aleminin en öncelikli konularının başında yer aldığını kaydeden Müftüoğlu, “Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’de süregiden İsrail işgali 50. yılını doldurmuşken Doğu Kudüs’ün işgal altında olduğu gerçeğini örtbas etmeye çalışmanın bölgede barış ve istikrarın sağlanmasına ve Filistin-İsrail ihtilafının çözülmesine faydası olmayacağı açıktır. İsrail’e düşen sorumluluk, bir an önce aklıselimi hâkim kılıp, Harem-i Şerif’te statükoya dönmek ve ibadet özgürlüğünün önündeki engelleri tümüyle kaldırmaktır” ifadelerini kullandı.
 
İSRAİL’DEN KÜSTAH SÖZLER: OSMANLI İMPARATORLUĞU GÜNLERİ GERİDE KALDI
 
İsrail Dışişleri Bakanlığı, sert ifadelerin yer aldığı bir açıklama yayımlamış, “Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın parti üyelerinin toplantısındaki ifadeleri saçma, hayali ve çarpıtılmıştır. Kendi ülkesinin zor sorunları ile ilgilenmesi çok daha akıllıca olurdu. ​Osmanlı İmparatorluğu günleri geride kalmıştır. Kudüs geçmişte de Yahudi halkının başkenti olmuştur, halihazırda başkentidir ve gelecekte de öyle olacaktır. Hükümeti geçmişe nazaran güvenliğe, özgürlüğe, inanç serbestisine ve bütün azınlık haklarına saygılıdır. Camdan bir sarayda yaşayanların başkalarına taş atmamaları gerekir” açıklaması yapmıştı.

İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Caferi, “ABD, Devrim Muhafızları’na karşı yaptırım uygularsa İran’ın etrafındaki üslerini 1000 km’e kadar kapatması gerekecek” dedi.

İran Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, Meşhed kentinde yaptığı konuşmada, ABD’yi çok sert bir şekilde uyardı.

İran’ın füze gücünün müzakere edilecek bir konu olmadığını belirten Tümgeneral Caferi, füze teknolojisi konusunda günbegün daha büyük başarılara ulaşıldığını ifade etti.

Devrim Muhafızları Komutanı, İran füze programının savunma amaçlı olduğunu kaydederek, “Teröristlere (DEAŞ’ın Deyr ez Zor’daki mevzileri) karşı gerçekleştirilen operasyonda fırlatılan füzeler ülkeden kilometrelerce uzaktaki hedefi tam istabetle vurdu. Bu füzeler daha da geliştiriliyor” ifadelerini kullandı.

Tümgeneral Caferi, “ABD, Devrim Muhafızları’na karşı yaptırım uygularsa İran’ın etrafındaki üslerini 1000 km’e kadar kapatması gerekecek. Bu gibi yanlış bir eylem ABD için çok pahalıya mal olacaktır” diye uyarıda bulundu.

Cumartesi, 22 Temmuz 2017 01:03

Din Ve Doğruluk

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem): “Doğruluktan ayrılmayın. Şüphesiz ki doğruluk cennet kapılarından bir kapıdır.” (Tarih-i Bağdad, 11/82)
 
   İmam Ali (aleyhisselam): “Doğruluk her ne kadar kendisinden korksan da seni kurtarır ve yalan her ne kadar kendisinden güvende de olsan seni yok eder.” (Gurer’ul Hikem, 1118,1119)

   Doğruluk ve dürüstlük her şeyin esasıdır. Din, ahlak ve ibadetinde esası doğruluktur. Toplum yargılarında bile sevilmenin, önemsenmenin, kaliteli bilinmenin esası yine doğruluktur.  Allah’u Teâla da ibadetleri, yapılanları, yazılanları, konuşulanları kişilerin doğruluk esasına göre değerlendirir. Kişinin kendisi doğru değilse yaptıkları (zahirde) güzel ise veya kişinin kendisi doğru ise yaptıkları çirkin ise; her ikisi de İlahi nazarda reddedilmiştir. Zira İslam’da hem hüsnü faili ve hem de hüsnü fiili önemsenmiştir. Faili güzel kılan güzel niyettir. Niyet güzel oldu mu fiilde güzel olmalıdır. Fail ve fiil güzel oldu mu fail doğrudur ve fiilde dürüsttür demektir. Fail ve fiil güzel olmadı mı yani kişi doğru ameli dürüst olmadı mı İlahi nazarda reddedilir. Böyleleri Enbiya, Ehlibeyt, Evliya, Salihler ve müminler tarafından da reddedilmiştir. Ancak kendilerini mümin, salih, erdemli görenler reddetme kavramının içinde olmazlar ise kendilerini mümin, salih v e erdemli görmeleri bir avuntudan öteye geçmez. Yani olduğun gibi görünmek veya göründüğün gibi olmak çok önemlidir.

   Bu menfi karakterleri tarihte ve günümüzde çok görmek mümkündür. Hz. Ali’nin (aleyhisselam) katili yakalandığında, ona; senin dilini keseceğiz dediklerinde, çok şaşırtıcı şöyle bir cevap vermiştir; dilimi kesmeyin de, hiç olmazsa ölünceye kadar Allah’a zikredebileyim. Evet, burada görünürde Allah’a zikreden ve Allah zikrini dilinden düşürmeyen bir karakter var ama kötü bir karakter! Yani kötü fail ve kötü failden çok mu çok kötü fiil. Bundan dolayı her insan faillere ve fiillere çok dikkat etmelidir.

   Bütün ilahi metinler, semavi kitaplar, Peygamberler,  Ehlibeyt imamları, veliler doğruluk ve dürüstlüğün dolayısıyla güzel ahlakın din de olmazsa olmaz olduğunu söylemişlerdir.  Yani Müslüman ahlaksız olmaz. Uydurulan ve egoların şekillendirdiği din bunun aksini iddia ediyor. Uydurulan ve egoların şekillendirdiği dine göre, Müslümanlık namazsız olmaz, oruçsuz olmaz, hacsız olmaz ama ahlaksız olur. Zira bugün İslami dindar görünümlü toplumlarda (zahirde) namaz, oruç, cami ve diğer ibadetlerin ehli olup eliyle, diliyle, davranışlarıyla, yaklaşımlarıyla ahlaksızlık yapanları görmek mümkündür.

   İnsan zaaflar neticesinde ahlaksız olmaz. Zira zaaflar insanı hatalı yapar, kabahatli yapmaz ve hata neticesinde insan günahlara bulaşır. Hatalar özür ve af dilemekle tamir edilir, günahlar ise tevbe neticesinde Allah tarafından bağışlanır.  İnsanın hata yapması bir zaafın ürünüdür ve bu ürün neticesinde insan sürçmelere kapılır. Ancak kötü ahlak, çirkin karakter içsel kokuşmuşluktur, kötü niyettir ve içsel bir çürümedir. Bu içsel çürüme neticesinde insan doğru gibi görüntü vermeye çalışsa da doğru şeyler yapamaz ve bir kabahatli işten bir diğerine sıçrar. Bu kavram devletler için de geçerlidir.

   Bugün genelde Müslüman toplumlar akıl almaz bir şekilde ahlaki erozyon yaşamaktadırlar. Allah bizleri doğru ve güzel işlere emretmesine, doğruyu ve güzeli yapanlara mükâfatların verileceğini vadetmesine rağmen bazıları adeta emredilenin yalancılık, dolandırıcılık, gıybet, iftira, şer, bühtan, riyakârlık, gösteriş, düzenbazlık olduğunu ve bunlarda mükâfatların olduğunu varsayarcasına bu şeytani fiillerle yatar/kalkar olmuşlardır. Bireysel bazda bu yapılanları yer yer bazı devletler bile bugün yapmaktadırlar.

   Bugün İslam coğrafyasında dünyanın gözleri önünde yapılan savaşlar, katliamlar, göçler, canlı canlı insan yakmalar, insan başı kesmeler, tarihi mirasları yok etmeler, saygın ve seçkin insanların mezarlarını tahrip etmeler, yalanlar, talanlar, iftiralar, hırsızlıklar, çapulculuklar, cinayetler, kadına şiddetler, kadın ticaretleri, çocuk sömürüleri, çocuk kıyımları, yağmalar, patlatılan bombalar, esrar, uyuşturucu, eroin yaygınlığı, vahşilik ve barbarlıkların bir bölümünün arkasında uydurulan dine göre hayatlarını şekillendiren sahte dindarlar ve böylelerine hizmet edenler ve bunları yönlendiren emperyalizm vardır.

   Müslümanların çok mu çok dikkat etmeleri gerekir. Zira bu suçlar ve cürümler basit ve sıradan denilecek ve Allah ile insan arasında olan günahlar, sürçmeler türünden değillerdir. Bunlar çok büyük olan insanlık suçlarıdır. Failleri Allah ile savaş halindedirler. Susanlar da Allah ile savaş halinde olanların saflarında olmuş olurlar. Onun için her Müslüman sorunluluk bilinci ile marufa emri, münkerden nehyi yapmalı ve safını doğrulardan yana belirlemelidir. Aksi takdirde Müslümanlar olarak herkes ve hatta dünyamız zarar görür. Bugün tüm insanlığın en önemli sorunu ve sıkıntısı budur. Özelde Müslümanlar ve genelde İnsanlık bu sorunu ortadan kaldırıp etkisiz kılmadıkça, huzur yüzü göremez.

Selam ve Dua ile…

Mehdi AKSU

Müslümanların, Orta Çağ’ın bitimi ve Reformasyon dönemi ile birlikte batıda başlayan “Madde-İnsan” eksenli yeni hayatıyla yaşadığı sorunlar aslında bugünün temellerini atmıştı.

Yani İslam anlayışında dünya düzeni iki temel üzerine kuruludur “dünya ile birlikte ahiret inancı”. Bu ikisi arasında sağlam ve devamlılığı gerektiren dengeler ne yazık ki Müslüman devletlerin siyasi çekişmeleri ve ahreti kullanarak otoriteyi sağlama düşüncesi bilim, sosyal hayat, teknoloji, gelişim ve insana bu dünyada istediği refah anlayışını arka plana attı.

(Tabi üstteki kullandığımız “dünya ile birlikte ahiret inancı” bireysel olarak mümkün ve kolay gibi görünse de topluma yansıyan yönünde devletin ve hakimiyetin rolü etkileyici ve belirleyicidir.)

Batı “Mavera”yı bir kenara atarak seçimini yaptı ve tamamen maddeye yönelik ama dinin de piyon olarak kullanıldığı sistemle zaten kiliseden bıkan toplumlara yeni bir hayat nefesi aşıladı. Bunu kendinde sınırlı tutmayan batı, tüm dünyaya özellikle doğuda hakim olan ve batıyı da sürekli tehdit eder görünen İslam topraklarında bu düşünceyi empoze etmeye çalıştı.

İşin bu tarafından bakarsak İslam toprakları da buna ne yazık ki müsait bir hale gelmişti. Zira din olgusunu sadece devletin devamını sağlayacak güç olarak gören ve kendi kendini seçen “Allah’ın yeryüzündeki halifesi” unvanıyla insanın maddi-manevi ihtiyaçlarını karşılama cesaretini gösteren liderler, bir anlamda kendi içinde de bir çekişmeye girmiş durumdaydılar.

İşte burada esas ve asalet, dinin yalın haliyle insanlara sunulması, egemenliği dinin gerektirdiği şekilde yorumlanması ve toplumun her anlamda gelişmesini sağlama anlayışının dışına çıkıldı.

Özellikle son yüzyılda Afrika’nın en batısından tutun da doğuda Hindistan topraklarına kadar uzanan coğrafyada yaşanan olaylar düşünen insanların şu sonuçlara ulaşmasını rahatlıkla sağlayabilir:

·         Dini kendine göre yorumlama ve bunun siyasete yansıtılması

·         Güç ve hakimiyet uğruna kısa vadeli siyasetler ve düşünceyi sınırlandırma

·         Teknoloji ve tecrübi bilimleri İslam dışı görme ve cephe alma

·         Kendisi dışındakini gayri Müslim ilan ederek mücadeleye girme

·         Bu mücadelelerde batıdan medet umma ve kendini kurtarma adına sinsi materyalist düzenlere boyun eğme

İşte bu sonuçlar bugün başta Filistin olmak üzere Bahreyn, Yemen, Suriye, Irak, Afganistan, Keşmir, Myanmar, Eritre, Somali, Nijerya ve daha nice illerde batının Müslümanları maşa olarak birbirlerine karşı kullanması için hazır bir sofra ve ortam oluşturmasını sağladı.

İslam dünyası bugünkü haliyle istese de buna karşı bir tepki ve karşılık verecek durumda değil. Zira ne tam anlamıyla “madde-insan” eksenli bir tutum sergiliyor ne de “dünya ile birlikte ahiret inancı” anlayışını tam olarak benimsemiş durumda.

Bu ikisinin arasında sürekli git-geller yaşıyor.

Bu nedenle de akan Müslüman kanının, sönen hayatların, kaybolan nesillerin bir önemi kalmıyor artık.

Ne diyelim…

Basiret ve kararlılığın zihinlerimizde doğru anlaşılması ve uygulanması ümidiyle!!!

Nükleer Anlaşma Ortak Komsiyonu’nun 8. oturumu, İran ve 5+1 ülkelerinden gelen heyetler ve AB temsilcisinin katılımıyla Avusturya’nın başkenti Viyana’da başladı.

Nükleer Anlaşma Ortak Komsiyonu’nun 8. oturumu, İran ve 5+1 ülkelerinden gelen heyetler ve AB temsilcisinin katılımıyla AB Dış Politikalar Sorumlusu Mogherini’nin Yardımcısı Helga Schmid’in başkanlığında bugün Avusturya’nın başkenti Viyana’da başladı.

İran heyetine öncülük eden İran Dışişleri Bakan Yardımcıları Seyyid Abbas Irakçi ve Mecit Taht Revançi, bu toplantıda 5+1 ülkeleriyle nükleer anlaşmanın uygulanma tarzını görüştü. ABD’nin bu yönde defalarca gerçekleştirdiği yükümsüzlükleri, konuşulan başlıca konular arasındaydı.

Irakçı bu konuyla ilgili, “Maalesef ABD’nin vaatlarını yerine getirmesinin ardından yeni yaptırımları gündeme getirmeye çalışması birer alışkanlık haline geldi, fakat bu girişimler anlaşma sonrası oluşan olumlu ortama zarar veriyor. Bunlara karşı anlaşma çerçevesinde kendimizi savunmaya hazırız” ifadelerinde bulundu.

İsrail’in 50 yaşından küçüklerin cuma namazı için Doğu Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya girmesini yasaklamasının ardından güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çatışmalar yaşandı. İsrail polisi Aksa dışında kurulan kontrol noktası önünde namaz kılan göstericilere gözyaşartıcı gazla müdahale etti.


Haaretz’in aktardığına göre Mescid-i Aksa çevresinde kurulan kontrol noktasında göstericilerle İsrail polisi arasında cuma namazı bitmek üzereyken çatışma çıktı. 

İsrail polisi Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu etrafı surlarla çevrili Doğu Kudüs’ün Eski Şehir bölgesine açılan kapıları barikatlarla kapatmıştı.

4 EYLEMCİ YARALANDI

Haaretz’in geçtiği bilgilere göre, Aksa dışında kılınan cuma namazının bitmesine kısa bir süre kala genç Filistinliler Zeytin Dağı ile Aslanlı Kapı arasındaki köprüde bulunan polise taş attı.

İsrail polisi de eylemcilere göz yaşartıcı gaz ve sersemletici bomba ile müdahale etti.

 
Polisin Wadi Joz mahallesine girerek bazı göstericileri gözaltına aldığı da açıklandı.

Haaretz çatışmalarda 4 Filistinli eylemcinin de yaralandığını açıkladı.

Doğu Kudüs’te bulunan Ras el-Amud mahallesinde çıkan çatışmalarda, İsrailli bir yerleşimci, Filistini bir genci silahla öldürdü.

 
Müslümanlar, Aksa’ya girişlerinin kısıtlanması sonrası barikatların önünde namaz kıldı


NE OLMUŞTU?

İsrail güvenlik kabinesi sabah saatlerinde Mescid-i Aksa’nın da içinde bulunduğu Harem-i Şerif’in kapılarına yerleştirdiği elektronik metal arama detektörlerinden vazgeçmeyeceğini duyurmuştu.

İsrail polisi, 14 Temmuz Cuma günü sabah saatlerinde Mescid-i Aksa’da silahlı saldırıda bulunan 3 Filistinliyi öldürmüş, olayda yaralanan 2 İsrail polisinin ise kaldırıldıkları hastanede öldüğünü açıklamıştı.

Olayın ardından Mescid-i Aksa’yı ibadete kapatan İsrail güçleri, Harem-i Şerif’in iki kapısını pazar günü açmış, ancak kapılara metal arama dedektörleri yerleştirmişti.

İran Kara Kuvvetleri Komutanlığı Hamza Seyyid-i Şüheda (a.s) Karargâhı tarafından bildiri yayımlanarak ülkenin kuzeybatısında bir terörist grubun karargah tarafından etkisiz hale getirildiği açıklandı.


İran Kara Kuvvetleri Komutanlığı Hamza Seyyid-i Şüheda (a.s) Karargâhı halkla ilişkiler bölümü tarafından yayımlanan bildiride şu ifadelere yer verildi: Geçtiğimiz akşam (20 Temmuz) ülkenin kuzeybatısında sınırın sıfır noktasında eylem yapmayı planlayan dünya emperyalizminden yabancı casusluk bürolarına bağlı bir grup terörist Kara Kuvvetleri Komutanlığı Hamza Seyyid-i Şüheda (a.s) Karargâhı birliklerinin dikkati ve ciddiyeti neticesinde, teröristler ile askerler arasında yaşanan şiddetli çatışma sonucu, etkisiz hale getirildi. 

Bildiride ayrıca şu bilgilere yer verildi: Çatışmalarda 3 terörist öldürüldü, 4 terörist yaralandı ve bir terörist de canlı ele geçirildi, geriye kalan diğer teröristler ise sınır yoluyla kaçtı.

Bildiriye göre, çatışmada İran Devrim Muhafızları Komutanlığı Hamza Seyyid-i Şüheda (a.s) birliklerinin cesur komutanlarından olan Binbaşı Yasin Kanberi şehadet şerbetini içti ve İslam Mücahitlerinden biri de yaralandı. 

Bildiride ayrıca şu vurguda bulunuldu: İran halkının Kara Kuvvetlerinde ve ordunun diğer askeri, istihbarat ve güvenlik birimlerinde görev yapan evlatları sömürgeci güçlerin ve bölge güçlerinin ülkeye girmesine izin vermeyecektir ve İslam İnkılabının güvenliğini ve huzurunu tehdit edecek her türlü adıma katı bir şekilde cevap verecektir.

İran Dışişleri Bakanı Zarif, CNN'e verdiği röportajda ABD'nin nükleer anlaşmanın metni ve ruhuna uygun davranmadığını ifade etti.

BM Üst Düzey Forumu için ABD’nin New York kentinde bulunan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, CNN’e konuştu.

İran’ın nükleer müzakereler sürecinde ve ondan önce bile defalarca nükleer silah peşinde olmadığını belirttiğini hatırlatan Zarif, Trump’ın G20 zirvesinde diğer ülkelerin liderlerinden İran’la işbirliği yapmamalarını istemesinin de nükleer anlaşmanın menti ve ruhuna uygun olmadığını söyledi.

İran Dışişleri Bakanı, “Tarih apaçık ortadadır. İran kimyasal silahların mağduru olmasına rağmen hiçbir zaman bu tür silahları kullanmadı. Çünkü kimyasal silahlar ideolojimize aykırı olmakla birlikte güvenliğimizi koruyacabilecek bir unsur olarak da görünmemektedir” ifadelerini kullandı.

 “Her zaman net bir dış politika yürüten İran, terörizm ve aşırıcılığa karşı büyük bir mücadele sürdürmüş, hatta bu konuda Afganistan, Irak ve Suriye gibi ülkelere de yardım etmiştir” diyen Zarif, Trump’ın Suudi Arabistan’dan yana bir tavır sergilemesine de değinerek, sözlerini şöyle sürdürdü: Bu çok yanlış bir politika. Terörizmin kaynağını hepimiz biliyoruz. İkiz Kuleler’e düzenlenen saldırının arkasında hangi ülkeye mensup vatandaşların da yer aldığını biliyoruzdur. Onlardan hiçbirisi İranlı değildi. 2001 yılından itibaren gerçekleşen terör saldırıları arasında bir İranlının bile parmağı olmadı. Maalesef aşırıcılığa kaynaklık eden Suudi Arabistan, İslam’la hiçbir ilgisi olmayanları bölge ve dünyaya yaydı. DEAŞ, Nusra Cephesi ve El Kaide’ye bir bakınız. Bu örgütlerin İslam’la ilgisi olmadıkları gibi İran’la da hiçbir şekilde bağlantıları yoktur.