
کارگر
35 yıl sonra İslam Cumhuriyeti her zamankinden daha güçlü
Batılı araştırmacıların çoğu, aksiyom olarak, bütün toplumlarda Batılı demokratik sekülarizme doğru kaçınılmaz bir ilerleme olduğunu ileri sürdüler ve dinin önemli bir sosyal ve siyasi faktör olduğunu ya küçümseyip görmezden geldiler ya da reddettiler.
İslam Devrimi'nin zaferinin 35. yıldönümünün kutlu vesilesiyle, İslam Devrimi lideri İmam Seyid Ali Hameney'e, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye, hükümet yetkililerine ve İran İslam Cumhuriyeti'nin bütün yürekli insanlarına tebriklerimi sunmak istiyorum.
ABD liderlerine ve Batılı uzmanlara: Aksi yöndeki uğursuz öngörülerinize rağmen İslam Cumhuriyeti ayakta kaldı; “rejim değişikliği” yönündeki ateşli düşlerinizi bırakmanızın tam zamanı.
Ünlü Amerikalı yazar Mark Twain'i yorumlamak üzere, İslam Cumhuriyeti'nin ölümüne ilişkin raporlar aşırı derecede abartıldı ve Batılı uzmanlar, daha başlamadan İslam Cumhuriyeti'nin ömrünün tamamlandığını öngörmeye başladı.
Ervand Abrahamian şöyle yazar: “1979'un hareketli aylarında – İslam Cumhuriyeti resmen ilan edilmeden önce – pek çok İranlı ve yabancı, akademisyenler ve gazeteciler, katılımcılar ve gözlemciler, muhafazakârlar ve devrimciler, kendilerinden emin bir şekilde onun yıkılışının eli kulağında olduğunu öngörüyordu.”
İran'ın eski Maliye Bakanı Cihangir Amuzigar 1993 yılında, “İran İslam Cumhuriyeti'nin Şubat 1979'daki kuruluşundan bu yana, muhalefetin içinden birilerinin yeni rejimin yakın bir çöküşe doğru ilerlediğini öngörmedikleri tek bir yıl bile olmadı” diye yazmıştı. Ancak 35 yıl boyunca İslam Cumhuriyeti sabırla direndi, İran'ın eli kulağındaki patlamasına ilişkin tüm hayal mahsulü öngörülere, bazıları aşağıda listelenen gülünç iddialara meydan okudu.
1980 – Christian Science Monitor'ün deniz aşırı haber editörü Geoffrey Godsell, “İran, devrimin harcandığı noktaya mı yaklaşıyor?” başlıklı makalesinde, Fransız Devrimi'nin ivmesini kaybedip Napoleon Bonaparte'ın yükselişini gördüğü Temmuz 1794'e gönderme yaparak “İran devriminin ‘Termidor'una mı geliyoruz?” diye sordu.
1981 – New York Times muhabiri John Kifner, “İran'daki şiddetli siyasi iç çatışma, Amerikan Büyükelçiliği rehinelerinin serbest bırakılmasıyla daha da alevlendi ve bu hafta iki yaşını dolduran devrimin gelecekteki seyrine şüphe düşürdü” diye yazdı.
1982 – İranlı sürgündeki araştırmacı Sepehr Zabih, “Rejim, giderilmesi çok zor olan ciddi bir tehlike içinde. Humeyni rejimi uzun süredir, gerçek anlamda üç cepheli bir savaşla karşı karşıya… Rejim, hiçbir cephede sonuç alıcı bir şekilde eyleme girişemedi” iddiasında bulundu.
1984 – Gazeteci Terence Smith, “Öngörülen şey, uzayan ve muhtemelen şiddet içerecek olan bir güç mücadelesidir. Bu öngörüyle, merkezleri Paris'te bulunan İranlı sürgün grupları, günlerdir Tahran'da siyasi bir rol oynama şansına hazırlanıyorlar” diye yazdı.
1993 – Sol eğilimli, ödüllü liberal gazeteci Chris Hedges, “Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin devrilmesinden on dört yıl sonra İran devrimi, ne refaha ulaşabildi ne de kalıcı bir umuda… Rahatsızlık o kadar yaygın ki, Hükümet yetkilileri bile sesli olarak, bu kadar destek kaybını nasıl başardıklarını düşünüyorlar” ifadelerini kullandı.
1995 – “İran'da ikinci devrimin eli kulağında” başlıklı bir makalede serbest çalışan gazeteci Lamis Andoni, “Tahran'ın bir işçi banliyösünde gerçekleşen 4 Nisan eylemi bütünüyle, ABD destekli şahın devrildiği 1979 devrimi sırasındaki protestoları hatırlatıyor” gözleminde bulundu.
1997 – Deniz Akademisi kıdemli öğretim üyesi Michael Rubin, Middle East Quarterly'ye, İran'a yeniden girmesine izin verilmesi için Fred S. Eldin takma adıyla yazdığı yazısında, “Değişim geldiği zaman Amerikalılar, rejime karşı durmuş kişiler olarak minnetle anılacaktır; Almanlar, Fransızlar ve diğerleri de, diktatörleri bastırmış kişiler olacak görülecektir” öngörüsünde bulundu.
1998 – Washington Post dış haberler editörü Douglas Jehl, “İran ekonomisi her geçen gün daha da hasta hale geliyor… İranlı liderler ise daha fazla ilaç ararken, ülkenin sorunlarının gölgesinde kalmış görünüyor” diye yazdı.
1999 – “Zaman tükeniyor” başlıklı bir makalede Ortadoğu araştırmacısı Sandra Mackey, “İran halkı Tahran sokaklarında, İslam Cumhuriyeti'nin geleceğini planlama hakkı için çatışıyor” diye yazdı.
2001 – “Yıkılan İran'a can simidi atmayın” başlıklı makalesinde Michael Rubin, “Amerika Birleşik Devletleri'ni yapması gereken en son şey, en azından sendeleyen ve gerçekten de çökmeye başlamış olabilecek bir hükümetle görüşmektir” tavsiyesinde bulundu.
2003 – Muhalefet aktivisti Ali Cavidi, “İslami rejim hiçbir bakımdan istikrarlı bir sistem değildir. Ekonomik bakımdan, yenilmiş bir projedir… Bütün bu durumların sonucu olarak rejimin çöküşü kaçınılmazdır” dedi.
2007– Dış politika analisti Michael Ledeen açıkça rejim değişikliği çağrısında bulundu. “İran'da rejim değişikliği için açık çağrıları savunuyorum” diye ilan eden Ledeen, “İran bize karşı savaşta olmasa bile, nükleer programı olmasa bile ahlaki ve siyasi olarak doğru olan budur” vurgusu yaptı.
2009 – Askeri stratejist Edward Luttwak, “Bu noktada, İran'ın dini rejiminin sadece kısa vadeli geleceği şüphelidir. … Bu şeylerin her biri kendi dinamiğine ve zaman çizelgesine sahiptir, fakat söz konusu olan, uzun yıllar daha süremeyecek olan bir rejimdir” dedi.
2010 – İran doğumlu yazar ve akademisyen Macid Muhammedi, “İran İslam rejimi şimdi çöküş yolundadır ve onun hayatta kalabileceğinin lehindeki ve aleyhindeki argümanları tartışma zamanıdır” diye yazdı.
2012 – Wall Street Journal editörü Sohrab Ahmari, “Dış müdahale olmasa bile, sakatlayıcı yaptırımlardan gelen ekonomik bozulma ile içerideki huzursuzluğun birleşmesi, önümüzdeki aylarda ve yıllarda Tahran'da rejimin çöküşünü hızlandırabilir” kehanetinde bulundu.
Batı'daki İran araştırmacılarının çoğu, İran İslam Cumhuriyeti'nin çöküşüne ilişkin öngörülerini üç faktöre dayandırdılar: birinci olarak, sözde 2500 yıllık monarşik geleneğin varsayılan kurumsal ağırlığı; ikinci olarak, Irak tarafından empoze edilen ve İran'da Kutsal Savunma olarak bilinen 8 yıllık savaşın yıkıcı sosyo-ekonomik etkileri; üçüncü olarak da sözde uluslararası toplumun – yani ABD ve müttefiklerinin – İslam Cumhuriyeti'nin doğuşundan beri ülke üzerine dayattıkları tecrit.
Benzeri bir şekilde, Batılı araştırmacıların çoğu, aksiyom olarak, bütün toplumlarda Batılı demokratik sekülarizme doğru kaçınılmaz bir ilerleme olduğunu ileri sürdüler ve dinin önemli bir sosyal ve siyasi faktör olduğunu ya küçümseyip görmezden geldiler ya da reddettiler.
Aynı araştırmacılar ayrıca Flynt Leverett ve Hillary Mann Leverett'in işaret ettiği, Şah'ın devrilmesinin nedeninin esasen İslam'a karşı saygısızlığı olduğu gerçeğini de görmezden gelme konusunda ısrarcı oldular.
Mark Whittington, içlerinden bazıları kariyerini İslam Cumhuriyeti'nin eli kulağındaki çöküşünü öngörmekle geçiren ABD'li siyaset uzmanlarının tipik perspektifini ortada kouyor. Whittington, şunları yazıyor: “İran'daki teokratik rejimin, muhtemelen yerini demokrasiye benzer bir şeye bırakacak şekilde çöküşü, dünyayı sarsacak bir olay olacaktır. Bir dizi dolaysız sonucu olacak, bunların hemen hemen hepsi Amerika Birleşik Devletleri'nin çıkarına olacaktır.”
Ancak Washington, İran'ın en kötü düşmanlarından ikisini, Afganistan'da Taliban'ın ve Irak'ta Saddam'ı ortadan kaldırmak suretiyle, gerçekte Tahran'a yardım etmiş oldu.
“ABD politikalarının aynı zamanda İran'ın bir bölgesel güce dönüşmesine yardım etmiş olması ironiktir” diye yazan Muhsin Milani, şöyle devam ediyor: “Amerika Birleşik Devletleri sayesinde, İran'ın karşısındaki en büyük tehdit ortadan kalktı ve İran'ın Fars Körfezi'ndeki en kuvvetli yerli güç rolü pekişti.”
İslami hareketten gazeteci ve yorumcu Zafer Bengeş, Batılı (veya Batılılaşmış) “otoritelerin” İran hakkındaki düşüncelerindeki bir başka kusuru ortaya koyuyor. Batılı “uzmanlar”, İran'la ilgili değerlendirmelerini, iktidar düğmelerinin sadece sınırlı sayıda elitin elinde olduğu Batı tipi “demokrasi”lere dayandırıyor. Oysa İran'da bulunan ve İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni tarafından tasarlanan hükümet sistemi için bu geçerli değil; orada iktidar, seçilmiş yasama üyeleri, yürütme ve yargı arasında dağıtılıyor ve hepsi dini merciin denetimi altında. Bengeş, “ABD ve Siyonist İsrail tarafından teşvik edilen suikastler ve bombalamalar kampanyası, Batı'nın modeline göre işleyen herhangi bir hükümetin çöküşüne yol açardı. İslami İran ise bu model üzerine kurulu değildi ve hayatta kalması Batı'nın hüsnüniyetine bağlı değildi.”
Pek çok Batılı araştırmacı, İran İslam Cumhuriyeti'nin kaydadeğer direncini izah etmek için, İran hükümetinin yıllar içinde kriz yönetiminde çok maharetli hale geldiği, ABD'li rehineler krizinden itibaren her krizi yurttaşlarını kendisine daha fazla bağlı hale getirmek için kullandığı şeklinde mantıksız bir bakış açısına sarıldı.
Oysa bu argüman sadece İran için geçerli olamaz, zira bütün istikrarlı hükümetler, belli bir kriz yönetimi becerisine ulaşmış olmalıdır. En açık olan nokta, Şii İslam'da ve İslam öncesindeki tektanrıcılık arayışında derin kökleri bulunan İran'ın, yurttaşlarının çoğunluğunun arzularına uygun olduğu görülen eşsiz bir İslami temsili hükümet biçimi yaratmış olduğudur. Ne yazık ki bu apaçık izahat, dinin etkili bir siyasi ve askeri güç olduğunu görmezden gelen, bunu sadece mevcut İran hükümetinin ileri sürdüğü bir argüman olarak görüp yadsıyan – ki bu reddetmek için yeterli bir zemin değildir – Batılı araştırmacılar tarafından devamlı olarak reddedilmektedir.
İlave olarak, İslam Cumhuriyeti'nin hayatta kalmasına ilişkin olarak ileri sürülen öteki teoriler de bir dizi tarihsel noktayla tutarsızdır. Söz konusu olan Şiiliğin merkezi rolüdür.
Bu nedenle, araştırmacılar İran'ın “ekonomik basınca karşı zemininin tanımlanamayan bir güç kaynağı aracılığıyla koruma” yeteneğinden bahsebilirken, bu güç kaynağının İran halkının Şii İslam'a sadakatinden geldiği açıktır.
İran'ın İslam Devrimi'nin zaferi öncesinde Şah yönetimi altındaki hali, Arapların, İslam onlara özgürlük getirmeden önce içinde oldukları berbat koşullara çarpıcı bir şekilde benziyor.
Nehcü'l-Belağa'nın ikinci vaazında bu koşulları tarif eden İmam Ali, “O dönemde insanlar fitne içine düşmüş, din ipi kopmuş, inancın temelleri sarsılmış haldeydi… yol gösterecek şey bilinmiyordu ve karanlık hâkimdi” der.
İmam Hameney, fitne kelimesinin anlamını “Bu, insanın hiçbir şeyi göremediği tozlu bir iklimdir. Bu iklimde kişi, yolu göremez ve ne yapacağını bilmez” şeklinde açıklar. İran halkı, Şah yönetimi altında kendilerini tam olarak böyle bir çevrede buluyorlardı, ancak Şii İslam'la olan tarhsel bağlantılarından ötürü, İmam Humeyni'nin sunduğu rehberlik ipini coşkuyla tuttular.
İşte bu yüzden bir kez daha İran halkını, İran İslam Devrimi'nin 35. yıldönümünün sevinçli vesilesiyle tebrik ediyorum. “Rejim değişikliği” taraftarı olan ABD liderleri, 1980 yılında İran'ı işgal ettiği zaman zayıf bir direniş bekleyen, fakat İran halkının kendisine karşı birleştiğini gören Saddam'dan ders almalıdır.
ABD'nin, kaydadeğer direncini şüphesiz gelecekte de gösterecek olan İslam Cumhuriyeti'ni tanımasının zamanı gelmiştir.
ABD'li yetkililere: İran İslam Cumhuriyeti, temelli olarak burada. Bunu unutmayın!
Yuram Abdullah Weiler / Press TV
Çev: Selim Sezer
İİT İslam ümmetinin sesi olmalı
İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri ile görüşen İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, İİT’nin İslam ümmetinin vahdetinin sesi olması gerektiğini ifade etti.
Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri İyad Medeni’yi Tahran’da Kabul eden İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, devrim yıldönümü olan Şafakta On Gün günlerine işaret ederek, İran’da İslam devrimi zaferi fikir ve düşüncenin zaferi olduğunu dile getirdi.
Ruhani, İslam dünyasının zaferi olan İslami devrimin zaferi İran milletinin vahdeti ile elde edildiğini konuşmasına ekledi.
İran’ın dış politikasında müslüman ülkelerle ilişkiler öncelikli olduğunu söyleyen İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkeler karar alma meknizmasında etkin rol ifa etmeleri gerektiğini belirtti.
İslam’ın dünya çapında şiddet yanlısı olan bir din olarark gösterilmek istendiğini açıklayan Ruhani, “İİT yanlış olan bu düşüncenin bertaraf edilmesi yönünde çaba göstermeli”diye konuştu.
İslam ümmetinin vahdetinin en önemli zarureti İslami inançlara sayı duymak olduğunu dile getiren Ruhani, İİT’nin İslam ümmetinin vahdetinin sesi olması gerektiğini ifade etti.
Cumhurbaşkanı Ruhani, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın diğer önemli amacı kutsal Kudüsü ve Filistin topraklarını kurtarmak ve Filistin halkını ana toraklarına geri dönmelerini sağlamak olduğunu vurguladı.
İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri İyad Medeni de bu görüşmede İran İslam Cumhuriyeti’nin görüşlerinden yararlanacaklarını dile getirdi.
İyad Medeni, İslam dünyasında vahdeti sağlamak yönünde somut adım atmanın zaruretini anlatı.
İran'dan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısına Tepki
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Vendi Sherman'a tepki gösteren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Merziye Efhem, Amerikan yetkililerinin hayali açıklamaları müzakerelerde etkisi olmadığını ifade etti.
Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, Senato Dış İlişkiler Komitesinde yaptığı konuşmasında, İran ile nükleer müzakerelerin bu ülkedeki insan hakları, terörizme verdiği desteği ve bölge ülkelere yaptığı müdaheleri görmezlikten gelmeye yol açmayacağını söylemesine tepki gösteren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Merziye Efhem, Amerikan yetkililerinin hayali çıklamaları nükleer müzakerelerde etkisi olmayacağını ifade etti.
Merziye Efhem, Amerikan başkanının da son birkaç yıldaki başarısızlığı itiraf ettiğini hatırlatarak; İran heyetinin müzakerelerde İran'ın ilmi alanda elde ettiği kazanımlarının zarar görmesine izin vermeyeceğini ve aşırılıklara karşı direneceğini ve nükleer konunun dışına çıkılmasına da izin vermeyeceğini söyledi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran'ın, nükleer konusu haricinde başka konuların müzakerelerde yer almasına izin vermeyeceğini kaydetti.
''İslami İran uzay teknolojisinde öncü ülke''
İran'da Uzay Teknolojisi Milli Günüyle birlikte İranlı uzmanlar ve bilim adamlarınca geliştirilen Tedbir ve Fars Körfezi adı verilen iki yeni uydu görücüye çıktı. Dün (3 Şubat), İran İslam Cumhuriyeti takviminde Uzay Teknolojisi Milli günü olarak adlandırılmıştır.
Bilim ve Sanayi üniversitesi Uzay Araştırma Merkezine geliştirilen Tedbir aldı uydu, bu üniversitenin hocaları ile genç öğrencilerinin çabaları sonucu 5 aylık bir sürede yüzde yüz yerli teknoloji ve bilime dayalı olarak yapımı tamamlandı.
Tedbir uydusu, standart testleri başarıyla geride bıraktıktan sonra şimdiye fırlatılmaya hazırdır. Fars Körfezi adlı başka uyduda, Malik Eşter üniversitesi tarafından tasarlanarak, geliştirildi. Telsiz haberleşme sistemine uygun olarak geliştirilen Fars Körfezi uydusu, milli veya bölgesel kapsama alanıyla telsiz uydu iletişim hizmetlerini güvenli bir şekilde sunuyor.
Uydu, küçük ve hafif terminallerle donatıldı için doğal afetler gibi krizlerde yardım ekiplerince kullanılabilir. İran Savunma Bakanı General Hüseyin Dehgan, bugün, Tedbir ve Fars Körfezi uyduları için düzenlenen törende yaptığı konuşmada, İran'ın yer istasyonu, fırlatma üssü, yüksek irtifadaki yörüngelere uydu gönderme teknolojisi dahil hava ve uzay bilimleriyle ilgili tüm bölümleri, yerli olarak ürettiğini ifade etti.
Dehgan, ayrıca, uzay teknolojisinde yeni gelişen güçler arasında bu teknolojiyi geliştirme noktasında faaliyet gösteren tek ülke olduğunu vurguladı. İran İslam Cumhuriyeti tüm yaptırımlara rağmen hava-uzay alanında göz alıcı başarı ve ilerlemelere imza atarak, halihazırda dünya uzay kulübüne üye olmakta. İran, kapsamlı hava uzay alanında gelişme belgesi uyarınca, uzayı zapt etmeye çalışıyor.
İran, geçtiğimiz yıllarda maymun taşıyan roketleri uzaya göndererek, ismini dünya genelinde duyurmuştu. Uzaya insan göndermeyi uzay belgesinde öngören İran, astronot eğitimine sadece birkaç adım kalmakta. İran Uzay Kurumu Uzay Araçları Araştırma Merkezi Başkanı Muhammed İbrahimi, Uzay Teknolojisi Günü dolaysıyla yaptığı açıklamada, uzaya astronot gönderme düşüncesinin İran İslam Cumhuriyetinde oluştuğunu, milli programların başlıklarında yer aldığını ifade etti.
Uluslar arası mercilerin 2012 yılında yayınladığı raporda, İran, uzay teknolojisi alanında yeni gelişen 5 ülke arasında yer aldı, raporda ayrıca, İran'ın bu ülkeler arasında en hızlı gelişen ülke olduğu belirtildi. Bilim, kalkınma ve üretimde irade ve kararlılığını ortaya koyan İran İslam Cumhuriyeti, kendi uzmanları ve bilim adamlarıyla bilimde özellikle hava-uzay alanında çeşitli teknolojileri elde etmiştir.
Velayeti Fakih Sistemine Yöneltilen Eleştirilere Cevaplar
Acaba siyasi liderlik, “nübüvvet” vazifelerinin bir bölümünü teşkil etmekte midir? Eğer yanıt olumlu ise, neden öyleyse bazı peygamberlerin hükümeti yoktu? / Acaba siyaset sözcüğü ve hükümetin teşkil edilmesi, dinin imzaladığı akli bir şey midir yoksa dinin bir getiri ve armağanı mıdır? / Acaba din, bağımsız bir hedef unvanı ile mi siyasete el atmıştır yoksa uhrevi saadet zeminesinde zaruret haddinde midir? / Acaba İslam, toplum ve siyaset alanında, ana hatları mı belirlemiş yoksa ayrıntı ve detayları da açıklamış mıdır? İslam’ın siyaset hakkındaki ana hat ve taslağı nelerdir? / Hükümet ve siyaset, anlaşmalı ve cüzi işlerle ilgilidir ve Enbiya ve İmamların (a.s) şanından değildir…
Her konu ve meselede yakin (kesinlik) ve şüphe, iki türlüdür; bazen mantıksal ve bazen de psikolojik ve ruhsaldır. Mantıksal kesinlik ve şüphe, eşyanın vazıh ya gayri vazıh olmasından ve onların konu ve hükümlerinden, tasavvur ve tasdikin zuhurundan neşet bulmaktadır. Eğer insan nefsi için bir şey açık ve aşikâr olur veya kanıtlanmış ve açıklayıcı olursa yakin ve kesinlik hâsıl olur ve eğer mevzu ve hükümde, belirsizlik veya tasavvur/düşünce ve tasdiki ilkelerinde icmal olursa insan nefsi için şek ve şüphe hâleti oluşur.
Ama psikolojik şüphe ve yakin (kesinlik), eşya ve dışsal konulardan ziyade, insanların içsel sebepleri ve nefsani haletleriyle ilgilidir. Dolayısıyla başkalarının yakin ettiği vazıh ve açık konularda şüpheye düşülebilir veya başkaları için belirsiz şüpheli mevzuları yakini ve kati olarak algılayabilir. Fıkıh usulü ilminde “kat-i kutta” unvanı ile bahsedilen şey, mantıksal katiyet değil, genellikle ruhsal (psikolojik) katiyet kategorisindendir. Fıkıh ilminde “kesir-u şek” unvanı ile bahsi geçen şey de, yine aynı ruhsal şek kategorisindendir. Bu da şekkak (çok şüpheci) insan nefsinin özelliklerindendir.
Açıktır ki bilimsel bahis ve söyleşiler ve ezcümle bu bölümde bahsedilecek şeyler, mantıksal kesinlik ve şüphe alanında etkilidir ve psikolojik şüphe ve kesinlik zemininde ise o kadar etkili değildir. Zira her ikisi de, ister olmak ve isterse olmamak konusunda olsun kendisine has bir nedene bağlıdır.
Burada, velayet-i fakih ve dini hükümet konusunda gündeme getirilen veya getirilmesi mümkün olan soru, eleştiri ve şüphelere cevap verilerek, konu hakkında kapsamlı ve net bir görüntü ortaya konulup, tefrit ve ifrat içerikli bakış açılarının yanlışlığının ispatlanması amaçlanmıştır. Velayet-i Fakih konusundaki yanlış yorumlara örnek olarak, velayeti fakih sisteminin insanların kısıtlanması veya anayasanın izafi bir şey olduğunu gerektirdiği, ayrıca Velayet-i Fakih’in cumhuriyet sistemiyle bütünleştirilemeyerek vekalet-i fakih diye tercüme edilmesi yahut İslam hükümeti ile diğer batı ve doğu hükümetleri arasında fazla bir farkın olmadığını inanmak…
Dini Hükümet, İslam Hükümeti
1.Soru: Acaba siyasi liderlik, “nübüvvet” vazifelerinin bir bölümünü teşkil etmekte midir? Eğer yanıt olumlu ise, neden öyleyse bazı peygamberlerin hükümeti yoktu?
Cevap: Genel ve umumi nübüvvetin gerekliliği, akli deliller ikame edilip ve o delil mihverinin, ruhların terbiye edilmesi, nefislerin arındırılması ve bireyin kendisi, Allah’ı ve kendisi dışındaki dünya ile olan ilişkilerinin dışında, ilahî yasalar esası üzerine toplumsal bir hükümet sisteminin tesis edilmesidir. Dolayısıyla toplumun siyasi yönetim ve liderliği, nübüvvetten kaynaklanmıştır. Çünkü talim ve irşat tek başına ve cihat, savunma, hadlerin ikame edilmesi, uluslararası ilişkilerin düzenlenmesi... olmadan toplum asla kendi dini hayatını sürdüremez. Dolayısıyla nübüvvet, yüce insani hayatın tekmili içindir ve eğer yalnızca bir kişi bile yeryüzünde yaşayacak olsa vahye muhtaçtır. –isterse o vahiyde hükümet yasaları olmasın- ve eğer bir kişiden çok insan yeryüzünde yaşayacak olursa kesinlikle onların sosyal ilişkilerini düzenleyen tedvin edilmiş yasa ve hükümete ihtiyaçları vardır.
Elbette bazı peygamberler için yöneticiliğin fiiliyata dökülmesi, kendisine has koşullarından dolayı mümkün olmayabilir, örneğin Hz. Resulü Ekrem (s.a.a) peygamberliğinin ilk yıllarında, hükümet makamının icra edilmesinden mazurdu. Aynı şekilde yalnızca dini hükümleri tebliğ sorumluluğu olan ve ayrı ve bağımsız bir hükümet kurma hakkı olmayan bazı ilahî peygamberlerin, toplumun yöneticiliğini üstlenmiş büyük bir peygamberin asrında yaşaması ve onun risaleti altında olması imkan dâhilindedir. Örneğin Hz. İbrahim Halil Peygamberin (a.s), nübüvvet mecmuası altında bulunan فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌ (Bunun üzerine Lût ona iman etti)[1] Hz. Lut’un (a.s) ayrı bir hükümeti yoktu ve bu hiçbir sorunu beraberinde getirmemektedir. Zira böyle şahısların nübüvveti, tüm bölgenin yöneticiliğini üstlenmiş o büyük peygamberin geniş nübüvvetinin şua ve ışığındandır. Dolayısıyla, hükümetsiz hiçbir nübüvvet yoktur, ister bağımsız bir şekilde olsun ve isterse birisine bağlı olsun. Zira verilen örnekte olduğu gibi, Hz. Luta (a.s) Hz. İbrahim’in (a.s) hükümeti altında, siyasi ve sosyal yaşantısını sürdürmekte ve başkalarını kendine mahsus yerlerde idare etmekteydi.
Bu nedenle, peygamberlerin siyaset, içtima ve onların yöneticilik sahnesinde hazır olmaları, açıklanabilir bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiştir. وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِىٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثيرٌ (Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar)[2] ve eğer Hz. Nuh, Hz. İsa (aleyhimaselam) ve diğer bazı ilahi peygamberlerin siyaset ve hükümeti hakkında sarih bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de bir açıklama gelmemişse, bu hükümetlerin olmamasına delil teşkil etmez, bilakis bu: وَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ (Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik)[3] kabilindendir. Yani beşer tarihinde yaşamış olan bazı ilahi peygamberlerin, Kur’an’ın tasrihi ile adları Kur’an’da gelmediği gibi, Kur’an’da adları geçen her bir peygamberin tüm özellikleri de zikredilmemiştir.
Hatırlatma: Akli telazüm[4] ve gereklilik, bu konu için münasip bir çözümdür. Şöyle ki her bir peygamberin, dini bir programla gönderildiği kesindir, her ne kadar bazen müstekbirlerin tuğyanı neticesinde halk kitlesinin, belirli bir peygamberin hükümet feyzinden mahrum kalmış olması mümkündür.
***
2. Soru: Acaba siyaset sözcüğü ve hükümetin teşkil edilmesi, dinin imzaladığı akli bir şey midir yoksa dinin bir getiri ve armağanı mıdır?
Cevap: Hükümetin kendisi, aklın güzel bir şekilde idrak ettiği zorunlu bir şeydir ve akıl sahipleri de akli zorunluluğa istinaden, onu kabul etmektedir. Muteber akli bir delille ikame edilen bir şey ise, şeri hüküm olacaktır. Öte yandan, nakli delil de onu imzalamış ve detaylı bir şekilde gerekli şart ve vasıfları açıklamıştır. Hakim ve yöneticinin tayin edilmesi ise akli ve nakli şahitler esasına göre Allah’ın takdirindedir.
***
3. Soru: Acaba din, bağımsız bir hedef unvanı ile mi siyasete el atmıştır yoksa uhrevi saadet zeminesinde zaruret haddinde midir?
Cevap: Dinin mutlak ve nihai hedefi, insanların nurani olması ve onların Şuhut[5], Likaullah[6] ve Darulkarar’a ulaşmalarıdır. Bundan dolayı, insanların adaleti icra etmeleri: لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ (insanların adaleti yerine getirmeleri için)[7] ve hatta herkesin ibadeti bile dinin nispi ve orta hedefidir. İbadi ve siyasi meseleler, birey ve toplumun o nihai hedefe ulaşması için vesilelerdir ve hepsi sırat ve yoldurlar ve yolun, hiçbir zaman nihai hedef olması düşünülemez, ancak buna rağmen, siyaset zorunlu bir şeydir ve insanın tüm yaşam aşamalarında ve İslam’ın tüm ahkam ve emirlerinde mülahaza edilmektedir. Öyle ki dini kurallar, siyasetten ayrı değildir ve doğru siyaset de İslami kuralların dışında olmayacaktır.
***
4. Soru: Acaba İslam, toplum ve siyaset alanında, ana hatları mı belirlemiş yoksa ayrıntı ve detayları da açıklamış mıdır? İslam’ın siyaset hakkındaki ana hat ve taslağı nelerdir?
Cevap: İslam, teabudi[8] imaj ve bindirmesi çok olan ve geleneksel aklın hususiyetinin idrakinden aciz olduğu ibadet ve hükümlerde, hem külliyat ve ana hatları buyurmuş ve hem de detay ve ayrıntıları. Ancak ekonomi, siyaset, çiftçilik, hayvancılık, askeri işler ve benzerleri gibi konularda, yalnızca genel hatları açıklamış, detay ve ayrıntılarda içtihadı ise kavrama ve akletmeye bırakmıştır. Elbette aklın kendisi dinin iki kaynağından birisidir.
Hz. Emirilmüminin Ali’nin (a.s) Malik Eşter’e (r.a) yazdığı ahitnamesinde, İslam’ın genel siyaset hatları yer almıştır. Örneğin: İslam hâkim ve yöneticisinin vasıfları, farklı sınıflardakilerin hakları, hakim, hükümet ve halkın görevleri, umumun rızayetinin, hassın rızayetine önceliği, Müminlerin İslam, Ehli kitap muvahhitleri ve laik insanlarla olan üç çeşit ilişkisi, tevhit, izzet, istiklal, boşlukların doldurulması alanlarında haraç, düşmana boyun eğilmemesi, onlarla ilişkilerin içsel olmaması, malın kişisel, ulusal ve hükümet için taksim edilmesi… Vb. gibi.
***
5. Soru: Hükümet ve siyaset, anlaşmalı ve cüzi işlerle ilgilidir ve Enbiya ve İmamların (a.s) şanından değildir.
Cevap: Dinin kavram ve sözcükleri, lafzi ve anlamsal olarak bir değere sahip olup, sosyal bağlamda hükümlerin belirlenip tahakkuk bulması için mukaddime hükmündedir. İslam hükümeti ise, dinin toplum ve insanların canlarında tahakkuk bulması için bir faaliyet ve çalışmadır. Dolayısıyla nasıl olurda o kavram ve anlaşmalı terimlerin beyan edilmesi peygamberler ve İmamların (a.s) şanından sayılmakta, ama dinin hükümlerinin tahakkuk bulması için zorunlu ve lazım olan hükümet ve siyaset onların şanına aykırı oluyor?
Devam edecek…
AYETULLAH CEVADİ AMULİ
--------------------------------------------------------------------------------
[1] — Ankebut, 26.
[2] — Al-i İmran, 146.
[3] — Nisa, 164.
[4] — İki şeyin karşılıklı olarak birbirini gerektirmesi anlamında mantık terimi.
[5] — Arapça, görmek, müşahede etmek demektir. Kaşani, şuhudu; Hakk’ı Hakk vasıtasıyla görmektir, diye tanımlar. Zıddı gaybettir. Ve bu gaybet nefsin hazlarından uzaklaşıp onları görmemek anlamındadır.
[6] — Lika: Karşılaşma, buluşma, görüşme, bir araya gelme anlamlarına gelir. Burada Allah’la mülakat etme ve görüşme kast edilmektedir.
[7] — Hadid, 25.
[8] —Delile gerek kalmadan kabul edilen ibadetler. Dinde bazı hükümler bu şekildedir. Örneğin neden sabah namazı iki rekâttır denildiğinde bu teabbudidir denilir. Yani delilsiz kabul etmek zorundasın demek istenmektedir.
Sade Yaşantısıyla "Ruhullah"
İmam Hümeyni evlendiği zaman Kum"da bir ev tuttu, İmam"ın evine aldığı ilk ev eşyalarını hanımı şöyle anlatıyor:""İmam"ın medreseden eve getirdiği ilk ev eşyaları şunlardı, bir kilim, bir yatak, yemek pişirmek için bir tüp, iki tane gaz lambası, küçük bir tencere, demlik ve birkaç tane bardak""
İmam"ın yiyeceği çok sade idi. Çoğu zaman sabahlar ve hatta Ramazan ayında dahi sahurda ekmek peynir yer ve çay içerdi. İmam"ın hanımı hasta olduğu için oruç tutmazdı, evde çalışan kadın, İmam kalkıp çağırdığı zaman uyanamadığı için İmam, kendisi kalkar semaveri yakar ve sofrayı hazırlardı.
İmam, Kuveyt sınırından geri çevrildiği zaman, Bağdat"a geri döndüğü günün sabahı Paris"e gideceği için o gece bir otelde kaldı. İmam"ın kaldığı otel çok modern ve lüks idi.(Irak devleti tarafından tutulmuştu) ve bütün turistler orada kaldığı için personelin hepsi İngilizce konuşuyordu. İmam için otelin bir katını boşaltmışlardı, akşam yemeği vakti gelince otel çalışanlarından biri, İmam"ın akşam yemeğinde ne almak istediğini sormak için odaya geldi. İmam dedi ki ‘"Ekmek ve biraz yoğurt, bende de kuru üzüm var. İmam"ın bu sözü yemek siparişi almaya gelen Iraklı için çok şaşırtıcı bir şeydi zira böyle büyük bir insanın bu şekilde sade bir yemek yiyebileceğini inanmıyorlardı.
İmam"ın Kum"daki evinin sadeliği onun aza kanaat etmesinin bir göstergesi idi. Bir ara İmam"ın evinin merdivenlerindeki tuğlalar yıpranmıştı, usta tamir etmek için birkaç tane tuğla alınsın bu yıpranan tuğlaları onaralım diyor, İmam, cevabında diyor ki yıpranan tuğlaları ters çevirip kullansınlar.
İmam"ın elbiseleri her zaman temizdi, ama cübbesi yıkanmaktan yıpranmıştı. İmam"ın dersinde oturduğumuz zaman İmam"ın cübbesinin yakasının yamalı olduğunu görürdük ve bu onun ne kadar sade ve gösterişsiz bir yaşantıya sahip olduğunun bir örneğidir.
İmam"ın Necef"teki evinde havanın çok sıcak olmasına rağmen kliması yoktu. O kadar ısrar etmemize rağmen İmam, klima almayı kabul etmedi. Bir gün arkadaşlardan birisi evin deki vantilatörü getirdi, pencereye tam olarak yerleşmeyince, etrafına kontapilek döşenmesi için marangoz çağrıldı. İmam, marangozu görünce ‘"Bunlar ne"" dedi, pencerenin etrafını yaptırmak için getirdiğimi söyledim. Ben marangozla orayı yaparken imam beni çağırdı, yanına gittiğimde İmam sert bir şekilde şöyle dedi ‘"Sen, Mustafa ve Ahmet (İmam"ın iki oğlu) hepiniz birlik olmuş beni cehennemlik etmek istiyorsunuz.""
İmam"ın iki tane konta pile için bu kadar sinirlenmesi beni çok korkutmuştu. İmam o kadar sade yaşıyordu ki hatta bunları dahi sade yaşantısına çok görüyordu.
Aklıma geliyor da İmam"ın vefatının 40.gününde iki Fransız keşiş İmam"ın yaşadığı evi görmek için geldiler ve Camaran"daki evin sadeliğini görünce çok şaşırdılar. Dediler ki ‘"Bırakın burası hep böyle kalsın ve Dünya böyle büyük ve ruhani bir insanın nerede yaşadığını ve misafirlerini nerede ağırladığını görsün.""
Ben, İmam"ın yanında kaldığım 10 yıl zarfında yakından şahit oldum ki İmam"ın fevkalade önem verdiği şeylerden bir tanesi de sade yaşantısı ve israftan kaçınmasıydı.
Defalarca şahit oldum, İmam, evden çıkarken gereksiz lambaları söndürüp çıkardı. Bir bardak su içtiği zaman, bardakta arta kalan suyu saklar ve susadığı zaman tekrar içerdi. Eğer İmam"ın bir yerine bir şey olsaydı, kâğıt mendili birkaç parçaya böler ve onun yetecek kadarını kullanırdı.
İmam, vaktinin yoğun olmasına rağmen evinde yapılan bir harcamayı kendisi kontrol ederdi ve her alışverişten önce alınacakların listesi İmam"a gösterilirdi.
İmam, israftan nefret ederdi. Bir gün cemaat namazı için medreseye geldiğinde ezana biraz vakit vardı bu yüzden talebelerden birinin odasına gitti. O sırada talebelerden bir tanesi odasının lambasını söndürmeden İmam"ın yanına geldi. İmam bunu görünce dedi ki ‘"niçin lambayı açık bıraktın ‘"oradakilerden birisi ‘"ışıkta israf olmadığını söylüyorlar""dedi. İmam, cevabında ‘"Asılsız söylemişler""dedi.
İmam, İran"a döndüğü zaman onu görmeye gelen halk çok kalabalık olduğu için imam evin üst katına çıkıyordu ve halka konuşma yapıyordu. Bir gün İmam aşağı inerken bahçede ki odanın ışığının açık olduğunu gördü ve birisiyle haber gönderip, bahçede açık kalan lambayı söndürttü.
Bir gün Fransa"da İmam"ın evi için alış veriş yapmaya gitmiştim, portakalın çok ucuz olduğunu gördüm ve evde birkaç gün portakal bulunsun diye almam gerektiğinden biraz fazlasını aldım ve eve götürdüm, Her zaman ki gibi aldığım şeyleri görmesi için İmam"ın yanına gittim, tabi çoğu zaman aldığım şeyleri görmek için İmam"ın kendisi mutfağa geliyordu. İmam, portakalları görünce dedi ki ‘"Bu kadar portakalı niçin aldın?"" Bende dedim ki ‘"Hacıağa evde iki üç gün portakal bulunsun diye aldım"" İmam ‘"fazlasını geri götür ve bizim bu kadar portakala ihtiyacımız yok""dedi.Geri vermek benim için çok zor olduğundan dedim ki ‘"Hacıağa fazla almamın sebebi ucuz olması idi.""İmam dedi ki ‘"İki tane günah işledin bizim bu kadar portakala ihtiyacımız yoktu ve siz (fazlasını ) aldınız. İkincisi de ucuz olması idi zira eğer bu portakallar dükkânda kalsaydı şimdiye kadar pahalı portakal alamayan birisi belki de bu gün bu ucuz portakalları alabilirdi, işte bu yüzden portakalları geri vermeniz gerekiyor.""
Bir daha İmam"a dedim ki ‘"Hacıağa burada (Paris"te) alış verişi bilgisayarla yapıyorlar ve bir şeyi geri vermek çok zor beklide hiç geri almazlar, en azından siz bir şey söyleyin de ben kendimi bu günahtan kurtarayım."" İmam dedi ki ‘"Öyleyse siz portakalları soyun ve dilimlere ayırın akşam,halk cemaat namazı için toplandığı zaman dağıtın herkes yesin belki Allah-u Teala bu şekilde hatanızı bağışlar.""
Bir gün mutfakta musluğu açmıştım İmam geldi ve dedi ki ‘"Niçin çeşme açık"" veya marul temizlediğim zaman İmam, Rubabe sakın bunları çöpe atmayın, bende siz merak etmeyin biz onları salata yapıp yiyoruz, diyordum.
İmam, abdest almak için odadan çıktığı zaman dahi televizyonunu kapatıyordu ve geldiği zaman açıyordu yani israftan bu kadar kaçınıyordu.
Ben bazı konuları İmam"a bildirmek için yazıp veriyordum, bir gün bir şey yazıp İmam"a verdim, İmam odadan çıkarak şöyle dedi ‘"Niçin dikkat etmiyorsun"" ben,""ne oldu"" dedim, ""İmam,""niçin birkaç satırlık bir şey için bu kadar kâğıt israf ediyorsun, bunu küçük ve işe yaramaz bir kâğıda da yazabilirsin.""
İran Hentbol Milli Takımı ilk kez dünya kupasında
İran hentbol milli takımı Asya karşılaşmalarında Bahreyn takımıyla berabere kalırken, müsabakalarda yenilgisi olmadığından ilk kez 2015 dünya karşılaşmalarına katılma hakkını elde etti.
Mename'de yapılan Asya karşılaşmalarında İran Hentbol Milli Takımı Bahreyn'le 30-30 berabere kalırken böylece Katar'da yapılacak dünya müsabakalarına katılma hakkını lead etti.
Bu beraberlik sonucunda 7 puan elde eden İran, grubun ikinci takımı olarak 2015 dünya karşılaşmalarına girercek.
Tadbir” ve “Fars Körfezi” Uyduları Tanıtıldı
İran'da Uzay Günü ile eş zamanlı olarak bu sabah “Tedbir” ve “Fars Körfezi” uyduları tanıtıldı.
Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, bu sabah Tahran Liderler Zirvesi Salonu’nda İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı Tuğgeneral Hüseyin Dehgan ve Cumhurbaşkanı Ruhani'nin İcra Muavini Şeriatmedari’nin katılmalarıyla bu sabah “Uzay Günü” dolaysıyla düzenlenen törende İran’ın “Tebir” ve “Fars Körfezi” uyduları tanıtıldı.
Fars Körfezi Uydusu
Malik Eşter Üniversitesi’nde dizayn ve üretilen “Fars Körfezi” uydusu kara esaslı olarak telsiz uydu ileşitim sistemlere milli ve bölgesel coğrafyaya uygun olarak hizmet verecektir.
Bu uydu doğal afetler ve insani yardım hadiselerde iletişin sağlayacaktır. Ufukta bu proje güneş sistemi bazında geliştirilecektir.
Tedbir Uydusu
İran İlim ve Sanayi Üniversitesi’nin Uzay Araştırma Merkezi’nin uzman kadrosu tarafından ve İran Uzay Kurumu’nun yöneticiliğiyle yüzde yüz yerli olarak beş ay sürede üretilen “Tedbir” uydusu mekan bazında görüntü alma görevini yerine getirecektir.
Yörünge belirleme sisteme sahip olan, uzay GPS’i hizmeti verecek, kara istasyon aracılığıyla mesafe belirleme ve izleme görevini üstlenecek olan "Tedbir Uydusu", ebatları 50*50*74.2 cm3 ve 50 kg ağırlığında üretilip yörüngesi 375*250 km olarak belirlenmiştir.
Suriye’ye yabancı müdaheleye karşıyız
Lübnan Demokrat Parti Lideri ile görüşen İran Dışişleri Bakan Yardımcısı, İran’ın Suriye’ye yabancı müdaheleye her zaman karşı olduğunu söyledi.
Mehr haber ajasının bildirdiğine göre, resmi temaslada bulunmak için Tahran’da olan Lübnan Demokrat Partisi Lideri Tellal Erselan, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile bir araya gelerek görüş alışverişi yaptı.
Bu götüşmede taraflar başta ikili ilişkiler olmak üzere Lübnan, Suriye ve Filistin meseleleri hususunda düşünce teatisinde bulundular.
Bu görüşmede direnişe ve insani adalete destek veren İran İslam Cumhuriyetini takdir eden Tellal Erselan, Suriye krizine işaret etti.
Lübnan Demokrat Partisi Lideri, İran İslam Cumhuriyeti’nin Suriye politikasının zaman içinde gerçekçi olduğuna ispatlandığını konuşmasına ekledi.
Görüşme devamında İran İslam Cumhuriyeti’nin bölge gelişmelere yönelik tutumunu anlatan İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, İran’ın her zaman Lübnan’ın milli birlik ve beraberliğine, güvenliğine ve de istikrarına yana olduğunu belirtti.
Abdullahiyan, Suriye krizini de değerlendirerek, Suriye’ye yabancı müdaheleye karşı olan İran İslam Cumhuriyeti’nin bu ülkenin krizi Suriye halkının eliyle çözülmesine destek verdiğini
İran'da Şafakta 10 Gün kutlamaları başladı
Bugün hicri şemsi takvime göre 12 Behmen 1392. İran İslam inkılabı tarihinde çok önemli bir başlangıcın, yani Şafakta 10 Gün'ün yıldönümü.
35 yıl önce böyle bir günde, yani 12 Behmen 1357 tarihinde, İran İslam inkılabının rehberi ve İslam Cumhuriyetinin kurucusu rahmetli İmam Humeyni, 15 yıllık sürgün hayatından sonra ülkeye dönmüş ve İranlı milyonlarca insan tarafından görkemli bir karşılanmıştı.
Siyasi Şuura sahip İran halkının İmam Humeyni'yi karşılaması eşsizdi. Öyle ki, İran tarihinde hiçbir şahsiyet İran halkı tarafından böylesi bir görkemlilikle karşılanmamıştı.
Rahmetli İmam Humeyni, Tahran'da bulunan Mehrabad havalimanında halka hitaben yaptığı kısa konuşmasının ardından, İran İslam inkılabı şehitlerini yadetmek amacıyla havalimanından karayoluyla Beheşti Zehra mezarlığına gitmiş ve orada izdiham içinde yine görkemli halk kitlesine hitaben tarihi bir konuşma yapmıştır.
İmam Humeyni'nin İran'a girişinden 10 gün sonra ise yani 22 Behmen 1357 tarihinde İslam inkılabı zafere ulaşmıştır.
Bundan dolayı rahmetli İmam Humeyni'nin İran'a girişi ile İran İslam inkılabının zafere erdiği tarih arasındaki günler 'şafakta 10 Gün' olarak isimlendirilmiş ve her yıl 'Şafakta 10 Gün' münasebetiyle ülke genelinde ve yurt dışında çeşitli etkinlikler yapılmaktadır.