
کارگر
İran, Musavi’nin İntikamını Nasıl Alacak?
ABD “Gazze’de işini yıl sonuna kadar bitir” diye sıkıştırsa da İsrail henüz 7 Ekim sonrası ilan ettiği hedeflerin hiçbirine ulaşamadı. Ne tek bir rehineyi kurtarabildi ne Hamas’ı yok edebildi ne Gazze’yi silahlardan arındırabildi ne de Filistinlileri Sina’ya sürme hedefine yaklaşabildi. Savaş kabinesi birkaç ay daha gerektiğini vurgularken ‘direniş güçleri’ Kahire’deki görüşmelerde kapsamlı ateşkes olmadan rehine anlaşması olmayacağı ve rehine takasının da hapisteki bütün Filistinlileri kapsaması gerektiğinde ısrar etti. Bu tutum, direniş komitesinde omurganın dağılmadığını ve emir-komuta düzeninin bozulmadığını teyit ediyor.
İsrail ise hazır Amerikan güçleri bölgedeyken savaşı uzatmaya, hatta bölgeselleştirmeye yarayacak altın bir vuruş yaptı: İran Devrim Muhafızları’nın Suriye’deki komutanı Seyyid Gazi Musavi’yi herhangi bir kışkırtma olmaksızın üç füzeyle öldürdü. Musavi, İran’ın Şam Büyükelçiliği’ndeki toplantıdan çıkıp eve döndüğünde üç füzeyle vuruldu. Şii yoğunluklu Seyyide Zeynep bölgesindeki evinde yalnızdı, öğretmen eşi okuldaydı. Musavi, Suriye’de ‘direniş ekseni’ni desteklemekten sorumlu en üst düzey yetkili ve danışmandı. Kudüs Gücü Komutanı Hacı Kasım Süleymani’nin eski ABD Başkanı Donald Trump’ın emriyle Bağdat’ta öldürülmesinin dördüncü yıl dönümüne birkaç gün kala yaşanan ikinci büyük kayıp İran ve ‘direniş ekseni’ni tamamıyla savaşa çekme potansiyeli taşıyor. Hizbullah’ın yanı sıra Gazze’deki örgütler ve Irak’ta Haşd el Şaabi bağlantılı milis güçleri intikamdan bahsederken İranlı yetkililer uygun zaman ve yerde İsrail’in cezalandırılacağını duyurdu.
***
İsrailli bazı kaynaklar suikastı, İran’a hava saldırısını ve Lübnan’da Hizbullah’a karşı menzili derinleştirmeyi de içeren bir çatışma senaryosuna hazırlık olarak görüyor. İran’ın da Hizbullah’ın yanı sıra Suriye-Irak hattındaki milis güçlerine desteği artırdığına dikkat çekiliyor.
İran, Hacı Kasım’ın intikamını suikasttan 5 gün sonra Anbar vilayetindeki Ayn el Esad Hava Üssü’ne onlarca balistik füze atarak almıştı. Trump geçenlerde “Acımadı ki” naifliğiyle İran’ın önceden haber vererek füzeleri sağa sola fırlattığını öne sürüp durumu hafifsese de saldırı sonrası 109 askere travmatik beyin yaralanması teşhisi konulmuştu. Bilançoyu açıklayan Pentagon’du.
Bu sefer İsrail savaşın tam ortasında, ABD de tüm savaş takımlarını Orta Doğu’ya yığmış durumda.
İran’ın önünde iki seçenek var: Ya Hacı Kasım’a suikasta verilen yanıtta olduğu gibi kendi konvansiyonel güçleri ile İsrail’i vuracak ya da ‘vekil örgütler’ üzerinden intikamını alacak. Bu işin Hizbullah’a bırakılma ihtimali daha fazla öne çıkıyor.
Burada İran’ın göz ardı edemeyeceği şey, misillemenin İsrail’in ABD’yi İran’a karşı savaşa sokma tuzağına hizmet edip etmeyeceğidir. Amerikan yönetimi, Gazze’de İsrail’e güven içinde soykırım yapma imkânı sunarken savaşın bölgeselleşmemesi için caydırıcı bir pozisyon aldı. Peki savaşın bölgeselleşmesi İran’ın istediği bir seçenek mi? İranlıların ayak izlerine bakılırsa değil. Hatta Lübnanlı kaynaklar İran’ın, Hizbullah’a güneyden açtığı cepheyi iyi kalibre etmesini ve çatışma kurallarını gözetmesini telkin ettiğini aktarıyor. Yani kontrolden çıkacak bir savaş İran’ın seçeneği değil. Fakat intikam alınacaksa bu telkinden bir adım geriye düşmeleri gerekecektir.
Kendi siyasi bekasını savaşın uzamasında gören İsrail Başkanı Benyamin Netanyahu ve dinci-faşist ortaklarının istediği kapıya çıkmasın diye İran misillemenin yeri, zamanı ve şeklini kılı kırk yararak belirlemek zorunda.
***
İran’ın muhafazakâr gazetesi Vatan-e Emruz’ın yazarlarından Muhammad Ali Hasan Niya, İran'ın İsrail ile doğrudan çatışmaya girmekten kaçınmak için “stratejik sabır" politikasından sapmayacağını düşünüyor. El Ahbar’a konuşan Hasan Niya, “Tel Aviv bu suikastlar aracılığıyla iki hedef arıyor: Birincisi, içinde bulduğu stratejik çıkmazdan kurtulmak ve direniş gruplarının onu kuşatmasına izin vermemek. İkincisi, Tahran'ı stratejik sabrına son vermeye zorlamak. İsrail, İran'ı savaşa çekip Amerika'yı askeri çatışmalara itmeyi planlıyor” diyor. Hasan Niya’ya göre Tahran İsrail ya da Amerika’yı hedef alıp savaş başlatma havasında değil. Bunun yerine Tel Aviv'e Irak, Lübnan ve Yemen'deki milisler aracılığıyla yanıt verecek. Tahran'daki Cereyan Araştırma Enstitüsü'nden Mansur Barati ise İsrail’in İran’la savaş aradığı öngörüsüne katılmayıp Musavi’nin öldürülmesini suikast ve sabotaj kampanyasının devamı olarak görüyor. Hamas Siyasi Büro Üyesi Ali Bereke de “Suikast, Netanyahu'nun bölgedeki Amerikan varlığından yararlanarak savaşı genişletmek amacıyla aldığı bir karardır” diyor.
Vatan-e Emruz manşette Mehdi Tagvi’nin kaleminden geniş bir değerlendirme yazısına yer verdi. Özetle şu görüş savunuluyor:
"İsrail 7 Ekim’den bu yana kırılgan hale geldi, caydırıcılığını yitirdi; Tel Aviv’deki dağılmayı gören ABD hemen işin içine girdi, Amerikan desteği olmadan Siyonist rejimin ayakta kalamayacağı görüldü. O yüzden İran, Aksa Tufanı’nın stratejik hedeflerine, 'sahaların birliği' konseptine uygun olarak direnişin parçalarını güçlendirmeye ve Amerika’yı bölgeden çekilmeye zorlayacak stratejiye ağırlık vermeye devam etmeli. Bundan daha iyi bir intikam olamayacak."
Tahran, ABD’nin bölgeden çıkarılmasını Hacı Kasım için alınacak en iyi intikam olarak belirlemişti. Ondan beri İran bağlantılı milis güçleri Irak ve Suriye’de Amerikan üslerine biteviye roket sallıyor.
Devrim Muhafızları Sözcüsü Ramazan Şerif’in “İsrail, Gazze savaşını İran ile ABD arasında bir çatışmaya dönüştürmeye çalışıyor” sözünü dikkate alırsak Tahran’ın yanıtını hassas bir temkinlilikle vereceği öngörülebilir. Yani doğrudan savaşa girmeden vekillerle savaş. (Tabii buradaki ‘vekil’ benzetmesini İranlılar zinhar kabul etmiyor.)
***
İsrail ulusal ve uluslararası destekle savaşı sürdürmek için tehdidin varoluşsal bir boyuta dönüştüğü algısına oynuyor. Savunma Bakanı Yoav Galant salı günü Knesset üyelerine "Çok cepheli bir savaşın içindeyiz ve yedi bölgeden saldırı altındayız: Gazze, Lübnan, Suriye, Batı Şeria, Irak, Yemen ve İran" dedi. Yedi cephede düşmanla karşı karşıya olduğu vurgusu ‘savaş kabinesi’ için işlevsel olabilir: Bu şekilde ateşkes baskısını püskürtebilir, tersine dönen uluslararası kamuoyunu 7 Ekim’deki gibi arkasına alabilirler. Bu algıyla çatışmayı Batı’nın da taraf olacağı bölgesel bir savaşa dönüştürebilirler.
İsrail, Gazze’den sonra Lübnan ve Yemen’i bir daha kendisini tehdit edemeyecek bir yere dönüştürmek istiyor. Aksi halde varoluşsal tehdidin yarın katlanarak döneceğini öngörüyor. Hamas’tan sonra sıradakinin gecikmeden Hizbullah olmasını istiyor. Fakat Gazze’de bile yakıp, yıkıp, öldürmek dışında deklare ettiği hedeflerin hiçbirine ulaşamazken kendi kabından taşmış bir savaşı Amerikan liderliğinde bir Batılı koalisyon olmadan yürütemez. Pek çok gözlemcinin buluştuğu nokta şu: İsrail nihai hedefler, buna uygun stratejiler ve Gazze’nin geleceği konusunda hala ABD’yi ikna edemedi. Yeni yılda Washington’dan “Savaşı bitir” baskısı artabilir. Bu noktadan sonra Gazze’de Hamas’ı bitirme hedefini unutup teknokratlar hükümeti kurulması önerisiyle ‘itibarlı’ bir çıkışa yönelebilirler. Ki Kahire’de Mısır’ın ABD ve İsrail’le paylaştıktan sonra Hamas ve İslami Cihad liderlerinin önüne koyduğu öneri teknokratlar hükümetini de içeriyor. Hamas’ı devirmiş gibi yapan bir formül.
Sadede gelirsek ABD mevcut koşullarda kontrolden çıkmış bir çatışmanın kendisini Irak işgalinden daha büyük bir güçle bölgeye dönmek zorunda bırakacağını biliyor ve bu senaryodan kaçınıyor. Ve Husilerin Kızıldeniz’de yaptığı sürprizler dahil bugünün koşulları 2003’ten çok farklı. İran ‘direniş ekseni’nin çöküşünü kendisi için de sonun başlangıcı olarak görse de ABD ve İsrail’le doğrudan savaşa girmeyi ulusal çıkarlarına uygun bulmuyor.
Şehit Süleymani’nin Siyasi Düşüncesinin Merkezi: Filistin
Terör ve güvenlik uzmanları şehit Süleymani’nin siyasi düşüncesinin ve inanç ekolünün merkezinin Filistin kurtuluşu olduğunu değerlendiriyor.
İzzeddin el-Kassam Tugayları üyesi "Ebu Halid'in mektubuna "Filistin'i savunmak haysiyet ve onur getirir" yanıtını veren şehit Süleymani’nin Filistin meselesine milli çıkar olarak değil dini bir görev olarak baktığı anlayabiliriz.
Süleymani’nin Irak ve Suriye’de tekfirci teröristlere karşı yürüttüğü mücadelenin asıl hedefi mezhepsel savaşlara son vermek ve Filistin meselesinin Müslüman milletler arasında unutulmasını önlemekti. Bu nedenle birçok terör ve güvenlik uzmanı Süleymani’nin siyasi düşüncesinin ve inanç ekolünün merkezi Filistin kurtuluşu olduğunu değerlendiriyor.
Filistin; İran'ın bölgesel politikasının merkezi
ABD’nin Afganistan ve Irak’ı işgal ettiği dönemde Birçok askeri komutan, Tahran ile Waşington arasında askeri çatışma olasılığından bahsediyordu.
ABD'nin eski Başkanı George W. Bush, İran’ı dünya barışı için bir tehdit unsuru olarak tanıtmaya çalışıyordu. O dönemde Süleymani’nin ve yol arkadaşlarının yaptığı en önemli işlerden biri Müslümanların kapasitesini kullanarak Amerika ve Siyonist Rejim’e karşı bir direniş cephesi oluşturmaktı. Batı emperyalizmine karşı uygulanan bu stratejide Filistin meselesi direnişinin ilgi odağıydı. Yani direniş gruplarının işgal altındaki Filistin'de yaşanan gelişmelere karşı her zaman duyarlı olması ve kriz sırasında Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki direniş güçlerinin yanında yer alması gerekiyordu.
Hamas ve İslami Cihad’ın açıklamalarına göre, Siyonist Rejim saldırıları sırasında şehit Süleymani bu savaşlarda dolaylı ya da dolaysız yollardan müsteşarlık yapıyordu.
Örneğin, Filistin İslami Direniş Hareketi siyasi ofisi üyesi Ahmet Abdulhadi, Süleymani’nin defalarca Gazze Şeridi’ni ziyaret ettiğini ve kendisinin Gazze'nin savunma yapılarının oluşmasında önemli rol oynadığını söylemişti.,
Gazze direnişinin silahlandırılması
Siyonistler, Doğu Akdeniz’deki varlığını ilan ettikten sonra bu rejim Araplara karşı çatışmalarda hep kazanmıştı. Ancak Şaron'un 2005 yılında Gazze Şeridi'nden çekilmesi ve İslami direniş hareketi Hamas ile İslami Cihad'ın burada güç kazanmasından sonra askeri-güvenlik denklemi direniş ekseni lehine değişmesine yol açtı. İslam Devrimi Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, şehit Süleymani ile ilgili “Bu adam Filistinlilerin elini güçlendirdi. Öyleki Siyonist Rejim 48 saat geçmeden gelin ateşkes yapalım çağrısını yaptı” demişti.
Son yirmi yıldır Filistinli gruplar Siyonist Rejim’e karşı çeşitli caydırıcı silahlarla silahlandırılmıştı. Aksa Tufanı Operasyonu’nda direniş grupları tarafından 80 gün içinde işgal altındaki bölgelere 4 binin üzerinde roket fırlatıldı. Şu anda Hamas ve İslami Cihad, "Kasif", "Ababil" ve "Şahab" gibi insansız hava araçlarına sahiptir. Diğer taraftan İslami Cihad temsilcisi Nasır Ebu Şerif, 2018 yılında Tahran'a yaptığı ziyarette, direnişin her türlü füzeyi üretmek ve monte etmek üzere Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü tarafından eğitildiğini açıklamıştı.
Sonuç
İran'ın dış politika doktrininde Filistin meselesi ana ilke ve esas değer olarak bilinmektedir. İran Anayasası'nın 152. maddesinin üçüncü ilkesinin beşinci ve on altıncı fıkraları ile 11. ilkesine göre, İran’ın dış politikası, tüm Müslümanlarla kardeşlik bağlılığı ve çevredeki mazlumlara destek vermek temeline dayanmalıdır. Şehit Süleymani, her zaman bu anayasa maddelerine göre hareket etmeye çalıştı.
Şehit Süleymani’nin Filistin kurtuluşu için attığı adımlar Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’nin, bu büyük şehidin cenaze töreni sırasında kendisine "Kudüs Şehidi" adını vermesine neden oldu/meh
Meclisteki Ehl-i Sünnet Milletvekillerinin İrşad Bakanı'na Teşekkürü
İran meclisindeki Ehl-i Sünnet milletvekilleri, Ehl-i Sünnet'in kültürel, sanatsal farklı alanlardaki kapasitelerini, yeteneklerini kullanma, tanıma ve tanıtma konusundaki Kültür ve İrşad Bakanı'nın çabalarını takdir ettikleri bir mektup yazdı.
IRNA'nın meclis muhabirinin bildirdiğine göre, 11. Dönem İslami Şura Meclisi'ndeki Ehl-i Sünnet milletvekilleri, Kültür ve İrşad Bakanı Muhammed Mehdi İsmaili'ye hitaben yazdıkları mektupta şunları söylediler: İran, yüzyıllar boyunca çeşitli milletlerin bir arada huzur içinde yaşadığı, kültürleri seven bir ülkedir ve bu, anayasaca kabul edilmiş temel prensipleri hatırlatır.
Mektupta şunlar yazıyordu: Uzun yıllardır, İran'daki mezhep ve etnik grupların barış içinde bir arada yaşaması, dünyada birlikte yaşama örneğine dönüştü. Biz bu konuda ne kadar ilerlersek ulusal ve İslami bağlar daha da güçlenip sağlamlaşacaktır.
Ehl-i Sünnet milletvekilleri mektubun devamında şunları ifade etti: Sizin bereketli varlığınızla bakanlığınızın, Ehl-i Sünnet'in yeteneklerine önem vererek kültür ve sanat alanında etkili bir hareket başlatması ile İnkılabın Yüce Rehberi Hamenei'in özellikle Ehl-i Sünnet'in hizmetlerini kayıt altına alıp tanıtmak için zemin oluşturma yönündeki dileklerinin meyvelerini verdiğine şahitlik etmemiz mutluluk kaynağıdır.
Bu mektupta şunlara dikkat çekildi: Ehl-i Sünnet'in kapasitelerinin kullanılması yönünde öncü bakanlıklardan biri olarak Kültür ve İslami İrşad Bakanlığı'nın; Öğretmen Abduselam İmami'nin Ehl-i Sünnet meseleleri konusunda bakan danışmanı olarak atanması ve ayrıca Zarinpur Gargic'in Kahire'de İran İslam Cumhuriyeti'nin kültür danışmanı olarak görevlendirilmesi; farklı kültür, sanat alanlarında Sünni kardeşlerimizin kültürel ve sanatsal yeteneklerinin tespit edilerek tanıtılması ve onların kapasitelerinden faydalanılması için atılmış önemli adımlardır.
Ehl-i Sünnet milletvekilleri bu mektupta şunları ifade etti: Bizler, 11. Dönem İslami Şura Meclisi'ndeki Ehl-i Sünnet milletvekillerinden oluşan bir grup olarak, bu önemli adımlardan dolayı şükranlarımızı sunmayı bir görev olarak biliyoruz. Ayrıca Ehl-i Sünnet bölgelerindeki kültürel ve sanatsal faaliyetlerinizden dolayı sizi ve meslektaşlarınızı takdir ediyoruz. Şüphe yok ki bu faaliyetler, bir kez daha İran'ın güzel bir gökkuşağı ve tüm etnik grup, mezhep ve dinler için bir cazibe merkezi olduğunu dünyaya gösterecektir.
Bu mektupta şunlar yer almaktadır: Umarım, küresel emperyalizm tarafından oluşturulan İslam ülkeleri ve hatta İslam ümmeti arasında ayrılığa yol açan engelleri, sağlıklı bir şekilde aşabilir ve daha fazla birlik ve dayanışma görebiliriz.
İran-Türkiye Sosyal Güvenlik Anlaşması Yürürlüğe Giriyor
İran Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanı'nın Sigorta İşlerinden Sorumlu Yardımcısı, İran ile Türkiye arasındaki sosyal güvenlik anlaşmasının nihai aşamaya gelerek uygulamaya konulduğunu duyurdu.
Muhammedi, "Sosyal Güvenlik Kanunu'nun 5. maddesinin A bendine göre İran’da çalışan yabancı uyruklu kişilere kendi hükümetleri ile İran arasında sosyal güvenliğe ilişkin ikili veya çok taraflı anlaşmalar yapılması halinde sigorta hizmetleri sağlanacaktır." dedi.
Muhammed Muhammedi, İran ile Türkiye arasındaki sosyal güvenlik anlaşması kanununun iki ülkenin meclisleri tarafından onaylandığını ve bu anlaşmanın uygulama düzenlemelerine ilişkin belgenin taraflarca 19 Temmuz 2022'de imzalandığını belirterek, "Bu anlaşmanın konusu, Türkiye'deki sosyal güvenlik kurumu veya ilgili kuruluşlarda daha önce veya halihazırda sigortalı olan ve sigorta primi ödeme geçmişi bulunan kişilerdir." ifadelerini kullandı.
Muhammedi, İran ile Türkiye arasındaki sosyal güvenlik anlaşmasının ana ekseninin, yardımlardan ve yükümlülüklerden yararlanma koşullarının yerine getirilmesinde yararlanıcıların sigorta kayıtlarının anlaşmanın taraflarıyla birleştirilmesi ve dahil edilmesi olduğunu belirterek, şöyle dedi: "Emeklilik aylığı, maluliyet, cenaze ve defin ödeneği, tıbbi hizmetler, hamilelik ve hastalık ile meslek hastalıkları, her ülkedeki kayıtlara göre sağlanan kayıtların toplanmasına dayanan hizmet ve yardımlardır."
İranlı yetkili, şöyle devam etti: "Başvuranın ikamet ettiği yerin kurumu, sigorta ödemesinin son yapıldığı yerin kurumu ile mutlaka aynı olmama olasılığı nedeniyle, ilk emeklilik kararının oluşturulması ve verilmesine ilişkin koşulların doğrulanması, sigortalının sigorta ödemesinin son yeri sayılan akit tarafça yapılacaktır."
Muhammedi, İran ve Türkiye arasındaki sosyal güvenlik anlaşmasında yer alan hizmetlerden birinin mezar ve cenaze ödeneği olduğunu belirterek, "Sigortalının diğer tarafın ülkesinde ölmesi halinde, ölüm yerinin o kişinin sigortalı olduğu tarafın ülkesi olduğu kabul edilir ve hayatta kalanlar cenaze masraflarını almaya hak kazanır." diye konuştu./mehr
Galata Köprüsü'nde Filistin’e Destek Yürüyüşü
Galata Köprüsü’nde gerçekleştirilen Filistin mitinginde Bilal Erdoğan, savaşın ateşkesle bitmeyeceğini belirterek herkesi boykota çağırdı. Mitinge çağrı yapan Berat Albayrak ise söz almadı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönetimindeki TÜGVA öncülüğünde 300’den fazla kurum, Galata Köprüsü’nde Filistin’e destek olmak için miting düzenledi. Sabah ezanıyla Eminönü’ne yürüyen binlerce insan 7 Ekim 2023 sonrası İsrail’in Gazze Şeridi’nde düzenlediği saldırıları protesto etti. Miting kürsüsünden katılımın 250 bin olduğu açıklanırken, Bilal Erdoğan’ın yanı sıra Filistin Büyükelçisi Faed Mustafa ve Memur Sen Genel Başkanı Ali Yalçın gibi isimler konuşma gerçekleştirdi. Mitinge çağrı videosunda görüntü veren Berat Albayrak ise konuşma yapmadı.
SABAH NAMAZINDAN SONRA GALATA KÖPRÜSÜ'NE YÜRÜDÜLER
Ayasofya, Süleymaniye, Sultan Ahmet ve Yeni Camii’ndeki sabah namazının ardından Filistin'e destek olmak ve İsrail’i protesto etmek isteyenler Galata Köprüsü’ne yürüdü. Yürüyüşe İstanbul'un yanı sıra şehir dışından da katılım gerçekleşirken, Fatih ve Eyüp ilçelerinde trafiğin artması nedeniyle uzun kortejler oluştu.
Yürüyüş kortejinde, Gençlik ve Spor Bakanı Osman Aşkın Bak, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, eski TBMM Başkanı Mustafa Şentop, AK Parti İstanbul milletvekili Süleyman Soylu, Bilal Erdoğan ve Selçuk Bayraktar da yer aldı.
EBU HUBEYDE PANKART VE FOTOĞRAFLARI TAŞINDI
Vapurlardan Filistin bayrakları açılırken, Galata Köprüsü’nde tekbir sloganları atıldı. Miting alanında en dikkat çeken karelerden biri ise Hamas’ın askeri kanat sorumlusu Ebu Hubeyde’yi gösteren pankart ve fotoğraflar oldu. Yüzlerini Ebu Hubeyde gibi kamufle eden gençler, ellerinde Ebu Hubeyde fotoğraflarıyla mitinge katılanlar, "Filistin davası zafere kadar sürecek" sloganlar attı. Saat 08.30’da kürsü konuşmaları başladı.
BİLAL ERDOĞAN: ‘BU İŞ ATEŞKESLE BİTMEYECEK’
Bilal Erdoğan kürsü konuşmasında, 7 Ekim sonrası Filistin’de yaşananları soykırım olarak niteledi. Erdoğan, İsrail’i Nazi Almanya’sına benzeterek konuşmasını şöyle sürdürdü:
“İsrail her gün yüzlerce insanı ve çocuğu katletti. Dünya buna seyirci kaldı. Biz bu sabah yılın ilk gününün sabahında İstanbul'dan bütün dünyaya haykırmak istiyoruz. 12 şehidimiz ve binlerce Filistinli için uyanık olduğumuzu söylüyoruz. Filistin'de düşen şehitlerin de askerlerimizin de aynı odak tarafından öldürüldüğünü biliyoruz. Bizler kayıtsız kalamayız çünkü Kudüs bizim ilk kıblemiz. Bizler kayıtsız kalamayız çünkü Selahattin Eyyübi'den Fatih Sultan Mehmet'e kadar topraklarımız kanla sulandı. Topraklarımız üzerinde gözü olanların gözünü çıkarmak için bizler kayıtsız kalamayız. Yüzbinler olarak biliyoruz ki yıllar boyunca verdiğimiz şehitlerin katillerinin kim olduğunu biliyoruz. Bizler bizi fırkalara bölmek isteyenlerin asıl dertlerini biliyoruz. Medyada suni gündemler oluşturup Filistin davasını sulandırmaya çalışıyorlar, mülteci düşmanlığı yapıyorlar. Bu iş ateşkesle bitmeyecek, Filistin davası sürdükçe boykota devam edeceğiz ki sermaye sahipleri ayağını denk alsın."
‘GAZZE’YE SELAM OLDU’
Bilal Erdoğan’ın ardından Filistin Büyükelçisi Faed Mustafa da yaptığı konuşmayla mitingi düzenleyenlere ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a ‘davalarında’ yanlarında oldukları için teşekkür ederek Gazze’den selam getirdiğini belirtti. Faed Mustafa, “Kuran'da söylediği gibi zulme karşı savaşan mutlaka kazanacaktır. Türk milletinin insanları, bütün katliamlara karşı bildirdiğiniz tavrınız Gazze'ye selam oldu” dedi.
FİLİSTİN BÜYÜKELÇİSİ: ‘NETANYAHU TARİHİN ÇÖPLÜĞÜNE GİDECEK’
Faed Mustafa, Cebaliye'den Kudüs'ten, Mescidi Aksa'dan ve bütün kamplardan Türkiye’ye selam getirdiğini sözlerine ekleyerek şöyle devam etti: “Biz Filistinliler olarak acı çekiyoruz. Biz çok üzülüyoruz, Gazze şehrinde zalimler her şeyi hedef alıyor. Bizim davamızı saptırmaya çalışıyorlar. Bütün bunlara rağmen zaferden hiç sapmadık. Her zaman dini ve siyasi haklarımız ebedi kalacaktır. Kudüs'e ve Mescidi Aksa'ya olan inancımız bozulmayacaktır. Muhakkak yavrularımız ve çiçeklerimizden birisi İsrail'in işgalini bitirecektir. Değerli Türk Hükümeti 1 Ocak 1960'taki gibi şehidimiz Yaser Arafat Filistin devrimine başlamıştır. Zaferi kazanana kadar durmayacağız ve göç etmeyeceğiz. Netanyahu tarihin çöplüğüne gidecektir. Türk halkına teşekkür ederim.”
‘CANI CEHENNEME UYUYANIN’
Memur Sen Genel Başkanı Ali Yalçın da mitinge konuşmacılardan biriydi. Ali Yalçın, miting saatinde uyuyanlar için "Canları cehenneme" dedi. Yalçın, şunları söyledi:
“Canı cehenneme yerleşimci adı altında işgalcileri götürüp Filistin'e yerleştirenlere. Canı cehenneme 'bugün 12 yaşında bir kızı öldürdüm ama çocuk arıyorum' diyenlere. Okul, hastane demeden her yeri bombalayanların canı cehenneme. İnsan onuruna, insan haysiyetine sahip çıkmak için 2023'de yaşadığımız felaket ve Gazze'de yaşanan soykırım 2024'te son bulsun./gazeteduvar
‘İran’ın savaş gemisi Kızıldeniz’e girdi’
Kızıldeniz'de ABD’nin hakimiyet çabalarına yanıt İran’dan geldi. İran'ın “Elburz” adlı savaş gemisinin Babu'l Mendeb Boğazı'ndan geçerek Kızıldeniz'e girdiği bildirildi.
İran'ın yarı resmi Tesnim Haber Ajansına göre, İran donanmasının 94. Deniz Filosu komutasındaki "Elburz" adlı savaş gemisi uluslararası sulardaki düzenli görevlerin bir parçası olarak Babu'l Mendeb Boğazı'nı geçerek Kızıldeniz'e girdi.
DONANMA 2009’DAN BERİ AÇIK SULARDA
Haberde, İran donanmasının 2009 yılından bu yana "nakliye hatlarını güvence altına almak, korsanlarla mücadele etmek ve diğer görevleri yerine getirmek için açık sularda faaliyet gösterdiği" ifade edildi.
İSRAİL GEMİLERİ HUSİLERİN HEDEFİ
İran'ın desteklediği Yemen'deki Husiler, İsrail'in Gazze'deki saldırılarına tepki olarak 31 Ekim'den bu yana Yemen açıklarında İsrailli şirketlere bağlı ticari gemilere el koymaya ve bazılarına da dron ve füzelerle saldırılar düzenlemeye başlamıştı.
ABD güçleri bu süreçte birçok kez Yemen'den atılan füze ve kamikaze dronları düşürdüğünü duyurmuştu.
Husilerin eylemlerinin ardından çok sayıda gemicilik şirketi de Kızıldeniz'deki seferlerini durdurma kararı almıştı.
Son olarak dün Kızıldeniz'de İsrail'le bağlantılı gemiyi ele geçirmeye çalışan Husilere ait 3 sürat teknesi ABD helikopterleri tarafından ateş altına almıştı.
Gazze Savaşında "Sahaların Birliği" Stratejisi Nasıl Parladı?
Direniş Ekseni, Gazze savaşından bu yana geçen 80 gün boyunca “Sahaların Birliği” stratejinin lafta olmadığını ve aynı zamanda Amerikan-Siyonist tehditlerine karşı ortak savunma girişimi olduğunu gösterdi.
Mayıs 2021'deki Kudüs Kılıcı operasyonun ardından Filistin direnişinin üst düzey siyasi yetkililer ve komutanları arasında yapılan bir dizi toplantıda "Sahaların Birliği" stratejik politikasının operasyonel hale getirilmesi gündeme getirildi.
Siyonist rejimin Gazze Şeridi saldırılarının artmasıyla birlikte Direniş Ekseni’nin "Sahaların Birliği’’ stratejisinin büyük bir savaşa sürükleyeceğine inananlar oldu. Bazılarının görüşünün aksine, Direniş Ekseni’nin yetenekleri, ABD birlikleri, İsrail ordusu ve diğer müttefiklerini asimetrik savaş ilkelerine tam olarak uymasına zorladı.
‘’Al Khanadeq’’ internet sitesi ‘’Sahaların Birliği’’ stratejisi ile ilgili yayınlanan yazıda, Gazze savaşının özel koşullarının Direniş Ekseni’nin İsrail saldırılarını durdurmak için kademeli katılım yolunu seçtiği belirtildi.
Ancak direniş liderleri, bu mücadelenin her aşamasında başka seçenekler kullanarak kapsayıcı bir savaş başlatma olasılığını da açık bıraktı. Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Gazze savaşı sırasında son iki konuşmasında direnişin hedeflerini ve kırmızı çizgilerini anlatarak tüm seçeneklerin masada olduğunu vurguladı.
Sahaların Birliği Stratejisinde Yemen'in Rolü
Sahaların Birliği stratejisinin hayata geçirilmesinde en büyük pay hiç şüphesiz Yemen'dedir. Çünkü İsrail ve ABD'nin Gazze'ye yönelik saldırının ardından ablukaya karşı abluka denklemini dayattı ve Kızıldeniz’de işgal altındaki Filistin'e giden kargo gemilerinin geçişini engellemeyi başardı. Yemen’in eylemleri ABD’yi bu stratejik tehditle başa çıkmak için "Refah Muhafızı Operasyonu" adlı uluslararası deniz koalisyonu kurmaya zorladı. ABD’nin amacı "imkansız ve tehlikeli görev"de Yemen'le uğraşmanın maliyetini tek başına ödememektir. Sana hükümeti çıkış veya varış noktası işgal altındaki topraklar olan gemilerin hedef alınacağını ve eylemlerinin dünya ticaretini tehdit etmeyeceğini defalarca vurguladı. Deniz eylemleri ve Eilat limanına karşı yapılan füze ve drone saldırıları Filistin direnişini savunmak için atılan adımlardır. İsrail kaynaklarına göre Yemen’in deniz eylemleri Eilat liman faaliyetlerinin yüzde 85'inin durmasına neden oldu.
Yemen Ensarullah Hareketi Lideri Abdulmelik el-Husi, Amerika’nın kurduğu ‘’Refah Muhafızı Operasyonu" koalisyonuna tepki göstererek, Yemen’in yaklaşımının tüm sonuç ve zorluklara rağmen devam edeceğini ve tehditlere kararlı bir şekilde yanıt vermeye hazır olduklarını vurguladı.
‘’Al Khanadeq’’ sitesinde yayınlanan yazıda, Yemen'in Siyonist rejime verdiği zararlar şöyle sıralandı:
-Eilat limanı, İsrail rejimini Doğu Asya bölgesine bağlayan tek limandır. Uzak Doğu'dan İsrail'e yapılan ithalatın yıllık 95 milyar dolar olduğu tahmin ediliyor.
-Babu'l Mendeb Boğazı’nın kapatılmasıyla İsrail'e giden kargo gemilerinin rotasını Afrika'nın güney ucundaki Ümit Burnu'na çevirdi. Bu durum, söz konusu gemilerin seyir süresini yaklaşık 4 ila 5 hafta daha uzattı. Bu da İsrail'e ithal edilen ürünlerin fiyatını yaklaşık yüzde 3 oranında yani yaklaşık 3 milyar dolar artıracak.
-İşgalcilerin ithalatının yüzde 99'u deniz yoluyla yapılıyor ve bunun yüzde 30'u Kızıldeniz üzerinden yapılıyor.
Bu bağlamda İsrail'in "Globes" internet sitesine konuşan rejimin bir istihbarat görevlisi, Yemen ordusunun insansız hava araçlarının İsrail için bir kitle imha silahı ve askeri düzeyde stratejik bir tehdit olduğunu belirtti.
Yemen’in Kızıldeniz kıyısındaki stratejik coğrafi konumuna dikkati çeken Siyonist istihbarat görevlisi, bu ülkenin füze ve insansız hava aracı cephaneliğinin yanı sıra en az 100 bin savaşçıya sahip olduğunu söyledi. Siyonist uzman Yemen’in askeri gücünün ülkeyi "somut bir tehlikeye" dönüştürdüğünü de sözlerine ekledi. Uzmana göre Yemen silahlı kuvvetleri en iyi balistik füzeler, seyir füzeleri, insansız hava araçları ve hatta insansız deniz araçlarıyla donatılmıştır; bunlardan bazıları yaklaşık iki ay öncesinden bu yana İsrail'e karşı kullanılıyor. Yemenliler Kızıldeniz'i adeta abluka altına aldılar ve ciddi zararlar verebilirler, bu çok önemli bir konu.
Irak Direnişinin Rolü
Aksa Tufanı operasyonunun ilk haftalarından itibaren Irak direnişi, Filistin'e destek için harekete geçerek, Irak ve Suriye'deki Amerikan askeri üslerini füze ve insansız hava araçlarıyla hedef aldı. Bu eylemlerin sayısı 100'ü aşmıştır. Operasyonlarını giderek artıran Irak İslami Direniş Hareketi, İsrail'in Kızıldeniz kıyısındaki Eilat limanını ve Akdeniz bölgesindeki Kariş gaz tesislerini 400 km menzilli füzeler ve uzun menzilli insansız hava araçlarıyla hedef alarak işgal altındaki Filistin topraklarında herhangi bir Siyonist hedefi vurabilecek yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.
Lübnan Direnişinin Rolü
8 Ekim 2023'ten itibaren Lübnan Hizbullah Hareketi, Aksa Tufanı operasyonunda Filistin direnişinin yanında yer aldı ve Siyonist rejimi yıpratmak için yeni bir cephe açtı.
Bu cephenin açılmasıyla birlikte direnişle doğrudan savaştan korkan işgalci orduyu, çok sayıda zırhlı araç, savaş uçağı, helikopter ve hava savunma sistemi de dahil olmak üzere kuvvetlerinin neredeyse üçte birini kuzey cephesine konuşlandırmaya zorladı; Öte yandan kuzey bölgede 100 bin civarında işgalci yerleşimcinin yerinden edilmesine yol açarak Tel Aviv'e büyük ekonomik kayıplar yaşattı.
Hizbullah ayrıca her gün Siyonist hedeflere yönelik birçok operasyon gerçekleştirdi, bazı günlerde direniş operasyonlarının sayısı 22'ye ulaştı. İstihbari bilgilerden de yararlanan Lübnan direnişi, yürüttüğü operasyonlarında amacına göre uygun silahlar, tanksavar silahları, toplar, füzeler ve çeşitli silahlar kullandı. Direnişçiler aynı zamanda Lübnanlı sivillerin hedef alınması durumunda yerleşimcilerin de hedef alınacağını gösterdiler.
Yazının son bölümünde, ‘’Gazze Şeridi saldırıları devam ederken ‘’Sahaların Birliği’’ne bağlı Direniş Cephesi ABD ve İsrail’in tehditlerine umursamadan net bir çizgide ilerlemeyi sürdürecektir ve Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugaylarına göre tam zafer serabı peşinde olan İsrail askerlerini Gazze kumları yutar.’’ denildi.
İmam Hamanei: Siyasete ve Ülkenin Kaderine Müdahale Kadınların Hakkı ve Görevidir
İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, bu sabah binlerce kadın ve kız çocuğuyla yaptığı görüşmede cinsiyetin insani değerlerde rol oynamadığını belirterek şunları söyledi: ‘Ülkenin siyasetine ve kaderine müdahale kadının hakkı ve görevidir.
İran İslam İnkılabı Rehberi bu sabah binlerce kadın ve kız çocuğunun katıldığı bir görüşmede, kadının aile içindeki varlığının çeşitli boyutları ve toplumdaki, siyasetteki ve yönetimdeki çeşitli düzeylerdeki sınırsız faaliyetlerine ilişkin İslam'ın mantıksal ve akli görüşünü açıkladı ve şunları vurguladı: İslam'da aile meselesine dikkat edilmesi şartıyla, erkeklere olduğu gibi kadınlara da her türlü sosyal faaliyetin yolu açıktır.’
İmam Hamanei Hz. Fatıma’nın (s.a) doğum günü arifesinde gerçekleşen bu görüşmede yaptığı konuşmada, iki cihan kadınlarının efendisi Hz. Fatıma’nın (s.a) şahsiyetinin büyüklüğünün derk edilemeyecek boyutta olduğunu söyledi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Sahih bir hadise göre her kim Hz. Fatıma’yı öfkelendirirse Allah’ı öfkelendirir ve her kim de Hz. Fatıma’yı sevindirirse Allah ondan hoşnut olur ve bir insan için bundan daha üstün hiçbir fazilet düşünülemez. Bu nedenle Allah'ın rızasını isteyen herkesin ailede, kız çocuğu, anne, eş konumunda, toplum ve siyaset alanında Hazreti Fatıma’nın (s.a) tavsiyelerine, derslerine ve yönlendirmelerine uyması gerekir.
Kadının kimliği, değerleri, hakları, görevleri, özgürlükleri ve sınırlamaları hayati ve çok belirleyici bir konudur. Bu çok önemli konuya ilişkin Batı ve İslami olmak üzere dünyada birbirine zıt iki genel yaklaşım bulunmaktadır.
Batı medeniyet ve kültür sistemi kadına dair önemli meseleleri konuşmaktan kaçınmaktadır. Batılılar kadınlara dair mantık sahibi olmadıkları için her soruya ve konuya yanıt olarak tartışmalarla ve siyasi ve siyasi olmayan şahsiyetleri satın alarak, sanatı, edebiyatı ve sosyal medyayı araç olarak kullanarak, kadınlarla ilgili uluslararası merkezlere hâkim olarak kendi görüşlerini ilerletmeye çalışıyorlar.’
İmam Hamanei, Batı'daki ahlaki yozlaşmaya ilişkin korkunç resmi istatistiklere değinerek şunları söyledi: ‘Batı'da neden aileyi yıkan her konu gün geçtikçe daha da öne çıkıyor, diğer yandan örtülü kadınlara saldıranlara yönelik ne bir kınama ne de ciddi bir eylemde bulunuluyor.’
İmam Hamanei, İslam'ın kadın meselesine yaklaşımını Batı yaklaşımının tam tersi mantıklı bir yaklaşım olarak nitelendirdi ve şunları söyledi: ‘Kadın meselesi İslam'ın güçlü noktalarından biridir ve kadın meselesinden bizim sorumlu olmamız gerektiği düşünülmemelidir.’
İslam İnkılabı Rehberi, haysiyet ve onur ve insani değerler konusunda kadın-erkek eşitliğini İslam'ın güçlü ve akli mantığının unsurlarından biri olarak değerlendirdi ve şöyle dedi: ‘İnsani değerler ve manevi yükseliş açısından kadın ve erkeğin birbirlerine kesinlikle hiçbir üstünlüğü yoktur ve her ikisi de yetenek ve gayretleri ölçüsünde manevi yükselişe ulaşma yeteneğine sahiptir.
Manevi alanlarda Allah, Kuran'da hatta bazen kadınları erkeklere tercih etmiş ve Firavun'un eşi ve Hazreti Meryem gibi kadınları tüm müminlere örnek olarak tanıtmıştır, bu da erkeğin maddi ve fiziki koşulları nedeniyle üstünlüğünü ortadan kaldıran bir yaklaşımdır.
İmam Hamanei, kadın ve erkeğin eşit rollere sahip olduğu diğer alanlar arasında toplumdaki varlığın ve sosyal sorumlulukların olduğunu belirtti ve şu ifadelerde bulundu: ‘Merhum İmam'a (r.a) göre ülkenin siyasetine ve kaderine müdahale kadının hakkı ve görevidir Ayrıca rivayetlere göre, günümüz meselelerinden Gazze meselesi gibi Müslümanların meseleleriyle ilgilenmek de dahil olmak üzere toplumun meseleleriyle ilgilenmek herkesin görevidir. Bu nedenle toplumsal konularda sorumluluk duygusuna sahip olma konusunda kadın ve erkek arasında hiçbir fark yoktur.
Aile görevleri konusunda, kadın ve erkek bedensel ve zihinsel yetenek ve kapasitelerine göre farklı görevlere sahiptir. Buradan hareketle bazılarının mutlak biçimde ifade ettiği "cinsiyet eşitliği" sloganı yanlış bir ifadedir ve doğru olan ise "cinsiyet adaleti”dir.’
İslam İnkılabı Rehberi, her şeyi yerli yerine koymak anlamına gelen adalet kavramına değinerek, çocuk doğurma ve çocuk yetiştirme gibi kadının kendine has görevlerinin kadının zihinsel, fiziksel ve duygusal yapısına uygun olduğunu belirterek şunları söyledi: ‘Kadın ve erkeğin ailevi görevleri farklı olsa da Kur'an-ı Kerim'e göre aile hakları aynıdır.’
İmam Hamanei, evi bir kadın için barış ve rahatlık yeri olarak nitelendirdi ve şunları vurguladı: ‘Kocanın kötü konuşması veya fiziksel zarar vermesi gibi kötü davranışlar hiçbir şekilde kabul edilemez.’
İmam Hamanei, aileye verilen bu tür zararlarla mücadele etmenin yolunun ağır cezalar içeren kanunlar çıkarmak olduğunu belirtti ve bu kanunun meclisten geçmek üzere olduğunu belirterek şu ifadelerde bulundu: ‘Bu yasaya uyulmalı ve ev ortamını kadınlar için güvensiz hale getiren erkeklere de ağır cezalar verilmesini tavsiye ediyoruz.’
İslam İnkılabı Rehberi, çeşitli işlerde, sosyal ve devlet işlerinde kadınların varlığı ile ilgili soruların olduğuna değinerek şunları vurguladı: ‘Bu alanda da cinsiyet meselesi yok ve kadınların varlığına dair herhangi bir kısıtlama da yok.’
İmam Hamanei, sosyal ve siyasi sorumlulukların erkeklere ve kadınlara verilmesinde tek ölçütün liyakat (meritokrasi) olduğunu belirtti ve şunları söyledi: ‘Bakanlık veya milletvekilliği gibi bir yerde, daha iyi, daha nitelikli, tecrübeli bir kadın varsa, İslam nazarında onun görev alması için bir sınırlama yoktur.’
İslam İnkılabı rehberi, kadınların çalışmasının koşulunun, çalışmanın kadınları, temel meşguliyetleri olan ev işleri, çocuk doğurma ve annelikten mahrum bırakmaması olduğuna gerektiğini şunları söyledi: ‘Doktorluk ve öğretmenlik gibi bazı meslekler kadınlar ve kız çocukları için zorunlu olsa bile ve bazen bazı işler bir kadını ev işleri ve çocuk doğurmadan alıkoyuyorsa ülke yetkililerinin bu iki görevden hiçbirinin ihmal edilmemesi için bir çözüm bulması gerekmektedir.
Elbette bu görevler birleştirilebilir, çünkü ilim ve yürütme sektörlerinde aynı zamanda iyi çocuklar yetiştirmiş seçkin ve başarılı kadınları tanıyoruz.’
İmam Hamanei, kadının ailevi görevlerini yerine getirmesi üzerinde durduktan sonra İslam'ın kadının sosyal varlığı konusundaki ikinci hassasiyetinin cinsel çekiciliğin tehlikesi ve kaygan zemini olarak nitelendirdi ve şunları söyledi: ‘İslam'ın başörtüsüne yaptığı vurgunun bir yönü de cinsel çekiciliğin riskini sınırlamaktır ve bu hassasiyetin gözetilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla başörtüsü bir mahrumiyet değil, bir nevi ayrıcalıktır ve kadını korur.’
İmam Hamanei, annenin rolünü, neslin ve insan yaşamının devamının garantisi olması nedeniyle insanın yaratılışındaki en önemli ve en iyi rol olarak nitelendirdi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Yemek yapmak, çamaşır yıkamak gibi ev işlerinin kadının görevi olduğu düşüncesi tamamen yanlıştır ve ailede işlerin anlayışla yapılması gerekir, çünkü ev işlerinde kadınlara yardım eden erkekler de vardır.’
İslam İnkılabı Rehberi’nin değindiği bir diğer konu da evlilik yaşıydı ve İmam Hamanei, İslam’ın bu konudaki görüşünün evliliğin geç yaşlara ertelenmemesi olduğunu söyledi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Elbette bu, çocukların evlenmesi anlamına gelmiyor, bu, yani kız ve erkek çocuklarının mümkün olduğu kadar erken evlenmesi anlamına geliyor.’
İmam Hamanei, İran İslam Cumhuriyetinde kadınların bilim, edebiyat, spor ve sanatın çeşitli alanlarındaki ilerlemelerinin İnkılap öncesi dönemden on kat daha fazla olduğunu söyledi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Ülkeyi gerçek anlamda İslamlaştırmamamıza rağmen bu başarılar elde edilmiştir ve İslam tam anlamıyla uygulanırsa bu başarılar katlanarak artacaktır.’
İmam Hamanei konuşmasının sonunda 2024 yılı Şubat ayındaki önemli seçimlere değinerek, kadının bu alandaki rolünün toplum ve aile açısından zaruri olduğunu belirterek şunları söyledi: ‘Evdeki en önemli göreviniz, eşinizi ve çocuklarınızı seçim ve araştırma konularında aktif olmaya teşvik etmektir. Çünkü özellikle kadınlar, insanları, stratejileri ve akımları tanımak gibi bazı konularda sahneye erkeklerden daha doğru ve hassas bakmaktadır. Bu nedenle seçim adaylarını tanıma ve onları sandığa gitmeye teşvik etme konusunda önemli bir rol oynayabilirsiniz.’
Gazze’de Şehit Sayısı 21 Bini Aştı
Gazze'deki Sağlık Bakanlığı, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana sürdürdüğü saldırılarda öldürülen Filistinlilerin sayısının son 24 saatte 195 artarak 21 bin 110'a çıktığını duyurdu.
Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Eşref el-Kudra, yaptığı yazılı açıklamada, Gazze'deki son duruma ilişkin bilgi verdi.
Kudra, İsrail güçlerinin son 24 saatte Gazze Şeridi'nde 195 Filistinliyi daha öldürdüğünü belirtti.
Sağlık Bakanlığı Sözcüsü, Gazze'de 7 Ekim'den bu yana İsrail saldırılarında öldürülen Filistinlilerin sayısının 21 bin 110'a yükseldiğini, yaralı sayısının da 55 bin 243'e çıktığını kaydetti.
Siyonist Rejimin Katliamında 82. Gün; "Gazze'de Yaşanan Dehşeti Tarif Edecek Söz Kalmadı"
Siyonist İsrail ordusu, güneydeki Han Yunus ve Refah kentlerine saldırdı. Han Yunus'taki Filistin Kızılayı merkezini de hedef alınan noktalar arasındaydı. Savaş gemileri de Nuseyrat Mülteci Kampı'nın batısını bombaladı. Bir günde 241 Filistinli katledildi.
Bölgenin güneyindeki Han Yunus'ta iki evi bombaladı. Saldırılarda çok sayıda şehit ve yaralı olduğu açıklandı.
Han Yunus'taki Nasır Hastanesi çevresini de vuran İsrail ordusu, kent merkezini hedef alan top atışlarına devam etti.
İşgalci İsrail ordusu, Han Yunus'taki Filistin Kızılayı merkezini de vurdu. İletişim kesintilerinde kullanılan telsiz sistemi de saldırıda zarar gördü.
Filistin Kızılayı, internet ve iletişim kesintisi nedeniyle Gazze Şeridi’ndeki ekipleriyle temaslarının koptuğunu duyurdu.
Refah kentinde de bir ev bombaların hedefi oldu. Saldırıda en az 2 kişi şehit oldu, çok sayıda kişi de yaralandı.
İsrail ordusu Gazze'nin orta kesimindeki Bureyc Mülteci Kampı'na da top atışıyla saldırı düzenledi.
Bölgeden yoğun duman yükseldi.
Siyonist rejim ordusu denizden de saldırıyor. Savaş gemileri, Nuseyrat Mülteci Kampı'nın batısını vurdu.
Öte yandan Siyonist İsrail'in işgal altındaki Batı Şeria'daki Nur Şems mülteci kampına daha önce düzenlediği insansız hava aracı saldırısında şehit olanların sayısının altıya yükseldi.
Al Jazeera, Batı Şeria'da çok sayıda baskının devam ettiğini ancak “İsrail'in bu askeri operasyonlarının en büyüğünün Tulkarem'deki Nur Şems mülteci kampında olduğunu” söyledi.
"İsrailliler kampı tamamen kuşattı ve akşam erken saatlerde bir insansız hava aracı saldırısında altı Filistinli öldü, biri de ağır yaralandı" açıklaması yapıldı.
Gazze genelinde bir günde 241 Filistinli katledildi, 382 kişi yaralandı.
Gazze'deki insanlık dramı ile ilgili Sınır Tanımayan Doktorlar örgütünden açıklama geldi.
Açıklamada, "Gazze'de yaşanan dehşeti tarif edecek söz kalmadı." denildi.
Siyonist İsrail'in saldırılarının en büyük mağdurunun Gazze Şeridi'ndeki siviller olduğu kaydedildi.
İftira İle İlgili Ayet ve Hadisler
İftira; töhmet, bühtan, itham etmek, yalan yere suçlamak gibi anlamlara gelir. İftira; gerçek olmayan, olumsuz bir durumu, bir suçu, bir günahı uydurmak suretiyle amaçlı olarak ve bilerek bir kimsenin üzerine yüklemeye çalışmaktır.
İftira atmak, İslam’a göre çok büyük günahlardan biridir. Bu nedenle Kur’an’da, Peygamber Efendimizin (s.a.a) hadislerinde ve Ehl-i Beyt’in (s) rivayetlerinde iftira atan kişi çok kınanmıştır. Şimdi bunlardan bazı örnekler sunulacaktır:
1. İftira olayı gerçekleştiği zaman bir takım olumlu yönleri olabilir. Örneğin dost ve düşman belli olur. Ancak her hangi bir iftirayı ilk uyduran kişi için çok büyük bir azap vardır; onu dinleyip inananlar ve iftirayı kabul edenler için de azap vardır.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“O iftirayı atanlar kesinlikle içinizden bir gruptur. Bunu, kendiniz için bir kötülük olarak sanmayın. Tam aksine sizin için daha hayırlıdır. Onlardan her biri işlediği günahın cezasını çekecektir. İçlerinden önderlik yapıp günahın büyüğünü sahiplenen kişiye ise, büyük bir azap vardır.”[1]
2. İftirayı duyan kişiler, iftiraya maruz kalan kişi hakkında iyi zanda bulunmalıdırlar. Söz konusu olan suçu veya günahı işlemeyeceğini kalben kabul etmelidirler. Bu dinî ve insanî bir vecibedir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“İftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkekler ve iman eden kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, "Bu, apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi?”[2]
3. Bir insan müşrik ve putperest olabilir. Şirk de çok büyük bir günahtır. Ancak şirk koşan kişi tevbe ederse Allah Teala onu bağışlar. Lakin iftiraya maruz kalan kişi, iftira atan kişiyi bağışlamadığı sürece, istediği kadar tevbe etsin Allah tarafından bağışlanmayacaktır.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Bir zaman o iftirayı dilden dile dolaştırıyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir iş sanıyordunuz. Hâlbuki bu, Allah katında büyük bir günahtır.”[3]
4. İftirayı duyan kişiler, iftiraya maruz kalan kişiyi, iftira atanın yüzüne karşı savunmalıdırlar. Her zaman Allah’ın her şeye şahit olduğunu bilmelidirler. Bu dinî ve insanî bir görevdir. Bugün bizim yanımızda başkasına iftira atan bir kişi, yarın da başkasının yanında bizim hakkımızda iftira atabilir. Bunu unutmamak gerekir.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“İftirayı işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen münezzehsin; bu, büyük bir iftiradır" demeniz gerekmez miydi?”[4]
5. Birisi bir iftira ve bir yalan haber getirdiği zaman hemen ona inanmamak gerekir. Eğer önemli bir konu değilse iftira ve yalan haber kabul edilmemeli ve üzerinde durulmamalıdır. Ancak eğer önemli bir konu ise doğrusunu öğrenmek için diğer tarafla da konuşulmalıdır. Ona konunun aslı sorulmalıdır. Aksi takdirde biz de iftiraya ve yalan habere ortak olabiliriz, böylece suçsuz birilerine çok zararlar verebiliriz. Elbette bu vereceğimiz zararlardan dolayı hem bu dünyada hem de ahirette çok pişmanlıklar duyacağız, ancak iş işten geçmiş olacaktır.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Eğer size bir fasık bir (yalan) haber getirirse, onu araştırın. Yoksa cahillikle bir topluluğa kötülük dokundurursunuz da sonra yaptığınız şeylere pişman olursunuz.”[5]
6. Yahudilerin iman etmemelerinin ve kalplerinin mühürlenmesinin nedenlerinden biri iftira ehli olmalarıydı.
Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
“Aksine inkar etmelerinden dolayı Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık çok azı dışında onlar iman etmezler. (Bir de) küfre sapmaları ve Meryem’e büyük bir iftira söylemelerinden dolayıdır.”[6]
7. İftira atan kişi, eğer iftiraya maruz kalan kişi onu bağışlamazsa, mutlaka cehennem ateşinin içine girecektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Kim mümin bir erkeğe veya mümin bir kadına bir iftira atarsa, ya da onda olmayan bir şeyi onun hakkında söylerse, Allah Teala kıyamet gününde onu, söylediği sözden arınıp çıkıncaya kadar, ateşten bir yığının içine atacaktır.”[7]
8. İftira atan kişi kıyamet gününde müflis olacak yani iflas edecektir, çünkü bütün sevaplarını kaybedecektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) “Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashâb: “Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir” dediler. Allah’ın Resulü (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekât sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnat ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.”[8]
9. İftira atan kişi fasık bir kimsedir. Fasık ise büyük günahlara mürtekip (işleyen, tabi) olan kimsedir. İslam fıkhına göre namazda ona iktida edilmesi (arkasında namaz kılmak) caiz değildir, mahkemelerde de şahitliği kabul edilmez.[9]
Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
“Fasık kimsenin dört alameti vardır; eğlenceyi sevmek, boş söz konuşmak, düşmanlık yapmak, iftira atmak.”[10]
10. İftira atmak kişinin akıbetinin kötü olmasına neden olur.
Peygamber Efendimiz (s.a.a) bir gün: “İnsanı helâke sürükleyen yedi şeyden sakınınız!” buyurmuştu. Ashâb: “Ey Allah’ın Resulü! Onlar nelerdir?” diye sordular. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
“Allah’a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, -dinî bir ceza ile usûlünce öldürülen müstesna- Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı katletmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, hiçbir şeyden haberi olmayan iffetli Müslüman kadınlara zina iftirasında bulunmak.”[11]
Bu hadisteki iftirayı genel olarak kabul etmek gerekir. Başka biri ifadeyle “Kadınlara zina iftirasında bulunmak insanı helak eder, ama diğer iftiralar etmez” diye bir anlam çıkarmamak lazım. Bu sebeple, hangi iftira olursa olsun, kime iftira edilirse edilsin, iftira eden kişinin hayatı kötü bir şekilde sonuçlanacaktır, diye anlaşılmalıdır.
11. İftira atan kişi çok utanmaz ve arlanmaz bir kişidir. Dolayısıyla o her türlü günahı işleyebilecek ve diğerlerinin üzerine atabilecek bir durumdadır. Artık kural, kanun, edep, ahlak, din tanımaz bir hale gelmiştir.
İmam Ali (s) şöyle buyurmuştur:
“İftira atmak gibi bir arsızlık yoktur.”[12]
12. İftira göklerin ve yerlerin kaldıramayacağı kadar büyük bir suç ve günahtır. İftiraya maruz kalan kişinin üzerindeki ağırlığı ve baskıyı, gökler ve yerler taşıyamaz. Ancak Allah Teala mazlumun yanında olduğu için ona yardım eder, böylece bu ağır yükün altından kalkar.
İmam Ali (s) şöyle buyurmuştur:
“Suçsuz bir insana atılan iftira, gökten (ve yerden) daha büyüktür.”[13]
13. İftira atan kişi, zahiren Müslüman olabilir, namaz kılabilir, oruç tutabilir, hacca gidebilir, diğer dinî görevleri yapabilir; ancak iftira attığı için kalbinden inancı ve imanı yok olup gitmektedir.
İmam Cafer Sadık (s) şöyle buyurmuştur:
“Kim mümin kardeşine iftira atarsa, tuzun suyun içinde kaybolması gibi, iman da onun kalbinde kaybolur gider.”[14]
14. İftira atan kişi Allah’tan korkmuyorsa ve ahirete inanmıyorsa, en azından bu dünyasını düşünerek iftira atmamalı ve iftiracı bir kişi olmamalıdır. Çünkü bir ailenin, bir cemaatin, bir toplumun içinde birbirlerine karşı güvensizlik ve itimatsızlık varsa, kesinlikle onların içinde iftira ve töhmet gibi bir zehir yaygınlaşmış demektir. Eğer bir topluluğun içinde iftira ve töhmet bir zehir gibi yaygınlaşırsa, o topluluk yok olmaya mahkumdur. Neticede iftira atan kişi de bu durumdan zarar görecektir.
İmam Cafer Sadık (s) şöyle buyurmuştur:
"Şeytan, Hz. Musa’ya şöyle söylemiştir: ‘Eğer ben bir toplumu birbirlerine karşı güvensiz bir hale getirmek istersem, onların içinde iftirayı artırmaya çalışırım. İftirayı artırmak için ise gıybet ortamını hazırlamaya çalışırım."
- - - - - - - - - -
[1] Nur 11.
[2] Nur 12.
[3] Nur 15.
[4] Nur 16.
[5] Hucurat 6.
[6] Nisa 155-156.
[7] Uyunu’l-Ahbâri’r-Rıza, 2/33.
[8] Müslim, Birr 59.
[9] https://tr.wikishia.net/index.php?title/Büyük Günahlar.
[10] Bihar, 1/120.
[11] Buhârî, Vasâyâ, 23; Tıb, 48; Hudûd, 44; Müslim, Îmân, 145.
[12] Ğureru’l-Hikem, Hadis 4438.
[13] Bihar, 78/31.
[14] Kafi, 2/361.