
کارگر
Avrupa Parlamentosunda İran aleyhtarı karar taslağı onaylandı
Avrupa Parlamentosu Dış ilişkiler Komisyonu, İran aleyhinde karar taslağını onayladıktan sonra, İran'da Nisan 2013 tarihinde düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kendi tabirleriyle '' AB demokratik standartları''na uygun yapılmadığını ileri sürdü.
Dış ilişkiler komisyonunca onaylanan karar taslağı Perşembe günü Avrupa Parlamentosunun genel oturumunda ele alınacak.
7 sayfadan oluşan taslak metinde İran'ın nükleer faaliyetleri, Tahran-AB ilişkileri, bölgesel ve insan hakları başlıkları gibi çeşitli konular yer almakta.
Avrupa Komisyonu, İran'da düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimleri aleyhinde konuşurken Batılı medyalar bile Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin halkın yoğun katılımıyla gerçekleştiğini itiraf etmişti.
Seçimlere 36 milyon seçmen katılarak oylarını kullanmıştı.
Zarif'ten ABD'li yetkililerin açıklamalarına sert tepki
İran dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif, Amerikalı yetkililerin "İran Batı'nın güvenini kazanmak için ciddi bir karar alması gerekir" sözlerine gösterdiği tepkide, asıl Amerikalı yetkililerin ilk ve son kez olmak üzere gerçeklerle yüzleşmeleri gerektiğini belirtti.
Yunanistan dışişleri bakanı ve Başbakan yardımcısı Evangelos Venizelos'la görüştükten sonra basın toplantısında konuşan Zarif, Amerikalı yetkililerin İran ve 5+1 grubu arasında geniş kapsamlı müzakere hakkında yaptıkları son açıklamalara gösterdiği tepkide, Amerika yönetiminin iç sorunları yüzünden önyargılara dayalı bir tutum sergilediğini belirtti.
Zarif, Amerikalılar yıllarca İran'ın nükleer silah peşinde olduğu propagandası yaptıkların ve şimdi de İran'dan bu konuda Batı'ya güvence verecek girişimlerde bulunmalarını istediklerini belirtti.
Zarif, Amerikalı yetkililerin, İran'ın nükleer silah peşinde olmadığını ve olmayacağını ve Tahran'ın nükleer programının barışçıl olduğunu herkesten daha iyi bildiklerini vurguladı.
Zarif Amerikalı yetkililere, İran'ın uranyum zenginleştirme gibi barışçıl nükleer faaliyetleri hakkında, daha sonraları geri almak zorunda kalacak sözler sarf etmekten kaçınmalarını tavsiye etti.
Zarif, Amerikalı yetkililer için İran'ın nükleer silah peşinde olmadığının kesinliği konusunda karar vermelerinin zor olduğunu, oysa bu kararın çoktan alındığını vurguladı.
Açıklamasında Yunan yetkilinin Tahran ziyaretini İran ve Yunanistan arasında ikili ilişkilerin gelişmesinin başlangıcı olduğunu belirten Zarif, İran ve Yunanistan ilişkilerinin tarihi ve bin yıla dayandığını, geçmişte AB'ye dıştan dayatılan baskılar yüzünden bazı engebelerle karşılaşmasına karşın bugün ikili ilişkilerin gelişmekte olduğunu ifade etti.
İran’ın nükleer ilerlemesi, ABD’nin yeni kabusu
İran'ın nükleer enerji programına ilişkin süregiden görüşmelerde sağlanan ilerlemenin orta yerinde, Amerika Birleşik Devletleri, İran'ın füze kazanımları hakkında makul olmayan taleplerde bulunuyor.
Önde gelen bir ABD istihbarat yetkilisi, İran'ın 2015 yılı itibariyle kıtalar arası balistik füzelere sahip olacağını söyledi.
Savunma istihbarat Teşkilatı Müdürü Korgeneral Michael Flynn kısa süre önce Senato Silahlı Hizmetler Komitesi'ne, “Başkan'ın [Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey] 2015 çerçevesindeki değerlendirmemizden söz ederken haklı olduğunu düşünüyorum” dedi.
Bu vurgular temelinde ABD yetkilileri, İran'ın füze programını feshetmesi gerektiğini söyledi. İranlı yetkililer ise cevaben, İran ve altı dünya gücü arasındaki görüşmelerin sadece nükleer meseye odaklı olduğunu ve İran'ın savunma kapasitesinin müzakere edilemez nitelikte olduğunu söylediler.
Akla gelen ilk soru, ABD'li yetkililerin, İran'ın füze programıyla ilgili müzakere etmeyi asla kabul etmeyeceğini gayet iyi bildikleri halde, nükleer görüşmelerin orta yerinde neden bu meseleyi gündeme getirdiğidir. Bu durum, iki bakış açısından analiz edilebilir.
İlk görüş, ABD ve İsrail'in İran'ın nükleer ve askeri faaliyetlerine dair bakış açısıdır: İran, farklı fakat birbirini tamamlayan üç alanda kaydadeğer ilerleme sağlamıştır ve bu nedenle ABD ve müttefikleri İran'ın bir üçgeni tamamlamasını engellemelidir. Bu üç alandaki ilerleme, İslam Cumhuriyeti'nin tehditlere karşı caydırıcılık gücünü arttıracaktır. Üçgenin üç tarafı şunlardır:
1. Nükleer program: İran nükleer enerji üretebilecek şekilde uranyum zenginleştirebiliyor. İran, kendisine ait 19 bin santrifüjde yüzde 20 saflıkta uranyum zenginleştiriyor. İran'ın bu alandaki kazanımları geri döndürülemez. İran, yüzde beş saflığın üzerinde uranyum zenginleştirmemeyi kabul etmesi gibi, ancak gönüllü olarak zenginleştirme seviyesini aşağı çekmeye ikna edilebilir.
2. Balistik füze fırlatma: ABD askeri ve stratejik uzmanları, İran'ın bir tonluk başlıklara sahip, 5,000 kilometre menzilli füzeler fırlatabilecek durumda olduğunu söylüyor. Amerika Birleşik Devletleri'nin 10,000 kilometre doğusunda bulunan İran, ABD'yi vurabilecek füzeler geliştirmeye yakın.
3. Denizcilik ve havacılık alanı: Bir ABD insansız uçağına engel olan İran, ABD yetkililerine, havacılık sektöründe kaydadeğer ilerleme sağladığını gösterdi. Bu nedenle ABD'li stratejistler, İran'ın balistik füzelerin üstüne, herhangi bir hedefi vurabilecek nükleer savaş başlıkları koyabileceğini söylüyor.
ABD'li stratejistlere göre, bu üç alanda kazanım elde etmiş herhangi bir ülke, Washington'un artık kendi taleplerini empoze edemeyeceği potansiyel bir nükleer güçtür. Bu nedenle, İran'ın füze menzilini 10,000 kilometrenin üzerine çıkarmasına izin verilmemesi gerektiğini söylüyorlar. İran'ın nükleer meselesinin ve füze geliştirme programının, İran'ın dünya güçleriyle – ABD, Fransa, Britanya, Rusya, Çin ve Almanya – yaptığı görüşmelerde birlikte tartışılması gerektiğini söylüyorlar.
İkinci görüş ise İran'la yapılan müzakerekerin nükleer meseleyle sınırlı olmaması ve İran'ın, özellikle Irak'ın dayattığı savaşın (1980-1988) ertesinde elde ettiği askeri kazanımların tartışılması gerektiğini ileri sürüyor. Bu görüş, müzakerelerin gelecek turunda İran'ın balistik füzeleri hakkında tartışma yapılması için zemin oluşturuyor.
İlk bakış açısı gerçeklikten uzak ve temel olarak ABD ve İsrail'deki İran karşıtı çevreler tarafından savunuluyor. Bu çevreler, İran'ın nükleer bomba geliştirmeye çalıştığını iddia ediyor. Bu bakış açısınının savunucuları, İran'la görüşme yapılmasının Tahran'a, nükleer hedeflerine ulaşması için zaman kazandıracağını söylüyorlar.
Fakat gerçeklik şu ki, İran'ın nükleer faaliyetleri tamamen Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun (UAEK) denetimi altında ve BM nükleer izleme teşkilatının raporları, İslam Cumhuriyeti'ne “sağlam raporu verecektir”. İlave olarak İslam Devrimi lideri Ayetullah Seyyid Ali Hameney de bir fetvasında, nükleer bomba geliştirmenin dinen yasak olduğunu söyledi.
İkinci bakış açısıyla ilgili olarak, İran'ın askeri kazanımlarını ve füze kazanımlarını hiçbir zaman gizlemediğini bilmek gerekir. İran, amacının askeri gücünü arttırmak olduğunu ve ABD'nin İran'dan füze programını sonlandırmasını isteyemeyeceğini söylüyor. Dünya, ABD'nin, Fransa'nın, İngiltere'nin, Almanya'nın, Suudi Arabistan'ın, Kuveyt'in ve eski Sovyetler Birliği'nin, 1980'lerde İran'ın işgal edilmesi sırasında Irak'a silah sağladığını gayet iyi hatırlıyor. İran yalnız bırakılmış ve kendi silahlarını imal etmek zorunda kalmıştı. Doğal olarak böyle bir ülke, toprak bütünlüğüne yönelik herhangi bir ihlale karşı koyabilmek için en gelişmiş ve en etkili savunma düzenine sahip olmalıdır. Böyle bir hazırlık düzeyi tamamen ülke içi bir meseledir ve İran halkının İslam Cumhuriyeti'nden en temel beklentisidir.
İsrail’in keşif İHA’sını ele geçridiler
İsrail’in keşif İHA’sı İzzeddin el-Kassam tugayları kontrolünde
İsrail’in keşif amaçlı insansız hava aracı bugün teknik arıza yüzünden Gazze Şeridi’nin güneyine düştü.
Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayı yaptığı açıklamada, İsrail’in keşif amaçlı uçan insansız hava aracının kontrolünü ele geçirdikleri haberini verdi.
Gazze şeridinin güneyine düştü ve İsrailli yetkililer insansız hava aracının teknik arıza yüzünden dolayı düştüğü açıklamasında bulundu.
Filistin İslami Cihad askeri kanadı Kudüs tugayı ise dün yaptığı açıklamada, İsrail İHA’ların yaptığı saldırılar sonucunda 3 askerinin öldüğünü ve karşılığının verileceğini belirtti.
Myanmar`da Müslümanlara ait 50 ev kül oldu
Myanmar`da Müslümanların yaşadığı bölgede çıkan yangın faciasında en az 50 ev yanarak kül oldu. Rakhine (Arakan) eyaletinin başkenti Sittwe`de meydana gelen facianın aşırıcı Budistlerin kundaklaması sonucu meydana geldiği tahmin ediliyor.
Görüntülerde alevleri göklere yükselen yangının ardından insanlar canlarını zor kurtarırken, kümes hayvanlarının çaresizce ortalıkta gezdikleri gözleniyor. Bambudan yapılmış derme çatma evler yanarken, köylülerin bir kısmı ise eşyalarını kurtarmaya çalışıyor.
Cep telefonu ile çekilen görüntülerde, yangın yerinde toplanan kalabalık ve polislerin kalabalığa müdahale etmesinin ardından silah sesleri duyuluyor.
Save Rohinga kuruluşunun Cihan Haber Ajansı`na aktardığı bilgilere göre, Myanmar`ın batısında bulunan Arakan`da, Budist çeteler Müslümanlara yönelik saldırılara hız kesmeden devam ediyor. En son yangının çıktığı bölgede 12 kamp bulunuyor. Temel gıda maddelerinden yoksun, tedavi imkânı olmadığı için türlü hastalıklarla mücadele eden Müslümanlar, bir de Budist çetelerin saldırılarına mazur kalıyor.
Binlerce Arakanlı Müslüman 2013 yılında Budistler tarafından katledildi. Şiddet olaylarında 140 bin Müslüman ülke içinde göç etmek zorunda kalırken, yüz binlercesi de vatanlarını terk etti.
Suriye’nin gerçek dostları Tahran’da oturum yapacak
İran İslami Şura Meclisi Başkanı Uluslararası İşler Danışmanı, Suriye dostlarının Tahran oturumunun, Suriye krizinin çözümlenmesi doğrultusunda atılan önemli bir adım olacağını bildirdi.
İran İslami Şura Meclisi Başkanı Uluslar arası İşler Danışmanı “Hüseyin Şeyh’ul İslam”, İslami Şura meclisi Milli Güvenlik ve Dış Siyaset komisyonu başkanı Alaeddin Burucerdi başkanlığında yapılacak olan bu toplantıda Cezayir, Irak, Suriye, Lübnan parlamentoları dış siyaset komisyonları başkanlarının katılacağını söyledi.
Şeyh’ul İslam, Tahran’da yapılacak olan bu oturumun, Suriye krizinin diplomatik yollarla çözümlenmesine destek ve terör saldırıları ve katliamlara karşı muhalefet doğrultusunda atılmış bir adım olduğunu bildirdi.
İmam Hamenei'den direniş ekonomisine vurgu
İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei, "Direniş Ekonomisi"nin gerçekleşme yolları, zaruretler ve gereklerini açıkladığı konuşmasında ülkenin ekonomisiyle ilgili önemli noktalara temas etti.
İran devlet televizyonun haberine göre, İmam Seyyid Ali Hamanei, muhtelif kurumların yetkililerinden, ekonomi aktivistleri, bilimsel, denetim ve medya organları yöneticilerinden yüzlercesini kabulünde yaptığı konuşmada; "Direniş Ekonomisi Siyasetleri" zaruretleri, bu siyasetlerin hazırlanmasındaki gaye ve faktörleri ve bu hususta ülke yetkililerinden olan beklentileri açıklayarak, yetkililerin ciddi kararlılığı, siyasetlerin icra süreleri belli olan programlara çevrilmesi, dakik denetim, iktisadi alanda aktivistler ve halkın varlığı önündeki engellerin giderilmesi, diyalog ortamının oluşturulmasının bu yerli ve bilimsel modelin uygun bir zaman zarfında halkın yaşamında kendini gösterme imkanını oluşturduğunu söyledi.
Ülke yetkililerinden muhtelif birimlerin katılmasıyla böyle bir toplantının oluşmasındaki amacın, "Direniş Ekonomisi Genel Siyasetleri"nin hayata geçirilmesi için gerekli dayanışma ve koordine ve gönül ortaklığının sağlanması, ülke kalkınmasına hız kazandırmak ve İslam nizamının yüce ülkülerinin tahakkuku doğrultusunda hareket etmek olduğunu belirten İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei, daha önceki yıllarda da bu amaçla bir takım siyasetlerin bildirildiğine temasla, "Bu siyasetlerin ilan edilmesindeki gaye, her bir alanda gerekli yol haritasının belirlenmesiydi. Fakat "Direniş Ekonomisi Genel Siyasetleri"nin belirlenmesindeki gaye sadece yol haritasının belirlenmesi değil, çünkü aynı zamanda yolun kat edilmesi gayesiyle gerekli sahih çizelgelerin belirlenmesi de dikkate alınmıştır" dedi.
"Direniş Ekonomisi Genel Siyasetleri"nin gerçekte yerli ve bilimsel bir model olduğunu, İslami ve inkılâpçı kültürden esinlendiğini ve ülkenin bugün ve yarınına uygun olarak tasarlandığını hatırlatan İmam Hamanei, "Direniş Ekonomisi Genel Siyasetleri"nin yalnız mevcut döneme has siyasetler olmadığını bilakis ülke ekonomisi, İslam nizamının uzun vadeli amaçlarının tahakkuk için uzun vadeli önlem olduğunu, bu siyasetlerin muhtelif şartlara uyarlanabilecek özellik ve kabiliyette olduğunu, pratikte ülke ekonomisinin muhtelif şartlardaki kırılganlığını yok ederek daha da güçlendirdiğini ve in'itaf kabul eder seviyeye ulaştırdığını söyledi.
İslam İnkılabı Rehberi "Direniş Ekonomisi Genel Siyasetleri"nin hayata geçirilmesiyle ekonomi gelişme, milli üretim, sosyal adalet, çalışma, enflasyon ve genel refah seviyesi gibi çizelgelerde iyileşme yaşanacağını ve ekonominin canlanacağını belirterek, "Sosyal adalet, bu hususlar içinde en önemli husustur. Çünkü İslam nizamı, sosyal adaletin olmadığı bir ekonomi kalkınmayı kabul etmemektedir. Ülke ekonomisinde her türlü gelişme ve kalkınmayla ülkenin mahrum, fakir kesimlerinin hayat şartlarında da gerçek manada bir iyileşme ve düzelme meydana gelmelidir" dedi.
"Direniş Ekonomisi Genel Siyasetleri"nin bir başka özelliğinin ise tehdit edici husus ve durumlar karşısında direnme gücünün var olması ve artması olduğunu hatırlatan İmam Hamanei, dünya ekonomisindeki sarsıntılar, doğal afetler ve yaptırımlar gibi düşmanca sarsıntı ve uygulamaların bu tehdit oluşturucu faktörlerden olduğunu bildirdi.
Silah gemisi senaryosu neyi hedefliyordu?
İran'a ait olduğu ve Gazze şeridine silah götürdüğü iddia edilen gemiye Korsan İsrail'in el koyma senaryosu, İran ve 5+1 arasında nükleer müzakereleri başarısızlıkla sonuçlandırmayı amaçlayan adımdır.
Amerika'da siyonist lobi AIPAC'ın yıllık zirvesi devam ettiği ve Amerikalı yetkililerin zirvede İran aleyhinde ellerinden geldiği kadar tehdit savurduğu ve AIPAC'ın de, İran'ın nükleer programını durdurmak için her türlü girişimde bulunduğu bir sırada, Tel aviv bu çabalarla yetinmedi ve İranofobi projesi çerçevesinde, daha önceden masa başında hazırlanan bomba haberi patlattı ve İran'a ait olduğunu ileri sürdüğü silah ve füze dolusu bir gemiye el koyduklarını açıkladı.
Bu haberin en önemli hedefi, İran ve 5+1 grubu arasında İran'ın nükleer meselesinde geniş kapsamlı anlaşmaya ulaşmak için sürdürülen nükleer müzakereleri başarısızlığa sürüklemektir.
İslam inkılabı rehberi Bilgeler meclisi üyeleri ile görüştü
İslam inkılabı rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, gerçekçilik ve bazı zayıf yönlerin yanında olumlu yönleri de görmek ve mümin ve inkılapçı gençlikle onur duymak, İslamî nizamın mevcut hassas ve karmaşık şartlarda en temel görevleri arasında yer aldığını belirtti.
İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hameney, rehberliği seçen Bilgeler - uzmanlar meclisi (meclisi Hobregan) başkanı ve temsilcileriyle yaptığı görüşmede, bölgede ve dünyanın çeşitli bölgelerinde önemli gelişmeler yaşandığını söyledi.
İmam Hameney uzmanlar meclisi üyeleriyle yaptığı görüşmede, kuzey Afrika, Asya Kıtası ve Avrupa'da yeni gelişmeler yaşandığını belirtip, bunların yakın bir takibe ve incelemeye alınması gerektiğini söyledi.
İmam Hameney İslam inkılâbının canlılığını koruduğunu, gençlerin dindar ve inançlı olduklarını, ülkede Milli birliğin takviye edilip korunması gerektiğini, dini, mezhebi ve kavmi- etnik guruplar arasındaki birlik ve dayanışmanın bozulmasına izin verilmemesi gerektiğini belirtip her kesin İslam inkılâbı düşmanlarını komplolarının bilincinde olması gerektiğini, çünkü düşmanların İran halkına ve İslami değerlere olan kin ve nefretlerinin devam ettiğini kaydetti.
Müstekbir ve sömürgeci güçlerle dünya toplumu üzerinde sulta kurmuş olan geleneksel güçlerin cephesinde görünüşteki huzur ve güvenliğin bozulduğunu, bu görünüşteki istikrarın bozulmasının göstergelerinden birinin Amerika ve Avrupa kıtası ülkelerdeki ekonomik krizlerden ibaret olduğunu vurgulayan
İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hameney, Batı medeniyetindeki Hümanizm öğretisinin iç yüzünün ortaya çıkması, ahlaki değerlerin çökmesi ve insani değerler ve hakların paymal edilmesinin de müstekbir güçlerden oluşan Cephenin görünüşteki huzur ve asayişin bozulmasına sebep olduğunu belirtti.
İslam inkılâbı rehberinin vurguladığı gibi; Batı medeniyeti, şiddet ve katliam, fesat ve özü kötülüğe dönüştüren şehvet düşkünlüğü, eşcinsellik, bölge şiddet ve terörizmi destekleme ve din ile mukaddesatlara saldırı ve ahlaki çöküşe sebep olmaktadır.
Amerika ile Avrupa kıtası ülkelerde ve özellikle Euro bölgesinde ekonomik kriz ve çöküşler yaşanmaktadır. Bütün alanlarda gelişmiş ülkeler olarak nitelendirilen ülkeler son yıllarda ekonomik, toplumsal, siyasi ve kültürel krizler yaşamaktadırlar. Amerika ve Avrupa ülkelerinde halk kitleleri ekonomik ve mali sıkıntılar çekip, protesto gösteri yürüyüşleri yapmaktadırlar. Avrupa'nın bazı ülkelerinde hükümetler istifa etme zorunda kaldılar ve Amerika'da ise devlet geçici de olsa kapandı. Bütün bunlar söz konusu ülkelerin kriz yaşadıklarını gözler önüne seriyor. Amerika ve Avrupa'da evsizler, yardım kartı alanlar ve karneye bağlananların sayısı, bankalar ve büyük şirketlerin iflası artarak devam etmektedir. Bütün bunlar sultacı düzenin yıkıcı sonuçlarıdır. Amerika ve Avrupa ülkelerine sulta kurmuş olan güç odakları, o ülke halklarının vergisiyle çeşitli bölgelerde savaş çıkarıyor ve diğer milletlere katliamlar ve işgaller dayatıyorlar. Batılı ülkelerdeki ekonomik krizle birlikte toplumsal hayat ve kültürel değerlerde çöküşe uğramaktadır. Batı toplumlarında aşırı derecede materyalist düşünceye ve maddiyata yöneliş, ilim köklerini ve insani değerlerle kimliğini, toplumsal birlik ve bütünleşme değerlerini olumsuz etkileyip çökertmektedir.
Buna karşılık İslam ve Ortadoğu ile Afrika ülkelerinde milletlerin uyanışı ve özellikle İslami dirilişi ve direnişini yükselişe geçip devam etmektedir. Batılı sömürgeci güçlerin İslami uyanış ve diriliş hareketlerini saptırmaya çalışsalar da, İslami diriliş devam etmektedir. İslam inkılabı rehberinin vurguladığı gibi baskı ve sindirmelere rağmen milletlerin özgüveni ve İslam'la bütünleşme ruhu asla sönmeyecektir.
İslam inkılâbının zaferinden 35 yıl geçmesine rağmen İran halkı İslami ve insani değerlere inanç ve bağlılığını yılmadan sürdürmektedir. İran milleti derin ve zengin İran ve İslam medeniyeti değerlerine sahip çıkmakta, belirlediği yüce hedeflere doğru kararlılıkla ilerlemektedir. İran milleti siyasi ve ekonomik gelişim ve bağımsızlığını zirveye ulaştırmak için sayısız yüksek enerji ve kapasiteye sahiptir. İslam inkılâbı rehberi İmam Hamenei'nin direniş ekonomisi stratejik konseptini ilan etmesi de bunun bir sonucudur.
İran milleti ve bilginleri barışçı nükleer bilim ve teknoloji ile diğer bilim ve teknoloji alanlarında yüksek güç ve kabiliyet kazanmışlardır. Bütün bunlar yerli imalat gücüne dönüşmüştür. Düşmanlar ise, İran milletinin bu yüksek bilimsel güç ve ilerlemesini tahammül edemedikleri için yaptırımlar uyguladılar. Yaptırımlar işe yaramayınca, askeri seçeneklerden dem vurdular ve tehditler savurdular. Fakat bunların hiç biri İran halkını hak yolunda ilerlemesinden yıldıramadı. İran İslam cumhuriyeti düşmanları en çirkef güç odaklarından oluşmaktadırlar. Saldırı tehditlerinden bulunan Amerika yöneticileri de dünya toplumu açısından en hunhar, militarist ve insan haklarının düşmanları sayılıyor ve bu ülke içinde de en yalancı ve güvenilmez kimseler olarak addedilirler
Diyanet ve Sünni Alimlerin “Muta Zinadan Farksızdır” Sözüne Reddiye (3)
Ey İslam alemi alimleri! Ey kalem sahipleri! Normal bir evlilik olan “mut’a” konusunda niçin kargaşa çıkarıyorsunuz? Sizin sürekli Şîa’ya saldırıp serzenişte bulunmanızı gerekçesi nedir?
Geçici evlilik konusunda yaptığımız bu kısa açıklama Müslümanlar arasında düşmanlık ateşini alevlendirmenin önünün alınması ve hakkın karşısında teslim olunması için yeterli değil midir?
Hakkın izzetine ve O’nun hakkaniyetinin şerafetine yemin olsun! Bizim söylediğimiz bu şeyler hakkın tarafını tutmaktan başka bir şey değildir. Eğer eleştiride bulunduysak bu eleştiri yalnızca batılın eleştirilmesiydi. Bizim dayanağımız Allah’tır ve hepimiz O’na döneceğiz...
Şîa Büyüklerinden Birisinin Sözü
Bu meseleyi kaleme alırken bir çok yönleriyle bizim ortaya koyduğumuz sözlerle uyuşan Şîa’nın büyük alimi Muhakkik Muhammed b. İdris’in (sekizinci asrın alimi) sözüyle karşılaştım. Bundan dolayı daha önce sunduğumuz konunun teyidi unvanında söz konusu alimin sözünü olduğu gibi nakledeceğim:
Muhakkik Muhammed b. İdris fıkıh ve hadis kitaplarının en iyilerinden olan “Serair” kitabında nikah konusunda şöyle diyor:
“İslam şeriatında geçici evlilik caizdir ve Müslümanların tamamı Kur’an ve mütevatır hadislerin buna izin verdiğine inanır. Ne var ki bazıları geçici nikahın nesh edildiğini iddia ediyorlar, ancak bu iddiaları için delil getirmeleri gerekir. Önemi olan şudur ki onlar bu delili nereden bulabilirler?
Bunu bir tarafa bıraksak bile elimizde olan sahih belgeler esasına göre faydası olup dünyevi ve uhrevi zararı olmayan her iş aklın hükmünce caiz olup geçici evlilik meselesinde de bu durum geçerlidir. Yani böyle bir evliliğin faydası olduğu bir yana dünyevi ve uhrevi zararı da yoktur, dolayısıyla akıl bunun caiz olduğuna hükmeder.
Eğer birisi: Müslümanlar arasında ihtilaflı olmasıyla birlikte bu işin uhrevi zararının olmadığını nasıl iddia ediyorsunuz? şeklinde eleştiride bulunursa, bu eleştiriye şöyle cevap veririz:
Birincisi: Haram olduğunu iddia eden kimsenin delil getirmesi gerekir ve delilin olmaması durumunda akıl bu işin caiz olduğuna hükmedecektir.
İkincisi: İşaret edildiği gibi bu tür evliliğin Peygamber (s.a.a) zamanında olmadığına dair hiçbir söze rastlanmamıştır, ancak bu hükmün nesh edildiğini iddia ediyorlar. Halbuki hükmün nesh edildiğine dair elimizde sahih belge yoktur. Dolayısıyla hükmün asıl itibariyle meşru olduğu kesin olup nesh edildiği kati değildir ve hükmün nesh edildiği sabit olmaksızın bu işten el çekilemeyeceği açıktır.
Peygamber’den (s.a.a) nakledilen hadislerin bu hükmü nesh ettiğini gösteriyor denilmesi durumunda cevabımız şöyle olacaktır:
Bu rivayetlerin tamamı –senedinin salim olduğunu farz etsek bile – Haber-i Vahit’ir (yani mütevatır değildir) ve böyle bir rivayet ne ilme sebep olacak, ne amel etme dayanağı olacak ve ne de konunun kesin ve açık olması hasebiyle bu işten el çekilmesini gerektirecektir.
Buna ek olarak Kur’an-ı Kerim, kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınları zikrettikten sonra şöyle buyurur: “(Savaş esiri olarak) sahip olduklarınız hariç, evli kadınlar (da size) haram kılındı. (Bunlar) üzerinize Allah’ın emri olarak yazılmıştır. Bunların dışında ise, iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip) istenemeniz size helal kılındı. Onlardan (nikâhlanıp) faydalanmanıza karşılık sabit bir hak olarak kendilerine mehirlerini verin. Mehir belirlendikten sonra, onunla ilgili olarak uzlaştığınız şeyler konusunda size günah yoktur. Şüphesiz ki Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” [1]
(Ayetin manası şudur: Zikredilen kadınlar, mallarınızdan onlara vermeniz halinde size helaldir; zina yoluyla değil, evlilik yoluyla mut’a yaptığınız kadınların mehrini vermeniz farzdır ve ücret karşılığında mut’anın müddetini yenilemenizde sizin için bir günah yoktur.)
Ayette geçen “İstemta’tüm kelimesi şu iki anlamdan birisine işaret eder: Ya bu kelimeden “faydalanmak ve lezzet almak” anlamında gelen lügat manası kastedilmiş veya şer’i örfte “mut’a akti” kastedilmiştir.
İki sebeple birinci anlamın kastedilmediği açıktır, zira:
1. Usul İlmi alimleri arasında ittifak edildiği üzere Kur’an’da bir lafız “lugat anlamı” ve “Şer’i örf” anlamlarını içeren iki anlamda gelirse, bu lafzın anlamı şer’i örfteki anlamına hamledilir, bunun içindir ki Kur’an’da zikredilen “Salat”, “Savm”, “Zekat” ve “Hac” kelimelerinin lugat manalarına değil, şer’i anlamlarına hamledilmiştir.
2. Peygamber’in (s.a.a) ashabı ve tabiinden (sahabeden sonra iş başına gelenler) bir grup mut’anın caiz olduğuna kaildiler ki sahabelerden Emirü’l Müminin Ali (a.s) ve İbni Abbas bunun örneklerini teşkil eder. İbni Abbas’la Abdullah b. Zübeyr’in münazarası meşhur olup herkesin naklettiği bir olaydır. Söz konusu iki şahıs arasındaki münazarayı şiirlerine konu eden şairlerden birisi şöyle diyor:
Şeyhin sözleri (mut’a konusunda) uzadığında ona şöyle deriz: Acaba İbni Abbas’ın fetvasına da (büyük sahabelerdendir) diyecek bir sözün var mı? [2]
Aynı şekilde Abdullah b. Mesut, Mücahit, Ata, Cabir b. Abdullah Ensari, Selleme b. Ekve, Ebu Sait Hudri, Muğeyre b. Şu’be, Sait b. Cübeyr ve İbni Cerih, mut’aya fetva veriyorlardı ve bu, ayette geçen “İstemta’tüm” kelimesinin ikinci anlama geldiğinin teyididir. Dolayısıyla muhaliflerin “Geçici evliliğin haram edilmesi ittifak konusudur” iddiaları temelsizdir… [3]
Bu alimin bahsindeki metaneti, meseleyi ele almasındaki mantık ve delillendirme gücü, meselelere vakıf olan kimseler için son derece açıktır.
Geçici Evlilik Konusunda Yapılan Bahislerin Neticesi
Şimdiye kadar geçici evlilik konusunda yaptığımız bahislerden şu neticeyi alıyoruz:
Evlilik erkek ve kadın arasında çeşitli eser ve hakları içeren bir çeşit özel irtibat ve alakadan ibaret olup “icab” ve “kabul” gibi belirli şartlar altında yapılan has bir akdi içerir.
“Zaman” açısından hiçbir sınırlandırmanın söz konusu edilmediği evliliğe “daimi evlilik” denir ve bu evlilik talak ve benzeri şeylerin vesilesiyle dağılmadığı sürece sürekli varlığını koruyacaktır.
Ancak evliliğin süresi – bir gün, bir ay, bir yıl ya da daha çok – mahdut ve belirli olması durumunda bu evlilik “geçici ve gayri daimi” olacaktır.
Bu iki tür evlilik pek çok hükümler ve eserler açısından müşterek olup sadece çok sınırlı alanlarda birbirinden ayrılırlar, ne var ki bu ayrılıkları asli ve temel bir ayrılık değil, siyan ve beyaz ırk ayrımı örneğinde olduğu hakikatin korunmasıyla birlikte aynı sınıfı oluşturan çeşitlerin ayrılığı gibidir. Aynı şekilde bu ihtilaf ve ayrılık evlilik akdinin keyfiyeti ve iki kişinin ortak yaşamda birleşmesinde değil, alım satım vesilesiyle ortaya çıkan muamele ve malikiyet türündendir. Örneğin bazen insan hiçbir kayıt ve şart olmaksızın mutlak bir muamele yapar ki böyle bir muamelenin eseri ebedi malikiyettir ve bu malikiyet (bir şeye sahip olma) yeniden alış veriş, hibe ve sulh gibi ihtiyar hakkına sahip olmanın veya iflas etme ve ölme gibi gayri ihtiyari vesilelerin dışında ortadan kalkmayacaktır.
Ancak bazen ilk etapta bu malikiyet sınırlı olup müddeti bellidir yani bu anlaşmada “hıyar-i fesh (anlaşmayı bozma seçeneğine sahip olma hakkı) kararlaştırılmış olup böyle bir sınırlı mülkiyetinde tayin edilen bir ömrünün olacağı açıktır. Her halükarda bu konular aklın ve şeriatın ittifak ettiği konulardandır.
Ey İslam alemi alimleri! Ey kalem sahipleri! Normal bir evlilik olan “mut’a” konusunda niçin kargaşa çıkarıyorsunuz? Sizin sürekli Şîa’ya saldırıp serzenişte bulunmanızı gerekçesi nedir?
Geçici evlilik konusunda yaptığımız bu kısa açıklama Müslümanlar arasında düşmanlık ateşini alevlendirmenin önünün alınması ve hakkın karşısında teslim olunması için yeterli değil midir?
Hakkın izzetine ve O’nun hakkaniyetinin şerafetine yemin olsun! Benim söylediğim bu şeyler hakkın tarafını tutmaktan başka bir şey değildir. Eğer eleştiride bulundumsa, bu eleştiri yalnızca batılın eleştirilmesiydi. Bizim dayanağımız Allah’tır ve hepimiz O’na döneceğiz.
Şîa açısından nikâh akdi ve evlilik konusunda bu kadarıyla yetineceğiz. Elbette nikah, çocuk ve nafaka hükümleri; idde çeşitleri ve benzeri pek çok konulara değinmedik, zira bu konuların yeri burası değildir ve söz konusu edilen meselelere ilgi duyanların kimseleri Şîa âlimlerinin yazdıkları değerli fıkıh kitaplarına müracaat etmeleri gerekir.
Bu alanda çeşitli tür ve kısımlarda kitapların kaleme alınması sevindiricidir: Bu kitapların bazıları son derece özet olmasının yanında – kısa olmasına rağmen taharetten had ve diyeye kadar tüm fıkıh konularını kapsamaktadır – fıkhi konuların tamamını yüz sayfada işlemiştir. Bunun mukabilinde “Cevahir” ve “Hadaik” gibi fıkıh konularının yirmi ciltte (her cildi Sahihi Buhari ve Sahihi Müslim ölçüsündededir) genişçe işlendiği kitaplar kaleme alınmıştır. Elbette normal hacimde kitaplarda kaleme alınmıştır ki bunların sayısı zikredilemeyecek kadar çoktur. [4]
Talak ve Talakı Sınırlandırma Yolları
Önceki konumuzdan evliliğin hakikatinin erkekle kadın arasında özel bir alakayı oluşturan bir tür “çift taraflı bir anlaşma” olduğu ve bu vesileyle erkekle kadına “çift/zevç” ismi verildiği aşikar oldu. İki göz, iki kulak ve iki el gibi birbirine yakın olan çiftlerin birbirleriyle irtibatları hasebiyle böyle bir isim verilmiştir. Hâlbuki akd ve evlenmeden önce söz konusu çiftler birbirlerinden tamamen ayrı hesap edilirken çift taraflı böyle bir anlaşma çiftler arasında tasavvur edilemeyecek ölçüde derin bir irtibatın oluşmasına sebep olmuştur.
Bu derin irtibat ve ilişkinin açıklanması için zikredeceğimiz ayetin ibaretinden daha anlaşılır ve daha nefis bir söylemin olmayacağında hiç şüphe yoktur: “Onlar, size örtüdür, siz de onlara örtüsünüz.” [5]
Aynı şekilde ele aldığımız önceki konuda aydınlığa kavuşan bir diğer konu da şudur: Çiftler arasında yapılan bu anlaşmada zaman açısından hiçbir sınırlandırma ve şart olmazsa bu evlilik daimi olacaktır ve böyle bir evliliğin eserleri evliliği ortadan kaldıracak sebepler olmadığı sürece ölene kadar hatta öldükten sonra bile kalıcıdır.
Diğer taraftan çoğu zaman evlilik bağının ihtiyaçlar, koşullar ve özel durumlar sebebiyle çözüldüğünü görüyoruz. Bu bağın çözülmesi, çiftlerin veya en azından çiftlerden birisinin (bir diğeri çekimser de olabilir) faydasına olması mümkündür.
Bundan dolayı İslam kanunlarında evli çiftlerin birbirinden ayrılıp irtibatlarını kesebileceği kanunlar öngörülmüştür. Evliliğin devamı erkek tarafından istenmemesi durumunda talak erkeğin elindedir ve bu hakkından yararlanabilir.
Bununla birlikte kadının evliliğin devamını istememesi suretinde kadın mehriye veya malını kocasına bağışlama hakkından yararlanarak kocasından ayrılabilir (bunun fıkhi ıstılahı talak-ı hul’i’dir).
Ancak her iki taraf da evliliğin devam etmesini istemiyorlarsa her birisi kendi isteği doğrultusunda “mübarat/mufarekat(ayrılma)” haklarından istifade ederler.
Elbette söz konusu edilen talakın her bir kısmının kendisine has şartları olup bu şartlar olmaksızın talak gerçekleşmez.
Tüm bunların yanında İslam dininin içtimai bir din olması, bu dinin birlik ve beraberlik esasına dayanması ve en önemli hedefinin gönüller arasındaki dostluğu oluşturup kin ve düşmanlığı her şeyden daha çok çirkin bilmesi hasebiyle mümkün olduğu ölçüde talakın önünü almıştır.
Pek çok hadislerde talak nehyedilerek mekruh sayılmış. Örneğin bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:
“Allah katında talaktan nefret edildiği ölçüde hiçbir helalden nefret edilmemiştir.” [6]
Dolayısıyla bir taraftan halkın ihtiyacı, kolaylık sağlanmasının gerekliliği ve bazı konularda evliliğin devam etmesiyle olabilecek fesadın önünün alınması, talakın meşru olmasına sebep olmuştur. Ancak diğer taraftan genellikle halk yaptığı işlerin akıbetinden habersiz olmadığı, kendilerinin faydasına olacak şeylere alaka duyduğu, maslahatının olduğu şeylerden nefret ettiği ve çoğu zaman çeşitli etkenlerin tesirinde kalarak işlerinin tüm boyutlarını incelikle düşünmeksizin acele karar aldığı için ilahi hikmet ve rahmeti ilahi mümkün olduğu kadar talakın önünün alınmasını ve soğukkanlılıkla yapılan işlerin sonunun ölçülüp tartılmasını gerektirmektedir.
Bu sebeple İslam kanun koyucusu, pratikte talakın en aza indirilmesine sebep olacak pek çok şart ve sınırlandırma kararlaştırmıştır, zira “Bir şeyin kayıt ve şartları ne kadar çok olursa o işin gerçekleşmesi en aza indirgenir.”
Şîa açısından talakın en önemli şartlarından bir tanesi, talakın uygulanması anında iki adil şahidin olmasıdır, nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmuştur: “İçinizden iki adil kimseyi şahit tutun.” [7]
Dolayısıyla Şîa açısından iki adil kimse şahit tutulmaksızın yapılan talak batıldır ve bu, gerçekte eşlerin birlikteliğe yönlendirilmesi, aralarının düzeltilmesi ve nifak ve ayrılık sebeplerinin ortadan kaldırılmasının en mükemmel yoludur. Zira açıktır ki Şîa, dağılmanın eşiğinde olan aile merkezindeki erkek ve kadına sözleriyle nüfuz ve etkiye sahip olacak iki adil şahidin varlığına inanır. İki adil şahit, öğüt ve nasihatleriyle eşlerin sorunlarını içeren konuların tamamında etkili olamazlarsa bile en azından dikkate değer ölçüde müessir olabilirler ve çeşitli sebeplerden dolayı kadın ver erkekte meydana gelen ruhi buhranları azaltabilirler.
Ancak maalesef Ehlisünnet kardeşlerimiz bu büyük faydadan mahrum kalmışlardır, zira onların alimleri iki adil şahidin varlığını şart bilmiyorlar. Bu sebeple onlar arasında boşanma oranı daha çoktur ve toplumsal bazdaki bu büyük musibet Ehlisünnet camiasında rahatsız ölçüde büyümektedir.
Üzülerek söylemeliyim ki biz ve onlar, İslam hükümlerinin yüce felsefesi ve toplumsal sırlarından gafiliz. Hâlbuki eğer dikkat etmiş olsaydık ve İslami hükümlere amel etseydik; tüm boyutlarıyla saadet ve mutluluktan nasibimizi alır, bedbahtlığın her türüyle karışmış bu sıkıntı dolu hayatın meşakkatine düşmez, ailelerin temeli böylesine sallantıya uğramaz ve ortak yaşam sistemi hercümerce duçar olmazdı.
Talakın en önemli şartlarından bir tanesi de fikri teadülün kaybedildiği icbar üzere veya gazap ve rahatsızlık halinde talak girişiminde bulunmamalarıdır. Aynı şekilde kadın aylık âdetinden temizlenmesi ve temizlenmenin ardından erkeğin cinsi yakınlıkta bulunmaması da talakın şartları arasında yer alır. Söz konu edilen bu sınırlandırmaların talakın azaltılmasında etkili olduğu açıktır.
Ahmet Zeki Paşa mektubunda “Aslu’ş-Şîa ve Usûluhâ” kitabına eleştirilerini gündeme getirmiş ve müelliften bu eleştirilerine cevap vermesini istemiştir. Biz sadece bunların ikisini zikredeceğiz:
A) “Mut’a” meselesi hakkında şöyle yazıyor: “Mut’a ve geçici evlilik konusunu onca sağlam ve calip delillerle işlemenize rağmen yinede benim zihnimde şer’i ve toplumsal açıdan vesveseler varlığını korumaktadır:
Örneğin mut’a yoluyla doğan çocuğun konumu nedir? Böyle bir çocuğun babası geçici nikâh aktinin bitmesiyle yolculuğa çıkmış ve sonra çocuk dünyaya gelmiştir. Üstat Kâşifu’l-Ğıtâ açıklamalarında bu önemli noktayı açıklığa kavuşturmamıştır.”
B) “Siz, mut’a muhaliflerini, açıkça Kur’an-ı Kerim’in muhalifleri olarak tanıtıyorsunuz, ancak sizin kendiniz miras konusunda kadının özel hallerde (örneğin mut’a yapan kadınların) miras alamayacağına inanıyorsunuz. Acaba bu fetva Kur’an nassının (apaçık emrinin) karşısında değil midir? O halde “Ömer” mut’a konusunda öyle fetva vermiştir Ehli Beyt İmamları da (a.s) miras konusunda böyle fetva vermişlerdir...”
Kâşifu’l-Ğıtâ bu eleştirileri şöyle cevaplıyor: Bu eleştirinin cevabı son derece açıktır, zira ilk olarak: Bu eleştirinin daimi nikâh akti için de gündeme gelmesi mümkündür şöyle ki; kendi vatanından olmayan bir kadınla daimi evlilik akti yapan birisi nikâhtan sonra karısını boşayarak yola çıkarsa bu evlilikten doğan çocuğun konumu ne olacaktır? Bu konumdaki bir çocuk için düşünülebilecek her şeyi geçici nikâh yoluyla doğan çocuk için de düşüneceğiz.
İkincisi: Hiç şüphesiz söz konusu çocuk babasına aittir ve çocuğun babası onu yükümlülüğü altına alacak ve nafakasını verecektir ve bu konuda daimi nikâhla doğan çocukla geçici nikâhla doğan çocuk arasında hiçbir fark yoktur.” Kâşifu’l-Ğıtâ’nın birinci eleştiriye cevabı böyledir.
Müellif kitabın sonlarında söz konusu edilecek “mut’a” hakkında kitabın dipnotlarında gerekli açıklamalarda bulunmuştur ve bu açıklamalar dikkate alındığında yukarıda söz konusu edilen eleştirisel söylemlere yer kalmayacaktır.
Ehli Sünnet kardeşlerimizin çoğunluğu, onun bunun zehirleyici tebligatları etkisiyle geçici evlilik konusunda başka bir zihniyete sahiptirler ve mutayı sadece aktin okunmasıyla başka hiçbir sınırlamanın olmadığı “kendini pazarlamak” ve “fahişelik” gibi bir şey olduğunu zannederler. Hâlbuki böyle bir düşünce yüzde yüz yanlıştır ve konunun geniş açıklamasını dipnotlarda mütalaa edeceksiniz.
Kâşifu’l-Ğıtâ ikinci eleştiriyi şöyle cevaplandırıyor: Kur’an-ı Mecit ayetlerine muhalefet eden bir hadisin tamamen itibar derecesinden düştüğü ve böyle bir hadisin bir kenara bırakılması gerektiği konusu Müslümanların tamamının ittifakıdır. Söz konusu muhalefetten tam bir ayrılık (tebayün-ü külli) olduğu açıktır yani hadisin tamamıyla ayetin karşısında yer alması gerekir. Ancak Kur’an’da “genel” hadiste ise “özel” bir hükmün yer alması ve genel bir hükmün bir hadis vesilesiyle özelleştirilmesinin hiç bir sakıncası yoktur. İslam âlimlerinin çoğunluğu hatta tamamı Kur’an’ın genel hükümlerinin hadislerle özelleştiği konusunda zahiren ortak görüşe sahiptirler.
Sonuç olarak ikinci halifenin mut’a konusundaki muhalif söylemi mut’a ayetiyle tamamen “tebayün-ü külli” suretindedir ve bu konu hiçbir şekilde caiz değildir. Ancak çeşitli hallerde mirası men eden rivayetlerin miras ayetlerine muhalefeti “genel bir hükmün hadislerle özelleştirilmesi”dir ve bu anlamda tamamen caizdir.
Son.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] -Nisa,24.
[2] -Muhazıratü’l Udeba, c.2, s.214, Beyrut baskısı.
[3] -Es-Sera, c.2, s.618-620.
[4] -Şîa nezdinde kemal sürecini kat eden İslam ilimlerinden bir tanesi de fıkıh ilmidir. Hakikaten Şîa’nın fıkhi konuları sistematik olarak ele alması benzersizdir ve insan fıkhi konuları yakından araştırmadığı sürece kabul etmesi zordur. Çok karmaşık feri konular bile Şîa’nın geniş açıklamalı kitaplarında tamamen inceleme konusu yapılmıştır. Sigortacılık, depozit, şirketlerin tüm kısımları ve korsan kitap basımı gibi günümüz asrının sürekli iç içe olduğu yeni meselelerde bile (mesaili müstahdese) çeşitli kitaplar telif edilmiştir. Şîa bu başarısını ilk etapta içtihat kapısını Şîa’nın yüzüne açan ve rivayetleriyle her türlü konularda Şîa’lara kılavuzluk eden Ehlibeyt (a.s) imamlarına borçludur.
[5] -Bakara, 187. Bu ayette kadın ve erkeğin elbiseye benzetilmesinin sebebi, elbisenin ayıpları örtmesi, ziynet olması, hadiseler karşısında bedeni koruması, mahreme karşı bedeni muhafaza etmesi olabilir ki eşlerin birbirlerine karşı böyle olması gerekir.
[6] -Kafi, c.6, s.54, hadis no 2-3.
[7] -Talak, 2.