
کارگر
Reisi, Avrupa’nın Afganistan Tutumunu Eleştirdi
Meşhed kentinde bulunan İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, dün akşam basın mensuplarına yaptığı açıklamada; Avrupa’nın Afganistan tutumunu eleştirdi.
Reisi, “Avrupalıların Afganistan’a yardım iddialarının aksine, İran 4 milyon Afgan göçmeni ağırlamaktadır.” dedi.
İran'ın BM temsilcisi Afganistan'a insani yardım konferansına katıldı
İran'ın BM Daimi Temsilcisi Mecid Taht Revançi ise dün katıldığı Afganistan'a insani yardım konferansında bir konuşma gerçekleştirdi.
Taht Revançi, İran'ın Afgan halkına yardım etmek için uluslararası toplumla işbirliğine hazır olduğunu belirterek, "İran, son birkaç ayda Afgan halkına 30'dan fazla insani yardım sevkiyatı gönderdi." dedi.
İran’ın komşu bir ülke olarak Afganistan halkının yanında olduğunu dile getiren Taht Revançi, şöyle devam etti:
"İran, Afganistan konusunda tüm imkanlarıyla elinden geleni yapmaktadır. Ülkemiz, son 40 yılda maalesef en az uluslararası yardımı alan milyonlarca Afgan göçmene ev sahipliği yapmıştır.
Uluslararası toplumun mali desteği, Afganistan'ın mevcut zor durumun üstesinden gelmesine yardımcı olmak için hayati önem taşımaktadır."
İranlı diplomat, Afgan halkına ait varlıklara el konulması yasa dışıdır. Tüm bu varlıkların derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması lazım.” diye konuştu.
Kıtlık riski bulunan Afganistan için Birleşmiş Milletler (BM) tarafından düzenlenen insani yardım konferansında 41 ülke Afganistan için toplam 2,44 milyar dolardan fazla yardım taahhüdü yaptı.
Tahtırevançı: İran, Afganistan'a 30'dan fazla insani yardım sevkiyatı sağladı
İran'ın Birleşmiş Milletler büyükelçisi ve daimi temsilcisi Mecid Tahtırevançı, İran'ın son birkaç ayda Afgan halkına 30'dan fazla insani yardım sevkiyatı sağladığını belirterek, ''Dünya toplumunun Afganistan'a mali yardımı, mevcut zor durumu atlatmak için hayati önem taşımaktadır'' dedi.
Birleşmiş Milletler ve Almanya, İngiltere ve Katar'ın ev sahipliğinde düzenlenen Afganistan'a İnsani Yardım Çağrısı ve Toplama Uluslararası Konferansı'nda konuşan Tahtırevançı, "Afganistan'daki insani durum kötüleşmeye devam ediyor ve ülke şu anda büyük zorluklar, fırsatlar, korkular ve umutlarla karşı karşıya. Mevcut zor durumda, uluslararası toplumun Afganistan halkının zorlukların üstesinden gelmesine, fırsatları yakalamasına, korkuları yenmesine ve daha parlak bir gelecek için umudu artırmasına yardım etmeye katılması bekleniyor" diye konuştu.
İran'ın Birleşmiş Milletler Büyükelçisi konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Komşu bir ülke olarak İran İslam Cumhuriyeti, Afganistan halkının yanındadır ve son 40 yılda karşılaştığı zorlukların üstesinden gelmek için kapasitelerini ve olanaklarını kullandı.
342/
Büyük Günahları Yok Eden Ameller
Konuya başlamadan önce İslam düşünürlerin kısaca günahı büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayırdıkları bağlamındaki görüşlerini hatırlatacağız. Daha sonra günahların eserini hayatımızdan silecek noktasında bize yardımcı olabilecek yolları açıklamaya çalışacağız.İslami metinlerde büyük günah hakkında üç görüş var olmaktadır. Sorunun cevabına kavuşmak için bu görüşlerden haberdar olmak için faydalı olduğuna inandığımız için bu görüşlere işaret edeceğiz:
Bir: Büyük günahtan maksat hakkında cehennem sözü verilmiş olan günahlardır.
İki: Büyük günah hakkında rivayet ve ayetlerde kesin haram olduğu hükmü belirlenmiş olan günahlardır.
Üç: Bazı rivayetlere göre Allah’ın azameti ve büyüklüğü karşısında işlenen bütün günahlar büyüktürler. Eğer bazı günahlar küçük günah olarak belirlenmişler ise bu sadece başka günahlara mukayese edildiği taktirdedir. Ama haddi zatında bunlar yine büyük günahlardır.
Bu mukaddimeye dikkatle İslami öğretilerde dikkate alınmış olan meselelerden birisi şudur: insanın helak olmasına neden olan şey insanın ilahi düsturlardan uzak durması ve ayet ve rivayetlerde hakkında büyük azap sözü verilmiş günahlara yönelmesidir. Ama unutulmaması ve kendisinden gaflet edilmemesi gereken nokta şudur: günahın insanın bireysel ve toplumsal hayatında bırakacağı negatif eserlerine rağmen insan her zaman iyiye doğru yönünü değiştirebilme yeteneğine sahiptir. Zira İslam dininde çıkmaz cadde yoktur. Herkes her durumda kendi güzergâhını kendi hayrına neden olacak şeylere döndürme yetisine sahiptir.
Günahın Eserlerini Silme Yolları
Bazı güzel ve iyi amellerle günahların eserini silme eylemine “tekfir” denilmektedir. Bu tür amellerin çok fazla oldukları hesabiyle biz burada bir kısmına işaret edeceğiz.
Farz ve müstahap namazları kılmak: Allah’u Teala kur’an’ı kerimde şöyle buyuruyor:
“(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür”.[1]
İstiğfar Dilemek: Günahların af olunmasına neden olan şeylerden birisi işlenmiş olan günahtan dolayı istiğfar dilemektir. Bu konu birçok rivayette zikredilmiştir. İmam Sadık (a.s.) şöyle buyuruyor: “İnsan her hangi bir günaha bulaştığı vakit akşama kadar ona mühlet veriliyor. Eğer istiğfarını dilerse onun işlemiş olduğu o ameli dikkate alınmaz ve göz ardı ediliyor”.[2] İmam başka bir rivayette şöyle buyuruyor: “yedi saat kendisine mühlet veriliyor. Eğer günahından pişman olur tövbe ederse onun için işlemiş olduğu bu günahı yazmayacaklar. Ama eğer yedi saat geçti ve kendisi bu günahından pişman olmamış ise onun için bu günah yazacaklar”. Devamında şöyle buyuruyor: “Mümin olan bir kimsenin, bezen işlemiş olduğu günahı yirmi yıl sonra aklına gelir ama kâfir işlemiş olduğu günahı hemen işlediği andan sonra unuttur”.[3] Başka bir rivayette masumdan (a.s.) şöyle nakledilmiştir: “Her derdin bir ilacı vardır ve günahın ilacı da istiğfardır”.[4] Günahın insanın vücudunda bırakmış olduğu eseri yok edecek istiğfar hakkında dikkate alınması gereken nokta şudur: İstiğfardan maksat dille söylenen “estağfirullah” zikri değildir. Herkes gece gündüz Allah ve insanların hakkını çiğner, ayaklar altına alır, yok eder ve sonra gidecek “estağfirullah” zikrini diyerek işlemiş olduğu bu günahın vücudunda bırakmış olduğu kötülükleri yok edecek anlamında alınmamalıdır. Oysaki bu zikir tek başın fayda vermediği gibi negatif eserleri bile olabilir. İmam Rıza (a.s.) şöyle buyuruyor:
“Diliyle istiğfar dileyip kalbinde işlemiş olduğu kötü amellerden pişman olmayan bir kimse kendisiyle alay etmiştir”.[5]
Peygamber (s.a.a) ve Onun Ehlibeyt’ine (a. s.) selavat göndermek: Günahların eserini aradan yok edecek amellerden bir diğeri Muhammed (s.a.a.) ve Onun Ehlibeytine (a.s.) çok selavat göndermektir. İmam Rıza (a.s.) şöyle buyuruyor: “Günahlarını af ettirecek amelleri yapmaya gücü yetmeyen bir kimse Muhammed (s.a.a.) ve onun Ehlibeytine (a.s.) çok selevat göndersin. Bu amel onun günahlarını aradan götürür yok eder”.[6]
Şimdi burada günahların insanda bıraktığı eserleri yok edecek diğer amellere fihristsel olarak işaret edeceğiz:
Şaban ayında oruç tutmak,[7] mazluma yardım etmek ve müminlerin sıkıntılarını gidermek,[8] ölmek için üzülmek,[9] müezzinin azanından sora namaz kılmak için camiye gitmek,[10] Kuran okumak,[11] imam Hüseyin’in (a.s.) başına getirilen musibetler için ağlamak,[12] Peygamberin (s.a.a.) ve Masum İmamların (a.s.) kabrini ziyaret etmek,[13] Allahın evine (kabeye) bakmak,[14] halvet ve tenha yerlerde Allahtan hayâ ederek günah işlememek,[15] hasta olan bir müminin ihtiyaçlarının giderilmesi için çabalamak,[16] ramazan ayında oruç tutmak ve ramazan ayında midesini korumak, cinsel arzularını ve dilini kontrol etmek,[17] bütün bunlar günahların silinmesine yardımcı olur.
tebyan
[1] Hûd, 114.
[2] Kuleyni, Muhammed b. Yakup, “Kafi”, Tahran: Darul Kitabul İslamiye, 1365, h.ş. c. 2, s. 437. Hadis no: 1.
[3] A.g.e. hadis no: 3.
[4] A.g.e. s. 439, hadis no: 8.
[5] Meclisi, Muhammed Bakır, “Biharu’l Envar”, Beyrut: müesesetül vefa, 1404, h.k. c. 75, s. 345, hadis no: 11.
[6] A.g.e. c. 91 s. 48, Hadis no: 2.
[7] A.g.e. c. 94, s. 91, Hadis no: 5.
[8] A.g.e. c. 75, s. 68, Hadis no: 5.
[9] A.g.e. c. 73, s. 16.
[10] A.g.e. c. 81, s. 154.
[11] A.g.e. c. 89, s. 17, Hadis no: 18.
[12] A.g.e. c. 44, s. 283, Hadis no: 17.
[13] Saduk, Muhammed b. Ali, “Men la Yahduru’l Fakih”, Kum: intişarati camiatu Mudderisin, 413, h. ş., c. 2, s. 577.
[14] A.g.e. c. 2, s. 204, hadis no: 2142.
[15] A.g.e. c. 4, s. 412, Hadis no: 5894.
[16] A.g.e. c. 4, s. 412.
[17] Meclisi, Muhammed Bakır, “Biharu’l Envar”, Beyrut: müesesetü’l vefa, 1404, h.k. c. 93, s. 371, hadis no: 55.
Kur'an ve Fıtrat
Kur'an ve Sünnette fıtrat konusuna büyük bir önem verilmiştir. Bu, insana mahsus özellikler ihtiva etmesinden dolayıdır. Kur’an ve Sünnet, insanın bir fıtratı olduğunu bildirmektedir. Öncelikle bu kelimenin tarihini ve manasını araştırmamız gerekiyor. Acaba bu kelime Kur'an'da zikredilmeden önce insanlık tarafından özel olarak kullanıldı mı? Elimizde ki deliller bu kelimenin Kur'an'da zikredilmeden önce hiç kimse tarafından kullanılmadığını göstermektedir.Araştırmamız gereken başka bir nokta da insanın doğuştan gelen fikirlere sahip olup olmadığıdır.
Üçüncü konumuz ise, dim hakkında olacak. Acaba din, fıtri midir ve din edinmek insanda fıtri bir olaymıdır? Bu, bizi insanın tüm yönlerini kapsayan geniş bir ilmi araştırmaya yönlendiriyor. Şüphesiz bu araştırmanın içinde yeni bölümler ve şubeler ortaya çıkacaktır. Eğitim ve öğretim konuları bu kısama girer. Eğer insanda fıtrattan gelen bir şeyler varsa, eğitim ve öğretim konularının bu fıtri durumlara uyum içerisinde olması gerekir.
Burada kullandığımız terbiye kelimesi biz bilsek de bilmesek de bu esas üzerine bina edilmiştir. Zira terbiye, bir şeyin rüşdü ve gelişip büyümesi için o şey üzerinde çalışmak demektir. Bu da bir kısım hazırlıklara dayanarak gerçekleşir. Günümüz tabiriyle bu, insanda bir takım yeterli özelliklerin bulunmamasını gerektirir.Yani terbiye, "yapma" işini ifade etmesinden dolayı, zanaatta istediği herşeyin yapımına çalışır.İstediği şeyin yapımında gerekli olan her maddeyi toplar.Bunu yaparken de bu yaptığı yeni eşyanın, elinde topladığı bu maddelerin asli mükemmellik ve noksanlığına tesir edeceğine dikkst etmez.Onun tek ehemmiyet verdiği konu istediği şeyi oluşturmaktır.Bu madde ister eksilsin ister artsın.
Mesela bir marangoz veye mimar, bir şeyi yaptığında hedefinin gerçekleşmesi için çabalar. Demir, çimento ve bundan başak ihtiyaç duyduğu şeyleri hazırlar. Bu maddelerin yapılmasında, geliştirilmesinde, eksikliklerinin tamamlanmasında kendisinin hiç bir fonksiyonu yoktur. Çünkü bu konular kendisinin yapmayı istediği işin içine girmez. Hatta bazen bu maddelerin bütünlüğünü bozması gerekir.
Ancak bu durum çiftçiye nisbetle daha farklı olur. Çiftçi, maddi bir hedefe doğru yürüyor olmasına rağmen, ekmek istediğin şeyin terbiyesini yapmak zorundadır. Her bitkinin tabiatına itibar etmesi gerekir. Çiftçi, bitkinin olgunluk merhalesine ulaşıncaya kadar gerekli olan şartları ve bitkilerin terbiye yollarını bilir ve üretmeye çalışır. Bitkinin yaratıldığı tabiatı üzerine peyderpey gelişmesine dikkat eder. İşte o zaman hedefine ulaşmış olur.
İnsan iki tabiat üzere terbiye edebilir. Birincisi, eşyanın oluşumu gibi bir terbiye; yani yapıcı, yapısında hedeflediği yönlerden başka bir yönü göz önünde bulundurmaz. Hedefine kavuşmak için istediği gibi şekillendirir onu. Bu insan, ister kamil bir insan olsun isterse nakıs, hedefinin gerçekleşmesine bakar.
Koyun yetiştiricisi örneği bunun gibidir. O koyunları, bazen de insanlar için yetiştirir. Koçu damızlık olsun diye koyun için yetiştirdiğinde koç ihsa (1) etmesi doğru bir olaymıdır? Elbette ki hayır. Biz koça ihsa ile eziyet etmekle beraber onu eksik de kılıyoruz. Yani kemale ulaşması için kendinde olması gereken bazı tabii ve cismi sistemlerinden ayırıyoruz onu. Zira biz, onu ilgilendirmeyen, bize has menfaatlerimiz için yetiştirdiğimizde onun eksik veya eksiksiz olması bizi ilgilendirmez. Çünkü biz onu etinin artması, semizleşmesi için yetiştiriyoruz. Dolayısıyla da ihsa'sını tereddütsüz yapıyoruz.
Durum insanın kendisi içinde böyledir. Toplumun önderliğine soyunanlar insanı bu tabakanın istediği hedeflere ulaşması için ve önem verdikleri şeyin uygulanmasına güç yetirecek biçimde şekillendirmek isterler. Kendilerinin tabiriyle de topluma en faydalı olacak şekilde... Toplumun kemali ve bireyin kemali arasında zıtlık oluşumu bahsinde bu konuya deyineceğiz ve bu zıtlığın nasıl oluşmayacağını isbat edeceğiz. Mesela, toplumun, askeri bir terbiyeyle yetişmiş, kural ve düzene titizlikle uyan kişilere, emirleri itirazsız ve hatta hiç düşünmeden yerine getiren fertlere ihtiyaç duyduğunu söylerler.
Ama bir insan fikri asaletini, fikir hürriyetini muhafaza etmek istediğinde veya İnsani yönelişleri olduğunda bu şahsın hayatı istenen bu askeri yaşantıya faydalı değildir. Hemen o adamın topluma faydalı olmadığını söylerler. Onlara göre topluma faydalı olanlar düşünmeyen, yöneliş ve meyilleri bulunmayan, kendisine bir bomba verilip bir şehre atması istenildiğinde, bu beldedeki şehir sakinlerini düşünmeyen, bu şehir sakinlerinin ne günahı olduğunu sorgulamayan tiplerdir.
Bu örnek, daha çok otlayıp semizlemesi için ihsa edilen tekenin misali gibidir. Onlar, insanda ki teyamül ve insaniyet damarlarını kesiyorlar. Onu, istiklalini, fikir hürriyetini ve tüm iradesini kaybetmiş bir şekle çeviriyorlar. İşte o zaman kendilerinin istediği gibi bir topluma faydalı biri oluyor.
Ancak bu, terbiyenin asıl içeriğiyle kullanılmamasıdır. Doğru terbiye insanın özelliklerini ve tabii kabiliyetlerini taahhüt altına alır. Eğer bir insan akli ve fikri bir kabiliyet, hakikati arama özelliği varsa, bu kabiliyetlerin geliştirilmesi gerekir, yok edilmesi değil.
Fıtratın özellikle terbiyeyle yakın bir ilişkisi vardır.Bunu ileride tekrar inceleyeceğiz.Diğer bir mesele de tarih ve tarihin konusudur.Biz eğer fıtratın varlığını kabulleniyorsak, tarihin gelişimini bunun ışığında açıklamamız gerekir.
abna
İmam Hamanei'den Gençlere 14 Önemli Tavsiye
İmam Hamanei'den bilinçli ve sağlıklı bir neslin var olabilmesi için gençlere önemli tavsiyeler:
1-Yüce Allah’ın bizlere vermiş olduğu bir takım vazifeler var. Eğer bunları yerine getirirseniz; hayatınız boyunca mutlu olursunuz.
2-Namazlarınızı vaktinde, dikkat ve huşu içinde kılın.
3-Allah ile aranızda olan bağlarınızı sağlam kılın.
4-Kendi manevi duygularınızı Allah’a yönelerek, namaz kılıp, dua ederek, Ehl-i Beyt'e tevessül edip, şehitleri anarak sağlayın.
5-Her gün manasını anlamaya çalışarak ve dikkat ederek Kuran okuyun.
6-Anne ve babanıza olan saygınızı koruyun ve onların emeklerini ve sevgilerini karşılıksız bırakmayın.
7- Sağlığınızı spor yaparak ve doğru beslenmeyle sağlayın.
8-Hayatta cesaretli olun ve güvenle hareket edin.
9- Derslerinizi ciddiye alın.
10-Yol gösterici kitaplar sayesinde sağlıklı düşünmeyi ilke edinin.
11- Şehitleri ve vatana hizmet vermiş insanları konu alan kitaplar okuyun.
12- Kendinizi ve etrafınızı düşmanların nüfuzu karşısında korunaklı hale getirin.
13- Ev ve okul ortamında canlı ve etkili olun.
14- Kendinizi ileride ülke yönetimi için hazırlayın.
Abdullahiyan, Nükleer Anlaşmanın Önündeki Engeli Açıkladı
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, dün Tahran'ı ziyaret eden Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler Servisi Genel Sekreter Yardımcısı ve Siyasi Direktörü Enrique Mora ile görüştü. Mora ve Emir Abdullahiyan, yaptırımların kaldırılmasına ilişkin Avusturya'nın başkenti Viyana'daki müzakereler ve nükleer anlaşmada gelinen son durum hakkında görüş alışverişinde bulundu.
Emir Abdullahiyan, Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Enrique Mora'ya Viyana müzakerelerine sundukları katkılar nedeniyle teşekkür etti.
İran İslam Cumhuriyeti'nin Viyana görüşmelerine büyük kararlılıkla katıldığını ifade eden Emir Abdullahiyan, kalan sorunları çözmek için diğer tarafların özellikle ABD hükümetinin, gerçekçi bir yaklaşım benimsemesi gerektiğini vurguladı.
Emir Abdullahiyan, "İran halkının ekonomik yararına bağlı olan yaptırımların kaldırılması konusunda ABD'nin siyasi bir karar vermemesi, nihai anlaşmanın önündeki en büyük engeldir." dedi.
İran'ın nükleer anlaşmanın tüm ekonomik avantajlarından yararlanmak istediğini belirten Emir Abdullahiyan, "Yaptırımların etkin bir şekilde kaldırılması bizim için önceliktir." ifadesini kullandı.
AB yetkilisi Mora dün İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Başmüzakereci Ali Bakıri Keni ile de bir araya geldi.
Bakıri'nin Mora ile gerçekleştirdiği görüşmede, Viyana'daki müzakereleri ele alındı.
Görüşmede üst düzey müzakereci Bakıri, İran İslam Cumhuriyeti'nin Viyana'da anlaşmayı sonuçlandırma konusunda kararlı olduğunu ifade ederek, "Amerika tarafının gerçekçi yaklaşması halinde anlaşmaya varılabilir." dedi.
İran İşgal Altındaki Filistin’de Düzenlenen Şeytani Zirveyi Kınadı
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatipzade işgal altındaki Filistin'de düzenlenen şeytani zirveyi kınadı ve bunun Filistin’in özgürlük davasına ihanet olduğunu belirterek, Siyonistlerin bölgedeki fitne ve kötülüğüne karşı uyarıda bulundu.
Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Fas olmak üzere dört Arap devletinin dışişleri bakanları, Pazar günü işgal altındaki Necef Çölü’nde İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid ve ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'in huzurunda bir toplantıya katıldı.
Said Hatipzade konuyla ilgili olarak şunları söyledi: ‘Terörist Siyonistler ve Kudüs'ü işgal edenlerle normalleştirme ve ilişki kurmaya yönelik her türlü girişim, mazlum Filistin halkının sırtına saplanan bir hançerdir ve çocuk katili olan İsrail rejimine halkı katletmesi ve toprakları işgal etmeye devam etmesi için bir armağandır. Tarihi tecrübeler şunu göstermiştir ki, uzlaşma ve teslim olma süreci, sadece bunu destekleyenlerin yenilgisine ve aşağılanmasına yol açacaktır ve Filistin toprakları, Filistin halkının direnişi ve İslam milletlerinin ve hükümetlerinin desteği olmadan kurtarılmayacaktır.’
Hatipzade konuşmasının sonunda, Siyonistlerin bölgedeki fitne ve kötülüğüne karşı uyarıda bulundu ve İran İslam Cumhuriyeti'nin bölge ülkeleriyle işbirliği yapmaya, ikili ilişkileri genişletmeye ve Siyonistlerin ve Amerikalıların ihtilaf çıkarma ve Batı Asya bölgesinde istikrarsızlık yayma komplosuyla mücadele etmeye hazır olduğunu vurguladı.
İmam Hamanei’den Arabistan ve Ukrayna Açıklaması
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei hicri şemsi yeni yıl münasebetiyle yaptığı konuşmada, İran içindeki ve dünya genelindeki konulara değindi.
İmam Hamanei'nin konuşmasının önemli başlıkları şöyledir:
Nevruz, zikir, dua ve maneviyat ile iç içedir. Belki de milletler arasında yılın ilk bayramları arasında, milli bir bayramın dua ve maneviyat ile iç içe olması ender görülen bir konudur.
Nevruz Bayramı konusunda İranlılara has tarz ve tat, insanları düşündürmektedir. Bahar bir umut ve tazelik mesajıdır ve bu umut bu sene bu bayramın Şaban ayının ortasına denk gelmesi nedeniyle ikiye katlanmıştır. Çünkü Şaban ayının ortası insanlığın büyük ümidinin doğum günüdür.
Umut, tüm hareketlerin ve ilerlemelerin kaynağıdır ve Allah-u Teala İran halkı için umut nedenini sağlamıştır ve Allah'a hamd olsun umut için zeminler az değildir. Bırakın düşmanlar İran milletinin umuduna öfkelensinler.
Son 10 yılda ve h.ş1390'lı yıllarda birçok ekonomik zorlukla karşı karşıya kaldık. Halkın rahatını sağlamak için bu konular hakkında uygun şekilde düşünülmesi gerekir.
Ekonomide asıl mesele, milli üretimdir ve bu son üç, dört yılda yılın sloganı olarak gündeme gelmiştir. Yetkililer ellerinden geldiğince bir şeyler yaptılar ama bugün bizim ve ülkenin üst düzey yetkilileri için asıl mesele ekonomidir.
İnsanları cesaretlendiren yeni yaklaşımlar var ve eğer bu halkçı yaklaşımlar devam ederse umut belirtileri de artacaktır.
Ekonomi alanında konuştuklarımız ağırlıklı olarak ülke yetkililerine yöneliktir. Bunu toplum önünde konuşmamızın nedeni, insanların ekonomik meseleler ve ekonomi politikalarından haberdar olması ve bir eylemde bulunan yetkilileri desteklemesidir. Elbette özellikle bilgi temelli ekonomi alanında halkın ve özellikle gençlerin yapması gereken görevler vardır.
Benim bugün bahsettiğim konu şudur; Ülkenin ekonomik işlerinde reform yapmak için, kararlı bir şekilde bilgiye dayalı ekonomiye doğru ilerlemeliyiz. Yani ileri bilgi ve teknolojinin üretimin tüm alanlarında, hatta üretim işinin türünü seçmede bile tam bir rolü vardır. Çünkü her şey yapılmak zorunda değildir ve seçim bilimsel çalışmaya dayalı olmalıdır.
Bu politikayı takip edip bilgiye dayalı işletmeler geliştirirsek, bu, üretim maliyetlerini düşürecek, verimliliği artıracak, ürün kalitesini iyileştirecek ve ürünleri küresel pazarlarda ve yurtiçinde var olabilmek için daha rekabetçi hale getirecektir. Ülke içinde ithalat akışı olsa bile insanlar yerli kaliteli ve ucuz ürünü memnuniyetle karşılayacaktır.
Ne yazık ki tarım sektörümüz bilgi temelli olmaktan uzaktır. Bu sektörde bilgiye dayalı şirketler geliştirirsek, tohum ıslahında, yeni sulamada ve yeni üretim yöntemlerinde, su ve toprağın daha iyi verimliliğinde bundan en iyi şekilde yararlanacağız. Sonuç olarak ülkenin gıda güvenliği sağlanacak, çiftçilerin gelirleri artacak ve teşvik edilecektir. Su sıkıntısı sorunu da çözülebilecektir.
Ekonomide adil ilerleme sağlamak, yoksulluk ve mali zayıflık sorununu çözmek, ancak üretimi güçlendirme yolundan geçmektedir ve eğer bilgiye dayalı üreterek üretimi güçlendirirsek bu büyük hedefe ulaşılacaktır.
Şu anda, ülkede 4 bin 500'ü imalat şirketi ve geri kalanı hizmet şirketi vb. olmak üzere 7 binden az bilgiye dayalı şirketimiz var. Bu sayıda şirket yaklaşık 300 bin doğrudan istihdam yaratıyor. Bu önemli bir rakamdır ve geçen yıl 320 bine kadar doğrudan iş istihdamı olduğu tahmin ediliyor.
Bana bunun bu yıl için en fazla %30 artırılabileceği söylendi ama ben bundan memnun değilim ve %30'un ülkenin ihtiyaçlarını karşılayan bir rakam olmadığına inanıyorum ve yetkililerden beklentim bu firmaların %100 artışla 300 bin doğrudan iş istihdamını 600 bine çıkarmalarıdır. Tabi oluşturulan şirketlerin gerçekten de bilgiye dayalı olması gerekiyor.
Ülkemiz temel gıda ürünlerinde gerekli güvenliği ve kendi kendine yeterliliği sağlamalıdır. Buğday, hayvan yemi, mısır, arpa ve ana yağ üretim maddelerinde kendi kendimize yetmeliyiz. Ülkenin her yerinde üzerinde çalışılması gereken verimli ovalarımız var. Birkaç yıl önce, Huzistan örneğinde olduğu gibi. Orada ve Gilan ve Sistan'da yapılan eylemi teşvik ettim. Bu bölgelerde istediğimiz miktar uygulanmasa da ama yine de iyi bir eylemdi.
Ekmeği israf ediyoruz ve atılıyor. Halkımız, tarım sektörümüzün ne yazık ki ithalata en çok bağımlı sektörlerden biri olduğunu bilmelidir. Bunun ayarlanması gerekir ve bu bağımlılıkla mücadele etmek zordur.
Bilgiye dayalı üretim ve ekonomi alanındaki yetkililerin çabası, onların ürünlerini desteklemek ve satın almak ve gerekli imkanlara sahipse onlara vermektir.
Bu hedeflere ulaşmak için gerekli olan en önemli tesis, bu konuda elimizin açık olduğu insan gücüdür. Üst düzey mezunlarımızın büyük bir kısmı kendi akademik olmayan alanlarında çalışmaktadır. Oysa bu kişiler kendi alanlarında istihdam edilebilir ve desteklenebilir.
Geçen yıl ülke ekonomisinin ABD yaptırımlarına bağlı olmaması gerektiğini söyledim. Şimdi de aynı şeyi söylüyorum.
ABD yaptırımlarına rağmen dış ticaret artırılabilir ve gelişebilir ve bu olmuştur. Bölgesel anlaşmalara girmek de mümkündür ve hükümet buna girmiştir ve petrol alanında daha iyi bir duruma gelinebilir ve bu da olmuştur.
Tabii ki yaptırımları kaldırmaya çalışmayalım demiyorum ama meselenin temeli, yaptırımların çok büyük bir etkisi olmayacak şekilde ülkeyi yönetmektir ve bu da yetkililerin inisiyatifindedir.
Bu nedenle bu yıl da ülke ekonomisinin yaptırımlara bağlı kalmaması için aynısını öneriyorum. Ek bir tavsiyem daha var ve buda şöyledir: Artan petrol gelirlerini ne yapacaksınız? Ya döviz gelirlerini artırarak ithalatı artırabiliriz, bu da ülke kaynaklarının kaybı anlamına gelmektedir. Ya da bu artışla ülkenin temellerini ve temel altyapısını güçlendirmek için harekete geçebiliriz.
Dünyanın güncel meselelerine bakıldığında, İran milletinin müstekbir cephe karşısındaki meşruiyeti ve hakikati her zamankinden daha net görülüyor. Milletimizin müstekbirler karşısındaki seçimi bir teslimiyet değil, sistemin ve ülkenin bağımsızlığını ve iç güçlenmesini ayakta tutmak ve sürdürmekti ve bu da doğruydu.
Afganistan olayına bakın. 20 yıl boyunca bu ülkedeki mazlumlara ve Müslümanlara ne yaptılar ve sonra nasıl çıktılar! Bu milletin mallarını da yanlarında götürdüler.
Cumhurbaşkanının Batı'nın desteğiyle iktidara geldiği Ukrayna'da Batı ne kadar sert konuşuyor?
80 gencin kafasının kesildiği Suudi Arabistan'da yaşanan olaylar, dünyada nasıl bir zulmün ve karanlığın hüküm sürdüğünü, dünyada ne kadar kana susamış kurtların olduğunu gösteriyor.
Ukrayna'da herkes Batı'nın ırkçı sahnesine şahit oluyor. Siyahları beyazlardan ayırıyorlar, ülkeden ayrılmak için trene binen siyahileri indiriyorlar ve medyaları açıkça neden bu defa Batı Asya'da savaş olmadı diye hayıflanıyor!
Tüm bunlara rağmen, bu zulüm ve baskılarla insan hakları iddiasında bulunuyor ve bu iddia ile bağımsız ülkelerden fidye talep ediyor ve dünya milletleri de bu manzarayı görüyorlar.
Bugün her zamankinden daha fazla çalışmaya ve çabaya ihtiyacımız var. Her şeyden önce empatiye, sinerjiye ve halk arasında söz birliğine ihtiyacımız var. Ayrıca, birbirine yardım etmesi gereken ülke yetkililerinin işbirliğine ihtiyacımız var.
Bazen halk arasında veya bazı yetkililer arasında veya yetkililer ve halk arasında, genellikle boş ve yanılsamalardan ve takvasızlıktan kaynaklanan ihtilaflar meydana gelmektedir. İmam (r.a) h.ş 1360'lı yıllarda bu ihtilafların insanın kendi nefsini sevmesinden kaynaklandığını belirtirdi.
İran milletinin iyilik ve ilerleme yolundaki gönüllülüğü yok edilmemelidir.
Erdoğan, Batı'ya tek adam rejimini kabul ettirebilecek mi?
Ukrayna'yı Rusya'nın bataklığına çevirme planı işlerse Türkiye'nin şu an övündüğü ve değerli bulduğu dengeci siyasetinin işlevselliği tükenebilir.
Tarafların bir iki hafta içinde görüşmelerden sonuç çıkabileceğine dair açıklamalar bir uzatma taktiğine işaret ediyor. Bunu nasıl anlamalıyız? Bu sahadaki tıkanmışlık halinin değişmesi üzerine kurulan hesaplarla bağlantılı sanırım. Rusya’nın askeri stratejisine baktığımızda Ukrayna’yı Azak Denizi ve Karadeniz’den tamamen kopartacak şekilde bir harekat izlediği görülüyor.
Rusya kuşatma altında tuttuğu Mariupol kenti düştüğünde Azak denizinde hedefine ulaşmış olacak. Kırım’ın kuzeyinden geliştirilen harekat Herson’dan sonra Mikolayiv’de durdu. Buradan sonra anlaşılan hedef Odessa. Ki denizden donanma gemilerinin yaklaştığı Odessa düşerse Karadeniz kuşatması da tamamlanmış olacak.
Acaba Putin bu çevrelemeyi tamamladıktan sonra sözünü ettikleri beş koşul için dayatmada mı bulunacak? Kritik koşullar Donbas ve Kırım’la ilgili. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın bu iki konuda Putin ve Zelenskiy'nin masaya oturduğunda çözüm bulabileceğine dair iyimser bir açıklama yaptı.
Diğer koşullardan NATO üyeliği hedefinin anayasadan çıkarılması ve Ukrayna’nın tarafsız bir statüde olması Kiev’de sindirilmiş gözüküyor. O yüzden garantör ülkeler anlaşması istiyorlar. Türkiye’nin de dahil olacağı bir garantörlük mekanizmasına Rusya onay verecek mi? Çerçevesi barış gücü ya da başka bir formatta askeri misyonu içerecek mi? Hiçbir şey belli değil.
Neo-Nazi grupların elimine edilmesi konusunda da Ukrayna’nın bunları kınayıcı bir tutumunun koşulu karşılayabileceğine işaret ediliyor.
Silahsızlanma koşulu zaten muğlak bir şeydi. Anlaşmanın nasıl bir noktada geleceği savaşın seyrine bağlı. ABD bir taraftan silah sevkıyatını artırma kararlılığında. Batının yardımları halihazırda Rusya’nın işine çok zorlaştırdı. Biden Avrupa’yı NATO zemininde yeniden yoğurma şansını yakaladı ve şimdi Çin’i Rusya’dan uzaklaşmaya zorluyor. Biden’in Çin lideri ile görüşmesi bu açıdan önemli. Ama öncesinde Çin, ABD’yi Ukrayna’ya silah taşıyarak barışı sağlayamayacağı konusunda uyararak özerk pozisyonunu korudu.
*
Savaş bu noktadan bir çözüme kavuşur sa Türkiye, Rusya ile ilişkilerini de kurtarmış halde Batı ile kıymetli ortaklık mesafesinde uyumlulaşma sürecini devam ettirebilir. Erdoğan’ın istediği otoriter başkanlık sisteminin sindirilmesi, 2023’de iktidarı korumak için yapacaklarının da peşinen göz yumulmasıydı.
Ukrayna müstesna bir iklim yarattı ve Erdoğan kendi koşullarıyla Batı ile çalışma imkanını yeniden buldu. Fakat Ukrayna’yı Rusya’nın bataklığına çevirme planı yol alırsa Türkiye’nin şu an övündüğü ve değerli bulduğu dengeci siyasetinin işlevselliği tükenebilir.
*
Ukrayna’nın Suriye sahnesine yansımalarını merakla bekliyor olacağız. Suriye’de çözüm ABD-Türkiye ve Rusya-Türkiye ilişkilerinin seyrine mahkum. Erdoğan, Putin’le ilişkilerini muhafaza edebilirse özellikle Rusya’nın Kürtler lehine kullanılması beklenen bir durum değil.
Aynı şekilde ABD de NATO’yu yeniden elektriklemişken Suriye’de Kürtler lehine iddiasını büyüterek Türkiye’yi üzecek bir açılıma gitmeyebilir. Ama kısa vadede bu çıkmaz halini koruyan dengenin değişmesini beklemiyorum.
+Gerçek
Türk Medyasının Siyonist Rejim Sınavı ve İran Karşıtlığı
Türk medyası son zamanlarda Siyonist İsrail rejimi konusunda yeni bir sınavdan daha geçiyor. Türk medyası, hükümetin politikalarına göre yön belirlerken kafası karışmış bir durumda.
Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail için “terörist devlet”, “eli kanlı rejim” ve “işgal devleti” gibi ifadeler kullandığında ülke medyası Siyonist rejimi; İslam düşmanı, Filistin işgalcisi ilan ederken tam tersi durumda İsrail güzellemesi yapmakta. Bu durumun bir örneğini işgalci Siyonist rejimin Kudüs saldırısında ve Erdoğan’ın Siyonist Rejim Cumhurbaşkanını Türkiye’ye davet etmesinde gördük. “Kudüs Kılıcı Savaşı’nda” AKP hükümetinin İsrail karşıtı söylemleri Türk basınında geniş yer bulmuş, Erdoğan’ın; "İslam ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyayı İsrail’in Mescid-i Aksa’ya, Kudüs’e ve Filistinlilerin evlerine yönelik saldırılarına karşı etkili şekilde harekete geçmeye davet ediyorum" çağrısını, Erdoğan’ın “siz çocuk öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” sözlerini manşetlerine taşımış ve “Kudüs'ün Kılıcı Savaşı işgalcilerin burunlarını yere sürttü” başlıklarına yer vermişti. Ardından değişen politika ile Türk basını da tersine rüzgâr esmeye başlamıştı. Erdoğan 9 Mart 2022’de İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile Ankara’da yaptığı görüşmede; Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir “dönüm noktası olacağını” söyledi ve İsrail Devleti’yle ilişkileri geliştirmenin Türkiye için “büyük bir değeri olduğunu” ifade etti. Türk medyası bu defa İsrail ile ilişkilerden övgü ile bahsetmeye başlamış hatta hızını alamayarak Erdoğan Herzog görüşmesi dünya basınında başlıklarına yer vermişti. Türk medyasının bu durumu bir yere kadar kabul edilebilir fakat Türk medyasının İran karşısında Siyonist İsrail savunması akıllara bazı soru işaretleri getirmekte.
Türk medyasında yer alan İran tarih boyunca hiçbir gayrimüslim devletle savaşmamış algı yaratma çabası Siyonist İsrail’e olması gereken düşmanlığı Müslüman İran’a yöneltmektedir. İslam İnkılabının gerçekleştiği günden bugüne Türk medyasında İran karşıtı bir dalga oluşmuş ve bu dalga günümüzde de işgalci Siyonist rejim savunuculuğuna kadar gitmiştir. Bu iddiayı somut örneklerle ortaya koymak oldukça kolaydır. Örneğin Siyonist rejimin en büyük savunucusu ve destekçisi ABD’nin Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’yi uluslararası yasaları çiğneyerek 3. bir ülkenin davetlisi olarak Irak’a düzenlediği sefer sırasında düzenlediği İHA’lı saldırıda şehit etmesine karşılık, İran’ın 8 Ocak 2020 sabahı ABD’nin Irak’taki Ayn el Esed Askeri Üssüne düzenlediği saldırıyı başarısız göstermeye çalışmış; “İran'a ait füzelerden bazılarının hedefine ulaşamadan düştüğünü”, “İran’ın ABD ile anlaşmalı saldırı düzenlediğini”, “İran’ın boş alanları bombaladığı” haberlerine yer vermişti. Yine Türk basını Türkiye’nin PKK’ya yönelik Kuzey Irak’a düzenlediği saldırıları Türkiye’nin meşru savunma hakkı olduğu yönünde gösterirken İran’ın düzenlediği saldırıyı Irak’ın bağımsızlığına aykırı olduğu yönünde göstermişti.
Aynı şekilde İran’ın Filistinli direniş gruplarına yaptığı yardımları, Filistinli yetkililerin İran’ın Filistin direnişine verdiği desteğe yönelik açıklamalarını manşetlerine taşımazken İran’ın Siyonist rejime hiçbir zaman saldırı düzenlemediği yönündeki haberlerini manşetlerinde eksik etmemekteler. Oysaki Filistinli yetkililer yaptıkları açıklamalarda; İran’ın İslam İnkılabının gerçekleştiği günden itibaren maddi ve manevi olarak Filistin’in yanında yer aldığını, İran İslam Cumhuriyeti’nin Tahran’daki Siyonist Büyükelçiliğini ele geçirerek Filistin Büyükelçiliğine dönüştürdüğünü açıkça beyan etmekteler. Filistinli yetkililer Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Filistin direnişinin en büyük destekçisi olduğunu, Filistin’in altında yer alan tünellerin Kasım Süleymani’nin fikri olduğunu açıklamalarına rağmen Türk basını Kasım Süleymani’yi katil, terörist göstermektedir.
Tüm bunlarla birlikte, İran’ın 13 Mart 2022’de Irak Erbil’deki MOSSAD üssüne düzenlediği saldırı Türk basınında “İran Erbil Havalimanını vurdu”, “İran ABD’nin Erbil Konsolosluğuna Füzeli saldırı düzenledi” “İran boş binaları vurdu” şeklinde aktarılırken Türk Dışişleri Bakanlığı’nın; "Irak'ta barış ve istikrarı bozmaya yönelik eylemler asla kabul edilemez. Saldırıyı kınıyoruz." ifadeleri Türk basınında geniş yer buldu. Irak yerel basını ve dünya medyası İran, Erbil’de MOSSAD üssünü vurması sonrası ABD’ye ait büyük bir kargo uçağının saldırının hemen ardından vurulan MOSSAD üssüne geldiğini ve bir süre sonra Tel Aviv’e uçtuğu haberlerini verirken Türk medyası bu olayı; “İran Devrim Muhafızları, Irak’ın kuzeyindeki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) Erbil şehrinde bulunan ABD Başkonsolosluğu binasını hedef alan füze saldırısını üstlendi” ve saldırı sonucu herhangi bir can kaybı veya yaralanma yaşanmadı şeklinde verdi.
Yine olaydan bir gün sonra 14 Mart 2022’de Siyonist rejim için korkunç bir gece yaşanırken Türk basını olaya sessiz kalmıştı. Hatta Siyonist gazetesi Haaretz dahi İçişleri, Sağlık ve Adalet Bakanlıkları ile Başbakanlık'ın siteleri dahil ülkede birçok site hacklendi haberlerine yer verirken Türk medyası İran hiçbir zaman gayrimüslümlerle, İsrail ile savaşması düsturu doğrultusunda sessizliğe gömülmüştü.
Tüm bunlar göz önüne alındığında güçsüz de olsa gerçekleri dile getiren bazı internet haber siteleri dışında Türk basınının İşgalci Siyonist Rejim İsrail taraftarlığı mı yapıyor değerlendirmesi yine Türk kamuoyuna bırakılmakta.
tasnim
İmam Mehdi ve Hazra Adası
Hz. Mehdi konusunda sözkonusu edilen konulardan birisi de Hazra adasıdır. Hz. Mehdi'nin çocuklarıyla birlikte Hazra adasında yaşadığını söyleyenler vardır. Ama Hazra adası olayı daha çok bir efsaneye benzemektedir. Bu konuda Allame Meclisi Biharu'l Envar'da genişçe bir hikaye nakletmektedir. O hikaye kısaca şöyledir:Irak'ın Necef şehrinde Emire'l Müminin kütüphanesinde "Hazra Adası Olayı" imiyle meşhur olan bir kitap buldum. El yazısıyla yazılmış olan o kitabın yazarı Fazl b. Yahya Tayyibi'dir. Fazl b. Yahya kitabında şöyle yazar:
Hazra adası olayını ben ilk olarak İmam Hüseyin'in türbesinde (699 yılının Şaban ayının 15'inde) Şeyh Şemsuddin ve Şeyh Celaluddin'den duydum. O ikisi olayı Zeynuddin Ali b. Fazil-i Mazanderani'den naklediyorlardı. Bunun üzere ben olayı kendisinden duymak istedim.
Aynı sene Şavval ayının başlarında Şeyh Zeynuddin tesadüfen Hille şehrine gitti ve ben onunla Seyyid Fahruddin'in evinde görüşerek kendisinden olayı bana da nakletmesini rica ettim. Bunun üzerine Şeyh Zeynuddin şöyle dedi: Ben Dimeşk'te Şehy Abdurrahim-i Hanefi ve Şehy Zeynuddin-i Ali Endülüsi'nin yanında ilim tahsil ediyordum. Şeyh Zeynuddin hoş sohpet birisi olup İmamiye Şia'sı alimlerine karşı iyimserdi; onlara saygı gösterirdi. Ben bir müddet kendisinden istifade ettim. Bir gün Mısır'a gitmesi icabet etti. Biz birbirimizi çok severdik, dolayısıyla beni de beraberinde Mısır'a götürmeye karar verdi. Birlikte Mısır'a giderek Kahire'de ikamet ettik. Orada kaldığımız dokuz ay çok güzel geçti. Bir gün babasından bir mektup geldi. O mektupta babası çok hasta olduğunu ve ölmeden önce kendisini görmek istediğini yazmıştı. Üstad mektubu okuyunca ağladı ve Endulos'a gitmeye karar verdi. Ben de yanına takıldım. Adanın ilk şehrine yetişince ben şiddetli bir şekilde hastalandım; hareket etmeye gücüm yoktu. Üstad benim bu halime çok üzüldü; nihayet beni şehrin hatibine bırakarak bana bakmasını rica etti ve kendisi de şehrine doğru hareket etti. Hastalığım üç gün sürdü. Sonra yavaş yavaş iyileşmeye başladım. Evden çıkarak şehrin sokaklarını dolaştım. Bu arada dağlık bölgeden gelmiş olan bir kafileye rastladım. -Satmak için- oradan eşya getirmişlerdi. Oradakilere kafiledekilerin kimler olduğunu ve nereden geldiklerini sorduğumda dediler ki: Bunlar Rafizilerin adalarına yakın olan Barbarlar'ın şehrinden gelmişler.
"Rafizilerin adası" adını duyunca orayı merakla görmek istedim. Oradakiler, o adalara yirmi beş günlük yol olduğunu ve iki günlük yolda ise su ve bayındırlık olmadığını söylediler. Ben o iki gün yolda zorluğa düşmemek için bir binek kiraladım, yolun geriye kalanını da piyade gittim ve nihayet Rafizilerin adalarına ulaştım. Adanın etrafı yüksek ve sağlam burçları olan duvarlarla çevrilmişti. Şehrin merkez camisine girdim, çok büyük bir cami idi. Bu arada Şiiler gibi ezan okuyan müezzinin sesini duydum; ezandan sonra da İmam-ı Zaman'ın (Hz. Mehdi'nin) zuhurunun tacili için dua etti. Sevinçten kendimi tutamayıp ağladım. Millet camiye gelip Şia fıkhına göre abdest aldılar, hoş simalı bir kişi camiye girerek mihraba doğru hareket etti, namaz için gelen insanlar o adamın arkasında camaat namazı kıldılar. Namazdan sonra namz duası okudular ve namaz bitince benim hal-hatırımı sordular. Ben durumu anlattım ve asaleten Iraklı olduğumu söyledim. Benim Şia olduğumu anlayınca saygı gösterdiler, sonra camiye ait olan odaların birinde bana yer verdiler. Cami imamı beni ağırlıyor ve asla yalnız bırakmıyordu. Bir gün ona, bu şehrin ahalisinin yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının nereden temin olduğunu sordum. Zira o etrafta tarla namına bir şey yoktu. Bunun üzerine cami imamı, bu şehrin ahalisinin yiyeceklerinin her yıl iki defa gemiyle Akdeniz'de olan Hazra adasından geldiğini söyledi. Geminin gelmesine ne kadar kaldığını sorduğumda, daha dört ay var dedi.
Ben müddetin uzun olmasına üzüldüm, ama tesadüfen gemiler kırk gün sonra geldiler. Yedi gemi arka arkaya iskeleye yanaştı. Büyük gemiden hoş simalı bir kişi inerek, camiye geldi ve Şia fıkhına göre abdest alarak öğle ve ikindi namazını kıldı. Namazdan sonra bana dönerek selam verdi. Benim ve babamın ismini söyledi. Olup bitenlerden hayrete düştüm. Şam'dan Mısır'a veya Mısır'dan Endulos'a yaptığım yolculukta mı ismimi duydun? dedim. Bunun üzerine o hayır, dedi; seni ve babanın ismini, yüz hatlarını ve huyunu bile daha önce söylemişlerdi bana, seni kendimle birlikte Hazra adasına götüreceğim cevabını verdi. O adam bir hafta o adada kaldı ve oradaki işlerini yaptıktan sonra birlikte Hazra adasına doğru hareket ettik. Onaltı gün denizde yolaldık. Onyedinci gün denizin ortasındaki beyaz sular dikkatimi çekti. İsmi Muhammed olan o adam bana, bir şey mi dikkatini çekti, dedi. Ben buranın sularının rengi farklı değil mi? dedim. Adam: Burası Akdeniz'dir ve bu da Hazra adasıdır. Bu sular bir duvar gibi Hazra adasını kuşatmıştır; dolayısıyla Allah'ın hikmeti olacak ki, düşmanlarımızın gemileri bu noktaya yaklaşmak istediklerinde İmam-ı Zaman'ın (a.s) bereketi hürmetine batıverirler. O sudan bir miktar içtim; Fırat suyu gibi serin ve tatlıydı. Ak suları geçtikten sonra Hazra adasına yetiştik. Gemiden inip şehire girdik. Ada meyve ağaçlarıyla dolu bir şehirdi, pazarları eşyalarla dolup taşmaktaydı. Şehrin ahalisinin iyi bir yaşamları vardı. Bu güzel manzaraları görmek oldukça sevindirmişti beni.
Arkadaşım Muhammed beni kendi evine götürdü. Bir müddet dinlendikten sonra oldukça büyük olan merkez camisine gittik. Camideki kalabalık camaatin arasında tavsif edilmeyecek derecede heybetli bir kişi vardı. İsminin Seyyid Şemsuddin Muhammed olduğunu söylediler. Millet ondan arap edebiyatı, Kur'an, fıkıh ve akaid dersleri alıyordu. Huzuruna çıktığımda bana hoş geldin dedi, kendi yanına oturtarak hal-hatırımı sordu, bana Şeyh Muhammed'i benim peşime gönderdiğini söyledi ve sonra camiye ait olan odaların birinde benim için bir yer hazırlamalarını istedi. Orada dinleniyor ve yemekleri de Seyyid Şemsuddin ve arkadaşlarıyla yiyiyorduk. Onsekiz gün böyle geçti. Orada olduğum ilk Cuma namazını Seyyid Şemsüddin'in farz kastıyla kıldığını gördüm. Bu konu çok ilgimi çekti; daha sonra bir fırsatta bu konuyu Seyyid Şemsuddin'e açarak dedim ki:
- Cuma namazı ancak Hz. Mehdi'nin (a.s) huzurunda (zuhurundan sonra) farz kastıyla kılınabilir.
- Seyyid evet, ama ben Hz. Mehdi'nin özel naibiyim.
- Şimdiye kadar Hz. Mehdi'yi (a.s) görmüş müsün?
- Görmüş değilim ama babam sesini duyduğunu söylüyordu, fakat kendisini görmüyormuş. Ama büyük babam hem kendisini görüyormuş hem de sesini duyuyormuş.
- Efendim! Bazıları Hz. Mehdi'yi görürken diğer bazılarının görmemesinin sebebi nedir?
- Bu Allah Teala'nın bazı kullarına olan lütfudur.
Sonra Seyyid elimden tutarak beni şehirin dışına götürdü. Irak ve Şam'da benzerini görmediğim bir çok nehirler, bağ ve bostanları vardı. Gezi sırasında hoş görünümlü bir kişiye rastladık; bize selam verdi. Seyyid'e onun kim olduğunu sorduğumda bana:
- Şu büyük dağı görüyor musun?
- Evet.
- Bu dağın ortasında, ağaçların altında serin suları olan güzel bir yer var. Orada tuğlayla yapılmış bir kubbe var; bu adam da diğer arkadaşıyla birlikte o kubbenin bekçisidir. Ben Cuma sabahları İmam-ı Zaman'ı (a.s) ziyaret için oraya gidiyorum ve iki rekat namaz kıldıktan sonra tüm dini ihtiyaçlarımın cevabının yazılmış olduğu bir kağıt buluyorum. Senin de oraya gidip İmam-ı Zaman'ı ziyaret etmen iyi olur.
Onun bu sözü üzerine ben o dağa doğru hareket ettim. Kubbeyi bana tarif ettiği gibi buldum. O iki hizmetçiyi orada gördüm. Onlara İmam-ı Zaman'la (a.s) görüşmek istediğimi bildirdim. Onlar bunun mümkün olmadığını, bu konuda kendilerine izin verilmediğini söylediler. Ben de, öyleyse hakkımda dua edin, dedim, onlar da bu ricamı kabul ettiler. Sonra dağdan aşağı inerek Seyyid Şemsuddin'in evine gittim. Seyyid evde yoktu. Gemide beraberimde olan Şeyh Muhammed'e giderek dağda olup bitenleri ona anlattım ve o iki hizmetçinin Hz. Mehdi'yle görüşmeme müsade etmediklerini söyledim. Şeyh Muhammed bana, "Seyyid Şemsüddin'den başka hiç kimsenin oraya gitme hakkı yoktur. O Hz. Mehdi'nin (a.s) evlatlarından olup beş göbekten Hz. Mehdi'ye ulaşmaktadır. Ayrıca Hz. Mehdi'nin (a.s) özel naibidir" dedi.
Ondan sonra Seyyid Şemsüddin'den bazı zor dini meseleleri kendisinden nakletmeme müsade etmesini ve Kur'an-ı Kerim'in doğru okunuşunu bana öğretmesini rica ettim. Seyyid Şemsuddin bir sakıncası olmadığını söyledi, ama ilk önce Kur'an'dan başla dedi. Kur'an okurken arada fırsat buldukça Kur'an'ın diğer farklı okunuşlarını da okuyordum.
Seyyid'den izin alarak yaklaşık doksan meseleyi ondan naklettim ve ben muminlerden özel bir grubu dışında hiç kimsenin onları görmesine müsade etmem.
Daha sonra gördüğü diğer bir olayı naklederek şöyle diyor: Ben Seyyid'e Hz. Mehdi'den (a.s) "Büyük gaybette beni gördüğünü iddia eden kimse yalancıdır" tabirindeki hadislerin elimizde olduğunu ve bu hadislerin sizin Hz. Mehdi'yi görmenizle çeliştiğini söyledim.
Seyyid, doğrudur dedi İmam böyle buyurmuştur ama bu o zaman Abbasiler ve diğer düşmanlarının çok olduğu zamana aittir, düşmanlarımızın ümidi kestikleri, şehirlerimizin de onlardan uzak olduğu ve hiç kimsenin elinin bize ulaşmadığı günümüzde Hz. Mehdi'yle (a.s) görüşmenin bir tehlikesi yoktur.
Daha sonra Seyyid'den diğer bir takım şeyleri naklederek şöyle diyor:
Seyyid bana dedi ki:
- Sen de şimdiye kadar Hz. Mehdi'yi görmüşsündür elbette, ama onu tanımamışsın.
Seyyid bana batı şehirlerinde kalmamamı ve çok çabuk Irak'a geri dönmemi emretti ve ben de emrine itaat ederek geri döndüm. [1]
Hazra adası olayı özetle böyledir. Sonuçta şunu söylemek gerekir ki, bu olay hiç bir geçerliliği yoktur ve bu gerçekten daha ziyade efsaneye ve romana benziyor.
Çünkü; herşeyden önce senedi muteber değil. Hikaye, tanınmayan el yazması kitaptan nakledilmiştir ve Allame Meclisi (a.s) de bu hikaye hakkında diyor ki: "Ben bu hikayeyi sağlam kaynaklarda bulamadığımdan (kitaptakilere karışmaması için) onu ayrı bir babda naklettim."
Ayrıca hikayenin kendisinde çelişki görülmektedir. Zira bir taraftan Seyyid Şemsuddin'in raviye, "ben İmam'ın özel naibiyim, ama şimdiye kadar İmam'ı görmüş değilim, babam da O'nu görmemiş ama sesini işitmiş. Ancak büyük babam hem kendisini görmüş ve hem de sesini duymuştur." derken diğer taraftan Seyyid Şemsüddin'in raviye, "Ben her Cuma sabahı İmam'ı ziyaret etmek için o dağa gidiyorum ve senin de gitmen iyi olur." dediğini görüyoruz. Ve Şeyh Muhammed de raviye diyiyor ki: "Ancak Seyyid Şemsuddin ve benzerleri Hz. Mehdi'yle (a.s) görüşebilirler." Gördüğünüz gibi bu hikayede çelişki var.
Dikkat edilmesi gereken diğer nokta da şu ki: Seyyid Şemsüddin kendisinden başka kimseyi oraya bırakmadıklarını bildiği halde niçin raviye Hz. Mehdi'yle görüşmek için o dağa gitmesini öneriyor.
Bu hikaye romantik bir şekilde hazırlanmıştır. Zeynuddin adında bir şahıs ilim okumak için Irakt'an Şam'a gidiyor, oradan üstadıyla birlikte Mısır'a gidiyor, Mısır'dan da yine üstadıyla birlikte Endülüs'e (İspanya'ya) sefer ediyor; bu kadar uzun mesafeti katettikten sonra yolda hastalanıyor, üstadı onu terkediyor, ve iyileştikten sonra o çevrede Rafizi'ler adasının var olduğunu duyunca orayı görmeyliyim derken üstadını unutuyor: Uzun ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Rafizilerin adasına varıyor. Adada ziraat yeri olmadığından bu halkın yiyeceğinin nereden karşılandığını merak ediyor. Böylece yiyecek maddelerinin Hazra adasından getirildiğini öğreniyor. Gemilerin dört ay sonra geleceği söylenmişken aniden kırk günden sonra gemiler sahile yanaşıyorlar ve bir hafta bekledikten sonra onu kendileriyle birlikte adaya götürüyorlar. Akdenizin ortasında beyaz serin ve tatlı suları görüyor, sonra o geçilmesi mümkün olmayan noktadan geçip Hazra adasına gidiyor ve ...
İlginç olan nokta şu ki: Iraklı bir kişi bu kadar uzun ve uzak yolu katederek, çeşitli ülkelerde o bölgenin insanlarıyla konuşuyor ve hepsinin dilini de biliyor. Acaba İspanya halkı da arapça mı konuşuyorlardı? Bu hikayeyi dikkat edilirse onun uydurma olduğu malumdur.
Son olarak şunu da söyleyelim ki, daha önce de hatırlattığımız gibi hadislerimizde Hz. Mehdi'nin (a.s) halk arasında kendisini tanıtmayarak yaşadığı, hac merasimlerine katıldığı ve bazı sorunları çözmek için insanlara yardım ettiği kaydedilmiştir.
Hz. Mehdi (a.s) hakkında aklı kurcalayan bir soru da şu ki, acaba Hz. Mehdi'nin (a.s) evlatları var mıdır?
Bu sorunun cevabında şunu söyleyebiliriz ki, Hz. Mehdi'nin (a.s) evlendiğini ve çocuklarının olduğunu ispat veya reddedecek muteber bir delil yoktur elimizde. Elbette maslahat gereği gizlice evlenmiş olması ve evlatlarının olması ama tanınmamaları mümkündür. Gerçi bazı dualarda Hz. Mehdi'nin (a.s) çocukları olduğu veya olacağına işaret edilmiştir. [2]
Ancak ulemanın bildiği gibi, mezkur dualar bir konuyu ispatlayacak derecede sağlam değillerdir, ama bütün bunlarla birlikte yine de Hz. Mehdi'nin (a.s) çocuklarının olması uzak bir ihtimal değildir. İmam Sadık (a.s) bir hadiste şöyle buyuruyor:
"Ben, Kâim'in ailesi ve ehliyle birlikte Mescid-i Sahl'eye inişini görür gibiyim." [3](ehlader)
Ayetullah İbrahim Emini
Kaynaklar
[1]- Bihar-ul Envar, c.52, s.59-174.
[2]- Örneğin şu dua gibi: "Allahım, (Hz. Mehdi'ye) nefsinde, ehlinde, evlatlarında, soyunda, ümmetinde ve emri altında olan herkeste onun gözlerini nurlandıracak şeyi ba?ışla kendisine (Mefatih-ul Cinan); Nahiye ziyaretinde ise şöyle gelmiştir: "Allah'ım; ona kendi nefsinde, soyunda, Şia'sında, emri altında olanlarda, kendisine yakın olanlarda, yakın olmayanlarda, düşmanında ve bütün dünya ehlinde gözlerini aydınlatacak şeyi ba?ışla" ( Mefatih-ul Cinan)
[3]- Bihar-ul Envar, c.5, s.317.