
کارگر
Ayetullah Cevadi Amoli: İnsan her zaman ilahi imtihana müpteladır
Ayetullah Cevadi Amoli tefsir dersinde ve Kamer suresinin tefsirinin devamında şunları söyledi: Allah Teâlâ kime bir şey veriyorsa imtihandır. Eğer birine kudret veriyorsa imtihandır ve eğer birine kudret vermiyorsa yine imtihandır.
Bu taklit mercii konuşmasına şöyle devam etti: sağlık ve hastalık imtihandır; elbette biz genelde hastalığı imtihan biliriz; ama sağlığı imtihan bilmeyiz. Hâlbuki Kur’an ayetlerine göre, hastanede yatan ve bir hastalığa müptela olan kimse ile hasta olmayan ve sağlığa müptela olan kimse, her ikisi de müpteladır; yani imtihana tabi tutulmaktadırlar.
Ayetullah Cevadi Amoli mübarek Fecr süresine işaret ederek şunları söyledi: “İnsana gelince; Rabbi onu deneyip de ona ikramda bulunduğunda ve bolca nimet verdiğinde, “Rabbim bana ikramda bulundu/beni değerli kıldı” der. Fakat onu deneyip rızkını daralttığında, “Rabbim beni aşağıladı” der. Asla (onların sandığı gibi değil). Gerçek şu ki, siz yetime ikramda bulunup ona saygı göstermiyorsunuz.” Ayette geçen “asla” kelimesi her ikisini de nefyetmektedir. Buyuruyor ki biz bazılarını sağlıklı yapıyoruz; yani onu sağlığa müptela ediyoruz ve o imtihan sınıfında oturuyor. Veya ona mal veriyoruz, ona kudret ve makam veriyoruz; Allah’ın bize verdiği her şey imtihandır ve biz vermediği her şey de imtihandır. Böylece birini şükür ile imtihan eder ve diğerini sabır ile imtihana çeker.
Anti-İsrail yerini anti-Şii alıyor
Müslümanlar, küresel güçlerin oyuncağı olmuşlar. ABD, İsrail’in güvenliği için, ne gerekiyorsa yapıyor. En çok istedikleri bir Şii- Sünni savaşı… Bunun için, BOP ve Yinon Planları işliyor.
Mesela dikkatinizi çekti mi bilmem, özellikle Türkiye’de İsrail düşmanlığı nerdeyse bitti.
Olsun demiyorum!
Yanlış anlaşılmasın!
“Kahrolsun İsrail” sloganları yerini, “kahrolsun Şiiler” aldı adeta. Sadece Türkiye’de değil. Arabistan’a mesela dikkat edin.
“Tek düşman İran!” diyor. Ve ABD hepsiyle gurur duyuyor!
İran daha yeni ne dedi?
İran Davunma Bakanı Dehgan, “Mekke, Medine hariç, Suudi Arabistan’ın altını üstüne getiririz” dedi. Suud bakanın sözüne karşılık…
Yani durum, vaziyet bu…
ABD için, bir Şii ile bir Sünni devleti çatışsın da, bu Suud ile İran mı olur, İran ile Türkiye mi olur, çok önemli değil. Türkiye-İran olsa, bu ABD için “bonus” olur.
Ama olmuyorsa, İran ile Suudi Arabistan’da olur!
Tem amaç, İsrail’in güvenliği…
İsrail’in güvenliği için Suriye parçalanıyor. Irak parçalandı, İran ve Türkiye parçalanma sürecinde… O kadar önemli noktalarda, o kadar kilit isimler İsrail için yerleştirilmiş ki, hayret edersiniz.
FETÖ’cülerin bir numaralı İran düşmanı olmalarını, buna mukabil Mavi Marmara için “İsrail otoriteleri” hatırlatmalarını, hatırlayalım. Yahut İsrail düşmanlarına “manyak” diyenleri…
Suriye’de IŞİD’i ağızlarına almadan, “Suriye Yönetimi” düşmanlığı, İsrail için yapıldı. Türkiye’de “aleviler Hıristiyanlardan da sapıktır” iddiasında bulunan Nurcu rektörü hatırlayın!
Bir devletin veya yönetimin yanlışları da olur, doğruları da, bu başka bir şey. Ama bir devlete veya yönetime İsrail için düşmanlık etmek, kesinlikle bir proje işi…
ABD düşünüyor: İsrail’in hem büyümesi lazım, hem de güvende kalması lazım. Bunun için ne lazım? Müslümanların birbirlerini yemeleri… “Şii-Sünni” veya Türkiye için söylersek “Alevi-Sünni”…
Yiyorlar mı bugün?
Bu fitne ile bütün bir İslam dünyası kontrol altına alınabilir. Balkanlardan, Pakistan, Afganistan’a kadar… Orta Asya’dan, Afrika’ya kadar…
Ne kadar etkili bir fitne, bir düşünün. İnsanlar apartmanlarında bile güvende hissetmezler kendilerini. Kaldı ki, ülkelerinde ve geniş coğrafyalarda…
“Dünya Müslüman Âlimler Birliği” diye bir kuruluş var, biliyorsunuz. Birkaç kere yazı yazdım “Müslüman cahiller birliği” diye… Riyad’ta bir açıklama yaptı. Fransa’da Müslümanlara Makron’u desteklemelerini söyledi.
Neden?
AB ve ABD, bu Macron’u istiyor. İsrail’de bu adamı istiyor. Diğer aday Le Pen ise milliyetçi söylemlere sahip, AB ve Euro karşıtı… Baba Le Pen anti-semitik söylemlere sahip biriydi. Kızı daha çok ekonomi söylemlerine sahip…
Ayrıca Macron, Rothschild’lerin adamı… Peki, bizim bu “Müslüman” cahiller kimlerin adamları?
AB İsrail ve ABD için, “Macron” dedi. ABD ve İsrail için öttüler yani.
Bilmem, olayı anlatabildim mi?
İslam Dünyası İsrail’in güvenliği için param parça edilirken, Şii- Sünni beraberliği için bir açıklama yapmayan sözde “alim” müsveddeleri, söz konusu Batı ve İsrail çıkarları olunca, bülbül kesiliyorlar.
Bu örgüte üye Türkiye’de “alim” var mı bilmiyorum(!), siz araştırın. Ancak ülkemizde bu kafalar o kadar tanıdık ki… Allah, “Müslümanlar kardeştir” diye buyururken, bazıları sadece Sünni olanlara “kardeş” diyor.
Hatta bazıları sadece, sapkın tarikatlarında olanları “kardeş” diyorlar. Aynı tarikatta olurlar, yine kavga ederler. Hem de Allah’ın evi Kâbe’de…
Nakşî olmadın hele yandın!
Halidiye kolundan olmadın, seni “yanmaz kefen” bile kurtarmaz!
Allah’ın Peygamber ve Ehl-i Beyt gerçeğinden çıkınca, İsrail’e hizmet ettiriliyorsunuz. Ali’ye taraf yerini, Macron ve Rothscild’e taraftarlık alır!
Alevi’nin “Allah-Muhammet-Ali” dediğine, Sünni, “Kur’an ve Ehl-i Beyt” dediği zaman, ABD projeleri çöker. ABD değirmenine su taşımak, sona erer. Anti-Şii veya anti-Sünni yerini, anti-İsrail alır. Irak, Türkiye, İran ve Suriye’nin, İsrail için parçalanmasının önüne geçilir.
Yusuf Karaca
Savaşın fitilini Barzani yakacak
Ortadoğu alanında otorite kabul edilen Alman sosyal bilimci Prof. Norman Paech, Ortadoğu'da derinleşen kaos ortamının bağımsız bir devlet kurma yolunda hızla ilerleyen Mesut Barzani'nin işine geldiğini açıkladı. Prof. Paech'e göre Barzani’nin planları yeni çatışmalara neden olabilir
Ortadoğu'daki gelişmeler, uluslararası ilişkiler ve devletlerarası hukuk konularında Almanya'da en çok başvurulan isimlerden siyasal bilimler Profesörü Norman Paech, çarpıcı açıklamalarda bulundu.
40 yıldan fazladır Ortadoğu'yu takip eden Prof. Paech, IŞİD'in Musul'a saldırması sonrası patlak veren gelişmeleri ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'nin bağımsız devlet ilan etme girişimini değerlendirdi.
1991'deki Körfez Savaşı'nda ABD'nin bölgeye müdahale etmesiyle başlayan ve ardından 2003'te Saddam'ın devrilmesine için yapılan Irak savaşıyla devam eden kaosun IŞİD terör örgütünün saldırılarıyla birlikte zirve yaptığına dikkat çeken Prof. Paech, "Aslında IŞİD'in Haziran ayındaki şiddetli saldırılarının ardından bölgedeki 25 yıldır süregelen kaos, özellikle de Sünni-Şii çatışması içinden çıkılmaz bir hale geldi. Artık Ortadoğu çıkılması zor, derinleşmiş bir kaos ortamına sürüklenmiştir" dedi.
Bölgedeki kaos Barzani çıkarına
Bölgenin sürüklendiği kaos ortamının Mesut Barzani yönetiminin planları için çok uygun bir zemin hazırladığına dikkatleri çeken Prof. Paech, Irak ve Suriye'deki 'collateral damage', yani 'maksadını aşan zararın' bağımsızlığı ilan etme aşamasında olan Barzani yönetiminin çıkarlarına uygun geliştiğini ifade etti.
Alman sosyal bilimci, bölgedeki son savaş ve IŞİD başta olmak üzere terör kaynaklı çatışmaların beklenmedik zararları, Barzani yönetimi açısından "olumlu" yeni süreçlerin kapısını araladığını belirtti.
Yeni çatışmalar ortaya çıkabilir
Mesut Barzani'nin hazırlık yaptığı bağımsızlık sürecinin hesapta olmayan yeni çatışmalara kapı aralayabileceğini ifade eden Alman sosyal bilimci Norman Paech, "En son Kosova ve Kırım'da da görüldüğü gibi bağımsızlık süreci; oldukça hassas ve tehlikeli, hatta hesaplanmayan yeni çatışmalara da kapı aralayacak cinsten. Çünkü öncelikli olarak ayrılacak bölgenin merkezi hükümetin onayını alması gerekiyor. Şayet bu olmazsa beklenmedik krizler kapıda demek. Bu durum Barzani yönetimi için de öyledir. Erbil yönetimi en başta Bağdat hükümetiyle anlaşarak ayrılma girişimlerinde bulunmalı. Bunun için de hassas bir müzakere süreci gerekiyor" açıklamasında bulundu.
Mesut Barzani'nin önünde aşması gereken iki büyük engelin de Türkiye ve İran olduğunu söyleyen Prof. Paech, olası bir bağımsızlığın domino etkisi yaratabilecek olmasının Türkiye ve İran için büyük bir endişe kaynağı olduğunu vurguladı. Prof. Norman Paech, Barzani yönetiminin Türkiye ve İran engelini diplomasiyle aşması gerektiğini de ifade etti.
Bağımsızlık oylaması Ağustos'ta
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin danışmanı Muhammed Hacı, bağımsızlık referandumunun Ağustos ayında yapılmasının planlandığını açıkladı.
Muhammed Hacı, Kürt Bölgesi Yüksek Seçim Komisyonu’na referandum düzenlenmesi için çağrı yapmaya hazırlandıklarını anlattığı açıklamalarında Mesut Barzani’nin Kürt siyasi partilerinden bağımsızlık çabalarına liderlik yapacak olan ortak komisyona temsilcilerini belirlemelerini istediğini de anımsattı.
Mesut Barzani de 2 Mayıs’ta Fransız Le Figaro gazetesiyle yayımlanan mülakatında “Kürtlerin bağımsızlığı ilan etmesi zamanı geldi. Ancak biz, Irak’tan barışçıl biçimde diyalog ve müzakere yoluyla ayrılmak istiyoruz” demişti.
HALİL MEMİŞ
İstihbarat Bakanı Alevi: İran’da geçen yıl 30 terör çetesi çökertildi
İstihbarat Bakanı Mahmut Alevi, geçen sene İran’da 30 kadar terör çetesini çökerttiklerini açıkladı.
Bakan Alevi, İstihbarat bakanlığına bağlı güvenlik ve istihbarat güçleri geçen sene ayrıca bir tek operasyonda 108 manyetik bomba ve 15 intihar yeleği ele geçirdiklerini ve tüm bunlar teröristler hain planlarını uygulamaya fırsat bulmadan ele geçirildiğini ifade etti.
Amerikalı taraflarla müzakere konusunda da Bakan Alevi, İMGYK kararı çerçevesinde bu müzakerelerin tutukluların takısı için gerçekleştirildiğini ve sonuçta İran’ın bloke edilen 1.7 milyar dolar parası ülkeye geri getirildiğini ve bazı İranlı tutukluların kurtarıldığını vurguladı.
Suriye'de "çatışmasızlık bölgeleri" kurulacak
Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye’de “çatışmasızlık bölgeleri” kurulması konusunda anlaşma sağlandı.
Kazakistan’ın başkenti Astana’da imzalanan muhtıra kapsamında, muhalifler ve rejim güçleri arasında çatışmaların yoğun olduğu alanlarda 4 “çatışmasızlık bölgesi” ve bu bölgelerin sınırları boyunca “güvenlikli bölgeler” kurulacak.
Rusya Savunma Bakan Yardımcısı Alexander Fomin, düzenlediği basın toplantısında cuma gecesi yürürlüğe giren anlaşma ile ilgili olarak şunları söyledi: “Ateşkesi güçlendirme fikrini destekleyen İran ve Türkiye’nin yapıcı tavrı sayesinde, bu mutabakat zabtının imzalanmasında rejim önemli rol oynadı. Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan ile diğer ülkelerin verdiği destek, bu zaptın uygulamaya geçirilmesi konusunda ilave bir garanti teşkil edecek.”
Muhalifler, İran’ın mutabakata imza atan taraf olmasını protesto ederek salondan ayrıldı.
Anlaşma, sivillerin en temel ihtiyaçlarının karşılanması ve tıbbi yardımın ulaştırılması için gerekli şartların oluşmasına yardımcı olmayı hedefliyor.
Yine anlaşma uyarınca çatışmasızlık bölgelerinde, Suriye rejimi ile ateşkese katılan veya katılacak silahlı muhalif gruplar arasında, hava unsurları dahil olmak üzere her türlü silahlı saldırı durdurulacak.
Muhtıraya göre, El Kaide ve IŞİD ile mücadele çatışmasızlık bölgelerinin içinde ve dışında sürecek.
"İran, Rusya ve Türkiye, Suriye'de ortak savaşı sürdürecek"
Rusya Genelkurmay Başkanlığı Ana Harekat Daire Başkanı, Rusya, İran ve Türkiye'nin Suriye'de terörist gruplara karşı ortak savaşa devam edeceğini duyurdu.
Rusya Genelkurmay Başkanlığı Ana Harekat Daire Başkanı General Sergey Rodskoy yaptığı açıklamada, Suriye'de gerilimi azaltmaya ilişkin belgenin imzalanmasının asla, Suriye topraklarında IŞİD ve Nusra Cephesi teröristlerine karşı savaşın son bulduğu anlamına gelmediğini vurguladı.
Roskoy, ayrıca Rusya, İran ve Türkiye'nin güvenli bölgelerde terörist grupları yok etmek için gereken girişimlerde bulunacağını ve Suriye devlet güçlerine teröristlere karşı savaşta yardım edeceklerini vurguladı.
Suriye'de gerilimi azaltmaya ilişkin memorandum bugün saat 00.00 itibaren yürürlüğe girdi.
İdlip, Humus'un kuzey bölgesi, Doğu Guta ve Suriye'nin güneyinde sözkonusu 4 güvenli bölge Astana'da yapılan anlaşma uyarınca kuruluyor.
Velayeti:Astana’daki öneriler Suriye milleti tarafından onaylanmalı
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı, Astana’da iyi niyetle sunulan önerilerin ancak Suriye devletiyle milleti tarafından onaylandığı zaman tam olarak kabul edilebileceğini bildirdi.Düzenin Yararını Teşhis Konseyi Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Ali Ekber Velayeti, Almanya Dışişleri Bakan Yardımcısı’yla yaptığı görüşmesinin ardından gazetecilere açıklamalarda bulunarak, “Bu görüşme epey olumlu ve yapıcıydı. Karşılıklı siyasi ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi iki tarafın da peşinde olduğu bir konudur. Bölgesel ve uluslararası konularda da var olan sorunların giderilmesiyle ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyulması üzerinde hemfikiriz” şeklinde konuştu.
Velayeti, konuşmalarını şöyle devam ettirdi: Almanlar da bizim gibi bölgedeki ülkelerin bölünmesine karşı olarak sorunların askeri yöntemlerle değil siyasi yollardan çözülebileceği kanaatindeler. Bunun yanında nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesi konusunda da yakın bir işbirliğine sahibiz ve bu konuda onlara güveniyoruz.
Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı, Astana Toplantısı’nda belirlenen dört güvenli bölgeyle ilgili, “Astana’da gerçekleşen toplantılar Suriye konusunda yapılan en olumlu ve etkili oturumlardan biridir. Fakat tarafların iyi niyetiyle sunulan bu öneriler ancak Suriye devletiyle milleti tarafından onaylandığı zaman tam olarak kabul edilebilir” değerlendirmelerini yaptı.
Seküler Dünya'ya Ayak Uydurmak
Sekülerizm veya sekülarizm; toplumda âhiretten ve diğer dîni-ruhânî meselelerden ziyâde dünyâ-hayâtına odaklanılması yönündeki hareket
[+] metin Boyutu [-]
“De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşîretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticâret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’tan, O’nun Resûlü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fâsıklar topluluğuna hidâyet vermez” (Tevbe 24).
Sekülerizm, lâikliğin yumuşatılmış benzer şekli olup, “dîni yarım-yamalak yaşamak” demektir. Din derken tabî ki İslâm’dan bahsediyoruz. Zâten Allah katında din İslâm’dır ve diğer bâtıl dinler zâten yarım-yamalaktırlar ve yarım-yamalak oldukları için bâtıldırlar. Yarım-yamalak olan seküler din, öncelik sırasında ilk sırada değildir ve ilk sırada olma derdi de yoktur. TDK sözlüğünde sekülerizmin tanımı şöyledir:
“Sekülerizm veya sekülarizm; toplumda âhiretten ve diğer dîni-ruhânî meselelerden ziyâde dünyâ-hayâtına odaklanılması yönündeki hareket”.
Sekülerizm bâzen insanlara açıkça, bâzen de çeşitli kanallardan; din-merkezli yaşamanın negatifliğinin propagandasını yapar. Fakat bunu genelde söz ve eylemle değil de bilinç-altına göndermeler yaparak oluşturur. Der ki; “bana uygun yaşamazsan, benim sistemime ayak uydurmazsan çok zor bir hayâtın olur. “Toplumun aşağı tabakası”ndan olursun ve hattâ “yeryüzünün lânetlileri” arasına girersin”. Bunu sezinleyen ve Dünyâ’da bolca örneğini gören insanlar, hemen tutum ve davranışlarını değiştirme yoluna girerek sekülerizme bir-an önce ayak uydurarak sınıf atlamanın derdine düşer. Âhiret bilinci ve inancı olmayanların böyle yapması zorunludur. Zîrâ onlar tek-dünyâ’lıdır ve ölünce her-şeyin bittiğine inanmaktadırlar. Bu nedenle de hayâtı en uzun, en sağlıklı, en zengin, en haz ve zevk içinde yaşamayı hedeflerler. Fakat müslümanlara-mü’minlere ne oluyor?.
90’lı yılların sonuna doğru, Türkiye’de 28 Şubat ve Dünyâ’da 11 Eylül’den sonra müslümanlar da İslâmî iddiâlarından büyük ölçüde vazgeçerek liberâlleşme yoluna girdiler ve kısa bir zaman sonra da maddî durumlarının düzelmesiyle din hakkında eski düşünceleri ile çelişmeye başladılar. Bu nedenle dîni aşırı yorumlara tâbi tutarak demokratlaştılar ve de dolayısı ile sekülerleştiler. “Akîde farklı, siyâset farklı”, “önce devlet gelir”, “şûrâ’nın günümüzdeki şekli demokrasidir” vs. demeye başladılar. “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrının hakkını Tanrıya vermek” şeklinde bir tutum izlemeye başladılar. İşin ilginç yanı, Kur’ân’ın daha fazla okunmasına rağmen bunun böyle olmasıdır. Kur’ân ısrarla ve şiddetle bu tutumun yanlış ve hattâ şirk olmasını söylediği hâlde, gerek 28 Şubat’ın etkisiyle, gerekse ABD’nin tek küresel güç olduktan sonra liberâlizmi Dünyâ’nın kılcal damarlarına kadar yaymasıyla ve nefse aşırı cömert davranan liberâlizm ve kapitâlizmin etkisiyle ve de nefsin zorlamasıyla Kur’ân’ın bu uyarılarını dinlemediler-duymadılar-uymadılar. Üstelik bunu, kendilerine “Kur’ân cemaati, grubu, halkası” diyenler de yaptı-yapıyor. Ellerinde Kur’ân var, Kur’ân okuyup duruyorlar ama Kur’ân’ın kapağını kapattıkları anda Kur’ân’a göre değil de, bağlı oldukları ideolojiye, kurumlara, lîdere ve devlete göre hareket ediyorlar. Böylece Kur’ân’ı bir edebiyat-felsefe kitabı hâline getiriyorlar. Sâdece okumanın, bilginin, epistemolojinin konusu olarak kullanıyorlar. İş hüküm konusuna gelince onu Allah’a değil, başkalarına veriyorlar. Sezar’a veriyorlar. Hâlbuki daha yakın zamanlara kadar tam-aksi görüşleri vardı.
Sekülerizme ayak uydurmanın bir raconu vardır. Laik olunacak, seküler olunacak, demokratik olunacak. Onların düzenlediği Dünyâ’ya-hayâta göre davranılacak. Din vicdanların en derin ve kuytu köşelerine, o da laytlaştırılmış olarak hapsedilecektir. Zâten “ibâdet demek de, ara-sıra yapılan duâdır” ya(!). O kadar.
Zamânında kadının biri Annemi namaz kılarken görünce şöyle demiş. “Böyle namazla-niyazla uğraşırsanız fakir ve câhil kalırsınız”. Namaz kılmak ve fakirlik ilişkisi. Aslında söylediği şey şu: “Böyle namazla-niyazla uğraşırsanız “sistem” tarafından fakir ve câhil bırakılırsınız”. Seküler sisteme göre doğru söylüyor. Çünkü seküler dünyâya göre namaz kılanlar madden fakir kalırlar. Fakat bu namaz kılanlar, “seküler olmayan musalliler”dir. Yoksa hem seküler olup ona göre hareket edenler ve bir de namaz kılanlar hem şeytanın, hem tâğutların, hem de sekülerizme tapanların görmek istediği en güzel şeydir. Onlar böyle bir insan-tipinden beslenirler çünkü. Namaz kılanlar neden fakir kalır?; çünkü sekülerizme ayak uydurmamaktadırlar. Onların dediğini yapmadıklarından, otomatikman onların düzenlediği Dünyâ’dan daha az yararlanırlar. Bu bir tercih meselesi. Hz. Ömer bir-gün, Peygamberimizin hücresine girince hıçkıra-hıçkıra ağlamaya başlar. Efendimiz, niçin ağladığını sorunca Hz. Ömer şöyle der: “Ya Resûlullah!. Dünyâ kralları, Kisra’lar servet içinde yüzüyorlar. Senin ise altına sereceğin bir sergin bile yok, yatağın hasır ve tenine yattığın zeminin izleri çıkmış. Hâlbuki sen âlemlere rahmetsin. Peygamberimiz şu cevâbı verir: “İstemez misin ya Ömer, Dünyâ onların, âhiret de bizim olsun!”.
Tabi namaz kılanlar-mü’minler Dünyâ’dan da yaralanmalıdır ve Allah namazı hakkıyla kılanlara Dünyâ’yı yasaklamamıştır. Bunu yasaklayan sekülerizmdir. Kur’ân’da şöyle denir:
“Onlardan öylesi de vardır ki: ‘Rabbimiz, bize Dünyâ’da da iyilik ver, âhirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azâbından koru’ der” (Bakara 201).
Allah Dünyâ’ya zayıf bırakılmış mustazafların hâkim olmasını istemektedir:
“Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır’da) büyüklenmiş ve oranın halkını bir-takım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mîrasçılar kılmak istiyorduk. Ve (istiyorduk ki) onları yeryüzünde iktidar sâhipleri olarak yerleşik kılalım, Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim” (Kasas 4-6).
Sekülerizme ayak uydurmak için devletin laik-seküler-demokratik yapısına aykırı davranmayacaksınız. Seküler sisteme göre düşünecek, konuşacak, yiyip-içecek-giyinecek, onların ürettiklerine hem karşı çıkmayacaksınız, hem de kabûl edeceksiniz. Tesettürü söz-konusu etmeyeceksiniz. Etseniz bile modernleştirilmiş olana uyacaksınız. Zâten sekülerizm, dînin kapitâlist kuşatmaya alınmış tarafıdır. Kısaca her şeylerini kabûl edeceksiniz, sürekli ondan bahsedip bedâvaya reklâmını yapacaksınız, aykırı bir eylem, söz ve hattâ düşünceniz bile olmayacak.
Sekülerizm, “dinden tâviz vermek” demektir. Fakat verilecek en ufak tâviz, arkasından yavaş-yavaş dînin tamâmından tâviz vermenizi gerektirecektir. Böylece ortada hak din somut olarak kalmayacak ve seküler bir din hayâta hâkim olacaktır. Sekülerizmin prensleri için bu dînin “tâviz verebilen” dindarı olmak çok önemsenir. Peki neden tâviz istiyorlar?. Çünkü, sekülerizm hayâtiyetini, dinden verilen tâvizler sâyesinde sürdürür. Zîrâ verilen her tâviz onların ekmeğine yağ sürmek anlamına geliyor. Meselâ baş-örtüsünden verilecek tâviz, bir-süre sonra kuaför-kozmetik-tekstil-ayakkabı vs. her şeyin değişmesini ve ihtiyâcını da yanında getiriyor. Dominonun ilk taşını devirdiğinizde gerisi peşi-sıra geliyor.
Sekülerizm ve liberâlizmle ve onun pratik şekli olan demokrasiyle müslümanların önünün açıldığında bahsediyorlar. Sekülerizme ayak uydurmakla müslümanların önünün açıldığı falan yoktur.
Sekülerizm dînin zıddıdır. Yakında sıklıkla kullanılmaya başlayacağını zannettiğimiz “seküler İslâm” söylemi, şeytanın bir uydurmasıdır ve böyle bir sentez olamaz. Bu yüzden sekülerizme ayak uydurarak müslümanlık yaşanamaz. Zîrâ şeytanın telkinleriyle İslâm yaşanamaz.
En doğrusunu sâdece Allah bilir.
islamianaliz
Türkiye’nin Menzili Belli Olmayan Yeni Rotası
15 Temmuz darbe girişimiyle ülkemiz yeni bir rotaya girmiştir. Aslında menzilin neresi olduğu bilinmeden çıkılan bir yoldur bu çizilen rota…
ABD’nin Suriye konusunda müttefiki Türkiye yerine YPG ve türevi örgütleri desteklemesi, Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmeme kararlılığı, DAİŞ’in Suriye’de başarısız olması ve coğrafyamızı eylem alanına dahil etmesi ve en önemlisi Batı’nın Erdoğan’ın başkanlık hevesine karşı çıkması yeni Türkiye’nin menzili belli olmayan bir yola girmesine sebep olan gelişmeler olarak karşımızda duruyor.
Yaşanılan bu gelişmeler ile ABD’ye rest çeker gibi davranıp uçak düşürme konusunda yaka yakaya geldiğimiz Rusya’dan özür diledik. Daha sonrasında ise bizi de Şangay İşbirliği Örgütüne alın diye ezilip büküldük.
Son günlerde ise başından beri savunduğumuz İran ve Rusya olmadan bölgesel huzur sağlanamaz görüşüne geldik.
Suriye konusunda ABD ile yaşadığımız sorunlar Rusya’nın kaçırmayacağı bir fırsat haline geldi. Rus büyükelçisi de bu yakınlaşmanın kurbanı olarak ilişkileri perçinlemek için basamak oldu. Tabiri caiz ise Rusya Türkiye’yi yanına almak için büyükelçisini feda etti.
Suikast sonrasında idarecilerimizin açıklamalarında telaş gözlenirken Rusya “çıkar” ilişkilerini gözeterek omzumuzu sıvazlayıp büyük devlet olma özelliğini gösterdi. Fakat Rusya bu suikasta nasıl bir cevap verecek muamma…
Gelinen noktada Türkiye, İran ve Rusya, Suriye konusunda yıllardır dillendirdiğimiz “Suriye’de barış” deklarasyonunu imzalayarak doğruyu bulma yoluna girdi. Bu imzadan sonra Halep için suyu bulandıran Batı kuklası medya biranda Rusya sempatizanı olup çıktı.
Peki, şimdi ne olacak?
ABD, Türkiye’nin yeni rotasında başarısız olması için büyük ihtimalle istikrarsızlaştırma politikasını devreye sokacaktır. Bu plan için en uygun malzeme kripto FETÖ’cülerin devreye sokulması olacaktır.
FETÖ ile mücadele konusunda tarafgirlik duygusuyla hareket eden idareciler ülkeyi nasıl bir tehlikeye attıklarının farkına varacaklar mı acaba?
Suriye sınırını yolgeçen hanına çeviren siyasetçiler ülkemizi yurt edinen radikal İslamcı teröristler tarafından kandırıldık diyecekler mi?
Yazının başında değindiğimiz gibi menzili belli olmayan yeni rotasında yeni Türkiye’yi hangi sürprizler bekliyor bekleyip göreceğiz.
Bilinen tek gerçek şudur ki, “Güçlü Türkiye” hedefinde geldiğimiz nokta korkunun ve istikrarsızlığın hakim olduğu bir ülke…
Serdar Gündoğdu
Mezhepçiliği Kim, Niçin Yükseltiyor?
Amerika’nın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla bölgeye şekil vermesine “Bu bir emperyalist projedir. Bu bir Siyonist harekettir” demeyenler,
Allah’ın adıyla
Dünyada ki hiçbir devlet ya da hükümet başkanının ismini zikrederken bırakın mezhebini dinini bile vurgulama ihtiyacı hissetmeyenler, söz sırası Irak’a gelince “Irak’ın Şii Başbakanı İbadi” diyerek lafa başlıyor ve İbadi’yi mezhepçilikle suçluyorlar.
Türkiye’nin hatta dünyanın başına musallat olmuş PKK, FETÖ, El-Kaide, Taliban, IŞİD, Nusra, Boko Haram, Şebab gibi terör örgütlerini tanımlarken hiçbir zaman bu örgütlerin “Sünni” olduğunu vurgulama ihtiyacı hissetmeyenler, Lübnan Hükümeti’nin meşru koalisyon ortağını tanımlarken “Şii Hizbullah Hareketi” diyerek girizgah yapıp Hizbullah’ı mezhepçilikle suçluyorlar.
IŞİD ve diğer tekfirci örgütler her türlü kutsalı çiğneyip her ilkeyi ayaklar altına alarak Irak’ta yüz binlerce insanı katledilip milyonlarcasını mülteci durumuna düşürdüğünde, ne mazlumların ne de zalimlerin “din ve mezhepleri” ile ilgilenmeyenler, IŞİD’in Musul’dan doğal olarak Irak’tan temizlenmesi aşamasında birden “mezhep” damarları harekete geçirdiler. Bu güruh olmamış ve olmayacak “mezhep” çatışması üzerinden tehditler yağdırıyor.
IŞİD, Bağdat kapılarına dayanıp Sünni, Şii, Ezidi ve Hıristiyan tüm halkların hayatına ve kutsallarına kastettiğinde bırakın kıllarını kıpırdatmayı “IŞİD, bir terör örgütü değildir, IŞİD, öfkeli Sünni gençlerin oluşturduğu bir patlamadır” mealinde açıklama yapanlar, Irak’ın tamamen terörün kucağına terk edildiği bir anda sorumluluk alarak vatanlarını savunan Irak Kuvay-i Milliye’si olarak tanımlanabilecek Haşd-i Şabi’nin “tekfirci terörü” bitirme aşamasına gelmiş olması dolayısıyla bir anda Haşd-i Şabi’nin “Şii”liğini hatırladılar. Irak’ın öz be öz kendi insanından müteşekkil bu yapının nereye girip giremeyeceğini belirlemeye kalktılar
Amerika’nın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla bölgeye şekil vermesine “Bu bir emperyalist projedir. Bu bir Siyonist harekettir” demeyenler, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla Büyük İsrail’i inşa etme projesine karşı koyanları “Şii yayılmacılığı” ile suçlama da hiçbir beis görmüyorlar.
Musul’u IŞİD’e teslim eden (Sünni) Vali Esil Nuceyfi’ye Türkiye’de lüks otellerde gününü gün etmesi için ortam hazırlayanlar, Irak ordusunu Musul’u Sünni olduğu gerekçesiyle savunmamakla suçluyorlar.
Her ağızlarını açtıklarında her kalem oynattıklarında Suriye’de azınlık Nusayri Esad Hükümeti’nin çoğunluğu Sünni olan Suriye halkını yönetemeyeceği ve devrilmesi gerektiğini savunanlar, söz sırası halkın Şii, yönetimin tamamının Sünni olduğu Bahreyn’e gelince dut yemiş bülbüle dönüyorlar.
“Ey İbadi!” diye başlayan cümlelerle “Irak’ta siyaset ve bürokratik makamları nüfus/mezhep dağılımlarına göre yapmalısın” diye üst perdeden racon kesenler, aynı mantık ve mantaliteyi Türkiye’de işletelim dediğinizde “efendim seçimi kazanan yönetir, onun dediği olur” ayağına yatıyorlar.
Bu zamana kadar siyasi, sosyal, dini ve kültürel asimilasyonun ana öğeleri olan hiçbir Amerikan (daha genel ifade ile Batı) filmi için kıllarını kıpırdatmamış yapılar, cemaatler, şeyhler, şıhlar, Hz. Peygamber (s.a.a)’in çocukluğunu konu alan “ Allah’ın elçisi Muhammed Resulullah” filminin seyredilmemesi için topyekûn harekete geçtiler. Tek karşı koyuş argümanları ise: “Bu film “Şii”ler tarafından yapıldı!” savunusu…
Akıl ve mantık çerçevesinde izahı mümkün olmayan bu paradoksal örnekleri sayfalar dolusu uzatmak mümkün. Ancak akıl ve basiret sahipleri için konunun anlaşılması için bu kadarı yeterlidir.
Peki, bu örnekleri niçin sıraladık? Hep beraber müşahede ediyoruz ki, bir el Türkiye’de “mezhepçilik”i tırmandırmakta. Bu akli ve ruhsal rahatsızlık maalesef öyle bir noktaya vardı ki, toplumun etkin ve yetkin tüm şahsiyetleri “şizofrenik bir vaka” olarak her olayı “mezhep” temelli izah etmeye başladılar. İşte bu noktada şu soruya cevap aramak gerekiyor: “Mezhepçiliği kim, niçin yükseltiyor?”
1- Cehalet, taassup ve basiretsizlik: Bir tespit olarak şunu söyleyelim ki, “mezhepçilik”in esas kaynağı “cehalet ve taassup”tur. Türkiye’de özellikle dini cemaatlerde yaygın bir hastalıktır. Zira Türkiye’de cemaatler “bilgi ve akla” değil “itaat ve biat”e davet ederler. Ve yine cemaatler açısından esas olan “değerler ve ilkeler” değil “ritüeller”dir. Kendi “ritüel”ini “din” zanneden kitleler, farklı “ritüel” sahibi mezheplerin “değer ve ilkeler”ine hiç değer vermeksizin onları “öteki” olarak görmekte ve mücadeleye yönelmekte.
2- Gerçek düşmanı tanıyamama: Türkiye İslamcılığı dünyayı bir bütün olarak görememekte. Dünyayı bir bütün olarak görememe basiretsizliği de “hak-batıl” savaşı ve taraflarını doğru tanımlayamama hatasını beraberinde getirmede. Bugün sadece İslam ve Müslümanların değil tüm dünya mazlum ve mustazaflarının esas düşmanı ve yeryüzündeki zulmün esas kaynağı “Emperyalizm ve Siyonizm”dir. Ve bu iki akımın müşahhas karşılığı da “Büyük Şeytan Amerika ve Gasıp Siyonist İsrail Rejimi”dir. Tam bağımsız bir ülke ve “adalet-hürriyet-eşitlik” temelli bir yönetim inşa etmenin yegane yolu emperyalizm, siyonizm ve onların uzantıları ile mücadele etmekten geçmektedir. Bu mücadeleye fikirsel, ideolojik ve pratik olarak yeti ve cesareti olmayanlar, farkında olmadan “emperyalizm ve siyonizm”in kuklasına en iyi ihtimalle yandaşına dönüşmekte ve enerjisini onun işaret ettiği bir yönde tüketmekte.
3- İlke ve değer üretememe: Bölgesel lider küresel oyun kurucu olma arzusu her daim telaffuz edilmekte. Ancak böyle bir rol üstlenebilmek için bölgesel ve küresel değerler ve ilkeler üretmeniz gerekmekte. Halkları ve yönetimleri yanınıza çekmenin yegane yolu budur. Hoşumuza gider ya da gitmez Batı, “demokrasi” ilke ve değerleri ile dünyaya şekil vermekte. Siz en fazlasından onu taklit edebilir bir pozisyondasınız. Taklit işe yaramayıp yeni değer ve ilke de üretemeyince etrafta her biri bizden farklı etnik kökene sahip topluluk ve ülkelere mesaj vermek için geriye tek bir yol kalıyor:”Mezhepçilik!”
4- Başarısızlık ve basiretsizlikleri örtme aracı: Yukarıda işaret ettiğimiz maddelerin neticesi olarak gerek içsel ve gerekse bölgesel bir başarısızlık ve batağa saplanmışlık hali artık kimse için sır değil. Böyle bir durumda birinci olarak; “hakim kitleyi bir ve diri tutmanın en kolay yolu olarak mezhebi hassasiyetleri kaşımak ve bölgesel meselelerde alınan başarısızlığı “öteki”lerin üzerine yıkma girişimi en kolay ve basit yöntem olarak görülmekte.” İkincisi: “15 Temmuz sonrası göreceli de olsa “Batı” ile iplerin gerilmesi Türkiye için başta “ekonomik” olmak üzere pek çok riskli alan yarattı. Böyle bir durumda “Arap ülkeleri”nin destekleri ni sürekli arkada hissetme ihtiyacı var ki, onlara mesaj vermenin en etkin yolu olarak onların en hassas olduğu alan seçiliyor.!”
“Mezhepçilik”i yükseltmek, tüm evlerin ahşap ve bitişik olduğu bir mahallenin ortasına ateş yakmak gibi bir şeydir. Göreceli ve geçici kazanımlar için tüm mahalleyi ateşe verecek akılsızlık ve basiretsizlikten başta etki ve yetki sahipleri olmak üzere herkes kaçınmalı, akli ve vicdani sorumluluğunu kuşanmalıdır. Emperyalizm ve siyonizmin yüz yıldır hayalini kurduğu “Büyük İsrail Projesi”ne hizmet edecek her türden fikir ve amelden Allah’a sığınmalı ve uzak durmalıyız.
Muntazar Musavi
Secde Edenlerin Efendisi İmam Zeynülabidin
On İki İmam'ın dördüncüsüdür. İmamet süresi 34 yıldır. Kerbela vakıasında bulunduğu gibi Harre vakıası, Tevvabin Hareketi ve Muhtar’ın kıyamına şahit olmuştur. Sahife-i Seccadiye ve Risele-i Hukuk onun eserlerindendir. Velid b. Abdülmelik’in emri ile zehirletilerek şehit edilmiştir. Kabr-i şerifleri değerli amcası İmam Hasan Mücteba’nın (a.s) yanında Cennetü’l Baki’dedir.
İmam Seccad ve İmam Zeynelabidin (Arapça: علي بن حسين; Ali bin Hüseyin Zeynelabidin) diye meşhur olan Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talip, On İki İmam'ın dördüncüsüdür. İmamet süresi 34 yıldır. Kerbela vakıasında bulunduğu gibi Harre vakıası, Tevvabin Hareketi ve Muhtar’ın kıyamına şahit olmuştur. Sahife-i Seccadiye ve Risele-i Hukuk onun eserlerindendir. Velid b. Abdülmelik’in emri ile zehirletilerek şehit edilmiştir. Kabr-i şerifleri değerli amcası İmam Hasan Mücteba’nın (a.s) yanında Cennetü’l Baki’dedir.
Zühri şöyle demektedir: Ondan daha üstün bir Haşimi ve ondan daha Fakih birisini görmedim. Şafii şöyle demektedir: O, Medine’nin en fakih insanıydı. Cahiz ise şöyle demektedir: Onun fazilet ve erdemlerinden şüpheye düşen birini görmedim yahut ondan daha önemli birisinden söz ettiklerini duymadım.
Nesep, Lakap ve Künyeleri
İmam Seccad ve İmam Zeynelabidin diye meşhur olan Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talip, İmam Hüseyin’in (a.s) oğlu ve on iki imamın dördüncüsüdür.
İmam Seccad’ın (a.s) annesinin adı hakkında ihtilaflar bulunmaktadır. Annesinin adı hakkında: Şehri Banu, Şehri Baneviye, Şahzenan, Cihan şah, Fatıma, Meryem, Gazele, Selafe, Herrar gibi çeşitli adlar zikredilmiştir. Şeyh Müfid Hazretin annesinin adını Şahzenan ve babasının Kisra oğlu Şehriyar oğlu Yezdgird olduğunu yazmıştır. Şeyh Saduk, Hazretin annesinin babasını İran şahı Şehriyar oğlu Yezdgird olduğunu ve İmam Seccad (a.s) doğumundan hemen sonra vefat ettiğini kaydetmiştir. İmam Seccad’ın (a.s) Sasani şehzadelerine mensup bir kadın tarafından dünyaya gelişi, son zamanlarda, daha çok eleştirilmektedir. Nedenine gelince, Şia düşmanları bu duruma dayanarak, Şia’nın İran’da yayılışını, İmamlarla Sasaniler arasındaki aile bağlarının, İmam Seccad’ın (a.s) annesi iddia edilen Üçüncü Yezdgard’ın kızı aracılığı ile sağlandığı gerekçesine bağlamaya çalışmalarındandır. Seyyid Cafer Şehidi, “Ali b. Hüseyin” adlı kitabında, bu alanda bulunan rivayetlerin önemli bir bölümünü zikretmiş ve eleştiriye tabi tutmuştur. Buna ek olarak, İmam Seccad’ın (a.s) annesinin ümmü velet olduğunu ortaya koyan rivayetlerde sınırlıdır. Bu rivayetler fetihle ilgili diğer rivayetlerle uyumsuzluğuna rağmen, bu haberin aslının önemli bir şöhretinin olduğu kesindir. Vekatü’s-Sıffeyn, Tarih-i Yakubi ve Besairü’d-Derecat gibi üçüncü asırda yazılan Şia’nın en eski kitaplarında bile nakledilmiştir.
İmam Seccad (a.s), kendi döneminde “Ali el-Hayr”, “Ali Asgar” ve “Ali el-Abid” isimleri ile meşhurdu.[1]
Lakapları ve Künyeleri
Künyeleri: Ebü’l Hasan, Ebü’l Hüseyin, Ebu Muhammed ve Ebu Abdullah’tır.[2]
Lakapları: Zeynelabidin, Seyyidü's-sacidin, Seccad, Haşimi, Alevi, Medeni, Kureyşi, Ali Ekber’dir.[3] “Zü’s-Sefinat” ona verilen bir başka lakaptır. Oldukça fazla ibadet etmesinden ve namaz kılmasından dolayı "Seccad" yani çok secde eden lakabını almıştı.[4]
Doğumu ve Vefatı
Meşhur görüşe göre, İmam Seccad (a.s) hicretin 38. yılında dünyaya geldi. Bu görüşe göre, İmam Seccad (a.s), İmam Ali’nin (a.s) hayatından bir bölümünü ve ayrıca İmam Hasan (a.s) ve İmam Hüseyin’in (a.s) imametini yakından müşahede etmiş ve Muaviye’nin Şiaları Irak ve başka yerlerde baskı altına almaya çalıştığını gözlemlemiştir. Ancak bazı rivayetlerde İmam’ın (a.s) yaşının bilinen ünlü görüşün aksine, daha küçük olduğu ve imamın doğumunun yaklaşık hicretin 48. yılında olduğu söylenmiştir.[5] Gerçi bu rivayetler çeşitli kaynaklarda belirtilmiştir, ancak bunların kabul edilmesine mani olan bazı kanıtlar mevcuttur. Örneğin ünlü tarihçiler ve siyer yazarları imamın doğum tarihinin hicretin 38.yılı olduğunu zikretmişlerdir ve buna göre de Kerbela vakıasında İmamın yaşı 23 civarındaydı.
Ehlisünnetin tarihçilerinden Muhammed b. Ömer Vakıdi, İmam Cafer Sadık’ın (a.s) söylediği şu sözü: “Ali b. Hüseyin (a.s) 58 yaşında vefat etti” naklettikten sonra şöyle yazmaktadır: Bu söz İmam Seccad’ın (a.s) Kerbela’da iken 23 veya 24 yaşlarında olduğuna delalet etmektedir.[6]
Zühri ise şöyle demiştir: Ali b. Hüseyin 23 yaşında iken Kerbela’da babasının yanında idi.[7]
İmam Seccad (a.s) 94 (veya 95) yılında Velid b. Abdülmelik’in emri ile zehirletilerek şehit edilmiştir.[8] Medine’de bulunan Cennetü’l Baki mezarlığında amcası İmam Hasan Mücteba’nın (a.s) yanında defnedilmiştir.[9]
Eşleri ve Çocukları
Tarihî kaynaklarda İmam Seccad’ın (a.s) çocuklarının sayısı 15 olarak verilmiştir. Bunlardan 11’i erkek 4’ü ise kızdır.[10] Tıpkı Şeyh Müfid’in[11]yazdığına göre İmam Seccad’ın (a.s) eş ve çocuklarının isimleri şöyledir:
İmam Muhammed Bakır (a.s), annesi İmam Hasan’ın kızı Ümmü Abdullah’tır.
Abdullah
Hasan
Hüseyin Ekber, bu üçünün annesi bir cariye idi.
Zeyd
Ömer, bu ikisi bir cariyeden dünyaya gelmiştir.
Hüseyin Asgar
Abdurrahman
Süleyman, bu üçü bir cariyeden dünyaya gelmiştir.
Ali, İmam Seccad’ın en küçük oğludur.
Hatice, bu ikisi bir cariyeden dünyaya gelmiştir.
Muhammed Asgar, annesi cariye idi.
Fatıma
Aliye
Ümmü Gülsüm, bu üçü bir cariyeden dünyaya gelmiştir.
İmamet
İmam Hüseyin’in hicretin 61. yılında Kerbela’da Aşura günü şehit olmasının ardından, İmam Seccad (a.s) imamet makamına erişti ve hicretin 94 veya 95. yılında şehit olana kadar imameti devam etti.
İmametinin Delilleri
Şia muhaddislerin rivayet kitaplarında naklettikleri naslar esasına göre, İmam Seccad (a.s) babası İmam Hüseyin’in (a.s) vasisidir.[12]
Hz. Peygamber Efendimizden (s.a.a) Şia imamlarının isimleri hakkında rivayet edilen hadisler de bunu teyit etmektedir.[13]
Yine Şia naslarına göre, Resulullah’a (s.a.a) ait kılıç, zırh gibi eşyaların imamın yanında olması gerekmektedir. Bunların İmam Seccad’ın yanında olduğu, Ehlisünnet kaynaklarında bile açıkça zikredilmiştir.[14]
Bunların dışında, İmam Seccad’ın (a.s) Şia toplumunda imameti boyunca kabul görmesi de bu yöneticiliğin asil kanıtlarındandır.
İmam Seccad (a.s):
“Her kim susuz bir mümine su verirse Allah ona cennetteki mühürlenmiş şaraptan içirir.”
—Bihar, 94/128/19
Muasır Yöneticiler
Yezit b. Muaviye (h. 61-64)
Abdullah b. Zübeyr (h. 61-73, bağımsız olarak Mekke’nin yöneticiliğini yapmıştır)
Muaviye b. Yezit (64 yılında birkaç ay)
Mervan b. Hakem (65 yılında dokuz ay)
Abdülmelik b. Mervan (65-86)
Velid b. Abdülmelik (86-96)[15]
Kerbela Vakıası ve Esaret
İmam Seccad (a.s), Kerbela vakıasında, İmam Hüseyin (a.s) ve ashabı şehadete erdiklerinde ağır bir şekilde hastaydı. Öyle ki onu da şehit etmek istediklerinde içlerinden bazıları: Ona bu hastalık yeter, onu bu halde bırakalım,(yani hastalığı sonucu zaten ölecektir) demişlerdir.[16]
Kufe
Kerbela vakıasından sonra, İmam Hüseyin’in (a.s) Ehlibeytini esir alarak Kufe ve oradan da Şam’a götürmüşlerdir. Esirler Kerbela’dan Kufe’ye doğru gönderildiğinde İmam Seccad’ın (a.s) boynuna zincir ve pranga vurmuşlardı. Hasta olduğu için devenin üzerinde duramadığından her iki ayağından devenin karnına bağlamışlardı.[17] Bazı yazarlar İmam Seccad’ın (a.s) Kufe’de bir konuşma yaptığını yazmışlardır, ancak Kufe’nin o günkü durumu, hükümet adamlarının acımasızlığı ve baskıları, halkın onlardan korkusu ve içlerindeki namertleri de göz önünde bulundurursak, böyle bir haberin doğruluğunu kabul etmemiz biraz zordur. Buna ek olarak Kufe’de okuduğu iddia edilen hutbedeki bazı sözler Dımaşk camisinde söylediği sözlerle tıpa tıp aynıdır. Muhtemelen zamanın geçmesiyle hadiseyi nakledenler, olayı birbirine karıştırmışlardır.[18]
Her takdirde, İbn Ziyad, İmam Seccad (a.s) ve öteki Kerbela Esirleri’ni hapse atmış ve Şam’a bir mektup yazarak Yezid’e ne yapması gerektiğini sormuştur. Yezit cevabında, esirlerin ve Kerbela şehitlerinin kesik başlarının Şam’a gönderilmesini istemiştir. İbn Ziyad, İmam Seccad’ın (a.s) boynuna pranga vurarak Muhaffer b. Sa’lebe eşliğinde esirlerle birlikte Şam’a göndermiştir.[19]
Şam
İmam Seccad (a.s) Şam mescidinde bir konuşma yaparak kendisinin, babasının ve dedesinin kim olduğunu halka tanıtmış, Yezit ve adamlarının sözlerinin doğru olmadığını anlatmıştır. Babası İmam Hüseyin'in (a.s) oların iddia ettikleri gibi ecnebi olmadığını, Müslümanları birbirine düşürmek istemediğini ve İslam beldelerinde fitne çıkarmak istemediğini açıklamıştır. Babasının (İmam Hüseyin) hak için ve Müslümanların daveti ile dine sokulan bidatlerin temizlenmesi ve dini, tıpkı dedesi (Hz. Muhammed’in) dönemindeki gibi saf ve temiz haline geri döndürmek için kıyam ettiğini bildirmiştir.[20]
Medine’ye Dönüşü
İmam Seccad (a.s) Kerbela olayından sonra 34 yıl yaşamış ve bu süre zarfında her zaman Kerbela şehitlerinin hatıralarını canlı tutmak ve yaşatmak için çalışmıştır.
Her ne zaman su içerse babasını anar ve İmam Hüseyin’in (a.s) başına gelen musibetlerden dolayı ağlar ve gözyaşı dökerdi. İmam Cafer Sadık’tan (a.s) nakledilen bir rivayette; İmam Zeynelabidin (a.s) babasına gözyaşı dökerdi. Gündüzleri oruç tutar, geceleri namaz kılardı. İftar saatinde hizmetçi su ve ekmek getirdiğinde: “Resulullah’ın oğlu (s.a.a) aç iken öldürüldü! Resulullah’ın oğlu (s.a.a), susuzken öldürüldü! Der ve her daim bu sözü tekrarlar ve ağlardı. Öyle ki gözyaşları su ve yemeğine karışırdı. Ömrünün sonuna kadar bu hal üzerineydi.”[21]
İmam Seccad’ın Dönemindeki Önemli Kıyamlar
İmam Zeynelabidin’in (a.s) döneminde ve Kerbela hadisesinden sonra çeşitli akımlar ortaya çıkmıştır. Bunlardan önemlileri şunlardan ibarettir:
Harre Olayı
Kerbela olayından bir süre sonra, Medine halkı Emevilere karşı ayaklanmayla birlikte, Harre ayaklanmasını başlattılar. (hicri 63) Medine halkı, Abdullah b. Hanzala’ya ( Babası melekler tarafından guslü verilen diye meşhurdur) biat ederek, başta Mervan b. Hakem olmak üzere sayıları 1000 kadar olan Ümeyye oğullarını kuşatma altına aldılar. Daha sonra şehirden dışarı kovdular.[22] İmam Seccad (a.s) işin hangi boyutlara varacağını bildiğinden ayaklanmanın başından itibaren kendisini geride tutmuş ve halkla birlikte hareket etmemiştir.[23]
Harre olaylarının yoğunlaştığı günler Mervan (Ehlibeytin azılı düşmanı), Abdullah b. Ömer’in yanına giderek ondan ailesinin yanında kalmasını ister, ancak o bunu kabul etmez. Mervan, ondan ümidini kestikten sonra İmam Seccad’ın (a.s) yanına gider. İmam Seccad (a.s) kendisine yakışan has bir büyüklükle isteğini kabul eder. Mervan’ın yakınlarını eşi ve çocukları ile birlikte Yenbi’ye (Medine yakınlarındaki bir su kaynağı) gönderir.[24]
İmam Zeynelabidin (a.s) bu hadisede, 400 ailenin kefaletini Müslim b. Ukbe (Yezid’in Harre vakıasında gönderdiği ordu komutanı) Medine’ye ulaşana kadar üstlenmiş ve masraflarını karşılamıştır.[25]
Tevvabbin Hareketi
Tevvabin hareketi, Kerbela vakıasından sonra gerçekleşen bir diğer kıyamdır. Liderliğini Süleyman b. Surad Huzai’nin yaptığı kıyama, Kufe’nin tanınan diğer önemli kişileri de destek vermiştir. Tevvabin, genel olarak zafer kazanmaları halinde, toplumun liderliğini Ehlibeyte verme düşüncesindeydi. Doğal olarak Hz. Fatıma’nın (s.a) soyundan gelen Hz. Ali b. Hüseyin (a.s) dışında da bu iş için kimse bulunmamaktaydı. Ancak İmam Seccad (a.s) ile Tevvabin arasında özel bir siyası ilişki bulunmamaktaydı.[26]
Muhtar’ın Kıyamı
Muhtar’ın kıyamı da Kerbela olayından sonra gerçekleşen üçüncü en önemli kıyamdır. Bu kıyam ile İmam Seccad (a.s) arasında ilişkilerin olması konusunda da belirsizlikler bulunmaktadır. Bu ilişkinin siyasi yönden değil, aynı zamanda inanç (Muhammed b. Hanefiyye’ye tabidirler) yönünden de bazı sorunları bulunmaktadır. Denildiğine göre Muhtar, Kufe’de Şiaları kendi yanına çekmeyi başardıktan sonra, İmam Seccad’dan (a.s) yardım istemiş, ancak İmam bu işe sıcak bakmamıştır.[27]
Fazilet ve Menkıbeler
İbadet
Malik b. Enes şöyle diyor: Ali b. Hüseyin, ölene kadar gece gündüz bin rekât namaz kılmaktaydı. Bundan dolayı ona “Zeynelabidin” diyorlar.[28]
İbn Abd Rabbe, şöyle diyor: Ali b. Hüseyin namaz kılmaya hazırlandığında, vücudunu farklı bir titreme kaplardı. Ona bu konu sorulduğunda şöyle derdi: Benim kimin karşısında duracağımı ve kimin huzurunda münacatta bulunacağımı biliyor musunuz?[29]
Malik b. Enes şöyle diyor: Ali b. Hüseyin (a.s) ihram bağlayıp “lebbeyk Allahumme lebbeyk” demeye başladığında bayılır ve merkebinden yere düşerdi.[30]
Yoksullara Yardım
Ebu Hamza Somali şöyle diyor: Ali b. Hüseyin (a.s) geceleri bir miktar yiyeceği omzuna yükler, gece karanlığında gizlice yoksullara ulaştırır ve şöyle buyururdu: “Gecenin karanlığında verilen sadakalar Allah’ın öfkesini yatıştırır.”[31]
Muhammed b. İshak şöyle diyor: Medine halkı yaşar, ancak geçimlerinin nereden temin edildiğini bilmezlerdi. Ali b. Hüseyin’in (a.s) vefat etmesiyle gece kendilerine ulaşan gıda maddeleri kesildi.[32]
Gece vakitlerinde ekmek çuvalını omzuna alır ve yoksulların evine giderek şöyle derdi: “Sadakayı gizlice vermek Allah’ın öfke ateşini söndürür.” Ekmek çuvallarını o kadar taşımıştı ki bu ekmek çuvalları sırtında iz yapmış ve bu izler vefatından sonra kendisine gusül verildiğinde görülmüştür.[33] İbn Sa’d şöyle yazmaktadır: İhtiyaç sahibi onun yanına geldiğinde ayağa kalkar, ihtiyacını giderir ve şöyle derdi: “Sadaka, verilen kişinin eline ulaşmadan önce Allah’ın eline ulaşır”.[34]
Bir yıl Hacca gitmeye niyetlendi. Kız kardeşi Sakine, kendisi için bin dirhemlik bir yolluk hazırladı. Harre’ye vardığında, İmam (a.s) o yolluğun tamamını fakirler arasında paylaştırdı.[35]
İmam Seccad’ın (a.s) amcasının yoksul bir oğlu vardı. Bu yakın akrabasının kendisini tanımaması için gece karanlığında kendisini gizleyerek ona birkaç dinar yardımda bulunduğunda amcasının oğlu şöyle der: Ali b. Hüseyin akrabalık ilişkilerine riayet etmiyor! Allah onun müstahakkını versin. İmam Seccad (a.s) konuşmayı duymuş, ancak sabır ve hoşgörü göstererek kendisini tanıtmamıştı. İmam şehit olduğunda, o kişiye yapılan yardımlar da kendiliğinden kesildi. Bunun üzerine o kişi, kendisine yardımda bulunan iyiliksever zatın İmam Seccad (a.s) olduğunu anlamıştı ve kabrinin başına giderek orada ağlardı.[36]
Ebu Naim şöyle yazmaktadır: İmam iki kere malını yoksullar arasında paylaştırarak şöyle demiştir: Allah, günahkâr ve tövbe eden mümin kulunu sever.[37] Ayrıca şöyle yazmaktadır: İnsanlar onun cimri olduğunu düşünürdü, ancak Hakk ile buluşmaya gittiğinde onun yüz ailenin geçimini sağladığını anladılar.[38] Dilenci yanına geldiğinde erzakımızı ahirete götüren kişiye selam olsun derdi.[39]
Kölelere Davranışı
İmam Zeynelabidin’in (a.s) hem siyasi hem de dini hedeflerle köleler konusundaki çalışmaları çok önemliydi. Köleler ikinci halifeden (Ömer b. Hattab) itibaren özellikle Emeviler döneminde, en ağır toplumsal baskılara uğramış ve İslami toplumun ilk asırlarındaki en mahrum sosyal tabakasını oluşturmaktaydı.
İmam Zeynelabidin (a.s) Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) gibi İslami bir davranışla Iraklı kölelerin bir kısmını cezbetmiştir. Bu şekilde bu sosyal tabakanın haysiyetini yukarı çıkarmaya çalışmaktaydı.
Seyyidü’l Ehl şöyle yazmaktadır: İmam Seccad (a.s) köleye ihtiyaç duymamasına rağmen, onları satın alırdı. Bunu sırf onları azat etmek için yapardı. İmamın böyle bir amacının olduğunu gören köleler, kendilerini imama yakınlaştırır ve imamın kendilerini almalarını sağlamaya çalışırlardı. İmam Zeynelabidin (a.s) her yer ve zamanda onları azat ederdi. Öyle ki Medine’de kadın ve erkeklerden oluşan oldukça büyük bir köle kitlesi, İmamın azatlısı olarak bir köle ordusu gibi göze çarpardı.[40]
Eserleri
Sahife-i Seccadiye, İmam Zeynelabidin’in (a.s) dua ve münacatlarını barındıran bir dua mecmuasıdır ve o günün – özellikle Medine’nin- toplumsal yapısını yansıtan bir ayna gibidir. O günkü insanların çirkin davranış ve sözlerinden uzak olduğunu, gördüğü ve duyduğu şeylerden Allah’a sığınarak, Kur’an ve dinin eğitimi ışığında, doğru yolu aydınlatmak ve gönülleri her türlü kirden temizlemek isteği vb. konular bu dualarda görülmektedir. Sanki İmam bu dualarda mümkün olduğunca dua dili ile insanları şeytandan kurtararak Allah’a ulaştırmaya çalışmaktadır.[41] Sahife-i Seccadiye Türkçe dâhil çeşitli dillere tercüme edilmiştir.
Hukuk Risalesi: imam Seccad’a (a.s) nispet verilen bir başka eserdir. Bu risalede 51 hakkı (bazı nüshalara göre 50 hakkı) saymıştır.[42] Bu risale farsça ve Türkçe dillerine de defalarca tercüme edilmiştir.
Bu risalede sayılan bazı haklar şunlardan ibarettir:
Allah hakkı
Nefsin hakkı
Dilin hakkı
Namazın hakkı
Sadakanın hakkı
Eğitmen ve öğretmenin hakkı
Halkın hakkı
Kadının hakkı
Annenin hakkı
Oğlun hakkı
Kardeşin hakkı
Kölenin hakkı
Arkadaşın hakkı
Komşunun hakkı
Borç isteğinin hakkı
Hasımların hakkı
Mutlu edicilerin hakları
Kötülerin hakları
Ehl-i zimmenin (gayri müslim) hakları
Ehlisünnet Büyüklerinin İmam Hakkındaki Sözleri
Muhammed b. Zühri: Ondan daha üstün bir Haşimi ve ondan daha fakih birisini görmedim.[43]
Şafii: Medine’nin en fakih insanı o idi.[44]
Cahiz: Onun fazilet ve erdemlerinden şüpheye düşen birini görmedim yahut ondan daha önemli birisinden söz ettiklerini duymadım.[45]
Kaynakça
Yukarı git↑ İbn Sa’d, et-Tabakatü’l Kübra, c. 5, s. 222; İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 15, s. 273.
Yukarı git↑ Zehebi, Seyru İ’lamü’n-Nubela, c. 4, s. 386; Kesrevi, Müessese Ricalü’l Kutubü’t-Tis’e, c. 3, s. 64; Ebu Hatem Razi, el-Cerh ve’t Ta’dil, c. 6, s. 178; Dulabi, el-Kunye ve’l Esma, c. 1, s. 147; Süyuti, Tabakatü’l Haffaz, s. 37, Zehebi, el-Mukteni fi Suredi’l Kunye, c. 1, s. 199; Mezzi, Tehzibü’l Kemal, c. 13, s. 236.
Yukarı git↑ Zehebi, Seyru İ’lamü’n-Nubela, c. 4, s. 386; Zehebi, el-İbber, c. 1, s. 83; Mezzi, Tehzibü’l Kemal, c. 13, s. 286; İbn Tağarri, en-Nucumü’z- Zahire, c. 1, s. 229; İbn Hallekan, Vafiyatü’l A’yan, c. 3, s. 266; İbn Hacer Askalani, Tehzibü’t-Tehzib, c. 7, s. 231; Kesrevi, Müessese Ricalü’l Kutubü’t-Tis’e, c. 3, s. 64.
Yukarı git↑ İbn Hallekan, Vafiyatü’l A’yan, c. 3, s. 274; Kalkaşendi, Subhü’l A’şi, c. 1, s. 516; Mes’udi, Mürucü’z- Zeheb, c. 3, s. 160; Sa’lebi, Simarü’l Kulub, s. 226, İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 10, s. 79.
Yukarı git↑ Gazi Numan, Şerhü’l Ahbar, c. 3, s. 266.
Yukarı git↑ İbn Sa’d, Tabakatü’l Kübra, c. 5, s. 222; İbn Manzur, Muhtasar Tarihi Dimeşk, c. 17, s. 256; Erbili, Keşfü’l Gumme, c. 2, s. 191.
Yukarı git↑ İbn Sa’d, Tabakatü’l Kübra, c. 17, s. 231.
Yukarı git↑ Şebvari, el-İthaf Bi-hubbi’l Eşraf, s. 143; Mes’udi, Rihleti İmam, 1995. Bkz. Mes’udi, Mürucü’z-Zehebi, c. 3, s. 160.
Yukarı git↑ El-Müfid, el-İrşad, el-Cüzü’s-Sani, s. 138.
Yukarı git↑ El-Müfid, el-İrşad, s. 380; İbn Şehri Aşub, Menakib, c. 4, s. 189; İbn Cevzi, Tezkiretü’l Havas, s. 332-333.
Yukarı git↑ El-Müfid, el-İrşad, Beyrut, Müessese Alulbayt (a.s) li-tahkikü’t- Turas, 1414/1993, s. 155.
Yukarı git↑ Kâfi, c. 1, s. 188-189.
Yukarı git↑ Müfid, el-İhtisas, s. 211; Müntahabü’l Eser, sekizinci bap, s. 97; Tabersi, İ’lamü’l Vera Bi-İ’lamü’l Hüda, c. 2, s. 181-182; Amuli, İsbatü’l Huda Bi-Nususi ve’l Mu’cizat, c. 2, s. 285.
Yukarı git↑ İbn Sa’d, et-Tabakatü’l Kübra, c. 1, s. 486- 488; Tabersi, İ’lamü’l Vera Bi-İ’lamü’l Huda, c. 2, s. 285.
Yukarı git↑ Şeyh Müfid, el-İrşad, Müessese el-A’lemi lil-Matbuat, s. 254; Meclisi, Biharü’l Envar, el-Mektebetü’l İslamiye, c. 46, s. 12.
Yukarı git↑ Müfid, el-İrşad, c. 2, s. 113; Tabersi, İ’lamü’l Vera Bi-İ’lamü’l Huda, c. 1, s. 469.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 51-52.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 56-57.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 58-59.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 75.
Yukarı git↑ Seyyid İbn Tavus, el-Luhuf, s. 290; Meclisi, Biharü’l Envar, c. 45, s. 149 ve Şeyh Abbas Kummi, Nefsü’l Mehmum, c. 1, s. 794.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 82-83.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 86.
Yukarı git↑ Taberi’nin yazdığına göre Mervan’ın İmam Seccad’la (a.s) eskiden kalma bir dostluğu vardı, ancak bu söz temelsizdir, çünkü Mervan hiçbir zaman Haşimilere iyi bir gözle bakmamıştır. Dolayısıyla İmamla onun arasında bir dostluk söz konusu değildir. Taberi, İmam Seccad’ın (a.s) sergilediği ve Haşimilerin en yüksek derecesine sahip olduğu yiğitliği, görmezlikten gelip onu bir arkadaşlık gereği yaptığını göstermeye çalışmaktadır! Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 83.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 86.
Yukarı git↑ Bkz. Caferi, Teşeyyü der mesiri Tarih, s. 286.
Yukarı git↑ Tusi, Ricalü’l Keşşi, s. 126; Tusi, Ahbari Marifetü’r- Rical, s. 126.
Yukarı git↑ Zehebi, el-İbber, c. 1, s. 83.
Yukarı git↑ İbn Abd Rabbe, Akdü’l Ferid, c. 3, s. 169; Zehebi, Seyru İ’lamü’n- Nubela, c. 4, s. 392.
Yukarı git↑ Zehebi, Seyru İ’lamü’n- Nubela, c. 4, s. 392.
Yukarı git↑ Zehebi, Seyru İ’lamü’n- Nubela, c. 4, s. 393.
Yukarı git↑ Zehebi, Seyru İ’lamü’n- Nubela, c. 4, s. 393.
Yukarı git↑ Hilyetü’l Evliya, c. 3, s. 136; Keşfü’l Gumme, c. 2, s. 77; Menakıp, c. 4, s. 154; Sifetü’s- Safve, c. 2, s. 154; Hisal, s. 616; İlelü’ş- Şerai, s. 231; Bihar, s. 90; Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 147-148’den naklen.
Yukarı git↑ Tabakat, c. 5, s. 160; Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 148’den naklen.
Yukarı git↑ Keşfü’l Gumme, c. 2, s. 78; Sifetü’s-Safve, c. 2, s. 54; Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 148’den naklen.
Yukarı git↑ Keşfu’l Gumme, c. 2, s 107; Hilyetü’l Evliya, c. 3, s. 140; Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 148’den naklen.
Yukarı git↑ Aynı kitap, s. 136, Taberi, 3. Bölüm, s. 248; Tabakat, c. 5, s. 164; Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 148’den naklen.
Yukarı git↑ Sifetü’s-Safve, c. 2, s. 54; Hilyetü’l Evliya, c. 3, s. 136; Tabakat, c. 5, s. 136; Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 148’den naklen.
Yukarı git↑ Keşfü’l Gumme, c. 2, s. 77; Menakıp, c. 4, s. 154; Hilyetü’l Evliya, c. 3, s. 136; Bihar, s. 137; Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 148’den naklen.
Yukarı git↑ Seyyidü’l Ehl,Zeynelabidin, s. 7 ve 47.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 105.
Yukarı git↑ Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 169-170.
Yukarı git↑ İbn Kesir, el-Bidayet ve’n Nihayet, c. 9, s. 174; Ez-Zehebi, Tezkiretü’l Huffaz, c. 1, s. 75; El-Emini, Tekmiletü’l Gadir, c. 2, s. 406.
Yukarı git↑ İbn Ebi’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 15, s. 274.
Yukarı git↑ İbn Anbe, Umdetü’t-Talib fi Ensabi Al-i Ebi Talib, s. 194; Şehidi, Zendegani Ali b. El-Hüseyin (a.s), s. 108’den naklen.
General Dehgan: Uluslararası güçler çıkarları için savaş peşinde
İran Savunma Bakanı General Dehgan, küresel güce sahip olanların kendi çıkarları için savaşın peşinde olduklarını ifade etti.İran Savunma Bakanı General Hüseyin Dehgan Tahran’da düzenlenen Mayın Bilinçlendirme Günü Konferansı’na katıldı.
Bu konferansta konuşan General Dehgan, küresel güce sahip olanların kendi çıkarlarına ulaşabilmek için dünyadaki tüm savaşları çıkardıklarını belirterek, “Lakin mazlum milletler savaşı istemedikleri halde hep mağdur duruma düşüyorlar” ifadesini kullandı.
ABD, Sovyetlerin çöküşü sonrası tek kutuplu bir düzenin oluşumu politikasını izlediğini belirten General Dehgan, “ABD’liler bu amaca kavuşabilmek için Irak ile Afganistan dahil dünyanın birçok noktasını istikrarasızlığa sürükledi. Ancak onlar planladıkları hedeflerini elde etmediğinden dolayı söz konusu ülkelerin altyapısını tahrip ettiler” açıklamasını yaptı.
İran Savunma Bakanı, ABD'nin güvenlik ve insan hakları gerekçeleriyle diğer ülkelere karşı askeri müdahalede bulunduğuna dikkati çekerek, “Geçenlerde onlar kimyasal silah kullanımı bahanesiyle Suriye’ye karşı saldırı gerçekleştirdi. Halbuki Suriye kimyasal silahlardan tamamen arındırılmıştı” ifadelerinde bulundu.
Söz konusu konferansa İranlı askeri yetkililer, farklı ülkelerin büyükelçileri ile mayın uzmanları da katıldı.