
کارگر
İftiralara cevaplar Şialar Namazlardan Sonra Neden Ellerini Üç Kere Kaldırarak Tekbir Getirmektedirler
Her ne kadar namaz kılanlardan bir çoğu namazını selam vererek bitirdiğinde başını sağa ve sola doğru döndürerek bitirmekte olsa da, aslında hadislerde ve fıkıh kitaplarında böyle bir tavsiyede bulunulmamıştır. Buna karşın hadisler ve hadislerle yoğrulan müçtehitlerin fetvasına göre namazda selam verdikten sonra elleri üç kere kulak hizasına kadar kaldırarak her kaldırdığında “Allah-u Ekber” demek müstaptır.[1]
Peki Şialar hangi hadislere dayanarak ellerini üç kere kaldırarak Allah-u Ekber demektedirler. Bizim duyduğumuza göre Şialar namazlarını bitirdikten sonra ellerini üç kere kaldırarak “Hane’l Emin” (Cebrail hıyanet etti) demektedirler.
Nedeni ise Cebrail’in nübüvvet görevini Hz. Ali’ye getirmeyerek Hz. Muhammed’e getirmesi! (neuzubillah) Cebrail’in böyle yaparak hıyanet etmiş olduğudur. Şialarda buna tepki olarak Cebrail’i her namaz sonrası hane’l Emin diyerek kınamaktadırlar!
Yukarıda geçenler yüzyıllardır Şia mezhebine atılan büyük iftiralardan biridir. Şia mezhebine mensup insanların bir çoğu bu yazdıklarımızdan habersizdir. Çünkü her gün namaz kıldıktan sonra ellerini kaldırarak üç kere Allah-u Ekber demektedirler. Onlar bu cümleyi (hane’l emin) hayatlarında hiç duymamış ve ne anlama geldiğini bile bilmemektedirler. Şia alimleri ise Şia aleyhine yazılan iftira içerikli kitapları okuduklarında buna şahit olmaktadırlar. Aslında bu soruya cevap bile vermek doğru değildir. Çünkü böyle iftiraları atanları ve buna inananları her hangi bir Şii camisine götürmek yeterli olacaktır. Hatta teknoloji çağında yaşadığımız asrımızda internet ortamından veya uydu kanallarından her hangi bir Şii namazını açıp izlemeleri yeterli olacaktır. Ama biz yinede bu konu hakkında bir hadis naklederek olayın felsefesini açıklayacağız.
İmam Cafer Sadık’ın öğrencilerinden biri diyor ki Hz. İmam Cafer Sadık’ın yanına gelerek ona şöyle sordum: “Hangi sebepten dolayı namaz kılanlar, selam verdikten sonra üç kere tekbir almakta ve her bir tekbirde ellerini yukarıya doğru kaldırmaktadırlar?”
Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Peygamber, Mekke’yi fethettiğinde öğlen namazını ashabıyla birlikte ‘Hacerül Esved’ın yanında cemaatle kıldı. Namazın selamını verdikten sonra üç kere tekbir alarak şu duayı okudu:
لا اِلهَ الاَّ اللهُ وَحدَهُ وَحدَهُ وَحدَهُ اَنجَزَ وَعدَهُ و نَصَرَ عَبدَهُ وَ اَعَزَّ جُندَهُ وَغلبَ الاَحزابَ وَحدَهُ فَلَهُ اَلمُلکُ و لَهُ الحَمدُ یُحیی و یُمیتُ و هُوَ عَلی کُلِ شَیءٍ قَدیرٌ
“La ilahe illallahu vehdehu vehdehu vehdehu enceze ve’dehu ve nesere ab’dehu ve eeze cundehu ve ğalebe’l ehzabe vehdehu felehu’l mulku velehu’l hamd, yuhyi ve yumiytu ve huve ale kulli şey’in kadir.”
“Allah’tan başka ilah yoktur. O tektir, O tektir, O tektir. Ahdine vefa etti; kuluna yardım etti. Ordusuna izzet -ve zafer- verdi. Tek başına muhalif güçleri bozguna uğrattı. Mülk ve tüm övgüler O’na mahsustur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye kadirdir.”
Sonra yüzünü ashabına çevirerek şöyle buyurdu: “Bu tekbiri ve bu duayı tüm farz namazların ardından okuyunuz ve terk etmeyiniz. Kim selam verdikten sonra böyle yaparsa farz bir şükrü yerine getirmiş olur.[2]
Her tekbirde tevhid-i efalinin üç merhalesine izan ve itiraf vardır. (Tevhid-i Efali: Allah’ın zatında tevhit, Allah’ın isimlerinde tevhit ve Allah’ın sıfatlarında tevhit) şöyle ki namaz kılan kişi tekbir diliyle itirafta bulunmaktadır. Ellerini yukarı kaldırıp kulaklarının hizasına getirerek kendini beğenmişlik ve benliğin atılmasına bir işarettir. Acizlik, zillet, kusur ve eksikliğini Yüce Allah’ın karşısında ifade etmektir.[3]
ABNA.İR
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - Vesailu’ş Şia, c. 4, 14. Bab. Hadis: 1 ve 2; Urvetu’l Vuska, c. 1, salat, fi ta’kib.
[2] - Vesailu’ş Şia 4 / 1030 14. Bab, 2. Hadis.
[3] - İmam Humeyni’nin Adab-ı Namaz kitabından iktibas.
Batı'daki Ekonomik Bunalım Kapitalizmin Özünden Kaynaklanıyor !
İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei bin kadar üniversite öğrencisiyle üç buçuk saat süren samimi görüşmesinde üniversitelilerin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlardaki görüşlerini dinledi.
Çeşitli öğrenci dernekleri ve kuruluşlarına mensup 11 aktif öğrenci bu görüşmenin başında farklı konulardaki görüş açılarını yansıttılar ve daha sonra da İnkılap Rehberi bir konuşma yaparak üniversitelilerin çeşitli sorularına cevap verdi ve öğrenci kuruluşlarından siyasi, ilmi, ahlaki ve manevi idealizmin beklendiğini belirterek eleştirel, ılımlı, insaflı ve umutlu bakış açılarının gerekliliklerini irdeledi.
İmam Hamenei, bir öğrenci tarafından söz konusu edilen İslam'ın ve adaletçi bir düzenin kapitalizme bakış açısına değinirken, İran'daki ekonomik perspektivin adalete dayanması gerektiğini, ülkedeki özelleştirme sürecinin kınanmakta olan kapitalizmin devletin makro ekonomik kararlarında etki göstermesine yol açmayacağını ve bugün Batı ve Avrupa'da giderek artan sıkıntılar ve problemlerin kapitalizmin özünden, daha doğrusu kapitalizme tapınmadan kaynaklandığını ifade etti ve bu arada sosyalist eğilimlerin ekonomik düşünceye sirayet etmemesi için de dikkatli olunması gerektiğini vurguladı.
İmam Hamenei daha sonra 'direniş ekonomisi' kavramını izah ederek şöyle konuştu: 'Direniş ekonomisi savunma ya da etrafımıza duvar örme eylemi olmayıp, bir milletin hatta baskılar ve yaptırımlar altında bile gelişme sürecini sürdürebilmesi demektir.'
İnkılap Rehberi konuşmasının bir başka bölümünde üniversite çevrelerinde din ve manevi değerlerin önemine dikkat çekerken, üniversite öğrencilerinin ciddiyet içerisinde derslerini çalışması ve bilimsel araştırmalarını sürdürmesinin bir cihad eylemi olduğunun altını çizdi.
İmam Hamenei ayrıca üniversite öğrencilerinin namaz ve oruca verdikleri önem kadar, gıybet ve iftiradan sakınma konusunda da dikkatli davranmaları gerektiğini öğütledi ve makam ve mevki arzularının kaygan bir tehlike olduğuna dikkat çekti.
İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının devamında müslüman üniversite öğrencilerini 'yumuşak savaşın kurmayları' olarak niteledi ve şunları söyledi: 'Düşmanın yumuşak savaşta halk ve yetkililerin hesaplamalarında değişikliğe yol açmak şeklindeki temel hedefini dikkatle izlemelisiniz. Düşman, halkın kalbi, zihni, düşünce ve iradesini hedef almaktadır. Onlar İran'lıların hesaplamalarını etkileyip dünya zorbaları ve emperyalistler karşısında dikilmenin kendileri lehine olmadığını düşündürtmek amacıyla çaba harcamaktalar. Bu yüzden düşmanın bu alandaki saldırısını da püskürtmek zorundayız.'
Bu görüşme sırasında konuşan öğrenci temsilcileri ise özellikle şu konularda görüş açıklamalarında bulundular: Diplomasi mekanizmasının kimi bölgesel olaylar sırasında hantal davranmasının önlenmesi; siyasal hayat ve medya atmosferinde İslam ahlakı açısından gözlemlenen zaaflara eleştiri; ifade özgürlüğü alanında kimi müdürlerin bağnaz davranışlarına eleştiri; yetkililerin siyasal didişmeye düşmeden hizmetlerini sürdürmesi gerektiği; herhangi bir geri adımda emperyalist cephenin daha da küstahlaştığına dikkat edilmesi; propagandaya dayalı seçimlerin kurumlaşmasından ve kudret ve servet odaklarının seçimlerdeki rolünden duyulan kaygılar; bazı spor dallarında milyarlık harcamalarda bulunulmasının mantıksızlığı ve bunun toplamdaki elitler üzerinde uyandırdığı olumsuz etkiler; Batı'nın ekonomik baskıları ve ambargolarının sonuç vermeyeceği; kültürel alanda bir yol haritasına duyulan ihtiyaç; ambargoların fırsata dönüştürülebilmesi için plan ve proğramla hareketin gerekliliği; ilerleme sürecine paralel olarak adaletli davranılması gerektiği; tarım sektöründeki istikrarsızlıkların giderilmesi zarureti; direniş ekonomisinin hamle ekonomisiyle desteklenmesi ve İslami uyanış sürecindeki teorik boşluğun üniversite çevrelerince giderilmesi gerektiği...
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamenei bugün fars dili ve edebiyatı hocaları ile genç şairlerden oluşan kalabalık bir topluluğa hitaben yaptığı konuşmada İran'daki şiir konvoyunun hızlı bir biçimde ve büyük bir dikkat içeisinde doğru bir çizgide ilerlediğini hatırlatarak, bu hareketin sürmesi durumunda İran'ın bir kez daha dünya ve özellikle de bölge kültür ve uygarlığına değerli bir armağan sunacağını söyledi.
İmam Hamenei şöyle konuştu: 'Şiir, şairane duyguların yansıtılması için önemli bir araç olmasının yanı sıra, değerlerin hizmetinde olmalıdır. Şairler pratikte görev ve sorumluluklarını yerine getirmek için bu büyük ilahi nimeti din, ahlak, ma'rifet ve inkılabın hizmetine sokmalıdırlar. Bu bağlamda yeni mazmunların oluşturulması ve ardından da zevk sahibi olunması önemlidir. Şiir, dini ma'rifet ile halkın ahlakı ve inkılapçı hareketine hizmet sunabilir. Bu çaba hatta bir gazelde yer alan bir-iki beyitlik inkılapçı ve ahlaki şiirle bile olsa, etkisini gösterecektir. Bu yüzden şiirin biçimsel yapısı da ülkedeki mevcut sorunlar karşısında ilgisiz kalamaz.'
İnkılap Rehberi konuşmasının devamında İran'ın nükleer faaliyetleri hakkındaki büyük zulme işaretle, bu alandaki bilginlerin katledilmesinden ülke gerçeklerinden biri olarak söz etti ve şöyle konuştu: 'Emperyalist cephe tüm siyasi teşkilatı ve propaganda alanındaki gücüne dayanarak İran karşısında çirkin eylemlere başvurmaktayken, bu milli hadiseler sorumluluk duygusuna sahip bir şairin gözünden kaçmamalıdır. Zira Hak-Batıl savaşında tarafsız kalmak mümkün değildir.'
İmam Hamaney: ‘Emperyalistler tüm gücüyle İran milletinin karşısında durmuştur’
Ülkenin gerçek meselelerine işaret eden İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah İmam Hamanei, İran’a büyük nükleer zulüm yapıldığını ifade etti.
İmam Hasan Müctaba(a.s)’in kutlu doğum yıldönümünde İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah’il Uzma İmam Seyyid Ali Hamanei, kültür ve edebiyat çevrelerine mensup çok sayıda genç ve kıdemli şairleri kabulünde yaptığı konuşmasında ülkenin şiir kervanı suratlı ve dakik olarak doğru yolda ilerlemekte olduğunu ifade ederek, bu hareketin devamıda aziz İran ülkesi tekrar dünya kültürü ve medeniyetine ve özellikle bu bölgeye değerli bir hediye daha sunacağını hatırlattı.
Şiirin duyguları şiirsel olarak beyan etmek için bir kalıp olmasının yanısıra Şair'in mesuliyet ve görevini yerine getirerek bu büyük ilahi nimetini din, ahlak, inkılab ve biglisini arttırmaya yönelik kullanması gerektiğini konuşmasına ekledi.
İslam İnkılabı Rehberi, konuşmasının devamında, İran’a yönelik yapılan büyük nükleer zulüm ve nükleer bilim adamlarına yapılan terörün ülke gerçekleri olarak saydı.
İmam Hamanei, “Emperyalizm cephesi bütün siyasi teşkilatları ve propaganda gücüyle ve tam kötülükleriyle İran milleti karşısında durmuştur. Millet direniyor ve bu milli hadise ise taahhütlü Şairlerin gözünden uzak durmamalı, zira hak ve batılın kaşılaşmasında tutum sergilemeyerek ilgisiz kalınmaz”dedi.
Vatansever olduklarını iddia eden bazı kesimlerin dayatılan savaş ve düşmanın işgalciliği karşırında ilgisiz kalmalarını hatırlatan İslam İnkıulabı Rehebri İmam Hamanei, aynı bu kişilerin ülke ve devrim meseleleri, dini ve ahlakına yönelik ihmal, taahhütsüzlük ve nihilizmin propagandasını yaptıklarını konuşmasına ekledi.
Hak ve maneviyet cephesinde olan kişilerin sanatsal sermayesini hak istikametinde harcamaları gerektiğini diye tavsiyede bulundu.
Söz konusu şairler bu görüşmenin başında din, devrim, sosyal ve İsami uyanışı temalı şiirlerini okudular.
“Düşman Suriye’yi direniş cephesinden çıkarmayı başaramayacak”
İslami İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Ahmed Vahidi “Düşman, Suriye’yi direniş cephesinden dışarı atarak dengeyi kendi lehlerine çevirmek istiyor fakat bunu başaramayacak” dedi.
Medyaşafak haber portalının bildirdiği habere göre General Vahidi, Cumartesi günü devlet televizyonuna yaptığı açıklamada “Düşman Suriye’yi direniş cephesinin dışına atmaya zorlamak suretiyle Siyonist rejimle bölgedeki İslam ülkeleri arasında yeni bir güç dengesi yaratmak istiyor. Fakat bu gerçekleşmeyecek” şeklinde konuştu.
Vahidi “Suriye’de muhalefet olarak lanse edilen güç hükümetin halkın taleplerini yerine getirmesine izin vermeyen birkaç yabancı silahlı gruptan müteşekkildir. Eğer ülkede asimetrik olarak mevcut olan güçler sahneye açıktan girerlerse bölgede büyük bir kriz doğacaktır ve böylesi bir krizin kaybeden tarafı Batılılar ve Siyonizm yanlısı ülkeler olur. Bu ülkeler çok çirkin bir şekilde Suriye’ye silah akıtıyor ve terörist grupları teçhiz ediyorlar. Bunun bölgedeki yansımaları çok kötü olacak” dedi.
Annan:BM Güvenlik Konseyi beni "tam anlamıyla" desteklemedi
FHA'nın bildirdiği habere göre İstifa eden BM ve Arap Birliği'nin Suriye özel temsilcisi Kofi Annan, BM Güvenlik Konseyi'nin kendisini ''tam anlamıyla'' desteklemediğini söyledi.
Annan, Cenevre'de istifa kararını açıkladığı basın toplantısında, ''Suriye'de artan askerileşmenin ve Güvenlik Konseyi'nde açıkça birliğin sağlanamamasının, rolünü etkili biçimde yerine getirmesi için gereken koşulları temelinden değiştirdiğini'' kaydetti.
Kofi Annan, ''Suriye'de şiddetin büyük ölçüde Suriye hükümetinin inatçılığından ve 6 maddelik planını uygulamayı reddetmeyi sürdürmesinden, aynı zamanda muhalefetin giderek büyüyen askeri kampanyasından dolayı devam ettiğini, bütün bunların uluslararası toplumun bölünmüşlüğüyle bir araya geldiğini'' bildirdi.
Suriye'de yönetimin geçiş hükümetine devredilmesi konusunda 30 Haziran'da Cenevre'de yapılan toplantıda, Rusya ve Çin dahil olmak üzere büyük güçlerin fikir birliğine varmasında başarılı olan Annan, BM Güvenlik Konseyi'nin planı asla resmen desteklemediğini, bunun kendisini hayal kırıklığına uğrattığını ve çabalarını baltaladığını belirtti.
Annan, bölge güçlerinin işbirliği dahil olmak üzere uluslararası birlik olmadan, ''kendisinin veya herhangi birinin, siyasi süreci başlatmak için gerekli adımların atılması yönünde ilk önce Suriye hükümetini, aynı zamanda muhalefeti zorlamasının imkansız olduğunu'' söyledi.
Bazılarının ''imkansızı başarmak'' olarak gördüğü görevini, Suriye'deki krize çözüm bulunmasında, BM Güvenlik Konseyi'nin liderliğindeki uluslararası topluma yardımcı olmak amacıyla kabul ettiğini ifade eden Kofi Annan, ''bir temsilci olarak, bu mesele için başoyunculardan, Güvenlik Konseyi'nden ya da uluslararası toplumdan barışı daha fazla isteyemeyeceğinin'' anlaşılması gerektiğini bildirdi.
Annan son olarak, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in ülkesinin iyiliği için görevinden ayrılmak zorunda olduğunu sözlerine ekledi.
ORUÇ- RUZE
İslâmın dört temel ibadetinden ve beş esasından biri. Farsça'dan Türkçe'ye geçmiş bir isimdir. Kelimenin aslı "Ruze"dir.
Önceleri "Oruze" (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra "Oruç" şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış ve bu şekliyle yaygınlaşmıştır. Arapça karşılığı "savm" veya "sıyam"dır. Savm kelimesinin lügat manası; yeyip-içmekten kendini tutmak, imsak, hareketsiz kalmak ve herşeyden el, etek çekmektir. Kur'an-ı Kerim'de bazan "susmak" manasına kullanılmıştır (Meryem, 19/26).
İslâmi ıstılahta oruç, "İkinci fecirden (fecr-i sadık'tan)" itibaren, güneşin grubuna kadar yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden ve orucu bozan diğer şeylerden, Allahü Teala (c.c)'ya kulluk niyetiyle nefsi alıkoymaya verilen isimdir.
Bilindiği gibi oruç, yalnız bedenle yapılan ibadetlerden biridir. Dolayısiyle, her mükellefin kendi nefsi için farz-ı ayn'dır. Resul-u Ekrem (s.a.s)'in; "Bir kimse, başka bir mükellefin yerine oruç tutmaz. Yine bir kimse, başka bir mükellefin yerine namaz kılmaz" (İbnül-Hümam, Fethül-Kadir, Beyrut 1315, II, 85) buyurduğu bilinmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de; "Ey iman edenler!.. Sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz kılındı). Ta ki, korunasınız" (el-Bakara, 2/183) buyurulmuştur.
Oruç ibadetinin; Hicret'ten sonra farz kılındığı hususunda görüşbirliği vardır. Sahih olan rivayete göre, Bedir savaşından kısa bir süre sonra farz kılınmıştır. Hz. Âişe (r.a) validemizden rivayete göre; Resulullah (s.a.s) daha önce "Aşûre orucu"na devam etmiş ve Sahabe'ye tutmaları tavsiyesinde bulunmuştur. Muaz b. Cebel (r.a)'den rivayet edilen bir haberde de, Medine'de her ay üç gün oruç tutmuştur. İmam Merginani:
"Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Çünkü Allahu Teala (c.c) "Sizin üzerinize oruç farz kılındı" diye buyurur. Ayrıca farziyyeti hususunda kat'i icma teşekkül etmiştir. Bundan dolayı, Ramazan orucunun farziyyetini inkâr eden kimse kâfir olur" (Merginanî, el-Hidâye, I, 118) diyerek, meselenin hassasiyetine işaret etmiştir.
Oruç ibadetinin nedenine gelince; Usûl ûleması, ibadetlerde asıl olanın Allahu Teâlâ (c.c)'ya ihlâsla kulluk olduğunu, sebeplerinin tesbit edilip edilememesinin önemli olmadığını; hikmetlerinden bazılarını kavramanın ve açıklamanın mümkün, ancak teabbüdî olan bu hususlarda illeti tesbit etmenin güç olduğunu söylemişler ve ihlâsla Allah'a kulluğun esas alınmasını tavsiye etmişlerdir.
Resul-u Ekrem (s.a.s)'in:
"Oruç insanı Cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır. Tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi" (Nesâî, Savm, IV, 167) buyurduğu bilinmektedir.
Oruç, mükellefi her türlü şehvetten alıkoyan ve ihlâsı artıran bir ibadettir. Açlığa, susuzluğa ve nefsin diğer arzularına karşı direnmek oldukça önemlidir. Allahu Teâlâ (c.c)'ya iman eden ve O'nun dini uğruna cihada karar veren müminler; oruç ibadeti ile kuvvetli bir iradeye sahip olurlar. Hicrî takvim ayın hareketlerine göre değiştiği için, her yıl diğerine nisbetle on veya on bir gün önce gelir. Dolayısıyle insan bazen kışın (20) derecede, bazen yazın (+ 40) derecede oruç tutar. Bu bir anlamda mükellefin "Dondurucu bir soğukta ve kavurucu bir sıcakta dahi; Allahu Teâlâ'nın emirlerini eda etmeye hazırım" taahhüdünde bulunmasıdır. Ayrıca bir ay süre ile Allah Teâlâ (c.c)'nın rızasını kazanmak için, nefsinin bütün şehvetlerini terk etmesi oldukça önemli bir hadisedir.
Oruç ibadetine riyanın karışması da mümkün değildir. Nitekim bir Hadis-i Şerif'te; orucun ve oruçlunun mahiyeti şu şekilde ortaya konulmuştur:
"Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü (kem) söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene iki defa "Ben oruçluyum"desin ve uymasın. Ruhum yed-i kudretinde olan Allahu Teâlâ (c.c)'ya yemin ederim ki; oruçlu ağzın (açlık) kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha temizdir.
Cenab-ı Hak buyurmuştur ki:
"Oruçlu kimse benim rızam için yemesini, içmesini ve cinsi arzularını bırakmıştır. Oruç doğrudan doğruya bana edilen (riya karışmayan) bir ibadettir. Onun sayısız sevabını da, doğrudan doğruya ben veririm. Halbuki başka ibadetlerin hepsi on misliyle ödenmektedir"
Doğum günü münasebeti ile…
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) Hasan’ı (a.s) dünyaya getirince Ali’ye (a.s), “Adını koy.”dedi. Ali (a.s), “Ben Peygamber’den önce bir isim vermem.”dedi. Peygamber (s.a.a) geldi ve Ali’ye (a.s), “adını koydunuz mu?”dedi. O, “Ona ad koymada senden öne geçmek istemedik.”deyince Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben de ona ad koymada Allah’tan önce geçmek istemem.”Sonra Allah Tebarek ve Teala Cebrail’e şöyle vahy etti: “Muhammed’in bir oğlu olmuştur. Git ona selam söyle ve kutlayarak şöyle de: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde Harun’un çocuğunun adını ver.”Cebrail inerek aziz ve celil olan Allah tarafından Peygamberi kutladı ve şöyle buyurdu: “Yüce Allah sana, bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını vermeni emrediyor. Peygamber, “Harun’un çocuğunun adı neydi?”deyince…
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlim, ilim talipleri için özür yolunu kapamıştır.” [1]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Suçu hemen cezalandırmaya kalkışma. İkisinin arasında özür dilemesi için bir yol bırak.” [2]
İmam Hasan (a.s), kendisinden Allah’ı nitelendirmesi istenince, bir müddet başını önüne eğdikten sonra başını kaldırarak şöyle buyurmuştur: “Hamd, ne bilinen bir evveli ve ne de bitecek bir sonu olmayan Allah’a mahsustur.” [3]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kendine nasıl davranılmasını seviyorsan insanlara karşı da öyle davran.” [4]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç bir servet aklıdan daha üstün değildir.” [5]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dünya ve ahiret akılla elde edilir. Her kim akıldan mahrum olursa, iki cihandan mahrum kalmıştır.” [6]
İmam Hasan (a.s), kendisine, akıl hakkında sorulunca şöyle buyurmuştur: “Fırsata erişinceye kadar hüzün (bardağını) yudum yudum içmektir.” [7]
İmam Hasan (a.s) babası (a.s) kendise aklın ne olduğunu sorunca şöyle buyurmuştur: “Kalbin, kendine ısmarlanan şeyi korumasıdır.” [8]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanlarla iyi muaşerette bulunmak aklın başıdır.” [9]
Meymun b. Mihran şöyle diyor: “Hasan b. Ali’nin (a.s) huzurunda oturmuştum. Birisi geldi ve şöyle arzetti: “Ey İbn-i Resulillah! Falan kimse, benden bir miktar para alacaklıdır. Beni hapsetmek istiyor.” İmam şöyle buyurdu: “Allah’a yemin olsun ki senin borcunu verecek param yoktur.” O adam şöyle dedi: “O şahısla konuş.” Meymun şöyle diyor: “İmam (a.s) ayakkabılarını giydi. Ben şöyle arzettim: “Ey İbn-i Resulillah! İtikafta olduğunuzu unuttunuz mu? ” İmam şöyle buyurdu: “Unutmadım, ama babamdan o da Resulullah’tan şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Her kim müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılamak için çalışırsa, dokuz bin yıl gündüzleri oruç tutmuş ve geceleri ibadetle geçirmiş bir şekilde ibadet etmiş olur.” [10]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlmini başkalarına öğret, başkalarının ilmini de öğren. Zira bu işle hem ilmini sağlamlaştırmış olursun ve hem de bilmediğin şeyi öğrenmiş olursun.” [11]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yiyeceği şeyleri düşündüğü halde, akli şeyleri düşünmeyen kimseye şaşarım. Bu kimse karnını kendisine zararlı olan şeyden sakındırdığı halde göğsüne kendisini helak edici şeyleri bırakır.” [12]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bizim hakkımızı eksilten herkesin, Allah da ilmini eksilmiştir.” [13]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Adetler mağlup edicidir. O halde her kim, gizlide veya yalnızlıkta bir şeye adet edinirse, o şey açıkta ve insanlar arasında kendisini rezil eder.” [14]
İmam Hasan (a.s), fıtır (ramazan) bayramı günü oyunla meşgul olan ve gülüp oynaşan bir grubun yanından geçince durdu ve onlara şöyle buyurdu: “Allah Ramazan ayını itaatleri sebebiyle kendi hoşnutluğuna doğru öne geçmeleri için yarış meydanı karar kılmıştır. O halde bir grubu öne geçerek mutluluğa eriştiler. Diğer bir grubu ise geride kalarak mutsuz oldular. İyilik sahiplerinin mükafata eriştiği ve batıl işlerle uğraşanların zarar gördüğü böyle bir günde, gülüp oynayan insan ne kadar da şaşırtıcıdır. Allah’a yemin olsun ki eğer perde kenara çekilecek olursa, iyilik sahibinin iyiliği ile meşgul olduğunu, kötülerin ise kötülüğü ile uğraştığını bilirler.” İmam daha sonra oradan ayrıldı.” [15]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gaflet, camileri terk etmen ve bozuk insana itaat etmendir.” [16]
İmam Hasan (a.s) Müminlerin Emiri’nin “Zenginlik nedir?” diye sorması üzerine şöyle buyurmuştur: “Arzuların az olması ve yeten şeylerle hoşnut olmak.” [17]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali Kufe halkına şöyle buyurdu: “Ey Allah’ım! Ben onlara itimat ettim, onlar bana hiyanet etti, ben onlar için hayır diledim onlar beni aldattı. O halde Sakif’in sapık zalim ve kibir dolu gencini onlara musallat kıl. Şüphesiz ki o Kufe’nin yeşilliğini yer, derisini örter, onlar arsında cahiliye metodu üzere hükümet eder.” Hasan (a.s) daha sonra şöyle buyurdu: “O gün Haccac henüz yaratılmamıştı.” [18]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nereye girip çıktığını bilmeden hiç kimseyi kardeş edinme. Durumunu iyice bildikten ve muaşeretinden razı olduktan sonra, sürçmelerini görmezlikten gelmek ve zorluklarda yardımcı olmak üzere onu kardeş edin.” [19]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Size bir kardeşimi haber vereyim: O benim gözümde insanların en büyüğü idi. Onu benim gözümde büyüten en önemli şey, gözünde dünyanın küçük olmasıydı. O karnının egemenliğinden kurtulmuştu. Bulmadığı şeye heveslenmez, bulduğu şeyde aşırı gitmezdi. O tenasül organının (şehvetinin) egemenliğinden de çıkmış biriydi. Dolayısıyla hafif akıl ve zayıf görüş sahibi değildi. O bilgisizliğin egemenliğinden de kurtulmuştu. Bir faydası olduğuna güvenmeden hiç bir şeye el uzatmazdı. Ne bir arzusu vardı, ne kızardı, ne de incinirdi. Ömrünün çoğunda sessiz idi. Ama konuşunca, konuşmacılara üstün gelirdi. Hiç bir çekişmeye müdahale etmez, hiç bir kavgaya karışmazdı. Hakimin huzurunda olmadıkça delil getirmezdi. Kardeşlerinden asla gaflet etmezdi. Hiç bir şeyi salt kendisine özgü kılmazdı. Zayıftı, başkaları da onu zayıf buluyordu. Ama sıra işe geldi mi koşan bir aslan kesilirdi. Özrü görmek için, özür dilenilebilecek hiç bir işte kimseyi kınamazdı. Dediğini ve demediğini yapardı.[20] Hangisinin daha üstün olduğunu bilmediği iki işi çıktığında hangisinin heva ve hevesine daha yakın olduğuna bakar ve ona muhalefet ederdi. İyileştireceğini ümid ettiği kimse dışında hiç kimsenin yanında bir acısını şikayette bulunmazdı. Hayrını ümit ettiği kimse dışında hiç kimse ile istişare etmezdi. İçi daralmaz, gazap etmez, şikayette bulunmaz, heveslenmez, intikam almaz ve düşmandan gafil kalmazdı. Eğer gücünüz varsa bu yüce ahlak ile ahlaklanmaya çalışınız. Eğer gücünüz yetmezse, o halde azını bile almanız, çoğunu terk etmekten daha hayırlıdır.” [21]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Aklı olmayanın edebi de olmaz.” [22]
İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Peygamber (s.a.a), Hasan (a.s) dünyaya gelince kulağına namaz ezanını okudu.” [23]
İmam Hasan (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sofra adabı on iki tanedir ve her Müslümanın bunu bilmesi gerekir. Dört tanesi farz, dört tanesi sünnet, dört tanesi ise edeptendir. Farz olan dört tanesi şunlardır: Marifet, rıza, Allah’ın adını anmak ve şükür. Sünnet olan dört tane ise şunlardır: Yemekten önce abdest almak, sol tarafı üzerine oturmak, üç parmakla yemek ve parmaklarını yalamak. Edepten olan dört tanesi ise şunlardır: Önünden yemek, lokmayı küçük almak, güzel çiğnemek ve insanların yüzüne az bakmak.” [24]
Necih şöyle diyor: “Hasan bin Ali’yi (a.s) önünde köpek durduğu halde yemek yerken gördüm. Yediği her lokma kadar köpeğin önüne atıyordu. Kendisine şöyle dedim: “Ey İbn-i Resulillah! Köpeği sofrandan kovayım mı?”Şöyle buyurdu: “Onu kendi haline bırak. Ben, canlı bir varlık yüzüme bakarken yemek yediğim halde kendisine vermemekten haya ederim.” [25]
Cabir şöyle diyor: “Şüphesiz Peygamber (s.a.a) Arefe’de iken Ali onun tam karşısında duruyordu. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ey Ali! Yanıma gel. Beş parmağını beş parmağımın üstüne koy. (elimi avuçla). Ey Ali! Ben ve sen bir tek ağaçtan yaratıldık. Ben o ağacın kökü, sen gövdesi, Hasan ve Hüseyin ise dallarıdır. Her kim bu dallardan birine tutunursa Allah onu cennete koyar.” [26]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin benden ve babalarından sonra yeryüzü ehlinin en hayırlısıdır. Anneleri de yeryüzü ehli kadınlarının en üstünüdür.” [27]
İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fatıma (a.s) Hasan’ı (a.s) dünyaya getirince Ali’ye (a.s), “Adını koy.”dedi. Ali (a.s), “Ben Peygamber’den önce bir isim vermem.”dedi. Peygamber (s.a.a) geldi ve Ali’ye (a.s), “adını koydunuz mu?”dedi. O, “Ona ad koymada senden öne geçmek istemedik.”deyince Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ben de ona ad koymada Allah’tan önce geçmek istemem.”Sonra Allah Tebarek ve Teala Cebrail’e şöyle vahy etti: “Muhammed’in bir oğlu olmuştur. Git ona selam söyle ve kutlayarak şöyle de: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde Harun’un çocuğunun adını ver.”Cebrail inerek aziz ve celil olan Allah tarafından Peygamberi kutladı ve şöyle buyurdu: “Yüce olan Allah sana, bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını vermeni emrediyor. Peygamber, “Harun’un çocuğunun adı neydi?”deyince Cebrail, “Şubber”dedi. Peygamber, “Benim dilim Arapça’dır” diye buyurdu. Cebrail şöyle dedi: “Onu Hasan olarak adlandır.” Peygamber de onun adını Hasan koydu. Daha sonra Hüseyin dünyaya gelince Cebrail (a.s) yeniden nazil oldu. Allah tarafından doğumunu kutladı ve şöyle buyurdu: “Ali senin için, Musa’ya Harun gibidir. O halde bu çocuğa Harun’un çocuğunun adını ver.”Peygamber (s.a.a), “Onun adı nedir?”diye sorunca Cebrail, “Şubber”dedi. Peygamber, “Benim dilim Arapça’dır”deyince Cebrail şöyle buyurdu: “O halde adını Hüseyin koy.”Peygamber de onun adını Hüseyin koydu.” [28]
Cennet Ehli Gençlerinin Efendisi
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir. Babaları onlardan daha hayırlıdır.” [29]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir.” [30]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Hasan ve Hüseyin cennet ehli gençlerinin efendisidir.” [31]
Hasan ve Hüseyin’i (a.s) Sevmek
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim beni severse bu iki çocuğumu da sevsin. Zira Allah bana onların sevgisini emretmiştir.” [32]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Hasan ve Hüseyin’i sev ve onları seveni de sev.” [33]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Hasan ve Hüseyin’i severse şüphesiz beni sevmiştir ve her kim ikisine buğzetmişse şüphesiz bana buğzetmiştir.” [34]
İmametinin Delili
İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Emir’ul-Mü’minin (a.s) ölüm döşeğinde yatınca oğlu Hasan’a şöyle buyurdu: “Yanıma yaklaş, Resulullah’ın bana söylediği sırrı sana da söyleyeyim ve bana verdiği emaneti sana vereyim.”Daha sonra bu dediğini yaptı.” [35]
Selim b. Kays şöyle diyor: “Müminlerin Emiri Ali (a.s) oğlu Hasan’a vasiyet edince ben de orada hazır idim. Hz. Ali oğlu Hasan, Muhammed b. Hanefiyye bütün çocukları, kendisine uyanların ileri gelenleri ve ailesini de bu vasiyetine şahid kıldı, ardından kitap ve silahı ona teslim etti.” [36]
Hasan Bendendir ve Ben de Ondan
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hasan bendendir ve ben de ondan, Allah onu seveni sever; Hasan ve Hüseyin torunlardan iki torundur.” [37]
Mikdam b. Me’dikerb ve Amr b. Esved, Kınnesrin denen yere gittiler. Muaviye Mikdam’a şöyle dedi: “Hasan b. Ali’nin vefat ettiğini duydun mu?”Mikdam, “İnna lillah ve inna ileyhi raciun”(hepimiz Allah’tan geldik ve Allah’a döneceğiz. ) dedi. Muaviye, “Acaba sen bunu bir musibet mi kabul ediyorsun?”dedi. Mikdam şöyle cevap verdi: “Nasıl musibet bilmeyeyim ki? Oysa Resulullah (s.a.a) onu dizlerine oturtup, “Bu bendendir” diye buyurdu.” [38]
İmam Hasan’ın (a.s) Sevgisi
Resulullah (s.a.a) Hasan’a (a.s) işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Beni seven bunu sevmelidir.” [39]
Resulullah (s.a.a) Hasan’a (a.s) işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben onu seviyorum. O halde sen de sev ve onu seveni de sev.” [40]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ım! Ben onu seviyorum, sen de onu sev.” [41]
İmam Hasan’ın (a.s) İbadeti
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Hasan b. Ali b. Ebi Talib (a.s) kendi zamanında insanların en çok ibadet edeni, en zahidi ve en üstünüydü.” [42]
ABNA.İR
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Bihar, 78/109/19
[2] Bihar, 78/115/11
[3] et-Tevhid, 45/5, bak tüm söze
[4] A’lam’ud-Din, 297
[5] Keşf’ul-Gumme, 2/198
[6] Keşf’ul-Gumme, 2/197
[7] Mean’il-Ahbar, 240/1
[8] Mean’il-Ahbar, 401/62
[9] Bihar, 78/111/6
[10] Fakih, 2/189/2108
[11] Keşf’ul-Gumme, 2/197
[12] Bihar, 1/218/43
[13] Bihar, 78/114/9
[14] Tenbih’ul Havatir, 2/113
[15] Tuhef’ul Ukul, 236
[16] el-Bihar, 78/115/10
[17] Mean’il-Ahbar, 401/62
[18] Kenz’ul Ummal, 31747
[19] a. g. e. 233
[20] Nehc’ul Belağa-i Feyz’de 281. Hikmet’te şöyle yer almıştır: “dediğini yapar ve yapmadığını söylemezdi.”
[21] el-Kafi, 2/237/26
[22] a. g. e. s. 111/6
[23] a. g. e. s. 43/147
[24] Vesail’uş-Şia, 16/539/1
[25] Mustedrek’ul Vesail, 8/295/9485
[26] Tarih-i Dimeşk (İmam Ali’nin biyografisi), 1/129/179
[27] a. g. e. h. 5
[28] Emali es-Seduk, 116/3
[29] a. g. e. s. 263/8
[30] Kenz’ul Ummal, 37682
[31] a. g. e. 37693
[32] el-Bihar, 43/270/30
[33] a. g. e. s. 281/48
[34] Emali et-Tusi, 251/446
[35] el-Kafi, 1/298/2
[36] a. g. e. s. 297/1
[37] el-Bihar, 43/306/66
[38] Kenz’ul Ummal, 37658
[39] a. g. e. 37637
[40] a. g. e. 37640
[41] a. g. e. 37651
[42] Emali es-Seduk, 150/8
Adım adım büyük İsrail
Hafta başında İstanbul’da büyük bir patlama gerçekleştirmeye hazırlanan iki kadın terörist etkisiz hale getirilmişti. Diyarbakır’daki saldırıda iki askerimiz şehit oldu.
Türkiye tekrar terör gündemi ile yaşamaya başladı.
Bugün Suriye’deki PYD yapılanması kabul edilemez diyerek kendinde müdahale hakkını bulan Türkiye, mevcut şartlarda teröre karşı silahlı bir mücadele yapabilmektedir.
Ancak unutulmamalıdır ki, ülkemizde sıfırlanmış olan terör konusunun tekrar günlük hayata girebilmesinde müttefik olarak hareket ettiğimiz ABD’nin payı büyüktür.
ABD, Suriye’deki iç savaşa verilen destek sebebiyle Türkiye’nin silahlı müdahalesine izin vermektedir. Yakın bir gelecekte Suriye yerine konacak Türkiye, bu meşru hakkından maalesef ki yine ABD eliyle mahrum bırakılacaktır.
Tıpkı Suriye devlet ordusu gibi, tıpkı Esad gibi…
Sayın Davutoğlu, Barzani ile görüşmüştür. Bu görüşmede Türkiye’nin teröre karşı hassasiyetleri dile getirilmiştir.
Barzani, Yahudi asıllı olduğu bilinen Kürt bir liderdir. Ve Kürt oluşumunu, bulunduğu Irak’ta temin eden kişidir. Suriye’deki PYD yapılanmasına da askeri eğitim adı altında destek olduğunu kendi itiraf etmiştir.
Bölgedeki terörün Kürt oluşumu için Türkiye, Irak, İran ve Suriye’den toprak koparmak maksadı ile yapıldığı düşünüldüğünde, Barzani ile terör meselesini paylaşmak ne derece stratejik bir siyasettir?
Bir başka açıdan değerlendirirsek, Amerikalı Henry Kissinger, nihai hedefin, bizim coğrafyamızda yer alan yedi ülkenin işgalinden sonra, Ortadoğu’nun yarısını kapsayan büyük İsrail olduğunu geçtiğimiz günlerde dünyaya deklare etmiştir.
Yahudi asıllı Barzani elbette ki, büyük İsrail’in bir adım önceki planı olan Kürdistan’ı hayata geçirmek için çalışacaktır.
Önce Kürdistan kurulacak sonra bu topraklar büyük İsrail’e devredilecektir.
Sayın Davutoğlu bu gerçekleri bilmeyebilir veya Kissinger’in beyanlarını duymamış olabilir ancak bulunduğu mevki bilmeden atılan adımların da Türkiye’yi etkileyeceği önemdedir.
Arap Baharı ile izlenen siyasetin temel gayesi, adım adım İsrail’in bölge ülkeleri üzerindeki projesinin devreye konmasıdır.
Geçmişten beri AKP’nin oluşumunu gerçekleştiren akıl hocaları, İsrail’e karşı çıkmış, Filistin menfaatine mitingler Tertiplenmişlerdi. Ama gelinen nokta İsrail menfaatine olmuştur.
İktidarın niyetinin ne olup olmadığı milleti ilgilendirmez.
Milleti ilgilendiren sonuçtur
Prof. Dr. Haydar Baş
El Kaide Hatay sokaklarında!
Hatay, El Kaide militanlarının savaş üssü oldu. Militanlar kentin her yerinde kimliklerini gizlemeden rahatça dolaşıyor. Sınırı geçip eylemler yapıyor. Yaralılarını kendilerine tahsis edilmiş hastanelerde tedavi ettiriyor. EL Cezire kanalı da Suriye karşıtı eylemlerine Türkiye ve Antakya’da devam ediyor.
40 BİN KONTROLSÜZ KİŞİ-
Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı resmi açıklamada, Türkiye de bulunan Suriyeli sayısının 42 bin olduğu bunların da değişik kamplarda devlet kontrolünde kaldıkları sıklıkla açıklanıyor. AKP Hükümeti birçok konuda olduğu gibi bu konuda da halka doğru bilgi vermiyor. Oysa en az kamplarda kalan kadar, çeşitli yerlerde evlerde kalanlar da var. Reyhanlı ilçesinde yaklaşık 9-10 bin kişi, Yayladağı’n da 4-5 bin kişi, Antakya Merkez de ise yaklaşık 18-20 bin kişinin kaldığı söyleniyor. Devletin kamplarının dışında yaklaşık 40 bin kişi kontrolsüz bir şekilde kalıyor.
HÜCRE EVLERİ
Suriye’ye götürülen eylemcilerin önemli kısmı bu evlerde kalanlar arasından seçiliyor. Bu evler El Kaide’nin hücre evleri gibi kullanılıyor. Her evde 10-15 kişilik gruplar halinde kalıyor ve bir kısmının silahlı olduğu biliniyor.
'RECEP’İ ARARIM' TEHDİDİ
Hatay halkı bu insanlardan ciddi olarak rahatsız. Bunların El Kaide militanı, katil olduklarını, Suriyeli olmadıklarını ve bir gün kendilerine de saldırabileceklerini söyleyerek, devletin ortada olmadığını iddia ediyorlar. Zaman zaman Hataylı gençlerle tartışan bu insanların; “bekleyin sıra size de gelecek” diye tehdit ettikleri söyleniyor. Biraz daha yüklenildiğinde ise telefonlarını çıkartıp ‘Recep’i ararım bak’ (Recep Tayyip Erdoğan kastediliyor) demekten geri durmuyorlar.
EL CEZİRE, SURİYE KARŞITLIĞINA DEVAM EDİYOR
EL Cezire kanalı, Suriye karşıtı eylemlerine Türkiye ve Antakya’da devam ediyor. Kanalın muhabirlerinin kendilerini Özgür Suriye Ordusu sorumlusu olarak tanıtan ve Suriyeli olmadıkları söylenen kişilerle röportaj yapmaya kalkışması halkın tepkisine neden oldu. Antakyalı yurttaşlar röportaj sırasında, bu kişilerin etrafında toplanarak konuşulanları dinlemeye ve sözle tepki göstermeye başladı. Kalabalığın her geçen dakika artması ve tepki seslerinin yükselmesi üzerine El Kaide militanları, telaş içinde telefonlarına sarılarak birilerini aradı.
El Cezire kameramanı eşyalarını toplayarak kaydı kesmek zorunda kaldı ve çok kısa bir süre sonra olay yerine gelen 31 KZ 044 plakalı, beyaz renkli son model bir Mercedes Vito araç ile olay yerinden uzaklaştı. Beyaz renkli aracın emniyet birimlerince kullanılan ve çevrede sıkça görülen bir araç olduğunu söyleniyor.
Yurt Gazetesi/Ömer Ödemiş/HATAY
Siyonist, Laik ve Mutaassıp Kalemler Uyum İçinde
Bismillah...
Adına duygu sömürüsü değin, dezenformasyon deyin, mezhepçilik deyin, Muaviye taktiği deyin ve ne derseniz deyin bugün Suriye konusunda Türkiye ve bölgede medyada sürdürülen propaganda konusunda siyonistinden laikine, liberalinden iktidarcısına( mezhepçi ve sözde İslamcılar) kadar kalem erbabının ekseriyeti Suriye hükümetinin devrilmesi konusunda uyum içinde hareket ediyor. Yani sadece Obama, Camerun, Netanyahu ile bölgedeki müttefikleri AKP hükümeti, Suudi krallığı ve Katar şeyhliği değil koordinasyon içinde olanlar, onların öncü güçleri siyonist, laik ve yandaş medyadaki kalemler de söz birliği etmişcesine habire saldırı da saldırı teraneleri tutturmuş bulunuyorlar.
Sanki dünyadaki sömürü, katliam, işgal, irtica ve cinayetlerin hepsinin sorumlusu Beşşar Esad rejimiymiş ve onun yıklımasıyla her yer güllük gülistanlık olacakmış gibi tek kurtuluş yolu muhalifleri desteklemek ve Suriye rejimini devirmek olarak gösterilmektedir. Bu rejim yıkıldıktan sonra ne olacağı şimdilik öncelikli bir konu değildir. Hatta Suriye halkının huzuru, ülkenin bütünlüğü, bağımsızlığı, sözde demokratik hak ve özgürlükler gibi söylemler bu hedefe varmak için birer bahane ve araçtır. Çünkü sözlerinde samimi olsalar kendi teklif ettikleri Kofi Annan planı gibi çözüm yollarını uygular ve değişikliği Suriye halkının iradesine bırakırlardı. Kofi Annan’ın dün kendi verdikleri görevden istifaya zorlanmasıyla birlikte şom niyetlerini zaten ortaya koydular.
Suriye üzerinden oynanan bölgesel ve küresel oyunun farkında olarak uyarılarda bulunan –cılız da olsa- çevreler ise zulmün ortakları, katliamın destekleyicileri, bu da olmazsa Nusayri, Alevi , İrancı, Şii ve hatta Yezid cephesindekiler olarak tanıtılmakta ve susturulmak istenmektedir.
Beşşar Esad rejimini yıkmak doğrultusunda adını saydığımız kesimlerin her birinin farklı söylem, amaç ve planları olsa da sonuçta hepsi aynı kapıya çıkmaktadır; ABD ile Siyonist rejime ve Batı’nın bölgeye yönelik planlarına hizmet. Batı cephesi ve içimizdeki kiralık ve gönüllü kalemlere bir diyeceğimiz olmaz, onlar inandıkları sisteme hizmet etmekteler ve onlardan başka bir tavır takınmalarını beklemek de safdillik olur. Onlar kendilerine verilen görevi dünyevi makam ve yemler karşılığı veya bazen gönüllü olarak yerine getirmekteler. Amaçları direniş cephesinin önemli bir halkasının devre dışı bırakılmasına katkıda bulunmak ve efendilerine hizmet etmektir.
Asıl teessüf edilecek olanlar İslamcılık, adalet, zulüm karşıtlığı gibi söylemler arkasına gizlenerek siyonizm ve emperyalizmin başarısına katkıda bulunanlardır. Bunları da birkaç kategoride değerlendirmek mümkündür. Bir kısmı iktidar nimetlerinden mahrum kalmamak için kalemini kiraya verenlerdir. Çünkü bunlar AKP hükümetinin siyasetlerini destekledikleri oranda nemalanır ve rant sağlarlar. Bir kısmı Amerikancı İslam'ın gönüllü askerleridir. Kalben ve aklen ABD'nin hakkaniyetine inanan ve liderlerinin söylem ve davranışlarıyla bunu gizlemediği dindar-milliyetçi kesimlerdir. Bir kısmı gözünü mezhep taasubu ve hasedin körelttiği çevrelerdir. Komşunun var da benim niçin olmasın veya komşunun bir gözünü kaybetmesi pahasına iki gözünden olmaya varacak kadar haset ve kıskançlık içinde kıvrananlardır. Bir grup daha vardır ki bu son gruptakilerle kısmen de olsa ortak yanları bulunan devrimci İslam söylem içinde bulundukları ve emperyalizmin komplolarının farkında oldukları halde ilkesizlik girdabında boğulanlardır. Bunlar düşmanın oyunlarını inkar etmemekle birlikte zor ve hassas anlarda yönlerini şaşıranlardır. Ayrı bir ifadeyle pusulası olmadığı halde ucsuz bucaksız bir çölde sefere çıkanlardır.
Ne yazık ki Suriye konusunda en fazla kendini yırtanlar ve çevreye zehir saçanlar da bu son grupta bulunanlardır. Çünkü öncekileri halkımız az çok tanımaktadır. Amerikan hayat stili için yanıp tutuşandan, Amerika’yı ehven-i şerr kabul edenden, İslamcılık gömleğini çıkardık diyenden, rızık ve makam kaygısıyla kalem oynatandan kimse onurlu bir duruş beklemez zaten. Ancak geçmişte hakkı destekledikleri için haklı olana minnet koyacak kadar küstahlaşan veya bu davranışından dolayı pişmanlık duyan ve mazlumu destekleme edebiyatı arkasına sığınan pusulasızların kalemlerinden mürekkep yerine son zamanlarda zehir akmaktadır.
Bu son gruptaki kategoriye konulabilecek kıdemli kalemlerden biri son bir iki aydır açıkca müslümanlar arasında kin ve düşmanlık tohumları ekmektedir. AKP hükümetinin Batı ile koordinasyon içinde bulunduğu, ABD ve NATO’nun bölgesel planlarının uygulayıcısı olduğu veya Yeni Osmanlıcılık hayalleri sanki bilinmeyen bir şeymişcesine İran’daki bazı sitelerde yayınlanan yorumları kaynak göstermesi kendi adına üzülecek bir durumdur. Sanki İran hükümeti ve halkı Türkiye hükümetinin Batı blokunun bir müttefiki olduğunu bilmiyormuş da falanca internet sitesi böyle şeyler yazmakla güya İran ve Arap halklarını Türkiye’ye karşı tahrik ediyormuş! Veya “1911 ila 1923 yılları arasında kaybettiğimiz toprakları 2011 ila 2023 yılları arasında yeniden kazanacağız (veya kardeşlerimizle yeniden kucaklaşacağız)” sözünü Ahmed Davutoğlu dememiş de İran’lı falanca sitedeki haber editörü icat etmiş gibi muhatapları aptal yerine koyup demagojiler yapmak kendisi adına üzücüdür.
Nasıl olsa uzun süre İran’da yaşamış olarak bu ülkeyi tanıyor düşüncesindeki muhataplarının bu zaafından yararlanan kıdemli yazarımız, sanki İran’da Muhsin Rızai’den ve yakın olduğu internet sitesinden başka kaynak ve görüş sahibi yokmuş gibi hemen her yazısında aynı kişi ve siteden aktarmalar yapmakta ve dünyada herkesçe bilinen gerçekleri İranlılar tarafından uydurulmuş gibi göstermeye çalışmaktadır.
Bu son grupta bulunanların başvurduğu hilelerden biri de İmam Ali’nin(as) buyurduğu üzere hak sözle batılı murat etmeleridir. Hakkı tanımadan haklıyı tespit eden kalemşörlerimiz, İmam Hüseyn’den, Hz. Zeynep’ten dem vurup mazlumdan yana olduklarını söylerken bu iki eşsiz şahsiyetin mücadele ilke ve yöntemlerinden bir zerre nasiplenmemişlerdir. Bilmiyorlar ki, İmam Hüseyin’in, Hz. Zeyneb’in mücadele çizgisinde terör yoktur, masum insanları öldürmek yoktur, hedefe varmak için Allah’ın düşmanlarıyla işbirliğine girmek yoktur, iktidarı ele geçirmek için hile ve yalana sarılmak , riyakarlık yoktur.
Kerbela’da İmam Hüseyin ve yaranlarının şehid edilmesi cinayetinden daha büyük cinayetin bu faciaya yıllar öncesinden ortam hazırlayanlar tarafından işlendiği hakikatini idrak edemeyenlerin yüzeyselliği maalesef hala devam etmektedir. Suriye’deki kardeş kavgasına ortam hazırlayanları göremeyen basiretsizler asırlar öncesi nakaratı tekrarlamakta ve iddialarını kanıtlamak için de ne acıdır ki Kerbela’da işlenen cinayetin güya Suriye’de tekrarlandığı gibi sığ görüşlerle kafaları karıştırmaktalar. Suriye Kerbela’sında zulme uğrayanlar bunlara göre herhalde CIA denetiminde Hatay ve Adana’da eğitim alan, Suudi ve Katar petrodolarlarıyla beslenen, İsrail silahlarıyle donatılıp Suriye içine gönderilen ve önemli bir bölümünü El-Kaide’li kan içici teröristlerin oluşturduğu sözde mücahitler(!) oluşturmaktadır. Çünkü Şam sarayında Yezid’in yerinde Beşşar Esad oturduğuna göre muhalifleri de –neuzübillah- İmam Hüseyn’in izleyicileri olsa gerek. Bu çarpık mantıkla kalem oynatanlardan İslam İnkılabı’nın mesajını idrak etmelerini, İnkılap liderlik kadrosunun emperyalistlerin komploları karşısındaki basiretli duruşu anlamasını beklemek safdillik olur herhalde.
Birileri basiretsizlikleri ve ilkesizlikleri dolayısıyla olayları doğru tahlil edemedikleri için kahroluyorsa, bu onların kendi tercihleridir, buna bir diyeceğimiz olmaz. Ama zor anlarda İmam’ının, önderinin görüşünü kendi görüşüne tercih edenleri bastırılmış, susturulmuş kitleler olarak tanımlamak İranlılar gibi siyasal hayatın içinde bulunan bir millete yapılmış büyük bir hakarettir ve uhrevi sorumluluğu vardır kuşkusuz.
Gayri meşru ilişkilerde bulunanı değil de bu ilişkiyi görüp kınayanı suçlayan bu zihniyet, ABD,NATO, İsrail ve gerici Arap krallıkları ve şeyhlikleriyle kırıştıran hükümete toz kondurmadığı gibi Suriye hükümetinin direniş cephesinin önemli bir bölümünü oluşturduğu gerçeğini inkar edecek kadar hayasızlaşmaktadır. Daha birkaç gün önce Hizbullah’ın sadık lideri Seyyid Hasan Nasrullah 2006 savaşında İsrail’i Suriye’nin vermiş olduğu füze ve silahlarla durdurduklarını bütün aleme ilan etmişken Suriye hükümetinin direniş cephesinde olmadığına dair süslü püslü kelimelerle demagoji yapanlara ne denilebilir ki artık? Suriye muhalefetinin önderleri ABD ve müttefiklerinden silah ve para yardımı alabilmek için açık seçik bir şekilde İsrail konusunda görüşlerini resmen ilan etmişken bizim kalemşörlerin kraldan daha kral kesilmelerine pes vallahi demekten başka söz bulamıyoruz.
Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere amacımız Beşşar Esad'a ve Baasçı rejime yasallık ve hakkaniyet kazandırmaktan öte bu rejimi devirmek bahanesiyle planlanan komplo ve entrikalara; akıl tutulmuşluğuna, basiretsizlik ve ilkesizliklere dikkat çekmektir. Hükümetler ve hükümdarların hepsi geçici olduğu için Baasçı rejim de ayakta durabilir veya muhaliflerince yıkılabilir. Önemli olan bu süreçte hangi cephede olursa olsun her bir ferdin kendi kuruntularına değil ilahi ilkelere bağlı kalarak insaftan ayrılmamasıdır. Bu çizgiyi tutturmak ve korumak ise kolay olmayıp ancak ve ancak sadıklarla birlikte olmakla mümkündür, şeytanın dostlarıyla değil...
İlahi! bizi sadıkların yolunda sabit kadem et, onların dostlarından ve yardımcılarından karar kıl!
Y. ZİYA T.YILMAZ