کارگر

کارگر

Çarşamba, 06 Haziran 2012 06:25

ABD’ye yardımın bedeli

ABD eski başkanlarından Roosevelt, henüz 2. Dünya Savaşı neticelenmeden Kongre’de “dört özgürlük üzerine” bir konuşma yapmıştır.

Burada “dünyanın her yerinde konuşma ve ifade özgürlüğünden, kişinin Tanrısına kendi istediği biçimde tapınma özgürlüğünden, yoksulluktan kurtulma özgürlüğünden ve dünyanın herhangi bir yerinde korkudan kurtulma özgürlüğünden” bahsederek, “Bu, hiçbir ulusun herhangi bir komşusuna karşı fiziksel saldırı eylemi gerçekleştirmek durumunda olmayacağı bir durumdur” demiş ve devletlerin hareket sınırlarını çizmiştir. 1941 yılında bahsi geçen özgürlükler ABD halkları için halen geçerlidir. Özellikle 2000 senesinde vuku bulan New York’taki İkiz Kulelerdeki patlamalardan sonra birleşik devletler, Amerikan halkının her türlü emniyetini dünyanın genelinde temin edecek tedbirler almıştır. Haklar ve özgürlükler, kâğıt üzerinde tüm insanlara tanınmış olsa da hakikatte böyle bir şey söz konusu değildir.

Tam tersine ABD yeraltı kaynaklarını elde etmek maksadı ile bugün Ortadoğu coğrafyasında kan dökmektedir. Müslüman âleminin temel hakkını, yaşamlarını tehdit etmektedir.

ABD desteği ile bölgede lider olanlar da, vazifeleri bitince bağlılıklarını hayatları ile ödemektedirler. Irak lideri Saddam bir örnektir. Saddam 2003 yılında işgal sonrasında idam edilerek öldürülmüştür.

Ortadoğu da başlayan Arap Baharının etkisi ile iktidarı sona eren Tunus lideri Zeynelabidin ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır.

Libya lideri Kaddafi, ayaklanmaların ardından halkı tarafından linç edilerek can vermiştir.

Mısır lideri Hüsnü Mübarek, yargılandığı mahkemeye defalarca sedye ile taşınmış ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır.

Mübarek’in mahkeme salonunu terk ederken, “sonum bu mu olacaktı” diye bağırdığı belirtilmiştir. Maalesef, ABD yanında yer alan, onun çıkarlarına hizmet edenlerin sonu budur.

İşgale direnen Esad, Suriye Meclisinde yaptığı konuşmada, “Reformlara rağmen dış destekli bir savaşla karşı karşıya olduklarını” vurguladı.

Dış destekli bu savaşa, sırf ABD istiyor diye yardım edenler sonlarının Mübarek veya Saddam gibi olacaklarını hatırdan çıkarmamalıdır.

İran İslam Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Habibullah Seyyari, İran yapımı 'Tarık' adlı denizaltında gerekli tamiratın yapıldığını ve hâlihazırda serbest sularda göreve hazır olduğunu söyledi.

Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Tuğamiran Seyyari, Benderabbas kentinde düzenlenen bir merasimde yaptığı konuşmada, denizaltı tamiri yapan ülkelerin dünyada sayısının çok az olduğunu İran'ın sözkonusu ülkelerden biri sayıldığını kaydederek, "İran milli üretim ile İran iş ve yatırımı destekleme yılı"nda İran deniz kuvvetlerinin de kendi üzerine düşeni çok iyi bir şekilde yerine getirmekte olduğunu ve bu doğrultuda İranlı uzmanların çok kısa zamanda denizaltının tamirini gerçekleştirdiklerini söyledi.

İran'a ait 'Tarık' adlı denizaltı, İranlı uzmanlarca yapılıp radara yakalanmayan bir özelliğe sahiptir.

ABD'den suikast yalanı...

İran'ı nükleer başarısından dolayı engellemeye çalışan ABD şimdi de Türkiye ile İran arasında 'diplomatlara yönelik suikast' iddiasını ortaya atarak Türkiye'yi İran'a karşı kışkırtmaya çalışıyor.

Washington Post, İran ve Hizbullah ile doğrudan bağları olan kişilerin, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bazı ülkelerde diplomatları öldürme girişimlerinde bulundukları öne sürüldü.

Washington Post geçen ay ABD yetkililerine sunulduğunu belirttiği bir rapora dayanarak Azerbaycan, Hindistan, Türkiye, Tayland, Pakistan ve Gürcistan'da diplomatları öldürme girişimlerinin arasında geniş bağlantıların bulunduğunu iddia ederek, "Her girişim, İran veya Hizbullah ile doğrudan bağları olan elemanlarca gerçekleştirildi ve İran'a hasmane bir tutumu olan ülkelerin diplomatlarını hedef aldı" diye yazdı.

Washington Post gazetesi, geçen ay ABD'li yetkililere sunulan bir rapora dayanarak yayımlandığı geniş haberinde, İran ile bağlı cinayet komplolarının hedefleri arasında Amerikan diplomatlarının bulunduğunu belirterek özellikle Azerbaycan'da ortaya çıkarılan girişimler üzerinde durdu.

Son haftalarda dört ülkede yapılan araştırmaların sonucunda çeşitli ülkelerde diplomatlara yönelik cinayet girişimlerini, birbiri ile ve İran-destekli Hizbullah üyeleri veya İran içerisinde üstlenen elemanlarıyla bağlayan yeni kanıtların elde edildiği iddia edilen haberde, bu kanıtları özetleyen resmi raporun, telefon kayıtları, adli tıp testleri, koordine edilen seyahatlar ve İran'da satın alınıp saldırıları gerçekleştirecek kişilerce kullanılan SİM kartlarından söz ettiğine dikkat çekildi.

 

İran hakkından vazgeçmeyince!

Washington Post, söz konusu teşebbüslerin, ilkbahar başlarında birdenbire durduğunu, bunun da İran'ın, nükleer programına ilişkin müzakerelerin yeniden başlaması öncesi tonunu yumuşattığı döneme rastladığını da savundu.

Azerbaycan'da ortaya çıkarıldığı belirtilen komploların, son dönemde İran'a bağlanan birçok girişimin tarzına benzediğini kaydeden gazete, Suudi Arabistan'ın Washington Büyükelçisi'ni başarısız öldürme girişiminin de benzer bir planı içerdiğini iddia etti. Bu iddialar, İran'ın barışçıl nükleer enerji üretme hakkından vazgeçmemesi üzerine bölgenin en güçlü ülkesi olan Türkiye ile arasını açma çabaları olarak yorumlanıyor.

Milli Gazete 29-05-2012

Rahmi Onurşan Rahmani yazısında son dönemlerde Şiiler aleyhinde yazılan iftiralara cevap verdi. Yazı şöyle:

 

Ali Bulaç Zaman gazetesinde Şii ve Ehli Sünnet arasındaki ihtilafları değerlendiren ve güzel temennilerini dile getirdiği bir yazı kaleme almış. “Her iki tarafın da kabullendiği ravilerin rivayet ettikleri hadislerin derlendiği bir hadis mecmuası çalışması ve bunun taban kitleye yayılması gerekli olan ilk adımlardan biridir. Hakeza İmam-ı Cafer'in fıkhi görüşlerinin Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli fakihlerin görüşleri ile mukayeseli biçimde çalışılması bir başka önemli çalışma alanıdır. Bu ve benzeri çalışmalar her iki tarafın ortak paydalarını yeniden keşfini sağlayacaktır" temennisini paylaşmış.

İçten ve samimi olarak dile getirmiş olduğu sözlerine, tamamen katılıyorum.

Sadece bir temenni olduğu halde buna bile bazı arkadaşlar epey içerlenmiş. Kaleminden ve kendi deyimiyle, ona gelen bu konudaki değerlendirme ısrarlarından, ilahiyatçı olduğu anlaşılan Serdar Demirel kardeşim (İnternette gezinirken rastladım) iki sayfada, girmiş akaitten çıkmış fıkıhtan, usul-u alt üst edip dalmış adaleti sahabeyi kirama ve soluk soluğa haykırmış:

“Böyle bir şeyin mümkün olması için ya Ehli Sünnet'in ya da Şiîlerin en temel inanç esaslarından vazgeçmesi gerekir. “

O da yetmemiş, “Bu alanda yazılan Şiî usûlü hadis kitapları Ehli Sünnet’in usûl kitaplarından 6 asır sonra telif edilmiştir” diyerek farkı ortaya koyup defteri kapatmış.

Zaten her zaman böyle oluyor biri kalkıp Müslümanlar arasında vahdetten söz etse, takrip kelimesi ağzından çıksa, birileri kıyameti kopartıyor.

Elbette bütün bu saldırıların arkasında Şii İran halkının ve devletinin onurlu duruşu ve bu duruşun etkilediği pek de azımsanmayacak insan kitleleri, özellikle de Sünni dünya var. Sünni dünyadaki lider boşluğunun yerini İran’ın doldurabilme endişesi, bir kısım Müslüman kardeşimize, İran üzerinden Şii inancına her türlü iftira ve karalamayı caiz kılabiliyor. Kapı komşusunun da bir Şii olduğunu, Türkiye'de de milyonlarca Caferi-Şii yaşadığını hemencecik unutuveriyor.

Büyük bir haber ajansında çalışan bir tanıdık yanında bir arkadaşıyla görüşümüze gelmişti. Arkadaş “İran bütün dünyayı geriyor, fitne odağı gibi her tarafa ihtilaf yayıyor, bakın Ayetullah Sistani öyle değil…falan” sözlerine rahatsız oldum.

Olabilir dedim, fakat bir şey sormak istiyorum “Eğer İran devleti Şah’ın döneminde olduğu gibi Amerika’nın bir karakolu olarak çalışsa, Ayetullah Hamanei’de Kral Abdullah gibi Amerikalıların can dostu olsa, bir adım ileri gidip İsrail’i devlet olarak kabul edip, bedava gaz, petrol verse, Müslüman Filistinlileri terörist görse, NATO’ya üst verip, Ürdüncülük ve Katarcılık oynasa yine fitneci olur muydu?”

Biraz duraksadıktan sonra, ne ilgisi var hocam! diyebildi.

“Yapma gözüm! Başını Amerika’nın rahmet dizine yaslayan gericiliğin, terörizmin, krallığın, fitne ve tekfirciliğin merkezi olan devletler, sırf Amerika ve Batı dostu oldukları, İsrail’le iyi geçindikleri için bir Allah’ın kulu cesaret edip söz diyemiyorken, dünyanın hiçbir yerinde uzaktan yakından terörle ilgisi olmayan bir halkı böyle çirkin şeylerle ittiham etmek hangi vicdana sığar. Onların suçu; sadece onurlu duruşları, bunu da herkes biliyor. Ben bir Türk olarak onların bu mücadelelerine saygı duyuyorum.

İrancılık yapmıyorum ama vicdanımın sesini dinleyen bir Müslüman olarak diyebilirim ki, “İmam Ali’yi adaleti öldürdü” sözünün tecellisi İran İslam İnkılabı’dır. Onların suçu ise dünya emperyalizmi karşısındaki mantıklı, ilkeli ve onurlu duruşları. Bazıları birkaç sabah İrancılığa soyundular da, bu işin o kadar kolay olmadığını anladılar. Herkes bu yolda İran’ın ödediği bedeli ödeyemez ve herkes İran halkı gibi bu korkunç baskı ve karalama kampanyası altında bu kadar sabırlı ve dik duramaz. Bu baskı hangi devlete yapılsa şimdiye kadar yüz kere yıkılır yeniden kurulurdu. İşte herkesi şaşkına çeviren, biraz daha hırçınlaştıran bu. Ayetullah Sistani’nin bürosu da sizin tahmin ettiğinizden, hatta aklınızın ermeyeceği kadar basiretlidir, kimse bizi İran karşısında kullanabileceğini zannetmesin, böyle bir şeyi kimse başaramadı, sizin de boyunuzu aşar…”

Bu da diğer bir Müslüman kardeşim. Amerika, İsrail, Batı değil de İran rahatsız ediyorsa, fitnecilikle suçlanıyorsa ne diyebilirim ki? Bize muhalif olanlar Hz. Ali’yi tanısa, bize bu kadar düşman kesilmezlerdi. Nasıl tanısınlar ki, 60 yıl minberlerden lanetler yağdırdıkları bir insanı nasıl tanıyabilirler ki? Veya nasıl sevebilirler ki? Bizim İmamımızı tanıyıp sevemeyen, bizi nasıl tanıyıp sevebilir ki?

Her köşe yazarına cevap yetiştirmek diye bir derdimiz veya alışkanlığımız yok. Fakat bu bir şahıstan öteye bir düşünce tarzı. Bu nedenle birkaç konuyu aydınlatmak gerektiğine inanıyorum.

Şunu gönül rahatlığıyla diyebilirim ki; arkadaşların olur mu, olmaz mı? diye tartışmaya durdukları vahdeti, biz bu ülkede yaşıyoruz.

Kendimden örnek vereyim. 2 haftada bir ilahiyatçı arkadaşlarla ders halkamız var. Hanifi, Şafii, Caferi her mezhepten ve inançtan arkadaşımız var. Arap, Türk, Kürt, Lazımız var. İslami temel kaynakları alıp inceliyoruz, görüşlerimizi açıkça ortaya koyuyoruz. Namaz vakti gelince de sırasıyla bir arkadaşı öne geçirip cemaat namazı kılıyoruz. Bütün arkadaşlar birbirlerini kardeş gibi seviyorlar. Herkes açıkça görüşünü beyan ediyor ama dayatmıyor. O günü iple çekiyoruz. Farklılıklarımızı zenginlik olarak görüyoruz, tefrika nedeni olarak değil. Ali, Hüseyin gözüyle bakıyoruz kardeşimize, Muaviye, Yezit gözüyle değil.

Bu haberime sevindin mi, yoksa rahatsı mı oldun, bilmem. Ama sen de katılmak istersen buyur gel görüşlerinden istifade edelim…

Ayrıca Şii kaynaklarını öyle bir şekilde tasvir etmişsin ki gören de, Şiilerin Peygamberden 6-7 asır sonra kitap yazmaya başladığını, ondan önce, içi boş bir topluluk olduğunu sanacak.

Şii usul ve fıkıh kaynakları konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığınız anlaşılıyor. Daha birinci asırda İlim şehrinin kapısı İmam Ali’nin Şiileri kitap yazarken, hadis yazma yasağı nedeniyle diğerleri yazmaya cesaret dahi edemiyorlardı.

Sizin art niyetli olmadığınızı düşündüğüm için, ben Şii usul ve fıkıh kitaplarının ne zaman telif edilmeye başlandığını kısaca açıklayayım, sen, sizin kitapların bizden ne kadar önce yazıldığını biraz daha dikkatli hesapla.

Resulullah’tan sonra Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz’in (h. 99-101) dönemine kadar hadis yazılması yasağı olmasına rağmen (Ki biz bu yasağın siyasi olduğuna inanıyoruz) İmam Ali bu yasağa asla uymadı.

Nitekin bu konuda ilk kitap yazan da odur. Anlayacağın İslam tarihinde rivayet ve hadis konusunda ilk kitap yazan İmam Ali’dir. Onun “Sahife” adlı eseri kendisinden sonra evlatlarına miras olarak kalmıştır. İmam Bakır ve İmam Cafer Sadık’ın bazı fıkhı konularda bu kitabı öğrencilerine gösterdiği nakledilmiştir. Bütün haram ve helallerin, emir ve yasakların bu kitapta yazıldığı belirtilmiştir. (Ricali Neccasi, s.224; İhtiyari Marifeti’r Rical, s.376; el-Kafi, c.1, s.242; Tarih-i Fıkh-i Caferi, s.71)

Buhari de bu kitabın varlığına değinerek, fıkhi kuralları içerdiğini söylemiştir (Sahih-i Buhari, c.1, s.36; c.2. s.221; c.4, s.67, c.8,s.45)

Şiiler daha birinci asırdan kitap yazmaya hadisleri toplamaya başlamıştır. 1.asırdan vefat eden (ö. 96 h.) Zeyd b. Veheb “Hutebi Emiri’l Müminin” kitabını, İmam Cafer Sadık’ın öğrencilerinden Masad b. Sadaka da İmam Ali’nin fıkıh ve hikmet içerikli sözlerini, buyruklarını ihtiva eden ikinci “Hutebi Emiril Muminin”i yazmıştır.(Tusi, el-Fihrist, s.72; Neccasi, er-Rical, s.415)

Daha sonra bütün bu nefis kaynakların bir kısmı Seyit Rezi (359- 406 h.)tarafından, İmam Ali’nin hutbeleri, emirleri, veciz sözlerini ihtiva eden “Nehcu’l Belağa” unvanıyla toplanmıştır. Türkçeye kazandırılan bu eserin yaklaşık 5-6 çeşit tercümesi mevcuttur. Bu kitapta İmam Ali’nin 240 hutbesi, 79 mektubu, 480 hikmetli sözleri yer alır. Kendisi hem rivayetlerin derlenmesine emir vermiş hem bunların bir kısmını hutbelerine taşıyarak baki kılmıştır.

Abdulvahit Amidi ise İmam Ali’nin sözlerini, buyruklarını “Gureru’l Hikem” kitabında toplamıştır. (2 cilt olarak Alulbeyt yayınlarından çıktı)

“Sehife-i Seccadiyye” İmam Hüseyin’in Kerbela mesajını günümüze taşıyan İmam Zeynelabidin’in (d. 38 h.) kitabıdır. İmam Bakır ve İmam Zeyd’e imla ettirdiği bu kitap “A’li Muhammed Zeburu” olarak da meşhurdur. Aile, toplum, İslam öğretilerini 54 dua kalıbında işleyen muhteşem eser Türkçe olarak da basılmıştır.

Aynı şekilde İmam Zeynelabidin’İn “Risale-i Hukuk” kitabı İbni Şube’nin (ö. 381) “Tuhefu’l Ukul” ve Şeyh Saduk’un “el-Hisal” kitaplarında nakledilmiştir. Allah’ın, bedenin, namazın, öğretmenin, yöneticinin, anne ve babanın, evladın, komşunun, dostun, gayri Müslimlerin vd. hak ve hukuklarını genişçe ele alınmıştır. (Tuhefu’l Ukul, Kevser yayınlarından Türkçeye kazandırılmıştır)

İmam Bakır’ın “el-Fihrist” kitabı (İbn-i Nedim, el-Fihrist, c.2, s.36) İmam Sadık’ın “Tevhid-i Müfezzel”i (Arapça ve Farsça olarak basılmıştır) Ayrıca ahkam ve şer-i konularda risaleleri Kuleyni tarafından nakledilmiştir. (İbni Nedim, elfihrist, 198; Kafi, c.8, s.2)

İmam Ali’nin öğrencisi Ebu Rafi’in yazdığı “es-Sünen ve’l Ahkamu’l Kazaya”nın ardından, Ali b. Ebu Rafi ve Rabi b. Şami “el-Fıhık” kitaplarını telif etmişlerdir. (Ricali Neccaşi, s.6)

İmam Bakır (57-107 h.) ve İmam Cafer Sadık (83-148 h.) dönemlerinde yazılan sayısız fıkıh ve hadis kitaplarının fihristi İbn-i Nedim’in el-Fihrist, Ricali Neccasi, Fihristi Tusi ve diğer birçok kaynakta gelmiştir.

Yine bir Şii olan Muhammed b. Saib Kelbi ( 146 m.) Kuran’ı Kerimdeki ahkâm ayetlerini toparlamıştır (ez-Zeria, c.1, s.40)

Resulullah’ın İlim şehri İmam Ali’nin birincisi olduğu İmam Hasan ve Hüseyin’le devam eden 250 yıllık İmamlar döneminde sayısız eserler yazılmıştır.

İmam Zeynelabid’inin öğrencilerinden Yahya b. Ummuttevil, Saad b. Cubeyr (ö. 95 h.) tefsir ve fıkıh dalında kitaplar yazmıştır. Daha sonra zalim Haccac tarafında şehit edilmiştir.

İmam Bakır ve İmam Sadık öğrencilerinden Zurare b. A’yan (ö. 150 h) 1263 rivayet İmam Bakırdan, 494 rivayet İmam Sadık’tan nakletmiştir.

Muhammed b. Muslim (150 h.) kitabı “el-Müsned”inde 1981 rivayet nakletmiştir.

İmam Sadık’ın emriyle yazılan “Usul-u Erbea mia” 400 usul kitabı, daha sonra “Kutubu Erbaa” da düzene konularak günümüze gelmiştir. Bunlar şu anda elimizde bulunan (el-Kafi, İstibsar, tehzib ve el-Fakih) kitaplarında nakledilmiştir. (Fihrist-i Tusi, s.18; Tahrani, ez-Zeria, c.2, s.125; Ricalı Neccaşi, s.154)

Şimdiye kadar 266 unvan Usul-u Fıkıh kitabımız basılmıştır. Bunların her biri de kendi dalında bir mecmuadır. (Kitapşinasi-i Usul-u Fıkh-ı Şia)

Özellikle: ikinci asırda yaşayan Hişam b. Hekem’in, el-Elfaz ve Mubahisuha; Ebu Sahl Nobahti, el-Husus ve’l Umum, İbtalu’l Kıyas; Şeyh Mufid (336-413) et-Tezkire be Usulu’l Fıkıh; Seyit Murtaza A’lemil Huda (355-436 ) ez-Zeria İla Usulu’ş Şeria; Şeyh Tusi (384-460) İddetu’l Usul eşsiz Usul kitaplarıdır.

Ayrıca İbrahim b. Muhammed b. Ebi Yahya’nın (ö. 148) “Mubevvib fil Helal vel Haram; Hasan b. Mahbub Surrad’ın (ö. 224 h.)Maşşihe’si; Muhammed b. Muafi (ö. 265 h) Şeraiu İman; İbrahim b. Muhammed Sakafi’nin (ö. 283 h) Camiu Kebir fil Fıkıh, Şeyh Mufid (336-413) el-Muğnie, Tusi’nin Muğnie ve el-Mebsutu diğer nefis eserlerdir.

Ne demiştiniz, sizin Usul-Fıkıh kitapları bizden 6 asır önce mi yazılmıştı?

Adama, Resulullah’ın mezhebi ne idi? diye sormuşlar.

Adam, tabi ki “Hanifi” demiş, sen hiç Kuran okumadın mı? Yüce Allah Rum/30 da “Henifen” diye buyurmuyor mu!?

....

Hala “bizim Usul sizinkinden 6 asır önce yazılmış” diyorsan, saygı duyarım. “Demek ki gerçekten Peygamberimiz (s.a.a) Ebu Hanife mezhebine tabiymiş” derim.

Bize sadece, Resulullah’tan yüzyıllar önce kurulmuş bir mezhebe “es-Sabikun” olarak saygı duymak düşer...

Rahmi Onurşan Rahmani

 

Bir gün okuldan eve dönerken mahallede toplanan kalabalık ilgimi çekmişti. Evimize çok yakın olan bahçenin önünde toplanmışlardı. Kalabalık içinde boyunlarında fotoğraf makinelerinin asılı olduğu gazetecilerin olduğunu fark ettim. Bende merak hissi uyanmıştı. Bahçeye aniden atlayarak kalabalığın içine daldım. Her ne yaptımsa bir şey anlamadım. Bir gazeteciye: “Burada bir olay mı oldu?” diye sordum. Gazeteci “şimdilik hayır, ama bundan sonra önemli olaylar olacak.” Dedi. Daha sonra bana siz bu köyden misiniz? Diye sordu. Ben onun söylediklerinden bir şey anlamamıştım. Dedim ki “Evet, evimiz az ileride.” Gazeteci “Kısa bir süre sonra köyünüz dünyanın en ünlü köyü olacak!” dedi. Ben de şaşırarak dedim ki: “Köyümüzün ünlenmesine sebep olacak bir olay mı olacak?”

 

Gazeteci dedi ki: “Şu ana kadar Ayetullah Humeyni adını duydun mu?” ismi bana tanıdıktı. Defalarca ismini radyo ve televizyondan duymuş, resimlerini de gazetelerde görmüştüm. Dedim ki: “İran’ın dini lideri olan mı?” dedi ki: “Bravo sana delikanlı, işte o artık burada ve sizin komşunuz oldu.” Heyecanlı bir biçimde dedim ki: “Tamam da siz niye buraya toplandınız, yoksa dışarı mı çıkacak?”

Gazeteci “Hayır, dışarı çıkmayacak, ama röportaj yapacak.” Dedi. Bende oluşan merak onu her ne olursa olsun görme hissini uyandırmıştı, çünkü her gün gazetelerin bahsettiği kişiyi görerek okulda arkadaşlarıma hava atabilecektim.

Dedim ki: “Eğer burada beklersem onu görmeme izin verirler mi?” dedi ki: bilmiyorum, ama ileride duran kişiyi parmağıyla işaret ederek ona sorarsan belki izin verir. Ona doğru gittim ve dedim ki: “Evimiz az ileride, acaba Ayetullah Humeyni’yi yakından görebilir miyim?” adam dedi ki: “Ayetullah Humeyni hakkında ne biliyorsun?” dedim ki: “Bunu biliyorum ki İran’ın dini lideri ve her gün gazeteler hakkında bir şeyler yazıyor.” Biraz düşündükten sonra dedi ki: “Senden başka kimse var mı?” gazetecileri göstererek dedim ki: “Gördüğünüz gibi bunlarda var. Size söz veriyorum toplantının düzenini bozmadan sadece birkaç dakikalığına göreceğim.” Dedim.

Bahçenin kapısı açıldı. Ayetullah Humeyni ruhani elbiseleri giymiş başının etrafına siyah bir sarık sarmış yaşlı bir adamdı. Bir an için, onun “önümde duran Mesih olduğunu hissettim.” Bir saatin nasıl geçtiğinin farkına bile varmadan vakit bitmişti. Hayret ve şaşkınlığımı henüz üzerimden atamadan anneme gittim ve dedim ki: “Anne, Mesih’i yakından görmek istiyor musun?” biliyordum ki eğer onu görürse benim duygularımı anlayacak.

Anneme dedim ki: “Sana göre onun buraya gelmesinin bir sakıncası var mı?” dedi ki: “Hayır, ama baban sakin bir yer peşindeydi. Artık bundan sonra burası sakin bir yer olmaktan çıkacak.”

Annemin öngörüsü doğruydu. Babam geldikten sonra oldukça sinirlendi. Ceketini çıkardıktan sonra kendisini kanepenin üzerine atarak sinirli bir şekilde şöyle dedi: “Bu yıl şanssızlıklar peşimi bırakmıyor. Her nereye gitsem bir şey oluyor. Şirketimin iflas etmesi yetmiyormuş gibi şimdi de buradaki şu durum.”

Annem onu sakinleştirmek isteyerek şöyle dedi: “Bu durum fazla uzun sürmez, şayet birkaç gün sonra ortam sakinleşir.” Babam sinirli bir şekilde: “İnşallah öyle olur.” Dedi. Annem: “Gazetelerde okudum, birkaç güne kadar İran’a dönebilirmiş.” Dedi. Babam sinirli bir şekilde kendi kendisine şöyle söyleniyordu: “Neden buraya geldi ki, hem de bu küçük köye?”

Noel tatiline birkaç gün kalmıştı. Artık ders okuma hevesim kalmamıştı. Devamlı onu düşünüyordum, öyle ki ona bakmaktan bir türlü kendimi alamıyordum. Ama babam öfkeli bir şekilde polise şikayet etmek istiyor ve şöyle diyordu: “Bizimde hak ve hukukumuz var. Daha ne kadar tahammül edelim?” artık dayanamadım ve şöyle dedim: “Kaç zamandır o burada, hatta bir kereliğine bile olsa onu görmeye gitmedin.” Babam alaycı bir şekilde şöyle dedi: “O da tıpkı öteki keşişler gibidir. Kesinlikle o da ötekiler gibi durmadan nasihatler etmekte.” Dedim ki: “Baba, sen söylememiş miydin acele karar vermeyin diye? Senin daha mantıklı biri olduğunu düşünüyordum. Bugün bir konuşuma yapacak, benim hatırımla da olsa gel birlikte gidelim. Eğer hoşlanmasan geri dönersin.” Babam dedi ki: “Ne zaman gitmemiz gerekiyor?” dedim ki: “Yarım saatten az zaman kaldı, o zaman konusunda çok dakik biridir.”

Babamla konuşma yapacağı yere gittik. Gazetecilerin dışında halktan da orada toplanmış baya bir kalabalık vardı. Benim için oldukça ilginçti. Çünkü oradakilerin birçoğu konuşmasının bir kelimesini bile bilmiyorlardı.

O geldiğinde hepsi saygıyla ayağa kalktılar. O anda babama baktığımda gözleri yaşlarla dolmuştu. Artık rahatlamıştım. Sonraki günlerde babamla birlikte konuşmalarını dinlemeye gidiyorduk, artık babamda sinirlilik alameti yoktu.

*** *** ***

Hz. İsa’nın (a.s) doğum günü akşamıydı. Herkes evdeki çam ağacının etrafında toplanmıştık. Birden kapının zili çaldı. Acaba gecenin bu saatinde kim gelmişti?! Babam kapıya doğru gitti bende peşi sıra. Elinde birkaç demet gül ile bir tatlı kutusuyla kapının önünde bir adam duruyordu. Güler yüzlü bir şekilde selâm vererek gülleri babamın önüne tutarak: “Bunlar Ayetullah Humeyni tarafındandır. Ayetullah Humeyni, Hz. İsa’nın doğum gününden dolayı sizleri tebrik etmekte ve köyde bulunmasının sizleri zahmete düşürme olasılığından dolayı sizlerden özür dilemekte.” Dedi.

Babam gülleri ve tatlı kutusunu aldıktan sonra şöyle dedi: “Bizden taraf ona teşekkürlerimizi iletin.” Babam hiçbir şey söyleyemeden odaya doğru gitti ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Sanki içinde bir şeyler kopuyordu. İlk defa babamın yüksek sesle ağladığını görmüştüm. Anneme doğru gittim ve sevinçle dedim ki: “Anne, bu yıl bize Mesih’ten hediye geldi. Gül ve tatlı.”

Gelecek pazar 3 haziran rahmatli İmam HÜMEYNInin vefatının 23. yıl dönemi münasibetiğle onu sevgi ve saygiğle yad edip ve onun çizdiği yola devam etmemizi bir kere daha ant içiyoruz . ALLAHTtan ona rahmet ve onun halifesi olan IMAM HAMENEYIye basarilarve salamat diliyoruz .

İran savunma sanayiinin gerçekleştirdiği 23 elektro optik ve lazer projesi, Savunma Bakanı Vahidi'nin katıldığı törenle hizmete girdi.

İran savunma sanayiine bağlı Sairan elektro optik sanayii firması, Savunma Bakanı General Ahmet Vahidi'nin de katıldığı bir törenle 23 projenin açılışını yaptı.

Törende bir konuşma yapan General Vahidi, ülkenin savunma sahasında elektronik, optik, komünikasyon ve lazerin önemine değinerek İranlı uzmanların getirdikleri yeniliklerle en üstün teknolojilere göre üretim yaptıklarını vurguladı.

General Vahidi, bu çerçevede bugün savunma sanayiinde büyük hassasiyet arz eden 23 projenin hizmete girmesine şahit olduklarını ifade etti.

General Vahidi, söz konusu projelerin her birinin silahlı kuvvetlerin caydırıcı gücüne büyük katkısı olacağını vurguladı.

 

 

Gafil kalp, şeytanın saldırılarına maruz kalır. Her ne zaman şeytan insanın can ve kalbine hakim olursa dünyada şer ve fesat oluşur. Alemdeki her türlü şer ve fesatla mücadele etmenin derin ve doğru yolu Allah’la irtibat kurmak ve şeytanın nüfuz ve egemenliğinden kalp ve canı dokunulmaz kılmaktır. Eğer şeytan uluslar arası toplumda büyük etkileri olan insanların kalplerine musallat olmasaydı, dünya huzur ve barış içinde olur ve insanlar güvenlik ve selamet içinde yaşarlardı. Beşerin tüm sefalet ve sıkıntılarının kaynağı Allah’tan uzak olmaktır. Dolayısıyla İslam’da yüce Allah’la irtibat kurmak için özel fırsatlar muayyen edilmiştir. Bu fırsatlardan biride “Recep” ayıdır.

Recep ayının kadrini biliniz. Bu ay için zikredilen duaların hepsi derstir. Sadece ağız lakırdısı değildir. Bu duaları kalp huzuru ve anlamının derinliklerine teveccühle kalp ve dillerinizde cari ediniz. Eğer Müslüman bir insan Recep ayında ve daha sonra Şaban ayında yüce Allah’la olan irtibatını pürüzsüz ve daha yakın ederse, Ramazan ayına hazırlıklı girmiş olur. O zaman Ramazan ayı “İlahi ziyafet” olur. İnsan hazır olmalı ve daha sonra ziyafete girmelidir. “önce temizlen…”

İnsan, bu temizliği Recep ve Şaban ayında yapmalıdır ki Ramazan ayında ilahi sofranın başında oturabilsin. Ve o sofradan nimet elde ederek feyizlenebilsin. Eğer Ramazan ayından feyiz alırsak, o zaman amel, ahlak, tutum ve görüşlerimizde ilerlediğimizi kendisinde gösterir. Kendimiz kendimizi ölçer ve karşılaştırırız ve ilerlediğimizi teşhis ederiz. Bizler bu imtihanları yapmamakta ve sonra sıkıntı ve problemleri kendi vücudumuzda ve toplumumuzda görmekteyiz.

Kabe, Beytullah ve Mehcidü'l Haram


Pazartesi, 28 May 2012 09:36

Recep Ayının Fazilet ve Önemi

Recep, Şaban ve ramazan ayları ibadet ve maneviyat açısından diğer aylara göre daha üstün bir şeref ve fazilete sahiptir. Recep, baldan daha tatlı sütten daha beyaz olan cennette bir nehrin adıdır. Her kim bu ayda oruç tutarsa bu nehrin suyundan içecektir.

Hz. Resul-ü Ekrem'den (s.a.a) nakledilen bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Recep Allah'ın büyük ayıdır. Hiçbir ay hürmet ve fazilette bu aya ulaşamaz. Bu ayda kafirlerle savaş haramdır. Şunu bilin ki recep Allah'ın ayı, şaban benim ayım ve ramazan ümmetimin ayıdır. Kim recep ayının bir gününü oruç tutarsa, Allah'ın rızasını kazanmış olur. Allah'ın gazabı ondan uzaklaşır ve cehennem kapılarından birisi onun yüzüne kapanır.

Mübarek Recep ayı, ilahi rahmetin indiği, Kabe’nin oğlunun doğduğu ve efendimizin me’bus olduğu aydır.

 

Recep ayı, kameri ayların yedincisi olup çok şerif ve haram aylardandır. Recep, baldan daha tatlı sütten daha beyaz olan cennette bir nehrin adıdır. Her kim bu ayda oruç tutarsa bu nehrin suyundan içecektir.

Recep, Şaban ve Ramazan ayları çok şerif aylardan olup faziletleri hakkında bir çok rivayet nakledilmiştir. Recep ayı, yedinci aydır.

Mübarek Recep ayı, ilahi rahmetin indiği ve Kabe’nin oğlunun doğduğu aydır. Peygamber Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Recep ayı, ümmetim için ‘istiğfar’ ayıdır. Recep ayı, Allah’ın büyük ayı olup fazilet ve saygınlıkta ona erişilmez. Bu ayda kafirlerle savaşmak haramdır. Recep, Allah’ın ayı; Şaban benim ayım ve Ramazan, ümmetimin ayıdır. Her kim Recep ayında bir gün oruç tutarsa Allah’ın hoşnutluğunu kazanır. İlahi gazap ondan uzaklaşır ve cehennem kapıları onun üstüne kapanır.”

Recep ayına, Allah’ın rahmetinin insanların üzerine yağdığı anlamına gelen “Recebu’l Eseb”de demektedirler.

Masumlardan nakledilen bir rivayette şöyle buyrulmuştur: “Recep, baldan daha tatlı sütten daha beyaz olan cennette bir nehrin adıdır. Her kim bu ayda oruç tutarsa bu nehrin suyundan içecektir.” Başka bir hadiste şöyle denilmiştir: “Her kim onda üç gün oruç tutarsa cennet ona farz olur.”

 

Recep Ayındaki Önemli Etkinlikler

Recep ayında dini ve tarihi bir çok gelişme yaşanmıştır. Onlardan bazılarına aşağıda değiniyoruz:

1. Birinci gün: Hz. İmam Muhammed Bakır’ın (a.s) doğum günü. (Hicri 57)

2. Üçüncü gün: Hz. İmam Ali Naki (Hadi) aleyhi selam’ın Şehadet günü (hicri 254)

3. Birinci cuma gecesi “Regaib Gecesi” (kandili)

4. Onuncu gün: Hz. İmam Muhammed Taki’nin (Cevad) aleyhi selam (hicri 195) ve Hz. Ali Asgar’in (a.s) doğum günleri. (Hicri 60)

5. On üçüncü gün: Emire’l Mümin’in Hz. Ali’nin aleyhi selam Kabe’de doğduğu gün.

6. On yedinci gün: Peygamber efendimizin oğlu İbrahim’in vefat günü (hicri 10)

7. Yirmi Beşinci gün: İmam Musa bin Cafer aleyhi selam’ın şehadet günü (hicri 182)

8. Yirmi Yedinci gün: Peygamber Efendimizin (s.a.a) mebus olduğu gün.

 

RECEP AYININ AMELLERİ

Recep ayı, Allah Teâlâ’nın inayet ettiği ve fazileti hakkında bir çok hadisin olduğu bir aydır.

 

1. Oruç Tutmak

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hz. Nuh (a.s) gemiye bindiği zaman Recep ayının birinci günüydü. Yanındakilerden o günü oruç tutmalarını istedi. Sonra şöyle buyurdu: “Bugünün orucu gelecek yıla kadar oruç tutanı ateşten uzak tutar ve bu aydan yedi gün oruç tutarsa azap kapıları onun üzerine kapanır.”

Peygamber Efendimiz (Allah’ın selamı onun ve ehlibeytinin üzerine olsun) şöyle buyurmuştur: “Kim bu ayda bir gün oruç tutarsa Kıyametin zorluklarından güvende olur.”

Bu ayın Perşembe, Cuma ve Cumartesi günü üç gün oruç tutmak çok güzedir. zira naklolunan rivayetlere göre her kim haram aylardan bu üç günü oruç tutarsa Hak Teâlâ onun için 900 yıllık ibadet sevabı yazar.

İmam Musa Kazım'dan (a.s) şöyle rivayet edilir: "Kim recepten birgün oruç tutarsa, cehennem ateşi bir yıllık mesafe ondan uzaklaşır. Kim üç gün oruç tutarsa, cennet ona farz olur."

İbn-i Babeveyh, Salim'den şöyle rivayet etmiştir:

"Ben recep ayının sonuna bir kaç gün kala İmam Sadık'ın (a.s) yanına gitmiştim. Beni görür-görmez şöyle buyurdu:

"Ey Salim! Bu ayda hiç oruç tuttun mu?" "Hayır vallahi" dedim "ey Resulullah'ın oğlu!" İmam (a.s) şöyle buyurdu: "O kadar sevap kaybetmişsin ki miktarını ancak Allah (c.c) bilir. Bu, Allah'ın üstün kıldığı ve hürmetini yücelttiği bir aydır. Bu ayda oruç tutanları kendi ikram ve değerlendirmesine mazhar kılmayı kendisine farz kılmıştır. Salim diyor ki ben: "Ey Resulullah'ın oğlu, eğer bu ayın kalan günlerini oruç tutarsam, bu ayda oruç tutanların sevabının bir kısmını elde etmiş olabilir miyim? diye sorduğumda şöyle buyurdu: "Ey Salim! Kim bu ayın sonundan bir gün oruç tutarsa, ölüm anındaki can çekişme ve rahatsızlıklardan, ölüm sonrasının dehşetinden ve kabir azabından kurtulur. Kim bu ayın sonundan iki gün oruç tutarsa, Sırat'tan kolaylıkla geçer ve kim bu ayın sonundan üç gün oruç tutarsa, kıyamet gününün büyük korkusu, dehşet ve zorluklarından kurtulur ve kendisine cehennem ateşinden kurtuluş beratı verilir."

Resul-i Ekrem (s.a.a): "Recep ayındaki ilk Cuma gecesinden gaflet etmeyin. Hiç şüphesiz o geceye melekler "Ragâib Gecesi" derler. Zira gecenin üçte birisi geçtiğinde, göklerde ve yerde bulunan bütün melekler Kabe ve etrafına toplanırlar. Allah-u Teâlâ onlara hitap ederek şöyle buyurur: "Ey benim meleklerim, istediğiniz şeyi benden dileyin." Onlar da şöyle arz ederler: "Ey Rabbimiz, bizim isteğimiz Recep ayının oruçlularını bağışlamandır." Allah Tebâreke ve Teâlâ da "Kabul ettim" diye cevap verir.

Bu Ayda Oruç Tutamayanlar İçin Zikir

 

Kısaca recep ayının orucuyla ilgili çok fazilet ve sevap nakledilmiştir. (Bazı mazeretlerden dolayı) recep ayının orucunu tutamayan birisi, her gün yüz defa şu zikri söylerse recep ayının orucunun sevabını (kısmen de olsa) idrak etmiş olur:

سُبْحانَ الاِْلهِ الْجَليلِ، سُبْحانَ مَنْ لا يَنْبَغِى التَّسْبيحُ اِلاَّ لَهُ، سُبْحانَ الاَْعَزِّ الاَْكْرَمِ، سُبْحانَ مَنْ لَبِسَ الْعِزَّةَ وَهُوَ لَهُ اَهْلٌ

"Subhan'el-İlah'il-celîl. Subhane men la yenbeğî't-tesbîhu illa leh. Subhan'el-eazz'il-ekrem. Subhane men lebise'l-izze ve huve lehu ehl."

Anlamı: Münezzehtir yüce İlâh. Münezzehtir kendisinden başkasına tessbih ve takdis yakışmayan. Münezzehtir en büyük izzet ve kerem sahibi. Münezzehtir layık olduğu halde izzet libasını giyen. –Allah-

2. Sadaka Vermek

Mali imkanları olanların bir mod taam miktarı kadar miskinlere sadaka vermeleri. Mali imkanları olmayanların bunun yerine diyebildikleri kadar tesbih ve zikir demeleri.

 

3. Dua Okumak

Recep ayının her gününde akşam, sabah, gece ve gündüz kıldığın namazların ardından şu duayı oku:

Seyyid İbn-i Tavus, (r.a) Muhammed İbn-i Zekvan'dan (r.a) şöyle naklediyor: "İmam Cafer Sadık'a (a.s); "Canım sana feda olsun, işte Recep ayına girmiş bulunuyoruz; Allah'ın beni faydalandıracağı bir duayı bana öğretmenizi istiyorum" dedim. İmam (a.s) yaz diye buyurdu:

 

يا مَنْ اَرْجُوهُ لِكُلِّ خَيْر، وَآمَنَ سَخَطَهُ عِنْدَ كُلِّ شَرٍّ، يا مَنْ يُعْطِي الْكَثيرَ بِالْقَليلِ، يا مَنْ يُعْطي مَنْ سَأَلَهُ يا مَنْ يُعْطي مَنْ لَمْ يَسْأَلْهُ وَمَنْ لَمْ يَعْرِفْهُ تَحَنُّناً مِنْهُ وَرَحْمَةً، اَعْطِني بِمَسْأَلَتي اِيّاكَ جَميعَ خَيْرِ الدُّنْيا وَجَميعَ خَيْرِ الاْخِرَةِ، وَاصْرِفْ عَنّي بِمَسْأَلَتي اِيّاكَ جَميعَ شَرِّ الدُّنْيا وَشَرِّ الاْخِرَةِ، فَاِنَّهُ غَيْرُ مَنْقُوص ما اَعْطَيْتَ، وَزِدْني مِنْ فَضْلِكَ يا كَريمُ .

Ravi şöyle devam ediyor; sonra İmam (a.s) sol eliyle sakalını tuttuğu halde sağ işaret parmağını hareket ettirerek bu duayı okudu ve ardından şu cümleleri ekledi:

يا ذَا الْجَلالِ وَالاْكْرامِ يا ذَا النَّعْمَاءِ وَالْجُودِ يا ذَا الْمَنِّ وَالطَّوْلِ حَرِّمْ شَيْبَتِي عَلَى النَّارِ

"Ya men ercûhu li-kulli hayr; ve âmenu sehatehu inde kulli şerr. Ya men yu'ti'l-kesîre bi'l-galîl. Ya men yu'tî men seeleh. Ya men yu'tî men lem yes'elhu ve men lem ye'rifhu bi-mes'eletî iyyake cemîe hayr'id-dunya ve cemîe hayr'il-ahire, vasrif annî bi-mes'eletî iyyake cemîe şerr'id-dunya ve şerr'il-ahire. Feinnehu ğayru mengûsin ma e'teyte ve zidnî min fazlike ya kerîm."

Ravi şöyle devam ediyor; sonra İmam (a.s) sol eliyle sakalını tuttuğu halde sağ işaret parmağını hareket ettirerek bu duayı okudu ve ardından şu cümleleri ekledi:

"Ya ze'l-celâli ve'l-ikram. Ya ze'n-ne'mai ve'l-cûd. Ya ze'l-menni ve't-tavl. Harrim şeybetî ale'n-nâr."

Tercümesi : Ey her hayrını ümid ettiğim ve her kötülükte gazabından güvencede olmayı umduğum (rabbim)! Ey aza karşılık çok veren; ey rahmet ve şefkatinden dolayı isteyene de, istemeyene de veren. Sana yalvarıyorum, dünya ve ahiret hayrının hepsinden bana da nasip buyur. Bütün dünya ve ahiret şerrini benden uzaklaştır. Kendi fazl-u kereminden bana verdiğini artır ey Kerim (Allah)!

Ey celal ve kerem sahibi, ey –sonsuz- nimetler ve cömertlik sahibi, ey bağış ve ihsan sahibi, şu beyaz sakalımı -cehennem- ateşine haram (yasak) kıl.

 

Recep ayının her gününde okunması gereken diğer dualar:

Birinci Dua

 

يا مَنْ يَمْلِكُ حَوائِجُ السَّائلِينَ، وَيَعْلَمُ ضَمِيرَ الصَّامِتِينَ، لِكُلِّ مَسْأَلَةِ مِنْكَ سَمْعٌ حاضِرٌ وَجَوابٌ عَتِيدٌ، اللَّـهُمَّ وَ مَوعِيدُكَ، الصَّادِقَة، وَ اَيدِيكَ الفاضِلَة، وَرَحْمَتُكَ الواسِعَة، فأسْأَلُكَ اَنْ تٌصَلِّيَ عَلى مُحَمَّد وَآلِ مُحَمَّد وَاَنْ تَقْضِي حَوائِجِي لِلدُّنْيا وَالاْخِرَة، اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَيْيِء قَدِيرٌ .

Tercümesi : Ey saillerin hacetlerini elinde bulunduran ve susanların sırrını bilen (Allah) sen her isteği anında duyar ve her isteği yerine getirebilirsin. Allah’ım! Senin vaatlerin sadık, nimetlerin bol ve rahmetin geniştir. O halde, Muhammed ve Ehlibeyt’ine rahmet etmeni ve benim dünya ve ahiretle ilgili hacetlerimi vermeni diliyorum. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter.

İkinci Dua

 

خابَ الوافِدُونَ عَلى غَيْرِكَ، وَخَسِرَ المُتَعَرِّضُونَ إِلاّ لَكَ، وَضاعَ المُلِّمُونَ إِلاّ بِكَ، وَاَجْدَبَ الْمُنْتَجِعُونَ إِلاّ مَنِ انْتَجَعَ فَضْلَكَ، بابُكَ مَفْتُوحٌ لِلرّاغِبينَ، وَخَيْرُكَ مَبْذُولٌ لِلطّالِبينَ وَفَضْلُكَ مُباحٌ لِلسّائِلينَ، وَنَيْلُكَ مُتاحٌ لِلامِلينَ، وَرِزْقُكَ مَبْسُوطٌ لِمَنْ عَصاكَ، وَحِلْمُكَ مُعْتَرِضٌ لِمَنْ ناواكَ، عادَتُكَ الاِْحْسانُ اِلَى الْمُسيئينَ، وَسَبيلُكَ الاِبْقاءُ عَلَى الْمُعْتَدينَ، ُاَللّـهُمَّ فَاهْدِني هُدَى الْمُهْتَدينَ، وَارْزُقْني اجْتِهادَ الُْمجْتَهِدينَ، وَلا تَجْعَلْني مِنَ الْغافِلينَ الْمُبْعَدينَ، واغْفِرْ لي يَوْمَ الدّينِ .

 

Tercümesi :Senden başkasının kapısına giden mahrum kalır; senden gayrisine yönelen ziyan eder; senin katından başkasına yönelen zayi olur ve senin fazlu kereminden başkasını uman kaybeder. Kapın talep edenlere açıktır; hayır ve ihsanın arayanlara ulaşır. Fazl-u keremin saillere mubah, bağışın ümit edenlere hazır, rızkın sana isyan edenlere (dahi) açıktır. Hilmin seni kastedenlere ulaşır. Kötülük edenlere iyilik etmek, senin sünnetin ve haddini aşanlarla müdara etmek senin yolundur. Allah’ım! O halde beni de hidayet edilmişlerin yoluna hidayet et. Bana da (itaatin yolunda) çaba gösterenlerin çabasını nasip buyur; beni (rahmetinden) uzaklaştırılmış gafillerden eyleme ve ceza (kıyamet) gününde beni bağışla.

 

Üçüncü Dua

 

اَللّـهُمَّ اِنّي اَساَلُكَ صَبْرَ الشّاكِرينَ لَكَ، وَعَمَلَ الْخائِفينَ مِنْك، وَيَقينَ الْعابِدينَ لَكَ، اَللّـهُمَّ اَنْتَ الْعَلِيُّ الْعَظيمُ، وَاَنَا عَبْدُكَ الْبائِسُ الْفَقيرُ، اَنْتَ الْغَنِيُّ الْحَميدُ، وَاَنَا الْعَبْدُ الذَّليل، اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى مُحَمَّد وَآلِهِ وَاْمْنُنْ بِغِناكَ عَلى فَقْري، وَبِحِلْمِكَ عَلى جَهْلي، وَبِقُوَّتِكَ عَلى ضَعْفي، يا قَوِيُّ يا عَزيزُ، اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى مُحَمَّد وَآلِهِ الاْوصياءِ الْمَرْضِيِّينَ، وَاكْفِني ما اَهَمَّني مِنْ اَمْرِ الدُّنْيا وَالاخِرَةِ يا اَرْحَمَ الرّاحِمينَ .

 

Tercümesi : Allah’ım! Sana şükredenlerin sabrını, senden korkanların amelini ve sana ibadet edenlerin yakinini diliyorum Senden. Allah’ım! Sen yücesin, azamet sahibisin; bense Senin zavallı ve fakir bir kulunum. Seni gani ve güzel sıfatlara sahipsin, bense zelil bir kulum. Allah’ım! Muhammed ve Ehlibeyti’ne rahmet et ve zenginliğinle fakirliğime, hilim ve sabrınla cahilliğime, gücünle zayıflığıma acı; ey güçlü ve izzet sahibi Allah’ım! Muhammed’e ve onun beğenilmiş vasileri olan Ehlibeyti’ne rahmet et; dünya ve ahiretimle ilgili önemli sorunlarımı hallet, ey merhametlilerin en merhametlisi!

 

4. İmam Hüseyin’in (a.s) Ziyareti

Hz. İmam Cafer Sadık’tan (a.s) rivayet edildiğine göre her kim imam Hüseyin’i (a.s) Recep ayında ziyaret ederse Allah onu bağışlar. Elbette bilinmelidir ki uzaktan da Hz. Hüseyin ziyaret edilebilir. İnşallah.

 

5. İmam Ali bin Musa Rıza’nın (a.s) ziyaret edilmesi.

6. Bu ayda Umre yapılması.


7. İstiğfar ve Zikirlerin yapılması

İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen bir hadiste İmam (a.s) Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle rivayet etmiştir:

"Recep benim ümmetim için mağfiret dileme ayıdır. Bu ayda istiğfar edin (tevbe edin ve bağışlanma dileyin.) Zira Hak Teala, çok bağışlayan ve rahimdir. Recep ayına "Asabb" (dökülen) denir; zira bu ayda benim ümmetimin üzerine çok rahmet dökülür. O halde şu zikri çok söyleyin:

اَسْتَغْفِرُ اللهَ وَاَسْألُهُ الَتَّوْبَة

"Esteğfirullahe ve es'eluhu't-tevbe."

"Allah'tan mağfiret ve tevbe diliyorum."

Bu ayda 1000 defa bu zikir söylenir:

اَسْتَغْفِرُ اللهَ ذَا الْجَلالِ وَالاْكْرامِ مِنْ جَميعِ الذُّنُوبِ وَالاثامِ

Kim 100 kere bu zikri:

اَسْتِغْفِرُ اللهَ لا اِلَـهَ إلاَّ هُوَ وَحْدَهُ لا شَرِيكَ لَهُ وَاَتُوبُ اِلَيْه

Esteğfirullahellezi la ilahe illa hu, vehdehu la şeriyke lehu ve etubu ileyh.”[1]

Der ve ardı sıra sadaka verirse, Allah onun sonunu rahmet ve mağfiretle hatmeder. Kim dört yüz defa söylerse Allah yüz şehidin sevabını kendisine verir.

 

1000 kere bu zikri söylemek:

لا اِلَـهَ إلاّ الله

“la ilahe illallah”; “Allah’tan başka ilah yoktur”

Kim Recep ayında yetmiş defa sabahleyin yetmiş defa da akşamleyin bu zikri:

اَسْتَغْفِرُ اللهَ وَاَتُوبُ اِلَيْهِ

Der ve Yetmişinci defanın ardı sıra yetmiş birinci de

اَللّـهُمَّ اغْفِرْ لي وَتُبْ عَلَيَّ

Derse, Allah’ın hoşnutluğunu kazanarak ölür ve recep ayının bereketiyle cehennem ateşine müptela olmaz.

 

8. Namaz*

Birinci namaz

Recep ayında her akşam iki rekat namaz aşağıdaki şekilde kılınmalıdır.

a) Her rekatta Fatiha suresinden sonra üç defa “Kafirun” ve bir defa “İhlas” suresi okunur.

b) Namazdan sonra şu dua okunur:

 

لا اله الاّ اللّه وحده لاشريك له، لهُ الملك و له الحمد، يحيى و يميت و هو حىّ لايموت بيده الخير و هو على كل شى‏ءٍ قدير و اليه المصير ولاحول ولا قوّة الاّ باللّه العلى العظيم. اللّهمّ صلّ على محمد النبىّ الاُمىّ و آله

“La ilahe illallahu vehdehu la şeriyke lehu, lehul mulku velehul hamd, yuhyi ve yumiytu ve huve hayyun la yemutu biyedihil ğayru ve huve ale kulli şey’in kadir ve ileyhil mesir ve la havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim. Allahumme salli ale muhhammedin nebiyyil ummiy ve alihi.”[2]

 

Daha sonra Allah Subhan’dan ne hacetin varsa istersin.

İkinci namaz

Seyyid İbni Tavus, Hz. Resulü Ekrem’den şöyle rivayet etmiştir: “Her kim Cuma günü öğle ve ikindi namazının arasında dört rekat namaz kılar ve her rekatta Fatiha suresinden sonra 7 defa ‘Ayetel Kürsü’, 5 defa “İhlas” suresini okursa ve sonra 10 defa

 

«أَسْتَغْفِرُ اللهَ الَّذِى لا إِلَهَ إِلا هُوَ وَ أَسْأَلُهُ التَّوْبَةَ»

 

“Esteğfirullahellezi la ilahe illa hu ve eseluhu’t tevbe”[3] derse Hak Teâlâ onun için bu namazı kıldığı andan ölene kadar her gün bin hasene (iyilik) verir. Ve ona okuduğu her ayet için kızıl yakuttan bir şehir ve her söylediği her harf için beyaz inciden cennette bir saray verir ve onu hurilerle evlendirir ve ondan razı olur.

Üçüncü namaz

Hz. Resulullah efendimizden (s.a.a) şöyle rivayet edilmiştir: “Her kes Recep ayının gecelerinden birinde 10 rekat namaz kılar ve her rekatta Fatiha suresinden sonra 1 defa Kafirun 3 defa İhlas suresini okursa, Allah Teâlâ onun günahlarını bağışlar.”

 

9. İhlas Suresini Okumak

Seyyid İbni Tavus, İkbal kitabına Hz. Resulü Ekrem efendimizden (s.a.a) ihlas suresini bu ay okumanın çok faziletli olduğunu nakletmiştir. Okunacak miktar ise 10 bin, bin veya yüz defa olmalıdır. Ayrıca her kim Cuma günü ihlas suresini 100 kere okursa kıyamet günü onun için nur olacağını ve onu cennete çekeceğini rivayet etmiştir.

 

* Burada zikredilen tüm müstahap namazlar sabah namazı gibi ikişer rekatlı olarak kılınmalıdır.

 

 

 

 

 

 

 

RECEP AYININ AMELLERİ

 

Ehl-i Beyt Haber Ajansı ABNA.İR

 

 

ABNA.İR

 

 

[1] - ANLAMI: “Kendisinden başka ilah olmayan, tek olup ortağı bulunmayan Allah’tan bağışlanma diliyor ve O’na tövbe ediyorum.

 

[2] - ANLAMI: Allah’tan başka ilah yoktur; tektir ve ortağı yoktur. padişahlık ve hamd O’na mahsustur. Diriltir ve öldürür. O ise diridir ve hiçbir zaman ölmez. Bütün hayırlar O’nun elindedir. Ve O’nun her şeye gücü yeter. Her şeyin dönüşü onadır. Yüce ve azametli Allah’a dayanmayan hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Allah’ım! Ümmi peygamber Muhammed ve Ehlibeytine rahmet et.”

 

[3] -ANLAMI: Kendisinden başka ilah olmayan, Allah’tan bağışlanma diliyor ve O’na tövbe ediyorum.

 

[4] - ANLAMI: “Allah’ım! Ümmi peygamber Muhammed ve Ehlibeytine rahmet et.”

 

[5] - ANLAMI: “Allah’ım! Bağışla merhamet et. Hakkımızda bildiğin şeylerden (kötülüklerden) geç; doğrusu en yüce ve ulu ancak sensin.”

 

[6] - ANLAMI: “Melekler ve Ruhun rabbi olan Allah, mukaddes ve bütün noksanlıklardan münezzehtir.”

 

İLGİLİ HABERLER

 

Recep Ayının Fazilet ve Amelleri

 

Velayet-i Fakih Sistemine Yöneltilen Sorular ve Cevapları (3)

Bazı büyük âlimler inanmadıkları halde nasıl olurda Velayet-i Fakihi İmamların (a.s) velayetinin bir uzantısı olarak kabul edebiliriz? Velayet-i fakih konusunda her zaman tartışma konusu olan Ayetullah Tebrizi’nin görüşü nedir?

Bazı büyük Şia âlimleri velayeti fakihin aslı konusunda ittifakın olduğunu veya Şia fakihlerinin çoğunluğunun kabul ettiklerini açıkça belirtmişlerdir.

Merhum Neraki (1245 h) şöyle yazar: “Velayeti fakih Şiaların tamamı arsında kabul edilir ve fakihlerin hiçbirisi buna eleştiri getirmemiştir”[1]

Hicri altıncı asır fakihlerinden İbni İdris şöyle yazar: “İmamlar sorumluluklarının tamamını Şia fakihlerine bırakmışlardır.”[2]

Sahibi Cevahir (vefat 1266 h) şöyle der: “Velayeti fakih konusunda vesveseye düşen kimse, fıkhın tadını tatmamış ve Masumların (a.s) sözlerinin mana ve sırrını anlamamıştır.”[3]

İmam Humeyni’de (r.a) bu konuda şöyle buyururlar: “Bizim getirdiğimiz velayeti fakih yeni bir şey değildir aksine, bu mesele önceden beri bahis konusu olagelmiştir. Mirza Şirazi’nin tütünün haram etmesi, hükümet hükmü gibiydi… alimlerin tamamı bu fetvaya tabi oldular… Merhum Kaşifu’l Ğıta, bu konuların birçoğunu ifade etmiştir… Merhum Neraki, Allah Resulü (s.a.a)’nün sahip olduğu makamın tamamını fakihler için sabit olduğuna inanıyordu. Naini’de şöyle buyurmuştur: Bu konu Ömer b. Hanzala’nın makbulesinden istifade edilir… bu mesele yeni bir şey değildir…”[4]

Dolayısıyla ihtilafların tamamı velayeti fakihin sorumluluk sınırları ve bun ispat edilmesi konusundadır.

İmam Hamanei bu konuda şöyle buyurmuştur: “Velayeti fakih, rehberlik ve tüm boyutlarıyla toplumu idare etmek hak mezhep olan İsna Aşere’nin her zaman ve her asırdaki rükünlerindendir ve bu meselenin kökeni imamete dayanır. O halde delil üzerine bunun aksine inanan kimse mazurdur (özrü kabul edilir) ama mazur olmasının yanında tefrika ve ayrılık çıkarması caiz değildir.”[5]

Soru : Velayeti fakih konusunda Ayetullah Tebrizi’nin görüşünü açıklar mısınız?

Cevap: Ayetullah Tebrizi hisbe (velayeti hisbe: velayeti mutlaka’nın karşında yer alan görüş) yolunun daha geniş anlamıyla velayeti fakihi kabul eder. Aytullah Tebrizi “Sıratu’n Necat” kitabında bu tür işleri ikiye ayırmıştır:

1. Dar anlamıyla “Velayet-i fakihi “umur-u hisbe” (kimsesizlerin, dul kadınların, öksüz ve yetimlerin ve kendiişlerini idare edemeyen kimselerin sorumluluğunu üstlenmek).[6]

2. Geniş anlamıyla “Velayet-i fakihi “umur-u hisbe” (kimsesizlerin, dul kadınların, öksüz ve yetimlerin ve kendiişlerini idare edemeyen kimselerin sorumluluğunu üstlenmek).[7]

“Hisbe” lügatte ecir ve sevap anlamındadır ve fıkıh ıstılahında şahsın veya bir kuruluşun bakmakla görevli olmadığı işler manasına gelir. Diğer taraftan kimsesiz çocukların bakımı ve onların mallarının korunması, kimsesi olmayan Müslüman’ın defnedilmesi, kayıp şahısların mallarının korunması ve… gibi işlerin ihmal edilerek yerde kalmasına Allah’ın razı olmadığını biliyoruz.

Fıkhi açıdan bu tür işlerin sorumlusu adil fakih veya en azından bu işleri idare etme sorumlusu adil fakihe aittir. Eğer adil fakih yoksa veya ulaşılamıyorsa, adil Müslümanlar bu sorumluluğu üstlenirler. Adil Müslüman’ın olmaması durumunda ise diğer Müslümanlar sorumludurlar. Dolayısıyla adil fakihin olması durumunda diğer Müslümanlar “hisbe” işlerinde sorumlulukları yoktur.

Şu halde İslam toplumunun siyasi, iktisadi, kültürel – kesinlikle halkın dünyevi ve uhrevi yazgısını belirler- işleri acaba “hisbe” işlerden mi sayılır yoksa Kanun Koyucu eğitim düzeninin ıslah edilmesini, kanun konulmasını, kültürel işleri, toplumsal adaleti ve… gibi işleri öylesine bırakmış ve bu işlerin uygulanmasını istememiş midir?

Kesinlikle bu işler son derece önemlidir ve bunların sorumluluğunu üstlenecek biri olmazsa toplum içinde hercümerç ve sapmalar ortaya çıkacaktır. O halde kimsesiz çocukların, delilerin ve kaybolmuş kimselerin mallarının korunması, Allah’ın terk edilmesini sevmediği ve razı olmadığı işler olur ve bunların idaresini, adil fakihin üstlenmesini farz kılar da kamu mallarının, Müslümanların mal ve can güvenliklerinin ve ülke sınırlarının korunmasını ve – toplumda dini hükümlerin gölgesinde icra edilmesi gereken- adil hükümetin oluşturulmasını nasıl olur da Allah dikkate almaz? Acaba Allah-u Teâlâ, yetimlerin mallarına önem veriyor ama Müslümanların mallarını korumaya önem vermiyor diyebilir miyiz?

Dinin, ferdi ve kısmi işlerin üstlenilmesini adil fakihe bıraktığını ama genelin haklarını ve İslam toplumunun idare edilmesini dikkate almadığını kesinlikle söyleyemeyiz.

Acaba kâfirlerin Müslümanlara her türlü tasallutunu yasaklayan İslam: “Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir”[8]bağımsız bir hükümetin oluşturulup iç ve dış düşmanların tehlikesinden muhafaza edilmesi konusunda tarafsız mı kalmıştır?

Dolayısıyla hükümetin oluşturulması “hisbiye” ile alakalı işlerin en belirgin somut örneği ve fazların en önemlisidir ve böyle bir hükümetin ön hazırlıklarının oluşturulması da farz olacaktır. Bu konunun delilini iki mukaddimeyle özetleyebiliriz:

Bir. Allah-u Teâlâ İslam hükümetine bağlı maslahat ve hükümlerin ortadan kaybolmasına razı değildir.

İki. Bu önemli işin yerine getirilmesi adil fakihin sorumluluğundadır zira şer’i delillerden dini hükümeti idare etmenin şartının “fekahet (fakih olma)” olduğunu ve kabul edilen ortak paydaya göre bu işi fakihin üstlenip yerine getirebileceğini anlıyoruz. Çünkü asıl itibariyle Allah tarafından izinli olmaksızın kimsenin başkalarına emir ve nehyetme hakkı yoktur. Dolayısıyla “hisbe” işleriyle alakalı sorumluluğun, dini hükümet oluşturmakla ve veliyi fakihle çok yakından ilişkisi olduğu son derece açıktır.[9]

Ayetullah Tebrizi bu konuda şöyle buyurur: “Mukaddes Kanun Koyucu, Müslümanların işlerinin sorumluluğunu fasıkların üstlenmesine razı değildir. – imkân dâhilinde – zalimlerin ellerini kesmek Müslümanların üzerine farzdır ve güvenliğin oluşturulması ve korunması maslahatların en önemlisidir. Eğer salih bir fakih başka bir fakih tarafından Müslümanların işlerinin yürütülmesini üzerine almışsa, başkalarının bunu zayıflatmaya hakları yoktur ve toplum düzenin işlerini yürütmekle görevli fakihe itaat edilmesinin farz oluşu hiçte uzak bir ihtimal değildir. Söz konusu bu fakihin sorumluluk alanı İslam’ı ve Müslümanları korumanın dışına çıkmaz.”[10]

Devam edecek…

 

Yazarlar: Üstat Hamid Rıza Şakirin ve Ali Rıza Muhammedi

 

Dipnotlar________________________________________________________________________________________________________

 

[1]Neraki, Ahmet, “Avaidü’l Eyyam”, s. 186.

[2]İbni İdris, “Serair”, c. 2, s. 25.

[3]“Cevahiru’l Kelam”, c. 2, s. 398.

[4]İmam Humeyni (r.a), “Velayeti Fakih”, s. 112-113.

[5]“Ecvibetü’l İstiftaat”, el cüzü’l evvel, s. 18, Daru’l Vesile, 1416 h.

[6]“Sıratu’n Necat”, s. 10 ve 12.

[7]“Sıratu’n Necat”, s. 10 ve 12.

[8]Nisa Suresi, 141.

[9]Hüseyni Hairi, Seyit Kazım, “Velayetu’l Emr fi asri’l Gaybe”, s. 96.

[10]Tebrizi, Ayetullah Şeyh Cevat , “İsalü’t Talip ile’t Talig alel Mekasip”, Kum, 1411, c. 3, s. 36-40