
کارگر
Hz. Ali’nin İlk Üç Halifenin Hatalarını Düzelttiği Hükümleri
Peygamber’in (s.a.v), ashabı huzurunda Hz. Ali hakkında söylediği sözler, Peygamber’in ölümünden sonra Hz. Ali'nin ümmetin fikri ve ilmi mercii olarak tanınmasına sebep oldu. Hatta Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ali’yi hilafet sahnesinden uzaklaştıranlar bile ilmi, dini ve siyasi problemlerle karşılaştıklarında hemen İmam’a koşuyorlar ve ondan yardım istiyorlardı. Halifelerin İmam’dan (a.s) yardım istemeleri pek çok güvenilir belge ile, tarihin kesin ve mutlak meselelerinden biridir ve bunu adaletli olan hiç kimse inkar edemez. Bu durum açıkça Hz. Ali'nin ümmet içinde Kitap, sünnet, usul, furu ve siyasi konulara en alim şahıs olduğunu göstermektedir.
Hz. Ali (a.s) ve1.halife Ebu Bekir’in İlmi ve Siyasi Müşkülatları
Tarihin şahitliğine göre 1. Halife siyasi mesellerde ve maarif, akaid, Kur’an tefsiri ve İslam ahkamı gibi konularda Hz. Aliye başvuruyor ve onun yardımlarından faydalanıyordu.Şimdi bunun bir örneğini zikrediyoruz.
Rumlar ile Savaş
Yeni kurulmuş İslam devletinin en azılı düşmanlarından biri olan Rum İmparatorluğu sürekli İslam hükümetinin merkezini kuzeyden tehdit ediyordu. Yüce Peygamber (s.a.v) ömrünün son anlarında bile Rum tehlikesinden gafil olmamıştır. Hicretin yedinci yılında Peygamber (s.a.v) başlarında Cafer İbn-i Ebu Talib’in bulunduğu bir orduyu Şam’ın sınırlarına göndermişti, fakat İslam ordusu bir netice alamadan aynı zamanda üç büyük komutanını da orada kaybederek Medine’ye dönmüştü. Peygamber (s.a.v) bu yenilgiyi telafi etmek için hicretin dokuzuncu yılında Tebük’e doğru askeriyle hareket etti fakat düşman ordularıyla çarpışmadan Medine’ye döndü Bu seferin parlak ve olumlu neticeleri tarihte mezkurdur. Buna rağmen yine de Rum tehlikesi her zaman için Peygamber’in (s.a.v) zihnini meşgul ediyordu. Bu yüzden o Hazret ömrünün son anlarında, hasta yatağında iken Muhacir ve Ensar’dan oluşan bir ordu teşkil edip, onları Şam’ın sınırlarına gönderdi, fakat bu ordu bazı sebeplerden Medine’yi terk etmedi ve Peygamber (s.a.v)vefat ettiğinde İslam ordusu Medine’nin birkaç kilometre yakınlarında ordugah kurmuştu.Peygamber’in ölümünden ve Ebu Bekir’in halife seçilmesinden sonra, Ebu Bekir Rumlarla savaşılması için Peygamber’in (s.a.v) verdiği emir karşısında mütereddit idi. Zira o, sahabeden olan bazı kimseler ile meşveret etmiş ve onların her birinden değişik fikirler çıkmıştı. Bu yüzden halife ne yapacağını şaşırdı ve sonunda Hz. Ali’ye danıştı. İmam (a.s) ise Peygamber’in (s.a.v) verdiği emri icra etmesi için onu teşvik etti ve ona eğer Rumlarla savaşırsa muzaffer olacağını müjdeledi. Halife İmam’ın teşvikinden hoşnut oldu ve ona şöyle dedi: “Bana gelecekten iyi haberler verdin ve beni hayır ile müjdeledin.”[1]
Yahudilerin Büyük Alimleri ile Münazara
Peygamber’in ölümünden sonra Hıristiyan ve Yahudilerin büyük alimleri Müslümanların ruhiyelerini zayıflatmak için akın akın İslam’ın merkezine geliyor ve suallerde bulunuyorlardı. Örneğin, Yahudilerin büyük alimleri Medine’ye gelip halifeden şöyle bir soru sordular: “Biz Tevrat’ta şöyle okuyoruz. Peygamberlerin halifeleri ve vekilleri onların ümmetlerinin en alim kimseleridir. Şimdi ise Peygamber’in halifesi sensin öyle ise şuna cevap ver: Allah nerededir? O yerde midir yoksa gökyüzünde mi?” Ebu Bekir buna cevap verdi. Fakat Yahudi alimleri bu cevap ile kani olmadılar. O Allah’ın gökyüzündeki tabakalarda olduğunu söyleyince, Yahudi alimlerinin eleştirileri ile karşı karşıya kaldı ve bir Yahudi alimi bunun üzerine şöyle dedi: “O halde yeryüzünde Allah yok!”
İşte böylesine hassas bir durumda Hz. Ali İslam’ın feryadına yetişti ve İslam camiasının şerefini ve arını korudu. O Hazret şöyle buyurdu:
“Mekanları Allah yarattı, hiçbir mekan o’nu kapsayamaz ve O bundan yücedir. Allah her yerdedir. Fakat asla onun yaratıklar ile teması ve mücavirliği yoktur. O’nun ilmi her şeyi kapsar ve hiçbir şey onun ilmi dışında değildir”[2] İmam (a.s) bu cevabıyla, Allah’ın bir mekan ile çevrili olmadığını ve onun bundan yüce olduğunu açıkça göstermiş oldu. Yahudi alim İmam’dan (a.s) duyduğu sözünün hakkaniyetini ve onun hilafet makamına olan liyakatini itiraf etti. İmam (a.s) ilk sözünde 1Mekanları Allah yarattı” diyerek tevhid kanıtından istifade etti ve cihanda Allah’tan başka bizahiti ezeli bir varlığın olmaması ve onun dışındaki her şeyin onun mahluku olması hükmü ile Allah’ın bir mekanı olmadığını açıkladı. Zira eğer Allah’ın bir mekanı olsaydı, bu mekanın önceden onunla birlikte olması gerekirdi. Oysa ki cihanda olan her şey onun mahlukudur, tüm mekanlar da buna dahildir. Bu yüzden hiçbir şey o’nun zatı ile birlikte olamaz. Daha açık bir tabir ile: Eğer Allah’ın bir mekanı olduğu farz edilse, bu mekanın ya tıpkı Allah’ın zatı gibi kadim olması ya da onun mahluku olması gerekmektedir. Bu mekanın Allah’ın zatı gibi kadim olması farzı, tevhid ve Allah’tan başka bir kadimin bulunmaması delili ile yanlıştır ve mekanın Allah’ın mahluku olması ise o’nun hiçbir mekana ihtiyacı olmadığını gösterir. Zira Allah vardı, fakat mekan yoktu ve sonra Allah mekanı yarattı.
İmam (a.s) ikinci cümlesinde ise (Asla onun yaratıklar ile temas ve mücavirliği yoktur) Allah’ın bir sıfatını açıklamıştır. Bu sıfat ise şudur: Allah’ın varlığı sınırlı değildir ve bu sınırsızlık içinde o’nun her yerde olması ve her şey hakkında ilmi bulunması gerekmektedir. Allah’ın cisim olmaması sebebiyle de onun yaratıklar ile yüzeysel bir teması yoktur ve o’nun hiçbir şeye mücavirliği (yani yakınlığı) yoktur. Bu kısa ve anlamlı sözler Hz. Ali (a.s.)’ın ilminin genişliğinin ve onun ilahi ilimden nasibli olduğunun nişanesi değil midir? Hz. Ali sadece yukarıda zikredilen hadisede değil, tüm halifeler ve kendi halifelik döneminde de pek çok defa Yahudi ve Hıristiyan alimleri ile Allah’ın sıfatları hakkında münazara yapmıştır. Ebu Naim İsfehani İmam (a.s)’ın 40 Yahudi alimi ile yaptığı müzakereyi nakletmiştir; fakat bunu nakletmemiz için ayrı bir kitaba ihtiyaç vardır. Hz. Ali (a.s.)’ın münazara tarzı, münazara yaptığı insanların ilim ve malumatlarına göre idi. O bazen çok dakik ve hassas delilleri öne sürüyor, bazen de bazı benzetmeler ile konuya açıklık getiriyordu.
Hıristiyan Alimlerine İkna Edici bir Cevap
Salman diyor ki:
“Peygamber’in ölümünden sonra başlarında piskoposun olduğu bir Hıristiyan grubu Medine’ye geldiler ve halifeden sorularının cevaplarını istediler. Halife ise onları Hz. Ali (a.s.)’ın yanına gönderdi. Onların İmam (a.s) (a.s) sordukları sorulardan biri de “Allah nerededir?” Sorusu idi. İmam (a.s) önce bir ateş yaktı ve sonar onlardan sordu: “Bu ateşin yüzü neresidir?” Hıristiyan alimleri şöyle dediler: “Onun her tarafı ateşin yüzü sayılır ve asla ateşin önü ve arkası olmaz” İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Allah’ın bir mahluku olan ateşin yüzü yoksa, nasıl olur da ateşin yaratıcısının önü ve arkası olabilir.O bundan yücedir. Doğu ve batı Allah’a aittir ve nereye bakarsanız o taraf Allah’ın yüzüdür ve hiçbir şey ondan gizli değildir.”[3]
İmam (a.s) sadece fikri ve dini meselelerde İslam ve Müslümanlara neticede halifeye yardım etmekle kalmıyor, halifeler Kur’an’daki kelimeler ve tefsirleri hakkında aciz kalınca İmam hemen onların feryadına yetişiyordu. Mesela bir şahıs Ebu Bekir’den Abese Suresi’nin 31. Ve 32. Ayetindeki “Ebbe” kelimesinin manasını sorunca o hayretle şöyle demişti: “Allah’ın kelamını bu konuda bilgim olmadan nasıl tefsir edebilirim” Bu haber Hz. Ali’ye yetişince o şöyle buyurdu: “Ebbe kelimesinin maksadı saman ve otlaktır.” Arapçada Ebbe kelimesi ot ve saman anlamındadır. Bu ayet de bunun en açık delilidir. Zira ayette “meyveler ve otlaklar” buyurulduktan sonra, hemen “sizin ve hayvanlarınızın faydası için” denilmiştir. İnsanlar için faydası olan şey meyveler olduğuna göre, hayvanlar için de “Ebbe”yani ot ve otlaklar yaratılmış olacaktır.
Hz. Ali (a.s.)’ın İçkici bir adam Hakkındaki Hakemliği
Birinci halife sadece Kur’an’ın mefahimi hakkında bilgi sahibi olmak için değil, furu-i din ve ahkam meseleleri hakkında da Hz. Ali (a.s)dan yardım istiyordu.
Halife’nin memurları şarap içmiş olan bir adam hakkında hüküm vermesi için halifenin yanına gittiler. O adam, o ana dek şarabın haram olduğunu bilmediğini iddia ediyor ve şarabı helal bilen kimselerin içinde büyüdüğünü söylüyordu. Halife bu durumda ne yapacağını şaşırınca, hemen İmam (a.s)’ın yanına bir şahısı gönderip ondan bu müşkülü halletmesini istedi. Hz. Ali ise şöyle buyurdu:
“Güvenilir olan iki şahıs, bu adamın elinden tutup onu Muhacir ve Ensar’ın meclislerine götürsünler ve oradakilerden şimdiye kadar o adama şarabın haram olduğu ayetini okuyup okumadıklarını sorsunlar. Eğer onlar bu ayeti o adama okuduklarını söylerlerse onun hakkında gerekli olan ceza verilsin, ama bunun tam tersini söylerlerse bu içkici adam tevbe ettirilsin ve hayatının sonuna dek şaraba ağzını sürmeyeceği hakkında ondan söz alınsın ve sonra da serbest bırakılsın.”Halife İmam’ın sözüne uydu ve sonunda da o adam serbest bırakıldı[4]
Halifeler zamanında İmam Ali (a.s) sükut etmiş ve hiçbir mesuliyeti kabul etmemiştir, ama İslam ve Müslümanların maslahatları için hiçbir fedakarlıktan da kaçınmamıştır. Ra’sul-Calut (Yahudilerin rehberi) Ebu Bekir’den aşağıda zikredilecek şeyler hakkında kur’an’ın görüşünün ne olduğunu sormuşu.
1-Hayatın ve canlıların aslı nedir?
2-Bir şekilde konuşmuş olan cansız kimdir?
3-Sürekli azalıp çoğalma halinde bulunan şey nedir?
İmama bu haber yetişince şöyle buyurdu:
“Kur’an’ın nazarında hayatın aslı şudur: “O inkar edenler görmüyorlar mı k, göklerle yer birbirine bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık[5].[6].[7]. Bu ayetten de aşikar olduğu gibi İmam (a.s) sözünü ispat etmek için genelde Kur’an’dan ayetler getiriyordu ve bu onun sözünü daha da sağlamlaştırıyordu.”[8]
Hz. Ali ve İkinci Halifenin Siyasi Müşavereleri
İslam’ın yayılması ve Müslümanların korunması Hz. Ali (a.s.)’ın büyük hedefi idi. Gerçi İmam (a.s) kendisini açık ve kesin dini hükümler gereğince Peygamber’in veli ve vasii olarak biliyordu ve onun liyakat ve üstünlüğü herkes için çok aşikardı. Buna rağmen o, ne zaman hilafet makamı bir sorunla karşılaşsa sahip olduğu geniş ilim ve nafiz fikri ile bu sorunları hallediyordu. Bu nedenle ikinci halife zamanında da Hz. Ali (a.s.)’ın pek çok siyasi, toplumsal ve ilmi meselelerde hilafet makamına yardım ettiğini görmekteyiz. Şimdi bunun bazı örneklerini zikrediyoruz:
İran’ın Fethindeki Meşveret
Hicretin on dördüncü yılında Kadisiye toprakları üzerinde İslam ve İran orduları arasında büyük bir savaş oldu. Ve bu savaş Müslümanların galibiyeti ile sonuçlandı. Aynı zamanda İran’daki tüm kuvvetlerin Rüstem Ferahzad ve onun askerlerinin pek çoğu da bu savaşta öldürüldü. Irak toprakları baştan başa Müslümanların siyasi ve nizami müdahalesine maruz kaldı ve Sasani şahlarının devletlerine ait olan şehirler Müslümanların eline geçti. Bunun üzerine İran ordusunun kumandanları da ülkenin içine doğru geri çekildiler. İran’ın nizami kuvvetlerinin başındakiler ve müşavirler Müslümanların yavaş yavaş ilerleyerek tüm ülkeye sahip olmalarından endişe ettiler. Böylesine tehlikeli bir saldırıya mukabele edebilmek içinde İran padişahı 3. Yezdgerd, başlarında Firuzan’ın bulunduğu yüz elli bin kişilik ordu teşkil etti. Bu ordu her türlü saldırının önünü almak ve ortam müsait olduğunda da Müslümanlara karşı hücumda bulunmakla görevlenmişti.
Tüm İslam kuvvetlerinin kumandanı olan Saad b. Ebi Vakkas (Bir rivayete göre Ammar Yasir), Kufe’nin valisiydi ve bu durumu ikinci halifeye yazıp onu bundan haberdar etti ve Kufe askerlerinin savaşa hazır olduğunu ve düşman onlara saldırmadan Müslümanların (düşmanı korkutmak için) savaşı başlatmaları gerektiğini bildirdi. Bunun üzerine halife mescide gitti ve sahabenin büyüklerini toplayarak onları Mekke’yi terk edip Basra ve Kufe arasındaki bir yere gitmek ve orada İslam ordusunun rehberliğini eline almak istediğinden haberdar etti. Bu sırada Talha ayağa kalktı ve halifeyi bu işe teşvik eden konuşmalar yaptı. Osman ise halifeyi Medine’yi terk etmekle teşvik etmekle kalmayarak şunları da ekledi: “Şam ve Yemen’deki askerlere yaz ki onlar da sana katılsınlar, böylece sen kalabalık bir ordu ile düşman ordusunun karşısına çıkasın.” Bunun üzerine Hz. Ali ayağa kalktı ve o ikisinin görüşlerini eleştirerek şöyle buyurdu: “Bu işte kazanmanın veya kaybetmenin azlıkla ve çoklukla hiçbir ilgisi yoktur. Bu din, Allah’ın ortaya koyduğu dini; bu ordu da onu hazırlayıp yardım ettiği ordusudur. Böylece varacağı yere varmış, doğduğu yerden doğmuştur. Biz Allah’ın vaadine güvenmekteyiz; Allah vaadini yerine getirir, ordusuna yardım eder. Halifenin konumu boncuk dizilen ipin konumu gibidir; boncuklar ona dizilir ve boncukları da ip bir araya getirir. İp koparsa düzen bozulur, boncuklar dağılır gider, hiçbir zaman aslına uygun olarak dizilemezler. Araplar bugün azıklıktır ama, İslam’ın kuvveti, birbirini destekleme ve birlik olmadaki üstünlükleri onları güçlü kılmaktadır. Sen kutup ol, değirmeni Araplar vasıtasıyla döndür ve onları savaş ateşine sok. Ama senin gitmen doğru değildir. Eğer sen bu topraklardan çıkarsan, etraftaki Araplar ahdini bozar, böylece ardına attığın şey önündekinden daha önemli olur.
Acemler yarın seni görünce; “bu Arabın aslı, onu kestiğiniz zaman rahata erersiniz” derler. Bu düşünce, sana en şiddetli saldıranların yapılmasına, seni ortadan kaldırma arzusuyla hareket etmelerine sebep olur. Müslümanların üzerine gelmelerini işitemezsin, onların böyle yapmalarını noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah daha çok istemez. İstemediğini değiştirmeye en çok muktedir olan da o’dur sayılarının çokluğunu söylemene gelince, biz geçmişte çoklukla savaşmadık. Aksine, Allah’ın nusretine, yardımına güvenerek savaşırdık.”[9] Halife Hz. Ali (a.s.)’ın sözlerini duyduktan sonra bizzat savaşa katılmaktan vazgeçti ve şöyle dedi: “Fikir, Ali (a.s.)’ın fikridir, ben onun görüşüne uymayı tercih ediyorum.[10]
Beyt’ül-Mukaddesin Fethindeki Meşveret
Beytü’l-Mukaddes’in fethinde de Ömer Hz. Ali ile meşverette bulundu ve onun görüşüne göre amel etti. Müslümanlar Şam’ı fethedeli bir ay olmuştu ve onlar şimdi de Beytü’l-Mukaddes’e doğru hareket etme arzusundaydılar. İslam kuvvetlerin kumandaları ise Ebu Ubeyde Cerrah ve Muaz İbn-i Cebel idi. Muaz, Ebu Ubeyde’ye şöyle dedi:
“Halifeye bir mektup yaz ve ondan Beytü’l-Mukaddes’e hareket etmemiz hakkında bilgi al.” Ebu ubeyde Muaz’ın kendisine söylediğiyle amel etti. Bu mektup halifenin eline geçince o buna Müslümanlara okudu ve onların bu konudaki fikrini sordu. Hz. Ali (a.s) Ömer’i ordunun kumandanına bir mektup yazıp, onlara beytü’l-Mukaddes’e doğru ilerlemelerini, orayı fethettikten sonra da Kayser’e girmelerini ve Peygamber’in önceden müjdelediği gibi kesinlikle muzaffer olacaktır. Bunun üzerine halife hemen bir kalem ve kağıt istedi ve Ebu Ubeyde’ye bir mektup yazdı. O bu mektubunda Ebu Ubeyde’ye bir mektup yazdı. O bu mektubunda Ebu Ubeyde’den savaşa devam ederek Beytü’l-Mukaddes’e doğru hareket etmesini istedi ve şunu ekledi: “Peygamber’in (s.a.v) amcasının oğlu, Beyt’ül-Mukaddes’in senin tarafından fethedileceği hakkında bizi müjdeledi.”[11]
İslam Tarihinin Başlangıcının Tayini
Her asil milletin tarihinin bir başlangıcı vardır ki o milletin tüm hadise ve vakaları bu tarihe göre karşılaştırılır. Mesela Hıristiyan millet için tarihin başlangıcı Hz. İsa’nın doğumudur ve İslam’dan önce Araplar için ise tarih başlangıcı Ammu’l-Fil olayı sayılıyordu. Bazı milletlerin umumi tarih başlangıçları vardır ve bazı milletlerin umumi tarih başlangıçları vardır ve bazı milletler ise hadiseleri, göz alıcı ve önemli olaylar ile karşılaştırırlar; örneğin kıtlık yılı, savaş yılı ve ... Ömer’in hilafetinin üçüncü yılına kadar, Müslümanların mektupları, anlaşmaları ve devlet belgeleri tarihlendirebilecekleri bir tarih başlangıçları yoktu. Bu yüzden askeri kuvvetlerin kumandalarına yazılan mektuplar da sadece o mektubun yazıldığı ay belirtiliyor ve yıl hakkında bir şey o mektubun yazıldığı ay belirtiliyor ve yıl hakkında bir şey yazılmıyordu. Bu durum İslam’ın düzeninde bir noksanlık yaratmakla kalmayıp mektubu alanlar için de bir takım sorunlar icad ediyordu. Zira bir kumandanın veya hakimin eline geçen iki mütenakız mektubun hangisi önce yazıldığı belli olmuyordu. Yolun uzun olması ve tarihin kaydedilmemiş olması ise işte böyle sorunlar ortaya çıkarıyordu. Bunun üzerine halife İslam tarihinin başlangıcının tayin edilmesi için Peygamber’in (s.a.v) sahabesini topladı. Fakat onların her birinin değişik bir görüşü vardı. Bazıları tarihin başlangıcını Peygamber (s.a.v)’in doğum günü olarak belirlemek isterken bazıları da tarihin başlangıcının Hz. Muhammed’in Peygamber (s.a.v)olarak görevlendirildiği gün olması teklifinde bulunuyorlardı.Hz. Ali ise Peygamber’in müşrik topraklarını terk edip İslam topraklarına ayak bastığı günün tarihin başlangıcı olarak alınması teklifinde bulundu. Ömer İmam’ın görüşünü diğerlerine oranla daha çok beğendi ve Peygamber’in hicretinin tarihin başlangıcı olarak belirledi. O günden sonra tüm mektuplar, belgeler ve devlet senetleri hicri yıla göre yazışı.[12]
Elbette ki Peygamber’in doğduğu gün ve o hazretin Peygamber (s.a.v)olduğu gün büyük hadiselerdendir. Fakat o günlerde İslam’ın göz alıcı bir parlaklığı yoktu. Zira o Peygamber’in doğum gününde henüz İslam dini diye bir şey mevcut değildi ve o hazretin Peygamber (s.a.v)olarak gönderildiği günde ise İslam’ın bir hükümeti ve nizamı bulunmuyordu. Ancak hicret günü İslam’ın küfre karşı başarısının başlangıcıydı ve o gün İslam hükümetinin temellerinin atıldığı ilk günde. O günde aziz Peygamber (s.a.v)(S9 müşriklerin topraklarını terk ederek Müslümanlar için islami bir düzen kurdu.
Ali (a.s) İkinci Halife Zamanında Yegane Fetva Mercii İdi
Peygamber’in ölümünden sonra İslam’ın değişik milletler ve kavimler arasında yayılmasıyla Müslümanlar yeni hadisler ile karşı karşıya kaldılar ki, bu hadislerin hükmü ne Kur’an’da ne de Peygamber’in hadislerinde belirtilmemişti. Zira furu’ ve ahkam ile ilgili olan ayetler sınırlıdır ve haramlar ve farzlar hakkında Müslümanların elinde bulunan hadisler ise dört yüz hadisi geçmemekte idi.[13]
Bu yüzden Müslümanlar hakkında Kur’an’da ayet ve Peygamber (s.a.v)’den hadis bulunmayan meselelerin halledilmesinde büyük zorluklar ile karşı karşıya kalıyorlardı. Bu tür meseleleri bazı kimseler akıl ve kendi görüşlerine dayanarak halletme yoluna gittiler ve sahih olmayan ölçüler ile hadiseye hüküm getirme girişiminde bulundular. Böyle kimselere tarihte “Ashab-ı Rey” deniliyordu. Onlar kitap ve sünnetten istifade edecekleri yerde konuları mefasid ya da mesalih olmalarıyla değerlendiriyor ve zan ve tahmin üzerine Allah’ın hükmünü tayin ederek fetva veriyorlardı. Halife bazı konularda hakkında açık hüküm bulunmasına rağmen kendi görüşüne göre amel ediyorduysa da, o Ahbaba-ı Rey hakkında şöyle demiştir: “Ashab-ı Rey Peygamber’in sünnetlerini ezberleyemedikleri için kendi görüşleri ile fetva vermişlerdir. Onlar gafil olmuşlar ve gaflete düşmüşlerdir. Bilin ki biz takip ediyoruz, yeniden başlamıyoruz. Tabiiyiz ve bid’at etmiyoruz. Biz Peygamber’in (s.a.v) hadislerine sarılacak ve gafil olmayacağız.
Önceden de zikrettiğimiz gibi ikinci halife, hakkında açık hüküm bulunan bazı konulardan kendi görüşüne göre amel edip, delil olmaması sebebiyle bazı mesellerde kendisinden fetva vermesine rağmen pek çok konuda O Peygamber’in (s.a.v) ilim kapısı olan Hz. Ali’ye danışıyordu. Emir’el-Mü’minin, Peygamber’in (s.a.v) deyimiyle nebi ilminin hazinesi, ilahi ahkamın varisi ve ümmetin ahiret gününe dek muhtaç olduğu her şeyin alimi idi. Ümmet arasında ondan daha bilgili olduğu her şeyin alimi idi. Ümmet arasında ondan daha bilgili olan bir şahıs yoktu. Bu yüzden tarihte kaydedilmiş olduğu gibi 2. Halife pek çok konuda İmam ‘ın (a.s) ilminden istifade etmiş ve onun hakkında şöyle demişti: “Kadınlar asla Ali gibi bir şahsı dünyaya getiremezler, “Allah’ım, Ebu Talib oğlu olmadan beni bir müşkül ile karşı karşıya getirme.”
2.halifenın İmam’a danıştığı konulardan bazılarını zikrediyoruz:
1-Bir adam Ömer’in yanına gelerek ona karısını şikayet eti ve evliliklerinin üzerinden altı ay geçmişken karısının doğum yaptığını söyledi. Kadın ise bunu doğruluyor fakat önceden kimse ile bir ilişkisi olmadığını izhar ediyordu. Bunun üzerine halife zina ettiği gerekçesiyle o kadının öldürülmesi hükmünü verdi. Fakat İmam bu hükmün yürürlüğe konmasına engel oldu ve şöyle söyledi: “Kur’an’a göre kadın altı aylık iken bile çok dünyaya getirebilir. Zira Kur’an’da hamilelik ve süt verme dönemi dokuz ay olarak muayyen edilmiştir.”[14] Diğer bir ayette ise süt verme dönemi iki yol olarak zikredilmiştir.”[15]
Eğer iki yılı otuz aydan çıkarırsak doğum için geriye kalan müddet altı ay olur. Ömer İmam (a.s)’ın sözünü duyunca şöyle dedi: “Eğer Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.”[16]
2-Halifenin adli makamında beş kişinin iffetsizlik günahına bulaştıkları ispat edildi. Halife ise onların hepsi hakkında aynı hükmü verdi. Fakat İmam (a.s) onun kararını doğru bulmadı ve onların her birinin durumunun araştırılmasını istedi. Eğer onların durumları birbirlerinden farklıysa onlar hakkında verilecek olan Allah’ın hükmü de farklı olacaktı. Bu araştırmadan sonra İmam şöyle buyurdu: “Onlardan birincisinin başı kesilsin, ikinci recmedilsin, üçüncüsüne yüz kırbaç vurulsun, dördüncüsüne elli kırbaç vurulsun, beşincisi ise terbiye edilsin.”Halife İmam’ın bu hükmüne çok şaşırdı ve İmam’dan (a.s) bunun sebebini sordu. Hz. Ali ise şöyle buyurdu: “Onlardan birincisi zımmi kafir idi. Zımmi kafirler zimmet ahkamıyla amel etmedikleri takdirde öldürülürler. İkinci şahıs evliyken zina yaptığı için İslam’ın hükmüne göre recmedilmelidir. Üçüncü şahıs ise bekar olup zinada bulunduğu için ona yüz kırbaç vurulmalıdır. Dördüncü şahıs bir köledir. Kölelerin cezası azatların cezasının yarısı kadardır. Beşinci şahıs ise delidir ve onun terbiye edilmesi gerekir.” (Ali ve halifeler)
Bunun üzerine halife şöyle dedi:
“Aralarında sen Ebu’l-Hasan’ın olmadığı bir grupta olmak istemem.”
3-Bir köle ayağında zincir olmasına rağmen yolda yürüyordu. Bunu gören iki kişi o zincirin ağırlığı konusunda görüş ayrılığına düştüler ve onların her ikisi de eğer tahminleri yanlış olursa karılarını boşayacaklarını söylediler. Bunun üzerine o iki kişi kölenin sahibinin yanına gidip ondan kölenin ayağındaki zinciri çıkarmasını istediler ki zincirleri tartıp kimin tahminin doğru olduğu bulabilsinler. Fakat kölenin sahibi onlara şöyle söyledi: “ben zincirlerin ağırlığı hakkında bir bilgiye sahip değilim. Ancak önceden eğer bu zincirleri açarsam onun ağırlığı kadar sadaka vereceğimi nezrettim.” Bunun üzerine onlar halifenin yanına gidip bu hadiseyi ona anlattılar. Halife ise şöyle dedi: “Kölenin sahibi zincirleri açmakta mazeretli olduğu için o iki şahıs karılarını boşasınlar!!” Onlar halifeden bu davayı Hz. Ali (a.s)dan de bir sormasını rica ettiler. İmam (a.s) şöyle buyurdu: “O zincirin ağırlığını saptamanın başka bir yolu daha var.” Sonra İmam bir leğen getirilmesini ve kölenin bu leğen içinde ayakta durmasını istedi. Bunlar yapıldıktan sonra İmam zinciri iyice aşağı indirdi ve bu zincire bir ip bağladıktan sonra leğenin içini su ile doldurdu. Sonra bu ip sayesinde zinciri sudan çıkarıncaya dek yukarı çekti ve yanındakilerden leğendeki ilk su miktarına gelinceye kadar leğenin içinin demir parçaları ile doldurmalarını istedi. Sonra İmam parçaların ağırlığının kölenin ayağındaki zincirin ağırlığı kadar olduğunu söyledi. Böylece o kimselerin meseleleri halledilmiş oldu. [17]
4-Bir kadın çölde şiddetli susuzluk ile karşı karşıya kaldı ve orada rastladığı bir çobandan çaresizlikle su istedi. Fakat çoban, kadına kendi isteklerine teslim olması halinde ona su verebileceğini söyledi. Halife bu hadiseye hüküm yerebilmek için Hz. Ali’ye danıştı. İmam ise şöyle buyurdu: “Kadın çaresizce ve mecbur olarak bu işe bulaşmıştır. Bu durumda ona bir vebal yoktur” [18]
Nakledilen bunun benzeri hadiseler bize Kur’an ve hadislerde açıklanmış olmasına rağmen halifenin gafil olduğu İslam kanunlarına Hz. Ali (a.s.)’ın aşinalığını göstermektedir.
5-Deli bir kadın iffetsizlik günahına bulaşmıştı. Halife bu kadını mahkum edince İmam (a.s) Peygamber’den naklettiği bir hadis ile bu mahkumiyeti kaldırdı. Hadis şöyle idi: “Üç topluluk mükellef değildir. Bu gruptan birisi de delilerdir.” [19]
6-Hamile bir kadın zina ettiğini itiraf etti. Halife ise onun hemen recmedilmesi emrini verdi. Fakat İmam bu cezanın icra edilmesine izin vermeyerek şöyle buyurdu: “Sen bu hükmü sadece o kadına verebilirsin, onun karnında olan çocuğa değil.” [20]
7-Bir kadın kendi çocuğunu kabul etmeyerek onun annesi olduğunu inkar ediyor ve henüz bekar olduğunu söylüyordu. Buna rağmen o genç, onun annesi olduğu konusunda ısrar ediyordu. Halife ise o gencin böyle bir iftirada bulunduğu için dövülmesi emrini verdi. İmam (a.s) bu olayı duyunca bahsedilen kadından ve onu ailesinden kadını istediği bir kimse ile evlendirme izni aldı, onlar da bu konuda İmam’ı vekil tayin ettiler. Sonra İmam o gence dönerek şöyle dedi: “Ben bu kadını sana nikahlıyorum ve onun mihriyesi ise 480 dirhemdir.” Sonra İmam içinde 480 dirhem olan bir keseyi o kadına verdi ve gence şöyle dedi: “Bu kadının elinden tutup git ve evlilik seni düzene sokmayıncaya dek benim yanıma gelme.” Kadın bu sözü duyunca şöyle dedi: “Allah’a sığınırım, Allah’a sığınırım bu işin sonu ateş olur. Allah şahit olsun ki bu benim oğlumdur” sonra kadın bu inkarının sebebini açıkladı. [21]
3.halife Osman ve Muaviye’nin İlmi Meselelerinin Halledilmesi
İmam (a.s)’ın fikri ve ilmi yardımları sadece Ebu Bekir ve Ömer’in hilafet dönemine özgü değildi. O tüm halifelerin hilafet dönemlerinde İslam’ın müşfiki, rehberi ve yardımcısı ünvanıyla İslam ve Müslümanların siyasi ve ilmi müşkülatlarını bertaraf ediyordu. Örneğin 3. Halifelerin de pek çok konuda İmam’ın dahiyane ve yüce yol göstericiliğinden faydalanması acayip ve tuhaf değildir. Ama İmam’a karşı kalbinde buğz ve düşmanlık taşıyan Muaviye’nin ilmi ve fikri meselelerinin çözümlenmesinde İmam’a koşması ve bazı kimseleri İmam’ın huzuruna gönderip ondan meselelerin cevabını istemesi çok tuhaftır. Örneğin bazen Rum hükümdarı bir takım sorular soruyor ve kendisini Müslümanların halifesi diye ilan eden Muaviye’den bu sorulara cevap vermesini istiyordu. Muaviye ise itibarını koruyabilmek için bazı kimseleri Hz. Ali (a.s.)’ın yanına gönderiyor ve onları, bir yolla bu soruların cevaplarını İmam’dan öğrenip kendisine ulaştırmakla görevlendiriyordu.
3.halife Osman ve Muaviye’nin İmam’a danıştıkları bazı meseleleri zikrediyoruz:
1-İslam kanunlarında bir adam karısını boşar ve karısının iddet süresini tamamlamadan önce ölürse, o kadın kocasından miras alabilir. Zira kadının iddet süresi tamamlanıncaya kadar evlilik bağı devam eder.
Osman’ın hilafet döneminde bir şahsın, biri Ensar’dan diğeri de Beni Haşim’den olan iki karısı vardı. Bu şahıs Ensar’dan olan karısını boşadı ve kısa bir müddet sonda da öldü. O kadın ise halifenin yanına giderek şöyle dedi: “Benim iddet sürem henüz dolmadı, bu yüzden ben hakkım olan mirası istiyorum.. “Halife bu hadiseye bir çözüm getiremeyince olayı Hz. Ali’ye ulaştırdı. İmam (a.s) ise şöyle buyurdu: “Eğer Ensar’dan olan kadın kocasının ölümünden sonra üç defa hayız olmadığına yemin ederse kocasından miras alabilir.” Osman Beni Haşim’den olan kadına şöyle dedi: “Bu hüküm halanın oğlu Ali (a.s.)’ın vermiş olduğu bir hükümdür, ben bu konuda bir karar almadım.” Kadın ise şöyle dedi: “Ben Ali (a.s.)’ın hükmüne razı oldum. O, yemin ederek miras alabilir.” Bu hadiseyi Ehl-i Sünnet alimleri, Şii fakihlerinin fetvalarına uymayan değişik şekillerde nakletmişlerdi.[22]
2-Hac ya da umre farizesini yerine getirmek için ihram giymiş olan bir şahıs karada yaşayan hayvanları avlayamaz. Kur’an-ı Kerim bu konuda şöyle buyuruyor: “***”[23] Ancak ihram giymemiş olan bir şahıs bir hayvanı avlarsa, ihram giyinmiş olan kimse bu hayvanın etinden yiyebilir mi? İşte halife de bu sorunun cevabını alabilmek için İmam’a (a.s) danıştı. Ama bundan önce halife ihram giymemiş olan kimsenin avladığı hayvanı ihram giymiş olan şahsın yiyebileceği görüşüne sahipti. Zira tesadüfen halife de muhrim idi ve o, kendisini bu tür yemekleri yemek için çağıran kimselerin davetini kabul etmek istiyordu. Fakat halife İmam’ın bu konudaki muhalefeti ile karşı karşıya kalınca bu hadise ile halifeyi kani etti. Bu hadise şöyle idi: Peygamber (s.a.v) muhrim iken ona böyle bir yemek getirildi. O Hazret ise şöyle buyurdu: “Biz muhrimiz. Bu yemeği siz, ihram giymemiş olan kimselere götürün.”
Hz. Ali bu hadiseyi anlattıktan sonra on iki kişi de İmam’ın bu naklini teyid ettiler. Sonra imam şunu ekledi: “Resulullah sadece bizi bu tür hayvanların etini yemekten menetmekle kalmayarak, avlamış olan kuşların yumurtalarını bile yemekten bizi menetti.”[24]
3-İslam’ın kesin hükümlerinden biri de kafirin ölümden sonra azaba düçar olacağıdır. Osman’ın hilafeti döneminde bir şahıs bu hükme itiraz ünvanıyla bir kafirin kafatasında kabirden çıkarıp halifenin yanına götürdü ve ona şöyle dedi: “Eğer kafir ölümden sonra ateşe yanacaksa bu kafatasının sıcak olması gerekir. Oysa ki ben bu kafatasına dokunuyorum, ama bir sıcaklık hissetmiyorum.” Halife bu soruya cevap getirmekte aciz kalınca hemen İmam’a (a.s) danıştı. İmam ise o şahsın itirazına münasib bir cevap getirdi. O hazret bir çakmaktaşı ve tutuşturucu getirilmesini istedi. Sonra İmam (a.s) bu ikisini ateş kıvılcımı çıkıncaya dek birbirine sürdü ve şöye4l buyurdu: “Çakmaktaşı ve tutuşturucuya dokunduğumuzda bir sıcaklık hissetmiyoruz. Ama bu ikisi öyle bir sıcaklığa sahip ki biz bunu ancak bazı şartlar altında hissedebiliriz. O halde kafirin kabir azabının da böyle olmasının ne sakıncası var? İmam’ın verdiği bu cevap üzerine halife şöyle dedi: “Eğer ali olmasaydı Osman helak olurdu.”[25] Şimdi Muaviye’nin İmam’a (a.s) danıştığı meseleleri zikrediyoruz:
İslam tarihinde Muaviye’nin İmam’a el açtığı ve İmam’ın ilmi sayesinde utanç ve cahilliğini bertaraf ettiği yedi hadise zikredilmiştir:
Uzeyne diyor ki: “Bir şahıs Muaviye’ye bir soru yöneltti. Muaviye ise onun bu soruyu Hz. Ali (a.s)dan sormasını istedi. O şahıs dedi: “Ben bu soruyu Hz. Ali’ye sormak istemiyorum, istiyorum ki bu surumu sen cevaplayasın.” Bunun üzerine Muaviye şöyle dedi: “Neden Peygamber’in “Ali (a.s.)’ın bana olan menzili Harun’un Musa’ya olan menzili gibidir. Ancak benden sonra Peygamber (s.a.v)yok” derken kastettiği kişiden bu sorunun cevabını almak istemiyorsun? Ömer de müşkülatlarını onun sayesinde hallediyordu.”[26]
İmam (a.s)’ın şahadet haberi Muaviye’ye ulaştığı zaman o şöyle dedi: “Fıkıh ve ilim öldü.” Muaviye’nin kardeşi bu sözü ondan duyunca şöyle dedi: “Sakın Şam ehli senin bu sözünü duymasınlar.”[27]
Şimdi Muaviye’nin Hz. Ali’ye danıştığı konuları zikrediyoruz:
1-Kabirleri açıp ölüler üzerindeki kefenleri çalan kişinin hükmü.
2-Bir şahsı öldürmüş olan ve öldürdüğü şahsı karısıyla zina ederken yakalandığını iddia eden bir kişinin hükmü.
3-İki kişi bir elbise hakkında ihtilaf ettiler. Onlardan birisi elbisenin kendi malı olduğunu ispat etmek için iki şahit getirdi. Diğeri ise bu elbiseyi tanımadığı bir kimseden aldığını iddia ediyordu.
4-Bir adam bir kızla evlenmişti. Ama gelinin babası onun yerine başka bir kızını o adamın yanına göndermişti.
5-Rum imparatoru samanyolu, gökkuşağı v. Hakkında Muaviye’ye sorular yöneltince o, meçhul bir kişiyi bu surların cevabını öğrenmesi için Hz. Ali (a.s.)’ın yanına Irak’a gönderdi.
6-Rum imparatoru önceden zikredilmiş sorulan benzerlerini yeniden Muaviye’den sordu ve vergileri bu sorulardan alacağı sahih cevaplara göre ayarlayacağını şart koştu.
7-Üçüncü kez Rum hükümdarlarından soru yöneltildi. Amr ibn-i As ise sahtekarlık ile bu sorunun cevabını İmam’dan aldı.[28]
Ayetullah uzma Cafer Subhani
dıpnotlar ***********************************************************************************************
[1] Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 123 Necef bakısı
[2] İrşad-i müfid s. 107
[3] Kaza-i Emire’l-Müminin Necef baskısı, 1369 s. 96
[4] Kafi, c. 2 hadis: 16; İrşad-i müfid s. 106;Menakıb-ı İbn-i Şehr Aşub c. 1, s. 489
[5] Enbiya/30
[6] Fussilet 11
[7] Lokman/29
[8] Bihar’ül_Envar, c. 40, s. 224
[9] Nehcü’l-Belağa 146. hutbe
[10] Tarih-i Taberi, c. 4 s. 237-238; Tarih-i Kamil, c. 3, s. 3; Tarih-i İbn-i Kesir, c. 7, s. 107;Bihar’ül-Envar, c. 9, s. 501
[11] Semerü’l-Evrak/Negariş-i Takiyüddin Hamevi, c. 2, s. 15 Mısır, H. 1368 Bakısı
[12] Tarih-i Yakubi, c. 1, s. 123; Tarih-i Taberi, c. 2, s. 253; Kenzü’l-Ummal,c. 5, s. 244; Şerh-i Nehc’ül-Belağa İbn-i Ebil Hadid, c. 3, s. 113 Mısır bakısı
[13] El-Vahyi’l-Muhammedi s. 225
[14] Ahkaf/15
[15] Lokman/14
[16] Menakıb-i İbn-i Şehr Aşub, c. 1, s. 496; Bihar c. 40, s. 332
[17] Akziye-i Ali ibni Ebu Talib
[18] Sünen-i Beyhaki c. 7, s. 236; Zehair el-Ukba s. 81; el-Gadir c. 6, s. 120
[19] Müstedrek-i Hakim c. 2, s. 95; Gadir, c. 6, s. 102
[20] Zehair el-Ukba s. 80; el-Gadir c. 6, s. 110
[21] Keşf’ul Gumme c. 1, s. 33; Bihar c. 40, s. 277
[22] Kenzu’l-Ummal c. 3, s. 178; Zehairü’l-Ukba s. 80
[23] Maide/96
[24] Kenzü’l-Ummal, c. 3, s. 53; Müstedrek el-Vesail, c. 2, s. 119
[25] Ali ve Halifeler Revaihu’l-Kur’an, s. 51’den nakledilmiştir.
[26] Zehairu’l-Ukba, s. 79
[27] el-İstiab c. 2, s. 426
[28] Ali ve Halifeler s. 316-324
İran’da Kaç Milyon Sünni Yaşamakta ve Sünni Camii Sayısı Kaç?
İran İslam devriminden önce Tahran’da Sünnilere ait cami bulunmamaktaydı. Tahran’da Sünni camilerinin yapılması için Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Şiilere ait caminin açılmasına izin verilme şartı koşulmaktaydı. Ama görüldüğü gibi İran İslam Cumhuriyeti kurulduktan sonra bu şarttan vazgeçilmiş ve bugüne kadar sayıları oldukça az olmasına rağmen Tahran’da 9 Sünni camisinin açılmasına izin verilmiştir. Tahran’da Sünni camisinin olmasına karşı çıkanların ileri sürdükleri gerekçeler de öyle yabana atılır cinsten değildir.* Peki İran genelinde iddia edildiği gibi 20 milyon sünni yaşamakta mıdır?
Bazıları Sünnilerin İran’da devlet dairelerinde görevlendirilmeklerini iddia etmektedirler. Halbuki İran Parlamentosunda Sünni milletvekilleri bulunmaktadır. Belediye meclislerinde, valiliklerde, belediye başkanlıklarında, emniyet ve orduda Sünniler görev yapmaktadır.
İran İslam cumhuriyetini karalayanlar İran’ın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar Sünnilere ait camilerin olduğunu bilmemekte veya bilerek İran İslam Cumhuriyetini kötülemektedirler. Sünnilere ait okullar ve medreselerin dışında (Sünnilerin yaşadığı) İran’ın her bölgesinde Sünnilere ait camiler bulunmaktadır.
İran genelinde eğer ince bir hesaplama yapılırsa Ehlibeyt mensubu Müslümanların öteki din ve mezheplere göre çok daha mahrum oldukları görülecektir.
İran İslam Cumhuriyeti genelinde 70 bin dolayında cami bulunmaktadır. Bu camilerden 60 bini Şiilere 10 bini Sünnilere aittir.
Halbuki İran İslam Cumhuriyeti nüfus sayımına göre (beş yıl önceki sayım) İran’da 72 milyon insan yaşamaktadır. Bunun % 99’u Müslümanlardan oluşmaktadır. Bunun da % 7’sini Sünniler teşkil etmektedir. Bu sayıma göre ülke genelinde 5 milyon kadar Sünni yaşamaktadır.** Ve ülkede bulunan Sünni camii sayısı 10 bin dolayındadır. Bu istatistiğe göre her 500 Sünni’ye bir cami düşmektedir. (Türkiye'de her 900 kişiye bir cami düşmektedir.)
Eğer ülkedeki % 7 olan Sünni nüfusu Şiilerden çıkarırsak geriye 66 milyon Şii Müslüman kalmaktadır. (bir milyon kadar öteki dinler) 66 Milyon Şii nüfusa göre camii sayısını hesapladığımız zaman her 1100 Şii Müslüman’a bir camii düşmektedir.
Gayri resmi rakamlara göre ise ülkede bulunan Şii camilerin % 40’ı cami imamından yoksun bulunmaktadır. Yani her yüz camiden 40’ının imamı bulunmamaktadır. Ve bu camilerin büyük bir kısmı tamire ihtiyaç duymaktadır.***
İran İslam Cumhuriyetinde yaşayan Ermeni Hıristiyan sayısı ise 150 bin dolayındadır. Ülkede Ermenilere ait kilise sayısı ise 300’dür. Buna göre her 500 Ermeni’ye bir kilise düşmektedir.
Dikkat edildiği gibi İran İslam Cumhuriyeti bir İslam ülkesi olmasına ve Şii mezhebi fıkhına göre yönetilmesine rağmen öteki din ve mezhepler Şiilerden çok daha fazla imkana ve ibadethaneye sahiptirler.
İran İslam Cumhuriyeti Şehirlerine Göre Cami Sayısı:
Batı Azerbaycan Eyaleti (Urumiye bölgesi): Sünnilere ait camii sayısı 1465
Buşehr: Sünnilere ait camii Sayısı 106
Tahran: Sünnilere ait camii sayısı 9 (ve sayısı bilinmeyen bir çok mescit)
Horasan: Sünnilere ait camii sayısı 746.
Sistan – Beluçistan: Sünnilere ait cami sayısı 3546. Sistan – Beluçistan eyaletinde yaşayan Sünni sayısı: 824.395 kişi olmasına rağmen cami sayısı 3546. Burada yaşayan Şii sayısı ise 898.184. Şiilerin cami sayısı ise sadece 322. Resmi rakamlara göre Sünni Şii sayısı neredeyse aynı olmasına rağmen Sünnilerin cami sayısı Şiilerin cami sayısından kat be kat daha fazladır!
Fars: Sünnilere ait camii sayısı 212.
Kürdistan: Sünnilere ait camii sayısı 1768.
Kerman: Sünnilere ait camii sayısı 21.
Kermanşah: Sünnilere ait camii sayısı 341.
Gulistan: Sünnilere ait camii sayısı 1017.
Gilan: Sünnilere ait camii sayısı 89.
Hurmuzgan: Sünnilere ait cami sayısı 1032.
İran Genelindeki Sünnilere ait camii sayısı toplam: 10344.
İran Parlamentosundaki Sünni Milletvekillerinin Listesiİran parlamentosunda görev yapan toplam milletvekili sayısı 290’dır. Bu milletvekillerinin 19’u Ehli sünnete, 12’side öteki dini azınlıklara aittir. Şimdi şu anda parlamentoda görev yapan Ehli sünnet ve dini azınlıkların milletvekillerinin isimleriyle birlikte tam listesini veriyoruz. (böylelikle hiçbir şüpheye mahal verilmemiş olunsun)
Kürdistan Bölgesinden Meclise Giren Ehli Sünnet Milletvekilleri
1- Muhsin Bigleri
2- Hamit Kadir Marzi
3- Ümit Kerimiyan
4- Emin Şabani
5- Abdul Cabbar Keremi
Batı Azerbaycan Eyaletinden Meclise Giren Ehli Sünnet Milletvekilleri
6- Abid Fettahi
7- Osman Ahmedi
8- Muhammed Kasım Osmani
9- Resul Hazari
10- Abdul Kerim Hüseyin Zade
Beluçistan Eyaletinden Meclise Giren Ehli Sünnet Milletvekilleri
11- Nasır Kaşani
12- Hamit Rıza Peşeng
13- Hidayetullah Mir Murad Zehi
14- Yakup Çenkal
15- Said Erbabi
Gulistan’dan Meclise Giren Ehli Sünnet Milletvekilleri
16- Abdul Kerim Recebi
Kermanşah’dan Meclise Giren Ehli Sünnet Milletvekilleri
17- Nimet Menuçehri
Horasan’dan Meclise Giren Ehli Sünnet Milletvekilleri
18- Mahmut Nigehban Selami
Hurmuzgan’dan Meclise Giren Ehli Sünnet Milletvekilleri
19- Ahmet Cabbari
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
* Tahran’da Sünni camisinin olmamasını savunanların görüşlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Tahran’da Sünni camisinin yarattığı endişelerden bir kaçı
Tahran’da Sünni bir cami yani, Suudi Arabistan, BAE, Katar, Kuveyt… gibi ülkelerin Şii bir ülke olan İran İslam Cumhuriyetinin başkentinde nüfuzlarını arttırmak anlamına gelmektedir. (buda aynı zamanda İran’ın başkenti Tahran’da Amerika ve Siyonist rejimin varlığı demektir) Suudi Arabistan ve öteki kukla rejimler İran İslam Cumhuriyetinde nüfuzlarını arttırmak için ülkede yaşayan Sünnileri kullanmaktadırlar. Burada bir Sünni camisi demek siyasi olarak İran’ın kalbinde gövde gösterisi yapmak anlamına gelmektedir… bu kukla rejimler başta Sistan – Beluçistan eyaleti olmak üzere ülkede yaşayan Sünnilerin bir kısmı bu ülkelerden her yıl düzenli olarak (gizli olarak) yüklü miktarlarda maddi yardım almaktadırlar. İran İslam Cumhuriyetinin Sistan bölgesinde yaşanan terör saldırıları, uyuşturucu kaçakçılığı bunun en bariz örneğidir. İran’ın sistan – Beluçistan eyaleti İran’ın en güvensiz bölgesi unvanını taşımaktadır. Bu bölgede şu ana kadar yüzlerce asker, polis ve sivil vatandaş silahlı ve bombalı saldırılar sonucu hayatını kaybetti. Bir çok Şii vatandaş kaçırılarak başları kesilmiş ve bedenlerine işkence edilmiş olarak bulundu. Bölgede Sünnilerin sayısının artması için çok evlilikler bilinçli olarak yaptırılmaktadır. Bu bağlamda ülkede çok eşli evlilikler başta bu bölge olmak üzere öteki Sünni bölgelerinde yaygın bir şekilde devam etmektedir. bir çok Sünni dört evlilik yapması için teşvik edilmekte ve bunun için yüklü miktarlarda para yardımları almaktadırlar. Şu anda Sünni bölgelerindeki dört eşlilik oldukça yaygındır. Her bir Sünni ailenin ortalama sayısı son yıllarda 40 kişiyi bile geçmektedir!! Şiiler ise genel olarak bir evlilik yapmakta ve en fazla üç çocuk sahibi olmaktadırlar.
Tahran’da Sünni camisi demek, Sistan – Beliçistan bölgesindeki düşüncenin Tahran’a da yayılması anlamına gelmektedir. Tahran’da güçlenmek demek artık Tahran’ın da Sistan – Beluçistan gibi emniyetsiz bir yer olacağı ve her gün Tahran’ın değişik yerlerinde bombalama ve intihar saldırılarının olacağı anlamına gelmektedir.
** İran’da ne kadar Ehli sünnet mensubu Müslüman’ın yaşadığını anlamanın bir başka yolu da yıllık Sünni hacı sayısıdır. İran İslam Cumhuriyetinden hacca giden hacı sayısı yıllık olarak 100 binin üzerindedir. Bunun altı ila sekiz binini Ehli sünnet Müslümanları oluşturmaktadır. Bu sayıdan da İran’da (şu anki ramaklara göre) altı ila yedi milyon arasında Ehli sünnet mensubunun yaşadığı anlaşılmaktadır.
*** İran İslam Cumhuriyetinde camilerin yapımı, tamiri, bakımı halka aittir. Devlet eliyle camiler açılmaz. Buralara camii imamı atamaz. İmamların camide görev yapması da tamamen halka bağlıdır. halk istediği alimi getirir cami imamı olarak atayabilir. Cami imamının maaşı da halka aittir. Devlet karışmaz.
İran’daki Dini Azınlıkların Milletvekili Listesi
İran İslam Cumhuriyetinde dini azınlık olarak Hıristiyanlar (Ermeni, Asuri, Keldani) Yahudiler, Zerdüştler, Sabiiler… yaşamaktadır.
İran İslam Cumhuriyetinin anayasasının 13. ve 64. maddeleri azinlıklar konusunda deyiniyor
m.13: Yalnızca; Musevi Zerdüşt ve Hıristiyanlar dini azınlık olarak tanınırlar.
Bunlar; kanunlar dâhilinde kendi dini merasimlerini uygulamakta serbesttirler.
Şahıs ve aile hukukunda ve dini eğitimde kendi usullerince (kültürlerince) hareket ederler.
m.64: Zerdüştiler 1; Yahudiler 1; Asurî Hıristiyanlar ve Keldani Hıristiyanlar toplam 1; güney ve kuzey Keldani Hıristiyanlarının her biri 1 temsilci seçerler.
Bu maddelere göre dini azınlıklar nüfus oranlarına göre 12 milletvekili hakkı tanımıştır.
Musevi Dinine Mensup Milletvekillerinin Listesi
1- Siyamek Mirsedek
2- Mesud David
Zerdüşt Dinine Mensup Milletvekillerinin Listesi
1- Kuvruş Azer Guştasebi
2- Ferşid İhtiyari
3- İsfendiyar İhtiyari Kesneviye Yezd
Hıristiyan (Ermeni) Dinine Mensup Milletvekillerinin Listesi
1- Sarkis İsraili İstpaniyan
2- Armin Hayirpetyan
3- Karen Khanleri
Hıristiyan (Keldani Ve Asuri) Dinine Mensup Milletvekili Listesi
1- Edward Serkizzade
2- Lurens Enviye Tekiye
3- Yunten Bot Kulia
4- Franklin Binyamin Feki Biklu
Laricani: Batının Moskova müzakerelerine yaklaşımı yeni bir oyun
İslami Şura Meclis Başkanı Ali Laricani, Batı'nın Moskova müzakerelerini son şans olarak nitelemesini acemice oynanan yeni bir oyun olarak yorumladı.
Laricani: Batının Moskova müzakerelerine yaklaşımı yeni bir oyunEhlibeyt Haber Ajansı ABNA- Bu sabah meclis genel kurul oturumunun açılışında konuşan Laricani, İran ile 5+1 arasında Moskova'da düzenlenecek müzakereleri değerlendirdi.
Müzakerelere iki hafta kaldığı bir sırada Batı'nın Moskova müzakerelerini son şans olarak değerlendirmesini eleştiren Laricani, Amerika'nın İran aleyhinde yeni bir kararname hazırladığı tehdidi da acemice oynanan bir oyun olduğunu vurguladı.
Amerika ve Batı'yı eleştiren Laricani, bu zümrenin sorunların çözümü için müzakere masasına oturduklarını iddia etmelerine karşın müzakerelerin sonucunu önceden belirlediklerini ifade etti.
Batı İslami İran'dan Korkmaktadır; Nükleer İran'dan Deği
İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei, İslam İnkılabı'nın Büyük Rehberi ve İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu rahmetli İmam Humeyni'nin irtihalinin 23. yıldönümü münasebetiyle başkent Tahran'da düzenlenen törende yaptığı konuşmada İmam'ın İran milletinin onurunun yükseltilmesi ve iç yapısınnın güçlendirilmesindeki akıllı rolüne işaretle tarih yazan İran milletinin bu role dayanarak İslami İran'ı dünya sultacılarının nüfuz alanı dışında bir modele dönüştürdüğünü ve sağladığı ilerlemeler sayesinde diğer milletlere örnek olarak dünya zorbalarının kalplerine korku saldığını söyledi.
İmam Hamenei konuşmasında ‘bu parlak çizgi ilerlemelerin zirvesine ve düşmanların kesin umutsuzluğuna dek sürecek ve hiç kuşkusuz İran milleti ve tüm müslüman milletlerin geleceği geçmiştekinden daha iyi olacaktır' dedi.
İmam Humeyni'nin rıhlet yıldönümündeki görkemli anma törenine büyük kalabalıklar katıldı ve Ayetullah Hamenei burada yaptığı konuşmada Hz. Ali (S)'in kutlu veladet yıldönümünün İran'da ‘babalar günü' olarak anılmasına işarete Hz. Ali'den ‘İslam ümmetinin babası' ve İmam Humeyni'den de 'İran milletinin, İslami kurtuluş hareketlerinin ve İslam dünyasının babası' olarak söz etti ve şöyle konuştu: ‘Hemen herkesin imkansız sandığı nice eylemler, İmam Humeyni'nin gelişiyle birlikte gerçekleştirildi ve nüfuzu imkansız nice duvarlar ise İmam'la birlikte yıkılmaya başladı. İran'lıların uzun tarihleri boyunca katedilen çeşitli dönemlerde izzet ve zillet dolu günlere tanık olundu. İnkılap öncesindeki son 200 yıllık dönem, çok çetin, karanlık ve zillet dolu bir dönemdi. Bölge ve dünya çapında inzivaya sürükleniş, ekonomik alanlarda giderek artan yoksulluk, bilim ve teknolojide derin geri kalmışlık, İran'daki uşak devlet adamları ve yönetimlerin sömürgeciler ve yabancılara olan bağımlılıkları, Kacar ve Pehlevi dönemlerindeki alçalışın kimi göstergeleridir. Utanç verici Gülistan ve Türkmençay anlaşmalarıyla birlikte onlarca şehir İran'dan kopartıldı ve o zilletli günlerde yabancılar, kuklaları olan Pehlevi rejimini oluşturarak İran'ı siyasal, kültürel ve ekonomik saldırı hedefine dönüştürdüler.'
İslam İnkılabı Rehberi bu bağlamda kimi istisnalara da dikkat çekerek sözlerini şöyle sürdürdü: ‘Elbette o dönemlerde Emir Kebir, Ayetullah Şirazi'nin tütün tekeliyle ilgili fetvası, ulemanın meşrutiyete müdahelesi ve petrolün millileştirilmesi gibi istisnalar da mevcuttur. Ancak, bu tür istisnalar ya kısa sürdü, ya da tamamen çıkmaza saplandı ve böylelikle büyük bir alçalış ve zaaf, tarih yazmış olan bu büyük millete dayatılmış oldu. Büyük İslam İnkılabı'nın zafere ermesiyle birlikte durum tamamen değişti ve zillet dönemi kapanırken, izzet dönemi başladı. İmam Humeyni milli onur duygusu ile ‘biz muktediriz ve becerebiliriz' kültürünü canlandırmaya yöneldi ve bu duyguları mü'min İran milletinin ruhunun derinliklerinde odaklaştırdı. İmam'ın edebiyatının temel ekseni milletin iç yapılanması idi ve bu bağlamda şanlı tarihe dayanmak yerine milletin iç yapılanmasını öne çıkardı.'
İmam Hamenei, inkılabın 4. on yıllık döneminin ‘ilerleme ve adalet' dönemi olarak adlandırılmasına değinerek konuşmasına şöyle devam etti: ‘Hakiki ve geniş anlamıyla ilerleme, insan ve toplum hayatının çeşitli maddi ve manevi boyutlarını içermektedir; özgürlük, adalet , bayındırlık ve ahlaki yüceliş gibi. Bu yüzden aziz İmam'ımızın başlatmış olduğu yolda ilerlemek zorundayız.'
İnkılap Rehberi daha sonra İslam Cumhuriyeti'nin bazı ilerlemelerini zikrederek ‘İran milleti son 33 yılda İslam nizamını yok etmeye yönelik siyasi, askeri ve ekonomik alanlardaki tüm problemlerin üstesinden gelmiştir' dedi.
İmam Hamenei ayrıca İran'ın bölgesel ve uluslararası gelişmeler üzerinde büyük etkiler uyandırdığını hatırlatırken, İran milletinin son 30 yıldaki direnişinin dünya çapında süren olaylarda derin etkiler meydana getirdiğini belirtti ve şunları ifade etti: ‘İslam İnkılabı'na düşmanlık besleyenlerin tüm korkularının gerçek nedeni, İran milletinin ilerlemesi ve bu milletin bölge ve dünyanın diğer milletlerine bir örnek teşkil etmesidir. Dünyadaki siyasal çevrelerin nükleer İran'ı bir tehlike olarak lanse etmeleri büyük bir yalan ve aldatmacadan ibarettir. Zira onlar nükleer İran'dan değil, İslami İran'dan korkmaktadırlar. Emperyalist güç merkezlerinde deprem yaratan şey, İran milletinin Amerika gibi devletlere dayanmaksızın ve hatta onlarla boy ölçüşerek de ilerlenebileceğini ispat etmiş olmasıdır.'
İnkılap Rehberi İran aleyhindeki ambargoların, İran milletinin ileriye dönük yürüyüşünü sekteye uğratamayacağını ve tam tersine halkın Batı karşıtı nefretlerine derinlik kazandıracağını kaydetti.
İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının bir başka bölümünde ise Yemen ve Bahreyn'den Mısır, Libya ve Tunus'a kadar uzanan coğrafyadaki kurtuluş hareketleri ve devrimlere değinerek bu ülkelerin kül altındaki ateşi andırdığını ve müslüman halkların milli onur, adalet ve özgürlük peşinde olduklarını söyledi ve şu değerlendirmede bulundu: ‘Bu hareketler arasında İslami uyanıştan söz etmek, köklü delillere dayalı bir söylemdir. Zira milletler kendi ilkeleri çerçevesinde adalet, özgürlük ve demokrasi istemektedirler. Bölge halklarının inançlarına bakıldığında bu çerçevenin İslam olduğu anlaşılır. Bu nedenle bölgedeki kurtuluş hareketlerinin mahiyetinin İslami uyanış olduğu görülecektir.'
İmam Hamenei daha sonra siyonist rejimi kayıtsız şartsız olarak desteklemekte olan Batı'lı devletler ve Amerika'nın içinde bulunduğu şartların çok kötü olduğunu hatırlatarak şunları dile getirdi: ‘Sosyal , ekonomik ve finans sorunları nedeniyle Batı bugün kendi halkları karşısında yılgınlığa sürüklenmiş olup, Amerika'nın dümen suyundaki nice Avrupa'lı hükümetlerin düşüşü ve milletlerin Amerika aleyhindeki nefretlerinin artması Batı'daki bunalımın ne denli ciddi olduğunu sergilemektedir. Onlar, bu buhranı Asya, Afrika ya da bölgeye intikal ettirmek uğraşındalar.'
Bölgedeki diktatörlük rejimlerinin yıkılarak bölgeye huzur ve istikrarın egemen olacağını vurgulayan İmam Hamenei ayrıca Bahreyn'deki olaylara değinerek şöyle konuştu: ‘Bahreyn halkının mazlumiyeti daha büyüktür. Bu halk hiç bir neden olmaksızın despot ve diktatör bir rejim tarafından en sert yöntemlerle bastırılmaktadır. Oysa Bahreyn halkı demokratik bir ülkenin en ihtiyaç duyduğu en basit talepleri gündeme getirmiştir. Allah'ın izniyle bölgedeki tüm cihad eylemleri sonuca ulaşacaktır. Ancak, dikkatli olunması ve kavmi ve mezhebi ihtilaf ateşlerinin körüklenmemesi gerekir. Hiç kuşkusuz müslüman milletler ve İran milletinin geleceği geçmiştekinden daha iyi olacaktır.'
Tevessül Duası, Anlamı ve Türkçe Okunuşu
Tevessül Duası
اَللّـهُمَّ اِنّي اَسْاَلُكَ وَاَتَوَجَّهُ اِلَيْكَ بِنَبِيِّكَ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ مُحَمَّد صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ، يا اَبَا الْقاسِمِ يا رَسُولَ اللهِ يا اِمامَ الرَّحْمَةِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبَا الْحَسَنِ يا اَميرَ الْمُؤْمِنينَ يا عَلِيَّ بْنَ اَبي طالِب، يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا، يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا فاطِمَةَ الزَّهْراءُ يا بِنْتَ مُحَمَّد يا قُرَّةَ عَيْنِ الرَّسُولِ، يا سَيِّدَتَنا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكِ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكِ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا، يا وَجيهَةً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعي لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبا مُحَمَّد يا حَسَنَ بْنَ عَلِيٍّ اَيُّهَا الُْمجْتَبى يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ، يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبا عَبْدِاللهِ يا حُسَيْنَ بْنَ عَلِيٍّ، اَيُّهَا الشَّهيدُ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبَا الْحَسَنِ يا عَلِيَّ بْنَ الْحُسَيْنِ، يا زَيْنَ الْعابِدينَ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ، وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا، يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبا جَعْفَر يا مُحَمَّدَ، بْنَ عَلِيٍّ اَيُّهَا الْباقِرُ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ، وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا، يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبا عَبْدِ اللهِ يا جَعْفَرَ بْنَ مُحَمَّد، اَيُّهَا الصّادِقُ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا، يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبَا الْحَسَنِ يا مُوسَى بْنَ جَعْفَر، اَيُّهَا الْكاظِمُ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا، يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبَا الْحَسَنِ يا عَلِيَّ بْنَ مُوسى اَيُّهَا الرِّضا يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا، يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبا جَعْفَر يا مُحَمَّدَ بْنَ عَلِيٍّ اَيُّهَا التَّقِيُّ الْجَوادُ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا، يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبَا الْحَسَنِ يا عَلِيَّ بْنَ مُحَمَّد اَيُّهَا الْهادِي النَّقِيُّ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا اَبا مُحَمَّد يا حَسَنَ بْنَ عَلِيٍّ، اَيُّهَا الزَّكِيُّ الْعَسْكَرِيُّ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ، يا وَصِيَّ الْحَسَنِ وَالْخَلَفَ الْحُجَّةَ اَيُّهَا الْقائِمُ الْمُنْتَظَرُ الْمَهْدِىُّ يَا بْنَ رَسُولِ اللهِ يا حُجَّةَ اللهِ عَلى خَلْقِهِ يا سَيِّدَنا وَمَوْلانا اِنّا تَوَجَّهْنا وَاسْتَشْفَعْنا وَتَوَسَّلْنا بِكَ اِلَى اللهِ وَقَدَّمْناكَ بَيْنَ يَدَيْ حاجاتِنا يا وَجيهاً عِنْدَ اللهِ اِشْفَعْ لَنا عِنْدَ اللهِ .
Sonra hacetlerini iste; inşallah hacetlerin reva olacaktır. Başka bir rivayette ise şöyle geçer: daha sonra şöyle de:
يا سادَتي وَمَوالِيَّ اِنّي تَوَجَّهْتُ بِكُمْ اَئِمَّتي وَعُدَّتي لِيَوْمِ فَقْري وَحاجَتي اِلَى اللهِ، وَتَوَسَّلْتُ بِكُمْ اِلَى اللهِ، وَاسْتَشْفَعْتُ بِكُمْ اِلَى اللهِ، فَاشْفَعُوا لي عِنْدَ اللهِ، وَاسْتَنْقِذُوني مِنْ ذُنُوبي عِنْدَ اللهِ، فَاِنَّكُمْ وَسيلَتي اِلَى اللهِ وَبِحُبِّكُمْ وَبِقُرْبِكُمْ اَرْجُو نَجاةً مِنَ اللهِ، فَكُونُوا عِنْدَ اللهِ رَجائي يا سادَتي يا اَوْلِياءَ اللهِ، صَلَّى اللهُ عَلَيْهِمْ اَجْمَعينَ وَلَعَنَ اللهُ اَعْداءَ اللهِ ظالِميهِمْ مِنَ الاَْوَّلينَ وَالاْخِرينَ آمينَ رَبَّ الْعالَمينَ .
Tevessül Duasının Türkçe Yazılışı
Allahumme innî es eluke ve eteveccehu ileyke bi nebiyyike nebiyyir rahmeti muhammedin sallallâhu aleyhi ve âlihi yâ ebel kâsim yâ resulellâh yâ imâmer rahmeti yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecihen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebel Hasen,Yâ Emir’el Mu’minin,Yâ Eli yebne Ebi Tâlib,Yâ Huccetellâhi elâ halkihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecihen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Ya Fâtimetezzehrâ, Yâ binte Muhammedin, ya kurrate aynirresul yâ seyyidetenâ ve mevlâtenâ innâ teveccehnâ vesteşfa’ nâ ve tevesselnâ biki ilellâh ve keddemnâki beyne yedey hâcâtinâ yâ veciheten indellâh işfa’î lenâ indellâh.
Yâ Ebâ Muhammedin, Yâ Hasenebne Ali, eyyuhel Muctebâ yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebâ Abdillâh,Yâ Huseyn ebne Aliyy eyyuheşşehid yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebel Hasen,Yâ Aliyyebne’l Huseyn,Yâ Zeyne’l Abidin yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebâ Ca’fer, Yâ Muhammed ebne Aliyy eyyuhel Bâkir yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebâ Abdillâh, Ya Ca’fer ebne Muhammed eyyuhes’ Sâdik yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebel Hasen, Yâ Musebne Ca’fer,eyyuhel Kâzım yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebel Hasen, Yâ Ali yebne Musâ eyyuher Rızâ yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebâ Ca’fer, Yâ Muhammedebne Aliyy eyyuhet Takiyyul Cevâd yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebel Hasen, Yâ Aliyyebne Muhammed eyyuhel hadîyyunnakiyy yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ Ebâ Muhammed, Yâ Hasenebne Aliyy, eyyuhezzekiyyul Askeriyy yebne resullillâh,yâ huccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Yâ vasiyyel Hasen,vel helefel Huccete eyyuhel kâimul muntazerul Mehdiyy yebne resullillâh,yâ hoccetellâhi alâ helgihi yâ seyyidenâ ve mevlânâ innâ teveccehnâ vesteşfa’nâ ve tevesselnâ bike ilellâhi ve keddemnâke beyne yedey hâcâtinâ yâ vecîhen indellâh işfa’ lenâ indellâh.
Sonra hacetlerini iste; inşallah hacetlerin reva olacaktır. Başka bir rivayette ise şöyle geçer: daha sonra şöyle de:
Yâ sâadeti ve mevâliyye innî teveccehtu bi kum eimmetî ve uddetî li yevmi fakrî ve hâcetî illellâhi ve tevesseltu bi kum illellâh vesteşfa’tu bi kum ilellâh feşfaû lî indellâh vestenkizûnî minzunubî indellâh fe innekum vesîletî illellâh ve bi hubbikum ve kurbikum ercû necâten minellâhi fe kûnû indellâhi recâî yâ sâadeti yâ evliyâ Allâh sallallâhu aleyhim ecmaîn ve la’enallâhu a’dâ Allâhi zâlimîhim minel evvelîne vel âhirîn. Âmîn rabbel âlemîn.
Tevessül Duasının Anlamı
Allah'ım! Ben, rahmet peygamberi Muhammed Sallallahu aleyhi ve alih'i huzuruna vasıta ederek niyaz ediyor ve Sana yöneliyorum.
Ya Eba'l-Kasım, Ey Allah'ın resulü, ey rahmet önderi, ey efendimiz ve mevlamız!
Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık Ve hacetlerimizin verilmesi için seni önümüze aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, bize Allah indinde şefaat eyle.
Ya Eba'l-Hasan, Ey Müminlerin Emiri, Ey Ali b. Ebi Talib, Ey Allah'ın yaratıkları üzerindeki hücceti, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin kabulü için seni öne aldık.
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Fatımet'üz Zehra, ey Muhammed (s.a.a) in kızı, ey peygamberin gözünün nuru, ey seyyidimiz ve serverimiz! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba Muhammed, Ey Hasan İbn-i Ali, ey Mücteba, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba Abdillah, ey Hüseyin İbn-i Ali, ey şehid ve ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba'l-Hasen, ey Ali İbn-i Hüseyin, ey Zeynel-Abidin, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba Cafer, ey Muhammed İbn-i Ali, ey İmam-ı Bakır, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba Abdillah, ey Cafer İbn-i Muhammed, ey İmam-ı Sadık, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık; ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba'l-Hasen, ey Musa İbn-i Cafer, ey İmam-ı Kazım, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba'l-Hasen, ey Ali İbn-i Musa, ey İmam-ı Rıza ve ey Peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba Cafer, ey Muhammed İbn-i Ali, ey İmam Takıyyül-Cevad, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba'l-Hasen, ey Ali İbn-i Muhammed, ye İmam-ı Hadi Naki, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey Eba Muhammed, Ey Hasen İbn-i Ali, ey İmam Zekiyyül-Askeri, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey İmam Hasen'ül-Askeri'nin vasisi ey (peygamber soyundan) hüccet olarak kalan iyi halef, ey kıyam etmesi beklenen Mehdi, ey peygamberin torunu! Ey Allah'ın yarattıklarına hücceti olan, ey efendimiz ve mevlamız! Gerçekten biz seni vasıta ederek Allah'a yöneldik, şefaat diledik ve Allah'a yakınlaştık; ve hacetlerimizin verilmesi için seni öne aldık;
Ey Allah katında şerefli olan, şefaat eyle bize Allah indinde.
Ey efendilerim ve mevlalarım, ey İmamların, ey yoksulluk ve hacet günlerimde (yardımıma koşacak) vasilerim, ben sizi vasıta ederek Allah'a yöneldim; ve sizinle Allah'a yakınlaştım, şefaat diledim; Artık şefaat edin bana Allah indinde ve Allah katında beni yaptığım günahlardan kurtarın; sizsiniz benim Allah katındaki vesilelerim; ve sizi sevmek, size yakınlaşmakla, Allah'tan kurtuluş ümit ederim. Öyleyse Allah katında ümit (sermayesi) olsun bana ey efendilerim, ey Allah'ın velileri! Allah rahmet etsin bütün onlara. Allah lanet etsin, onlara zulmeden Allah düşmanlarına; evvellerinden sonlarına kadar... Âmin ey Âlemlerin Rabbi!
ABD’ye yardımın bedeli
ABD eski başkanlarından Roosevelt, henüz 2. Dünya Savaşı neticelenmeden Kongre’de “dört özgürlük üzerine” bir konuşma yapmıştır.
Burada “dünyanın her yerinde konuşma ve ifade özgürlüğünden, kişinin Tanrısına kendi istediği biçimde tapınma özgürlüğünden, yoksulluktan kurtulma özgürlüğünden ve dünyanın herhangi bir yerinde korkudan kurtulma özgürlüğünden” bahsederek, “Bu, hiçbir ulusun herhangi bir komşusuna karşı fiziksel saldırı eylemi gerçekleştirmek durumunda olmayacağı bir durumdur” demiş ve devletlerin hareket sınırlarını çizmiştir. 1941 yılında bahsi geçen özgürlükler ABD halkları için halen geçerlidir. Özellikle 2000 senesinde vuku bulan New York’taki İkiz Kulelerdeki patlamalardan sonra birleşik devletler, Amerikan halkının her türlü emniyetini dünyanın genelinde temin edecek tedbirler almıştır. Haklar ve özgürlükler, kâğıt üzerinde tüm insanlara tanınmış olsa da hakikatte böyle bir şey söz konusu değildir.
Tam tersine ABD yeraltı kaynaklarını elde etmek maksadı ile bugün Ortadoğu coğrafyasında kan dökmektedir. Müslüman âleminin temel hakkını, yaşamlarını tehdit etmektedir.
ABD desteği ile bölgede lider olanlar da, vazifeleri bitince bağlılıklarını hayatları ile ödemektedirler. Irak lideri Saddam bir örnektir. Saddam 2003 yılında işgal sonrasında idam edilerek öldürülmüştür.
Ortadoğu da başlayan Arap Baharının etkisi ile iktidarı sona eren Tunus lideri Zeynelabidin ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır.
Libya lideri Kaddafi, ayaklanmaların ardından halkı tarafından linç edilerek can vermiştir.
Mısır lideri Hüsnü Mübarek, yargılandığı mahkemeye defalarca sedye ile taşınmış ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştır.
Mübarek’in mahkeme salonunu terk ederken, “sonum bu mu olacaktı” diye bağırdığı belirtilmiştir. Maalesef, ABD yanında yer alan, onun çıkarlarına hizmet edenlerin sonu budur.
İşgale direnen Esad, Suriye Meclisinde yaptığı konuşmada, “Reformlara rağmen dış destekli bir savaşla karşı karşıya olduklarını” vurguladı.
Dış destekli bu savaşa, sırf ABD istiyor diye yardım edenler sonlarının Mübarek veya Saddam gibi olacaklarını hatırdan çıkarmamalıdır.
'Tarık' denizaltısı serbest sularda göreve hazır
İran İslam Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Habibullah Seyyari, İran yapımı 'Tarık' adlı denizaltında gerekli tamiratın yapıldığını ve hâlihazırda serbest sularda göreve hazır olduğunu söyledi.
Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Tuğamiran Seyyari, Benderabbas kentinde düzenlenen bir merasimde yaptığı konuşmada, denizaltı tamiri yapan ülkelerin dünyada sayısının çok az olduğunu İran'ın sözkonusu ülkelerden biri sayıldığını kaydederek, "İran milli üretim ile İran iş ve yatırımı destekleme yılı"nda İran deniz kuvvetlerinin de kendi üzerine düşeni çok iyi bir şekilde yerine getirmekte olduğunu ve bu doğrultuda İranlı uzmanların çok kısa zamanda denizaltının tamirini gerçekleştirdiklerini söyledi.
İran'a ait 'Tarık' adlı denizaltı, İranlı uzmanlarca yapılıp radara yakalanmayan bir özelliğe sahiptir.
ABD, Türkiye'yi İran'a karşı kışkırtmaya devam ediyor...
ABD'den suikast yalanı...
İran'ı nükleer başarısından dolayı engellemeye çalışan ABD şimdi de Türkiye ile İran arasında 'diplomatlara yönelik suikast' iddiasını ortaya atarak Türkiye'yi İran'a karşı kışkırtmaya çalışıyor.
Washington Post, İran ve Hizbullah ile doğrudan bağları olan kişilerin, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu bazı ülkelerde diplomatları öldürme girişimlerinde bulundukları öne sürüldü.
Washington Post geçen ay ABD yetkililerine sunulduğunu belirttiği bir rapora dayanarak Azerbaycan, Hindistan, Türkiye, Tayland, Pakistan ve Gürcistan'da diplomatları öldürme girişimlerinin arasında geniş bağlantıların bulunduğunu iddia ederek, "Her girişim, İran veya Hizbullah ile doğrudan bağları olan elemanlarca gerçekleştirildi ve İran'a hasmane bir tutumu olan ülkelerin diplomatlarını hedef aldı" diye yazdı.
Washington Post gazetesi, geçen ay ABD'li yetkililere sunulan bir rapora dayanarak yayımlandığı geniş haberinde, İran ile bağlı cinayet komplolarının hedefleri arasında Amerikan diplomatlarının bulunduğunu belirterek özellikle Azerbaycan'da ortaya çıkarılan girişimler üzerinde durdu.
Son haftalarda dört ülkede yapılan araştırmaların sonucunda çeşitli ülkelerde diplomatlara yönelik cinayet girişimlerini, birbiri ile ve İran-destekli Hizbullah üyeleri veya İran içerisinde üstlenen elemanlarıyla bağlayan yeni kanıtların elde edildiği iddia edilen haberde, bu kanıtları özetleyen resmi raporun, telefon kayıtları, adli tıp testleri, koordine edilen seyahatlar ve İran'da satın alınıp saldırıları gerçekleştirecek kişilerce kullanılan SİM kartlarından söz ettiğine dikkat çekildi.
İran hakkından vazgeçmeyince!
Washington Post, söz konusu teşebbüslerin, ilkbahar başlarında birdenbire durduğunu, bunun da İran'ın, nükleer programına ilişkin müzakerelerin yeniden başlaması öncesi tonunu yumuşattığı döneme rastladığını da savundu.
Azerbaycan'da ortaya çıkarıldığı belirtilen komploların, son dönemde İran'a bağlanan birçok girişimin tarzına benzediğini kaydeden gazete, Suudi Arabistan'ın Washington Büyükelçisi'ni başarısız öldürme girişiminin de benzer bir planı içerdiğini iddia etti. Bu iddialar, İran'ın barışçıl nükleer enerji üretme hakkından vazgeçmemesi üzerine bölgenin en güçlü ülkesi olan Türkiye ile arasını açma çabaları olarak yorumlanıyor.
Milli Gazete 29-05-2012
Yoksa sizin mezhep Resulullah’tan (s.a.a) önce mi kuruldu? (1)
Rahmi Onurşan Rahmani yazısında son dönemlerde Şiiler aleyhinde yazılan iftiralara cevap verdi. Yazı şöyle:
Ali Bulaç Zaman gazetesinde Şii ve Ehli Sünnet arasındaki ihtilafları değerlendiren ve güzel temennilerini dile getirdiği bir yazı kaleme almış. “Her iki tarafın da kabullendiği ravilerin rivayet ettikleri hadislerin derlendiği bir hadis mecmuası çalışması ve bunun taban kitleye yayılması gerekli olan ilk adımlardan biridir. Hakeza İmam-ı Cafer'in fıkhi görüşlerinin Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli fakihlerin görüşleri ile mukayeseli biçimde çalışılması bir başka önemli çalışma alanıdır. Bu ve benzeri çalışmalar her iki tarafın ortak paydalarını yeniden keşfini sağlayacaktır" temennisini paylaşmış.
İçten ve samimi olarak dile getirmiş olduğu sözlerine, tamamen katılıyorum.
Sadece bir temenni olduğu halde buna bile bazı arkadaşlar epey içerlenmiş. Kaleminden ve kendi deyimiyle, ona gelen bu konudaki değerlendirme ısrarlarından, ilahiyatçı olduğu anlaşılan Serdar Demirel kardeşim (İnternette gezinirken rastladım) iki sayfada, girmiş akaitten çıkmış fıkıhtan, usul-u alt üst edip dalmış adaleti sahabeyi kirama ve soluk soluğa haykırmış:
“Böyle bir şeyin mümkün olması için ya Ehli Sünnet'in ya da Şiîlerin en temel inanç esaslarından vazgeçmesi gerekir. “
O da yetmemiş, “Bu alanda yazılan Şiî usûlü hadis kitapları Ehli Sünnet’in usûl kitaplarından 6 asır sonra telif edilmiştir” diyerek farkı ortaya koyup defteri kapatmış.
Zaten her zaman böyle oluyor biri kalkıp Müslümanlar arasında vahdetten söz etse, takrip kelimesi ağzından çıksa, birileri kıyameti kopartıyor.
Elbette bütün bu saldırıların arkasında Şii İran halkının ve devletinin onurlu duruşu ve bu duruşun etkilediği pek de azımsanmayacak insan kitleleri, özellikle de Sünni dünya var. Sünni dünyadaki lider boşluğunun yerini İran’ın doldurabilme endişesi, bir kısım Müslüman kardeşimize, İran üzerinden Şii inancına her türlü iftira ve karalamayı caiz kılabiliyor. Kapı komşusunun da bir Şii olduğunu, Türkiye'de de milyonlarca Caferi-Şii yaşadığını hemencecik unutuveriyor.
Büyük bir haber ajansında çalışan bir tanıdık yanında bir arkadaşıyla görüşümüze gelmişti. Arkadaş “İran bütün dünyayı geriyor, fitne odağı gibi her tarafa ihtilaf yayıyor, bakın Ayetullah Sistani öyle değil…falan” sözlerine rahatsız oldum.
Olabilir dedim, fakat bir şey sormak istiyorum “Eğer İran devleti Şah’ın döneminde olduğu gibi Amerika’nın bir karakolu olarak çalışsa, Ayetullah Hamanei’de Kral Abdullah gibi Amerikalıların can dostu olsa, bir adım ileri gidip İsrail’i devlet olarak kabul edip, bedava gaz, petrol verse, Müslüman Filistinlileri terörist görse, NATO’ya üst verip, Ürdüncülük ve Katarcılık oynasa yine fitneci olur muydu?”
Biraz duraksadıktan sonra, ne ilgisi var hocam! diyebildi.
“Yapma gözüm! Başını Amerika’nın rahmet dizine yaslayan gericiliğin, terörizmin, krallığın, fitne ve tekfirciliğin merkezi olan devletler, sırf Amerika ve Batı dostu oldukları, İsrail’le iyi geçindikleri için bir Allah’ın kulu cesaret edip söz diyemiyorken, dünyanın hiçbir yerinde uzaktan yakından terörle ilgisi olmayan bir halkı böyle çirkin şeylerle ittiham etmek hangi vicdana sığar. Onların suçu; sadece onurlu duruşları, bunu da herkes biliyor. Ben bir Türk olarak onların bu mücadelelerine saygı duyuyorum.
İrancılık yapmıyorum ama vicdanımın sesini dinleyen bir Müslüman olarak diyebilirim ki, “İmam Ali’yi adaleti öldürdü” sözünün tecellisi İran İslam İnkılabı’dır. Onların suçu ise dünya emperyalizmi karşısındaki mantıklı, ilkeli ve onurlu duruşları. Bazıları birkaç sabah İrancılığa soyundular da, bu işin o kadar kolay olmadığını anladılar. Herkes bu yolda İran’ın ödediği bedeli ödeyemez ve herkes İran halkı gibi bu korkunç baskı ve karalama kampanyası altında bu kadar sabırlı ve dik duramaz. Bu baskı hangi devlete yapılsa şimdiye kadar yüz kere yıkılır yeniden kurulurdu. İşte herkesi şaşkına çeviren, biraz daha hırçınlaştıran bu. Ayetullah Sistani’nin bürosu da sizin tahmin ettiğinizden, hatta aklınızın ermeyeceği kadar basiretlidir, kimse bizi İran karşısında kullanabileceğini zannetmesin, böyle bir şeyi kimse başaramadı, sizin de boyunuzu aşar…”
Bu da diğer bir Müslüman kardeşim. Amerika, İsrail, Batı değil de İran rahatsız ediyorsa, fitnecilikle suçlanıyorsa ne diyebilirim ki? Bize muhalif olanlar Hz. Ali’yi tanısa, bize bu kadar düşman kesilmezlerdi. Nasıl tanısınlar ki, 60 yıl minberlerden lanetler yağdırdıkları bir insanı nasıl tanıyabilirler ki? Veya nasıl sevebilirler ki? Bizim İmamımızı tanıyıp sevemeyen, bizi nasıl tanıyıp sevebilir ki?
Her köşe yazarına cevap yetiştirmek diye bir derdimiz veya alışkanlığımız yok. Fakat bu bir şahıstan öteye bir düşünce tarzı. Bu nedenle birkaç konuyu aydınlatmak gerektiğine inanıyorum.
Şunu gönül rahatlığıyla diyebilirim ki; arkadaşların olur mu, olmaz mı? diye tartışmaya durdukları vahdeti, biz bu ülkede yaşıyoruz.
Kendimden örnek vereyim. 2 haftada bir ilahiyatçı arkadaşlarla ders halkamız var. Hanifi, Şafii, Caferi her mezhepten ve inançtan arkadaşımız var. Arap, Türk, Kürt, Lazımız var. İslami temel kaynakları alıp inceliyoruz, görüşlerimizi açıkça ortaya koyuyoruz. Namaz vakti gelince de sırasıyla bir arkadaşı öne geçirip cemaat namazı kılıyoruz. Bütün arkadaşlar birbirlerini kardeş gibi seviyorlar. Herkes açıkça görüşünü beyan ediyor ama dayatmıyor. O günü iple çekiyoruz. Farklılıklarımızı zenginlik olarak görüyoruz, tefrika nedeni olarak değil. Ali, Hüseyin gözüyle bakıyoruz kardeşimize, Muaviye, Yezit gözüyle değil.
Bu haberime sevindin mi, yoksa rahatsı mı oldun, bilmem. Ama sen de katılmak istersen buyur gel görüşlerinden istifade edelim…
Ayrıca Şii kaynaklarını öyle bir şekilde tasvir etmişsin ki gören de, Şiilerin Peygamberden 6-7 asır sonra kitap yazmaya başladığını, ondan önce, içi boş bir topluluk olduğunu sanacak.
Şii usul ve fıkıh kaynakları konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığınız anlaşılıyor. Daha birinci asırda İlim şehrinin kapısı İmam Ali’nin Şiileri kitap yazarken, hadis yazma yasağı nedeniyle diğerleri yazmaya cesaret dahi edemiyorlardı.
Sizin art niyetli olmadığınızı düşündüğüm için, ben Şii usul ve fıkıh kitaplarının ne zaman telif edilmeye başlandığını kısaca açıklayayım, sen, sizin kitapların bizden ne kadar önce yazıldığını biraz daha dikkatli hesapla.
Resulullah’tan sonra Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz’in (h. 99-101) dönemine kadar hadis yazılması yasağı olmasına rağmen (Ki biz bu yasağın siyasi olduğuna inanıyoruz) İmam Ali bu yasağa asla uymadı.
Nitekin bu konuda ilk kitap yazan da odur. Anlayacağın İslam tarihinde rivayet ve hadis konusunda ilk kitap yazan İmam Ali’dir. Onun “Sahife” adlı eseri kendisinden sonra evlatlarına miras olarak kalmıştır. İmam Bakır ve İmam Cafer Sadık’ın bazı fıkhı konularda bu kitabı öğrencilerine gösterdiği nakledilmiştir. Bütün haram ve helallerin, emir ve yasakların bu kitapta yazıldığı belirtilmiştir. (Ricali Neccasi, s.224; İhtiyari Marifeti’r Rical, s.376; el-Kafi, c.1, s.242; Tarih-i Fıkh-i Caferi, s.71)
Buhari de bu kitabın varlığına değinerek, fıkhi kuralları içerdiğini söylemiştir (Sahih-i Buhari, c.1, s.36; c.2. s.221; c.4, s.67, c.8,s.45)
Şiiler daha birinci asırdan kitap yazmaya hadisleri toplamaya başlamıştır. 1.asırdan vefat eden (ö. 96 h.) Zeyd b. Veheb “Hutebi Emiri’l Müminin” kitabını, İmam Cafer Sadık’ın öğrencilerinden Masad b. Sadaka da İmam Ali’nin fıkıh ve hikmet içerikli sözlerini, buyruklarını ihtiva eden ikinci “Hutebi Emiril Muminin”i yazmıştır.(Tusi, el-Fihrist, s.72; Neccasi, er-Rical, s.415)
Daha sonra bütün bu nefis kaynakların bir kısmı Seyit Rezi (359- 406 h.)tarafından, İmam Ali’nin hutbeleri, emirleri, veciz sözlerini ihtiva eden “Nehcu’l Belağa” unvanıyla toplanmıştır. Türkçeye kazandırılan bu eserin yaklaşık 5-6 çeşit tercümesi mevcuttur. Bu kitapta İmam Ali’nin 240 hutbesi, 79 mektubu, 480 hikmetli sözleri yer alır. Kendisi hem rivayetlerin derlenmesine emir vermiş hem bunların bir kısmını hutbelerine taşıyarak baki kılmıştır.
Abdulvahit Amidi ise İmam Ali’nin sözlerini, buyruklarını “Gureru’l Hikem” kitabında toplamıştır. (2 cilt olarak Alulbeyt yayınlarından çıktı)
“Sehife-i Seccadiyye” İmam Hüseyin’in Kerbela mesajını günümüze taşıyan İmam Zeynelabidin’in (d. 38 h.) kitabıdır. İmam Bakır ve İmam Zeyd’e imla ettirdiği bu kitap “A’li Muhammed Zeburu” olarak da meşhurdur. Aile, toplum, İslam öğretilerini 54 dua kalıbında işleyen muhteşem eser Türkçe olarak da basılmıştır.
Aynı şekilde İmam Zeynelabidin’İn “Risale-i Hukuk” kitabı İbni Şube’nin (ö. 381) “Tuhefu’l Ukul” ve Şeyh Saduk’un “el-Hisal” kitaplarında nakledilmiştir. Allah’ın, bedenin, namazın, öğretmenin, yöneticinin, anne ve babanın, evladın, komşunun, dostun, gayri Müslimlerin vd. hak ve hukuklarını genişçe ele alınmıştır. (Tuhefu’l Ukul, Kevser yayınlarından Türkçeye kazandırılmıştır)
İmam Bakır’ın “el-Fihrist” kitabı (İbn-i Nedim, el-Fihrist, c.2, s.36) İmam Sadık’ın “Tevhid-i Müfezzel”i (Arapça ve Farsça olarak basılmıştır) Ayrıca ahkam ve şer-i konularda risaleleri Kuleyni tarafından nakledilmiştir. (İbni Nedim, elfihrist, 198; Kafi, c.8, s.2)
İmam Ali’nin öğrencisi Ebu Rafi’in yazdığı “es-Sünen ve’l Ahkamu’l Kazaya”nın ardından, Ali b. Ebu Rafi ve Rabi b. Şami “el-Fıhık” kitaplarını telif etmişlerdir. (Ricali Neccaşi, s.6)
İmam Bakır (57-107 h.) ve İmam Cafer Sadık (83-148 h.) dönemlerinde yazılan sayısız fıkıh ve hadis kitaplarının fihristi İbn-i Nedim’in el-Fihrist, Ricali Neccasi, Fihristi Tusi ve diğer birçok kaynakta gelmiştir.
Yine bir Şii olan Muhammed b. Saib Kelbi ( 146 m.) Kuran’ı Kerimdeki ahkâm ayetlerini toparlamıştır (ez-Zeria, c.1, s.40)
Resulullah’ın İlim şehri İmam Ali’nin birincisi olduğu İmam Hasan ve Hüseyin’le devam eden 250 yıllık İmamlar döneminde sayısız eserler yazılmıştır.
İmam Zeynelabid’inin öğrencilerinden Yahya b. Ummuttevil, Saad b. Cubeyr (ö. 95 h.) tefsir ve fıkıh dalında kitaplar yazmıştır. Daha sonra zalim Haccac tarafında şehit edilmiştir.
İmam Bakır ve İmam Sadık öğrencilerinden Zurare b. A’yan (ö. 150 h) 1263 rivayet İmam Bakırdan, 494 rivayet İmam Sadık’tan nakletmiştir.
Muhammed b. Muslim (150 h.) kitabı “el-Müsned”inde 1981 rivayet nakletmiştir.
İmam Sadık’ın emriyle yazılan “Usul-u Erbea mia” 400 usul kitabı, daha sonra “Kutubu Erbaa” da düzene konularak günümüze gelmiştir. Bunlar şu anda elimizde bulunan (el-Kafi, İstibsar, tehzib ve el-Fakih) kitaplarında nakledilmiştir. (Fihrist-i Tusi, s.18; Tahrani, ez-Zeria, c.2, s.125; Ricalı Neccaşi, s.154)
Şimdiye kadar 266 unvan Usul-u Fıkıh kitabımız basılmıştır. Bunların her biri de kendi dalında bir mecmuadır. (Kitapşinasi-i Usul-u Fıkh-ı Şia)
Özellikle: ikinci asırda yaşayan Hişam b. Hekem’in, el-Elfaz ve Mubahisuha; Ebu Sahl Nobahti, el-Husus ve’l Umum, İbtalu’l Kıyas; Şeyh Mufid (336-413) et-Tezkire be Usulu’l Fıkıh; Seyit Murtaza A’lemil Huda (355-436 ) ez-Zeria İla Usulu’ş Şeria; Şeyh Tusi (384-460) İddetu’l Usul eşsiz Usul kitaplarıdır.
Ayrıca İbrahim b. Muhammed b. Ebi Yahya’nın (ö. 148) “Mubevvib fil Helal vel Haram; Hasan b. Mahbub Surrad’ın (ö. 224 h.)Maşşihe’si; Muhammed b. Muafi (ö. 265 h) Şeraiu İman; İbrahim b. Muhammed Sakafi’nin (ö. 283 h) Camiu Kebir fil Fıkıh, Şeyh Mufid (336-413) el-Muğnie, Tusi’nin Muğnie ve el-Mebsutu diğer nefis eserlerdir.
Ne demiştiniz, sizin Usul-Fıkıh kitapları bizden 6 asır önce mi yazılmıştı?
Adama, Resulullah’ın mezhebi ne idi? diye sormuşlar.
Adam, tabi ki “Hanifi” demiş, sen hiç Kuran okumadın mı? Yüce Allah Rum/30 da “Henifen” diye buyurmuyor mu!?
....
Hala “bizim Usul sizinkinden 6 asır önce yazılmış” diyorsan, saygı duyarım. “Demek ki gerçekten Peygamberimiz (s.a.a) Ebu Hanife mezhebine tabiymiş” derim.
Bize sadece, Resulullah’tan yüzyıllar önce kurulmuş bir mezhebe “es-Sabikun” olarak saygı duymak düşer...
Rahmi Onurşan Rahmani