
کارگر
Tahran'dan Macron'un İranlı Muhaliflerle Görüşmesine Kınama
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Paris'te rejim karşıtı kişilerle görüşmesini kınadı.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, "Özgürlük iddiasındaki bir ülkenin cumhurbaşkanı seviyesini düşürerek, son aylarda İran coğrafyasında açıkça kin, şiddet ve terör eylemleri yaymaya çalışan ve İran dışında diplomatik unsurların aleyhine girişimlerde bulunan nefret edilen kukla bir kişiyle görüşüyor." ifadelerini kullandı.
Söz konusu görüşmede Macron'un İran'daki son olayları "devrim" olarak nitelendirmesini "üzücü ve utanç verici" bulduklarını kaydeden Kenani, "Bu görüşme Fransız yetkililerin uluslararası sözleşmelerde yer alan terörizm ve şiddetle mücadele sorumluluklarını ihlal etmesi anlamına gelmektedir." değerlendirmesinde bulundu.
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, cuma günü, başkent Paris'teki Elysee Sarayı'nda İran rejim muhalifi aktivistlerden Mesih Alinejad, Şeyma Babayi, Ruya Pirayi ve Laden Berumend'le bir araya gelmişti.
General Hacızade: Hipersonik füzemizi yakında tanıtacağız
İslami İran Hava va Uzay Kuvvetleri Komutanı General Hacızade,Hipersonik balistik füzenin gelecek günlerde tanıtılacağını açıkladı.
İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusu Hava ve Uzay Kuvvetleri Komutanı General Emir Ali Hacızade, üretimi dün açıklanan hipersonik balistik füzenin tanıtımının gelecek günlerde yapılacağını bildirdi.
General Hacızade bu konuda "Gerken testler yapıldı. Gelcekte ve uygun bir fırsatta bu hipersonik füzeyi tanıtıma açacağız" şeklinde konuştu.
Sipailer Ordusu Hava ve Uzay Kuvvetleri Komutanı General Hacızade Şehid General Hasan Tehrani Mukaddem'in 11. şahadet yıl dönümü münasebetiyle düzenlenen anma törenin kulisinde muhabirlere hipersonik balistik füze üretildiğini açıklayarak "Bu füze bütün savunma sistemlerini aşabilecek kabiliyette" dedi.
Tahran Ukrayna savaşına İran İHA'larının gönderildiği iddialarını reddetti.
İran dışişleri bakanı Hüseyin Emirabdullahiyan Çarşamba günü Belarus dışişleri bakanı Vladimir Maki ile görüşmesinin ardından Tahran'ın Ukrayna'nın İranlı İHA'lar ile ilgili iddialarının incelenmesi için hazır olduğunu belirtti.
Emirabdullahiyan Belaruslu mevkidaşı ile ortak basın toplantısında Tahran'ın böyle bir iddiayı ciddi bir şekilde reddettiğini de belirtti.
İran Dışişleri Bakanı, Pazartesi günü Asya ve Pasifik Haber Ajansları Teşkilatı(OANA) üyeleriyle yaptığı görüşmede, Ukrayna ile ortak bir toplantıda insansız hava aracı satışı iddiasını araştırmaya hazır olduğunu belirtti ve şunları söyledi: "Ukrayna ile savaşta kullanılacak silah veya insansız hava aracı diye bir mesele söz konusu değil. Rusya'ya böyle bir silah vermedik, vermeyeceğiz de. " Dışişleri Bakanı, "Geçmişte Rusya'dan silah aldık ve alıyoruz. Rusya'ya belli imkanlar da sağladık.Ukrayna'daki savaşa karşı ilkeli bir bakış açısıyla hareket ediyoruz, hem Rusya'daki savaşa hem de Ukrayna'daki savaşa karşıyız. Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşması için herhangi bir silah vermedik."
İran'ın Ukrayna savaşında İHA'lar da dahil olmak üzere Rusya'ya silah vermemekte ısrar etmesine rağmen bu yöndeki iddialar tekrarlanıyor ve doğal olarak Tahran'a yönelik baskıların arttırılması doğrultusunda değerlendirilebiliyor. Özellikle bu alanda İranlı ve Ukraynalı uzmanlardan oluşan ortak bir toplantı yapmaya hazır olduğunu duyurmasına rağmen bu propagandif çalışmalar devam etmektedir İran dışişleri bakanı, İran ve Ukrayna ordusu ve uzmanlarından oluşan bir ekibin ortak bir toplantı yapmasına hazır olduğunu ve ayrıca Ukrayna'nın elindeki tüm kanıtları sunmasını gerektiğini net bir şekilde belirtti. Hüseyin Emirabdullahiyan ayrıca , "Rus yetkililer, Ukrayna'ya yönelik kullanılan silahların Rus olduğunu vurgulamışlar ve İran'dan Ukrayna'ya karşı kullanılmak üzere herhangi bir silah almadıklarını belirtmişlerdir. " dedi.
İran'ın olumlu ve yapıcı duruşuna rağmen Ukrayna tarafı, İran tarafının iyi niyetine bakmaksızın herhangi bir olumlu adım atmayı reddetmiş ve sadece iddiasında ısrar etmiştir. Ukrayna'nın bu iddiası, Batılıların İran'a yeni yaptırımlar getirmesi için bir bahane haline geldiği de unutulmamalıdır. Başta ABD olmak üzere Ukrayna ve Batılı ülkelerin yetkilileri son günlerde Rusya'nın Ukrayna'nın altyapısına saldırmak için kullandığı insansız hava araçlarının İran tarafından yapıldığını iddia etti. Bu bağlamda, 20 Ekim Perşembe günü Avrupa Birliği, İran insansız hava araçlarının Ukrayna'da bulunduğuna dair kanıtlanmamış iddialara dayanarak İran'a karşı yeni yaptırımlar açıkladı.
İngiltere, Fransa ve Almanya'dan oluşan Avrupa troykası, Rusya'nın Ukrayna savaşında İran yapımı İHA kullandığına ilişkin kanıtlanmamış iddiaları tekrarlarken Birleşmiş Milletler'e yazdığı mektupta, Birleşmiş Milletler'e bunun Güvenlik Konseyi Kararı'nın bir ihlal olup olmadığını araştırmasını istedi. Bu propagandif çalışmalara Amerika'nın İran'a yönelik içi boş açıklamaları eşlik etti. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, birkaç gün önce İran ve Rusya hakkında yeni bir iddiada bulunmuştu. Price " Kırım'da bulunan Rus askeri personelinin İran İHA'larını uçurttuklarını ve bu İHA'ları aktif olarak Ukrayna'ya saldırmak için kullandıkları söylenebilir. " dedi.
İran İslam Cumhuriyeti bu iddiaları defalarca reddetti ve bunları Batı'nın İranofobi doğrultusunda yürüttüğü psikolojik ve propaganda savaşının bir parçası olarak değerlendirdi. Aslında Batı'nın bu iddiaların hiçbir dayanağı yoktur ve batılılar bu konuda bilinçli olarak algı operasyonu yapmaktadırlar.
İslam İnkılabı Lideri: Millet, düşmanı başarısız kıldı
Yüzlerce öğrenciyi kabulünde beyanatta bulunan İslam İnkılabı Rehberi, son haftalarda hibrit savaşta, Amerika, siyonist rejim, bazı Avrupalı güçler ve yapılanmaların tüm imkanlarını İran milletine darbe vurmak için devreye soktuğunu, ancak miletin onları başarısız kıldığını belirtti.
İslam İnkılabı Rehberi beyanatında, 13 Aban Günü'nü Amerika'nın kötülüklerinin tecelli ettiği ve yenilebileceğini ortaya koyduğu gün olduğuna işaretle, Amerikalılar ve Amerikancı eğilimin bu önemli gün ve dayanışma eylemlerinden öfke duyduklarını söyledi.
İslam İnkılabı Rehberi sözlerinin devamında, şu günlerde Amerikan siyasetçilerinin İran milletini desteklediklerine dair açıklamalarının ikiyüzlülük ve küstahlığın doruk noktası olduğunu ifade ederek, nükleer bilimcilerini katleden Siyonistler'i destekleyip, İran milletinin Amerika ve diğer ülkelerdeki milyarlarca dolar malvarlığını bloke ederek, İran milletini, kendi malvarlığını sorunlarını hafifletmek için kullanmaktan alıkoyduklarını söyledi.
Imam Hamanei, İran karşıtı bir çok olayda Amerikalılar'ın izinin ortada olduğuna işaretle, İran milletinin birçok düşmanlığı başarıyla etkisizleştirdiğini vurguladı.
İslam İnkılabı Rehberi, dünkü ve bugünkü Amerika arasındaki farklardan birinin dünyada birçok analistin söylediği gibi, Amerika'nın çöküş sürecinin başladığı ile ilgili olduğunu, bu çöküşün Amerika'da ekonomik, toplumsal ve ahlaki sorunlar ve kanlı anlaşmazlıklar ve bölünmüşlüklerde görüldüğünü kaydetti.
Amerika'nın hesap hatalarından birinin 20 sene önce Taliban'ı yok etmek için Afganistan'a saldırması olduğuna işaret eden Imam Hamanei, bu saldırının birçok cinayet ve katliama yol açtığını, 20 sene sonra da, bu ülkeyi Taliban'a teslim ettiklerini vurguladı.
İslam İnkılabı Rehberi, Irak'a saldırı ve buradaki hedeflerine ulaşmaktaki başarısızlıklarının Amerikalılar'ın diğer bir hesap hatası örneği olduğunu hatırlatarak, Amerikalılar'ın Irak'ta da yenildiklerini söyledi.
Amerika'nın son haftalarda ülkede yaşanan kargaşa eylemlerindeki açık rolüne dikkat çeken İslam İnkılabı Rehberi, İstihbarat Bakanlığı ve Devrim Muhafızları İstihbarat Teşkilatı'nın kargaşalarla ilgili ortak bildirisinin önemli bilgiler ve keşifleri içerdiğini, düşmanın Tahran, büyük ve küçük şehirler için planlama yaptığını ortaya koyduğunu vurguladı.
Şiraz'da Şahçırağ Türbesi'ndeki saldırıyı büyük bir cinayet niteleyen İslam İnkılabı Rehberi, bu cinayetlerin sorumlularının tespit edilmesi ve cezalandırılmaları gerektiğini belirtti.
Imam Hamanei, insan haklarını sözde savunanların bu cinayetlere karşı sessizliğine de işaretle, "İnsan haklarının sözde savunucuları Şiraz olayını niçin kınamadılar ve niçin yalan bir olayı binlerce kez internette tekrarlayıp duyuruyorlar?" diye konuştu.
13 Aban; İran milletinin küresel emperyalizme karşı direnişi ve zaferinin sembolü
4 Kasım İran İslam Cumhuriyeti'nde "Küresel Emperyalizmle Ulusal Mücadele" günüdür.
43 yıl önce bugün (4 Kasım 1979), İranlı öğrenciler ABD'nin İran İslam Devrimi'ne karşı sayısız komplolarını kınamak ve protesto etmek için Tahran'da casus yuvası olarak kullanılan ABD büyükelçiliğini basarak buranın kontrolünü ele geçirdiler.
Her yıl, bu münasebetle İslami İran halkı ulusal birlik ve İslami dayanışmasını ülke çapında, başta yürüyüşler olmak üzere çeşitli etkinliklerle anmaktadır. Zira bu yürüyüşler, İslam Devrimi'nin "Bağımsızlık, Özgürlük, İslam Cumhuriyeti" ve 'Emperyalizmle mücadele'' mesajının haykırışıdır.
13 Aban, İran İslam Devrimi tarihindeki üç kritik anda üç önemli olayı hatırlatmaktadır. Bu üç önemli olay, "İmam Humeyni'nin -ra- Türkiye'ye sürgününün yıl dönümü (4 Kasım 1964 ", devrik Pehlevi rejimi tarafından öğrencilerin öldürülmesi (4 Kasım 1978), ve "İran İslam Cumhuriyeti'nin büyük kurucusu İmam Humeyni'nin -ra- çizgisini takip eden öğrencilerin Tahran'daki Amerikan casus yuvasını ele geçirmeye yönelik devrimci hareketidir. İranlı öğrencilerin bu girişimi bir dönüm noktasıdır./
13 Aban (4 Kasım) yürüyüşü bildirisinde güvenliğe vurgu yapıldı
13 Aban (4 Kasım) Youmullah yürüyüşüne katılanlar fitneler ve sabotajlarla sürekli mücadeleye vurgu yaptılar.
13 Aban küresel emperyalizmle milli mücadele günü yürüyüşüne katılanlar, yürüyüşün sonunda yayınladıkları bildiride meclis, hükümet ve yargı erkinin inkılapçı hareketine destek vererek, fitnecilik ve ihlallere karşı sürekli mücadeleye vurgu yaparak, yetkililerden halkın haklı itirazlar ve itirazcıların safını garezkarlardan ayrı bilmeleri ve eleştirilerin ifade edilmesi için yasal çözümler oluşturmalarını istediler.
Bildirinin bir bölümünde şöyle yazıldı: 13 Aban Yom Allah yürüyüşünün katılımcıları, küresel istikbar fitnesinin farkında olarak, Amerika, İngiltere ve bebek katili Siyonist rejiminin casus servislerinin planlarını, bedevi Al-Suud aristokrasisinin ve hurafeci İngiliz aristokrasisinin yardımıyla, eşi görülmemiş siber savaş ve korkunç bilişsel ataklarıyla, sanal dünyanın gözleri ve kulakları tıkalı olan esirleri ve son isyanlarda başarısız olan bazı kimliksiz ünlülerin, ajanların ve paralı askerlerin yardımıyla, bu ülkenin gençliğini rahat bırakmayacaklarını çok iyi biliyorlar. Bu yüzden ailelerden, eğitmenlerden, öğretmenlerden ve seçkin hocalar ve ülkenin kültürel yetkililerinden bilinçli davranarak, genç nesille iletişim kurarak ve konuşarak gerçekleri açıklamaya ve düşmanların planını etkisiz hale getirmeye özen göstermeleri rica olunur.
'Tel bile vermediğiniz ülke nükleer üreticilerden biri'
İran'da, 4 Kasım Küresel Emperyalizme Karşı Ulusal Mücadele günü kutlandı. Güne dair konuşma yapan Cumhurbaşkanı Reisi, ‘ABD’nin sağmal ineği olmayacağız’ diyerek meydan okudu
Başta başkent Tahran olmak üzere İran'ın her yerinde 4 Kasım için etkinlik ve kutlamalar yapıldı. Kutlamalarda ABD, İsrail ve İngiltere karşıtı sloganlar atıldı. Son dönemdeki şiddet eylemlerinin de kınandığı gösterilerde, birlik ve beraberlik mesajları verildi. ABD Başkanı Joe Biden’ın açıklamalarına ise sert tepki gösterildi.
BİDEN’DAN ‘MÜDAHALE’ MESAJI
ABD Başkanı Biden, 8 Kasım'daki Kongre ara seçimleri öncesi Kaliforniya'da düzenlenen Demokrat Parti etkinliğinde yaptığı konuşmada, İran'daki gösterilerine değindi. Biden, İran'da 50 gündür devam eden protestolara ilişkin de "İran'ı özgürleştireceğiz" ifadesini kullandı.
Konuşması sırasında destekçilerinin cep telefonlarını kaldırarak "Özgür İran" mesajı göstermesi üzerine Biden, "Endişelenmeyin, İran'ı özgürleştireceğiz. Onlar çok yakında kendilerini özgürleştirecek." dedi.
REİSİ’DEN EMPERYALİZM VURGUSU
Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, ABD'nin kan akıtmada ve savaşlarda başrol oynadığını ve kendi çıkarları için halkların çıkarlarını yok ettiğini belirtti. ABD Başkanı Joe Biden'ın İran'daki kargaşalara verdiği destekle ilgili açıklamalara tepki olarak Reisi, ''İran 43 yıl önce özgürleştirildi ve biz asla sağmal inek olmayacağız'' ifadelerini kullandı.
Reisi, ''Bugün Öğrenci ve Emperyalizmle Mücadele günüdür. Emperyalizm büsbütün kibir ve bencillik demektir. ABD'nin egemen olduğu sistemdir. Bu devlet, rahmetli İmam'ın (Ayetullah Humeyni) dediği gibi büyük şeytandır ve kendi çıkarlarına varmak için dünya çapındaki birçok halkın çıkarını ayaklar altına almaya hazırdır'' diye belirtti.
‘ÖĞRENCİLER OLMASAYDI EMPERYALİZMLE MÜCADELE EKSİK KALACAKTI
Reisi, ABD’nin son 43 yılda onlarca fitne ve komploya sebep olduğunu belirtti. Bu fitnelerin tüm boyutlarıyla açığa çıkartılmasını vurgulayan Reisi, “Zira her halükarda fitnecilikle egemenlikerini sürdürmek istiyorlar.” ifadelerini kullandı. İranlı lider, öğrencilerin 4 Kasım 1979'da büyük mücadeleleri olmasaydı, emperyalizme karşı akımın eksik kalacağını belirtti..
‘ABD YENİLMİŞTİR’
ABD tehditlerine karşı yılmadıklarını belirten Reisi, “Biz sizin tehdit ve ambargolarınızla durur muyuz? Siz İran'da kalkınma hızını yavaşlatmaya çalışıyorsunuz. ABD, İran'ın ilerlemekte olduğunu biliyor ve bu yüzden İran'ı izole etmeye çalışıyor ancak ABD, ülkemize karşı tüm planlarında yenilmişlerdir.” ifadelerini kullandı.
‘İSYAN EDENLER DÜŞMANIN STRATEJİSİNDE YER ALDI’
İranlı gençlerin ülkede ABD’nin kötü arzularının gerçekleşmesine asla izin vermeyeceğini belirten Reisi, “Bugün isyanda olan herkes düşmanın stratejisi doğrultusunda hareket etmiştir.” ifadelerini kullandı.
Tüm yaptırımlara rağmen İran İslam Cumhuriyeti’nin geliştiğini de vurgulayan Reisi, “Askerlerine dikenli tel bile vermediğiniz ülke, nükleer ve savunma sanayiinde üreticilerden biridir.” dedi. İran milletinin treninin durmadan hareketine devam ettiğini söyleyen Reisi, “Bu trenin hızlanma hareketini yavaşlatmak istiyorsunuz ama yanlış hayal kuruyorsunuz.” ifadelerini kullandı.
İmam Hamanei: İslam Ülkelerinin Yeni Dünyada Etkili Olması Mümkündür
İslam İnkılabı Rehberi, İslami Vahdet Konferansı'na katılan konuklarla bir araya geldiği toplantıda, “Resul-i Ekrem’in doğum günü sıradan bir gün değil, çok önemli ve büyük bir gündür. Bayramı kutlamak sadece bir kutlama, devamlılık, anma ve buna benzerler şeyler değildir; bu günü kutlamak, ders çıkarmak ve Resul-i Ekrem’i örnek olmaktır” dedi.
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Rebiülevvel ayının 17’si ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) ve İmam Sadık’ın (a.s) doğum yıl dönümü ile eş zamanlı olarak İslami Vahdet Konferansına katılan yabancı konuklar ve bir gurup devlet yetkilisi ile bir araya geldiği toplantında, İslam ümmetinin yeni güç sisteminde rol oynaması ve yüksek bir konuma gelmesi için en önemli ihtiyacının birlik ve beraberlik olduğunu söyledi. İmam Hamanei, bu görevi gerçekleştirmek için İslam dünyasının bilgeleri, elitleri ve aydın görüşlü gençliğinin çok önemli konumuna atıfta bulunarak, “İslami birlik ve yeni dünyada etkili bir varlık göstermek, gerçek bir çaba ile, zorluklara ve baskılara karşı direnme şartı ile mümkündür ve olabilir. Bunun açık bir örneği, müstekbir güçlerin karşısında teslim olmayan ve direnen İslam Cumhuriyeti’dir ve bu örnek şimdi kesilmesi hayal bile edilemeyen köklü bir ağacı haline gelmiştir” dedi.
Buluşmada, İmam Sadık’ın (s.a) ve Resul-i Azam’ın (s.a.a) mükerrem viladetini tebrik ederek İslam Peygamberi’nin bisetinde doruk noktasına varan eşsiz şahsiyetine vurgu yapan İslam İnkılabı Lideri, “İslam Peygamberi’nin (s.a.a) doğum gününü kutlamak, İslam ümmetinin ders çıkarması ve onu ‘üsve-i hasene’ olarak örnek alması için bir fırsat olmalıdır” şeklinde konuştu.
İmam Hamanei, İslam ümmetinin çektiği acı ve zorlukları Peygamber için acı verici ve Müslümanların düşmanları için de sevindirici olarak nitelendiren ayetlere işaret ederek, günümüz dünyasında İslam ümmetinin çektiği acıların nedenlerini ele aldı ve şöyle dedi: İslam dünyasının karşılaştığı sorunların ve zorlukların pek çok nedeni vardır ancak en önemli nedeni, Müslümanların arasındaki tefrika ve ayrışmadır.
İnkılap Lideri, tefrika ve ayrışmanın kaçınılmaz sonucu ise “zillet” ve “izzetten uzaklaşma” olduğunu belirterek şunları vurguladı: İslam dünyasının elitlerinin ve etkili insanlarının görevi, Müslümanlar arasında birlik için pratik yollar ve zeminler oluşturmaya odaklanmaktır. Zira bunun karşısında düşman, bölgede ve Filistin topraklarında siyonist rejim adında kanserli bir hücre icat ederek ve acımasız, katil, fasid ve habis siyonistleri orada yerleştirmek suretiyle Müslümanlar ve İslam ülkeleri arasında azami ihtilaf çıkarma peşindedir.
Bazı İslam ülkelerinin Siyonist rejim ile ilişkilerinin normalleşmesini ihanetlerin en büyüğü olarak nitelendiren İslam İnkılabı Lideri, “Bazıları, İslam ülkelerinin şu anki kimi başkanlarının varlığına rağmen şu anki şartlarda vahdetin sağlanmasının mümkün olmadığını söyleyebilir, ancak İslam dünyasının aydınları, alimleri, bilgeleri ve seçkinleri, atmosferi düşmanın istediğinden farklı hale getirebilirler. Bu durumda birlik sağlama olasılığı daha kolay olacaktır” dedi.
İnkılap Lideri, “Birlikten kastedilen nedir?” sorusunu gündeme getirerek, “İslam dünyasında birlikten kastedilenin, ırksal ve coğrafi bir birlik değil, İslam ümmetinin çıkarlarını korumaya ayarlı bir birlik olduğunu” anımsattı.
İmam Hamanei, “İslam ümmetinin menfaatlerini ve Müslümanların kimlerle ve nasıl dost veya düşman olmaları gerektiğini doğru anlamak ve istikbarın planlarına karşı ortak eylemde buluşmak, birliğin gerçekleşmesi için çok önemli olduğunu” sözlerine ekledi.
İslam İnkılabı Lideri, dünyada siyasi sistemin değişmesi konusunda ortak bir anlayışa varılmasının ortak eylem için önemli ve temel bir nokta teşkil ettiğini vurgulayarak şöyle dedi: “Dünyanın siyasi haritası değişiyor, tek kutuplu sistem reddedilmeye doğru ilerliyor ve küresel istikbarın hakimiyeti de her geçen gün eskisinden daha fazla meşruiyetini kaybediyor. Dolayısıyla yeni bir dünya kuruluyor. Ve çok önemli olan soru şu: İslam dünyası ve İslam ümmetinin yeri bu yeni dünyanın neresinde?”. Ayetullah Hamanei, devamla şunları vurguladı: Bu şartlarda İslam ümmeti, vahdet-i kelimeye varıp Amerika'nın, Siyonistlerin ve büyük şirketlerin bölme ve ayartmalarından kendini kurtarması halinde yeni dünyada yüksek bir konuma sahip olabilir, olgu ve öncü olabilir.
İnkılap Lideri, “Müslümanların vahdet-i kelimeye varması ve değişen dünyada yüksek bir konuma gelmesi mümkün müdür?” sorusunu da sorarak şöyle dedi: Evet, Müslüman milletler arasında birlik mümkündür, ancak bunun olması için çaba, eylem gerekir, baskılar ve zorluklar karşısında direnmek gerekir.
İslam İnkılabı Rehberi, bu bağlamda en fazla umudun İslam dünyasının elitleri ile aydın görüşlü gençlerinde ve kamuoyunu yönlendirmedeki rollerinde yattığını vurgulayarak, şunları kaydetti: Etkili bir varlık olmanın mümkün olduğunu gösteren bir örnek, İran İslam Cumhuriyeti’dir. İmam Humeyni'nin (r.a) rehberliğindeki bu küçük fidan, o zamanın iki süper gücünün karşısında durmuştu ve o fidan artık köklü bir ağaca dönüşmüştür ki, onu yerinden sökmeyi düşünmek bile kimsenin haddine değildir.
İnkılap Lideri şunları anımsattı: Biz direndik ve ilerledik. Elbette direnmenin de her iş gibi kendi zorlukları vardır. Tabi, teslim onlanlar da zorluklarla karşılaşır şu farkla ki, direnmek ilermenin ve teslim olmak ise gerilemenin nedenidir.
İmam Hamanei, mezhebi ihtilafların çatışmaya dönüşmesini engellemenin İslami vahdetin gerçekleşmesinin bir gereği olduğunun altını çizerek, “İslam’ın kendisine karşı olan Amerikan ve İngiliz politikacılar kendi mahfillerinde Şii-Sünni bahsine girdiklerini ve bunun oldukça tehlikeli olduğunu” hatırlattı.
Daha önce yaptığı “İngiliz Şiisi” ve “Amerikan Sünnisi” tanımlamalarını ve bazı kimselerin bu ifadeleri tahrif etmeye dönük çabasını anımsatan İnkılap Lideri, “İngiliz Şiisi veya Amerikan Sünnisi demek, hangi komunda, mevkide ve ülkede olursa olsun, DAİŞ gibi kavga, tefrika çıkararak ve tekfir ederek düşmana hizmet eden kimse demek olduğunu” belirtti.
İslam İnkılabı Lideri, DAİŞ'in Irak ve Suriye'de işlediği cinayetler ve özellikle Afganistan'da öğrencilerin katliamından duyduğu üzüntüyü dile getirerek, şunları kaydetti: Hem Şia’da hem Ehli Sünnet’te her iki tarafta da Şiilik ile, Sünnilik ile bir alakası olmayan aşırılık yanlısı kimseler bulunuyor ve bu aşırılar mezheplerin aslını itham etmeye zemin oluşturmamalıdır ve bir mezhep adına diğer tarafın duygularını galayane getiren kimselere karşı ciddi bir önlem alınmalıdır.
Filistin'de ve İslam dünyasının diğer bölgelerinde artan sıkıntıları, baskıları ve cinayetleri İslam ümmetindeki teşettütün ve dağınıklığın bir sonucu olduğunu diyen İnkılap Lideri, Müslümanların birçok ortak yönüne işaretle, “İran İslam Cumhuriyeti bugüne kadar İslam birliğinin pratikte gerçekleşmesi için elinden gelen herşeyi yaptı. Filistin'deki Sünni kardeşlere çok yönlü desteği bunun açık bir örneğidir ve bu destek bundan sonra da tüm gücüyle devam edecektir” dedi.
İslam İnkılabı Lideri, İslam dünyasında oluşan direniş cephesinin İslam Cumhuriyeti tarafından desteklendiğini vurgulayarak, “Allah'ın lütfuna ve inayetine inanıyoruz ve büyük İslam birliği hayalinin pratikte gerçekleşmesini umuyoruz” diye kaydetti.
Hz.Muhammed’in Veladet Yıldönümü ve Vahdet Haftası
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a)'in mübarek veladeti Ehli Sünnet rivayetlerine göre 12 Rebiülevvel, Ehlibeyt Mektebi’ne göre de 17 Rebiülevvel'dir.
Rahmetel lil âlemîn olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a)'in mübarek veladetinin iki mektep de farklı tarihlerde kutlanıyor olmasının ihtilafa değil rahmete vesile olması için İslam İnkılabı kurucusu İmam Humeyni 12-17 Rebiülevvel tarihlerini "Vahdet Haftası" ilan etmiştir.
1990 Ekim'inden beri Vahdet Konferansı her yıl düzenlenmektedir. O zamandan beri, Şii ve Sünni âlimler Vahdet Haftası konferansına katılıyorlar.
Konferansta mezhep çatışmasının nedenleri inceleniyor, çelişkileri ve provokasyonları ortadan kaldırmanın çözüm yolları, Şii ve Sünni birliğin temel yönlerini gösteren raporlar sunuluyor.
Televizyonlarda vahdet ve birlik programları, online ve klasik medyada bu yönde yazı ve makaleler yayınlanır. Ayrıca, bu hafta Sünni Şiiler birlikte mevlid partileri düzenliyor.
Son yıllarda açık havalarda caddeler ihsan yemekleri verilmekte, çeşitli flaşmoblar sergilenmektedir.
Bu hafta aynı zamanda İslam dünyasında Müslümanların birlik-dayanışma haftası olarak işaretlendi.
Bilim, Akıl ve Dinin Tanımı ve Farkları
İlim kelimesi için üç mana zikredilmiştir: Bazen ilim, mastar manasına gelen “Bilmek”, bazen mastar ismi manasına gelen “Bilgi” ve bazen de kavranmış anlamına gelen “Bilinen” anlamında kullanılır.
Bazen yanlışlıkla veya müsamahayla bilgi kelimesi, bilinen kelimesinin yerine kullanılması bir takım safsatalara sebebiyet vermiştir. Örneğin, gerçekte insanın kendisinin, bilgi alanında tekâmülünden ibaret olan bilginin tekâmülünden hatalı bir şekilde bilinenlerin özsel/cevheri değişimi ve gelişimi neticesini alıyorlar. Bu netice bilgiyle bilinenin birbirine karıştırılmasından kaynaklanmaktadır. Gerçek de tekâmül edip gelişen insanın bilgisidir, bilinenler değildir.
İlim konusunda iki terim vardır: a) Mutlak manada bilme ve anlama, ister gerçeğe mutabık olsun, isterse olmasın. Yani insanın zihnine bilgi olarak gelen her şekil (Popper’in ikinci dünyası) veya bilgi dünyasında bilgi olarak sunulan her şey (Popper’in üçüncü dünyası).
Gerçekle Mutabık Olan Bilgi[1]
İlim ve dinin çelişmesi meselesinde ilimden maksat pozitif bilimlerdir.[2] Bu bilimler tecrübe ve deneye dayalı olarak fiziksel olayları incelemeğe tabi tutarlar. Sonuç itibarıyla bu terim bundan önce ilim olarak zikredilen iki terimden farklı bir anlam içermektedir.
Akla gelince, birçok anlamı söz konusudur. Ancak bizim akıldan maksadımız genel/külli kavramları anlayabilen kabiliyet ve güçtür.[3] Aklın anlayışı, eğer doğru öncüllere ve sahih istidlal yöntemlerine dayalı olursa kabullenilebilir olacaktır. Şunu da unutmamak gerekir ki, aklın anlama sahası genel/külli kavramlardan ibarettir ve onun dışındaki sahalarda başka araçlardan, örneğin duyu organlarından, faydalanmak zorundadır. Elbette duyu organları vasıtasıyla elde edilen veriler, akıl vasıtasıyla tahlil edilerek bir takım çıkarımlar yapılır. Bundan dolayı duyu organlarındaki algılama hataları bazen aklın da hata etmesine sebebiyet verir.[4]
Din kelime olarak şu manalara gelir: İtaat, boyun eğme, taraftarlık, kabul, teslimiyet ve karşılık. Kur’ân’da din kelimesi bazen beşeri kanunlar ve kararlar için[5] ve bazen de batıl dinler için kullanılmıştır. Örneğin Kıptilerin İsrail oğullarına hâkimiyetini sağlayan kanunları[6] ve Hicaz putperestlerinin yağmacı kanunları için din tabiri kullanılmıştır.[7]
Ama Kur’ân’a göre gerçek manada din, insanı yetiştirip toplumu idare etmek için var olan inanç, ahlak ve kanunların bütününden ibarettir. Din gerçekte yaratılışın konuşan dilidir. Dinin büyük bir kısmı insanı ve evreni tanıyarak, onun saadete ulaşma yollarını anlamaktan ibarettir. Din sadece Allah tarafından düzenlenirse haktır.[8] Çünkü insan ve evren hakkında yeterli bilgiye sadece O sahiptir ve bundan dolayı da kanunları, insanda var olan güç ve kabiliyetleri göz önünde bulundurarak düzenler.[9]
Eğer dinden maksadımız ilahî dinler olursa, onun için farklı aşamaları göz önünde bulundurabiliriz:
Nefsu’l-Emrî Din: Yani Yüce Allah katında ve iradesinde, insanı hidayet ve saadete ulaştıracak din. İnsanın özü bir olduğundan dolayı bu dinde bir tek nüshaya sahip olup evrenseldir ve hiçbir zaman ve mekânla sınırlı değildir.
Gönderilmiş Din: Yani Allah tarafından insanın hidayeti için peygamberlere gönderilen din. Bu din, bir taraftan nefsu’l-emrî din ile aynı kaynağa sahip olduğundan evrensel bir yapıya sahiptir. Ama diğer taraftan inmiş olduğu neslin zamansal ve mekânsal ihtiyaçlarını içerdiğinden bir takım özel/evrensel olmayan unsurlara sahiptir.
Keşfedilmiş Din: Yani gönderilmiş veya nefsu’l-emrî dinden, kişilerin akla veya nakle müracaat ederek keşfettikleri dindir.
Kanunlaşmış Din: Keşfedilmiş dinin genelleşerek belli bir kanun kalıbına girerek halkın bir grubunun inancı haline gelmiş dindir.
Kur’ân, “Allah katında din İslâm’dır.”[10] derken maksadı nefsu’l-emrî dindir. “İslâm bütün dinlerin sonuncusudur…” denildiğinde maksat gönderilmiş dindir. Şahısların dini göz önünde bulundurulduğunda maksat keşfedilmiş dindir.[11]
Bazıları dini, kitap ve sünnetten ibaret biliyorlar. Bu anlayışa göre de din sabittir ve dini tanıma sadece kitap ve sünnetle mümkün olur. Bu bakış açısında din, şahısların zihinlerine bağımlı değil (Popper’in üçüncü dünyası) herkese açıktır. Dolayısıyla da değişkendir.[12]
Elbette dikkat etmek gerekir ki, dini bu manada kullanmak, yukarıda anlatılanlar göz önünde bulundurulduğunda, dinî sadece belli bir katman ve aşamasıyla kısıtlamak olur. Ayrıca eğer din, Allah katında ve levh-i mahfuzdaki sabit hakikat değil de sadece kitap ve sünnetten ibaret olursa, böyle bir din, değişimden kendisini kurtaramayacaktır. Çünkü kitap ve sünnet, nefsu’l-emrî dinin yansımasıdır ve kitapla sünneti tanıma gerçekte başka bir marifeti/tanımayı tanımadır. Buna göre kitap ve sünnetin alanı, kelam, usul, rical ve din felsefesi ilimlerindeki görüş farklılıklarına göre daralıp genişleyebilmektedir. Örneğin eğer usul ilminde sika/yalan konuşmayan şahsın sözünü hüccet/delil kabul edersek dinin alanı değişime uğrayacaktır (genişleyecektir).[13]
Batılıların Görüşünde Din:
Batıda dinle ilgili yapılan tariflerin geneli belli bir bakış açısına dayalıdır. Örneğin psikolojik açıdan denmiştir ki din, insanın ilah olarak adlandırdığı varlık karşısında yalnızken ortaya koyduğu duygu, davranış ve tecrübelerinden ibarettir. (William James)
Sosyolojik açıdan din şöyle tarif edilmiştir: Fertlerin oluşturduğu; inanç, davranış, slogan ve dinî kurumların bütünüdür. (Talcot Pearsoons)
Maddeci bakış açısında din: Bizim kabiliyetlerinizin özgürce gelişmesini önleyen emir ve yasaklar bütününden ibarettir. (Raynah)
Dinî açıdan din: Bütün varlıkların bizim bilgimizin ötesi bir gücün tecellisi olduğunu kabul etmekten ibarettir. (Horbert Spencer)[14]
Bizce dinin en kapsamlı tarifi şudur: Din sonsuz hakikat ekseninde oluşmuş bir takım (bireysel ve toplumsal) inanç, davranış ve duyguların bütünüdür.
İtikatlar, yalan veya doğru olmakla vasıflandırılabilecek önermelerdir. Her dinin itikadı, o dindeki bir takım davranış ve duygusallıkları izah eder.[15]
Neticede ilim, terim manalarından birine göre gerçekle mutabık olan/örtüşeni anlamadır. Gerçi Batı’da, din ve ilimin çatışması söz konusu edildiğinde ilimden maksat sadece pozitif bilimlerdir.
Akıl, külli/genel kavramları anlayan güçtür. Din ise, halkın hidayeti için Allah tarafından peygamberlere vahiy yoluyla gönderilen ilahî hidayetten ibarettir.
Bu üç kavram arasındaki farkları ve tezatları iki başlık altında incelemeğe tabi tutacağız:
1. Akıl ve Din (Akıl ve İman)
Hıristiyan âleminde, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiklerinin tahrif edilmesinden dolayı dinle aklın verileri arasında çelişki olduğu görüldü. Bunun ardından bilim adamlarının kafasında şu iki soru oluştu:
a) Aklın dinin sahasında bir yeri var mıdır?
Görünüşe göre kimsenin imanı anlamada akıldan faydalanılabileceği konusunda sorunu yoktur. Ancak buna binaen daha önemli bir soru karşımıza çıkar o da şudur:
b) Aklın imanın sahasında yeri nedir? Başka bir deyişle, fertlerin, imanlarının doğru olduğuna dair ikna edici delillere ihtiyaçları var mıdır?
Bu sorulara cevap verebilmek için Batı’da üç fikir akımı ortaya çıktı:
Üst Düzey Akılcılık: Bu anlayışa göre, yeterli delile sahip olmayan her inanç kınanmalıdır ve dinî inancın kabullenebilir olması için herkesi ikna edecek şekilde ispatlanması gerekir. İngiliz matematikçi Cliffort ve Jean Lack bu inancı paylaşıyorlardı. Aquinas bu konuda şöyle diyor: “Hıristiyanlığın hakikatini, dakik aklî araştırmalarla ikna edici bir şekilde ispatlamak mümkündür. Ancak akılla imanın yolları ayrıdır ve biz imanın peşine düşmeliyiz aklın değil.” Suen Born da üst düzey akılcılığa yakın bir düşünce yapısına sahiptir.
İman Eksencilik: Bu düşünce akımına göre, dinî düzenlerin akıl tarafından değerlendirilmeğe ihtiyacı yoktur. Bu grubun iddiasına göre dinî düzenler o kadar köklü bir yapıya sahiptirler ki onları ispatlayacak ondan daha köklü bir yapı söz konusu değildir. Kierkegard bu inanca sahipti ve ona göre akılla din birbirinin zıddıdırlar.
Elbette bu grubun gaflet ettiği mesele şudur, halis bir müminin inançlarının köklülüğünden maksat bu inançların onu yaşam tarzıyla ilgili kapsamlı bir şekilde yönlendirip onun için yeteri kadar hedef ve delil icat etmesidir. Ama buradan yola çıkarak insanların dinle ilgili düşüncelerinin diğer bilgi ve düşüncelerinden daha köklü olduğu ve doğruluğu daha kolay anlaşılır olduğu neticesine ulaşamayız.
c) Eleştirel Akılcılık: Bu düşünce akımına göre dinî düzenler akılla değerlendirmeğe tabi tutulabilirler ve bu değerlendirme mutlaka yapılmalıdır. Gerçi dinî düzenlerin doğruluğunun mutlak anlamda akılla ispatı mümkün değildir.
Bu yöntemde evvela, genele hitap eden bir ispatlama yerine şahıslara özel ispat söz konusu edilmiştir George Maverdis diyordu ki: “İspat meselesini şahsa özel telakki etmemiz gerekiyor. İkinci olarak bu düşünceye göre dinî inançların hakikatiyle ilgili olarak kesin neticeye hiçbir zaman ulaşılamaz. Meseleyi bu şekilde yorumlama, büyük ölçüde Popper’in görüşüne uygunluk arz etmektedir."[16]
Ama İslâm’da akıl, dini tanıma kaynaklarından birisi olarak kabul edilmiş ve inanç meselelerinde,[17] akla öncelik tanınmıştır. Öyleki Kur’ân’da[18] delil yerine taklide dayalı olan inanç defalarca kınanmıştır.[19]
Hatta aklın bu önemi yüzünden dinin kesin olmayan/zâhirî hükümleri aklın kesin hükümlerine göre açıklanmıştır.
Ahkâmda (fıkıhta) da akıl, fıkhî hükümlerin kaynaklarından birisi olarak kabul görmüştür. Yani aklın doğru istidlal yöntemlerine dayanarak elde etmiş olduğu açık hükümler, dinî metinleri anlamada bitişik/muttasıl veya ayrı/munfasıl karine olarak kabul edilir ve bu metinlerin anlaşılmasında onlardan faydalanılır.
Akıl hem nefsu’l-emrî dine ulaşma vesilesidir; hem de gönderilmiş/mürsel dine ulaştıran delildir. Nefsu’l-emrî dine üç yoldan ulaşmak mümkündür:
a) Vahiy ve şûhut yoluyla ki bu yol belli bir gurup insana özeldir.
b) Nakil, yani vahiy ve şûhut yoluyla elde edilenlerin beyan edilmesi.
c) Akıl.
Gönderilmiş dinî keşfetmenin iki yolu vardır: 1- muteber nakil 2- akıl.
Eğer nakil, aklın keşfettiklerini beyan ederse bu, nakil yoluyla gelenin aklın bulgularına yönlendirdiğinin göstergesidir.[20]
Başka bir tabirle akıl, dinin bazı bölümleri için ölçü, bazıları için aydınlatıcı ve bazıları içinse anahtar pozisyonundadır.
Aklın ölçü olduğu yerlere örnek olarak dinin gerekliliği ve şirkin batıllığı verilebilir. Bu tip meselelerde vahiy görüş bildirse bile insanların akıl hazinelerinde olanı açıklamaktan başka bir şey yapmamıştır. Hz. Ali (a.s) buyuruyor:
“Peygamberler, insanların akıllarında saklı olan hazineleri ortaya çıkarmak için gönderilmişlerdir.”[21]
Burada akıl vahyin karışında değildir. Ancak akılla vahiy ilahî hidayetin iki ayrı mertebesidirler. Elbette burada vahiy, akla üstün, akılsa vahye mutabıktır ve birbirleriyle hiçbir ihtilafları olmadan her ikisi de ilahî hüccet/delildir.[22]
Aydınlatıcı Akıl: Akıl, dinî hükümlerin istihracında aydınlatıcı pozisyonundadır. Dolayısıyla da aynı kitap, sünnet ve icma gibi fıkha kaynaklık eden delillerden sayılmaktadır. Akıl bu alandaki rolünü şöyle oynar: Bazen onun yol göstericiliği icma gibidir. Nasıl icma masumun görüşünü yansıtması açısından delil sayılıyorsa, akıl da bazen kitap ve sünnette olanı bulmak için araç olur. Bu hedefe ulaşmak için akıl, kitap ve sünnetten alınmış esaslardan faydalanır (gayri mustakillat-ı aklî). Ama bazen akıl, şeriatın hükümlerine ulaşabilmek için kendinde var olan kaynaklardan faydalanır (mustakillat-ı aklî).
Anahtar Akıl: Aklın anahtarlığından maksat şudur; akıl, aydınlatıcı olarak şeriatın kanun ve hükümlerini kendi ufkunda külli ve soyut bir şekilde keşfedip beyan ettikten sonra şeriatin sınırlarına karışma yetkisi yoktur. Örneğin akıl, masumun sözlerine dayanarak ahkâmın özellikleri hakkında fikir beyan edebilir. Ama bunun ötesine geçemez.[23]
Sonuç itibarıyla yukarıda belirtilen yerlerde, aklın hüküm ve hakemliği İslâm tarafından kabul edilmiştir. Sadece doğru ve yalan olma vasfıyla nitelenen inançlarla ilgili önermelerde aklın onayı gerekmekle kalmayıp, ahkâm/fıkıh ve ahlakla ilgili meselelerde de akıl, önemli kaynaklardan birisi olarak kabul edilmiştir. Elbette akıl bazı yerlerde görüş bildirme gücüne sahip değildir. Ahiretin ayrıntıları ile ilgili meseleleri buna örnek olarak vermek mümkündür. Peygamberlerin öğretilerinin esaslarından bir tanesi de bize akılla ulaşması mümkün olmayan şeyleri öğretmeleridir.
“…ve size bilmediklerinizi öğretiyor.”[24]
2. Bilim ve Din:
İslâm’ın bu konudaki görüşünü beyan etmeden önce bu meselenin çıkış yeri olan Batı’ya ve Batılı düşünürlerin görüşlerine bir göz atacağız.
Kiliseyle Galile gibi bilim adamlarının çatışması ve kilisenin bilim adamlarına karşı katı tutumuna rağmen, bilimin bir takım verilerinin kesinleşmesi Batıda üç ayrı akımın oluşmasına sebep oldu:
a) Din ile bilimin rekabet, hatta çatışma durumunda olduğunu savunan görüş: Bir gurup radikal Hıristiyan diyordu ki: Dinle bilimin çeliştiği noktalarda Kitab-ı Mukaddesin iddiaları öncelik hakkına sahiptir.
Buna karşılık bazı maddeciler tabiattaki tekâmülü tercih ediyorlardı. Daha sonra Haksly gibi bilim adamları, maddeden başka gerçeğin olmadığı iddiasındaki felsefî görüşten yola çıkarak Hıristiyanlığı ve Allah inancını kökünden reddedip ‘insanın madde dışında görünmeyen bir hedefi yoktur’ diyorlardı.
b) Bir gurup ise din ile bilimin değişik açılardan birbirlerinden ayrı olduklarına inanıyorlardı. Yeni Ortodoksları, dinî egzistansiyalistleri, pozitivistleri ve dil filozoflarını bu guruptan saymak mümkündür. Yeni Ortodokslardan olan Karl Bat diyordu ki: “Konu açısından ilahiyatın konusu, Tanrı’nın İsa’da tecellisidir, ama bilimin konusu tabiattır. Yöntem açısından, Tanrı’yı sadece bize olan tecellisi yoluyla tanımak mümkündür. Ancak tabiatın sınırlarını beşeri aklın yardımıyla tanımak mümkündür. Öte taraftan dinin hedefi, insanı Allah’la görüşmeye hazırlamaktır. Ama bilimin hedefi, tabiata hâkim olan kuralları tanımaktır. O zaman din ve bilim, bu üç alanda bir birlerinden ayrıdırlar ve hiçbir şekilde çatışmaları söz konusu değildir.
Egzistansiyalizmin kurucularından olan Kierkegard diyordu ki: “Bilimsel bilgi kişisel değil objektiftir. Ancak dinî bilgi tümüyle kişisel ve subjektiftir.”
Bilimin konusu, maddî varlıklarla onların rolleridir. Ancak dinin konusu şahsi ve ahlâkî gerçeklerdir. Gerçekte dinî bilginin hedefi, Allah’la mümin insanın, ilişkisiyle alakalıdır ve onu bilimsel olarak ve duygudan soyutlanmış bir şekilde düşünmek söz konusu değildir.
Pozitivizme göre bilimsel bilgiyi diğer bilgilerden ayıran en önemli özellik, onun herkes tarafından denenebilir olmasıdır. Bundan dolayı bilgi elde etmenin tek yolu bilimsel yöntemdir ve sadece üzerinde deney yapılabilecek şeylerin içeriği ve anlamı olan bir anlatımı vardır. Dinin dili; Allah, ruh ve nefsin ebediliği gibi denenmesi mümkün olmayan şeylerden bahsettiğinden dolayı bilimsel değere sahip değildir. Felsefesi genel dile dayalı olan Wittgenstein diyordu ki: “Dilin muhtelif kullanımları vardır. Bilimsel dilin hedefi bir tür öngörü ve kontroldür. Ama ilahiyatta dil, dua, huzur bulma ve benzeri hedefler için kullanılır. O zaman din ve bilim tamamen iki ayrı faaliyet alanına sahiptirler ki konu, yöntem ve hedef açısından farklılık arz etmektedirler.”
c) Din ve bilim arasında sıkı ilişki olduğunu savunan görüşler: Waitheid dinî ve bilimsel verilere dayanarak kapsamlı bir hakikat yorumu sunmaya çalışmıştır.
Mack Gay diyor ki: “Bilim ve din, farklı yöntem ve hedeflerle ortak konular için farklı açıklamalar sunma çabasındadırlar. Bilim gerçeklerin sebeplerini keşfetmek istemektedir. Ama din olayların manalarını ortaya koymak istemektedir. Buna göre mükemmel bir anlayışa ulaşmak için hem kelami yorumlara ihtiyacımız vardır hem de bilimsel açıklamalara.”
Elbette Mack Gay şu soruya cevap vermekten aciz kalmıştır: Din ve bilimin çeliştiği yerlerde hangisini tercih edeceğiz?
Suen Born diyordu ki: “Bilim ve ilahiyat anlatım tarzlarındaki yöntem farklılıklarından dolayı bir birlerinden ayrılırlar. Bilimsel açıklama şuursuz maddî varlıklardaki zati kabiliyetler üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak dinî açıklama, bağımsız bir fail olarak Allah’ın fiilinden kaynaklanan bir takım özel olayları konu edinir.”
Elbette bazıları bilimin görevinin açıklama olduğunu kabul etmezler ve bilimin gücünün, öngörü ve kontrol olduğunu savunurlar. Aynı şekilde din için de derler ki: Dinin asıl vazifesi açıklama değil, bireysel ve toplumsal hayatı düzenleme gibi sorumlulukları üstlenmektir.[25]
Ama İslâm’da, Kur’ân’ın tahriften korunmasından dolayı din ve bilim arasında bu tür çatışmalar söz konusu değildir. Bilimin yeni buluşları dinle çelişmediği gibi Kur’ân’ın bilimsel mucizesini de ortaya çıkarmıştır. Elbette şunu da hatırlatmalıyız ki, Kur’ân ayetlerinin yüzde onundan fazlası farklı alanlardaki bilimsel meselelere yöneliktir ve bu ayetlere yönelik üç bakış açısı söz konusudur:
Bir gruba göre Kur’ân bütün bilimsel meselelere değinmiştir. Dolayısıyla bu gurup âyetleri bilimsel meselelere tatbik etme çabasındadırlar.
Başka bir gurup Kur’ân’ın bilimsel tefsirine karşıdırlar ve bilimsel tefsiri Kur’ân’ın hedef ve maksatlarına aykırı telakki ediyorlar.
Başka bir gurup da, ihtiyatlı bir yaklaşımla Kur’ân ayetlerini bilimin kesin bulgularına uygun olarak tefsir etmişler ve bilimsel bulgular temeline dayalı tefsir alanında aşırılıktan uzak durulmasını tavsiye etmişlerdir.
Birinci akım Kur’ân’daki bazı âyetlerin zahirine[26] dayanarak diyorlar ki: Her şey Kur’ân’da beyan edilmiştir. Nitekim âyette şu ifade yer alır: “Her şey için açıklayıcı.”[27] Ama bunlar, Kur’ân’ın insanların saadeti ve hidayeti için nazil olduğu gerçeğini göz ardı etmişlerdir. Kur’ân, bilimin değişik alanlarıyla ilgili bilgileri ihtiva eden bilim ansiklopedisi değildir. Kur’ân’daki “Her şey” den maksat, hidayetle ilgili olan her şeydir: “O her şeyi beyan eden hidayet ve rahmettir…” Yani Kur’ân, insanların hidayeti için gerekli olan[28]; yaratılış, ahiret ve güzel ahlak gibi gerçek bilgileri -ki insanlar hidayeti bulmada onlara muhtaçtırlar- kapsamlı bir şekilde ihtiva etmektedir. Elbette bazen terbiye etmekle ilgili bazı hedeflerine ulaşabilmek için tabiat ve varlıkla ilgili bazı konulardan da yararlanmıştır.[29]
Bilimin aydınlatıcılığı sayesinde Kur’ân’ın bilimsel mucizesi kendini göstermiş ve bu vesileyle bilim hayranlarına İslâm’ın ve Kur’ân’ın hakkaniyeti aşikâr olmuştur.
İkinci gurup, Kur’ân ve bilimin çelişmesinden korkarak Kur’ân’ın bilimsel tefsirine karşı çıkmıştırlar. Ama şu gerçeği görememişlerdir; eğer Kur’ân kesinleşmiş bilgilere dayanılarak tefsir edilirse asla çelişki söz konusu olmayacaktır. Bundan dolayı üçüncü gurup Kur’ân’ın bilimsel tefsiriyle ilgili bir takım şartları öngörmüşlerdir ki bu şartlar ilgili yerlerde beyan edilmiştir.[30] Şunu da hatırlatalım, böyle bir çelişki ancak Keşfedilmiş Dinde söz konusu edilebilir ve Nefsu’l-Emrî Din ile Mürsel Dinde böyle bir şeyden söz edilemez. Kimse de dinden anladığı her şeyin yüzde yüz doğru olduğunu iddia etmemiştir.
[1] Mehdi Hadevî Tahranî, İnançlar ve Sorular, 153-162 ve İçtihadın Kelamî Kökenleri, 377-379.
[2] İlim ve Din, Ian Barber, Hurremşahî tercümesi, s. 9.
[3] Muhammed Hüseyinzade, Dinî Anlayışın Dayanakları, s. 36-44.
[4] Hadevî Tahranî, İnançlar ve Sorular, s. 16-17.
[5] Yusuf, 76.
[6] Mümin, 26.
[7] Kafirun, 6.
[8] Nasr, 2, Bakara, 193, Enfal, 39, A’raf, 29, Tevbe, 29-33.
[9] Cevad Amulî, Marifet Aynasında Şeriat, s. 93-97, İnançlar ve Sorular, s. 16-17.
[10] Âl-i İmran, 19.
[11] Hadevî Tahranî, İçtihadın Kelamî Kökenleri, s. 384-389.
[12] Suruş, Şeriatin Teorik Genişlemesi ve Daralması, s. 182, 184 ve 245.
[13] Hadevî Tahranî, İnançlar ve Sorular, s. 153-162.
[14] John Hayk, Din Felsefesi, Behram Rad’ın tercümesi, s. 23-24, İçtihadın Kelamî Kökleri, Hadevî Tahranî, s. 384.
[15] Michael Peterson, Dinî İnançlar, s. 18-22.
[16] Michael Peterson, Akıl ve Dinî İnanç, s. 69-95, Hadevî Tahranî, İnançlar ve Sorular, s. 49-58.
[17] Kur’ân, Zümer Sûresinin 17 ve 18. âyetlerinde şöyle buyuruyor: “Tâğût’tan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele! Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.” İmam Musa Kazım (a.s) da Hişam’a şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ bu ayetle akıl sahiplerine müjde vermiştir.” Tuhufu’l-Ukul, s. 404.
Bu ayet aşağıdaki nüktelere işaret etmiştir: 1-Allah’a kulluğun gereği ayetten açıklanan görevden ibarettir. 2-Duymayla dinleme arasında fark vardır. Birincide sadece işitme söz konusudur hatta istenmese bile; ama ikincide istekli bir dinleme söz konusudur. Yani onlar bir şeyi dikkatle dinleyip anlamadan reddetmezler. 3-Duyduklarını eleştiriye tabi tutup en iyisine tabi olurlar. 4-Gerçi burada yol gösteren akıldır ama Allah Teâlâ onu ilahî hidayet olarak telakki etmiştir. 5-Akıl ve anlama nimetinden yoksun olan insanın hiçbir değeri yoktur. Aynı bademin özünün içinden ibaret olması gibi “Onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir” .
[18] Bakara 170, Maide, 104, Enbiya, 53-54, Şuara, 74 ve Zuhruf, 23.
[19] Tuhufu’l-Ukul, 404- 425, İslâm’da Talim ve Terbiyet, s. 17-30 ve 175-195.
[20] Marifet Aynasında Şeriat, s. 335, İçtihadın Kelamî Kökenleri, s. 384-389.
[21] Nehcü’l-Belağa, 1. Hutbe.
[22] İmam Musa Kazım (a.s) buyuruyor ki: “Allah’ın insanlara iki delili/hücceti vardır; iç delil, insanların aklıdır ve dış delil, vahiydir.” Tuhefu’l-Ukul, 407; İslâm’da Talim ve Terbiye, Şehit Mutahharî, s. 17-30 ve 175-195, İslâm Ahlakı, Muhyiddin Hairî Şirazî, s. 5-17.
[23] Cevadî Amulî, Marifet Aynasında Şeriat, s. 190-194.
[24] Bakara, 151.
[25] Akıl ve Dinî İnanç, s. 358 ve 396.
[26] Nahl, 89, Enam, 38-52, Saba, 3, A’raf, 52, Furkan, 6.
[27] Nahl, 89.
[28] Maide, 15-16.
[29] el-Mizan, c. 12, s. 325.
[30] Bu şartlar şundan ibarettir: 1-Tefsir kaidelerine uymak, 2-Bilimsel teori ve ihtimallere değil kesinleşmiş bilimsel bilgilere dayanmak, 3-Kur’ân’ın makamını dikkate almak, 4-Âyetler arasındaki uyumu dikkate alma, 5-Şeriatin kesin hakikatleriyle çelişmemek, 6-Bilimsel kanunla ayet arasında ilişki olması. Daha fazla bilgi için: Nasır Rafiî, Muhammed, Kur’ân’ın Bilimsel Tefsiri, c. 2, s. 176 ve 219.
İran'da yaşanan olayların perde arkası/
Sayın okuyucumuz bildiğiniz üzere büyük şeytan ABD'nin düşman addettiği ülkelerin başında İran İslâm Cumhuriyeti gelmektedir. Çünkü devrimle birlikte ABD'nin İran coğrafyasındaki sömürü vantuzları kesildi.
ABD, İslâmî yönetimi yıkıp yerine sömürebileceği bir rejim tesis etmenin derdinde. Onun için iç karışıklıkların arkasında hep bu şeytanı görüyoruz. Hatırlayalım, ABD, aynı şekilde SSCB'nden ayrılan ülkelere nüfuz etmek ve kendisine piyonluk yapacak yöneticileri işbaşına getirmek için turuncu halk ayaklanmalarını Soros vasıtasıyla organize etmişti. Öte yandan yine bildiğiniz üzere 12 Eylül ve 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD olduğu gibi Gezi Parkı olaylarında da yine ABD'nin şeytanî parmağı vardı. İran'da daha önce yeşil muhalefeti organize eden ABD olduğu gibi bu son olayda da yine onun entrikalarını görüyoruz. Elbette ABD ve CIA bu işi tek başına yapmıyor. Önce içerideki muhalifleri maşa olarak kullanmak için sinsi plânlarını organize edip ileri sürüyor. Bizzat kendi siyasîlerinin açıklamasına göre, ABD, İran'daki mevcut İslâm rejimini yıkmak için her yıl bütçeden 20 milyar dolar ayırıyor. Özellikle üniversite gençlerinin bu işe teşne olanları tespit ediliyor ve kendilerine finansman kaynak aktarılıyor. Kısacası ele geçirdikleri üniversite gençlerini fonluyorlar.
Bilindiği üzere ayaklanmalar ufak bir kıvılcımla başlar. Mahsa Amini olayına bakın, tamamen "vaka-i adiye"den münferit bir hadise. (Bu ifade ile Mahsa Amini'nin ölümünü baside aldığımız anlaşılmasın.) Bu olaydan dolayı sokak eylemleri yapıp 40 insanın ölümüne sebep olmak ne ile izah edilebilir? Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi açıklama yapıyor: "Olay araştırılacak, bir ihmal ve kasıt varsa suçlular cezalandırılacak." Ayrıca Reisi, Mahsa Amini'nin ailesini arıyarak, "Kızım ölmüş gibi üzüntü duydum" diyor. Elbette hiçbir hükümet yetkilisi serkeş bayanların irşad için götürüldükleri yerde ölüm hadisesinin yaşanmasını istemez. Üstelik kamera kayıtlarında görüldüğü üzere burada herhangi bir darp veya şiddet olayı da söz konusu değil. Mahsa Amini iki kez beyin ameliyatı geçirmiş, beyninde tümör olan bir bayan. Ölüm nedeni ise kalp krizi. Olay böyle sonuçlanmasına rağmen Mahsa Amini'nin ölümünü fırsata dönüştüren ABD'nin paralı piyonları hemen harekete geçip sokaklarda polislere ve tesettürlü/hicaplı kadınlara saldırıp ortalığı yakıp yıkmaya koyuldular. Yere düşen motosikletli polisin üzerine topluca çullanarak linç girişiminde bulundular ve bununla yetinmeyip polisin üzerine benzin dökerek yaktılar. Böylesine barbarlıkta bulunan bu insanlar yaptıkları vandallıkla bu ülkeye hangi özgürlüğü getirecekler. Bakınız bunlar başörtüsünü bahane ediyorlar. Maksatları başka. Kullanıldıklarının da farkında değiller. ABD öyle şeytan ki, Suudi Arabistan'da hiçbir ülke ile kıyaslanmayacak şekilde baskıcı ve despot yönetim var. Kadınların eğitim hakları ellerinden alınmış, ehliyet dahi alamıyorlar. Suudi Arabistan'da kadının kocasına kahve yapmaması boşanma sebebidir. Din adına orada insanlık dışı bir yönetim var. Daha kısa bir süre önce Ehl-i Beyt muhibbi 38 kişi idam edildi. İdam edilenler arasında 15-16 yaşlarında çocuklar da vardı. Ne Birleşmiş Milletler'in, ne ABD'nin, ne Avrupa ülkelerinin gıkı çıkmadı. Aynı şekil ABD vatandaşı olan gazeteci Adnan Kaşıkçı, Suudi Arabistan prensi Muhammed bin Selman'ın talimatıyla testere ile kesilip parçalara ayrılıyor ve ceset yok ediliyor. Ne ABD vatandaşını katledenlerin peşine düştü, ne dünyanın gıkı çıktı. Bunların nezdinde varsa yoksa İran. Çünkü maksatları başka. İran küresel emperyalizme teslim bayrağını çekmeyen ender ülkelerden biri. Müslüman ülkeler arasında ise tek. İran'dan başka ABD'nin dümen suyunda olmayan başka bir Müslüman ülke var mı? İran'ın haricinde hangi ülkede ABD üssü yok?
ABD'nin İran'a yönelik tek bir derdi var, diğer ülkeler gibi İran'a da diz çöktürmek. Bi iznillah İran'nın onur sahibi halkı ve yönetim erki böyle bir zillete boyun eğmeyecek. Bu yüzden şeytan ABD, şeytanlığından vazgeçmeyecek.
Bugüne kadar görüldüğü üzere başta Arap Baharı ve Gezi Parkı olayları olmak üzere hiçbir ayaklanma kendiliğinden ortaya çıkmadı. ABD'nin şeytanî anlamda bir özelliği daha var. Kalkışmaları kendi lehine çevirmekte çok mahir, çok becerikli. Arap Baharı kalkışmasında bunu yapmıştı. O dönem Arap ülkelerindeki baskıcı rejimlere karşı kıyam edenler, kalkışma yapanlar genelde İslamî hassasiyeti olan gençlerdi. Nitekim bu kalkışma Mısır'da Mubarak despotunu devirmiş, İhvan-ı Müslimin'i iktidara getirmişti. Ama olur mu? ABD tahammül edemedi ve derhâl düğmeye basarak askerî bir darbe ile General Abdulfettah Sisi'yi iktidara getirdi. Ellili yıllar İran'ına bakın, halkın iktidara getirdiği Musaddık'ı devirip, iktidardan inmiş olan Şah'ı tekrar iktidara taşıdı. ABD bu şeytanlığı hep yapıyor...
Çok azınlık da olsalar İran'da öteden beri İslâmî yönetime muhalif olan bir grup var. ABD her kıpırdanışta bunları harekete geçirip kitlesel bir ayaklanma olsun istiyor. İran'da bu küçük grubun sürdürdüğü nümayiş ve sokak eylemleri üç - dört gün sürdü. Cuma günü ise devrim yanlısı büyük halk kitleleri sokağa inerek İslâmî yönetime bağlılıklarını ibraz eden mitingler yaptılar. Tabi büyük şeytan ABD'nin bir kez daha hevesi kursağında kaldı. Soros'muş, CIA imiş, MOSSAD'mış hiçbirinin entrikası İran halkına sökmez, bu böyle biline...
İran'ın bölgesinde etkin bir güce sahip olarak Şanghay İşbirliği Örgütü'ne katılması bile ABD'yi tedirgin edip korkutmaya yetmektedir. Bu sözümüz Türkiye için de geçerlidir. Türkiye'nin ŞİÖ'ne gözlemci olarak katılması ve tam üyelik sözünü gündeme taşıması ABD'yi rahatsız etti. ABD, bu girişimi engellemek, bu iradeyi kırmak için çabalıyor. ABD, ortak projemiz, ortak üretimimiz olan F-35 savaş uçaklarını bize teslim etmeyince, biz de buna mukabil Rusya'dan hava savunma gücü olan S-400 radar sistemlerini aldık ve diğer birçok alanda Rusya ile ticarî anlaşmalara imza attık. Bu durum ABD'yi ziyadesiyle rahatsız etmeye yetti. ABD, Dedeağaç'a silah yığıp, Güney Kıbrıs'a silah ambargosunu kaldırıp Türkiye'yi ablukaya alıyor. Öte yandan İran'ı içten karıştırıp şeytanî entrikalarına çok yönlü devam ediyor. ABD'nin Gezi Parkı olaylarına gaz vermesi ile bugün İran'da başörtüsü bahane edilerek sokak eylemlerinin yapılması aynı kirli elin entrikaları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yakın geçmişimize bakalım,
onlar D-8'i akamete uğratmak için 28 Şubat'ı yapmadılar mı?
Kesinlikle şunu ifade etmiş olalım ki, Merhum Erbakan'ın temellerini attığı D-8 aktif bir şekilde hayata geçmiş olsaydı ABD'nin küresel hegemonya etkisi kırılmış olacaktı. Müslüman ülkelerin birlik olmayışı ABD'nin dünya jandarmalığını pekiştirmesine sebep olmaktadır. Ümmet olarak 57 ulus devlete bölünmüş olmamız ABD'nin dünya üzerindeki tahakkümüne katkı sağlamaktadır. Her şeyden önce ABD haydut/soyguncu bir devlettir. ABD'nin genlerinde/sicilinde bu var. Kızılderili halkın vatanını ellerinden aldı. Alırken acımasızca soykırım yaptı.
Bir ırkın soyunu tüketti. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ise dünya jandarmalığına soyundu. Bu jandarmalık sadece soygun amaçlı olmaktadır. Bugün bunu bazı coğrafyalarda askerî gücü ile yapıyor. Tahakkümü altına aldığı veya tasallut ettiği ülkeleri ise dolar silahı ile vuruyor. Bir buçuk yıldan beri Türkiye'nin başına nasıl bir gaile açtıklarını hep beraber (bütün halk olarak) gördük. Kontrollü bir şekilde ülkelerin zenginliklerini ele geçirerek ekonomik krizleri devreye sokuyor. Neden 43 yıldan beri İran'a ambargo uyguluyor dersiniz? Bir taraftan ambargo, diğer taraftan içerideki münafık/hainleri fonlayıp kışkırtarak iç kargaşa çıkarıyor ki İslâmî İran istikrarsızlık sarmalına düçar olsun, İran'da kaos çıksın, İran'da iç savaş çıksın ve rejim yıkılsın, bütün dert ve amaçları bu. Bakınız an itibariyle ABD destekli teröristler İran'da eylem yapmaya devam diyor.
İran'ın güneydoğusundaki Sistan-Belucistan eyaletine bağlı Zahidan kentinde Cuma namazının ardından karakola ve meydandaki vatandaşlara yönelik saldırıda 19 kişinin hayatını kaybettiği bildirildi.
İran resmi ajansı IRNA’nın haberinde, “Zahidan’ı güvensiz hale getirmek için önceden bölgeye gelen teröristler ve isyancıların karakola ve meydandaki halka ateş açtığı” belirtildi. Bilindiği üzere Sistan-Belucistan eyaletine bağlı Zahidan kentinde yoğunluk olarak Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz yaşamaktadır. ABD eskiden beri yaptığı üzere, kimi bölgede etnik köken üzerinden kışkırtıcılık yaparken, kimi yerde de mezhep üzerinden provokasyonlar yapmakta ve yaptırmaktadır. Kısacası ABD, sinsi ve şeytanî entrikalarıyla düşman gördüğü rejimleri zor durumda bırakmak için sadece başörtüsü üzerinden değil, etnik köken veya mezhep üzerinden de halkı birbirine düşürmenin hesabını yapmaktadır. Bi iznillah bu hesap İran'da tutmayacaktır...
Hazım Koral