کارگر

کارگر

Pazartesi, 10 Ekim 2022 15:32

Müslüman ülkeler neden geri

Zengin enerji kaynaklarına sahip olmalarına rağmen, demokrasi ve gelişme yolunda bir türlü mesafe alamayan ülkelere en iyi örnek Orta Doğu'dur.


Orta Doğu ülkeleri, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da sömürge anlayışına devam etmiş, otoriter siyasi rejimlerle yönetildiklerinden demokratik yönetimi ve ekonomik başarıyı sağlayabilecek kurumlar oluşturamamıştır. Oysa yüzyıllarca İslam dünyası uygarlık ve başarının öncüsüydü, Müslümanlar, yüzyıllar boyu dünyadaki en büyük askerî ve ekonomik gücü temsil etti. 9'uncu ve 12'nci yüzyıllar arasında İslam Dünyası, Bizans'ın ilerisindeydi. Farabi, Al Khwarizmi, Ömer Hayyam, Al-Razi, Al Rawandi, İbn-Sina, İbn-Rüşd gibi filozoflar ve bilim insanları, bilim ve sanatta insanlık tarihindeki en büyük başarılara imza attı. İslam dünyası, bu dönemde altın çağını yaşadı.

***

Osmanlı Devleti 600 yıl boyunca İslam coğrafyasında yaşamış olan İbn-Sina ve İbn-Rüşd düzeyinde tek bir filozof ve bilim insanı yetiştiremedi. Osmanlı; uygarlığa gözünü kapadı, bilime ve felsefeye geçit vermedi. Oysa Avrupalılar, 15-16'ncı yüzyılda Rönesans'ın oluşturduğu yeniden doğuş sayesinde bilim, sanat ve teknolojide İslam dünyasını geride bırakan büyük gelişmeler sağladı. Müslümanlar ise, uzun süre bu gelişmelerin farkına varamadı. 18'inci yüzyıla kadar, yalnızca Frengi hastalığı ile ilgili bir kitap Avrupa dillerinden Orta Doğu dillerine çevrildi. 1699'da, Karlofça Anlaşması ile Osmanlı Devleti büyük toprak kaybına uğradı. Karlofça, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, yenilmiş bir Osmanlı'nın zafer kazanmış Hristiyanlarla yaptığı ilk anlaşma olması nedeniyle önem taşır.

***

Kâfir icatlarını öğrenmenin veya kâfir öğretmenlerden ders almanın dinen caiz olup olmadığı tartışıldı. 1450'lerde icat edilen Matbaa, 300 yıl sonra Osmanlı Devleti tarafından kullanılmaya başlandı. 1729'da kurulan matbaa çoğu tarih, coğrafya ve yabancı dil alanında 17 kitap bastı ve 1742'de kapatıldı. 1784'te padişah fermanıyla yeniden açıldı ve ancak 1796 yılından sonra Türkçe ve Arapça baskı yapabilen matbaalar kurulabildi.

Bin yıllık rakibi Hristiyan dünyasıyla karşılaştırıldığında, İslam dünyası yoksul ve bilgisiz kaldı. 20'nci yüzyılın özellikle ikinci yarısında, İslam ülkeleri için çöküş daha da hızlandı. Beş Müslüman devlet, yarım milyon Musevi'nin 1948'de Filistin'de bir devlet kurmasını önleyememiş, 1967, 1973 Arap-İsrail savaşlarında, İsrail'den daha güçlü olmalarına rağmen Arap ülkeleri varlık gösterememişlerdi.

Yaygın ve kabul gören bir görüşe göre, Batı ülkelerinin gelişmesinin temel nedeni, kilise ve devletin ayrılması; toplumun laik yasalarla yönetilmesidir. Müslümanlarca kutsallığın kaynağını oluşturan ve yaşamın her alanını düzenleyen tek yasa ise şeriattır. İslam ülkeleri ile Batı'nın yaklaşımlarındaki bu farklılık, önlenemeyen yolsuzluk yöntemlerinde de açıkça görülür. Batı'da para piyasada kazanılır ve iktidarı satın almakta kullanılır. Doğu'da iktidar ele geçirilir ve öylece para kazanılır.

***

Müslümanlar, laiklikle ilk kez Fransız Devrimi'nde tanıştılar. Ama sadece bir Müslüman ülke, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Mustafa Kemal Atatürk'ün stratejik öngörüsü sayesinde laikliği bir ilke olarak kabul etti. İslam'ı anayasadan çıkardı, şeriatı yasal alan dışına koydu ve çağdaşlaşma yolunda hızla ilerledi. Sonuçta, Müslüman ülkelerde yaygın olan kökten dinci yönetim sistemi ile Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Laik Demokrasi örneği karşımıza çıktı. Birincisinde, biat kültürü ile şuursuz bir itaat gelişmiştir. Bu sistemde; ülkenin yolsuzluklardan ve kötü yönetilmekten kurtulma mücadelesi, konuşma ve araştırma özgürlüğü, kadın erkek eşitliği yoktur. İslam dünyasının bugünkü geri kalmışlığının nedenleri, işte bu özgürlüklerin yokluğudur. Mustafa Kemal Atatürk'ün Laik Demokrasi sisteminde, akılcılık ve bilim ön plandadır; biat kültürü değil sorgulama kültürü gelişmiştir. Türkiye'de Atatürk'ün mirası da korunamadı. Laiklik, başörtüsü tartışmaları düzeyine indirgendi. Türkiye; Irak, Suriye, Yemen, Afganistan, Libya olmamışsa, bunun ana nedeni Atatürk'ün devrimleri ve özellikle laiklik sayesindedir.

Naim Babüroğlu

***

1923'te Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, sorgulayan akıl; erdemli duruşu, insan onurunu, doğal hak ve özgürlükleri belirledi. Toplumda, kadın eşit duruma getirildi. Atatürk, Türk kadınına seçme ve seçilme özgürlüğünü 1934 yılında verdi. Fransa ve İtalya 1946'da, İsviçre ancak 1971 yılında kadınlara bu hakları verdiler. Türkiye, diğer Müslüman ülkelere örnek olacak şekilde modern, çağdaş bir yapıya kavuşturuldu.

Özetle, Batı'da siyasi iktidarlar topluma hesap vererek, denetlenirler.  Müslüman ve otoriter ülkelerde ise ele geçirilen siyasi iktidar, hesap vermeden tek kişi ya da belirli bir grup tarafından kontrolsüzce kullanılır. Güney Kore ve Kuzey Kore gibi dünya üzerinde coğrafi olarak yan yana olup da politik, ekonomik ve sosyal açıdan birbirinden çok farklı birçok ülke var. Oluşturulan politik kurumların farklı oluşu, sınırın iki yanına tümüyle değişik yaşamlar sunmakta ve ekonomik refah açısından kıyaslanamayacak bir fark yaratmakta.

***

Gelinen noktada, Orta Doğu; tarihten hiç ders almayan, aşiret yaşamından toplum düzenine bir türlü geçmeyi başaramayanların coğrafyası olma yolunda hızlı adımlarla ilerlemekte kararlı. Başkalarından satın aldığı silahla birbirini öldüren ve başkalarının bulduğu ilaçla iyileşmeye çalışan bir geri kalmışlığın öyküsüdür Orta Doğu...

İtalyan düşünür, Giordano Bruno, 1600'lerde; "Tanrı, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır, yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için Allah'ı kullanırlar." demişti. Çok doğru söylemiş…

........

Özet Kaynakça:

Francis Fukuyama, Siyasi Düzenin Kökenleri, 2011; D. Acemoğlu, J. A. Robinson, Güç, Refah ve Yoksulluğun Kökenleri, 2013; Bernard Lewis, What Went Wrong? (Yanlış Giden Ne Oldu?), 2002.

Pazartesi, 10 Ekim 2022 15:19

Kardeş Azerbaycan’ın İsrail aşkı

  Ocak 1990’da Turgut Özal’ın Azerbaycan ile ilgili, “Onlar Şii biz Sünni’yiz. Onlar İran’a daha yakın” mezhepçi söylemi birçok kesimde garipsenmiş ve ağır eleştirilerin yapılmasına sebep olmuştu.

Ülkemizi, aynı dil ve etnik köken familyasına mensup olma duygudaşlığı, komşuluk sorumluluğu prensipleri ile yönetmediler. Efendileri olan mahfillerin kıblesine secde etmeyen herkesi, Türkü, Kürdü, Arabi, Sünni’si, Alevi’si, Mesihi, Musevi, Ermeni’sini, Süryani’sini düşman belledi. Bu sebeple henüz o tarihte Azerbaycan üzerinde güçlü bir hâkimiyet ve etkili bir nüfuz kuramamış olan ABD ve İsrail, Azerbaycan’a yönelik başlayan Ermenistan saldırıları ve katliamlarına karşı pasif kaldılar. Bu tavra uygun olarak Özal ve benzeri zihniyetin İslam Sünnetine uygun olmayan yaşam tarzları aşina iken Azerbaycan’a yardımı reddetmesinin gerekçesi olarak “Biz Sünni’yiz.” çıkışı trajikomiktir.

KIBLELERİ BATI OLANLARIN SECDE ETTİĞİ
“Türkçülük ve Atatürkçülük” söylemleri ile kafa ütülerken Türk Azerbaycan’ın çoğunluğu Alevi olması hasebiyle onları İran’a daha yakın gören bir zihniyetin temsilcileri sadece efendilerini memnun eden hizmetkâr mesabesindedir. Bunlar o derece münafıklar ki, mesele Sünnilik olsaydı Azerbaycan’daki yüzde 30’luk Sünniler için harekete geçerlerdi. Allah’ın bir müminin suyu hürmetine çürüyen Âlemi yok etmemesi hakikatine müdrik olurlardı. Aksine, “Atatürkçü, liberal, ülkeyi özgürleştirenler” olarak propaganda edilen Evren-Özal zihniyeti bir Yahudi terbiyesi olan Suudi Vahhabi Sünnetinin yaygınlaştırılması ve ülkemizde Hak Muhammed Ali Sünnetini telkin eden, İmam Hüseyin’in torunu ve İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd Bin Ali ve İmam Zeynel Abidin’in oğlu İmam Muhammed el-Bakır’ın oğlu İmam Cafer-i Sadık’ı öğretmenleri olarak seçen, vicdanı cüzdana satmamış, Emevi ile Abbasi istibdadı ve küfrüne boyun eğmediği için zindanda katledilmiş büyük din âlimi İmam Abu Hanefi’nin Sünnetini de bilmezler. Zira kıbleleri ABD, AB, NATO, Riyad ve İsrail olan hükümetler ancak onların Sünnetine uygun secde ederler. İnsan merkezli, herkes için barış, adalet ve ekonomik refah kaygıları yoktur.

 

MEZHEP YAKINLIĞIN ÖLÇÜTÜ MÜ?
Peki, bu mantık silsilesini baz alıp soralım: Bugün “Ali Şia’sına tabi olan Azerbaycan”, “Ali Şia’sına tabi olan İran’a” daha mı yakın? Hayır değil. “Ali Şia’sına tabi Haydar Ali Rıza Oğlu İlham Aliyev,  Siyonist Yahudi İsrail liderlerine mi, Sünni Erdoğan’a mı yoksa Ali Şia’sına tabi İran lideri Reisi ’ye veya Ali Şia’sına tabi Esad’a mı” daha yakın? Ali Şia’sına tabi Haydar Oğlu Aliyev Yahudi İsrail ile Sünni Erdoğan’a daha yakın. Hatta yoldaş ve sadık bir müttefik. “Ali Şia’sına tabi İran, Mesihi olan Ermenistan’a mı yoksa Ali Şia’sına tabi Azerbaycan’a mı” daha yakın? Ülkesinde milyonlarca Azeri Türkü ihtiva eden İran, Ermenistan’ın müttefiki ve dostudur. Azerbaycan’ı İsrail ile kurduğu derin askeri, istihbarat ve ekonomik ilişkilerden dolayı her fırsatta uyarmakta ve hatta tehdit etmektedir. Türkiye’yi açıkça telaffuz etmeseler de İsrail’in Azerbaycan üzerinde artan nüfuzunu İran için bir tehdit ve yaşamsal varlığına bir kumpas olarak telakki etmektedir.

Görülüyor ki mesele din, mezhep ve etnik köken üzerinden değerlendirildiği zaman işin içinden çıkamazsınız. Şüphesiz ki yüzlerce yıldır süren bu kavganın ideolojik ve dinsel temeli vardır. Meseleye bu zaviyeden bakan zihniyetlerin hüküm sürdüğü iktidarlar da söz konusudur. Ama ve lakin bu unsurlar esas bağlayıcı etmenler olsaydı bol kepçeden Türkçülük edebiyatı yapan ülkemiz iktidarları Irak Türklerine (Türkmenlerine) yoldaş ve müttefik olurdu. “Ali Şia’sına tabi oldukları için Sünni Kürt Barzani ve Vahhabi Sünni IŞİD’e” kurban edilmezlerdi. ABD ve İsrail ile savaşan “Ali Şia’sına tabi Iraklı Haşdi Şabi” kuvvetlerinde en kalabalık sayı “Ali Şia’sına tabi olan Türklerdir.”

AZERBAYCAN’IN ÇIKMAZI
Hâlbuki ABD ve İsrail karşıtı Iraklı Türklere en büyük desteği ve korumayı Türkiye sağlamış olması gerekirken bunu Arabi Suriye ile Farisi İran yapmıştır. Çünkü mesele esas olarak iktidarı elinde tutanların şahsi siyasi ve maddi varlığı ile alakalıysa kavganız ve aldığınız kararlar şahsi iktidarınızı pekiştirmek ve daim kalması için olur. Bu amaç için yaptırım gücünü elinde tutan ve menfaatinize hizmet eden Şeytanın kendisi dahi olsa ona bağlanır ve ondan medet umar hale gelirsiniz. Vatan ve milletin güvenliği, ekonomik çıkarları ve egemenliği söylemlerde baki kalır. Azerbaycan’ın İsrail aşkı bu minvalde okunmalıdır. Bu sebeple İsrail, ABD, İngiltere ve Türkiye ile can gardaş olur. Ama Azerbaycan, ABD, NATO ve AB’nin üssü olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Devletini rahatsız edecek adımı atamaz ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyamaz. Bir devlet iki millet türküsü söylemde kalır. Konuyu biraz daha farklı bir tablo ile arz edelim.

 

ERMENİ-İSRAİL HUSUMETİ
Suriye ve İran’ın Azerbaycan’a daha yakın olması gerekirken her iki ülkenin Ermenistan ile yakın bir dostluğu ve ittifakı vardır. Bunun sebebi sadece Suriye ve özelde Ermeniler genelde Ermenistan ile uzun yıllara dayalı yaşadığı birliktelik değildir. Anadolu’dan göç etmek zorunda kalan on binlerce Ermeni vatandaşımıza yurt olmuş olması da değildir. Bunun temel nedeni Ermenistan-İsrail ilişkilerinde yatmaktadır. Ermenistan ve İsrail arasında 1993’ten sonra ikinci derecede diplomatik ilişkiler kurulmasına rağmen iki ülke arasındaki münasebet limoni kalmıştır. 2019’a kadar İsrail’e Büyükelçilik açmamış olan Ermenistan 2020 Nahcivan-Karabağ savaşında Büyükelçisini İsrail’den geri çekti. Savaş esnasında İsrail’in Ermenistan ile savaş halinde olan Azerbaycan’a sofistike silahlar temin ettiği ve askeri istihbarat sağladığı gerekçesiyle İsrail ve Dünyadaki nüfuzlu Yahudi örgütlerine karşı ağır eleştirilerde bulunarak onları “tarihte yaşanan Ermeni Soykırımında aktif rol oynamakla” suçladı.

ABD VE AB’YE VERİLEN TAVİZLER
Ermenistan geleneksel dostları Moskova, Şam ve Tahran’ın yanı sıra ABD ve AB ile ilişkilerini düzeltmek ve geliştirmek için onlara ciddi tavizler verdi. Diaspora Ermenileri üzerinden ABD ve AB’ye yakın olmak için bir lobi faaliyeti içindedir. Ama ve lakin bu ilişkilerini İsrail’e rağmen düzeltemeyeceğini, Tel Aviv ve Dünya Siyonist Yahudi Örgütlerinin ABD ve AB üzerindeki kuvvetli etkisini geç kavradı. Ermenistan’ın ABD’ye yakınlaşma çabaları sadece Moskova’nın Ermenistan’a öfkelenmesine ve 2020 Azerbaycan-Ermenistan savaşında Rusya’nın Ermenistan’ı yüzüstü bırakmasına sebebiyet verdi. Buna mukabil ilişkilerini Türkiye, İsrail ve onun üzerinden ABD ile kuvvetlendiren ve aynı zamanda Moskova’ya zarar veren tavırlardan uzak duran Bakü ilk kez Ermenistan’a karşı üstünlük sağladı. Biraz gerilere giderek Azerbaycan-İsrail ilişkilerine ayna tutalım ve bu konuyu da açalım.   

SOVYETLERİN DAĞILMASINDAN SONRA KURULAN KÜÇÜK İSRAİL ERKLERİ
Moskova’nın başını çektiği Sovyetler Birliği dağılırken ortaya çıkan toprak ihtilafları Birliğin eski yoldaş başkentleri arasında çatışmaya, savaşa ve katliamlara ortam hazırladı. Çöken Birliğin içinden onlarca devlet doğdu. İlk defa “bağımsız ve egemen” devlet oldular. Bu devletlerin temel taşlarını döşeyenler eski Sovyet yönetimlerinde yer almış nüfuzlu şahsiyetler ile bu çöküş döneminde Birliğin zenginliklerini talan eden oligarklardı. En büyük serveti özellikle İsrail ile güçlü ilişkilere sahip Yahudiler oldu. İsrail uluslararası ilişkilerde sahip olduğu imkânlarını ve istihbaratını çöken Sovyetler Birliği’nden türeyen devletlerin siyaset ve ekonomilerinde etkili olmaları için merkezi bir rol üstlendi. Yahudi nüfusun yoğun olduğu başkentlerde “Küçük İsrail” erkleri inşa etti. Buna en bariz örneği başkent Bakü ve Azerbaycan için gösterilebiliriz. Azerbaycan’da tahmin edilen Yahudi nüfusu 30-35 bin arasındadır. Azerbaycan’ın Kuba bölgesinde yer alan Kızıl (Kırmızı) Kasabası dünyada İsrail ve ABD’den sonra sadece Yahudilerin yaşadığı tek kasabadır. Azerbaycan Yahudileri İsrail ve Bakü ile Washington arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde esaslı ve aktif bir rol oynadılar. İki ülke arasındaki ilişkiler Sovyetler Birliğinin çöktüğü ve içinden yeni devletlerin çıktığı 1991’de kuruldu.

BUZDAĞININ ALTINDA KALANLAR
18 Ekim 1991’de Azerbaycan bağımsızlığını ilan etti. Türkiye Kasım’da Azerbaycan’ı tanıyan ilk ülke oldu. İsrail Aralık’ta Azerbaycan’ı tanıyan ikinci ülkeydi. Nisan 1992’de diplomatik ilişkiler tesis edildi. Gizli bilgilerin ifşa edildiği Wikileaks belgelerinde yer alan 2009 ABD Bakü Elçiliği’nden Washington’a gönderilen bir mesajda Azerbaycan lideri Haydar Oğlu İlham Aliyev İsrail ile olan derin ilişkilerini şöyle ifade etmiş: “İsrail ile olan ilişkilerimizi buzdağına (iceberg) benzetiyorum. Suyun üstünde gördüğünüz sadece onda biridir. Onda dokuzu suyun altındadır.” İsrail’in Azerbaycan ile askeri, istihbarat, ticaret ve yatırım sahalarındaki varlığı Türkiye’den kat be kat daha fazladır.  Azerbaycan ordusunun ihtiyacı olan savunma ve saldırı askeri teçhizatının yüzde 70’ni yani İsrail’in Dünyaya sattığı silahların yüzde 18’ini Azerbaycan almaktadır. İsrail şirketlerin, Azerbaycan’ın tarım, enerji, askeri, turizm ve teknoloji alanlarında milyarlarca dolar yatırımı var. Azerbaycan bankaları bu şirketlerin varlığı ve hizmetleri için milyarlarca dolar kredi sağlamaktadır. İki ülke arasında duble vergi sistemi kaldırıldı.

 

AZERBAYCAN’DAKİ İSRAİL YATIRIMLARI
Azerbaycan, İsrail’den 1,6 milyar dolar değerinde Kamikaze Sky Strikers adıyla bilinen İHA ve SİHA’lar ile hava savunma sistemlerini ilk satın alan yabancı devlet oldu. Azerbaycan İsrail’e Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı üzerinden petrol ve doğal gaz akmaktadır. İsrail’in en büyük hedefi İsrail’in Aşkelon ve Eilat bölgelerinden Azerbaycan’a uzanan bir trans-İsrail petrol boru hattını inşa etmek. İsrail ithal ettiği petrolün yüzde 40’nı Azerbaycan’dan sağlamaktadır. İsrail’in en güçlü Bezek ve Bakcell telekomünikasyon şirketleri alt ve üst yapı hizmetlerinde, enerji şirketleri ise Azerbaycan sahasında çok etkili ve aktif bir faaliyet yürütmektedir. İsrail kaynaklarına binaen Azerbaycan da İran’ı önemli bir tehdit olarak görmektedir. İran, nükleer santrallerine yönelik bir olası İsrail saldırısında Azerbaycan’ın üs olarak kullanılacağını iddia ediyor. 29 Mart 2012’de İsrail’in Azerbaycan askeri üslerinde casus İHA’larla tatbikat yaptığı ve bu üslerden hareketle İran’ın nükleer faaliyetlerini gözlemlediği iddia edildi. Bakü bu iddiaları ret etti.

BÖLGESEL İTTİFAKA ENGEL
İran Genelkurmay Başkanı Bakıri’nin Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunların diyalog yoluyla çözülmesi gerektiği önerisini dile getirdi ve “Siyonistlerin bölgedeki varlığı bir tehdittir ve bölge güvenliğini ve istikrarını bozmaktadır. Elbette biz onların tüm adımlarını yakından takip ediyoruz. Eğer doğrudan tehdit hissedersek Siyonist rejim ve destekçileri ile karşı karşıya geliriz.” ifadelerini kullandı. Bakıri, ABD ve İsrail'in bölgede tehdit oluşturduğunu ve bu tehditler ortadan kalktığı zaman bölgesel ittifakın oluşacağını söyledi.

aydınlık

 İslami İran Güvenlik Güçleri Genel Komutanı "Mehsa Amini olayında Polisin hiçbir kusuru olmadı" dedi.


 Güvenlik Güçleri Genel Komutanı General Hüseyin Aştari, dün Tahran Cuma Namazı Hutbe öncesi konuşmasında ülkede baş gösteren son olaylar ve polisin oynadığı rolün değerlendirmesini yaptı.

General Aştari konuşmasının başında "Polis Hafatsı" dolaysıyla tebriklerini ifade ederek "Görevlerin genişliği ve çeşitliliği ve de düzen ve güvenliğin önemini dikkate aldığımızda polis görevlilerin yaptıklarının önemini daha iyi kavrayabiliyoruz" dedi.

Güvenlik Güçleri Genel Komutanı General Aştari daha sonra şöyle devam etti: "Bugün güvenlik nimati bütn ülkeler için en başta gelen nimettir ve dünyanın her tarafında bütün yetkililler güvenlik sağlama çabasındalar. Biz de Şehidlerimizin bu yolda verdikleri kanları, halkın uyanık olması ve İslam İnkılabı Liderinin tedbirleri ve de güvenlik koruyucularının çabaları sayesinde örnek bir güvenliğe sahibiz. Ama tabi bizim ilerlemelerimize düşman olanlar bu huzur ve güvenlik ortamının bozulmasını istiyor. Nitekim son kargaşa olaylarında onların huzuru bozmak için ne denli çaba gösterdiklerine şahit oldunuz."

General Aştari konuşmasının devamında, Mehsa Amini adlı kızcağızın ölümüne sebep olan hadiseye değinerek "Ben daha önce bu hadise konusunda geniş bir şekilde açıklamada bulundum. Onları burada tekrarlamak istemiyorum. Fakat şu kadarını söyleyeyim: Allah'a şükürler olsun, bu hadisede polisi gücü tarafından hiçbir kusur ve hata olmadı. Tabi olan şeye ve bu kızcağızın ölümüne hepimiz üzüldük. Ama ilgili idareler ve Güvenlik Güçleri yetkilileri meseleyi özenle incelediler. Herşey belirlenen görev üzerine ve yasalara göre yapılmış. Olayda tartaklama gibi bir durum da söz konusu değil. Ama gör ki, fırsat bekleyen düşman bu hadiseyi bir kargaşaya çevirdi" dedi.
Mehsa AminiİranPolisinin

İslam İnkılabı Lideri Imam Hamenei bugün Silahlı Kuvvetler Askeri okullarında öğrenimin başlaması töreninde yaptığı konuşmasında "Genç bir kızın ölümü konusu olmasaydı düşman yine bir bahane bulur yine kargaşaya girişirdi" dedi.


 İslam İnkılabı Lideri Imam Seyyid Ali Hameni Silahlı Kuvvetler Askeri üniversite öğrencililerinin yeni öğrenim yılının başlamsı nedeniyle düzenledikleri ortak merasimlerine katıldı. Imam Hamenei bu merasimde yaptığı konuşmasında son gelişmeleri değerlendirdi.
İslam İnkılabı Lideri Imam Hamenie ülkemizde baş gösteren son fitne ve kargaşa olaylarına değinerek "Açıkça söyleyeyim: Bu hadiseler, ABD ve Siyonist İsrail ve bunları izleyenler tarafından planlanan bir projedir.
Onların çekemedikleri ve dayanamadıkları bağımsız, güçlü ve kalkınmış bir İran'dır. Bu olaylarda İran halkı çok güçlü bir şekilde boy gösterdi ve gelecekte de, gerektiğinde yine gücüne ortaya koyacaktır" diye vurguladı.
Imam Hamenei daha sonra İran halkını iktida ettikleri Emir El Müminin Hz. Ali (s.a.) gibi mazlum ve aynı zamanda güçlü diye tanımlayarak "Meydana gelen hadisenin başında genç bir kızın vefatı hepimizin yüreğini yaktı. Fakat konunun aslı esası belli olmadan ve araştırma sonuçları kesin olarak ortaya çıkarılmadan bu hadiseye tepki diye bir grup insanın sokağa dökülmeleri, Kuran yakmaları, başörtülü hanımların başından başörtülerini çekip almaları, cami, hüseyniye ve araba yakmak gibi bir teşebbüste bulunmaları normal bir durum değil" dedi.
İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamenei konuşmasının devamında, bu kargaşa olaylarının önceden planlı bir proje olduğunun altını çizerek "Eğer bu genç kızın ölüm konusu olmasaydı onlar yeni bir bahane bulur, yine yeni öğrenim yılının başında kargaşa yaratmaya ve ülkeyi huzursuzluğa sürüklemeye kalkarlardı" ifadesini kullandı.
Imam Hamenei ayrıca "Ben şunu açıkça söyleyeyim: Bu kargaşa, bu huzursuzluk ABD, işgalci ve sahte rejim İsrail ve bunların takipçileri tarafından planlanan bir projeydi. Bu arada yurt dışındaki bazı hayin İranlılar da bunlara yardımcı oldular" dedi.
İslam İnkılabı Lideri daha sonra, kimilerinin hizmet ettikleri Ameriakn CIA teşkilatı ve İşgalci İsrail'in casusluk teşkilatıları için düşman tabirinin kullanılmasından rahatsız olduklarını ve çeşitli lafazanlıklarla bu tür işlere yabancıların karışmadığı konusunda muhataplarını inandırmaya çalıştıklarına dikkat çekerek "Dünyada birçok yerde kargaşa ve anarşi yaşanıyor. Fransa ve özellikle Paris bu tür gösterilere defalarca şahit oldular. Acaba bugüne kadar ABD Başkanı veya Temsilciler Meclisi'nin bu gösterilerden yana olup protestocuları destekleyici bildiriler yayınlamaya kalkıştılar mı? Bizler yanınızdayız diye onlara mesaj yolladılar mı? Biz internet ve iletişim imkanlarımızı göstericilere sunacağız dediler mi acaba?" diye hatırlattı.
Imam Hamenei ayrıca "Ama böylesi destek girişimleri İran konusunda defalarca oldu bugüne kadar. Öyleyse bazıları yabancı parmağını neden görmiyor veya görmek istemiyorlar?" diye ilave etti.

Cumartesi, 01 Ekim 2022 13:47

Tükenmişliğin Tablosu

 Bismaillahirrahmanirrahim

Toplumsal tıkanma ve tükenme bir ideolojinin, bir fikri akımın en büyük belasıdır.

Bir toplumda bir düşünce akımının “mebde-mead/ başlangıç-son“ diye bir seyri vardır. Mebde çıkış kaynağı, Mead ise varacağı hedeftir. Bir ideoloji ve fikri akım bu seyrinde kendisine inanan insanları bir hedefe doğru götürür. Başlangıçtan sona doğru bir tekamül, olgunlaşma söz konusudur.

Bir ideoloji veya düşünce akımı başlangıcında yeni bir düşünce olarak ortaya çıkar ve insanlar da yeni bir fikri akım diye peşinden gider. Bir kaç nesli peşinde sürükleyen bu ideoloji kendisini yenilemez ve peşine taktiği insanları akli ve ilmi olarak doyurmaz, toplumların ihtiyacına cevap veremezse duraklama ve çok geçmeden çöküş sürecine başlar.

Batı düşünce akımları - doğru veya yanlış- devamlı kendilerini yenileyerek veya yeni düşünce akımlarını ortaya çıkararak insanları peşinden sürüklemesini başarmıştır. Batı düşünce akımlarının kutsal veya ilkesel değerleri olmadığından eski düşünceleri terk edip yenisini sunmaktan çekinmezler.

Ürettikleri düşünce akımlarını kendi has terminoloji ve yeni metodolojiler ile küreselleştirmeyi başardılar. Hedefleri fizik alemi, maddi dünya olduğundan insanların dünyevi ihtiyaçlarını gidererek dünyalaştırıp materyalistleştirdiler. Maddi ilerlemeler artıkça sekülerleşti insanlar.

Müslüman dünyası haklı olarak bir taraftan kutsalları, değişmez ilkeleri terk edemedikleri; öte yandan zamanın şartlarına göre düşüncelerini yenileyip güncel ihtiyaçlara cevaplar, çözüm yolları üretemedikleri için ister istemez Batıyı takip etmek zorunda kaldı.

Şii Müslümanlar da diğerleri gibi Batının aydınlanma döneminin ürettiği kavramları kullandı ve bu yüzden Batı paradigması dışına çıkamadılar.

İlmi öğrenmek için yanlış kapıdan girdiğimiz için ilim şehrine varamıyoruz. Düşünce üretmek için “Şehir Risalet şehri, kapı Velayet kapısı“ olmazsa çok doğal olarak elde edilen ilim, dalalete götüren bilgiden ibaret olacaktır.

Bilgi üretemiyoruz, aynı şeyleri tekrarlayıp duruyoruz, dünyanın değişmesine, insanın bilgi, bilim ve zekası gelişmesine rağmen yeni bir şey ortaya koyamıyoruz.

İlim, bilim ve aklı, iman ile birleştiremedik, ya taabbudi imanda derinleşip ilimden uzaklaştık veya bilgi ve bilimde derinleşip imandan uzaklaştık.

İkisini sentezleyip “Akli imana ve ilmi imana“ ulaşamadık.

Allah’ı tanımadık sadece iman ettik. Dini tanımadık sadece iman ettik, velayeti tanımadık sadece iman ettik. Yaratılışın kaynağı Allah’a ulaşamadık, hayatımızdaki rolünü anlayamadık sadece ibadette bir vazife olarak O’na yöneldik.

Böyle bir durumda bir kaç seçenek vardır; ya gerçekleri görüp kendimizi yenileyerek zamanın gereksinimine göre ihtiyaçları giderecek bilgileri üreteceğiz veya mektep takipçilerini işba-i kazip/ yalancı doyurma ile avutacağız, veyahut tükenmişliği ilan edeceğiz.

Alimler, düşünürler, kanaat önderleri tıkanmışlığın, tükenmişliğin tablosunu göremediğimizden velayet düşünce takipçilerini işba-i kazip ile avutmayı tek seçenek olarak kullanıyoruz.

Bazıları bu tükenmişliği ve toplumsal tıkanıklığı gördüğü halde çözüm yolu da sunamadığından suçu başka kesimler üzerine atmakta, başkasını suçlamayı kurtuluş yolu olarak tercih etmektedir.

Herkesin bir görevi ve sorumluluğu vardır; alimin, düşünürün, öğrencinin, tüccarın, çiftçinin, işçinin kendi konumuna göre Allah’a karşı bir vazifesi olduğu göz ardı edildi.

Maalesef birilerini suçlamak, kendi sorumluluğundan kaçmak olduğunu anlama ferasetini gösteremiyorlar. Günah keçisi aramak aslında bir şey yapamamanın verdiği suçluluk psikolojisinin dışa vuruşudur.

Mevcut kurum ve kuruluşların yayılmacı ve kalkınma atılımları; camiler açıp binalar yaptırmaları, başka bölgelerde temsilcilikler açmaları bu tıkanıklığı gidermeye çare olmayacağı gibi zahiri korumaktan öteye gitmeyecektir.

Eleştirel paneller, sloganik inkılabi söylemler düşünce üretmiyor, sadece geçici bir heyecan yaratıyor.

Yeni neslin, dinden uzaklaşmasının önemli nedenlerinden biri fikri doyumsuzluktur. Çünkü onları ikna edecek yeni bir söz yok, cazip ve çekici yöntem ortaya konulamıyor.

Yeni bir hareketin, yeni bir uyanışın fitilinin ateşlenmesi gerekir.

İşte bunun başlangıcı Rehberin son konuşmalarında buyurduğu “Cihad-ı tebyindir/ Tebyin cihadıdır”.

Cihad-ı Tebyin nedir? İnşallah önümüzdeki günlerde bu konu üzerinde duracağız.

Sabahattin Türkyılmaz

 İslami İran Sipahiler Ordusunun, terörist Kumele örgütünün Kuzey Irak'taki yuvalarına yönelik son saldırısı üzerine, örgütün bir üyesi hasara uğradıklarını itiraf etti.


 İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusunun bölücü terörist Kumele örgütünün Kuzey Irak'taki yuvalarına karşı yeni bir saldırı turu başlatması üzerine bu örgütün bir üyesi Reuters haber ajansı muhabirine yaptığı açıklamada İran'ın son saldırılarından zarar gördüklerini belirtti.
Reuters'ın yazdığına göre, söz konusu kişi başka ayrıntı vermeden geçen Çarşamba sabahı örgütün birkaç bürosunun saldırılara maruz kaldığı ve mali hasar ve zarara yol açtığını söyledi.
Sipahiler Kara Kuvvetleri Hamza Seyyid-üş Şüheda karargahı geçen Çarşamba günü sabahı bölücü terörist Kumele örgütünün Irak'ın Kuzey bölgesindeki yuvalarını nokta füzeleri ve imha İHA'larıyla vurdu.

 

 Amerika’nın, Batının, Siyonistlerin ve gerici Arap rejimlerinin yanında yer alan eksen, kamuoyunu kışkırtıp terör gruplarını, isyancıları ve münafıkları kullanarak İran'ın atmosferini kaosa ve güvensizliğe sürükleyebileceklerini düşündüler ama daha birkaç gün bile geçmeden İran'daki kaos projelerinin başarısız olduğunu kabul ettiler.
 

Paralı askerlerinin İran'a karşı yıkıcı eylemlerine büyük ölçüde güvenen Siyonistler de şimdi planlarının başarısız olduğunu kabul etmek zorundalar.

Bu bağlamda Siyonist medya geçen çarşamba günü şu açıklamalarda bulundu: 'İsrail'de (İşgal Altındaki Filistin'de) herkes İran'daki olayları yakından takip ediyor ve İsrail güvenlik teşkilatı İran'daki protestoların bu ülkede bir değişiklik yaratmada başaralı olabilme olasılığı konusunda karamsarlar.

Siyonist rejimin askeri analisti Or Heller, bu rejimin TV kanallarından Kanal 13'te yaptığı açıklamalarda, İsrail Güvenlik Enstitüsü tarafından İran'daki durumun kapsamlı bir şekilde takip edildiğine değinerek şunları söyledi: '1979'daki İran devriminden bu yana İsrail'in en büyük arzusu İran'ın içeriden yıkılması olmuştur. Ancak çarşamba akşamı İsrail güvenlik teşkilatı yetkilileriyle görüştükten sonra, güvenlik teşkilatındaki tüm yetkililerin İran'daki protestoların bu ülkede bir değişim yaratmada başarılı olabileceği konusunda karamsar olduğunu söyleyebilirim.

Siyonist medya bu konuda şunları yazdı: 'İranlı yetkililer protesto dalgasını susturmayı başardılar. Çünkü bu protestoların faaliyet hacmi ve gücü çok azaldı ve Amerika'nın çabaları da işe yaramadı.

Siyonist rejim TV kanallarından Kanal 12'de Arap meseleleri analisti olan Ehud Yaari de İran'daki ayaklanmaların sonuçlarından duyduğu hayal kırıklığını dile getirdi ve şunları söyledi: 'Ne yazık ki İran'daki yetkililer, bu ülkenin tüm şehirlerini saran protesto ateşini söndürmeyi başardılar. Amerikalılar İran'daki bazı sosyal ağlardaki kısıtlamaları kaldırmaya çalışıyorlar, ancak bu da yardımcı olmadı ve İran'daki protestoların boyutunda ve yoğunluğunda önemli bir azalma gördük.'

Birkaç gün önce, İran'daki ayaklanmalarla eş zamanlı olarak Siyonist rejim Dışişleri Bakanlığı bu kaosu resmen destekledi ve şu açıklamalarda bulundu: 'İran'ın cesur halkının protestolarını yakından takip ediyoruz!'

Ancak İran'daki kargaşaların üzerinden birkaç gün geçmesinin ardından İsrail medyası şu itirafta bulundu: 'Washington ve Tel Aviv, son protestolarda hedeflerine ulaşamadı ve her zaman olduğu gibi çabaları, Tahran yetkililerinin güvenlik, siyasi ve sosyal olayları kontrol etme yeteneğinin bir sonucu olarak hızla başarısız oldu.'

İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Bakıri, "Komşu ülkelerdeki Amerikan üslerinden İran'a karşı bir haretek olursa, mutlaka mantıklı ve karşılıklı bir yanıt vereceğiz" dedi.
 

İran Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, Kuzey Irak'ta İran'a air bir insansız hava aracının (İHA) Amerikan güçleri tarafından imha edildiği iddiasıyla ilgili olarak şu açıklamalarda bulundu:

"Amerikalılar İran insansız hava aracına karşı harekete geçerse, İran silahlı kuvvetleri bu düşmanca eyleme karşılık verecektir. Bu karşılık verme ve intikam alma hakkımızı saklı tutarız."

İran Silahlı kuvvetlerinin Irak'taki Harir, Erbil ve Dohuk üsleri hakkında tam ve doğru bilgiye sahip olduğunun belirten Tümgeneral Bakıri, "Bu durumda sadece bölücü teröristlerle muhatap oluyoruz ve Amerikalılara karşı herhangi bir eylemimiz yok" dedi.

Tümgeneral Bakıri, "ABD'lilerin İran'a ait İHA'nın imha edilmesiyle ilgili iddiası, bu ülkenşn teröristler ve bölücü gruplarla işbirliği yaptığını kanıtlıyor" ifadesini kullandı.

Amerikan ve Siyonist Rejim üslerin bulunduğu komşu ülkelere tavsiyede bulunan Tümgeneral Bakıri, "Komşu ülkelerdeki Amerikan üslerinden İran'a, ulusal güvenlik ve çıkarlarına karşı düşmanca bir hareket olursa, o üslere mutlaka karşılık vereceğiz" ifadelerinde bulundu.

İran Sipahiler Kara Kuvvetleri Komutanı "Şu ana kadar teröristlerin mevzileri ve bulundukları yerlere doğru attığımız 73 karadan karaya balistik füze ve onlarca imha İHA'sı ile hepsini ortadan kaldırdık" dedi.

 İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusu Kara Kuvvetleri Komutanı General Pakpur, Kuzey Irak'taki İran Karşıtı Teröristlere Yönelik Operasyonları Yönlendirme Merkezinde faaliyetleriyle ilgili konuşurken,
Hamza Seyyid-üş Şühada (s.a) Karargahının dünkü terörist karşıtı operasyonuna değinerek "Şu ana kadar teröristlerin mevzileri ve bulundukları yerleri dakik olarak belirleyip, attığımız 73 karadan karaya
balistik füze ve onlarca imha İHA'sı ile bütün hedefleri tamamen ortadan kaldırdık" dedi.
General Pakpur ayrıca "Operasyonun yeni aşamasında, dağınık 42 nokta ve kimi durumlarda bir birinden 400 kilometre uzak olan bu hefdefler kesin olarak İran karşıtı terör örgütlerine aitti" ifadesini kullandı.
Sipahiler Kara Kuvvetleri Komutanı General Pakpur daha sonra, Kuzey Irak yetkililerinin kendi topraklarını söz konusu İran ve İnkılap karşıtı bufitne unsurlarından arındırmaları konusunda bir an önce karar almaları gerektiğine değinerek "Ame her haliyle İslam mücahitleri Kuzey Irak'taki bölücü terör unsurlarını tamamen silahsız bırakıncaya kadar operasyonlarını devam ettirecektir" diye vurguladı.

 

 Gözlerimizi açalım ve bu kaybın önde gelenlerinin kimler olduğunu bulalım. Baş tribün ve ünlü olay organizatörü Mahsa adının bizim için ayaklanmanın kod adı olduğunu resmen açıkladı. Neden bazıları hala sorunu anlamıyor?

 


 Sorun başörtüsü değil. Temel olarak, tesettür konusu ülkemizde yüksek bir öncelik değildir. Mesele devriye gezmek değil. Devriye ile başa çıkmanın iyi ya da kötü yolu ikincil bir konudur. Mehsa'nın etkileyici ölümü bile değil, sonuna kadar araştırılması ve kararlılıkla anlatılması gereken hikayede bunların hepsi kod adlarıdır. Aldatmayı zayıflık değil strateji olarak görenlerin kod adı. Bazı insanların anlamaması garip. Bu metnin okuyucusu, bugünlerde görünüşte durmuş olanlardır.

 Bugün iç meselelerdeki zevk farklılıklarını çözmenin zamanı değil. Merhametli sözler ve tartışmalar bu zihinsel savaşta düşman için bir faktör haline geldiyse, devam edelim. Bugün hepimiz yas tutuyoruz ve elbette en az işi gerçeğin kalbi olan kötü akıma karşı birleşik bir aydınlanma cephesine ihtiyacımız var. Bugün feryat eden hareket, İran halkının sofrasını boşaltmak için yıllardır Washington'a iftira atanlarla aynı harekettir. İran halkına daha fazla ekmek ve ilaç ambargosu uygulamak için ABD Hazinesine giden bir harekettir bu...

Sahneye dikkatlice bakalım.

Acı olaylar yaşansa da heyecan, duygu ve öfke gerçekleri görmemize engel olmasın. Şeytani cellatların retoriğinden kralcıların ve ikiyüzlülerin ruminasyonlarına ve medya firavunlarının psikolojik operasyonlarına kadar hepsi, savaşa akıllıca hazırlanmak için gözümüzün önünde sürekli bir çizgidir. Düşmanın operasyon noktasını görün ve ona göre hareket edin. Zaman aydınlanma zamanıdır. Herkesin her yerde, aile ve arkadaşlık gruplarının her seviyesinde bir rolü vardır; Konuşmaktan, yazmaktan, yorum yapmaktan ve açıklayıcı materyal paylaşmaktan vb., bu aydınlanmada rol oynamalıdır.

Bazıları bu kederin yolunda zayıflayıp oturdular. Bazıları öfkeden tarihsel kimliklerinin üzerine atladı. Bazıları heyecanla gerçeğe göz yumdu. Merhametle yardım edelim ve akıllı olalım.

Asıl amacımız bu şifreyi ortaya çıkarmaktır. İş için sıraya girmiş kişileri ifşa etmek ve bu kişilerin zihinleri ve kimlikleri üzerinde spekülasyon yapmak bir güvenlik endişesi değil, ancak tartışmalar su üzerinde. Ancak bu insanların zihinleri ve kalpleri için şefkatli olmalıyız. Ancak bu sefer soyguncuların ve haydutların saygısız hale geldikleri ve şerefsizce inzivaya çekildikleri gün ışığı gibi ortadadır/Muhsin Mehdian