کارگر

کارگر

Perşembe, 22 Aralık 2016 04:34

Kur’an insanı korur(1.Bölüm)

Çünkü bireylerin, halkların ve medeniyetlerin hem ilerleme ve olgunluk etkenlerinin ve hem de yaşadıkları sorunlar ve helaket etkenlerinin tümü Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır. İşte bunları uygulayan ve Kur’an’a saygıyı gözeten kimse, kendini helak olmaktan korur.

İmam Ali b. Ebutalib (a.s), bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“Bilin ki şu Kur’an, öğüdünde aldatmayan, yol göstermede insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Kur’an’la oturup kalkan, doğrulukta, fazla bir şeye ulaşmayan, körlükte noksana erişmeden oturup kalkar.”‌ [1]
Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

“Allah, Kur’an’a yer veren kalbe azap etmez.”‌ [2]

Yüce Peygamberimiz (s.a.a) bir diğer hadisinde Ebuzer’e şöyle buyurmuştur:

“Allah, Kur’an’ın yerleştiği bir kalbe azap etmez.”‌ [3]

Yüce Allah’ın, Kur’an’ın yerleştiği kalbe azap etmeyeceğinin nedeni şöyle şerhedilebilir: Öncelikle bilinmelidir ki cehennemin azap ve ateşi, insanın işlemiş olduğu günahların ürünüdür; daha doğrusu, insanın işlediği günahlar ahiret yurdunda ateşe dönüşecektir. Kalbinde ve canında Kur’an’a yer veren ve Kur’an’a uyarak günahlardan sakınan kimse, elbette ki cehennem azap ve ateşinden uzak kalacaktır.

Yedi cehennem nedir? Kötü amellerindir

Sekiz cennet nedir? İyi amellerindir

Yaptıklarının sûretinde haşrolacaksın

Göreceğin her iyi ve kötü, hallerindir

Ey oğul! Bütün ahlak ve vasıfların

Her zaman sûretlerde temsil olur

Lale, güller, reyhan ve semen gülü

Hepsi senin itaatindir ve güzel ahlakın

Sûretler ve genç hizmetçiler tümüyle vasıflarındır

Ruhunun sevgi ve ayıdır ve temiz kalbindir

Mey ırmağı, su ırmağı ve süt ırmağı

Gönül okşayan temiz vasıflarındır ancak

İnsanın rüku, secde, özveri ve zekatı kıyamette insan için somutlaşacak ve insan onları seyretmekten haz duyacaktır ve işte bunlar kıyamet aleminde, insanın yoldaşı olacaktır. İbadetleri terkedenler yoldaşsız kalacak ve günahkârların yoldaşı ise çirkin olacaktır.

İnsan bir secde veya bir rüku ektiğinde

Diğer alemde rüku, cennet oluverir

Elinden özveri ve zekat yeşerdiğinde

Bu el diğer tarafta, hurma ve bitki olur

O vasıf, bu dünyada senin emrindeydi

Akan o ırmaklar da emrinde olacaktır

O ağaçlar senin emrine uyarlar

Çünkü o ağaçlar, senin sıfatlarının ürünüdür

Bu vasıflar burada senin emrinde olduğundan

Orada da o karşılıklar senin emrinde olacaktır

Elin, mazlumda bir yara yeşertse

O, bir ağaç olacak ve ondan zakkum yeşerecek

Öfkenle gönüllere ateş versen

Cehennem ateşinin yakıtı olursun

O yılan ve akrepvar sözlerin

Yılan ve akrep olur ve eteğini tutar

Merhum Ayetullah Mevla Muhammed Mehdi Nerakî (ölümü 1209 h.kamerî), aklî ve naklî ilimler sahibi; ilim, amel ve ilahî irfan ehli; fıkıh, fıkıh metodolijisi, felsefe, matematik, gizli ilimler, ahlak ve irfan alanında İslam’ın yetiştirdiği ender alimlerden biridir. Necef’te yaşamış, Necef’te vefat etmiş ve orada da İmam Ali’nin (a.s) kutsal türbesine defnedilmiştir.

     Ayetullah Muhammed Mehdi Nerakî, bir Ramazan ayında bir gün evine geldiğinde, iftar edecek bir şey olmadığını öğrenir. Hanımı, “Yiyecek hiç bir şey yok; bir bak, ne temin edebilirsin?”‌ der.

   Ayetullah Muhammed Mehdi Nerakî, kuruş parası olmaksızın evden ayrılır ve direkt olarak Necef’teki Vadi’s Selam mezarlığına, kabir ehlini ziyarete gider. Kabirlerin arasında oturur ve gün batıncaya kadar kabir ehline Fatiha okur. Git gide hava kararmaktadır. Tam bu sırada, defnedilmek üzere bir cenazenin getirildiğini görür. Cenazeyi getirenler mezarı kazar ve cenazeyi kabre koyarak Ayetullah Mevla Muhammed Mehdi Nerakî’ye, “Bizim bir işimiz var ve hemen geri dönmeliyiz; cenazenin kalan işleriyle de sen ilgilen!”‌ der ve cenazeyi bırakıp giderler.
 

[1] Nehc’ül Belağa, 176. hutbe

[2] Vesâil’uş Şia, c: 6, s: 167

[3] Müstedreku Vesâil’iş Şia, c: 4, s: 233   

Perşembe, 22 Aralık 2016 04:33

Dünya Sevgisine Dair 

Nehcü'l Belâğa'nın konularından birisi insanları dünyaperestlikten men etmesi ve alıkoymasıdır. 


DÜNYAYI TERK ETMEK
 
            Üzerinde durulması gereken ilk mesele; Hz. Ali'nin (a.s) bu konu üzerinde neden bu kadar çok durmuş olduğudur. Ne Allah Resulü (s.a.a), ne Hz. Ali (a.s) ve ne de diğer Ehl-i Beyt İmamları hiçbir mesele üzerinde bu kadar çok durmamış, hiçbir şey hakkında gurur, dünyanın aldatması, fani oluşu, süreksizliği, vefasızlığı, insanın ayağını kaydırması, mal ve servet biriktirme, nimetlerin bolluğu ve bunlarla meşgul olmasından kaynaklanan tehlike kadar uyarıda bulunmamışlardır.
 
GANİMETLERİN MEYDANA GETİRDİĞİ TEHLİKE
 
            Bu, rastlantı sonucu ortaya çıkmış bir durum değildir; Hz. Ali (a.s) zamanında, ilk üç halife özellikle de Osman bin Affan'ın hilafeti döneminde mal ve servetlerin aniden yığılması ve İslâm beldelerine aktarılmasıyla birlikte İslâm dünyasına yönelen büyük tehlikelerle ilgilidir. Hz. Ali (a.s) bu tehlikeleri hissedip onlara karşı mücadele veriyordu. İmam Ali (a.s) hem kendi hilafeti döneminde canını feda etmeye kadar varan pratik mücadele; hem de boyutları irat ettiği hutbeler, yazdığı mektuplar ve diğer buyruklarına açıkça yansıyan mantıkî ve tebliğî mücadeleyi başlattı.
 
            Müslümanlar büyük fetihler yaptılar. Bu fetihler İslâm dünyasına büyük oranda mal ve servetin akmasına uygun ortam hazırlamış oldu. Kamu yararına harcanması, adilane bölüştürülmesi gereken bu servetler genelde toplumun önde gelen şahsiyetleri arasında paylaşıldı. Özellikle III. Halife Osman'ın döneminde, bu akım beklenmedik biçimde kuvvetlendi. Daha birkaç yıl öncesine kadar hiçbir malı mülkü olmayan insanlar sınırsız servetlere sahip odular. İşte bu sırada dünya düşkünlüğü yapacağını yaptı ve ümmet arasında ahlâkî çöküntü kendini gösterdi.
 
            İmam Ali'nin (a.s) İslâm ümmetine hitaben feryatları bu büyük toplumsal tehlikenin ortaya çıktığı döneme rastlar.
 
            Hicri 345'de (957) vefat etmiş olan tarihçi Mes'udi "Ahval-i Osman" başlığı altında şunları kaydeder:
 
            "Osman fevkalade kerim ve bağışlayıcıydı. Devlet memurları ve halktan bir çoğu onun yolunu izlediler. Halifeler arasında taş ve alçıyla kendisine ev yapan ve kapılarını sac ağacı ve ardıç ağacıyla yaptıran, Medine'de mal-servet biriktiren, bağ ve çeşmelere sahip olan ilk kişi odur. Öldüğünde veznedarının yanında yüz elli bin dinar ve bir milyon dirhem nakit parası vardı. Vadi'l Kura, Hüneyn ve diğer yerlerdeki gayrimenkulünün değeri yüz bin dinarı geçiyordu. Ondan geriye birçok at ve deve kalmıştır."
 
Mes'udi şöyle devam ediyor:
 
            "Osman'ın döneminde, dost ve yardımcılarından bir grup da kendisi gibi servetler biriktirmişlerdi: Zübeyr bin Avam'ın Basra'da yaptırdığı ev hâlâ yani 332 yılında durmaktadır. (Bu tarih, Mesudi'nin kendi dönemidir.) Yine Mısır, Kufe ve İskenderiye'de de yaptığı evler meşhurdur; Zübeyr'in serveti ölümünden sonra elli bin dinar nakit para, bin at ve binlerce başka şeylerdi."
 
            "Talha bin Abdullahı'n Kufe'de alçı, tuğla ve sac ağacıyla yaptırdığı ev günümüze kadar (Mes'udi'nin kendi dönemine kadar) kalmış olup "Daru't-Talhateyn" diye meşhurdur. Talha'nın Iraktaki mal varlığından günlük olarak geliri, bin dinardı; tavlasında bin at bağlanmıştı, ölümünden sonra servetinin otuz ikide biri seksen dört bin dinar olarak saptanmıştır."
 
            Mes'udi, Zeyd bin Sabit, Ya'la bin Ümeyye ve başka tanınmış kişilerin de benzeri servetlere sahip olduklarını kaydetmiştir. Açıktır ki bu kadar büyük servetler yerden çıkmıyor ve gökten de yağmıyordu. Yanı başında acı verici, korkunç boyutta fakirlikler olmazdan böyle servetlerin birikmesi imkânsızdı. İşte bu nedenledir ki Hz. Ali  127. hutbede insanları dünyaperestlikten sakındırdıktan sonra şöyle buyuruyor:
 
            "Öyle bir zamandasınız ki hayır geri kalmada, şer çoğalıp durmada; Şeytan ise insanları helâk etmeyi ummada; bu öyle bir zaman ki Şeytan'ın teçhizatı (aldatma araçları) kuvvetlenmiş, düzeni her yanı tutmuş, kolaylaşıp gitmiş."
 
            "Dilediğin tarafa bak; yoksulluğa düşmüş fakirden, Allah'ın nimetini küfre değişmiş zenginden, Allah'a ait hakları, malını çoğaltmak için vermeyen cimriden, kulağı öğütlere sağır olmuş inatçıdan başka bir kimseyi görebilir misin? Nerede hürleriniz? Nerede temiz kişileriniz? Nerede cömertleriniz? Nerede kazançlarında sakınanlarınız; yolunda yordamında temizliği güdenleriniz?..."
 
NİMET SARHOŞLUĞU
 
            Hz. Ali  (a.s) buyruklarında peşi sıra "İntikam Belası"nı getiren "Nimetin Sarhoşluğu", yani refahtan kaynaklanan sarhoşluk ismini verdiği bir noktayı hatırlatmaktadır.
 
149. hutbede buyuruyor ki:
 
            "Sonra ey Arap toplumu! Size yaklaşmakta olan fitne oklarına hedefsiniz; o hâlde nimetlerin aklınızı alıp sizi sarhoş etmesinden sakının; intikam belâsından kaçının."
 
            Hz. Ali (a.s) daha sonra sürekli bu yolsuzlukları, bozulmaları izleyecek olan kötü sonuçları açıklamaktadır. 185. hutbede Müslümanları kötü bir geleceğin beklediği uyarısında bulunuyor: "Bunlar, o zaman olur ki şarap içmeden sarhoş olursunuz nimet yüzünden."
           
            Evet, İslâm dünyasına o büyük nimetlerin akışı, servetlerin adilane bölüştürülmemesi ve yersiz ayrımcılık İslâm toplumunu dünya nimetleri ve refaha düşkünlük hastalığına müptela etti.
 
            Hz. Ali  (a.s) İslâm dünyası için büyük bir tehlike oluşturan ve sürüp giden bu akımla mücadele ediyor ve bu müzmin hastalığın meydana gelmesine sebep olanları kınıyordu. Kendisi kişisel hayatında, onların yaşantısına tam aykırı yönde hareket ediyordu; hilafete geçtiğinde ise bu durumla mücadeleye programlarında öncelik tanıdı.
Ehlader

Perşembe, 22 Aralık 2016 03:37

Büyük Bir Yalan, Mezhep Savaşı

Allah’ın adıyla

Bütün İslam alemi, Endenozyadan tutun Atlas okyanusu sahilinde bulunan Fasa (mağribe) kadar, tekfiri terör ve tahrib tehdidinin altında bulunmakta ve maddi-manevi kayıp ve kıyımdan inlemektedir. Bu  yazıda bazı sorular sorarak ve bilgiler vererek mezhep savaşı çığırtkanlığı yapanların yalanları ve iftiralarının ne kadar asılsız ve mesnetsiz olduğunu izah etmeye çalışacağım.

Şu soruyla başlamak istiyorum. Daeş’in (Işıd’ın), Nusra’nın, Boko Haram’ın, Ensaruş Şeria’nın mezhebi nedir? Taliban’ın, Elqaide’nin mezhebi nedir? Ahraruş Şam, Fethu’l İslam. Fethu’ş Şam Nureddin Zengi v.s bir sürü ruh hastası unsurlardan müteşekkil bunca uluslar arası cinayet şebekelerinin mezhebi nedir? Eğer bunlar belli bir mezhebe mensup iseler, neden bu grupların bir çoğu hem Ezher hem Türk diyaneti ve hatta Amerikanın baskısıyla Arabıstan tarafından İslamla uzaktan yakından irtibati olmayan sapık terör teşkilatları olarak nitelenmekteler. Eğer bunların mezhebi var ise niye kendi mezhbine mensup olanları öldürüyorlar.?

Bunlar Suriyde, Irakta, Libyada, Niceryada, Afganistanda, Yemende,Irakta, Suriyede, Pakistanda Somalide ve Türkiyede her gün cinayet işliyorlar, Kiliselerde, çarşı pazarda, okullarda, turistik yerlerde ve tren istasyonlarında patlamalar gerçekleştirerek yüzlerce suçsuz insanın ölümüne veya yaralanmasına sebebiyet veriyorlar. Bu ülkelerin halkları hangi mezhebe mensupturlar. Irakın çoğunluğu ve Suriyenin azınlıkları hariç çoğunluk Ehl-i Sünnnet.

Libyanın mezhebi nedir? Tabiki çoğunluk Maliki. Daeş ve diğer terör grupları kiminle savaşıyorlar. Şiilerle mi? Onbinlerce insan orada farklı grupların çatışamalarında canlarını kaybetti, bunlar Şiimi di?. Nato ile birlikte hareket edip hava saldırılarıyla bu memleketi elli sene geriye götüren ve teröre amelen en büyük desteği sağlayan kimlerdir? Şiiler mi? Libyanın aslt yapısı, kültürel ve dini mirasının büyük bir kısmı ve zenginliğinin yok olmasına ve halkından binlercesinin Akdenizde boğulmasına kim yardım etti. Bu uluslar arası komploya hangi mezhebin mensupları yardım etti. Orada bir Şii varmı? Somalide öldürülen yüz binlerce fakir ve sefilin mezhebi nedir? Şii mi . Hayır Şafii. Katiller ve terörüstlerin mezhebi nedir? Şiilik mi ? Varmı orada bir şii? Hayır. Peki hangi mezhep hangi mezheple Somalide, Libyada, Yemende ve Pakistanda savaşıyor?

Boko Haramın cinayetlerine kurban gidenler kimlerdir? Çoğunluğu Maliki müslümanlar veya ülkenin hiristiyanlarıdır. Mısırın başkenti Kahirde, Sina yarım adasında ve Saidi Mısır veya İskenderiye de öldürülenler kilıselerde katledilenler kimlerdir? Sisi hangi mezhebin dolarlarıyla bir günde binlerce insanı katletti. Şiiler mi ona destek oldu.? Oradaki müslimanların öldürülmesine en büyük desteği veren ve katkıa sağlayan Kral Abdullahın mezhebi neydi? Ölümünde kim matem tuttu?

Pakistan okullarında ve polis akademilerinde veya Aşura merasimlerinde, Queta, Karaçi, Revalpindi ve diğer şehirlerin çarşi ve pazarında vahşice saldırlara kurban gidenler kimlerdir? Çoğunluğu Pakistanın hanefileri, bir kısmı da bu ülkenin şiileri. Katiller kimlerdir? Hangi mezhebin mensubu. Mezhebi olan böylesi vahşice cinayetlerde bulunabilir mi.? Ankara, Ceylanpınar, Suruç ve İstanbuldaki cinayetleri hangi mezhebin mensupları, hangi mezhebe karşı yaptılar.? Her gün gerçekleşen bu terör olaylarında Ehl-i Beyt mektebine mensup bir kimseyi gördünüz mü? Bir patlamayı şiiler veya Aleviler yapmış olsaydı, yalaka sözde islamcı kalemler mangalda kül bırakmıyacaklar ve bu mezhep mansuplarının evlerini işaretlemekten tuıtun bir çok fitne ve fesada sebebiyet vereceklerdi. Yapan sözde sunni oldu mu, mezhepten söz edilmez. Sözde sunni diyorum, çünkü Sünnet ehli olan böylece vahşi ve gaddar olamaz. İmam Şafii, İmam Maliki ve İmam Ebu Hanife (r.a) hazretlerinin mezhebine mensup olan veya İmam Caferi Sadik (a.s) ve İmam Zeyd’in mezhebine kendisni müntesip bilenler bu tür cinayetleri yapmazlar. Ancak ibn-i Teymiyye ile Abdul Vehhab’ın mensupları bu tür cinayetleri işleyebilirler. İslamcılarımız çıkıp açıkca bunlardan, bunların hattında olan petro dolar müftülerinden ve bunların mensuplarının iğrenç amellerinden beraet etsinler. Bunların cinayetlerine dünya çapında Kurban gidenlerin yüzde yetmişi Ehl-i Sünnettir. Bu gerçeği görmemek için kör olmak lazım. Şairin ifadesiyle:

Göz açık, kulak açık ama bu ne körlük.
Böylesi körlüğe şaşmamak ta bir körlük.

Sözde İslamcı yazarlar bu canilerin mezhebi kimliğini ve beslendikleri kaynakları, fetva mercilerini neden kurcalamıyorlar? Çünkü bunların başta İslama ve ikinci etapta ise Ehl-i Sünnete vurdukları darbe ve açtıkları yaranın acısı onlarca yıl devam edecektir. Açık bir dille ifade ediyorum. Ehl-i Sünnet tamamen bunlardan uzaklaşmadıkça kan kaybetmeye devam edecektir. Bunlar İran ve Avrupanın ortak projesinin neticesdir şeklindeki yalanlar da işe yaramıyacaktır. Bilgi çağında yaşıyoruz. Bu tür yalanlarla işlenen cinayetler yorumlanamaz. Kimse kendisini aldatmasın.

İşid Musula girdiği zaman bunu bir sunni devrimi olarak yansıtmaya ve kutlamaya çalışanlar şimdi ise terörün dini olmaz, Bunların İslam ile uzaktan ve yakından irtibatı yoktur demeye başladılar. Ne oldu? Değişen nedir? Türkiyede bunlar bombaları patlattıklarında dinle, sunnilikle irtibatları kopmaya başladı. Başbakanaın bir zamanlar basın danışmanlığını yapan Akif Beki, Işıd Musula girdiğinde Hurriyet gazetesinde Musulda olup bitenleri bir “ Sunni Devrimi” olarak yorumlamıştı. Ancak Emri-vaki şudur ki bunların Iraktaki cinayetlerinin de kahir ekseriyet Ehl-i Sünnet kardeşlerimizdir. Haşdi Şa’bi denilen gönüllü halk birlikleri sunni kardeşlerimizi Tıkrit, Salaheddin, Amirli, Remadi, Felluce ve diğer bir çok şehirde bunların şerrinden kurtardılar. Nerede bu halk güçleri tarafından bir cinayet işlendi? Yine bu çevreler, kendi memlektini bu terör ve cinnet şebekelerinden kurtarmaya çalışan gönüllü halk ordularını yani haşdu Şabiyi yalan ve iftiralarla bir canavar gibi göstermeye çalıştılar. Elhemdulillah destan tutmadı, fazla kimse inanmadığı için çabuk destanı yarıda kestiler.

Suriyede altı senedir bunlar 100 binin üzerinde Suriye askerini öldürdüler, eminimki bunun doksan bini Suriyenin Ehli sünnet evlatları olmuştur. Bir o kadar da sivil öldürüp kesmişler. Bunların da çoğunluğu Ehl-i Sünnet, Buna ilaveten envai türlü cinayetle işlediler. Alt yapıyı tahrib ettiler.Hırsızlıktan tutun, adam kaçırmaya, fidye almaya cinsel istismara ve cihadun nikaha kadar akla ve hayale gelmez cinayetleri ve rezillikleri islam adına yaptılar.. Bunları başlı başına bir makalede ele alacağım. Ordunun cinayet yapmadığını söylemek istemiyorum. Ama Ordunun bu paralı canilere karşı memleketi savunma görevini üstlendiğini de unutmamak gerekir. Bunlar ise İslam adına ve bazılarına görede mezheb adına bu cinayetleri yapıyorlardı. Yaptıklarının hepsi yarın İslam adına filim olarak, tiyatro olarak ve hatta selefilik dizileri olarak karşımıza çıkacaktır.

Türkiyedeki bazı çevreler ve kalemlerde bin bir çeşit yalan, iftira asparagaz haberler, sahte raporlar ile Türkiyedeki kamuoyunu siyasetin istediği şekilde yanlış yönlendirip bulanık sudan balık avlamaya çalıştılar. Hatta mezhep savaşından da öteye Küfür İslam savaşı görünümü vererek yüzlerce gencimizin bu bataklığa saplanmasına sebebiyet verdiler. Selefi hocaların Doğu anadoludaki camilerde bilhassa dini duyarlılığı yüksek amma kullanılmaya da bir o kadar musaıt olan zazaların yaşadığı Bingöl, Adıyaman ve Diyarbakır gibi şehirlerin camilerinde yaptıkları tekfiri ateşli, konuşamaları unutmadık. Bu malum çevrelerin, halkı kin ve nefrete teşvik edip teröristlere yardım ve destek sağlamaktan dolayı yargılanmaları gerek. Gelsin “Hak Söz” çevreleri İsrailin güvenliği için en büyük hizmeti yapan, ve bölgenin sağlam kalan son arap ordusunu yıpratan, yeni Syces-Picot planının icrasına büyük katkı sağlayan, memleketlerin birlik ve bütünlüklerini ciddi tehdit altında bırakan bu emperyalıstlerin kuklası cinayet şebekelerini mucahid ve mazlumlar için savaş veren kimseler olarak halka yutturmaya çalışsınlar.
Suriye müftüsü Şeyh Hasunun bir beyanıyla yazıma son vereceğim. “ Pişman olmuş bir kaç çeçen genciyle görüştüm. Niye buraya geldiniz dedim?. Bize Suriyede kafirler müslümanları kesiyor denildi. Bunun için komşu bir devlete geldik, orada eğitim gördükten sonra Suriyeye geldik. Gördük ki bu söylenenler yalan, Suriyenin her tarafından islam var müslümanlar var camiler var medreseler var. Arkadaşlarımızdan bazıları pişman oldular ve geri dönmek istediler. Geri dönecek olanların gerçeği dış dünyaya yansıtacağından korkan terör ve cinayet şebekleri bunları Türkiye sınırı yakınlarında idam ettiler. Biz de idam olunmamak için Suriye ordusuna ve sizlere teslim olduk.”

Yalan ve iftirayla gerçekleri örtbas etme geleneğine memleketimizde aşinayız. Yalan üzerine bir ergenekon destanı yazıldı. Öylesine ki nerdeyse inanmayan kalmadı. Hepimiz gördük ve halk ta buna inandı. Destana kurban gidenler bir avuç memleketini seven ulusalcı subaydı. Irak Tezkeresine oy vermediler. Böylesi bir destan oluştu. Suriye de Hizbullaha İsrail ile savaşında yardım ve tezkere vermeseydi, Hamasa kapılarını kapatsaydı filistini farklı gruplara ev sahipliği yapmış olmasaydı bu destan şekillenmezdi. Bir süre sonra malumunuz memleketimizde sahnelenen bu destanın baştan aşağıya yalan ve uydurma olduğu gün yüzüne çıktı. Suriye ve Irak hakkında söylenenler veya mezhepçilik edebiyatını da eregenekon destanının bir başka versiyonu olarak görmek lazım. Yarın bir bir bu yalanlar ortaya çıkacaktır. O zaman bizim islamcılar ne söyliyeceklerdir. Zaten söyliyecek sözleri de kalmamış ve fikren iflas etmiş, dini ve Allah’ın ismini kötüye kullanan şövenist milliyetçiler kesilmişler. Bu yaklaşımlarıyla ülkenin de barış ve güveni için de ciddi bir tehdit olmuş durumdalar.

Şunu da bilmek te fayda vardır: Bu canilerin en büyük zararı, kendilerine yardım ve yataklık yapanlara olacaktır. Bunlar kendi memleketlerine döndüklerinde viruslarıyla her tarafa hastalık her tarafa sirayet edecektir. Devletler bu konuda şimdiden ciddi tedbirler almaya başlamış durumdalar.
Mezhep kavgası diye bir şey yoktur. Bu tür yalanlara kimse kanmasın ve bu çığırtkanlığı yapanların da ağzının payını hep birlikte yaşasın İslam ve İslam kardeşliği ve kahrolsun mezhepçilik çığırtkanlığı yapıp kin ve nefret ateşi tutuşturanlar diyerek verelim.

Burhaneddin Dağ

Perşembe, 22 Aralık 2016 03:15

Kendi Çalıp Kendi Oynamak

Bismillah

Bazıları vardır kendi uydurduğu kavram üzerinden teoriler geliştirir, aklınca bununla başka teorileri iptal ettiğini sanır ve buna dayanarak saçma sapan görüşler yaymaya başlar. Bu saçmalıklara, yalanlara kendi inandığı gibi kitleleri de bu yönde etkilemeye, sürüklemeye çalışır.

Türkiyeli İslamcı kalem erbabını tanımlamak için bundan daha uygun bir tanımlama bulamadım.

Siyasileri anlamak zor değil. Hatalarının üzerine örtmek için her yolu dener, suçu başkaları üzerine atmak için her türlü yalan ve iftiraya başvururlar. Suriye’de izlenen yanlış stratejinin yenilgisi karşısında politikacıların her gün bir yana savrulmaları, ona buna saldırmaları normal karşılanabilir. Çünkü iktidar düşkünleri bu ülkede iktidarı ele geçirmek ve kaybetmemek için hiç bir Âli Cengiz Oyunundan çekinmezler.

Ama kalem erbabı –sözde- İslamcılara gelince; hemen hemen iktidarla iç içe olmayan, iktidarın nimetlerinden yararlanmayan veya en azından gönüllü olarak iktidarın sözcülüğünü yapmayan yok gibi.

Çoğu İslamcı geçinen yazar-çizer takımı mevcut hükümeti özledikleri İslam Devleti olarak görüyorlar. Bunda haksız da sayılmazlar. Çünkü Osmanlı Devleti de dahil İslam adına ortaya çıkan önceki hükümranlar ve hükümetler birçok açıdan mevcut hükümetten daha farklı değillerdi. Laiklik karşıtı söylemlere bakmayın, öncekiler laiklik kriterlerine şimdikilerden daha uzak değildi. Yani şimdikilerden daha az laik değillerdi. Meşruiyet –veya meşruiyetsizlik- açısından birbirlerinden pek farkları olmadığı gibi makbuliyet açısından mevcut hükümet öncekilerden daha makbuldür, denilebilir. En azından halkın oyuyla-oylamaların sağlığı görmezden gelinirse- işbaşındadır ve öncekiler ise kılıç zoruyla iktidarı ele geçirmişlerdi, kılıç zoruyla ayakta duruyorlardı.
Böyle bir geçmişe sahip iktidarcı İslamcıların AKP hükümetine sarılmalarını, her yaptığını gözü kapalı onaylamalarını, halkı hükümetin siyasetleri doğrultusunda dolduruşa getirmelerini garipsememek gerekir. Çünkü bu anlayış açısından AKP hükümetinin ülke içi ve dış ilişkilerde her yaptığı karşı çıkılamaz uygulama ve hükümlerdir.
Gel gelelim AKP hükümetini meşru, yasal ve de İslami gören bu zevat Suriye’deki rejimi devrilmesi gereken görüyorlar(!). Niçin? Hangi kritere göre? Yapısal olarak ne farkı var bu iki rejimin birbirinden ? Seçimse ikisi de seçilmiş hükümetler. Laiklikse ikisi de laik. İslami değerlere yakınlıksa Suriye’deki dini özgürlükler Türkiye’dekinden kat kat daha fazladır. Suriye’de en azından dini kurumlar devletin hizmetinde olmayıp özerk bir durumdadır. Din eğitimi ve din adamlarının durumu hakeza.

Nusayriler/Aleviler hükümeti olarak nitelediğiniz Baas Rejiminin hakim olduğu Suriye’de Sünnilerin sahip oldukları özgürlüklerin onda biri bile Türkiyedeki Alevilere tanınmamaktadır. Suriye’de milletvekilleri, ordu komutanları, bakanlıklar, üst düzey devlet makamlarından tutun devlet memurlarının kahir ekseriyeti Sünnilerden oluşmakta iken Türkiye’de tek bir Alevi bakan, vali, genel müdür ve ordu komutanı gösterilebilir mi? Komşuda olunca hak, bizde bunlar gündeme getirilince kışkırtıcılık, mezhepçilik mi oluyor?

Baskı sadece Suriye’de mi var? Baas Rejimini yıkmak için ele ele verdiğiniz, kurduğu İslam ordusuna katıldığınız Suudi Hanedanlığı ve Katar gibi mahalle devletlerinde halk daha mı özgür? Peki nasıl oluyor da bu ilkel/mürteci rejimlerle dayanışma içerisindeyken Suriye’de göstermelik de olsa seçimle işbaşında bulunan bir rejimi devirmek istiyorsunuz? Demek ki konu özgürlük değilmiş. Yalan söylüyorsunuz.

Diyorlar ki; Suriye’de Baas rejimi baskıcıdır, iktidarı paylaşmamaktadır. Bu rejimi seçimlerle devirmek mümkün olmadığına göre halkın kışkırtılması, eğitilip-silahlandırılıp bu ülkeye salıverilmesi ve ülkede iç savaş çıkartılması meşrudur. Buna karşı çıkan Baas Rejimi ve onu destekleyenler zalimdir, İslam düşmanıdır. Bunlara göre Suriye hükümeti şehirlerini savunmamalı, dost ve müttefik ülkelerden ve halklardan yardım istememelidir. Terör çetelerine karşı vatanını savunmak zalimliktir.

Dost bir ülke bu rejime yardım ediyorsa mutlaka mezhepçidir(!), Sünnilik düşmanıdır(!). Niçin mi? Çünkü bizim desteklediğimiz silahlı muhalifler Sünni olduğuna göre bunlara karşı çıkan olsa olsa Şii olur, Alevi olur! Yoksa niçin teröristlerin temizlenmesine yardım etsin ki? Hem tarihte bunun örnekleri de var. Kendi hata ve yenilgilerimizin üzerini örtmek, iktidar mücadelesi aracı olarak kullanmak ve halkı İran konslosluğu önünde toplamak için “Osmanlı-Safevi” genlerini tahrik etmek fazlasıyla yeterlidir.

Bu anlayışa göre; ABD, İsrail, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi müstekbir/emperyalist güçler sünni dostudur. Çünkü bu çetelere her türlü askeri, mali ve lojistik desteği sağlamakta, uluslararası siyonist medyayı bunların hizmetine sunmuş bulunmaktalar. Başka konularda anlaşamasak bile İran ve Şii milisler konusunda nasıl olsa hem fikiriz.
Rusya mı? Rusya konusunda biraz dur. Çünkü her akşam Putin ile görüşüyoruz. Aslında İran ve şii milisleri olmazsa Suriye meselesini Putin ile çözüme kavuşturacağız(!). Baksana Rusya teröristlerin Halep’ten çıkması için yeşil otobüsleri göndermekte, ama Şii milisler Suriye ordusunu bile hiçe sayarak(!) Sünnilere olan düşmanlıklarından dolayı engel çıkarmaktalar(!)

Hatta o kadar savaşa ve katliama susamışlar ki çocuk, kadın ve yaralıların tahliye edilmesi için Şii kasabaları Fua ve Keferya’ya gönderilen yeşil otobüsleri bile yine bu Şii milisler yakmakta(!)

Bu kadar yalan, iftira, karalama, akıl tutulması karşısında ne denilebilir?

Gel gör ki, yandaş medyanın kalemşörleri – neredeyse- tek merkezden verilen direktif doğrultusunda sabahtan akşama İran’a ve Şiilere acımasızca veryansın edip durmaktalar. Bunlar içerisinde öyleleri var ki kendilerini İran uzmanı görmekte, öyleleri var ki kendini fetva makamında görmekte ve…

Bu vicdan yoksunlarının çoğunu kaale almak bile vakit kaybıdır. Sırf örnek olsun diye AKP hükümetinin fetva makamında oturan Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın “İran! Yapma, yazık oluyor…” başlıklı son yazısından bazı bölümleri aktaralım:

“İran’a gelince:

Daha öncekileri bir yana bırakalım, yakın zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn’de yaptıkları içimizi acıtıyor, muhabbet ve ümitlerin gittikçe azalmasına, hatta Allah korusun düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor. Hele şu Suriye’de yaptıklarını aklın, vicdanın, imanın kabul etmesi mümkün değil. Israrla mezhep saikından söz ediliyor, ben de diyorum ki, Nusayrî Esed yönetiminin Şîîlik ile ne alakası var ki, onun yanında yer alıyor ve Sünnîlleri öldürüyorlar. Sünnîler, mezhep olarak Şî’aya, Nusayrîlerden daha mı uzaktalar !?
Şu halde İran’ın davranış saikleri arasında mezhepçilikten (evet bu da var ama) daha başka unsurların bulunduğu anlaşılıyor.”

Sayın Hayrettin Karaman, İran’ın son zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn’de yaptığı hangi eylemler içinizi acıtmakta ve düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor?

Irak’ta Şiisiyle Sünnisiyle bütün kesimleri vahdete çağırması, referandum ve seçimler yapılmasını teşvik ederek Irak’ın bir Amerikan velayeti olmasını önlemesi mi? Amerikan işgalini sona erdirmek için çaba göstermesi mi? Yoksa tarihin en vahşi terör çeteleri IŞİD’e karşı Irak halkı arasından gönüllü gençleri eğitip donatması mı canınızı acıtmaktadır?

Ehli Sünnetin genel görüşüne ve sanırım sizin de fetvanıza göre İslam beldelerinde egemen bir hükümrana karşı ayaklanmak haram iken, dış güçlerin kışkırtması ve desteğiyle Suriye’yi iç savaşa sürükleyen silahlı muhaliflere karşı duran Suriye hükümetine yardım etmek niçin canınızı acıtıyor? Kaldı ki Suriye hükümeti ile İran arasındaki ittifak yeni de değil. 1979 yılından beri iki ülke arasında başta savunma ve İsrail karşıtı hareketleri desteklemek olmak üzere işbirliği devam etmektedir. Müstekbir güçlerin Saddam Hüseyin Irak’ını desteklediği sekiz yıllık savaşta İran’ı destekleyen nadir ve denilebilir ki tek ülke Suriye’yi zor anında terör çetelerine mi teslim etseydi?
Sayın Karaman, NATO ülkesi olan ülkemizin PKK terörü başta olmak üzere zor şartlarda bu askeri paktan yardım istemesi ve NATO’nun yardıma icabet etmesi sizce yanlış mıdır? NATO acaba Türkiye Sünni olduğu için mi yardım edecektir?

Peki kendimize uygun gördüğümüzü komşumuz için niçin yanlış görüyorsunuz?

İsrail karşısında direnen Lübnan’ı desteklemesi İran’ın takdir edilmesi gereken eylemlerinden olup bunun sizing gibi bir alim müslümanı rahatsız etmesini düşünmek bile istemiyoruz.

Bahreyn konusuna gelince; İran’ın hangi eylemi olmuştur Bahreyn’de? Tek bir örnek verebilir misiniz? En ilkel medeni haklardan olan oy hakkının bile çok görüldüğü bir ülkede haklarını almak için barışçı yürüyüşler düzenleyen bir halkı sözle desteklemek niçin canınızı acıtıyor? Çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Bahreyn’de İngilizler tarafından işbaşına getirilen ve hala İngilizlerin desteği ile ayakta duran bir hanedanlığa karşı çoğunluğun taleplerine destek vermek size niçin rahatsız ediyor? Bu hanedan Sünni olduğu için mi?

Yemen’in iç işlerine karışan, bu ülkeyi bir dalanı olarak gören İran mı? İki yıla yakın bir süreden beri savunmasız halka karşı tarihin belki de en acımasız hava bombardımanlarından birini sürdüren, bu fakir ülkenin zaten zayıf olan alt yapısını tahrip, yüzbinlerce insanı evinden barkından eden, onbinlerce masum insanı katleden İran mı? Şiiler mi?
Evet savunmasız Yemen halkına müstekbir güçlerce karadan ve denizden abluka altına alınmasına rağmen yardım ulaştırabilmişse İran’a teşekkür etmek gerekirken niçin canınız acıyor Sayın Karaman?

Sizin canınızı acıtan bu hususların tamamında İran’ın karşısında başta ABD ve İsrail olmak üzere müstekbir güçler vardır, Sünniler değil. İran hiç bir yerde mezhebi saikleri öne çıkarmamıştır. İran’ın yanında olanların önemli bir kısmının Şiiler olduğu inkar edilemez ama Suriye’de kahir ekseriyetini Sünnilerin oluşturduğu Suriye ordusuyla birlikte, müstekbir güçlerle onların uzantılarına karşı omuz omuza savaşmaktadır.

Bütün bu açıklamalar ışığında İslamcı kalemşörler için denilebilecek tek söz varsa o da “ kendi çalıp kendi oynamak” atasözüdür. Kendi uydurduklarına kendileri inanmakta ve bu yüzden de hakkı görmekte zorlanmaktadırlar.

Sayın Karaman, Sn.Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012 Nisan’ında Meşhed şehrinde İmam Hamanei ile yaptığı görüşmede bugünkü acı durumla karşılaşılmaması için iki ülkenin başka güçleri işin içine karıştırmadan Suriye meselesini çözebilecekleri anlatılmış, işbirliği teklif edilmiş ve bu mantıklı çözüm yolu karşısında İran’dan süre bile istenmişti. Ama heyet ülkeye döndükten bir hafta sonra verilen söz unutulmuş ve Suriye meselesinin ABD, Fransa ve Körfezdeki petro dolar şımarığı diktatörlerle çözülmesi tercih edilmiştir. Cüretiniz varsa bu hususun doğru olup olmadığını sıkça görüştüğünüz söylenen Sn Cumhurbaşkanına sorabilirsiniz.

Umut edilir, bu ümmetin vicdanı kararmamış alimleri ve kalem erbabı gerçekleri idrakte ve muhakemede gerekli duyarlılığı gösterir ve kadıya tek taraflı gitmezler.

Ziya Türkyılmaz

 İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri, ‘Güvenlik Konseyi’nin dünkü kararı, terörizmi destekleyen ülkelerin askeri ve istihbarat mensuplarını gözlemci kuvvetler adı altında Halep’e sokmak içindir’ dedi.

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani gazetecilere verdiği röportajda, Halep’in kurtarılmasından sonra Suriye’deki son güvenlik, askeri ve siyasi gelişmeler hakkında açıklamalarda bulundu ve habercilerin sorularını yanıtladı.

Ali Şemhani, ‘biz bazı bölge ülkeleriyle terörizmle mücadele konusunda ortak ve kapsamlı bir çalışma içerisindeyiz’ diyerek şu açıklamalarda bulundu: ‘Yapılacak iş birlikleri konusundaki bazı problemleri aşma doğrultusunda istişarelere ve görüşmelere ihtiyaç olan diplomatik bir çalışma gerçekleştiriyoruz.

Putin’in Tahran’a yaptığı son ziyarette bu çerçevede gerçekleşti. Bizim Rusya ile Suriye’de ortak bir karargahımız bulunmaktadır ve İran orada Rusya’ya yardım etmekte ve Suriye Ordusu ve Direniş kuvvetlerine danışmanlık yapmaktadır. Irak, Suriye, İran ve Rusya eksenleri olmak üzere, terörizmle askeri olarak mücadele planı doğrultusunda ortak bir çalışma içerisindeyiz ve İran’ın hava sahasının kullanılması ve uçakların İran’dan uçması gibi olaylar da bu anlaşma doğrultusunda gerçekleşmektedir.’

Halep’in terörist grupların elinden kurtarılmasını Suriye Ordusu ve Direniş Cephesi için büyük bir başarı olarak değerlendiren Şemhani, terörizmi destekleyenlerin geçtiğimiz aylarda Suriye Ordusunu yenilgiye uğratmak için yoğun çaba gösterdiğine değinerek şunları söyledi: ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2328 kararının dün gece onaylanması, önceki yıkıcı faaliyetlerin devamı ve terörizmi destekleyen ülkelerin askeri ve istihbarat mensuplarını gözlemci kuvvetler adı altında Halep’e sokmak içindir.

Bu kararda Suriye’nin yasal hükümeti için hiçbir rol göze çarpmıyor ve Suriye’de teröristlerin kuşatması altındaki halka yardım ulaştırılması konusuna öncelik verilmesi gerekirken, sadece silahlı kişilerin Halep’ten nasıl çıkarılacağı konusuna önem verilmiştir.

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri, batının ve müttefiklerinin, tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde insanlık dışı cinayetler işleyen ve herkes tarafından bilinen bu teröristlere şaşırtıcı bir şekilde destek verdiğine değinerek şu ifadelerde bulundu: ‘Batının ve bazı bölge ülkelerinin bu kabul edilemez davranışı, terörizmi bir araç olarak kullanma yaklaşımının stratejik boyutta siyasi hedefler için olduğunu ve bölge halkının gelecek yıllarda da bu politikanın insani ve ekonomik bedellerini ödeyeceğini gösteriyor.’

Ali Şemhani, Rusya ve İran’ın terörizmle mücadele ve Suriye’nin yasal hükümetini destekleme konusunda iş birliğinin devam edeceğini belirtti ve şunları söyledi: ‘Rusya terörizmle savaşta bizim müttefikimizdir ve bu arenada siyasi ve askeri alanlarda önemli bir rol oynamıştır.

Düşmanların bu iş birliğini yok etmek için yoğun bir şekilde çaba sarf etmesine rağmen, iki ülke liderlerinin ilişkileriyle, iki ülke arasındaki ilişkiler en üst seviyededir ve yapılan harcamaların yanı sıra iki ülke için de fırsatlar ve şartlar oluşmuştur.’

Ali Şemhani, Halep’in kurtarılmasından sonra Türkiye’de yapılan protestolara ve aynı zamanda Rusya’nın Ankara’daki Büyükelçisinin bir polis memuru tarafından suikasta uğraması hakkında sorulan bir soru üzerine şu açıklamalarda bulundu: ‘Mevcut krizleri yönetebilmek için bölge ülkeleriyle ortak bir çalışma ve iş birliği içerisinde olmak İran İslam Cumhuriyeti’nin sabit politikasıdır ama bazı ülkelerin açık ve gizli politikalarında iyi niyet ortamını ve iş birliğini fazlasıyla kısıtlayacak bir şekilde ciddi belirsizlikler bulunmakta ve davranışlarında ve sözlerinde çelişkiler yaşanmaktadır.

Tabi biz defalarca nerede olursa olsun her türlü şiddet ve terör eylemlerini kınadığımızı ve kınayacağımızı söyledik ve bölge ülkelerine ve hükümetlerine bu eylemlerle mücadele noktasında kararlı olmalarını tavsiye ediyoruz.’

Ali Şemhani İran’ın, Rusya’nın ve Türkiye’nin siyasi ve savunma yetkilerinin bugün Moskova’da gerçekleştireceği oturumun amaçları ile ilgili olarak şunları söyledi: ‘Suriye Hükümetini terörle mücadelede destekleyen İran ve Rusya arasında sürekli olarak gerçekleşen bağlantı ve istişareler yeni bir konu değildir.’

Türkiye’nin bu oturuma katılması, Türkiye tarafından Suriye topraklarının işgal edilmesini sonlandırabilir ve Türkiye’nin Suriye’deki silahlı muhalifleri destekleme konusunu yeniden gözden geçirmesinde etkili olabilir. Biz bazı bölge ülkelerine Halep’te şu an elde edilen sonucun daha ilk gün de elde edilebileceğini söyledik ve bugün ortaya çıkan şey, Suriye’de askeri bir çözüm yolunun başarılı olamayacağı ve sorunların siyasi olarak halledilmesi gerektiğidir.

Suriye Ordusu, halkı ve Direniş Kuvvetleriyle birlikte teröristler karşında toprak bütünlüklerini savunmuşlardır. Her ne kadar Suriye’deki krizin asıl aktörleri ile görüş alışverişinde ve istişarelerde bulunmak çatışmaların azalması konusunda etkili olsa da bu tip oturumlar bazı ülkeler tarafından operasyonları geciktirmek ve geçmiş politikalarını devam ettirmek adına kaybettikleri güçleri yeniden kazanmak için bir araç olmamalıdır.’

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, Suriye’nin ulusal egemenliğini ihlal etmek ve bu ülkeyi bölmek için ortam hazırlamak için yapılan bazı çabalardan endişe duyduğunu belirterek şu ifadelerde bulundu: ‘Dünya, Suriye’de 6 yıl süren savaşın ardından siyasi çözümün askeri çözüme üstünlüğünü ve etkisini anladığı gibi, siyasi bir çözüme ulaşmak için asıl anlaşma ve müzakere tarafının Suriye’nin yasal hükümeti olduğunu ve hiçbir tarafın Suriye Hükümeti ve halkı adına bu ülkenin geleceği hakkında karar alamayacağını da anlayacaktır.’

Ali Şemhani konuşmasının sonunda şunları söyledi: ‘Biz teröristlerin ve destekçilerinin Halep yenilgisinden ders aldıklarını ve Şam ile müzakerede bulunma yolunu seçeceklerini umut ediyoruz. Çünkü siyasi komploların devam etmesi ve savaşa devam etmek için askeri güçlerin yenilenmesinin, insani kayıpların devam etmesiden ve Suriye’nin alt yapısının daha fazla yok olmasından başka bir sonucu olmayacaktır.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Rusya, İran ve Türkiye'nin Suriye'deki krizin sona erdirilmesi amacıyla siyasal sürecin canlandırılması için ortak bir bildiri üzerinde anlaştığını açıkladı.İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ortak basın toplantısı düzenledi.

Sputnik’te yer alan habere göre, ortak basın toplantısında ilk sözü alan Lavrov, "Rusya, İran ve Türkiye Suriye'deki krizin sona erdirilmesi için siyasal sürecin canlandırılması konusunda ortak bir bildiri üzerinde anlaştı. Rusya, İran ve Türkiye olarak bugün onayladığımız ortak bildiriye dayanarak işbirliğimize devam etmek konusunda anlaştık" dedi.  

Söz konusu bildirde aşağıdaki önemli konular yer aldı:

İran, Rusya ve Türkiye Suriye hükümeti ve muhalifler arasında bir anlaşma yapılması için çalışmaya ve bu anlaşmanın garantörleri olmaya hazır.

İran, Rusya ve Türkiye IŞİD ve El Nusra ile ortak mücadelede kararlı olduklarını doğruluyor.

İran, Rusya ve Türkiye'nin eylemleri Suriye'deki krizin siyasal çözümünün girdiği çıkmazın aşılmasına, şiddet olaylarının sona ermesine ve insani yardımların ulaştırılmasına yardımcı olabilir.

İran, Rusya ve Türkiye Suriye'deki krizin askeri çözümünün olamayacağı konusunda hemfikir.

İran, Rusya ve Türkiye olarak Suriye'de ateşkesi genişletmenin önemi konusunda aynı fikirdeyiz.

Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, yeni Suriye barış görüşmelerine ev sahipliği yapmayı teklif etti.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un terörü, bölgesel ve uluslararası yorumcuların zihnini meşgul ederek, gayet planlı şekilde gerçekleşti.

Muhammed Kadıri - Cinai dosyalarla karşılaştığımızda yapmamız gereken ilk şey, doğal olarak bulgular ve kanıtların yanyana yerleştirilmesidir. Bu işlemi gerçekleştirmenin ardından ilk resmin tamamına üsten bir bakış atıp devamında ortaya çıkan sıradaki resimleri oluşturabiliriz.

Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un terörü, bölgesel ve uluslararası yorumcuların zihnini meşgul ederek, basit bir olay gibi görünmemesinin yanında, gayet planlı şekilde gerçekleşti.

Diğer taraftan ise şahit olduğumuz olay özellikle teröristin maktulün yanı başında slogan atması, Batı ve tekfirci terörün destekleyicilerine ait medya cephesinin, bölgedeki krizi ters gösterilmesinde görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiğinin göstergesidir, zira ki 22 yaşındaki bir genç tüm azmiyle yaptığı terör eylemini, Hz. Peygamber (s.a.v) ümmetine karşı olanlarla mücadele yönünde gerçekleştirdiğini iddia etmektedir.

Bu konuda yanından kolaylıkla geçemeyeceğimiz bazı bulgulara değinmemiz yerinde olacaktır:

1_Terörist eylemi gerçekleştirmesinin ardından güvenlik güçleri tarafından öldürülmeden önce amacının “Halep intikamı” olduğunu haykırdı. Böylece bu fert, Halep’te tekfirci teröristler ve Nusra Cephesi’nin hazimete uğramsından dolayı öfkelenerek, Rusya Büyükelçisi’ni öldürmeye karar vermiştir.

2_Net olan diğer bir nokta ise, ABD, Fransa, İngiltere, Siyonist Rejim ve irticai Arap ülkelerinin de son günlerde Halep yenilgisinden son derece öfkeli olmalarıdır. Böylece genç teröristle terörü destekleyen bu ülkeler arasında göz ardı edemeyeceğimiz en az benzerlik bu konuda oluşmaktadır.

3_ Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu olaya ilişkin akılcı bir tavır ortaya koyarak, şöyle dedi: Bu terör, tahrik edici bir eylem olarak, açık bir şekilde Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkileri karalamak ve bölgedeki barışı engellemeyi amaçlıyor. Bizim buna vereceğimiz tek yanıt, terörle mücadeleyi şiddetlendirmektir ki katiller bunu iyi şekilde tadacaktır.

Ortadaki gerçeğe bakıldığında, Halep’in tekfirci teröristlerden daha yeni kurtarılmasıyla birlikte bu olayın ortaya çıkışı, Rusya’yı hedefleyen Washington ve müttefiklerinin bu kez şiddet teması içeren açık bir masajıdır ancak, Putin’in sergilediği mantıklı tepki bunu engellemiş oldu.

4_ Vladimir Putin’in Recep Tayyip Erdoğan’dan terör emrini verenlerin ortaya çıkarılmasını istemesi, Rusya Devlet Başkanı Putin’in de bu eylemin tek kişilik bir saldırı olduğunu öne süren varsayımları kabul etmediğini gösteriyor.    

Böylece Rus güvenlik uzmanlarından oluşan bir heyetin yakın zamanda “Andrey Karlov”un terörüyle ilgili inceleme yapmak amacıyla Ankara’ya gönderileceği kararlaştırıldı. Hiç şüphesiz yakın bir zamanda bu olayla ilgili yeni ip uçlarına ulaşılacaktır.

 5_ Bugün Moskova’da İran, Rusya ve Türkiye arasında Suriye odaklı üçlü bir toplantı gerçekleşeceği iki gün önce bildirildi.

Suriye’de daha fazla koordinasyon sağlanılması için gerçekleşen bu toplantıya Suriyeli savaşçıların destekleyicilerinden olan Türkiye’nin de katılması Batı’nın bu ülkede düzenlediği tüm planlarını bozacaktı, bu yüzden her şekilde karşı cephe tarafından engellenmesi gerekiyordu. Rusya Büyükelçisi’ni öldürüp başı üzerinde slogan atarak, tekbir getiren gencin görüntülerinin tüm dünyada izlendiği için bunun, üç ülkenin gerçekleştireceği toplantıyı engellemeyi planlayan bir senaryo olduğu görünüyor.

Bunlara dayanarak bu plan, bir taraftan Halep’ten kaçan teröristlerin moralini düzeltmeyi amaçlarken diğer taraftan da İran, Rusya ve Türkiye arasında az da olsa yeni oluşan eşgüdümlülüğün ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir.

6_ Yaklaşık bir ay sonra, BM Temsilcisi “Steffan Di Mistura”nın daveti üzere, Suriye konferansının gerçekleşmesi bekleniyor.

Böylece bu terör saldırısı, Rusya’nın bu konferansta daha muhafazakar davranmasını sağlayarak, müzakerelerde karşı tarafa daha çok puan vermeye mecbur bırakmasını planlamaktadır.

7_ Bu olaya ilişkin son nokta ise, özellikle son aylarda dikkatleri üzerine toplayan Türkiye’nin güvenlik ve istihbarat sistemindeki aşırı yetersizliğidir, ki terör operasyonlarının bu ülkenin tamamına yayıldığına yol açtı.

Sonuç olarak olayların gelecek günlerde doğal olmayacağının belirtileri apaçık ortadadır ve bu yönde, kötü niyetli terör destekleyici ülkelerin görünüşte insan hakları tavırlarının yanında yalan kaygılarını göstererek Halep’te kaybettiklerini telafi etmek amacıyla daha fazla eylem gerçekleştirecekleri olası bir konudur

 İnkılap Rehberi, İslam dünyasının acı ve zorluklara duçar olduğunu beyan ederek, şunları söylediler: İngiltere, her daim Batı Asya için sefalet, fesat ve tehdit kaynağı olmuştur.

Bugün bölgede iki farklı irade birbiriyle çatışma halindedir; ‘‘Vahdet İradesi ve tefrika iradesi’’ bu hassas vaziyette birleştirici bir unsur unvanıyla Peygamber Efendimizin (s.a.a) ilahi öğretilerine ve Kur’an’a sarılarak, İslam âlemi ve Müslümanları içinde bulundukları sıkıntıdan kurtarabiliriz.

Peygamber efendimiz (s.a.a) ve İmam Sadık’ın (a.s) mübarek kutlu doğumlarını tebrik eden İmam Hamaney, sözlerini şöyle sürdürdü: İslam peygamberinin varlığının önemi öyle bir haddedir ki Yüce Allah, Kur’an’ı Kerim de vermiş olduğu bu benzersiz nimetten dolayı insanlığa lütufta bulunduğunu zikretmiştir.

İnkılap Rehberi, Kur’an’ın tabiriyle «رحمةً ‌لِلعالمین»  Peygamber efendimizin (s.a.a) âlemlere rahmet olarak gönderildiğini ve öğretilerinin tüm insanlığın kurtarıcısı olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti: İnsanlık düşmanları ve zorba güçler, saadete ulaştıran bu öğretilerle muhalefet etmekteler, işte bu sebepten dolayı Yüce Allah peygamberine (s.a.a) münafıklar ve kâfirlerle anlaşmaya varma konusunda uyararak, onlara karşı set davranmasını ve cihat etmesini emrediyor.

İnsanlık ve İslam düşmanlarına karşı cihat etmek; bazen askeri olarak, bazen siyasi olarak, bazen kültürel olarak veya hatta bilimsel olarak gerçekleşebilir, Müslüman halklar özellikle de gençler ve dini tebliğ edenler, son peygamberin ilahi öğretilerini okuyarak tanımalı ve hayat bahşeden bu mecmuadan faydalanmalıdır.

Müslüman devletler ve milletler birlik ve beraberlik sağlayabilirlerse, Amerikalılar ve Siyonistler kendi isteklerini Müslümanlara yaptıramazlar ve Filistin meselesini unutturma komploları da boşa çıkar.

İçinde bulunduğumuz durum hasebiyle, İngiliz Şiiliği ve Amerikan Sünniliği aynı bir makasın iki kenarı gibi fitne ateşini körükleyerek, ihtilaf çıkarmaya çalışmaktadır.

İngilizlerin izlemiş olduğu eski ve kadim siyaset yani; ‘‘Tefrika çıkar hükümet et’’ İslam düşmanları tarafından ciddi olarak uygulanmaya çalışılmaktadır.

Şii ve Sünni tüm İslami fırkalar, ihtilafları bir kenara bırakarak, Kâbe, Kur’an ve İslam peygamberini vahdet eksenli dayanışma unsuru olarak ele almalıdır.

Zahiren İslami olan ülkeler, neden düşmanların sözlerini söyleyerek ve İslam dünyası içerisinde düşmanlık ve tehdit oluşturarak onların siyasetlerini takip etmekte?

İnkılap Rehberinin konuşmasından önce İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Dr. Hasan Ruhani’de günün önem ve anlamını belirten kısa bir konuşma yaptı.

Programın sonunda İslami Vahdet Konferansı’na katılan bazı davetliler, İmam Hamaney ile yakından görüşme fırsatı buldu.

İran’ın Merivan şehri Cuma İmamı, ‘Biz İslam alimleri olarak vahdet istiyoruz ve Müslüman olan bir kişi Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) davranışlarını örnek almalıdır. Kürdistan’da Şii ve Sünniler birlik ve beraberlik içerisinde kardeşçe yaşamaktadır.

Merivan şehri Cuma İmamı olan Ehl-i Sünnet alimlerinden Mustafa Şirzadi Tesnim Habere verdiği röportajda Vahdet Haftasını bütün İran İslam Cumhuriyeti Müslümanlarına ve Kürdistan halkına tebrik etti ve şu ifadelerde bulundu: ‘Vahdet haftası sadece bir hafta ve yıl ile sınırlı değildir. Bütün Müslümanların her zaman vahdet ve birlik içerisinde olması gerekir.

Gerçek bir vahdet içerisinde olmazsak, ihtilaflar oluşur. Bu yüzden bütün Müslümanların birbirlerinin onuru için çaba göstermeleri ve sorunların çözümü için adım atmaları gerekir.

Ümit ederim ki biz Müslümanlar da Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik oluşturan İslam dini doğrultusunda hal ve hareketlerimizde ve davranışlarımızda vahdet içerisinde oluruz ve bunu bir slogan olmaktan çıkarmalı ve vahdeti uygulamalıyız.

Allah-u Teala Kur’an’da Müslümanlara birlik ve beraberliği emrediyor ve ayrılığa düşmelerini ve bölünmelerini yasaklıyor. Vahdet bir arada bulunduğumuzda, bir ses olduğumuzda ve bölünmelerden uzak durduğumuzda ortaya çıkacak ve kendini gösterecektir.

Resûl-i Ekrem kendi döneminde o cahil insanların arasında vahdet ve kardeşlik oluşturdu ve Medine’de hükümet kurduğu zaman 52 madde yazdı ve bu maddelerin çoğu vahdeti koruma üzerineydi ve bu değerli amacıyla eski inançsızlık ve düşmanlıkları kardeşliğe dönüştürmeyi başardı.

Biz hepimiz İslam alimi olarak vahdet istiyoruz ve Müslüman olan bir kişi Resûl-i Ekrem’in (s.a.v) davranışlarını örnek almalıdır. Kürdistan’da Şii ve Sünniler birlik ve beraberlik içerisinde kardeşçe yaşamaktadır.

Gerçek mümin birbirinin kardeşidir ve bu din kardeşliği nispi kardeşlikten daha sağlamdır. Kürdistan’daki Ehl-i Sünnet halkı da Şii kardeşleriyle birlikte kardeşçe, birlik ve beraberlik içerisinde yaşamaktadır. Çünkü hepimiz“La İlahe İllallah” kelimesinin şemsiyesi altındayız.

Kürdistan’da Şii ve Sünni kardeşliği çok iyi bir şekilde görülmektedir ve hatta cemaat namazlarında Şii ve Sünni yan yana saf tutmaktadır ve bu Kürdistan’daki vahdet örneklerinden biri olabilir.’

Cumartesi, 17 Aralık 2016 18:54

Yavuz Hırsız Ev Sahibini Bastırır

Bismillah

Suriye ordusu ve müttefik güçleri Halep şehrini dört yıl aradan sonra dış güçlerin hizmetindeki silahlı muhalif çetelerin işgalinden kurtardı.

Örfi ve uluslararası bütün sözleşme ve kurallara göre egemen bir devletin kendi toprak parçasından bir bölümünü düşmanlarının işgalinden kurtarması oldukça normal ve takdir edilmesi gereken bir durumdur.

Aynı durumu Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşından müttefikleriyle birlikte yenik çıkmasından sonra ülkemiz de yaşamış ve küçük bir bölüm hariç İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Rusya ile içerideki uzantıları tarafından işgal edilmişti. Sınırları Lozan anlaşmasıyla belirlenmiş bugünkü Türkiye halkın yıllar süren direniş ve mücadelesinden sonra ayakta durabilmişti.

Komşumuz Suriye ise 2011 yılında farklı saik ve nedenlerle yine başta ABD, İsrail, AB ve bölgesel müttefiklerinin kışkırtmasıyla bir iç savaşa sürüklenmişti. Bu ülkelerin her birinin Suriye üzerinde farklı hedefleri vardı; Batı, İsrail karşısında zayıf ve kontrol altında tutulabilecek ve bölgedeki öteki ülkelerde olduğu gibi kukla bir rejimle yönetilecek bir Suriye isterken, başını Suudi rejiminin çektiği Körfez ülkeleri Selefi/Vahabi düşüncesine dayalı bir hükümet kurmayı, AKP hükümeti ise İhvan-Türkmen kartını ileri sürerek bazılarına göre Sünni eksende, bazılarına göre ise ılımlı (Amerikancı olarak tanımlanabilir) İslam çizgisinde bir müttefik arıyordu. Ahmet Davutoğlu’nun deyimiyle bir asır önce ayrıldığımız kardeşlerimizle yeniden kucaklaşmak istiyordu.

Hepsinin bir ortak hedefi vardı; İşbaşındaki Esad Hükümeti devrilmeli, İsrail’in varlığı için tehlike oluşturan Direniş Cephesi dağıtılmalı ve başta Suriye ve Irak olmak üzere bölge haritası BOP denilen Amerikan projesi doğrultusunda yeniden dizayn edilmeliydi. En azından Irak ve Suriye’nin her biri üç ülkeye bölünmeliydi. Her iki ülkede de üç bölgenin adı belirlenmişti; Şiiler/Aleviler’e ait bölge; Sünniler’e ait bölge ve Kürtlere ait bölge.
Halep silahlı çetelerden kurtarıldı. Ama bu Suriye’de dış güçlerin çıkardığı iç savaşın bittiği anlamına gelmez. Stratejilerinin yenilgisini kabul etmeyenler kuşkusuz savaşı sürdüreceklerdir. Halep’in kontrol altına alınması önemli bir dönüm noktasıdır şüphesiz, sadece Suriye için değil bütün bir bölge için. Başta uluslararası siyonizmin kontrolündeki medya olmak üzere Suriye ordusunun bu başarısına dünya çapında gösterilen tepkiler de zaten başarının boyutlarının işaretidir.

Ülkemizde yandaş medyanın sanki bir merkezden düğmeye basılmış gibi aynı mezhepçi, kışkırtıcı ve saldırgan bir dil kullanarak bütün dini değerleri veülke maslahatını ayaklar altına almaları çok da yadırganmamalıdır. Çünkü bunlar için önemli olan insanların canı, malı, güvenliği değil kendi iktidarcı amaçlarıdır. Bu amaca ulaşamamaları veya bu amaçtan uzaklaşmaları bu çevrelerin tahammül edecekleri bir durum değildir.

Bu bağnaz, mutaassıp çevreler için insanın değeri olsaydı, iki yıldır kuşatma altında bulunan Fua ve Keferya şehirleri sivil halkının durumunu da bir defa olsun gündeme getirirlerdi. Suriye devletine karşı açıkca savaşan silahlı çetelerin kuşatılmasına üç hafta bile tahammül edemeyen bu bağnazlar adı geçen bölgede en az 70-80 bin sivil insanın hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu en zaruri gıda ve ilaç malzemelerinden bile mahrum bırakılmasına niçin tepki vermiyorlar? Bu mezhebi bağnazlık ve çılgınlık değildir de nedir?

Sadece ülkemizde böyle bir çılgınlığa başvurulduğu sanılmasın yukarıda saydığımız hedefler peşinde olan bütün ülkeler ve çevrelerin silahlı çetelere mersiyeler düzmelerinden yola çıkarak bunların insanları düşündüklerini sanmayın. BM Genel Sekreterinden tutun müstekbir dünyanın hizmetindeki bütün kurum ve kuruluşlar Halep’in kurtarılmasından dolayı yasa girmiş bulunuyorlar. Sebep bellidir; planları suya düşmüştür, uğursuz hedeflerine varmada başarısız olmuşlardır. Değindiğimiz üzere tepkilerinin şiddeti yenilginin derinliğini göstermektedir.
ABD’den Siyonist Rejime,Fransa’dan İngiltere’den Suudi rejimine ve bölgedeki öteki müttefiklerine kadar, ülkemizde ise yandaş medyanın ağız birliği ile Halep’in kurtuluşunu bir facia olarak nitelemeleri bir kere daha Direniş Cephesinin haklılığını gözler önüne sermektedir.

Sadece Suriye’de değil bütün bir bölgede müstekbir güçlere, yerli işbirlikçilerine ve uzantılarına karşı mücadelenin tek yolu direnişten geçer. 2006’da işgalci İsrail’e karşı Lübnan’da destan yazan Direnişin haklılığı ve gücü Halepte bir kere daha ispatlandı.

Yasal hükümete karşı halkı tahrik eden, iltica olmaya davet eden ve mülteciler arasından seçtiklerini eğitip, silahlandırıp bu ülkeye gönderenler ve yıllardır her türlü silah ve lojistik destek veren uluslararası güçler bu fiilerinden dolayı pişmanlık duyacakları ve bir devletin egemenlik hakkına saygı duyacakları yerde bir de yavuz hırsız misali bu devletin kendi şehrini, toprağını kurtarması karşısında çığlık atmakta, taşkınlık çıkarmaktadırlar.

Uyanık vicdanlar dünyanın hiç bir yerinde medyanın Suriye hakkındaki bunca yalan ve iftiralarına, kendi halklarını daha çok mezhepçiliğe, bağnazlığa sevketmelerine asla inanmayacak ve kabul etmeyecektir.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz.Muhammed-i Mustafa’nın(sa) mübarek viladetlerini ve bu münasebetle rahmetli İmam Humeyni tarafından ilan edilen vahdet haftasını O eşsiz şahsiyetin izinde olanlara tebrik ederim. Umut edilir Müslümanlar insanlığın bu ortak değeri yüzü suyu hürmetine biraz düşünür ve taassubun, bağnazlığın her türlüsüne karşı tepkilerini ortaya koyar ve insanlık düşmanlarının uğursuz planlarını yenilgiye uğratırlar.

Ziya Türkyılmaz