کارگر

کارگر

Çarşamba, 25 Ocak 2017 03:20

Ali YERALEHL-İ BEYTİN SESİ KESİLEMEZ!

TV ON ve Yol TV'den sonra, 23.01.17 sabahına yine bir gece yarısı KHK ile uyanıp irkildik. Ehl-i Beytin 14 masum adıyla kurulan ON4 TV ile 12 İmamın adıyla yayın yapan Kanal 12'nin yayınları, maalesef Hükümetçe durdurulmuş ve tüm mal varlıklarına el konulmuştur.

Ülkemiz ile tüm İslam bölgesinin çok hassas ve kırılgan bir zaman ve zeminden geçtiği bir sırada, Hz. Ali'nin, Ehl-i Beytin, 12 İmamın, Aleviliğin, barış, hoşgörü, kardeşlik ve İslami vahdetin sesi olan bu 2 güzide E. Beyt kanalının kapanması, bizi son derece üzmüş ve tedirgin etmiştir. Ehl-i Beyt ile Aleviliğin sesinin kesilmesi ve boğulması anlamına gelen bu çirkin ve tehlikeli hareketi biz şiddetle kınıyor ve protesto ediyoruz. Bir sürü özel kanal yanında, bizden aldıkları vergilerle biz Alevilere hakaret edip tekfir eden Devletin resmi kanalı TRT, görmezden gelinirken hatta desteklenirken, ON4 TV ile Kanal 12'nin kapatılmasının açıkça Ehl-i Beyt ile Alevi düşmanlığına yorumlanmasından ve Ülkeyi mezhepçilik fitnesiyle daha da çok kutuplaştırmak ve çatıştırmak istenmesinden başka hiç bir izahı olmaz! Onun içindir ki, bu ateşle oyunun yetkililerce acilen düzeltilmesini istiyor ve bekliyoruz. Zira 80 Askeri cunta döneminde bile emsaline rastlanmayan bu ayrımcı ve tehlikeli kararın, sadece Vatan hainleri ile milletin birlik ve beraberliğine kasteden düşmanların işine geleceğinin, yetkililerce de anlaşılmasını istiyoruz.

Ülkemizin 1/3'ini oluşturan biz Aleviler, Caferiler, Bektaşiler, Şiiler, Kızılbaşlar, Tahtacılar, kısaca Ehl-i Beyt taraftarları, tarih boyunca sayısız baskı, haksızlık, şiddet, zulüm ve asimilasyon görmemize rağmen, biz hiç bir zaman zalim olmadık, zulme destek vermedik, İnancımıza, Vatanımıza, Bayrağımıza, milli birlik ve beraberliğimize de ihanet etmedik, etmeyiz de. Ama bu ve benzeri tehlikeli kararlarla, 21. asırda, inançlarımıza ve kalplerimize bile kelepçe takılmasına asla ve asla izin vermeyeceğiz. Herkesin gönlünde taht kurmaktan, Hz. Ali ile 12 İmamı anlatmaktan, Alevi - Sünni kardeşliği ile İslam vahdetini her zaman ve her yerde savunmaktan başka, bu güzide Ehl-i Beyt kanalların suçu - günahı nedir Allah aşkına, söyleyin de biz de öğrenelim bari? Kanaatimizce, bu tamamen Emevi zihniyetli Alevi - Caferi düşmanı FETÖ veya onun ismi altında saklananların tasarrufundan başka bir şey değildir. Zira ülke, hızlı adımlarla "tek devlet, tek vatan, tek bayrak" yerine, "tek mezhep, tek ırk, tek parti ve tek adam" tiplemesiyle dünyada eşi benzeri görülmemiş, çok tehlikeli ve karanlık bir girdaba sürüklenmek isteniyor. Unutulmamalıdır ki, dünyada hiç bir kişi, yetki ve makam kalıcı değildir. Ama Ehl-i Beytin mukaddes ve mutahhar nuru, tüm engellemelere rağmen, ilelebet parlamaya devam edecektir.

Biz Akdeniz Arap Alevileri ve barıştan yana tüm canlar olarak, ON4 TV ile Kanal 12'nin haklı mücadelesi yanında olduğumuzu, her türlü demokratik desteği vereceğimizi, bu tehlikeli kapatma kararını tekrar şiddetle kınadığımızı ve acilen bu tarihi hatadan dönülmesi gerektiğini, yetkililer ile değerli halkımıza ilan ederiz. Ehl-i Beyt kanallarının kapanması demek, hiç bir Alevi - Bektaşi - Caferi mescit, cemevi, türbe ve ibadet yerinin, hatta hiç bir Ehl-i Beyt taraftarının canının bile artık güvende olmaması demektir. Bunun tek sorumlusu da bu kararın altına imza atanlardır. Oysa bu milletin başta Alevisi - Sünnisi olmak üzere, her inancı, ırkı, ideolojisi ve siyasi görüşüyle Hz. Ali ve 12 İmam söylemlerinden rahatsızlık duyanlar değil, E. Beytin yakinen dostu ve aşığıdır.

Allah size akıl, basiret, adalet, vicdan, hidayet ve yanlıştan dönme erdemliliğini versin, Milletimizin kardeşliğini bozmaya da hiç kimseye fırsat vermesin! Başta Sünni kardeşlerimiz olmak üzere, her onurlu vatandaşımızı, demokratik hakkını kullanarak bu tehlikeli mezhepçi ve ayrımcı kararı düzeltmeye davet ediyoruz...

Ali YERAL

EHDAV Gn. Bşk.

BM Güvenlik Konseyi’nin kararına rağmen, İsrail yeni Yahudi yerleşim merkezleri inşa ederek Güvenlik Konseyi’nin kararını çiğnedi

İsrail, Filistin topraklarını işgal ettiği günden itibaren dünya ülkeleri Birleşmiş Milletler’in kararlarını ve bildirgelerini görmezden gelen Siyonist Rejim’ in işlediği suçlara gözlerini kapatıyor.

Siyonist rejim Arap ve diğer dünya ülkelerinin sessizliği gölgesinde Filistin halkını kendi topraklarından göç etmeye zorluyor ve bu kişilerin evlerini yıkarak askeri üsler ve Yahudi yerleşim yerleri inşa ediyor. Bir Filistinli düşmana saldırdığında bu Filistinlinin evi düşman tarafından yıkılıyor.

İşgalci rejim Filistinli vatandaşlara her yerde saldırıyor. Çünkü Filistin halkı işgalci rejimi düşmanları olarak görüyor ve bu rejim karşısında direnmeyi ve onları Filistin topraklarından çıkarmayı vazifeleri olarak biliyor.

Siyonist Rejim’e ait bir internet sitesi Siyonist Rejim Başbakanı Binyamin Netanyahu’dan naklen, onun işgal edilen Filistin topraklarındaki tüm Arap inşaatlarını ve yapıları yasa dışı olarak nitelendirdiğini ve bunun kurtulmak gereken bir hastalık olduğunu belirttiğini ifade etti.

Hal böyle iken dünya ülkeleri Siyonist Rejim’in Filistin topraklarındaki varlığını göremezden geliyor. Bu rejimin İslam ümmeti içerisindeki nüfuzu malign kanseri gibidir ve insanlar bütün güçleriyle bununla mücadele etmelidir.

Kudüs’te Siyonist Rejim yerleşke yapımından sorumlu belediye komitesi 560 Yahudi yerleşkesi yapımını onayladı. Bu, Siyonist Rejimin yerleşke yapım planının en büyüğüdür ve birkaç aşamadan oluşmaktadır. En büyük yerleşke yapım projesi Kudüs’ün kuzey ve batısında uygulanmaktadır. Bu plan şehrin coğrafi ve demografik yapısında büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Bu yerleşkelerde oturanların sayısı 60 ile 80 bin kişiye ulaşmaktadır. Aynı zamanda Lefeta köyündeki yıkılan alanlarda da yerleşke yapımına yönelik planlar yapılmaktadır ve bu bölgenin sakinleri 1948 yılında göç etmek zorunda kalmışlardır. Bu planların amacı, yeşil sınırları yeniden çizmek ve belirlemektir. Bu plan Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim alanlarını yapılan yerleşkelerle birleştirecektir.

Konuyla ilgili olarak Kudüs Ulusal Halk Kongresi Genel Sekreteri Bilal El-Netşe Siyonist Rejim’in bu eylemleri hakkında uyarıda bulunarak, işgalci rejimin bu eylemlerin uluslararası çabalar konusunda bir engel oluşturacağını ve Filistin topraklarındaki bütün yerleşke yapımlarının durdurulmasını isteyen Güvenlik Konseyi’nin son kararına meydan okuduğunu belirtti.

Aynı zamanda Filistin Kurtuluş Örgütü İcra Komitesi Sekreteri Saib Arikat, Birleşmiş Milletler ve Birleşmiş Milletler’ in 2334 kararına oy veren bütün ülkelerden Birleşmiş Milletler’ in kararını ve ilgili kararları derhal uygulamaya koymalarını istedi.

Arikat uluslararası toplumun Siyonist Rejim’in zorbalıklarının ve Filistin halkının haklarını görmezden gelmesinin sorumlusu olduğunu belirtti.

Astana görüşmelerinin garantör ülkeleri İran, Türkiye ve Rusya’ın kabul ettiği ortak bildiride Suriye’de ateşkesin denetlenmesi için üçlü bir mekanizma kurulacağı açıklandı.
  
Kazakistan’ın başkenti Astana’da Rusya, Türkiye ve İran’ın garantörlüğünde düzenlenen Suriye barış görüşmeleri sonucunda üç ülkenin kabul ettiği ortak bildiri açıklandı.

Kazakistan Dışişleri Bakanı Kayrat Abdrahmanov tarafından okunan bildiri metnine göre; Rusya, Türkiye ve İran Suriye’deki ateşkesin denetlenmesi için üçlü bir mekanizma kurmaya karar verdi.

Suriye’deki krizin askeri bir çözümünün olmadığının altını çizen üç garantör ülke, uluslararası topluma, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 numaralı kararındaki adımların uygulanması için Suriye’deki siyasi süreci desteklemeleri çağrısını yaptı.

Rusya, Türkiye ve İran’ın, muhalif grupların Cenevre görüşmelerine katılma istediğini desteklediği belirtilen açıklamada, üç garantör ülkenin Suriye’deki silahlı muhaliflerin terörist gruplardan ayrılmasının gerekli olduğu kaydedildi.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı ise anlaşmanın tam metnini paylaştı:

İran İslam Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin heyetleri, Dışişleri Bakanlarının Moskova’da 20 Aralık 2016 tarihinde yaptıkları Ortak Açıklamaya ve 2336 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına uygun olarak,
Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti ile silahlı muhalif gruplar arasında görüşmelerin 23-24 Ocak 2017 tarihlerinde Astana’da başlamasını desteklediklerini,
BM Genel Sekreteri’nin Suriye Özel Temsilcisi’nin yukarıda bahsekonu görüşmelere katılımını ve kolaylaştırılıcığını memnuniyetle karşıladıklarını,
BM Güvenlik Konseyi’nce teyit edildiği şekilde, çok etnili, çok dinli, mezhepsel olmayan, demokratik bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne taahhütlerini yinelediklerini,
Suriye ihtilafına askeri bir çözüm olmayacağına ve ihtilafın sadece 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının tamamının uygulanması temelindeki bir siyasi süreçle çözülebileceğine dair inançlarını belirttiklerini,
Somut adımlar atmak ve taraflar üzerindeki nüfuzlarını kullanmak suretiyle 29 Aralık 2016’da imzalanan düzenlemeleri müteakip tesis edilen ve 2336 (2016) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla desteklenen ateşkes rejimini güçlendirmeye, ihlallerin asgariye indirilmesine katkıda bulunmaya, şiddeti azaltmaya, güven artırmaya, 2165 (2014) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına uygun olarak insani erişiminin hızlı ve sorunsuz şekilde önünün açılmasını ve Suriye’de sivillerin korunması ve serbest dolaşımını sağlamaya çalışacaklarını,
Ateşkesin izlenmesi ve ateşkese tam riayetin temin edilmesi, tahriklerin önlenmesi ve ateşkesin tüm modalitelerinin belirlenmesi amacıyla üçlü bir mekanizma tesis etmeyi kararlaştırdıklarını,
IŞİD/DEAŞ ve El Nusra’yla ortak mücadele etmek ve askeri muhalif grupları bunlardan ayırmak konusunda kararlılıklarını yinelediklerini,
Müzakere sürecinin 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararına uygun olarak yeniden başlatılması için çabaların artırılmasına acil ihtiyaç bulunduğuna olan inançlarını bildirdiklerini,
Astana’da yapılan Suriye konusundaki Uluslararası Toplantının, hükümet ile muhalefet arasında, 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca doğrudan diyalog için etkili bir platform teşkil ettiğini vurguladıklarını,
Hükümet ile muhalefet arasında BM’nin gözetiminde 8 Şubat 2017 tarihi itibariyle Cenevre’de başlatılması öngörülen müteakip turuna silahlı muhalif grupların katılma arzusunu desteklediklerini,
Uluslararası toplumun tüm mensuplarına, 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararında mutabık kalınan tüm adımların derhal atılmasını teminen siyasi süreci destekleme çağrısında bulunduklarını,
2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının uygulanması yolundaki küresel çabalara katkıda bulunmak amacıyla, Suriyelilerin öncülüğünde, Suriyelilerin sahipliğinde ve BM’nin kolaylaştırıcılığındaki siyasi sürecin belirli hususlarına ilişkin olarak Astana platformunda aktif işbirliği yapmayı kararlaştırdıklarını, 
Suriye konusundaki Uluslararası Toplantıya Astana’da evsahipliği yaptıkları için Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’e ve genel olarak Kazak tarafına şükranlarını ifade ettiklerini bildirirler.

Bismillahirrahmanirrahim

Aziz genç öğrenciler!

Gençlik ve öğrenciliğin her biri tek başına, insanın yüce değerlere ulaşmasında yardım eden güçlü etkenlerdir. Sizler bu ikisinden başka, İslami teşkilatların etkili sisteme sahip olma gibi meziyet ve ayrıcalığa da sahipsiniz. Hüccet sizlere tamamlanmıştır.

Siz azizlerden dini, ilmi ve ahlaki eğitimden daha fazlası beklenmektedir; sizden beklenen bulunduğunuz bölgelerde Allah yolunun yolcularına fiil,davranış ve sözlerinizle örnek olup etki bırakmanızdır.

Küfür ve istikbar cephesiyle asimetrik savaşta, gerçek halis İslam‘ın dalgalanan bayrağı olmak hepimizin vazifesidir. Her birimiz, İslam ve sırat-ı mustakimin doğru maarifinin bereketli çeşmesi olmalıyız.

Pak kalpleriniz aydın ve canlı olsun!

Seyyid Ali Hamenei

20.01. 2017

Yahghee Lee, 12 günlük Myanmar ziyaretinin sonunda Yangon kentinde düzenlediği basın toplantısında, hükümetin Kaçin eyaletinde yaşayan azınlıklara yönelik müdahalesini ve Arakanlı Müslümanlara yönelik baskıları eleştirdi.

Raportör Lee, hükümetin yaklaşımının bu sorunları inkara yönelik olduğunu belirtti. Bu tavırların sadece ters etki yapmakla kalmayıp tüm ülkeyi kapsayan umutları da tükettiğine dikkat çeken Lee, gidişatı tersine çevirmek için çok da geç olmadığını vurguladı.

Hükümetin, Kaçin’in bazı bölgelerine seyahat etmesine engel olduğunu kaydeden Lee, bölgedeki durumun kötüye gittiğini ifade etti. Lee, seyahat edemediği bölgelerde yaşayanların kendisine, durumun giderek kötüleştiği bilgisini aktardığını dile getirdi.

Ordunun Arakan eyaletindeki̇ faaliyetlerini̇ eleştiren Lee, düzenlenen operasyonlarda Arakanlı Müslümanların haklarının ve onurunun önemsenmediğini ifade etti.

Arakan’ın Maungdaw bölgesine gerçekleştirdiği ziyarete değinen Lee, “Hatırlatmam gerekir ki bu saldırılar Rohingya nüfusuna karşı on yıllardır yapılan ve sistematik hale gelen ayrımcılık kapsamında yapılıyor. Umutsuz bireyler, umutsuz yollara başvuruyor” değerlendirmesinde bulundu.

Lee, hükümete Arakanlı Müslümanlara yönelik ayrımcılığa son verin çağrısında bulundu.

Arakan’daki ziyaretinde, sınır karakollarına saldırı düzenlediği iddiasıyla gözaltına alınanlarla da görüştüğünü belirten Lee, gözaltındakilerin çoğunun neden hapishanede olduklarını bilmediklerini söyledi.

Arakan’da 2012 yılında Budistler ile Müslümanlar arasında çıkan şiddet olaylarında çoğu Müslüman çok sayıda kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce ev ve iş yeri ateşe verilmiş ve binlerce Rohingya bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. 

IŞİD terör örgütünün Irak Kürdistan iklimine saldırmasından önceki gizli kalmış açılar, söz konusu bölgesel yönetim haber kaynakları ve askeri kaynakları tarafından yayımlandı.
 
IŞİD terör örgütünün Musul ile Erbil arasında yer alan Gevir, Hazer, ve Mahmur şehirlerine saldırmasından 10 gün önce Kasım Süleymani Erbil’e yolculuk yaptı ve Mesud Barzani’nin yüksek seviyeli komutanlarının eşliği ile söz konusu bölgelerin savaş cephelerini  inceledi.

İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani söz konusu incelemelerin ardından, aynı gün Mesud Barzani ile görüşerek, savaş cepheleri ile ilgili uyarılarda bulundu.  Kasım Süleymani, Barzani’ye “Savaş cephelerindeki mevcut durum,  IŞİD’in muhtemelen Erbil’e saldıracağını gösteriyor. IŞİD’in ilerlemesi çok zor engellenir’’ demişti.

Süleymani, Barzani ile olan görüşmesinde ayrıca Peşmerge güçlerinin IŞİD’in savaş taktiklerine karşı hiçbir hazırlığı olmadığını vurgulamıştı.

Irak Kürdistan bölgesi medyası tarafından yayımlanan habere göre; birçok askeri kaynağın belirttiği gibi Kasım Süleymani Tahran’a geri döndükten hemen sonra, Irak Kürdistan yönetiminin Tahran’daki temsilcisine ve Irak Kürdistan Demokratik Partisi’nin temsilcisine söz konusu uyarıları tekrarlayarak, Gevir, Hazer ve Mahmur’daki savaş cephelerine düzenin hakim olmadığını ve IŞİD terör örgütünün muhtemelen bu fırsatı Erbil’e saldırmak için kullanacağını söylemişti.

Ancak tüm bu uyarılara rağmen Irak Kürdistan yönetimi ve temsilcileri komutan Süleymani’nin askeri analizlerini önemsemedi ve Erbil’i IŞİD’in saldırabileceğinden çok daha güçlü bir bölge olduğunu düşünmüşlerdi.

7 Ağustos 2014 yılında, IŞİD bu fırsatı değerlendirerek, 3 stratejik eksenden Erbil’e saldırdı ve saldırının sonucunda, Hazer, Gevir ve Mahmur olan 3 önemli bölgeyi kolayca işgal etmeye başladı. Söz konusu saldırı ve Peşmerge’nin çok hızlı bir şekilde yenilmesi Barzani’yi fazlasıyla şaşırttı. Bu şakınlığın üzerine Barzani, Hoşyar Zebari aracılığı ile ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile konuya ilişkin görüştü.

John Kerry aynı gece Barack Obama’ya konuyu iletiyor ancak ABD’nin savaş uçaklarının Erbil’i savunmak için havalanması 2 gün sürüyor ve sonunda 9 Ağustos ABD savaş uçakları operasyon için havalanıyor.

Yayımlanan yeni raporlardaki dikkat çeken bir diğer konu ise, ABD savaş uçaklarının Erbil’i savunmak için havalanmasından 48 saat önce, Kasım Süleymani’nin komutanlığında özel güçlerden oluşan bir birlik, Peşmerge güçleri ile omuz omuza IŞİD’e karşı savaşıyordu. Yayımlanan raporlara göre; söz konusu güçler doğrudan Mesud Barzani’nin isteği üzerine gelmişti.

Hazer, Gevir ve Mahmur’un IŞİD terör örgütünün işgalinden kurtarılması ardından, Mesud Barzani İran Cumhurbaşkanı’na şahsen bir teşekkür mektup yazdı. Mesud Barzani mektupta İran’ın bir kez daha en zor durumda Irak Kürdistan iklimini savunmak için ayağa kalktığını söyleyerek,  İran’a teşekkür etti.

Söz konusu rapora göre; Erbil yetkililerinin John Kerry ve diğer yandan İran yetkilileri ile görüştüğü gece, dönemin Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile de iletişime geçtiler ancak Türkiye Erbil’in yüksek yetkililerinin yardım çağrısına hiçbir yanıt vermedi.

Raporun devamında yer alan bilgilere göre; Peşmerge güçlerinin IŞİD’e karşı savaşta kolayca yenilmelerinin asıl nedeni, Peşmerge komutanlarının disiplinsiz, hazırlıksız ve aynı zamanda kibirli olmalarındandı. Bu konular IŞİD’in saldırmasından 10 gün önce Süleymani tarafından Mesut Barzani ve Irak Kürdistan temsilcilerine söylenmişti ancak ciddiye alınmamıştı.

8 Ağustos tarihinde Mesud Barzani, Kasım Süleymani’nin askeri analizlerini ciddiye alıyor ve ilk olarak Mahmur ve Gevir komutanlarını değiştiriyor. Aynı günün akşamı Kürdistan terör karşıtı birliği, Peşmerge güçleri ve Kasım Süleymani ile beraber ciddi değişiklikler yaparak, IŞİD terör örgütünün hızlıca ilerlemelerini önlüyor.

9 Ağustos’ta ABD savaş uçakları söz konusu operasyona katılıyor ve IŞİD mevziilerini bombalıyor.

Irak Kürdistan medyası tarafından yayımlanan raporlar, henüz hiçbir resmi kaynak tarafından onaylanmadı ve reddedilmedi.

Çarşamba, 18 Ocak 2017 16:04

Tıpta Türkiye-İran ortaklığı

 Tahran merkezli Ortadoğu'nun en büyük biyoteknolojik ilaç üreticisi CinnaGen'in Kurucu Ortağı ve CEO’su Dr. Ferhat Farşi, Türkiye'de kullanılan ilaçların yüzde 2'sinin biyoteknolojik ilaç olduğuna işaret ederek, "Ancak devletin harcamalarının yüzde 22'si bu ilaçlara gidiyor" dedi.

Ortadoğu'nun en büyük biyoteknolojik ilaç firması CinnaGen, Türkiye'de ilk fabrikasını 2018 yılında Tekirdağ Çerkezköy'de açacak. Merkezi İran'ın başkenti Tahran'da bulunan şirket, yerel ve bölgesel pazarlar için Türkiye’yi yeni üretim ve Ar-Ge üssü olarak belirledi. Biyoteknolojik ilaçların ülkemizde üretilmesi, Türkiye’nin özellikle bu kategoride yurtdışına bağımlı olan endüstrisi açısından da önemli bir gelişme.

Öte yandan dünyada biyoteknolojik ilaçların kullanım oranı yüzde 20’lere ulaşmış durumda ve benzer bir trend Türkiye için de geçerli. İlaç sektörünün yaklaşık yüzde 17’si biyoteknolojik ilaçlardan oluşuyor ve bu ilaçların neredeyse tamamına yakını ithal ediliyor.

2015 yılı verilerine göre Türkiye'de biyoteknolojik ilaçlarda yaklaşık 2.5 milyar liralık ithal ürün kullanımı mevcut. Türkiye’de yatırım yapacak CinnaGen İlaç’ın üretim sürecine geçişiyle birlikte hastaların bu ilaçlara erişimi de kolaylaşmış ve ilaç ithalatı azalmış olacak.

Tıpta Türkiye-İran ortaklığı

İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında Türkiye’deki stratejik yol haritalarını açıklayan CinnaGen İlaç Kurucu Ortağı ve CEO’su Dr. Ferhat Farşi, şunları söyledi: "CinnaGen, Made in Turkey (Türkiye'de üretilmiştir) algısının Made in Iran (İran'da üretilmiştir) algısından güçlü olması nedeniyle Türkiye'yi yatırım merkezi olarak seçti. CinaGen, Türkiye-İran ortaklığıyla hayata geçen bir şirket.

İlk ilaçlarımızı bu yıl başka firmalarla yaptığımız anlaşmalar çerçevesinde piyasaya sunacağız. Biyoteknolojik ilaçlar, konvansiyonel ilaçlar ile karşılaştırıldığında zorlu aşamaları içeren bir geliştirme sürecine sahip. Konvansiyonel ilaçlar ile tedavi edilemeyen birçok hastalık için tedavi imkânı vermektedir.”

En büyük sorun yetişmiş insan

İlaç sektöründe en büyük sorunun yetişmiş insan gücü olduğuna işaret eden Farşi, "Türk bilim adamları dünyada önemli firmalarda çalışıyor. Sağlıklı bir yapı kurabilirsek, buraya gelebilirler. Dahası Türkiye'de eczacılar sanayide çalışmak istemiyor. Bunu değiştirmeye çalışıyoruz" dedi.

Biyoteknolojik ilaçlar kanser, MS, sedef, romatizma gibi hastalıkların tedavisinde yoğun olarak kullanılıyor. Türkiye geçen yıl 1 milyar doları biyoteknolojik ilaç olmak üzere 4.7 milyar dolarlık ilaç ithal etti.