Displaying items by tag: Kerbela

Cuma, 19 Haziran 2015 11:43

IŞİD, Kerbela ve Necef'in suyunu kesti

Irak Tarım ve Su Konseyi, IŞİD’in 2 Haziran’da Fırat Nehri üzerindeki Ramadi Barajı’nı kapatması sebebiyle Kerbela, Babil, Necef ile Kadisiye kentlerinin susuz kaldığını açıkladı.


Irak Tarım ve Su Konseyi, IŞİD’in 2 Haziran’da Fırat Nehri üzerindeki Ramadi Barajı’nı kapatması sebebiyle Kerbela, Babil, Necef ile Kadisiye kentlerinin susuz kaldığını açıkladı.

Söz konusu bölgelerde su depolarındaki kaynakların azlığından dolayı yakında kuraklık başgöstereceği vurgulanan açıklamada, Fırat Nehri’nin sularındaki açığın Dicle Nehri’yle kapatılmaya çalışıldığı, ancak bazı sorunlarla karşılaşılmasından ötürü bölgenin kuraklık tehdidi altında olduğu ifade edildi.

IŞİD’in Irak’ta su savaşı yürüttüğü belirtilen açıklamada, örgütün ayrıca Anbar’daki Sersar gölünün olduğu bölgeyi de kontrol altına alarak bu savaşı sürdürmeye çalıştığı kaydedildi.

Örgütün diğer bölgeleri de ele geçirmesinin engellenmesi için acil harekete geçilmesi gerektiği vurgulandı.

Irak’ın yüz ölçümü bakımından en büyük vilayeti Anbar’ın merkezi Ramadi, IŞİD’in kontrolünde bulunuyor. Irak ordusu ve Şii Haşd-i Şa’bi milisleri, kentin geri alınması için operasyonlar düzenliyor.

IŞİD, Ramadi kentini ele geçirmesinin ardından 2 Haziran’da Fırat Nehri üzerindeki Ramadi Barajı’nın tüm kapaklarını kapatmış ve kentin doğu bölgelerine giden suyu kesmişti.

Published in Rapor

Bahsettiğimiz İslam’daki Hac veya Hinduların Kumbh Mela’sı değil. Erbain olarak bilinen bu kutsal yolculuk, dünyanın en kalabalık buluşmasıdır ve siz muhtemelen bunu hiç duymadınız! Katılım, Mekke’ye gidenlerin sayısını (beş kat) aştığı gibi, Kumbh Mela’ya katılımdan da fazladır, zira bu ikincisi, sadece üç yılda bir düzenlenmektedir.
 
 
Bahsettiğimiz İslam’daki Hac ve ya Hinduların Kumbh Mela’sı değil… Erbain olarak bilinen bu kutsal yolculuk, dünyanın en kalabalık buluşmasıdır ve siz muhtemelen bunu hiç duymadınız! Katılım, Mekke’ye gidenlerin sayısını (beş kat) aştığı gibi, Kumbh Mela’ya katılımdan da fazladır, zira bu ikincisi, sadece üç yılda bir düzenlenmektedir. Kısacası, Erbain yeryüzündeki bütün toplanmaları gölgede bırakmaktadır ve katılım geçen yıl yirmi milyona ulaşmıştır. Bu, Irak’ın bütün nüfusunun %60’ına tekabül etmektedir ve yıldan yıla da büyümektedir.

Her şeyden önce Erbain, arka planda kaotik ve tehlikeli jeopolitik sahneler yaşanırken gerçekleştiği için özgündür. Daiş (nam-ı diğer ‘İslam Devleti’) Şiileri ölümcül düşmanları olarak görmektedir, bu yüzden bu terör grubunu, Şii ziyaretçileri en büyük inanç gösterileri için bir araya gelirken görmekten daha fazla çileden çıkaran bir şey yoktur.

Erbain’in başka bir sıradışı özelliği daha bulunuyor. Bu, özel olarak Şiilere ait bir manevi pratik olsa da, Sünniler, hatta Hristiyanlar, Ezidiler, Zerdüştçüler ve Sabiiler de hem bu ziyarete katılıyor, hem de katılan dindarlara hizmet ediyor. Dini ritüellerin münhasır nitelikleri düşünüldüğünde bu, dikkate şayan bir durumdur ve yalnızca bir anlama gelebilir: derilerinin renginden ve inançlarından bağımsız olarak insanlar, İmam Hüseyin’i evrensel, sınırlar üstü ve din ötesi bir özgürlük ve merhamet sembolü olarak görmektedirler.

Bunu hiçbir zaman duymamış olmanız muhtemelen, İslam söz konusu olduğunda basının, pozitif, esin verici anlatılardan ziyade negatif, kanlı ve sansasyonel tabloid haberleriyle ilgilenmesinden kaynaklıdır. Eğer Londra’da birkaç yüz kişi göçmenlere karşı yürürse bu manşet olur. Hong Kong’daki bir demokrasi yürüyüşü veya Rusya’daki Putin karşıtı bir yürüyüş de aynı ilgiyi görür. Fakat yirmi milyon insanın teröre ve adaletsizliğe meydan okuması, televizyonlarda altyazı başlık olarak bile geçmez! Hikayenin, katılım sayıları, siyasi anlam, devrimci mesaj, gergin arka plan ve özgünlük gibi, gözleri üzerine çekecek bütün özelliklere sahip olmasına rağmen, bu dev olay üzerine adı konulmamış bir medya ambargosu uygulanır. Fakat böyle bir hikaye büyük haber kuruluşlarının yayıncılarınn sınırlamalarından kurtulabilirse, şok dalgaları yaratacak ve sıradan insanların pek çoğuna dokunacaktır.

Bundan esinlenen sayısız kişiden biri, birkaç yıl önce tanıştığım, sonradan Müslüman olmuş bir Avustralyalı adamdı. Elbette kimse, hayatını değiştiren böyle bir kararı kolay almaz, bu yüzden, sorduğumda bana söylediğine göre her şey, 2003 yılında başlamış. Bir akşam haberleri izlerken, milyonlarca kişinin Kerbela diye bilinen kutsal şehre, o güne kadar adını hiç duymadığı “Hüseyin”in adını söyleyerek yürüme sahnelerini görmüş. O gün, on yıllardan beri ilk kez, küresel düzeyde televizyonlara yansıylan bir olay karşısında dünya, bir anlığına da olsa, Irak’ta daha önce ortadan kaldırılan dini ateşi görmüştü.

Sünni Baasçı rejim devrildiği zaman Batılı gözlemciler, Iraklıların diktatörlük baskısından özgürleşmiş yeni bir döneme nasıl yanıt vereceklerini görme konusunda çok şevkliydi. ‘Korku Cumhuriyeti’ dağılmıştı ve cin, geri dönüşsüz bir şekilde şişeden çıkmıştı. Bahsettiğim kişi, kendi kendisine, “Kerbela neresi, neden bütün bu insanlar bu yönde yürüyor?” diye sorduğunu hatırlıyor. “İnsanların kendi farklılıklarını bir tarafa bırakıp, on dört asır sonra kendi ölümünü anlamaya motive eden bu Hüseyin kim?”

Bu 60 saniyelik haberde tanık olduğu şey, özellikle hareketti, zira görüntü, o güne kadar gördüğü hiçbir şeye benzemiyordu. Güçlü bir bağlılık duygusu, insan olan ziyaretçileri, Hüseyin’in direnç gösterilemez manyetik alanı olarak tarif edilebilecek şeye yaklaştıkça birbirilerini de çeken demir tozuna dönüştürmüştü. “Eğer canlı, nefes alan, yaşayan bir din görmek istiyorsanız, Kerbela’ya gelin” diyordu.

Nasıl olur da 1396 yıl önce öldürülmüş bir insan bu kadar canlı olur ve milyonları onun davasını taşımaya ve sözünü kendi sözleri olarak görmeye yönelten bu denli somut bir varlığa sahip olur? İnsanlar, bir meselede kişisel bir çıkara sahip olmadıkları müddetçe genellikle bir ihtilafa sürüklenmezler (bu, eski zamanlarda olduğundan daha da enderdir). Öte yandan, eğer birilerinin sizin özgürlük hakkınız, adaletle muamele edilme hakkınız, onurlu bir yaşam hakkınız için mücadeleye giriştiğini hissederseniz, bunda bir çıkarınız olduğunu hisseder ve onunla empati kurarsınız. Öyle ki, onun inançlarını benimsemeniz çok da uzak bir ihtimal olmaz.

En büyük trajedi

Hazreti Muhammed’in torunu Hüseyin, Müslümanlar tarafından “Şehitlerin Efendisi” sıfatıyla saygı görür. Hüseyin, Aşura Günü olarak bilinen, İslami takvimdeki Muharrem ayının onuncu gününde, yozlaşmış ve zalim halife Yezid’e biat etmeyi reddettiği için Kerbela’da şehid edilmişti.

O, ailesi ve yoldaşları, çölde 30 bin kişilik bir ordu tarafından kuşatılmış, aç ve susuz bırakılmış, arkasından da en korkunç şekilde başları kesilmiştir ki bu, katledilmesinden bu yana her yıl onun takipçileri tarafından anlatılan canlı bir hikayedir. Naaşları dahi çiğnenmiştir. İngiliz tarihçi Edward Gibbon’ın sözleriyle: “Hüseyin’in, uzak bir çağda ve ortamda gerçekleşen trajik ölüm sahnesi, en soğuk okuyucunun bile duygularını hareketlendirecektir.”

O günden beri Şii Müslümanlar Hüseyin’in yasını tutarlar ve bunu özellikle Aşura Günü ile, kırk gün sonrasına denk gelen Erbain gününde yaparlar. Kırk gün, pek çok Müslüman geleneğindeki alışılagelmiş yas süresidir. Bu yıl Erbain, 12 Aralık Cuma gününe denk düşmektedir. 

 

Uzun seyahat

Bu şehrin neden insanları bu denli kendilerinden geçirdiğini keşfetmek için, atalarımın yurdu olan Kerbela’ya seyahat ettim. Tanık olduğum şey bana, en geniş açılı kamera merceğinin bile, bu fırtınalı, ancak barışçıl buluşmanın ruhunu çekmek için fazla dar olduğunu kanıtladı.

Erkekler, kadınlar, çocuklar, ama en görünür şekilde siyah örtülü kadınlardan oluşan bir insan çığı, ufkun bir ucundan diğerine kadar gözleri dolduruyordu. Kalabalıklar o denli devasa idi ki, yüzlerce mil uzunluğunda bir tıkanmaya yol açmışlardı.

Güneydeki liman şehri Basra ile Kerbela arasındaki 425 millik mesafe, arabayla uzun bir yolculuk anlamına geliyor, yürüyerek gidildiğinde ise tahayyül edilemeycek kadar zorlu bir yolculuk oluyor. Ziyaretçilerin yolu bütünüyle kat etmesi, tam iki hafta sürüyor. Her yaştan insanlar, gün boyunca kavurucu güneşin altında, geceleri ise kemikleri donduran bir soğukta güçlükle yürüyor. Sapa ve düzensiz yollardan, teröristlerin kalelerinden ve tehlikeli bataklık bölgelerinden geçiyor. Ziyaretçiler, en temel imkanlar veya seyahat giysilerinden bile yoksun şekilde, efendileri Hüseyin için taşıdıkları yanan aşk dışında yanlarında pek bir şey taşımıyor. Bayraklar ve sancaklar, onlara ve dünyaya, yolculuklarının amacını hatırlatıyor:

Ey nefs, sen Hüseyin olmadan değersizsin.

Benim yaşamım ve ölümüm bir ve aynıdır,

İsterlerse bana deli desinler!

 Bu mesaj, kendisi de M.S 680 yılında gerçekleşen Kerbela çatışmasında dili damağı kurumuş yeğenlerine su götürmeye çalışırken öldürülen, Hüseyin’in üvey kardeşi ve güvendiği yardımcısı Abbas tarafından anlatılan bir menkıbeyi hatırlatıyor. Irak’ı dünyada bir numaralı başlık hale getiren mahvolmuş güvenlik koşullarında, bu sözlerin her anlamda gerçek olduğundan hiç kimse şüphe etmiyor.

Bedava öğlen yemeği… ve akşam yemeği, ve kahvaltı!

Kutsal yolculuğun, her ziyaretçiyi şaşkın halde bırakacak bir parçası, ziyaretçilerin yolunun yakınlarında yaşayan köylüler tarafından kurulan derme çatma mutfaklara sahip binlerce çadırın görüntüsüdür. “Mavkib” adı verilen çadırlar, hacıların ihtiyaç duydukları her şeyi pratik olarak edilebildikleri yerler. Yenilecek taze yemeklerden dinlenilecek bir alana, kaygılı yakınları rahatlatmak için yapılan uluslararası telefon görüşmelerinden bebek bezlerine ve bütün öteki ihtiyaçlara kadar her şey bedava. Aslında ziyaretçiler, 400 millik yolculukta, giydikleri elbiseler dışında herhangi bir şey götürmeye ihtiyaç duymuyorlar.

Daha da ilgi çeken bir şey, ziyaretçilerin yemeye-içmeye nasıl davet edildiği. Mavkib organizatörleri, ziyaretçilerin yoluna çıkarak onlardan, çoğu zaman krallara layık bir hizmetler bütününü içeren sunularını kabul etmelerini rica ediyor: ilk olarak ayak masajı yaptırabiliyorsunuz, arkasından size harika bir sıcak yemek sunuluyor, daha sonra ise size dinlenme teklifi sunuluyor ve bu esnada kıyafetleriniz yıkanıp ütüleniyor ve kısa bir uyku sonrasında size geri getiriliyor. Elbette bütün bunlar, ücretsiz.

Belli bir perspektif edinmek için, şunu düşünün: Haiti depremi sonrasında, dünya çapında duyulan sempati ve verilen destekle birlikte, BM Dünya Gıda Programı, yardım çabalarının zirve noktasında yarım milyon yemek gönderildiğini duyurmuştu… Amerika Birleşik Devletleri ordusu, Birleşik Yanıt Operasyonu’nu başlatıp, çeşitli federal teşkilatlardan devasa kaynakları bir araya getirmiş ve insani felaketi izleyen beş ay içinde, Haitililere 4.9 milyon yemek gönderildiğini duyurmuştu. Şimdi bunu, Erbain sırasında verilen günlük 50 milyondan fazla yemekle karşılaştırın: bu, ziyaret süresi boyunca yaklaşık 700 milyon yemeğe denk düşmektedir ve bu, Birleşmiş Milletler veya uluslararası vakıflar tarafından değil, kutsal ziyarete gelenlere yemek vermeyi çok arzulayan ve onları tatmin etmek için bütün yıl boyunca para biriktiren yoksul işçiler ve çiftçiler tarafından finanse edilmektedir. Güvenlik de dahil olmak üzere her şey, ağırlıklı olarak gönüllüler tarafından sağlanmaktadır; gönüllü savaşçıların bir gözü Daiş’te, diğer gözü ziyaretçilerin yolunu korumadadır. Bir Mavkib örgütçüsü, “İslam’ın ne öğrettiğini anlamak için, birkaç yüz barbar teröristin eylemlerine değil, milyonlarca Erbain ziyaretçisinin gösterdiği karşılıksız fedakarlıklara bakın” diyor.

Aslında Erbain, birkaç farklı kategoriden Guinness Rekorlar Kitabı’na girmelidir: en büyük yıllık buluşma, en uzun daimi yemek masası, bedavaya beslenen en çok insan sayısı, intihar bombacılarının yakın tehdidi altında, tek bir etkinlik için hizmet eden en çok sayıda gönüllü. 

 

Eşsiz bağlılık

Sadece kalabalıklara bakmak bile insanın nefesini kesiyor. Bu manzaraya eklenen bir şey, güvenlik koşulları kötüleşirken, insanların terörist tehditlere meydan okumaya daha da fazla motive olması ve gözdağı verircesine yürümesi. Bu sebeple bu kutsal yolculuk, sadece dini bir ritüel değil, aynı zamanda cesur bir direniş beyanıdır. Bir intihar bombacısının ziyaretçilerin orta yerinde kendini patlattığını, fakat kalabalıkların daha da büyüyerek hep birlikte şunu haykırdığı, online olarak yayınlanmış videolar var:

Ellerimizi ve ayaklarımızı da kesseler,

Emekleyerek Kutsal Topraklar’a varacağız!

Geçen yıl gerçekleşen, ağırlıklı olarak Şii ziyaretçileri hedef alan ve sayısız cana mal olan korkunç bombalı saldırılar, Irak’ta yaşayan Şiilerin karşı karşıya olduğu tehditleri ve ülkenin başına bela olmaya devam eden güvenlik boşluğunu ortaya koyuyor. Ancak yakın ölüm tehdidi, genç ve yaşlı, Iraklı ve yabancı insanları, kutsal şehre yapılan tehlikeli yolculuktan caydırmıyor.

Dışarıdan bakan biri için, bu ziyarete katılanlara esin veren şeyin ne olduğunu anlamak zordur. Kucaklarında çocuklarını taşıyan kadınlar, tekerlekli sandalyede yaşlı adamlar, koltuk değnekli insanlar ve bastonlu kör yaşlılar görüyorsunuz. Ben, özürlü çocuğuyla birlikte Basra’dan gelen bir babayla tanıştım. 12 yaşındaki çocuk beyin felci geçirmişti ve desteksiz yürüyemiyordu. Bu yüzden yolculuğun bir kısmında adam çocuğunun ayağını kendi ayağının üstüne koymuş ve onu koltuğunun altına alarak yürümüştü. Bu, Oscar’lı filmlere senaryo olacak türden bir hikayedir, fakat öyle görünüyor ki Hollywood, süper güçleri cesaret ve bağlılıkları olan gerçek hayattaki kahramanlardan ziyade, komik kahramanlara daha fazla ilgi gösteriyor.

 

Hüseyin’in altın kubbesi

İmam Hüseyin’in ve kardeşi Abbas’ın türbesini ziyaret edenlerin tek motivasyonu duygular değildir. Onlar, İmam Hüseyin’in vahşice öldürülmesini hatırlayarak ağlarken, onun ideallerine bağlılıklarını da bir kez daha ortaya koymuş oluyorlar.

Türbeye gelenlerin ilk yaptıkları şey, Hüseyin’in statüsünü özetleyen kutsal bir metin olan Ziyara’yı okumak oluyor. Bu metinde ilk olarak İmam Hüseyin’i, Hazreti Adem, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa ve Hazreti İsa’nın “mirasçısı” olarak anıyorlar. Bu, İmam Hüseyin’in hakikat, adalet ve mazlum sevgisi mesajının, bütün ilahi olarak seçilmiş peygamberlerin ayrılmaz bir parçası olarak görüldüğünü gösteriyor.

İnsanlar Kerbela’ya, şehrin hurma ağaçlarıyla dolu manzarasını izlemek veya türbenin fiziksel güzelliğine hayran kalmak, yahut alışveriş yapmak, eğlenmek veya eski tarihi mekanları ziyaret etmek için gitmiyor. Ağlamak için gidiyor. Yas tutmak ve İmam Hüseyin’in meleklere özgü ruhunu deneyimlemek için gidiyorlar. Kutsal türbeye, ağlayarak ve bugüne kadar görülmüş en büyük fedakarlık eylemi için ağıt yakarak giriyorlar.

Manzara adeta oradaki herkes, aslında hiç görmedikleri insanla kişisel bir ilişki kurmuş gibi. Onunla konuşuyor ve onun adını haykırıyorlar; mezar sandukasına sarılıyorlar; türbeye giden yeri öpüyorlar; türbenin duvarlarına ve kapılarına, bir insanın uzun süredir kaybetmiş olduğu bir arkadaşının yüzüne dokunduğu gibi dokunuyorlar. Destansı boyutlarda, pitoresk bir manzara bu. İnsanları motive eden şey, İmam Hüseyin’in karakterini ve statüsünü ve onu tanımaya gelen insanların onun yaşayan efsanesiyle geliştirdikleri manevi ilişkiyi anlamayı gerektiriyor.

Eğer dünya İmam Hüseyin’i, onun mesajını ve onun fedakarlığını anlasaydı, Daiş’in kadim kökenlerini, onun ölüm ve yıkım amentüsünü anlamaya başlarlardı. İnsanlık yüzyıllar önce Kerbela’da, Hüseyin ve beraberindekilerin öldürülmesinde somutlanmış olan duygusuz canavarlıkların doğuşuna tanıklık etti. Bu olay, parlayan mutlak ışıkla simsiyah karanlığın karşı karşıya gelmesi, kötülüğe karşı erdemin kendisini göstermesiydi ki bu erdem, bugün Hüseyin’in ruhunu temsil etmektedir. Onun varlığı, onların yaşamlarının her bir unsuruna doğuştan yerleşmiştir. Onun efsanesi, daha iyiye doğru değişimi teşvik etmekte, bunu esinlemekte ve bunu savunmaktadır ve hiçbir medya karartması onun ışığını söndüremez.

“Kim bu Hüseyin”? Onun yüz milyonlarca takipçisi için, insanların bir dini bırakıp başka bir dini seçmesine yol açabilecek bu derin soru, yalnızca Hüseyin’in türbesine yürüyerek gittiğiniz zaman cevaplanabilir.

Seyid Muhammed el-Müderrisi / Huffington Post

medyasafak

Published in Münasibetler
Çarşamba, 17 Aralık 2014 00:00

Kerbela’da 20 milyonluk Erbain merasimi

Hz.Hüseyin’in (S) Kerbela’da şehit edilişinin 40. günü yıldönümü olarak matem merasimlerinin düzenlendiği Erbain, bu yıl Kerbela’da 20 milyon insanın bir araya gelmesiyle  gerçekleştib .

Başta Irak’ın değişik kentlerinden olmak üzere İran, Türkiye, Arabistan, Lübnan  ve diğer ülkelerden Irak’a Erbain merasimine katılmak için giden milyonlarca ehlibeyt aşığının görkemli merasiminin bu zamana kadar görülmedik bir şekilde Erbain merasimlerinin yapılmasına  vesile olduğu bildirildi.

Merasime katılan ehlibeyt aşıkları, zulme boyun eğilmemesi ve Hz.Hüseyin’in özgürlük aşığı olduğu dikkatiyle zorbalara karşı her zaman mücadele edilmesi gerektiğini bildirdiler.

Ehlibeyt aşıkları, İslam adı altında ortaya çıkan Tekfirci ve IŞİD gibi terör örgütlerinin   aslında  İslam’ı yanlış yorumladıkları ve onların bu dar görüşlülüklerinin müslümanların zararına neden olduğunu  ve bu düşüncenin aslında İslam ve müslümanlar aleyhinde bir komplo olduğunu bildirdiler.

Bu arada Kerbela’nın  bu yıl milyonlarca İmam Huseyin (a.s) aşığına ev sahipliği yapması, terör örgütlerine karşı da kendiliğinden bir karşı duruş olarak yorumlandı. Irak’ın taklid mercii alimlerinden Ayetullah Sistani’nin sözcüsü Abdulmehdi Kerbelayi dün Cuma hutbesinde Irak emniyet güçlerinden teröristlerle mücadele için hazır olmalarını ve teröristlerin elinde bulunan bölgeleri kurtarmak için çaba harcamalarını istedi.

Öte yandan Irak başbakanı Haydar el’İbadi, milyonlarca ehlibeyt aşığına evsahipliği yaptıklarını ve teröristlerin muhtemel saldırılarına karşı güvenlik güçleri ve gönüllü güçlerin  çabalarının takdire şayan olduğunu bildirdi.

 

Published in Rapor
Cumartesi, 06 Aralık 2014 00:00

Kerbela 17 milyon ziyaretçiyi ağırlayacak

Kerbela şehri Turizm Komitesi başkanı bu yılkı Erbain merasimi için 17 milyona yakın ziyaretçinin bu şehre gelmesini beklediklerini belirtti.


kerbela şehri Turizm Komitesi başkanı Casim el-Maliki bu yılkı Erbain merasimi için 17 milyona yakın ziyaretçinin Kerbela’ya gelmesini öngördüklerini ve hazırlıklarını ona göre yaptıklarını söyledi.

Iraklı yetkili bu ziyaretçilerin 15 milyonunun Irak’ın değişik bölgelerinden ve 2 milyon kişinin ise diğer ülkelerden geleceklerini düşündüklerini ekledi ve bu ziyaretçilerin konaklayacakları ile ilgili birçok okul ve kamu binasının yanı sıra çadırların da hazırlandığını söyledi.

Hz. Hüseynın şehadetinin 40.günü Erbain söylenir ve Ehlineyti sevenler o gün kerbelada olmak için dünyanın dört küşesinden bu şehire akın ediyor ve en az 80 kilomtre yayan giderler .

Published in Rapor
Tagged under
Salı, 18 Kasım 2014 00:00

Kerbela ve Kuran

Hepimizin hayatında düşüncesinde iz bırakan ufkumuzu açan sözler vardır. İşte benim çok etkilendiğim bir çok şeye bakışımı değiştiren sözlerden biri Kays bin Sa’d’ın Sıffın’da Muaviye’nin asi ordusunun Amr Bin As’ın hilesi ile mızrakların uçlarına Kuran yaprakları takıp “Kuran aramızda hakem olsun” hilebazlığına karşı İmam Ali’nin ordusunu uyarmak için söylediği şu sözdür.

“Siz mızrak uçlarına takılan bu deri parçalarını Kuran’mı zannediyorsunuz? Kuran İmam Ali’nin kendisidir. Kuran Rebeze’de yatan Ebuzer’dir” sözüdür.

Bu söz öğrendikten sonra İmam Ali’nin “Ben konuşan bir Kuran’ım” sözü bende daha bir anlam kazandı. İmam Ali’ye Hz. Fatıma’ya, İmam Hüseyin’e bakarken yaşayan, konuşan ve yürüyen Kuran’lar görmeye başladım.

İmam Ali’nin konuşan bir Kuran olduğunu anlamayan harici kafası, yazılı metin olan Kuran’ı da hiç anlayamadı. Halbuki Allah Resulü size iki emanet bırakıyorum hadisi ile ümmetini uyarmıştı. Bu hadisin ister sünnetim, ister ehl-i beytim rivayetini alalım fark etmez mesaj aynıdır. Resulün sünneti ehl-i beytinden ayrı değildir çünkü. Bu hadis yazılı Kuran’ın yaşanan Kuranlarla anlaşılması gerektiğini ifade eder.

Kuran yaşanan bir hayattır. Onun için Kuran’da peygamber kıssaları bu kadar çok anlatılır. Bu bir anlamda ilahi mesajın peygamberlerin hayatları ile somutlaştırılmasıdır.

Kuran’ın doğru anlaşılması için yaşayan, konuşan ve yürüyen Kuran’ları tanımak ve okumak gerekir.

Vahyin ilk emri oku derken, vahyi, kainatı ve tarihi okumayı emreder. Kerbela hadisesi bu bilinçle ikra emrinin gereği olarak okunmalıdır. Eğer Kerbela bu bilinçle okunmazsa İmam Hüseyin’in şu sözünü doğru anlamak mümkün olmaz.

“Kanım akmadan ayakta kalmayacaksa ceddim Muhammed’in dini ey kılıçlar gelin parçalayın bedenimi.”

Kerbela’nın mesajı İmam Hüseyin’in bu sözünde gizlidir.

Zalim yönetimlerin zulümlerini İslam adına meşrulaştırmaya çalıştıkları ve Müslümanları Allah’ın adı ile aldatmaya çalıştıkları bir dönemde, İmam Hüseyin ümmet Allah adı ile aldatılmasın diye şehid oldu. Onun şahadeti Müslümanların İslam adına yapılan sapmalara karşı mücadelesine ışık oldu. İslam dini bugün büyük sapmalar yaşamadı ise imamın şahadetinin bereketidir.

Zalimler imamın şahadetinden sonra meşruiyet kazanamadılar. Ve Müslümanlar tarafından mahkum edildiler. İmam Hüseyin’in şahadeti zulüm düzenlerinin meşruiyet kazanmasını engelledi.

Bugün tarihteki ve günümüzdeki zulüm düzenleri biraz olsun sorgulanıyorsa bu Kebela’da İmam Hüseyin’in kıyamının, Kerbela’dan sonra Hz. Zeynep’in İmam’ın mesajını bayraklaştırmasından dolayıdır.

Hz. Zeynep Kufe’de ve Şam’da Yezid lanetlinin sarayında hakkı ve hakikati cesurca haykırmasa idi, belki İmam Hüseyin’in mesajı bizlere ulaşmayacak ve İmam Hüseyin ikinci kez öldürülmüş olacaktı. Belki de İmam için asıl ölüm bu olacaktı.

Bugün Şii’si ile Sünni’si ile bütün Müslümanlar İmam Hüseyin’in mesajına sahip çıkarak Krebela’nın zalimlerini, Yezid ve askerlerini lanetliyorlar.

Kerbela’da işlenen eşsiz zulüm ve İmam’ın zulme karşı direniş mesajı, Hz. Zeynep’in dilinden bütün Müslümanlara ulaştı ve zalimler yaptıkları zulmün altında ezildiler.

İmam Hüseyin’in mektebi bizlere bin kez zulme uğrasak ta bir kez zulmetmemeyi öğretti. Ve Zulmü meşrulaştırmamayı zalimlere karşı dik durmayı öğretti. Zulme alet olmaktansa ölmeyi ama öldürmemeyi öğretti.

İmam Hüseyin yürüyen bir Kuran’dı. Sıffın’da mızraklarının ucuna deri parçalarını takanlar, asıl Kuran’ı Kerbela’da mızraklarına takmışlardı. Kufe ve Şam sokaklarında mızrak ucunda gezdirilen İmam Hüseyin’in mübarek başı, deri parçalarından daha fazla Kuran ayetlerini haykırıyordu.

Kerbela’ya bu çerçeveden bakmak, İmam Hüseyin’in mesajını yürüyen bir Kuran’ı okur gibi okumak ve anlamak gerekiyor diye düşünüyorum.

Ramazan DEVECİ

Published in Münasibetler
Cumartesi, 01 Kasım 2014 00:00

AŞKIN MERKEZİ KERBELA

Yerle göğün madde ile mânanın birleştiği nokta Aşkın merkezi Kerbela’dır;

yaratılmış tüm varlık tek bir noktadır. Bu nokta İlahi Vahdaniyet’in Ehediyyet sıfatının tecelli ettiği (Ehed) birliğin ve tekliğin merkezidir. Bu merkez yaratanla yaratılmışın arasında yaşanan aşkın buluşma noktasıdır. Bu nedenle insan-ı kamil sevdiklerini maşukuna kurban ederek, O’nda fani olmasını ister. Bu fani oluş mümin kalplerde el ve ayak izi bırakarak yaratılmışlarla yaratan arasında köprü kurar ve Urvet’ülVuska’yı oluşturur. Bu ip yükselmenin, özgürlüğün ve hürriyetin ipi olur. Her kim buna sarılırsa aşkın merkezinde (EHED) diyerek fena-fillah olur; işte o zaman zaferin, kurtuluşun müjdesi verilir.(Vebeşşirilmüminin) Müminleri müjdele ya Muhammed (s.a.a)’ diye hakkın sesi gelir mümin gönüllere.

Evet! Kerbela; Temiz kalplerin cesur yüreklerin Mevlası‘yla birleştiği aşk ehlinin manevi merkezi, canlar cananıyla birleşmiş mâna dolu İlahi sofranın etrafında, cennet pazarlığı yapılıyor can, mal, evlat ve sevdikleri karşılığında. Satıcısı Huseyin (a.s) alıcı ise Allah; ne güzel bir muamele var bu sofranın etrafında. Melekler diz çökmüş ve hayret içinde seyrediyorlar yapılan anlaşmayı, fısıltı başlar meleklerin arasında, işte secde ettiğimiz nokta; bakmalıyız İmam Huseyn’in durduğu noktaya. Arştan bir nur var Huseyn’in(a.s) ayak bastığı yerde, yaratılmış bütün varlık ’Ya hu yamenlehu illa hu’ diyerek döner bu nur ekseninde. Şeytan kudurmuş saldırı yapmak ister mümin gönüllere. Boşuna uğraşma İblis! Aşıklar maşukuyla birleşmiş, girersen yanarsın baştan ayağa! Senin dostların karşı tarafta cehennemi yaşıyorlar seninle birlikte, ahirete gitmeden bu dünyada.

Ey asrın müslümanı!. Asrın aşk reçetesini sanada yazıyor Kur’an, oku, düşün, dinle, tefekkür et girmek için aşkın mektebine, kulak verecekmisin okunacak olan ayete, bu ayet aşıklar maşukuyla pazarlık yaptığı arşın arzla bağlantı yaptığı makamdır; şimdi iyice dinle:

‘’Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (bu) Allah’ın Tevrat’ta da, İncil’de de ve Kur’an da da üstlendiği gerçek bir vaattır. Verdiği sözde Allah’tan daha sadık kim olabilir. Müjdeler olsun size, işte en büyük mutluluk ve en büyük kurtuluş. (Bu alış verişi yapanlar, tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler,cihad edenler, rüku edenler, secde edenler iyiliği emredip kötülüklerden alı koyanlar ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır. O müminleri müjdele!.’’ 9/111-112

Oldukça önemli bir pazarlık var ayetin metninde; öyle bir pazarlık ki kanları donduruyor damarlarda. Alıcıdan bir ses geliyor ben müslümanım diyene, hele lebbeyk ya Huseyin diyenlere, vereceğim şey veya alacağım şey nedir diye sorarsan ayetin metnine, cevaben mal, can ve sevdiklerini vereceksin Allah yolunda, verilecek sana karşılığındaCennet-i Ala. Eğer hazırım dersen bu muameleye ayetin metni yeni bir şart koyar önüne. Önce tövbe et der tüm günahlarından, ta kul olasın Mevla’ya, kurtulasın nefsin ve şeytanın şerrinden. Kul olman için önce temiz olmalısın seni kirletmiş günahlardan, günahlardan arındırılmış bir insan olarak dur mevlanın huzurunda, ta aram bir kalple hamd edebilesin yüce yaratana. Zulme, şirke, küfre ve ikiyüzlü münafıklara karşı malla, canla ve sevdiklerinle birlikte cihad edeceksin Allah yolunda. Bu eylemin rüku ve secde halinde teslim olduğunu gösterecektir yüce Mevla’ya. Emribilmaruf nehyi anil münker yaparak davet edeceksin insanları yüce Mevla’ya. Allah’ın hudutlarını koruyacaksın diyor yüce Mevla sana, ta oturabilesin aşk mektebinin Kerbela’daki sofrasının kenarında. İyice dinliye bildikmi dostlar ayetin metnindeki var olan manayı, can, mal ve sevdiklerimiz isteniyor bizden; ta kayıt yaptırabilelim kıyam merkezi olan Kerbela’ya.

Kerbela: Cennetle cehennem arsında kurulmuş bir köprüdür ayırmak için hakla batılı. Hemde zalimle mazlumun çizgisidir Kerbela. İlahi aşkın merkezi olan Kerbela’da yakılan özgürlük meşalesi asrımızda yeniden beşeriyete sunmuştur Kerbela. Rengi değişmiş yüzü ve benzi sararmış olan mukaddes İslam’a yeniden hayat veren dökülmüş temiz aşk kanı 1979’da yaplan İslam Devrimi’yle tüm beşeriyete seslenerek kurtuluş reçetesinin sunmuştur. Bu sunuş özgürlüğün, bağımsız ve hür yaşamın davetçisi olmuştur mazlum ve sömürülmekte olan insanlara. Bu davet büyük yaralar açmıştır zalim ve sömürgeci müstekbirlerin sinesinde. Zira hayata yeniden dönüş yapmış mukaddes İslam dini Kerbela’nın aşk mektebinden almış olduğu ilhamla. Çünkü manaile madde ikisi bir arada, İlahi aşkı oluşturmuşlardır Kerbela’da. Madde ile mana ikisi eşit oranda birleşince bir insanda küfre ve zulme karşı devrimin çeğirdeklerini oluşturur dünyanın her noktasında, olur Kerbela yaşar Huseyn‘in (a.s) aşkını ayağını bastığı her noktada.Huseyin bir gönül meyvasıdır, onu lemsedince insan yaşar İlahi aşkı dünyanın neresinde olursa olsun farketmez ona, uzaklık, yakınlık maddi bir görüntüdür aşkın kalıbına sığmaz; zira aşk öyle bir şeydirki, durur insana insandan daha yakın bir mesafede.

İki aşk yaşanıyordu Kerbela’da; biri Ömer binSad’ın aşkıydı; yandıkça yakıyordu Sad’ın oğlunun ciğerini bir kor gibi Rey şehrinin valiliği. İblis ve insani şeytanlar fısıldıyorlar Ömer binSad’ın kulağına: Bitir bu işi yoksa gider Rey şehrinin valiliği elinden! Bir dünya hırsı ve valilik makamının aşkı yakıyor Ömer’i cehennem ateşinde. İşte buda bir aşktır salt bir madde insana hazırlar cehennemi hem dünyada hemde ahirette. Çünkü yer almış şeytanın safında; bütün programı hazırlanmıştı Şam’daki Yeşil Saray’da Yahudi lobisi tarafından, tarihe yazılmamış bir cinayetin işlenilmesi istenilmişti Ubeydullah bin Ziyad’tan. ‘Ya Huseyn İbni Ali huzurumda durup diz çökerek beyat edecek bana yada başı kesik bir tepsinin üzerinde sunulacak bana’. Yezid’in bu fermanı kavuşunca Ubeydullah’a ölümle sonuçlanması istenmişti yeşil saraydan. Ömer binSad kalmıştı iki taşın arasında. Bir yanda duruyor Peygamber  nuru diğer bir tarafta ise Rey şehrinin valiliği yakıyor Ömer bin Sad’ın yüreğini. Zira Yezid ferman yazmıştı Mercan’ın oğluna, ya Huseyin beyat edecek eğilecek huzurumda yada kafası getirilecek bana. Mercan’ın oğlu öper mektubu koyar başına, çağırtır Ömerbin Sad’ı huzuruna, seni vali tayin etmiştim vali olarak gidecektin Rey şehrine, ama Yezid bin Muaviye’den mektup gelmiştir bize, ya Huseyin bin Ali diz çöktürüp beyat edecek Yezid’e ya kafası götürülecek Şam’ın sarayına, bu işi yapacak cesur birisi yoktur senden başka aramızda, önce bunu yapacaksın sonra gideceksin Rey şehrinin valiliğine, yüzü kıpkırmızı olur itiraz etmek ister Mercan’ın oğluna, ama Ubeydullah bin Ziyad Rey şehrinin valiliğini koyar ortaya, ya Huseyn’in başı ya Rey şehrinin valiliği. Oldukca çetin bir imtahanla kalır karşı karşıya, ama Ömer bin Sad’ın kalbinin derinliğine taht kurmuş ve aşk haline dönmüş vali olma muhabbeti söker onun kalbinden imanını, boyun eğdirir Yezid’le Mercan’ın oğluna işte tarihin en kötü insanı olarak geçer tarihe!.

Diğer bir aşk daha vardır yaşar Kerbela’da. Huseyin (a.s) oturmuş çadırında sadece yardımcısı Allah ve Allah’la irtibat kurmuş yaranları var yanında. Manevi bir hava, misk gibi esiyordu Kerbela sahrasında, İlahi Kelimetullah uğruna canlar hazırlanmış kurban olmaya. İmam Huseyin (a.s) yiğitçe durmuştu küfrün ve zulmün karşısında yaranlarıyla birlikte. Çünkü öz Muhammed’i (s.a.a) dinin kaydını yaptıracaktı tarihe, bu bir çizgi olacaktı kıyamete kadar mümin ve muvvahid olan müslümanlara. Bu direniş ve kıyamıyla yeniden yol haritasını çiziyordu İmam Huseyin ceddi Muhammed (s.a.a) aşkına. Necis elleriyle el karıştırmıştı Ümeyye oğulları mukaddes İslam’a. Büyük bir mesuliyet ve sorumluluk düşmüştü İmam’ın boynuna, temizlenmesi gerekiyordu mukaddes İslam’ın, bunun için İmam kıyam etmişti Süfyan ordusuna, çünkü temiz bir din bırakması gerekiyordu gelecekteki nesillere.

Evet!. İmam Huseyin oluşturmuştu bir aşk merkezi, takvası zirvede, oturmuş yalvarıyor Mevla’sına Sidret’il Münteha’da, ya Rabb  bir yol haritası çizmek istiyorum senin rızana uygun, sevdiklerimimi istiyorsun vermeye hazırım yer ve gök ehli şahid olsun. Bütün varlığım sana kurban olsun yeterki ceddimin emanet ettiği din baki kalsın!.

Evet!. Kerbela’nın metninde varolan hakikat Hz. Muhammed’in(s.a.a) iki ağır emanet vardır. Bu iki emanetten biri Kur’an-ı Kerim diğeri ise Ehl-i Beyt’idir. Akıl sahibi ve düşünüp tefekkür etmesini bilen her imanlı insan bu iki emanetin yüklemiş olduğu mesuliyet ve sorumluluk bilincini idrak ederek onu korumayı en mukaddes görev bilir ve herşeyini onu korumak için feda etmeyi kendine vazife bilir. Bu İlahi görevin temeli dört ana sütun üzerinde bina edilir. Halis ve katkısız bir iman, sadakat, samimiyet ve takva. Bunlar şeytanın ve şeytan olan insanların şerrinden korur ve bunların insanın kalbine nüfuz etmelerine engel olur. İman; tam manasıyla kalbe oturmuş insanın iç dünyasında güven ve emniyeti sağlamış yaradılış nuruyla irtibat kurarak Mevla’sında fani olmaya kendini hazırlamış bir makamın gerçekleşmesidir. İmanın tezahüratı olan sadakat insanın söz ve işiyle inandığını kanıtlamasıdır. Samimiyet inandığı davasına sevdiklerini onun uğrunda vermesiyle kendini kanıtlamasıdır. Takva ise bunların insana kazandırdığı zirvede kendisine layık olmayan işleri yapmama kimliğidir. Bu dört ilkeye bağlı bulunan diğer ilkelerinde birleşmesiyle insan-ı kamil meydana gelir ve Kerbela mektebi oluşur. Böyle bir mektebin bir daha oluşması mümkün değildir dersen Allah’ın ayetine itiraz etmiş olursun. Zira Allah insanın gücünün yetmediği birşeyi ona yüklememiştir.  Emrettiği şey onun gücü dahilindedir. Böyle bir söylem imanın zaifiyeti ve düşmanın fısıltısıdır. Bu söylemlerin doğru olmadığını asrımızın büyük devrimcisi ve ümmet imamı İmam Humeyni (r.a) bu mektebi gerçekleştirerek dünya emperyalistlerini İslam‘ın önünde diz çökmeye davet etmiştir. Bugün günümüzde yapılmış İnkılab‘ı 35 yıldır korumakta olan İmamımız ve Rehberimiz Ayatullah‘ul Uzma Seyyid Ali Hameney’i (damet berakatuhu) yukarıdaki Huseyni mektebin ilkeleriyle batıla karşı izzetli direniş ve cesaretiyle güçlü bir devlet inşaaetmektedir. Müstekbir zalimler ve onların destekçileri olan sözüm ona müslümanlar istemeselerde Kerbela’nın aşk mektebi bütün azametiyle Yezidi mekteplere karşı kimliğini ve yol haritasını ortaya koymuştur.

Evet!.Mümin kalplere sahip olan yiğit gençlerimiz bulunduğu her coğrafya üzerinde kendisine emanet bırakılmış olan Kur’an ve Ehl-i Beyt’in korunması yaşama alınması ve yaşatılması için oluşturmuş olduğu Kerbela’yı aşkı yaşayarak yerine getirme iftiharını yaşamaktalar. Aşkın nurunu yakalamış o eksende hareket ederken üstün bir ahlak onurlu bir duruş sergiliyerek aşk mektebi olan Kerbela’yı temsil eder. İlim, hikmet ve marifetle hayatını şekillendirerek Huseyni mektebe kayıt yapma kimliğini kazanır. Kendi nefsinde ve ailesinde öylesinine İslam’ı yaşarki mensubu bulunduğu Ehl-i Beyt Mektebi’nin ziyneti olur. Mazlumun ırkı, milleti ve dini sorulmadan onun yanında yer alır ve zalim karşısında durur mazlumun hakkını zalimden alma mücadelesini verir. Laik ve seküler din anlayışıyla İslam Ümmeti’ni idare etmekte olan devlet ve hükümet adamlarına itaat etmez, onlara yardımda bulunmaz, onlara destek vermez ve laik sandıklarda oy kullanmaz. Zira seküler ve laik bir  yönetim şekline inanarak devlet yönetenler Allah’ın dinine karşı bayrak açmış zalimlerdirler. Zalime yardım etmek ve ona destek çıkmak bu ehveni şerdir ve diğerlerinden biraz daha iyidir diyerek menfaatını gözetleyenler o zalim ve laik idarecilerle  beraber huzuru hakka gelecekler.

Evet! Manevi aşkın, fedakarlık ve isarın, sadakat ve samimiyetin, itaat ve teslimiyetin, sevgi ve muhabbetin, kardeşlik ve dostluğun, cesaret ve yiğitliğin, mesuliyet ve sorumluluğun bilinç merkezi olan Kerbela Mektebi her asır ve zamanda kendi mensuplarına yukarıdaki ilkelerle donatılmış olmalarını ister. Çünkü ilahi emanet olan Kur’an ve Ehl-i Beyt ancak bunların kazanımını elde etmiş olanlar sahiplenebilir ve zalimlere, bu dini istismar edenlere, sembolik Şii inancını taşıyanlara karşı mücadele edebilmesi için yukarıdaki ilkelere sadık kalarak oluşturmuş olduğu Kur’an ve Ehl-i BeytMektebi ile karşı çıkma cesaretini elde etmiş olur. Aksi halde slogan ve gösterişten öteye gitmez!..

Aşura sadece bir matem günleri olarak hayata getirilmemelidir. Belki bu on günlük Kerbela’daki duruşun metninde var olan hakla batılın, imanla küfrün, zalimle mazlumun ayrımını yaparak Kur’an ve Ehl-i BeytMektebi‘nin çizgisini belirleme vardır. Bu metinden insanlara sunulmak istenen mesajise tüm asırlarda Muhammed’i (s.a.a) olan mümin ve muvvahidlerin yaşamış oldukları her asırda hakla batılın, imanla küfrün, zalimle mazlumun ayrımını yapmasını ister ve hakla beraber olarak batıla  ve zalimlere karşı mücadele vermesini ve asla taviz verilmemesinin mesajını sunar.

Evet!. İyice oku Kerbela’yı, in inebildiğin kadarı ile in Kerbela toprağına kulağını koy dinle bak ne tür sesler gelecektir kulağına. Mesuliyet ve sorumluluk çağırısı var sana, sahip çık sana emanet edilmiş Kur’an ve Ehl-i BeytMektebi‘ne. Bu senin imanın, namusun, şahsiyetin, kimliğindir hem dünyada ve hemde ahirette. Cihad aşkıyla yaşa, zulme ve laik idarelere karşı dur, geç İmam Hameney’in safına kurtuluş müjdesi gelecektir birgün sana. Kalbindeki imanına iyi sahip çık yaşa İmam‘ın aşkını ta seni kıyama kaldırsın bugünkü Yezidler‘e karşı, yoksa miskin miskin Huseyin Huseyin diye ağlarsın Huseyni’lerde hizmet edersin asrımızın Yezidlerine. Unutma birgün utanırsın İmam Huseyn’in (s.a) huzurunda. Öyle ise dikkat et ey dost İlahi Velayet‘e karşı mesuliyet ve sorumluluğunu vicdani bir muhasebe yaparak asrın Yezidleri karşısında ki duruşuna bak!.

Muhammed Avcı

Tagged under