کارگر

کارگر

Cumartesi, 24 Kasım 2018 16:20

İran'da e-vize Uygulaması Başladı

İran'da başlatılan uygulamayla, turistler daha kolay bir şekilde ülkeyi ziyaret edebilecek.

İran Kültürel Miras, El Sanatları ve Turizm Teşkilatı Başkanı Ali Asgar Munisan, İran'ı ziyaret edecek yabancı turistlerin pasaportuna artık etiket ve damga vurulmayacağını bildirdi. Yetkili, yabancı turistlerin hava alanlarında aldıkları elektronik vizeyle ülkeye giriş yapabileceklerini açıkladı.

Dün başlatılan yeni uygulamayla, İran'a seyahatlerin kolaylaşacağını ve idari işlemlerim hızlanacağını söyleyen Munisan, bu yöntemin turist sayısının artmasında büyük etkisinin olmasını umduğunu dile getirdi.

ABD Başkanı Donald Trump, daha önce çıkardığı yasayla aralarında İran'ın da bulunduğu bazı ülkelere seyahat eden turistler için ABD'ye girişte vize kısıtlamaları getirmişti.

Tahran yönetimin, yaptığı yeni hamleyle, İran'a gelecek turistlerin bu yöndeki kaygılarını hafifletmeği amaçladığını belirtiliyor.

Cumartesi, 24 Kasım 2018 16:04

Demir Kubbe yetmedi

 

Gazze’de İsrail ile HAMAS arasında yapılan ateşkes Savunma Bakanı Lieberman’ın istifası ile sonuçlandı. Bu gelişme ise bir hükümet krizine yol açtı. Netanyahu hâlihazırda iktidarını pekiştirecek 61 milletvekilini bulamıyor. Bilindiği gibi İsrail parlamentosunda (Knesset) toplam 120 milletvekili bulunuyor.

Erken seçim çağrılarına ise Netanyahu şimdilik olumlu bir yanıt vermiyor.

NİÇİN ATEŞKES OLDU?

Peki, ne oldu da savaş ve kandan beslenen İsrail ateşkese razı olmak zorunda kaldı? En kısa cevap, HAMAS’ın füzelerini engelleyen Demir Kubbe (Iron Dome) sisteminin yetersiz kalması ve İsrail vatandaşlarının evlerini tek etmesi! Tarafsız kaynaklara göre Hamas, 12 Ekim 2018’den bu yana 400 kadar füze/roket attı. İsrail bunların 100’ünü havada vurduğunu ileri sürüyor. 470 km. uzunluğunda ve 135 km. genişliğinde olan İsrail coğrafi konumu itibarıyla kısa menzilli füzelere karşı bile hassas bir durum arz ediyor. Önemli şehirler ve kritik tesisler sınıra yakın bölgelerde bulunuyor.

Füze Kalkanı ihtiyacını İsrail ilk kez 1991 yılındaki Birinci Körfez Harbi’nde hissetti. Irak, Rus yapımı SCUD-B füzelerini şehirlere attı. O dönemde kullanılan PATRIOT-2 sisteminin yetersiz olduğu ortaya çıktı. Mart 2000’de ARROW ve ARROW-2 sistemleri devreye sokuldu. Stratejik bir silahlanma programı olan ARROW-2 sistemi 3000 km. içindeki tehditleri kapsayabiliyordu. Ancak Hamas ve özellikle Hizbullah’ın kısa menzilli (6-210 km.) füze ve roket envanteri beklenmedik bir etki yarattı. İsrail-Hizbullah 2007 Lübnan savaşında Hizbullah, 13 Temmuz ile 13 Ağustos 2007 arasında İsrail’i 4230 kadar füze/roket ile hedef aldı. Ciddi bir etki yarattı. Böylece taktik bir füze kalkanı tesis edilmesi, İsrail açısından bir harekât ihtiyacı olarak ortaya çıktı.

DEMİR KUBBE NEDİR?

İşte bu nedenle İsrail Demir Kubbe taktik füze kalkanı sistemini kurdu ve 2011 yılında faaliyete geçirdi. Sistem, kısa menzilli (4-70 km.) füze, roket, havan ve top mermilerini havada imha etmek için dizayn edildi. Asgari tesir menzili 4 km. olan sistem, aynı zamanda uçak, helikopter ve insansız hava araçlarına karşı da kullanılabiliyor. Mobil olan her bir sistem 150 km. kare içinde koruma sağlayabiliyor. Sistem, tasarruf için boş arazilere düşmesi beklenen hedeflere yönelmiyor. İsrail’in hava savunma sistemlerinin bütünüyle ABD’nin yardım ve desteği ile tesis edildiğini de vurgulayalım.

İsrail Haziran 2018’den itibaren Demir Kubbe’yi ihraç etmeye başladı. Kanada, Azerbaycan ve Hindistan ilk alıcılar oldu. Güney Kore, Singapur, Suudi Arabistan ve ABD’nin de sistemle ilgilendiği ifade ediliyor. ABD, Irak ve Afganistan’daki üslerini korumak için Demir Kubbe’yi düşünüyor. İsrail sistemin yüzde 84 oranında başarılı olduğunu iddia ediyor ama bu Amerikalı uzmanlara göre hiç de gerçekçi gözükmüyor.

Hizbullah’ın roket envanterinin 130 bin kadar olduğu söyleniyor. Mevcut silahları ile Hizbullah’ın İsrail’in yüzde 75’inde etkili olabileceği tahmin ediliyor. İsrail’in resmi raporlarına göre 2005 yılında Hizbullah 3770 roket saldırısı gerçekleştirmiş ve 901 adedi İsrail şehirlerini vurmuştur.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Sınırlı yeteneklere sahip HAMAS karşısında İsrail’in ateşkese razı olması Demir Kubbe’nin daha büyük ve sistematik bir saldırı karşısında yetersiz kalacağını göstermektedir. On binlerle ifade edilen roket ve füzelerden, gözden çıkarılan bazıları sadece sistemin kapasitesini zorlamak ve yanıltmak için kullanılabilir. Aynı anda farklı yönlerden yapılacak ateşlemeler önemli bir etki yaratabilir. Bu alandaki teknik ve taktik ilerlemelerin sistemi daha da zora düşüreceği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede İsrail’in rakiplerinin sistemin zafiyetlerini ortaya çıkaracak arayışlar içinde olacağı, İsrail’in ise sistemi geliştirmek ve etki yüzdesini artırmak için çaba sarf edeceği anlaşılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki füze savunmasında yüzde yüz başarı bir ütopyadır. Genel hedef, olası hasarı en aza indirmektir.

Arkasına bir güç koymadığınız takdirde, diplomasi masasında söyledikleriniz rakibiniz için hoş bir sadâdır. Gazze’deki acımasız ve vahşi İsrail saldırılarına uluslararası toplum adı verilen ikiyüzlü menfaat topluluğu hiçbir çare bulamadı. ABD-İsrail ikilisinin hukuk tanımaz girişimlerini protesto bile edemedi! Trump ve damadı Jared Kushner Filistin’i kana boyamak için ellerinden geleni yaptı. Hatta Suudi Arabistan ve Mısır arkadan onları destekledi. Hayatın garip bir cilvesi olarak ateşkesi Hamas’ın füze ve roketleri sağladı. İsrail’i ciddi bir siyasi krizin içine soktu! Yalın gerçek budur. Bu ise İslam dünyasının en büyük ayıbıdır.

aydınlık

Cumartesi, 24 Kasım 2018 15:56

Karanlığa Doğan Nur: Muhammed (s.a.a)


Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. İster zengin olsun, ister fakir olsun...
 

 Peygamberin (s.a.a) Şefkati

Allah, merhamet ve şefkat duygusunu yarattıklarının en üstünü olan insanın fıtratına da koymuştur. İnsanlara şefkat ve merhamet duygusu en üst düzeyde Allah'ın hidayet rehberi olarak gönderdiği peygamberlerde bulunur. Allah'ın kalplerine yerleştirdiği bu şefkat duygusuyla peygamberler bütün gayretlerini ümmetinin kurtuluşu yolunda sarf etmişlerdir. Ümmetine sevgi ve şefkat konusunda en fazla öne çıkan Allah elçisi ise şüphesiz son peygamber olarak görevlendirilen ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'dir (s.a.a). Her güzel haslet ve ahlâkta olduğu gibi Allah Resulü (s.a.a) sevgi ve şefkatte de zirve şahsiyettir. Şefkat ve sevgi, Peygamberimizin toplumsal yaşantısında çok önemli bir yere sahipti. Peygamberin (s.a.a) sevgi ve şefkat eksenli örnek yaşantısı, toplumun ıslahı ve gayrimüslimlerle iyi geçinip huzurlu bir ortam oluşturmasına neden olmuştur. Zira bunun aksi olsaydı Allah Resulü (s.a.a) kesinlikle insanların hidayetinde ve risaletinin kitlelere yayılmasında bu kadar başarılı olamazdı. Yüce Allah, Peygamberin (s.a.a) şefkat ve güzel ahlakını Âl-i İmran 159'da şöyle övmüştür:

"Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." [1]

Allah Resulü (s.a.) müminler için her hususta rehber olduğu gibi, diğer din mensuplarıyla diyalogda da bizim kılavuzumuzdur. Diğer din mensuplarına karşı, bir insan olmaları itibarıyla hep sevgi ve hoşgörü ile muamelede bulunan Allah Resulünün (s.a.a) hayatı, baştan sona hep af ve müsamaha eksenlidir. Hoşgörünün ve affın kaynağı, dinimizin de kaynağı Kuran olduğu ve bu düşünce coşkun bir ırmak halinde Kuran'ın açıklayıcısı Resulullah'tan (s.a.a) akıp geldiği için biz Müslümanların bu konuda farklı düşünmesi mümkün değildir. Zira tersi bir düşünce, Kuran'ı ve Resulullah'ın (s.a.a) şahsiyetini ve amaçlarını tanımama demektir. Bu açıdan hoşgörü ve diyalog, kaynakları itibarıyla Kuran ve Sünnete dayandığından Müslüman'ın doğal ahlâkıdır ve bu itibarla da kalıcıdır.
O en engin müsamaha insanı, Medine'de ehli kitapla iç içe yaşamış, hatta "Müslüman'ım" dedikleri halde sürekli nifak çıkaran, hemen her yerde temiz vicdanları birbiriyle vuruşturmaya çalışan bozgun ruhlarla bile anlaşma noktaları bulmuş ve onları hoşgörüyle bağrına basmıştır.  O kadar engin bir şefkat ve merhameti vardı ki hatta yeminli Kureyş müşriklerini de kapsamıştır. O müşrikler ki Peygamberimize olmadık fiziki ve ruhi işkenceler yapıyor; yoluna diken döküyor, çocukların eline taş verip hazreti taşlatıyorlardı. Bununla da yetinmeyip ona iman edenleri yakıcı sıcak kumlar üzerine yatırarak işkence ediyorlardı.

Allah Resulü (s.a.a) onca sıkıntı ve zorluklardan sonra zorla çıkarıldığı doğum yeri ve vatanına galip olarak dönüyor. Kazandığı iktidara ve kendisine yapılan sayısız haksızlıklara rağmen Peygamberimizin (s.a.a) şefkat ve merhametinin Mekke fethinde zirve yaptığına tanık oluyoruz.

Şefkat ve merhamet Peygamberi (s.a.a) Mekke fethinde ashabından birinin bayrağı eline alıp "Bu gün intikam günüdür, bu gün şahsiyetlerin rezil olacağı gündür." sözlerini duyduğunda bayrağı elinden alarak "Bu gün merhamet ve şefkat günüdür" diyor. Ardından Kâbe etrafında toplanan ve korkulu gözlerle kendisine bakan Mekkelilere "Ben size Yusuf Peygamberin kardeşlerine dediğini diyorum: Geçmişte olanların hesabı sorulmayacak, hepiniz serbestsiniz" [2] buyuruyor.


Allah Resulü (s.a.a) bu güzel davranışıyla her türlü ifrat, tefritin ve intikam duygularının önüne geçti. Rahmet ve sevgi dini İslam'ın şefkat ve merhamet dolu Peygamberini kabalıkla itham eden vicdanların bu konuları okumalarını, adalet ve hakka uygun insani kararlar vermelerini umuyoruz.

Peygamberin (s.a.a) getirdiği dininin kılıç ve kaba güce dayalı olduğunu iddia edenlere diyoruz ki : "sizler ya Peygamberi (s.a.a) tanıyamamışsınız ya da kin ve nefret duygularınız gözlerinizi kör etmiştir." O yüce şahsiyetin şefkat ve rahmetinin, gazap ve öfkesinin önüne geçtiğine bundan daha canlı bir örnek olabilir mi? O yüce insan (s.a.a) kin ve intikamı kenara ittiği gibi dostlarına ve izleyicilerine de daima şefkat ve merhametle hareket etmelerini öğütlemiştir.

Peygamberin (s.a.a) Güzel Ahlakı

Allah Resulünün risaletinin üzerinden çok geçmeden, dört bir yanda davetinin sesleri duyulmaya başladı. İslami davet, Arap topraklarından tüm dünyaya ulaştı. Dünyanın her yerinden gruplar ve kabileler İslam'ın merkezi Medine'ye gelip özgürce İslam'ı araştırabiliyor ve Peygamberle görüştükten sonra da güven içinde beldelerine dönebiliyorlardı. Gelenler arasında özgür iradeleriyle İslam'ı seçip benimseyenlerde oluyordu inkâr edenlerde. Peygamberimiz (s.a.a) uzak ve yakından gelen gayrimüslim misafirleri saygıyla karşılıyor, evinde ağırlıyor ve onlara ikramda bulunuyordu. Bazen kendisiyle görüşmeye gelen Hıristiyan misafirler için kendi cübbesini yere serip onları üzerine oturturdu. İran ve Rum imparatorlarına mektuplar yazıp onları hakka davet eder ve onlardan din tebligatına engel çıkarmamalarını isterdi.

Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) insanların özgürce tarafsız araştırmalar yaparak diledikleri inancı kabullenme ortamını oluşturmak için azami gayret sarf ederdi. İnsanlardan hakkı delil ve kanıtlarıyla gördüklerinde hiç tereddüt ve korkuya kapılmadan özgürce hak dine tabi olup hidayet olmalarını istiyordu. İnsanların özgür iradesini elinden alıp onlara engel olanlarla mücadele etmek hazretin üstlendiği en önemli misyonlardandı. Hakikatte Peygamber (s.a.a) her zaman "düşünce ve inanç özgürlüğünün" mücadelesini vermiştir.

Kendi dönemindeki padişahlar ve yöneticilere yazdığı mektuplarında da hiçbir zaman onlardan hükümet ve saltanatlarını İslam hükümetine teslim etmelerini istememiştir. Aksine İslamiyet'i kabul edecekleri takdirde saltanat ve hâkim oldukları topraklarda kalacaklarına dair teminat vermiş ve hak daveti kabul etmeyip batıl yolda ayak diretmeleri durumunda ise kıyamet gününün azap ve belasına yakalanacaklarını bildirmiştir. Dikkat edilirse Resul-i Ekrem (s.a.a) hiçbir zaman Müslüman olmayanları dünya azap ve belalarıyla korkutmamıştır. Örneğin Peygamberimiz (s.a.a) İran Padişahı ve Kayser Rum'una yazdığı mektubunda şöyle buyuruyor:

"Eğer bu hak daveti kabul etmezseniz Mecus ve Kayser Rum halkının günahlarını omuzlanmış olursunuz. Sizin hakkı kabul etmeyişiniz onları özgür iradelerinden ve İslamiyet'i seçmelerinden mahrum bırakmanız demektir."

Peygamberin (s.a.a) sireti Kuran'dan alınmıştır, dolayısıyla Peygamberimizin (s.a.a) siretinde tüm inanç mensuplarına özgürce yaşama hakkı verilmiştir. Peygamberimiz gayrimüslimlerle ilişki ve diyaloglarında onlardan hiçbir etki altında kalmadan özgürce seçim yapmalarını istiyordu. Hiçbir zaman İslamiyet'i zorla kimseye kabul ettirmemiştir.

Necran Hristiyanları Medine'ye gelip kendisiyle görüştüklerinde din ve İslam'ı kabul etmeleri konusunda onları hiçbir şekilde zorlamamış aksine kendi ibadetlerini rahatça yapabilmeleri için onlara özel bir yer tahsis etmiştir.
Peygamberimizin (s.a.a) güzel ahlakı, şefkatli ve sıcak davranışı, taraftan başka din ve inançlara mensup kimselerin Medine'ye hicretini sağlamıştır. Tarihi kaynaklar, Medine'nin, Habeşistan, Himira ve daha birçok farklı bölgelerden gelen kırk ayrı gruba ev sahipliği yaptığını yazar.

Acaba hangi din ve inançta şefkat ve merhamet duygularının böylesine kabarık ve dorukta olduğu görülmüştür? Sevgiye, şefkate ve merhamete her şeyden daha çok değer veren ve kalbi insan sevgisiyle dolup taşan sevgi Peygamberinin dini ve inancını zorbalığa ve kılıca dayalı bir inanç olarak tanıtmak insafsızlık değil midir?

Peygamberin (s.a.a) Örnek Adaleti

Allah Kuran'da müminlere "Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp tutkularınıza uymayın" [3] şeklinde buyurmaktadır. Peygamberimiz (s.a.a), hem Müslümanlar arasında verdiği hükümler, hem diğer din, dil, ırk ve kavimlerden olan kişilere karşı adil ve şefkatli tutumu, hem de Allah'ın ayetinde bildirdiği gibi zengin-fakir ayırmaksızın herkese eşit davranmasıyla tüm insanlar için çok büyük bir örnektir.

Allah bir ayetinde Resulüne (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

"Onlar, yalana kulak tutanlardır, haram yiyicilerdir. Sana gelirlerse aralarında hükmet veya onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirecek olursan, sana hiçbir şeyle kesin olarak zarar veremezler. Aralarında hükmedersen adaletle hükmet. Şüphesiz, Allah, adaletle hüküm yürütenleri sever." [4]

Peygamberimiz (s.a.a) böylesine zorlu bir kavmin içinde dahi, Allah'ın emrine uymuş ve hiçbir zaman adaletten taviz vermemiştir. Daima "Rabbim adaletle davranmayı emretti." [5] Diyerek her devirde tüm insanlara örnek olmuştur.

Hz. Muhammed'in (s.a.a) peygamberliği süresince adil tutumuna örnek teşkil eden birçok olay yaşanmıştır. Peygamberimizin (s.a.a) yaşadığı coğrafyada çok çeşitli din, dil, ırk ve kabileden insan bir arada yaşıyordu. Bu toplulukların bir arada huzur ve güven içinde yaşamaları, aralarına nifak sokmaya çalışanların etkisiz bırakılmaları çok zordu. En küçük bir sözden veya tavırdan hemen bir grup diğerine karşı öfkelenip saldırabiliyordu. Ancak Peygamberimizin adaleti, Müslümanlar için olduğu kadar bu topluluklar için de bir huzur ve güvence kaynağı olmuştur. Sadrı İslam'da Arabistan Yarımadasında Hıristiyan, Musevi, putperest, ayırt etmeksizin herkese adil davranılmıştır. Peygamberimiz, Allah'ın "Dinde zorlama yoktur." [6] ayetine uyarak, herkese hak dini anlatmış ancak seçimlerini yapmak konusunda serbest bırakmıştır.

Allah, Peygamberimize (s.a.a) bir başka ayetinde de, farklı dinlerden insanlara karşı nasıl bir adalet ve uzlaşma içinde olması gerektiğini şöyle bildirmiştir:

"Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emir olunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların istek ve tutkularına uyma. Ve de ki: Allah'ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adaletli davranmakla emir olundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle aranızda 'deliller getirerek tartışma yoktur. Allah bizi bir araya getirip toplayacaktır. Dönüş O'nadır." [7]

Peygamberimizin (s.a.a) Kuran ahlakına uyarak gösterdiği bu güzel tavrı, bugün farklı dinlerden insanların birbirlerine karşı tutumları konusunda örnek olmalıdır.

Peygamberimizin (s.a.a) adaleti, farklı ırklardan insanlar arasında da uzlaşma sağlamıştır. Peygamberimiz (s.a.a) birçok konuşmasında, hatta Veda Hutbesinde de ırklara göre bir üstünlük olamayacağını, Allah'ın ayetinde haber verdiği gibi "üstünlüğün takvaya göre olacağını" bildirmiştir. Ayette şöyle geçer:

"Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır." [8]

Peygamberimiz (s.a.a) ise iki ayrı hadisinde şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Âdem ise topraktan yaratılmıştır. İnsanlar muhakkak ve muhakkak ırklarıyla övünmeyi bırakmalılar."

"Sizin şu soyunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar)! Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine müsavi buğday taneleri gibisiniz. Hâlbuki hiç kimsenin kimseye din ve takva müstesna üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter."

Peygamberimiz (s.a.a) Veda Hutbesinde de Müslümanlara şöyle seslenmişti:

"Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır."

Arap Yarımadasının güney kısmındaki Hıristiyan Necran halkı ile yapılan bir antlaşmada Peygamber Efendimizin adaletine çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu antlaşmanın maddelerinden biri şöyledir:

"Necranlıların ve beraberindekilerin canları, malları, dinleri varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları her şey Allah'ın ve Allah'ın Peygamberinin güvencesi (himayesi) altına alınacaktır."

Peygamberimizin (s.a.a) Hıristiyan, Musevi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası da önemli bir adalet örneğidir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Sözleşmesinin en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır. Bu konu ile ilgili madde şöyledir: "Benî Avf Musevileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Musevilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir."

Medine Sözleşmesinin 16. maddesinde ise, "Bize tabi olan Museviler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır" diye bildirilmiştir.

Peygamberimizden (s.a.a) sonra da seçkin sahabeleri onun (s.a.a) antlaşmaya koydurduğu bu hükme sadık kalmışlar ve aynı hükmü Berberi, Budist, Brahman ve benzeri inançlara sahip kişiler için de uygulamışlardır.

Sadr-ı İslam döneminin barış, huzur ve güvenlik içinde geçmesinin en önemli nedenlerinden biri, Kuran ahlakına uyan Peygamberimizin (s.a.a) adaletli tutumudur. Peygamberimizin (s.a.a) adaleti, Müslüman olmayan kişilerde de bir güven duygusu uyandırmıştır ve müşriklerden dahi Peygamberimizin himayesi altına girmek isteyenler olmuştur. Allah, Kuran'da, müşriklerin bu taleplerini bildirmiş ve aynı zamanda Peygamberimize (s.a.a) bu kişilere karşı nasıl davranması gerektiğini de vahiy etmiştir:

"Eğer müşriklerden biri, senden aman (himaye) isterse, ona aman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır'. Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever." [9]

Günümüzde de, dünyanın dört bir yanında meydana gelen çatışmaların, kavgaların, huzursuzlukların tek çözümü Kuran ahlakına uymak ve Peygamberimiz (s.a.a) gibi din, dil veya ırk ayrımı gözetmeksizin, adaletten hiçbir zaman ayrılmamaktır.

ehlader

Kaynaklar

[1]-Âl-i İmran, 159
[2]-Tarih-i Taberî, c.3, s.56
[3]-Nisa, 135
[4]-Maide, 42
[5]-Âraf, 29
[6]-Bakara, 256
[7]-Şura, 15
[8]-Hucurat, 13
[9]-Tevbe, 6-7

Cumartesi, 24 Kasım 2018 15:50

Cehennemden Bir Haber

 İmam Sadık (a.s)’dan şöyle nakledilmiştir:

Hz. İsa (a.s) havarileriyle (ashabıyla) seyahat ediyordu, halkı yol ve evlerinde ölen bir köye yetiştiler.

 Hz. İsa, köy halkının bu durumunu görünce şöyle dedi:

“Bunlar, kendi ecelleriyle ölmemişlerdir, kesinlikle İlahi gazaba uğramışlardır, eğer böyle olmamış olsaydı, birbirlerini defnederlerdi.”

Havariler; “Keşke bunların durumunun neden ibaret olduğunu bir bilseydik” dediler.

Allah tarafından Hz. İsa’ya şöyle hitap edildi:

“Ey İsa! Ölüleri sesle! Onlardan biri senin cevabını verecektir.”

Hz. İsa bu vahiy üzerine; “Ey köy halkı!” diye onlara seslendi.

Onlardan biri, “Ey Ruhullah! Ne diyorsun?”dedi.

Hz. İsa, “Durumunuz nasıldır, neden bu hale düştünüz?”diye sordu.

Ölü, “Biz sabahleyin esenlikle uykudan kalktık, fakat akşamleyin hepimiz Haviye’ye düştük.”

Hz. İsa, “Haviye nedir?”dedi.

Ölü, “Dağları içinde dalga vuran ateşten bir denizdir.”dedi.

Hz. İsa, “Neden bu azaba düçar oldunuz?”diye sordu.

Ölü, “Dünya sevgisi ve tağutlara itaat etmek bizi bu hale soktu.”dedi.

Hz. İsa, “Ne kadar dünyaya gönül bağladınız?”dedi.

Ölü, “Süt emen çocuğun annesinin göğsüne gönül bağladığı gibi! Dünya bize yönelince seviniyorduk, bizden yüz çevirdiğinde ise gamlı oluyorduk.”dedi.

Hz. İsa, “Tağutlara ne kadar itaat ediyordunuz?”diye sordu.

Ölü, “Her ne diyorlardıysa itaat ediyorduk.”dedi.

Hz. İsa, “Neden ölüler arasından sadece sen benim cevabımı verdin?”dedi.

Ölü, “Onların ağzına ateşten bir gem vurulmuştur, sert ve haşin melekler onların başı üzerine dikilmiştir. Ben dünyada onların arasında idim, fakat onlardan değildim. Allah’ın azabı onları kapsadığında beni de kapsadı. Şimdi bir kıl ile cehennemin kenarına asılmışım, ateşe düşeceğimden korkuyorum!”

Hz. İsa (a.s) ashabına dönüp; “Çöplükte yatarak arpa ekmeği yemek, din salim kaldığı takdirde insan için daha hayırlıdır.” buyurdular.

Bihar’ul-Envar, c. 14, s. 322.

Cuma, 16 Kasım 2018 11:56

Satılık ülke: Filistin

Son dönemlerde geleneksel Arap politikalarında çok önemli kırılmalara tanık oluyoruz. Başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri olmak üzere birçok Arap ülkesi İsrail politikalarında ikiyüzlü davranıyor.

Son dönemlerde geleneksel Arap politikalarında çok önemli kırılmalara tanık oluyoruz. Başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri olmak üzere birçok Arap ülkesi İsrail politikalarında ikiyüzlü davranıyor. Bir yandan İsrail ile diplomatik ilişki kurmadıklarını söylerken, diğer yandan bu ülke ile Filistin aleyhine özel ve gizli görüşmeler yapıyor. Arap dünyasında ihanet rüzgârları çok sert esiyor.

NETANYAHU VE MOSSAD UMMAN’DA!
Ekim 2018’de İsrail Başbakanı Netanyahu, MOSSAD Başkanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı ile birlikte Sultan Kâbus bin Sait’in daveti üzerine Umman’ı ziyaret etti. Yayımlanan ortak bildiride, işbirliğinin Ortadoğu’da barış ve istikrara katkı sağlayacağı vurgulandı. Netanyahu, “Tarih yazıyoruz. Hiçbir dönemde Arap ülkeleri ile bu kadar güzel ilişkilerimiz olmadı!” dedi. Ayrıca bu ziyaret kapsamında İsrail’i Körfez ülkelerine bağlayacak bir demiryolu projesinin de masada olduğu iddia edildi. Doğal olarak bu ziyaret İran tarafından sert tepki ile karşılandı.

BAE VE BAYREYN’DE İSRAİL
İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miri Regev, aynı ay içinde bir spor faaliyeti bahanesiyle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE)’ni ziyaret etti. Bu faaliyette bilgi ve iletişim güvenliği konuları da görüşüldü. Haaretz gazetesine göre, Temmuz 2018’de bir İsrail heyeti Bahreyn’i ziyaret etti. İlişkileri normalleştirmek için gizli görüşmeler yapıldı. Zaten Bahreyn Dışişleri Bakanı’nın, İsrail’in Suriye’deki İran hedeflerini vurması üzerine verdiği, “İsrail kendini savunma hakkına sahiptir!” demeci her şeyi açıklıyor… Daha önce de Bahreyn Kralı Hamad bin İsa el-Halife, ABD’de yaptığı bir açıklamada, “İsrail’e yönelik boykottan bıktıklarını” söylemiş ve  “Arap ülkelerinin İsrail ile diplomatik ilişki kurmasını” savunmuştu.

SUUDİ, MISIR NEREYE?
Filistin’i Arap dünyasından koparma ve yalnızlığa itme çabalarında Suudi Arabistan ve Veliaht Prens Muhammet bin Selman koçbaşı görevini üstlendi. The Atlantic’e verdiği demecinde baklayı ağzından çıkardı: “İsrail’le ortak çıkarlarımız bulunuyor! İsrail’in kendini savunma hakkına saygı duymalıyız. Ortadoğu’da şeytani ülkeler ile ılımlı ülkeler var.” Veliaht Prens’in hem İsrail’de hem de kendi ülkesinde İsrail ile çok sayıda özel ve gizli görüşmeler yaptığı biliniyor. Muhammet bin Selman’ı MOSSAD ve CIA’nın yönlendirdiğine inanılıyor.
Veliaht Prens’in ABD ve İsrail’in önünü açan Filistin karşıtı politikalarında en büyük destekçisi Mısır Devlet Başkanı Sisi! Sisi, beklenmedik bir şekilde Arap dünyasının lider ülkesi Mısır’ı bütünüyle ABD ve İsrail ile uyumlu hale getirdi. Attığı her adımda ABD ve İsrail çıkarlarını gözetti. İsrail ile gizli ve özel toplantılar yaptı. İşi öyle bir boyuta getirdi ki Sina yarımadasında Filistin devleti için toprak verilmesi konusu İsrail basınında çarşaf çarşaf yer buldu. Diğer bir ifade ile İsrail için kendi topraklarını bile masaya yatırdı.
Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve elçiliğini bu şehre taşıması nedeniyle Filistin, ABD ile olan diplomatik ilişkilerine son verdi. Trump, misilleme olarak Filistinli mültecilere yapılan yardımı kesti ve Washington’daki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) temsilciliğini kapattı. ABD’nin attığı bu adımlar dünyadaki bütün Müslümanları yaralamasına rağmen, S. Arabistan, Mısır ve Körfez ülkeleri İsrail’i rahatlatan politikalar izledi.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Tarihte ilk kez Arap ülkeleri kısa dönemli çıkarlarını gözeterek, ABD’nin baskı ve şantaj politikaları ile İsrail’e yaklaştı. Filistin davasına ihanet eden bu ülkeler, Müslümanlar için kutsal nitelik taşıyan Kudüs’ün İsrail’in denetimi altına girmesini sağlayacak sürecin önünü açtı. ABD ve İsrail; S. Arabistan, Mısır, Ürdün ve Körfez ülkelerini Arap NATO’su kurmak için yönlendiriyor. Bu kapsamda 12 Eylül 2018’de Kuveyt’te yapılan toplantıya Arap ülkelerinin Genelkurmay Başkanları ve ABD Merkezi Kuvvetler Komutanı katıldı. Arap NATO’sunun amacı, İran’a karşı geniş bir cephe oluşturarak çatışmaları körüklemek ve Ortadoğu’yu kan gölüne çevirmek! Tabii ki, Müslüman dünyası ile bağları koparılmak istenen Türkiye de Arap NATO’sunun hedefleri arasında! ABD ve İsrail, Müslüman ülkeleri birbirlerine boğazlatarak, bölgede mutlak bir hâkimiyet kurmak istiyor. Böyle bir sürecin ilk kurbanları Arap NATO’suna dâhil olan ülkeler olacak! Ama neticede bunu görebilmek asgari bir bilinç gerektirir.Arap ülkelerinin işbirlikçi yöneticileri her geçen gün kendi halklarından da uzaklaşıyor…
Filistin dramına en büyük desteği veren iki ülke Türkiye ve İran’dır. İkisi de tarihin derinliklerinden gelen köklü devletlerdir. Arap ihanetini bu iki ülke dengelemekte,ABD ve İsrail’e karşı Filistin davasında ciddi bir direnç mevzi oluşturmaktadır.


Amiral Soner Polat

 

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Sputnik’e yaptığı açıklamada “Yakın zamanda Türkiye ile Suriye arasında 6 görüşme oldu. En önemlisi de Tahran’daki bu görüşmeler Tayyip Erdoğan yönetiminin talebi üzerine oldu. Türkiye kaynaklarından öğrendik. Kimsenin tekzip etme ihtimali yok” dedi.

Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Sputnik’e yaptığı açıklamada “Yakın zamanda Türkiye ile Suriye arasında 6 görüşme oldu. En önemlisi de Tahran’daki bu görüşmeler Tayyip Erdoğan yönetiminin talebi üzerine oldu. Türkiye kaynaklarından öğrendik. Kimsenin tekzip etme ihtimali yok” dedi.

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Türkiye ve Suriye yetkililerinin İran'ın başkenti Tahran'da yakın zamanda altı görüşme gerçekleştirdiklerini açıkladı. Sputnik'e verdiği demeçte Perinçek "Şimdi burada çok önemli ve dünyanın bilmediği bir haberi, Sputnik'ten bütün dünya kamuoyuna açıklamış olayım. Türkiye ile Suriye arasında Tahran'da 6 tane görüşme oldu. Bu görüşmeler, çok yakın bir zamanda gerçekleşti. Bunu biz Türkiye kaynaklarından öğrenmiş bulunuyoruz. Bu altı görüşme doğrudan doğruya Türkiye ile Suriye hükümetlerinin temsilcileri arasında oldu" diye konuştu.

‘GÖRÜŞMELER İÇİN İNİSİYATİF TÜRK HÜKÜMETİNDEN GELDİ'

Görüşmelerin Türk hükümetinin talebiyle gerçekleştiğine işaret eden Perinçek "En önemli ayrıntı ise görüşmelerin, Tayyip Erdoğan yönetiminin talebi üzerine olması. İnisiyatif, Türkiye hükümetinden geliyor. Tahran'da Türkiye ve Suriye hükümeti temsilcileri belki de iki ülkenin istihbarat yöneticileri de olabilir, kimler olduğunu bilmiyoruz ancak bunu Türkiye kaynaklarından kesin olarak öğrenmiş bulunuyoruz. Hiç kimsenin de tekzip etme ihtimali yok. Çünkü görüşmeler oldu ve devam edecek. Askerler de işbirliği yapıyor, onu söyleyeyim. Suriye'deki harekatlarda Türk ordusuyla Suriye Devleti ordusu arasında belli haberleşmeler ve işbirlikleri var" ifadelerini kullandı.

‘ASTANA ÜÇLÜSÜ DURUMA HAKİM, ÜÇLÜNÜN İSTEMEDİĞİ GELİŞMELER BÖLGEYE DAYATILAMAYACAK'

Suriye'yle işbirliği yapmasının Türkiye'nin Rusya, İran'la, Çin'le olan işbirliğini de güçlendireceğine işaret eden Perinçek "Güveniyoruz, Amerika yenilmiştir. Yani inisiyatif tamamen Batı Asya ülkelerinin eline geçmiştir. Astana üçlüsü duruma hakimdir ve o üçlünün istemediği gelişmeler hiçbir şekilde Akdeniz'de, Batı Asya'da bölge ülkelerine dayatılamayacaktır" diye ekledi.
 

 

 Ray el-Yevm gazetesi, ''İsrail yalnızca kaba kuvvet dilini anlıyor ve Filistin direnişçileri de bu dili çok iyi biliyor'' diye yazdı. 

Ünlü analist, yazar ve Ray el-Yevm gazetesi editörü Abdulbari Atvan: “Filistin halkının ve Gazze sakinlerinin, bu zaferi kutlamakta ve camilerinde tekbir söyleyemekte haklarıdırlar, çünkü eğer dik durmasalar ve direnmeselerdi, Siyonist rejimin asi Başbakanı Binyamin Netanyahu, ateşkesi asla kabul etmez ve Gazze'yi karadan, denizden ve havadan bombalamaya devam ederdi.''

Atvan: "İsrailliler sadece kaba kuvvet dilini anlıyorlar ve hem Gazze'de hem de Batı Şeria'da direnişin adamları bu dili çok iyi biliyor ve bütün göstergeler bunun adil olduğunu ve diğer tüm dillerin terk edildiğini gösteriyor"

Atvan, Netanyahu'nun Gazze Şeridi'ne yapılan saldırının sarsıcı ve yerleşimcilere ve askeri kuvvetlere birçok can kaybına sebep olan cevaplarsız kalmayacağını anladığını belirterek, yazısına şöyle devam etti: ''O, özel bir ekibi Gazze Şeridi'nin komutanlarını kaçırmak ya da suikast için gönderdi ancak öyle bir duruma düştüler ki bundan nasıl kurtulacağını bilmiyolardı ve eğer şiddetli bombardıman olmasaydı ve helikopterler bu terörist grubu kurtarmak için şehre girmeseydi, hepsi öldürülecekti.''

Ray el-Yevm gazetesi editörü; ''Gazze savaşı bu kez kısa sürdü, çünkü Netanyahu ve İsrail güvenlik kabini ciddi maddi ve insani kayıplara maruz kalacaklarını ve gelecekte yapılacak parlamento seçimlerinde mağlup olacaklarını biliyorlardı ve zelil Arap dostları da zarar görecekti. Sonuç olarak, Mısır kalkanını hasarı azaltmak için kullanıldı, ancak bu durum uzun sürmeyecek.''

Aldulbari Atvan yazısına şöyle devam ediyor: ''Direniş yiğitleri tarafından tanımlanan yeni denklem savaşta yeni bir kavram yarattı ve Gazze çevresindeki Siyonist yerleşimlerde kesin ve güçlü füzeleri savunmaktan utanıyorlardı.

Gazze'den günde 400 füze gönderilerek İsraillilere daha önce hiç görülmemiş bir zarara neden oldular, tehlike sirenlerini çaldılar ve sığınak kapıları yüz binlerce korkak Siyoniste açıldı.

Kim zorba ve asi tarafın böyle bir hızla değişeceğini düşünürdü; Bu direniş eksenidir ki bütün boyun eğen eksenleri süpürecektir.

Netanyahu, Gazze Şeridi'nden direnişin ateşlediği roketlerin artık bir oyun olmadığını, Tel Aviv, Nehariya, Esdud, El-Mecdel, Safed ve Siyonistlerin işgal ettiği ve yer değiştirdiği tüm şehirleri tehdit eden bir silah olduğunu bilmelidir.

O bilmelidir ki, bu füzeleri yapan bilgeliğin, su ve elektrik kesintisini, haklarının engellenmesini ve kuşatmayı hak etmiyor.

Direniş bu savaşta da kazandı ve kesin bir zafer olduğuna inanıyorlar. Öyle ki, arkalarında azimli ve ülkesi için can verecek mücahit bir milletin var olmasına güveniyorlar ve biliyorlar ki bu dönemde Arapların arkasında ikisi dışında başka bir şey yok.

El-Aksa televizyonu, binanın bombardımanın ve yıkılmasından birkaç dakika sonra yayına devam ediyor ve bu, her bir olasılık için hazır olduklarının, alternatif ve geleceğe dair kesin bir planlarının olduğunu ve güçlü televizyon ağının oluşmuş olduğu anlamına gelir ki bu da İsraillilerin uykularını kaçırdı.

Bu zafer, sadece Gazze sakinleri için değil bütün Filistin milletine mübarek olsun. Bu önemli bir zaferdi, hızlı sonuçları oldu ve ölümcül kuşatmaya rağmen yeni askeri denklemlerde yeni bir plan oldu.

Siyonist rejim, Gazze Şeridi'ne düzenlenen saldırılarına Pazar akşamı başladı ve bu da Filistin direniş güçleriyle yaygın bir gerilim ve çatışmalara yol açtı.

Yayınlanan haberlere göre, bir grup Siyonist rejim ordu komandoları, sivil bir araçla Han Yunus bölgesine girdiler ve Şehid İzzeddin Kassam Tugayı komutanlarından Nur Berke'ye suikast düzenlediler.

Operasyonun ortaya çıkmasının ardından, direniş güçleri Siyonist birliklerle çatıştı. Bu suçu takiben, Siyonist rejim Ordusu askerlerini desteklemek amacıyla harekete geçti ve siyonist kuvvetlerin geri çekilebilmesi için Han Yunus şehrinin doğusunu bombaladılar. Bu bombardımanın sonucunda, bir grup Filistinli direnişçi şehit oldu ve gerginlikler aynı şekilde devam ediyor.''

Ray el-Yevm sonunda, "Gerginlikler hala devam ediyor ve Siyonist güçler son üç gün içinde Gazze şehir merkezini, hükümet binalarını ve hizmet örgüt binalarını bombaladılar'' yazdı.

Filistinli kaynaklar, şimdiye kadar yaşanan çatışmalar sırasında 11 Filistinlinin şehit olduğunu ve 9 kişinin yaralandığını, 2 Siyonistin öldüğünü ve 50'den fazla kişinin de yaralandığını açıkladı.

 

Cuma, 16 Kasım 2018 11:33

İsrail Kabinesi Dağılma Eşiğinde

 Filistin Direnişinin stratejisi ve Siyonist İsrail’i Gazzede ateşkesi kabul etmeye yönelik baskıları bu işgalci rejimin kabinesinde büyük ihtilafların meydana gelmesine sebep oldu. Bu ihtilaflar o kadar alevlendi ki kimi medya kanalları Siyonist Rejim İsrail Savaş Bakanı’nın istifası ve Netenayhu kabinesinin dağılması haberini verdi.

Siyonist İsrail ve Filistin Direnişi arasındaki çatışmaların bir yenisi geçen Pazar günü başladı. Bu yeni çatışmalarda, Hamas hareketinin komutanlarından biri Nur Bereke’nin de aralarında bulunduğu sekiz Filistinli şehit edildi. İşgalci İsraillilerden de üst düzey bir subay öldürüldü. Bu olaydan sonra Siyonist Rejim savaş uçakları iki gün süresince Gazze Şeridi’nin değişik noktalarını bombardıman altına tuttu ve bunun karşısında ise Direniş Güçleri de 460 adet füze ve roket, Siyonist yerleşim yerlerine doğru fırlatarak işgal altındaki topraklarda hayatı Siyonistler için cehenneme çevirdi. Direniş Ekseninin bu güçlü misillemesi Siyonist İsrailli yetkililerin, Mısır, Katar, Birleşmiş Milletler ve Norveç aracılığı ile Gazze yetkilileri ile Gazze Şeridinde ateşkes ilan edilmesine olumlu cevap vermelerine neden oldu.

Bu durum Filistin Direnişi için net bir galibiyet ve Siyonist İsrail için net bir hüsran ve mağlubiyetti.

Filistin Direnişi bu çatışmada galip geldi çünkü bu iki günde Filistin Direnişinin füze gücü, füzelerin yüksek isabet gücü ile ispatlamış oldu. Böylece Siyonist İsraillilerin abartarak reklamını yaptıkları Demir Kubbe sisteminin işlevselliği de sorgulanmaya başlandı. Bu çatışmalarda Filistin Direnişinin Siyonist yerleşim yerlerine doğru fırlattığı 460 adet füze ve roketten 360’ı Demir Kubbe Sistemini geçerek hedefe isabet etti. Bu füzelerin ve roketlerin sadece 100'ü Demir Kubbe Sistemi tarafından imha edilebildi. Siyonist İsrail Ordusu Sözcüsü Ronin Menlis, Demir Kubbe Sistemenin maksimum performansının bu olduğuna itiraf etmeye mecbur kalması da işte bu yüzdendir. Başka bir deyişle Demir Kubbe sisteminin işlevsizliği bir kez daha ispatlanmış oldu.

Gazze’deki ateşkesin Siyonist Rejim için büyük bir kayıp sayılmasının bir kaç sebebi vardır:

İlk neden Siyonist Rejimin Savaş Bakanı Liberman’ın istifasına yol açmasıdır. Gerçi Liberman kendi istifasının nedenini Gazze’deki ateşkes ilan edilmesine karşı çıkması olarak niteledi, ancak Liberman’ın istifa etmesinin asıl nedeni kesinlikle Filistin Direnişine karşı başarısız olmasıdır.

Hamas Hareketinin önderlerinden olan Sami Ebu Zuhri bu konu  hakkında şöyle bir açıklama yaptı:” Siyonist Rejim  Savaş Bakanı Liberman’ın istifası, Filistin Direnişi karşılaşmasındaki mağlubiyeti ve başarısızlığı kabul etme anlamına gelir. “  

İkinci neden ise Liberman’in istifası ile Netanyahu kabinesinin içinde ciddi ihtilafların ortaya çıkması ve bu ihtilafların daha önce gizli olması halinde artık aleni bir şekilde ifade edilmesi olmuştur. Buna esasen Netanyahu, Liberman’in istifası halinde mecburen erken Parlamento Seçimine gidileceğini bildirmek zorunda kaldı. Gerçekte Filistin Direnişinin stratejisinin Siyonist Kabinesinin dağılmasına neden olduğu açıkça ortadadır.

Üçüncü neden ise, Direniş stratejisi doğrultusunda Siyonist yerleşim yerlerine atılan füze ve roketlerin, Siyonistler arasında güvensizlik hissi oluşturarak Netanyahu kabinesinin savaş çıkarma siyasetlerini eleştirmesine ve bunu şikayet etmelerine yol açtı. Halbuki zaten bu yerleşim yerlerinin sakinlerinin çoğu göçmenlerden oluşuyor. Bu yerleşim yerlerinde yaşanan güvensizlik hissi ters göçe neden olmuştur. Buna esasen Siyonist Gazetesi Yediot Aharonot, Siyonist İsrail’in Hamas’ı dağıtma yönündeki faaliyetleri, daha çok yerleşim yerleri sakinlerinin öfkesine neden olduğu ve Netanyahu kabinesini dağıttığını yazmıştır.

Son olarak belirtilmesi gereken nokta ise, Siyonist Rejimin Amerika desteklerinden yararlanmasına ve son zamanlarda bazı Arap ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirmeye yönelik çabalarına rağmen Direniş Güçleri ile son karşılaşmada aldığı darbenin Siyonist İsrail’in ne kadar kırılgan olduğunu gösterdiğini ispatlamış olması dikkat çekicidir. Bu yenilgi Direniş güçlerinin caydırıcılık gücünün Amerika ve Arap güçlerine bağlı olmadan ne denli artmış olduğunu da belgelemiş oldu.

 
 

Cuma, 16 Kasım 2018 11:10

Filistin İsrail'e Diz Çöktürdü

İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı, “Filistinliler 48 saat içinde Siyonist Rejm’i teslim olmak zorunda bıraktı” dedi.

Tuğgeneral Emir Ali Hacızade, bugün Tahran'da düzenlenen Devrim Muhafızları füze uzmanı şehit Tuğgeneral Tahrani Mukaddem'i anma töreninde yaptığı konuşmada son günlerde işgal altındaki Filistin topraklarında yaşanan olaylara dikkati çekti.

Tuğgeneral Hacızade, “Kuşatmaya maruz kalan Filistinliler, öyle bir güç ortaya koydu ki İsrail ateşkesin sağlanması için diğer ülkelere çağrıda bulundu. Bu olay, İsrail’in yenilgiyi kabul ettiğini gösteriyor” ifadesini kullandı.

“Filistinliler 48 saat içinde Siyonist Rejm’i teslim olmak zorunda bıraktı” diyen Devrim Muhafızları Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı, sözlerine şöyle devam etti: Suudiler en çok bütçeye sahip olan dünya ülkelerinden biridir. Ancak Trump onlara diyor ki eğer biz olmazsak 3 hafta içinde yokedileceksiniz.

Tuğgeneral Hacızade, “İran’ın gücünü başkalarının ağzından duyabilirsiniz. Trump, İran’ın gücünü Arap ülkelerine hatırlatıyor. İran güçlü bir ülke. 570 kilometre uzaklıktan bir binada toplanan teröristleri hedef alan İran’ın savunma gücü yüksek seviyededir” diye konuştu.

 

Amerika'nın İslam'dan tokat yediğini ve İslam İnkılâbına karşı kinci olduğunu kaydeden İslam İnkılâbı Rehberi Imam Hamanei, düşmanların bölgede tamahkârlıklarına karşı dik duran büyük bir İslami gücün varlığından korktuklarını söyledi. 


İslam İnkılâbı Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei Perşembe başkent Tahran’da 100 bin kişilik Azadi stadyumunda on binlerce gönüllü seferberlik gücüne hitaben yaptığı konuşmada gençlerin ülke sorunlarının çözüm yolu olduğunu belirterek, Amerikalıların boş yaygaralar, değersiz açıklamalar ve vahi iddialarla, İran’ın mevcut durumun ve kendi gücünü tamamen ters göstermeye çalışmakta olduğunu, fakat yüce İran halkının ve büyük potansiyel gençlerin, düşman’ın en son kozu yaptırımı da etkisiz kılmak suretiyle Amerika’ya başka bir tokat vurmaları gerektiğini farkında olduklarını bildirdi. 

Hz. İmam Hüseyin (as)ın şehadet yıl dönümünün Erbaini ve kırkıncı gününün yakınlaşması dolayısıyla Aşura kıyamını canlı tutmada ve günümüze taşımada Hz. Zeynep (sa) ve Hz. İmam Seccad (as)ın muhteşem ve nurlu hareketine temas eden İslam inkılâbı Rehberi, her yıl İran ve Irak halkları ve öteki ülkelerden sayısız Müslüman’ın katılımıyla düzenlenen Erbain hamasetinin çok önemli bir olay olduğunu ve Allah’ın inayet ve yardımı sayesinde İslam dünyasının en fazla gereksinim içinde olduğunu bir dönemde tahakkuk bulduğunu bildirdi. 

Dünya müstekbirliği ve Amerikan sömürge devleti liderlerinin boş yaygaralarına buna karşı tüm sıkıntı ve zorluklara rağmen İranlı mümin gençlerin güç gösterisi ve muhtelif sahalardaki üstün başarılarına değinen İslam İnkılâbı Rehberi Imam Hamanei, İran'ın azametinin bir tarihi gerçek olduğunu kaydederek, İran'ın bilim, felsefe, siyaset ve sanat alanında ve ayrıca insani bilimler bayraktarlığında Müslüman milletler ve dünya milletleri arasında başı dik durabildiğini ifade etti. 

Imam Hamanei konuşmasının bir başka bölümünde ise, “İran’ın azameti, İran İslam Cumhuriyeti Devletinin İktidarı ve İran halkının yenilgi kabul etmezliği” gibi İran ile ilgili mevcut üç gerçeğe temas ederek, “Bunlar, boş atıp tutmalar değil, düşmanların, İran halkının bu gerçekleri bilmemesini ve kendi ülkelerinin sahip olduğu üstün kabiliyetten habersiz olmalarını arzuladığı bir husustur” dedi. 

Bu üç gerçeğin açıklanmasında İslam inkılâbı Rehberi, İran’ın azametinin tarihi bir gerçek olduğunu belirterek, İslam inkılâbının zaferine dayanın son 200 yıl hariç İran’ın har zaman muhtelif alanlarda tüm Müslüman halklar ve hatta bazı durumlarda tüm dünya halklarından önde geldiğini söyledi. 

İran İslam cumhuriyetinin ülkeyi İngiltere ve Amerika'nın sultasından kurtarmasının nizamın iktidarının göstergesi olduğunu kaydeden İslam İnkılâbı Rehberi Imam Hamanei, "İran milletinin yenilmezliği İslam'ın bereketi sayesindedir ve bu yenilmezliğini, İran halkının büyük İslam inkılâbındaki zaferi, İran halkının kutsal savunma dönemindeki zaferi ve düşmanların 40 yıllık komploları süresince sergilenen direnişte görmek mümkün" ifadesini kullandı. 

İslam İnkılâbı Rehberi İslam Cumhuriyeti ile birlikte İran’ın İngiltere ve Amerika sultasından kurtulduğuna işaret ederek ;” 19. yüzyılın başlarında kendisini gösteren bu sömürü düzeninde zayıf ülkeler üzerinde sulta kuruldu. İslam Cumhuriyeti Amerika ve İngiltere’nin bu sömürü düzeninden İran’ı kurtarmıştır. Aynı zamanda İslam Cumhuriyeti İran’ın bu sömürü düzeninde parçalanmasının önünü de almıştır” ifadelerini kullandı. 

İran halkının yenilmezliğinin sırrının aziz İslam dininin bereketi sayesinde olduğunu hatırlatan Imam Hamanei, İran halkının bu yenilmezliğini, İslam İnkılâbında, kutsal savunma savaşı döneminde ve yine 40 yıl boyunca dünya müstekbirliğinin tüm komploları karşısındaki direnişindeki yüce İran halkının elde ettiği zaferde görmenin mümkün olduğunu ve tüm bu süre içinde İran halkının asla direnişten geri adım atmadığını ve kararlılıkla mücadeleyi sürdürdüğünü belirtti. 

Siyasi ve ekonomik alanlardaki savaşın da askeri savaş gibi olduğunu ve mağrurluğa kapılmanın tüm bu alanların en önemli afeti olduğunu hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi, “Mağrurluğa kapılmak, bizleri amelsizliğe, yeni girişimlerde bulunmamaya ve gerekli plan ve proje hazırlamamaya iter ve düşman’ın zafer elde etmesine sebep olur” ifadesini kullandı. 

Gençlere hitaben, henüz yolun başında bulunulduğunu, büyük gayret ve mücadele azmi ve mevcut imkânların en iyi şekilde kullanılmasıyla bu yolun sürdürülmesi, halk ve İslam inkılâbının amacı olan en üst zirveye ulaşılması gerektiğini bildiren İslam İnkılâbı Rehberi konuşmasının devamında son 40 yıl içindeki gelişmelerde gençlerin rolüne hatırlatarak, “Aziz gençler bilmelisiniz ki sizler büyük ulusal hareketin okunun tam uç kesimisiniz, asıl sizler yolu açmanız gerekir. Tecrübe sahibi yaşlılar da yorgun, bitkin ve halsiz olmamaları durumunda sizlere gerekli tavsiyelerde bulunabilir ve yolu gösterebilirler ama bu trenin çeken asıl lokomotif siz gençlersiniz” dedi. 

Imam Hamanei, son yıllarda da gençlerin tekfiri terörizme karşı mücadele ve cihad’da öncü olduklarını hatırlatarak bugün ülkede on binlerce genç cihatçı grubun bulunduğunu ve bunların kendi üstün ve sonsuz hizmetleri ile ülkeye daha iyi ve parlak bir gelecek müjdelediklerini söyledi. 

Gençlerin ülkenin sahibi olduğunu belirten Imam Hamanei, “Bazıları benim, bir takım gençlerin yanlış davranışlarından habersiz olduğumu zannediyorlar. Ama bu gibi gençler yol boyunca yaşanan kırıntı ve döküntülerdir ve yeni gövermeler bunları alt etmekte, işte ben tam bir bilinç içinde bu gibi meselelerden haberdar olarak gençleri takdir etmekteyim” dedi. 

Ülkenin ilerleme ve kalkınma yolunun açık olduğunu ancak bu yolun bir takım iniş ve çıkışlarla beraber olduğunu belirten Imam Hamanei, bu ilerleme yolunu kaydetmek ve mevcut engelleri kaldırmanın bir takım şartları ve gerekleri olduğunu, “düşman’ın varlığını idrak etmek”in ise bu hususta atılması gereken ilk adım olduğunu söyledi. 

Ülkenin kalkınması ve ilerlemesi için gerekli olan ikinci şartın, “özgüven ve direniş azmi” olduğunu belirten İslam İnkılâbı Rehberi, iradesiz, korkak, umutsuz, tembel, fırsatçı, kendi değerini önemsemeyen kimselerin kendisi bu yolda bizzat kendileri sorunun bir parçası olmasalar bile kendilerinden hiçbir yetenek gösteremeyeceklerini söyledi. 

Imam Hamanei, İranlı gençlerin son 40 yıl içinde gerek İslam İnkılâbı yılları döneminde ve gerekse ondan sonraki yıllarda muhtelif kesitlerde böyle bir belaya duçar olmadıklarını ve her zaman korkusuz, kaygısız, paniksiz olarak özgüven içinde kendi yiğitliklerini sergilediklerini söyledi. 

Düşman’ın tehditlerini sahih bir şekilde idrak ve mücadele alanını layıkıyla tanımanın ilerleme ve mevcut sorunları alt etmek için gerekli üçüncü şart olduğunu belirten İslam İnkılâbı Rehberi, “İlk mücadele sahası, “İslam ve İslami İman”dır, çünkü Amerika İslam ve İslam İnkılâbından ağır bir tokat yemiştir ve İslam İnkılâbı, tek söz sahibi oldukları İran ülkesinden kesmiştir” dedi. 


İran milletinin her sahada iktidar ve gücünü ispatladığını kaydeden İslam İnkılâbı Rehberi;” Düşmanın bize yönelik tehditlerini iyi anlamalıyız. Eğer düşman Doğu sınırlarımızdan bize saldırırken birliklerinizi batıya yönlendirir iseniz bunun bir faydası olmaz. Düşmanın ne yapmak istediğini görebilmeliyiz. Unutmayın ki Amerika İslam İnkılâbından büyük bir tokat yemiş ve içinde bunun kinini tutmaktadır. İslam İnkılâbı öncesinde İran’ın siyasetini, ekonomisini ve neyin nasıl olacağını Amerikalılar belirlemekteydi. Onlar İran milletinin azamet ve gücünden korkmakta ve kin beslemekteler” şeklinde konuştu. 

Ülkede var olan mevcut ekonomik sorunlara değinen Imam Hamanei, Amerikalıların bu sorunları bir fırsata çevirmek istediklerini belirterek, “Amerika Başkanının AB ülkelerinden biraz daha sabretmeleri halinde İslam Cumhuriyetinin yok olacağını göreceklerine dair konuştuğu haberini aldım. Bu bana 40 yıl önce yine İslam Cumhuriyetinin 6 ay içerisinde yok olacağını söyleyen eski ABD Başkanlarını hatırlattı. Onlar birbirlerine bunun müjdesini vermekteydiler. Bugün İslam Cumhuriyeti hala ayakta ve daha güçlüdür” ifadelerini kullandı. 

Amerika'nın İslam'dan tokat yediğini ve İslam İnkılâbına karşı kinci olduğunu kaydeden İslam İnkılâbı Rehberi Ayetullah Hamanei, düşmanların bölgede tamahkârlıklarına karşı dik duran büyük bir İslami gücün varlığından korktuklarını söyledi. 

Amerika başkanının İran'ın teslim olduğu yönünde son ifadelerine değinen Imam Hamanei, " İslam İnkılâbı fidanı bugün 40 yılın ardından güçlü bir ağaca dönüşmüştür ki düşman İnkılâp ve İran halkının devrimci ve imana dayalı ruh haline anlayamamasından dolayı, yanlış yorumlar temelinde yanlış yola sapmıştır" diye kaydetti. 

Konuşmasının devamında Amerika tarafından uygulanan ağır yaptırımları kıracaklarını belirten İslam İnkılâbı Rehberi;” Şüphesiz bu yaptırımların da altından kalkacağız. Yaptırımları kırmak Amerika’ya ağır bir darbe vurmak demektir. Amerika İran milletinden yeni bir tokat daha yiyecektir” dedi. 

Amerika’nın İran’a karşı yürüttüğü kara propaganda ve medya gücüne değinen İslam İnkılâbı Rehberi verilen yanlış bilgiler ve iftiralar ile halkların yönlendirildiğine işaret ederek;” Amerika hala kendisini dünyada süper güç olarak görmekte. Bu artık gerçek değil. Onların teknolojide önemli bir güce sahip oldukları doğrudur. Ancak dünyada sözü dinlenen bir ülke olmak ancak söyleyecek bir sözünüzün olması ile mümkündür. Yani felsefe, mantık ve yeni bir söylem ile” dedi. 

Imam Hamanei konuşmasının son bölümünde ise gönüllü güçlerin ve halkın birlik, sarsılmaz irade ve kudret içinde olmaları zaruretini hatırlatarak şöyle dedi: “Başta imanlı gençler olmak üzere halkın sahnedeki muktedir varlığı, yetkililerin dayanışması ve birlikte hareket etmesi, halk ve yetkililerin gönül birlikteliği ile düşman’a güçlü bir mesaj verilmelidir. Çünkü düşman kendi karşısında güçlü, dayanışma içinde bir halkı görmezse daha da cüret kazanmış olur. Ülkenin gerçekleri şunu gösteriyor ki halk ve genç nesli artık aşağılanmamaya, yabancı güçler ve düşman’ın izinden gitmemeye ve ülkeyi onur ve iftiharın en üst zirvesine taşımaya karar vermiş bulunmaktalar ve Allah’ın yardım ve lütfüyle inşallah bunda da başarılı olacaklardır.