کارگر

کارگر

Pazar, 13 May 2018 02:59

bay Trump, sen halt etmişsin

 İslam İnkılabı Rehberi yaptığı bir konuşmada ABD Başkanı Trupm’ın açıklamalarına tepki göstererek: “ABD Başkanı’nın dün akşamki basit sözlerini duydunuz. Belki 10’dan fazla yalan söyledi. Hem nizamı hem de İran milletini tehdit etti. Ben İran milleti tarafından, Trump’a halt ettiğini söylüyorum.” Açıklamasında bulundu.

Nükleer meselenin bir bahane olduğunu gördünüz. Bu mesele ilk başladığında bazı sorumlular nükleer mesele üzerinde neden bu kadar duruyorsunuz diyorlardı.  Şimdi bu düşüncenin, -ABD ile bu çapta görüşmeler yapılmasının- ne kadar yanlış olduğunu görüyorsunuz. Bizim her yıl 20 bin megabayt nükleer elektriğe ihtiyacımız olduğunu herkes biliyor ve faaliyetlerimiz bu yöndedir. Ama mesele şu ki ABD’nin İran’la olan sorunu nükleer meseleden daha büyüktür, nükleer enerji sadece bir bahanedir.Herkes ABD Başkanı Trump’ın ucuz ve çirkin sözlerini duyduğunu, Trump konuşmasında nizamı tehdit ettiğini belirterek, “ben de İran milletini temsilen Trump’a bay Trump, sen halt etmişsin, diyorum” şeklinde konuştu.

Biz anlaşmayı kabul etsek de, taahhütlerimizi yerine getirsek de onların bize karşı düşmanlığı bitmek bilmedi. Şimdi de bizim bölgedeki  gücümüz ve füzelerimiz meselesini gündeme taşıyorlar. ABD’nin bize karşı olmasının nedeni, İslam Cumhuriyeti’nin onların İran’da olan varlığına son vermesi olduğunu bilmelisiniz.

İmam Hamanei konuşmasının devamında "bu saatten sonra  Avrupalılardan kesin garanti alamadığınız takdirde bu anlaşma sürdürülemez." dedi.

Salı, 08 May 2018 13:37

Ruhani'den Trump'a uyarı

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, ABD Başkanı Donald Trump’ı uyardı. ABD’nin nükleer anlaşmaya uymaması durumunda, ciddi sonuçlara katlanacağını söyledi.
 
 ABD Başkanı Donald Trump'ı uyaran İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Washington'un nükleer anlaşmaya uymaması durumunda, ciddi sonuçlara katlanacağını iddia etti.

Ruhani, İran devlet televizyonuna yaptığı açıklamada, "Eğer biri anlaşmaya ihanet ederse, ciddi sonuçlarla karşı karşı kalacağını bilmek durumunda" dedi.

Dün Pekin'de Çinli mevkidaşıyla görüşen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, İran ile Rusya, ABD, Fransa, İngiltere ve Çin ile Almanya'dan oluşan P5+1 ülkelerinin 2015'te imzaladığı nükleer anlaşmanın arkasında olduklarını belirtmişti. 

Rus bakan, Çin'le birlikte anlaşmanın bozulması yönündeki hamlelere karşı çıkacaklarını vurgulamıştı.

Trump, ABD Başkanı seçilmeden önce ve seçildikten sonra, Barack Obama döneminde imzalanan anlaşmayı bozacağı yönündeki ifadeleri sık sık kullanıyor. Ancak henüz bu konuda ciddi bir adım atabilmiş değil.

Lübnan parlamento seçimlerinden Hizbullah’ın da içerisinde bulunduğu Direnişe Vefa İttifakı zaferle çıktı.

Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın partisi beklediği başarıyı elde edemezken Başbakan Hariri’nin partisi EL Müstakbel büyük kan kaybetti.

Hizbullah ve Emel hareketleri, Lübnan’ın güney kesiminde, Bekaa, Beyrut ve Baabda’da adeta süpürdü.

Hizbullah, Emel haretleri ve müttefikleri birçok bölgede zafer elde ederken, Hariri’nin partisi El Müstakbel özellikle kuzeyde ciddi oy kaybı yaşadı.

Başbakan Saad Hariri’nin liderliğini yaptığı Müstakbel Partisi başta başkent Beyrut olmak üzere birçok bölgede gerilemesi, Lübnan seçiminde yeni dönem olarak yorumlanıyor.

Seçimin resmi olmayan ilk sonuçlarına göre, Müstakbel Hareketi 128 sandalyeli mecliste 13 sandalye kaybederek 34 milletvekilinden 21 milletvekiline düştü. Buna karşılık, Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın partisi Özgür Yurtseverler Hareketi 5 milletvekili daha fazla kazanarak sandalye sayısını 26'ya yükseltti. İttifak yapan Hizbullah ve Emel Hareketi de 29 sandalye sayısıyla gücünü artırdı.

Lübnanlı Maruni Hristiyan Semir Caca'nın liderliğindeki Lübnan Güçleri Partisi de meclisteki sandalye sayısını arttırdı. 2'si kadın 7 bağımsız isim de meclise girmeye hak kazandı.

İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett, Lübnan seçimleri sonrası yaptığı açıklamada 'Hizbullah = Lübnan' ifadesini kullanmıştı.

 

Hariri Yenilgiye Bahane Arıyor
Lübnan Başbakanı ve Müstakbel Partisi’nin lideri Saad Hariri, seçimlerden büyük yara alarak çıkınca seçimlerin meşruiyetini tartışmaya açacak bir açıklama yaptı.

Seçimin meşruiyetini tartışmaya açacak ifadeler kullanan Saad Hariri, yeniş seçim kanununun partilerin seçimlerde ihlaller yapmasının önünü açtığını savundu.

Uzun yıllar iktidarda bulunan Müstakbel Partisi’nin seçimden aldığı sonucu değerlendiren Başbakan Hariri, partisinin büyük zorluklarla karşı karşıya kaldığını iddia etti.

“Bugün önümüzde yeni bir aşama var, önümüzde birçok zorluk var” diyen Hariri, ‘ulusal, politik ve ekonomik tüm zorluklara rağmen Müstakbel Partisi’nin liderliğine devam edeceğini” söyleyerek seçim mağlubiyetinden dolayı istifa etmeyeceğine işaret etti.

Konuşmasında, “Lübnan ve vatandaşlar için bir şey yapmak istiyorsak birlikte çalışmalıyız” ifadelerini kullanan Başbakan Hariri şöyle devam etti: “Birlikte çalışmamız gerekiyor ve çalışabiliriz. Sorun yok. Zayıf değiliz, çok güçlüyüz. Karar vermeliyiz, herkesle birlikte çalmalıyız. Ülkeyi hep birlikte inşa edeceğiz, başka yolu yok. Tarihin ortaya koyduğu şeyde budur. Refik Hariri, herkesle birlikte çalıştı ve ülkeyi inşa etti.”

Pazar günü yapılan parlamento seçimlerinden Hizbullah’ında içinde bulunduğu ittifak zaferle çıkmıştı. Başbakan Hariri’nin liderliğini yaptığı Müstakbel Hareketi, seçimlerde ciddi kan kaybetmişti.

 

İsrail'den ilk yorum: Artık Hizbullah eşittir Lübnan, ikisi arasında hiçbir ayrım yapmayacağız
 Lübnan'da Hizbullah'ın parlamento seçimlerinde başarı göstermesinin ardından İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett'den ilk yorum geldi.
Twitter hesabından açıklama yapan Bakan Naftali Bennet, "Hizbullah eşittir Lübnan" dedi. İsrail'in bundan sonra Lübnan ve Hizbullah arasında ayrım yapmayacağını belirten Bakan Naftali, İsrail'e yönelik herhangi bir saldırıda Lübnan'ı sorumlu tutacağını belirtti.

 İslam İnkılabı Rehberi, İslam ülkeleri Kur’an’a sarılmadıkları için “zillet hastalığına” duçar olmuşlardır ve Amerika başkanının çirkin bir şekilde “Eğer biz olmaz isek Arap ülkeleri bir hafta bile kalamazlar” demesinin sebebi bu hastalığın sonucudur, dedi.


 35. Uluslararası Kur’an Yarışması katılımcıları bugün sabah İslam İnkılabı Rehberi ile görüştüler. Bu programda üstatlar ve yarışmaların seçilmiş yarışmacıları Kur’an tilavet ettiler ve İmam Humeyni (r.a.) Hüseyniyesi’nin atmosferini ilahi kelamın tilavetiyle güzel kokulara boğdular. 
Ayetullah Uzma İmam Hamanei bu programda İslam ümmetinin ilerleme ve saadetinin tek yolunun Kur’an’a amel etmek olduğunu söylediler ve şu açıklamalarda bulundular: Kur’an’a amel gerçekte ilahi ipe sarılmaktır; bu, Müslümanların bireysel, toplumsal ve siyasal alanlarda düşüşünü, sapmasını ve zillete duçar olmasını engelleyecektir. 
İslam İnkılabı Rehberi, Kur’an’a amel etmemenin ve önem vermemenin darbe almanın önünü açacağına vurgu yaparak şunları söyledi: Ne yazık ki bugün İslam ülkeleri Kur’an’a amel etmedikleri için geri kalmışlık ve kâfirlerin sultası altına girme zilletine tutulmuşlardır. 
İslam İnkılabı Rehberi, İslam ülkeleri Kur’an’a sarılmadıkları için “zillet hastalığına” duçar olmuşlardır ve Amerika başkanının çirkin bir şekilde “Eğer biz olmaz isek Arap ülkeleri bir hafta bile kalamazlar” demesinin sebebi bu hastalığın sonucudur, dedi. 
İmam Hamanei, Kur’an ayetlerine işaret ederek şu hatırlatmalarda bulundu: Kur’an bize diyor ki mümin kâfirler ve dünyanın zorbaları karşısında sağlam bir set gibi durmalıdır; aksi takdirde zillete, fesada, kan dökülmesine ve geri kalmışlığa duçar olacaktır. 
Yine Kur’an bize diyor ki müminler birbirleriyle vahdet içinde ve velayet bağıyla bağlı olmalıdırlar ve küfür cephesiyle hiçbir şekilde bağları ve ilişkileri olmamalıdır. Ama ne yazık ki bugün bazı İslam ülkeleri Siyonist rejim ile ilişki kurmuşlardır; Kur’an’ın bu emrine bu şekilde amel etmemenin sonucu bölgedeki savaşlar ve cinayetlerdir. 
Yemen halkının şartlarına baksanıza! Nasıl da musibete tutulmuşlar ve düğünleri matem meclisine dönüşmüştür! Ya da Afganistan, Pakistan ve Suriye halklarının durumuna bir bakın! Bunların hepsinin nedeni, velayetin Müminler arasında unutulmasıdır ve Kur’an’ın tekit ettiği şeylere amel edilmemesidir. 
Ayetullah Uzma İmam Hamanei, Kur’an’a amel etmenin izzet getireceğine vurgu yaparak şunları söyledi: İran İslam Cumhuriyeti, kırk yıldır istikbar güçlerinin zorbalığı karşısında durmuştur ve bu nizamı yıkmak için çaba sarf eden düşmanların kahrolası arzularının aksine, ilerleme, kudret ve kabiliyetler her geçen gün daha da artmıştır. 
Ayetullah Uzma İmam Hamanei, Kur’an tilavetinin ve hıfzının onu anlama ve amel etmenin başlangıcı olduğuna vurgu yaptılar ve gençlere böyle bir bakışla Kur’an’a yaklaşmalarını tavsiye ederek şunları söylediler: Eğer Kur’an tilaveti ve hıfzı, ona amel etmenin başlangıcı ve mukaddimesi olursa kesinlikle İslam dünyasının yarını bugünden daha iyi olacaktır ve artık Amerika İslam ülkeleri ve ümmeti için yön belirleyemeyecek ve onları tehdit edemeyecektir. 
İslam İnkılabı Rehberinin konuşmasından önce Veliyy-i Fakih temsilcisi ve Vakıflar ve Hayır İşleri Kurumu Başkanı Hüccetü’l-İslam Muhammedi Kur’an yarışmaları hususunda şu açıklamalarda bulundu: 35. Uluslararası Kur’an Yarışması 84 ülkeden 370 temsilcinin katılımıyla hafızlardan, Karilerden, hakemlerden ve Kur’an araştırmacılarından oluşan bir mecmuada düzenlenecektir.

Perşembe, 26 Nisan 2018 03:58

Dünyaya Tapmanın Tehlikesi

 Resulullah (s.a.a)’in zamanında, Suffe[1] halkından olan bir mümin, çok muhtaç ve fakir duruma düştü. O, bütün namazlarını Resulullah’ın arkasında kılan biri idi. Resulullah (s.a.a) ona acıyordu, ihtiyaç ve garipliğini göz önünde bulundurarak şöyle buyuruyordu:

“Ey Sa’d! Elime bir şey geçerse senin ihtiyacını gidereceğim.”

Bir müddet böyle geçti, fakat Resulullah’ın eline bir şey geçmedi. Hazret, Sa’d’ın haline daha çok üzülmeğe başladı. Allah Teala, Hz. Peygammber’in, Sa’d’a nispet üzüntüsüne teveccüh ederek Cebrail ile iki dirhem Resulullah’a gönderdi.

Cebrail, Hz. Peygamber’e şöyle arzetti:

“Ey Muhammed! Allah Teala, senin Sa’d için olan üzüntünden haberdardır; acaba onun ihtiyacını gidermek istiyor musun?”

Hz. Peygamber (s.a.a): “Evet.”

Cebrail: “Bu iki dirhemi ona ver ve emret ki onunla ticaret yapsın.”

Hz. Peygamber (s.a.a) o iki dirhemi Cebrail’den aldı; Hazret öğle namazına gittiğinde, Sa’d’ın, kapının önünde kendisini beklediğini gördü. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Ey Sa’d! Acaba ticaret yapmayı iyi başarabiliyor musun?”

Sa’d: “Ticaret yapabileceğim herhangi bir sermaye yoktur.” dedi.

Hz. Peygamber, iki dirhem ona vererek şöyle buyurdular: “Onunla ticaret yap ve Allah’ın sana nasip edeceği rızkı elde et.”

Sa’a iki dirhemi alarak Hz. Peygamber’le birlikte camiye gitti, öğle ve ikindi namazını Hazretle kaldı. Sonra Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdular:

“Kalk rızkının peşine git; sürekli senin durumuna üzülüyordum.”

Sa’d, ticaret yapmakla meşgul oldu. Allah Teala onun parasına bereket verdi; aldığı her şeyi iki katına satıyordu. Dünya artık Sa’d’a yönelmişti, sermayesi git gide artıyordu, malı çoğaldı, muamelesi parladı; öyle ki, caminin yanında bir dükkan aldı; sermayesi ve eşyalarını orada toplayıp ticaret yapıyordu.

Bilal ezan okuduğunda, Resulullah (s.a.a) camiye hareket ederken Sa’d’ı alış verişle meşgul olarak görüyordu. Sa’d, henüz abdest alıp namaza hazırlanmamıştı, oysa daha önceleri ezandan önce abdest alarak namaza hazır oluyordu.

Resulullah (s.a.a) onu böyle gördüğünde şöyle buyurdular: “Ey Sa’d! Dünya seni namazdan geri bırakmasın!”

Sa’d da şöyle diyordu: “Ne yapayım? Sermayemi yok mu edeyim? O adama bir cins satmıştım, paramı ondan almak istiyorum, başka birisinden de bir takım eşya almışım, parasını ödemem gerekir!”

Resulullah (s.a.a), Sad’ın bu haline onun fakirliğine üzüldüğünden daha çok üzüldü. Cebrail Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek şöyle arzetti:

“Ey Peygamber! Allah Teala, senin Sa’d için üzüldüğünden haberdardır; onun hangi halini daha çok seviyorsun? Önceki halini mi yoksa şimdiki halini mi?”

Resulullah (s.a.a) cevaben şöyle buyurdular:

 “Ey Cebrail! Onun önceki halini (fakirliğini) seviyorum. Çünkü dünya, onun ahiretini elinden aldı.”

Cebrail şöyle arzetti: “Kuşkusuz dünya malı bir imtihan olup insanı ahiretten alı koymaktadır.”

Cebrail sözünün devamında şöyle dedi:

 “Ya Resulellah! Sa’d’a de ki, ona verdiğin o iki dirhemi size geri versin, geri verdiği takdirde durumu önceki haline dönecektir.”

Peygamber (s.a.a) bu söz üzerine Sa’d’a şöyle buyurdular: “Ey Sa’d! Sana verdiğim o iki dirhemi bana geri verir misin?”

Sa’d cevaben şöyle arzetti: “İki dirhemin yerine iki yüz dirhem sana veririm.”

Hz. Peygamber (s.a.a) de buyurdular ki: “Hayır! Sadece o iki dirhemi istiyorum.”

Sa’d o iki dirhemi çıkarıp Hazrete verdi. Çok geçmeksizin artık dünya ondan yüz çevirmeye başladı, sahip olduğu her şey elinden çıktı. Sa’d tekrar önceki fakirlik ve yoksulluk haline düşü verdi.[2]

tebyan
 

[1] - Suffe, Hz. Peygamber’in camisinin yanında kurulmuş olan bir gölgelik yerin ismi idi. Yeni Müslüman olan, garip ve sığınaksız kimseler, oraya yerleşiyorlardı...

[2] - Bihar, c.22, s.123.

 
 

Ehl-i Sünnet kaynaklarında Hz. Peygamber’in On İki İmamı müjdelediği Beşaret Hadisi


 Hz. Peygamber (s.a.a.), Veda Hutbesinde, kendisinden sonra gelecek olan On İki İmamı haber vermiştir. Bu hadis Ehl-i Sünnet kaynaklarında üç râvi tarikiyle nakledilmiştir. Ehl-i Sünnet âlimleri ise üçünden yalnızca Câbir b. Semure tarafından nakledilen rivayete ilgi göstermişlerdir.

Ehl-i Sünnet kaynaklarında Hz. Peygamber'in On İki İmamı müjdelediği Beşaret Hadisi[1]

Yazar bu makalede, On İki İmamı müjdeleyen beşaret hadisini naklettikten sonra, hadis âlimlerinin bu rivayete yaklaşım biçimlerini tartışmaya açacaktır. Bu meyanda tartışılacak konular arasında, Buharî ve Müslim'in icaza (kısaltmaya) başvurmaları, başka râviler yerine bir çocuk râvinin rivayetinin tercih edilmesi, hadisin Emevî ve Abbasî halifelerine tatbik edilmeye çalışılması gelmektedir.

Giriş

Allah Resulü'nden sonra halife tayininin gerekliliği tartışmasız bir konudur. Bu, önceki peygamberlerin de uyguladığı bir yöntemdir ve salih ve iyi işler yapan bir neslin, Kitaba, yönetime ve nübüvvet makamına varis olması ilahî bir kanundur. Hz. Peygamber ise, kendisinden sonra Kitap ve nübüvvet yerine imamet makamını miras bırakmıştır. Allah, Hz. Peygamber'in ıtretini (soyunu), Ehl-i Beyt'ini (a.s.) kirden ve kötülüklerden temizlediğinden (“Şüphesiz Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”[2]) onları imamete seçmiştir (“Sonra bu Kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta davranır, kimi de, Allah'ın izniyle, iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf budur.”[3]) ve imamet Ehl-i Beyt'e özgü bir makamdır. Hz. Peygamber'in hayatı da bu görüşü doğrulamaktadır: Hz. Peygamber sağlığında zaman zaman dirayetle ve hikmetle, ya açıktan ya da kinaye yoluyla Ehl-i Beyt'inin velayetinden söz etmiştir.[4]
 

Hz. Peygamber'in zürriyetinden olan On İki İmamın imametine delalet eden hadislerinden biri, Veda Hutbesinde geçmektedir. Bu hadis, Ehl-i Sünnet kaynaklarında da nakledilmiştir. Bu makalede önce, Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçen şekliyle söz konusu hadisi nakledecek, ardından Sünnî âlimlerin hadisi nasıl değerlendiğini tahlil edeceğiz. Makalenin devamında ise birkaç hususa işaret ederek Sünnî ulemanın görüşlerini tartışmaya açacağız.

1. On İki İmamı müjdeleyen Beşaret Hadisi

On İki İmamı müjdeleyen beşaret hadisi, Veda Hutbesiyle ilgili rivayetlerin arasında yer alır. Râvilerin bildirdiğine göre Hz. Peygamber, hem Arafat ve Mina'da hem de Medine'de kendisinden sonra gelecek On İki İmamdan söz etmiş ve bu imamlar var oldukça İslâm'ın izzetli olacağını bildirmiştir. Hadisin varid olduğu yer ve zaman ile kalabalık dinleyici kitlesi, binlerce kişiden oluşan sahabe topluluğu göz önüne alındığında Hz. Peygamber'in bu hadisini onlarca râvinin nakletmesi beklenirdi. Ama ne yazık ki durum böyle olmamıştır. Ehl-i Sünnet kaynaklarında hadis yalnızca üç râviden aktarılmış ve bu üç râvi arasından da yalnızca birine teveccüh edilmiştir. Râvilerin uyguladığı sansüre ilaveten rivayetin metni de tam değildir. Söz konusu üç rivayetin metni Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçtiği şekliyle şöyledir:
 

1.1Câbir b. Semure rivayeti: Buharî, Câbir b. Semure'den şöyle rivayet eder:

Allah Resulü'nün “on iki emir” dediğini işittim. Sonra bir şeyler daha söyledi ama ben duyamadım. Babam [Hz. Peygamber'in] “Onların hepsi Kureyş'tendir” dediğini söyledi.[5]

Müslim ise şöyle rivayet eder:

Câbir b. Semure şöyle der: Allah Resulü'nün “İslâm, on iki halifeye kadar izzetli ve güçlü olacaktır.” Sonra bir söz söyledi ama ben ne söylediğini anlamadım. Babama “Ne dedi?” diye sordum, “Hepsi Kureyş'tendir” dediğini söyledi.

Müslim aynı rivayeti bir kez de şu şekilde nakleder: “[Hz. Peygamber] bir şey söyledi ama ben ne dediğini anlamadım.”

Rivayetin yine Müslim'in Sahih'inde yer alan üçüncü versiyonu ise şöyledir: [Hz. Peygamber]bir şey söyledi ama insanların uğultuları yüzünden söylediği kayboldu, duyamadım. Babama, “Ne dedi?” diye sordum, Babam, “Hepsi Kureyş'tendir” dediğini söyledi.[6]

Taberanî de İbn Semure'den şöyle nakleder: Allah Resulü'nün minber üzerinde hutbe verirken şöyle dediğini duydum: “Kureyş'ten on iki kayyım vardır ki düşmanların düşmanlığı onlara hiçbir zarar vermez.” Arkama baktığımda Ömer b. Hattab ile babamı gördüm. Onlar bu hadisi işittiğim şekilde benim için yazdılar.[7]

Mecmaü'z-zevâid'de de bu rivayet İbn Semure'den nakledilmiştir. Yalnız bu rivayette bir ekleme vardır:

Sonra Hz. Peygamber evine doğru yürüdü, ben de onun yanındaydım. “Ondan sonra ne olacak?” diye sordum. “Fitne ve kargaşa.” buyurdu. Bu rivayetin râvileri güvenilirdir (sika).


1.2. Avn b. Ebi Cuheyfe Rivayeti

Hâkim Nişaburî'nin el-Müstedrek'inde Avn b. Ebi Cuheyfe'den şöyle rivayet edilmiştir: Ben, amcamla birlikte Hz. Peygamber'in yanındaydım. Hz. Peygamber, “On iki halife[nin hüküm süreceği dönem] sona erinceye değin ümmetimin işleri daima hayır ve salah üzeredir.” Sonra alçak sesle bir şey söyledi. Benim önümde bulunan amcama, “Amca, ne dedi?” diye sordum. Amcam, “Onların hepsi Kureyş'tendir, dedi.” diye cevap verdi.[8]

Heysemî şöyle yazar: Bu rivayeti Taberanî Evsat (el-Mucemü'l-evsat) ve Kebir (el-Mucemü'l-kebir) kitaplarında ve Bezzâr (da kendi kitabında) rivayet etmiştir ve Taberanî'nin kitaplarına aldığı rical sahihtir.[9]

1.3.Abdullah b. Mesud Rivayeti

Abdullah b. Mesud'un rivayeti Mecmau'z-zevâid'de şöyle geçer:

Mesruk'tan şöyle dediği nakledilmiştir. “Abdullah'ın yanında oturmuştuk, o bize Kur'ân öğretiyordu. Bir adam, “Ey Eba Abdurrahman! Allah Resulü'ne bu ümmetin kaç halifesi olacağını sordunuz mu?” diye sordu. Abdullah, “Sen Irak'a gelmeden önce kimse bana bu konu hakkında soru sormamıştı.” dedi ve şöyle devam etti: “Evet, [bu konuyu] Allah Resulü'ne sorduk ve Hz. Peygamber şöyle cevapladı: ‘On iki kişi; İsrailoğullarının nakipleri sayısınca.'”

Bu rivayeti Ahmed, Ebu Yala ve Bezzâz da nakletmiştir. Rivayetin isnadında Mücalid b. Said'in ismi geçer ki Nesâî onun sika, güvenilir olduğunu bildirmiştir. Ulemanın çoğunluğu ise onu tezyif etmiş, zayıf addetmiştir. Bununla birlikte, rivayetin isnadında geçen ricalin geri kalanı sikadır.[10]

İbn Hazzâz, İbn Mesud'un şöyle dediğini nakletmiştir:

Allah Resulü'nün şöyle buyurduğunu işittim: “Benden sonra imamlar on ikidir; dokuzu Hüseyin'in neslindendir ve dokuzuncuları Mehdi'dir.”[11]

1.4.Sünnî râvilerin Ömer'den rivayet ettikleri ve İbn Hazzâz'ın naklettiği Rivayet

İbn Hazzâz bu hadisi isnadıyla birlikte Mufaddal b. Husayn aracılığıyla Ömer'den şöyle rivayet eder:

Ömer dedi ki Allah Resulü'nü şöyle derken işittim: “Benden sonra imamlar on ikidir.” Sonra sesini alçaltarak konuştu. Şöyle dediğini duydum: “Ve onların hepsi Kureyş'tendir.”[12]

2.Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilen Beşaret Hadisinin değerlendirmesi

Ehl-i Sünnet kaynaklarında On İki İmam hadisi üç şekilde ve üç râvi aracılığıyla nakledilmiştir: Bütün kaynaklar İbn Semure rivayetinin sahih olduğunda birleşmektedir.[13]

İbn Semure'nin rivayetiyle benzerlik gösteren İbn Cuheyfe rivayetinin hasen hadis[14] olduğu kabul edilmiştir. Bununla birlikte bu rivayetin sahih olduğu yönünde görüş bildirenler de olmuştur. (Sakife toplantısına muhalefet eden) İbn Mesud'un rivayeti bağlamında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kimileri İbn Mesud'un rivayetinin sahih olmamasının nedenini isnadında adı geçen ve Nesâî dışında bütün Sünnî ulema tarafından tezyif edilen Mücalid b. Said'e bağlamışlardır.

İbn Hacer ve Suyutî'ye göre İbn Mesud'un rivayeti hasendir ve onların bildirdiklerine göre “Ahmed ve Bezzâz'a göre de İbn Mesud'un rivayeti hasendir.”[15]

Busayri de “Müsedded'in, İbn Rahuye, İbn Ebi Şeybe, Ebu Yala ve Ahmed'in bu rivayeti hasen senetle” naklettiklerini yazmıştır.[16]

Ayrıca Ehl-i Sünnet'in diğer kaynaklarında da, örneğin Ahmed b. Hanbel (Müsned, c. 1, s. 398, 406), Muttaki el-Hindî (İbn Sad'dan nakleder, Kenzü'l-ummal, c. 6, s. 89), İbn Asakir (Ahmed, Taberanî ve İbn Hammad'dan nakleder, es-Savaiku'l-muhrika, c. 12, s. 32) bu rivayet nakledilmiştir.

Şia kaynaklarında ise bu rivayet, isnadında Mücalid'in adının geçmediği bir senetle nakledilmiştir (örneğin bkz. Şeyh Müfid, el-İhtisas, s. 233; Şeyh Sadûk, el-Hisal, s. 466; İbn Hazzâz, Kifâyetü'l-eser, s. 73; Numanî, el-Gaybet, s. 106).

Bu nakiller Ehl-i Sünnet'in bu rivayeti kabul etmesini icap ettirmez; zira rivayette, imamlar sadece Hz. Peygamber'den sonraki dinî yöneticiler olarak tanıtılmış ve Sakife'yi ortaya çıkaranların hilafeti kanuna aykırı addedilmemiştir.

3.Ehl-i Sünnet ulemasının Beşaret Rivayeti hakkındaki görüşleri

Ehl-i Sünnet âlimleri On İki İmamın müjdelenmesiyle ilgili hadis hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Aşağıda bu görüşlerden bazılarına değineceğiz.

3.1.Buharî ve Müslim'in hadisi kısaltarak nakletmeleri

Buharî, Câbir b. Semure'nin rivayetini nakletmiş, bununla birlikte Hz. Peygamber'in bu hadisi Veda Hutbesi'nin bir bölümünde beyan ettiğine hiç işaret etmemiştir. Buna karşılık başka bazı kaynaklarda bu hususa işaret edilmiştir:

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde şöyle geçer: Câbir b. Semure'den “Hz. Peygamber, Arafat'ta, bizim aramızda bir konuşma yaptı”[17] veya “Veda Hutbesinde şöyle buyurdu”[18] veyahut “Allah Resulü'nün Mina'da hutbe irad ettiğini duydum.”[19]

Bu ifadeler, Hz. Peygamber'in Arafat'ta ve Mina'da en az iki kez bu konuda konuşma yaptığını ve son olarak Gadir-i Hum'da bu hususu kesin bir dille ve açıklıkla ilan ettiğini göstermektedir.[20]

Buharî'nin Veda Hutbesi bağlamında sözü kısa tutmasının sadece bu olayla ilgili olması tuhaftır; öte yandan diğer konularda, örneğin Hz. Âişe'nin hayız olması ve Hz. Peygamber'in bu soruna çözüm bulması konusunda olayı bütün şeffaflığıyla anlatan ayrıntılı rivayetler nakletmiştir.[21]

Müslim ise Buharî'nin aksine hadisi daha uzun ifadelerle nakletmiş, bununla birlikte hadisin sonunu müphem bırakmıştır. Hadiste Hz. Peygamber'in on iki halifesine işaret edilmiş ama hadisin devamında ne sözü geçen on iki kişiyi tanıtıcı bir ifade kullanmış ne de onların hangi kavim ve kabileden olduklarını belirtmiştir.

3.2.Tuleka çocuklarından bir çocuğun rivayetine gösterilen teveccüh ve bu rivayetin büyütülmesi

Ehl-i Sünnet kaynaklarında beşaret hadisi üç tarikle nakledilmiştir; bununla birlikte Sünnî uleması yalnızca o sırada on yaşlarında bir çocuk olan Câbir'in rivayetine teveccüh göstermiş ve bütün yorumlarını ve çıkarımlarını bu rivayete dayandırmışlardır.

yazının devamı için linki tıklayınız

http://medyasafak.net/haber/2513/ehl-i-sunnet-kaynaklarinda-hz-peygamber-in-on-iki-imami-mujdeledigi-b

İmam Seccad (a.s) sürekli şöyle buyururdu: “Ben her ne kadar az da olsa bir işi sürekli yapmayı severim.”‌[1]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Nice gafil aldanmış kimse, kendisinin cehennem ateşine atılmasına neden olacak ilahi bir gazapla çepe çevre kuşatıldığından habersiz olarak, heves, gülme, yemek ve içmekle geçirir.”‌[2]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “İlk yaratılışı gördüğü halde diğer yaratılışı inkar eden kimse ne kadar ilginçtir! Ne kadar ilginçtir!”‌[3]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Adem oğlunun en şiddetli üç anı vardır: Ölüm meleğini gördüğü an, mezarından çıktığı an ve Allah Tebarek ve Teala’nın huzurunda durduğu an.”‌[4]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben, kendisiyle karşısındakini cezalandırmadığı öfke yudumundan daha sevimli bir yudum yudumlamadım.”‌[5]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Kulağın hakkı onu gıybetten münezzeh kılman ve helal olmayan şeyi işitmekten alı koymandır.”‌[6]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim insanların sahip olduğu ayıpları dile getirirse, insanlar da ona sahip olmadığı ayıpları isnat ederler.”‌[7]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Dün bir nutfe olan ve yarın da bir leşe dönüşecek olan üstünlük taslayan mütekebbire şaşarım.”‌[8]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Doğru yol bizleriz ve ilminin sır yerleri bizleriz.”‌[9]

İmam Seccad (a.s), Ramazan ayı geldiğinde yaptığı duasında şöyle buyurmuştur: “Uzuvlarımızı günahlardan koruyup seni hoşnut eden işleri işleterek bizi bu ayda oruç tutmaya muvaffak et. Öyle olsun ki, kulaklarımızla boş şeyler dinlemeyelim; gözlerimizi eğlenceye dikmeyelim, ellerimizi sakıncalı bir şeye uzatmayalım; ayaklarımızı harama açtırmayalım; karnımıza helallerinden başkası girmesin; dilimiz senin açıkladığından başkasını konuşmasın; bizi sevabına yaklaştıracak amelden başkası için zahmete düşmeyelim; azabından koruyacak amelden başkasını yerine getirmeyelim.”‌[10]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bir defa gülerse ilminin bir miktarı aklından uçar.”‌[11]

İmam Seccad (a.s), hakeza şöyle buyurmuştur: “Ey Allah’ım! Eskiden beri sana olan ümidim sebebiyle ve sende var olan büyük tamahım nedeniyle ve kendine farz kıldığın yumuşaklık, merhamet ve rahmet sebebiyle senden diliyorum.”‌[12]

İmam Zeyn’ul Abidin (a.s), bir duasında şöyle buyurmuştur: “Ey efendim! Meyil ve rağbetim sanadır, korkum sendendir, senden ümitliyim, ümidim beni sana sevk etmiştir.”‌[13]

İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s) bir duasında şöyle buyurmuştur: “Efendim! İhsanına ve iyiliğine olan zannımı yalanlama. Zira ki sen benim güvendiğim ve itimat ettiğimsin.”‌[14]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Derinleşme olmadığı taktirde asla ibadet olmaz.”‌[15]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ben sadece sevap hedefiyle Allah’a ibadet etmeyi hoş görmüyorum. Zira bu taktirde tamahkar köle gibi olurum. Eğer bir şeye göz dikerse çalışır aksi taktirde çalışmaz. Hakeza Allah’a cezasının korkusuyla ibadet etmeyi hoş görmüyorum. Zira bu taktirde de kötü işli köleye benzerim ki eğer korkmazsa çalışmaz.”‌ Kendisine şöyle arzedildi: “O halde niçin ibadet ediyorsun?”‌ İmam Seccad şöyle buyurdu: “Zira O, bana bağışta bulunduğu lütufları ve nimetleri sebebiyle ibadete layıktır.”‌[16]

İmam Seccad (a.s) Allah’ın şöyle buyurduğunu buyurmuştur: “Ey Ademoğlu! Sana farz kıldığım şeylerle amel et ki insanların en abidi olasın.”‌[17]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Zarar verici yiyecekten sakındığı halde daha zararlı günahından sakınmayan kimseye şaşarım.”‌[18]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratışı gördüğü halde Allah’ın varlığı hakkında şek eden kimseye çok şaşarım.”‌[19]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Yaratışı gördüğü halde Allah’ın varlığı hakkında şek eden kimseye çok şaşarım.”‌[20]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Dünya hayatını gördüğü halde, o dünya hayatını (ahireti) inkar eden kimseye çok şaşarım.”‌[21]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Fani yurt için çalıştığı halde ebedi yurdu terkeden kimseye çok şaşarım.”‌[22]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ne kadar sana zarar vermeyeceğini tahmin etsen dahi hiç kimseyle düşmanlık etme ve sana hiçbir fayda vermeyeceğini düşünsen dahi hiç kimseye rağbetsizlik gösterme. Zira ne zaman dostuna muhtaç olacağını bilemezsin ve düşmanından ne zaman korkacağını da bilemezsin.”‌[23]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiçbir Kureyşli’nin ve hiçbir Arab’ın tevazu dışında soy üstünlüğü yoktur ve takva dışında bir yücelik söz konusu değildir.”‌ [24]

İmam Seccad (a.s) şöyle buyurmuştur: “İnsanın mutluluklarından biri de kendisine yardımcı olacak bir çocuğunun olmasıdır.”‌[25]

İmam Seccad (a.s), anne babaya yaptığı duasında şöyle buyurmuştur: “Allah’ım, öyle et ki, zalim sultandan korkar gibi onlardan (anne ve babadan) korkayım; şefkatli anne gibi onlara iyilik edeyim. Anne ve babama itaatimi ve onlara iyi davranmamı, uyku düşkünü kimsenin uykusundan daha göz aydınlatıcı ve çok susamış kimsenin içtiği sudan daha yürek serinletici kıl ki onların isteğini kendi isteğime tercih edeyim.”‌[26]

ABNA.İR


 

[1] a. g. e. h. 4

[2] Tuhef’ul Ukul, 282

[3] el-Bihar, 7/42/14

[4] el-Hisal, 119/108

[5] el-Kafi, 2/109/1

[6] el-Hisal, 566/1

[7] a. g. e. 78/160/21

[8] a. g. e. s. 328/1

[9] a. g. e. s. 35/5

[10] Sahifet’us Seccadiye, 166, 44. dua

[11] Bihar, 78/158/9

[12] İkbal’ul A’mal, 1/168

[13] a. g. e.

[14] a. g. e. 1/169

[15] Tuhef’ul Ukul, 280

[16] Bihar, 70/210/33

[17] Tuhef’ul Ukul, 281

[18] Bihar, 78/159/10

[19] Emali et-Tusi, 663/1387

[20] Emali et-Tusi, 663/1387

[21] a. g. e.

[22] a. g. e. 664/1387

[23] Derret’ul Bahire, 26

[24] a. g. e. h. 19

[25] a. g. e. s. 2/2

[26] Sahifet’us-Seccadiye , 102 , 24. dua

 
 

Kimi Vehhabî müellifler, mevcut koşulları fırsata çevirerek ilahî kitabın azametine halel getirecek birtakım görüşler ileri sürmüşler, Ehl-i Beyt Mektebi’nin, Şia’nın Kur’ân’ın tahrif edildiğine inandığını iddia etmişlerdir. Bu makalede, Şiî ulemanın görüşleri çerçevesinde Vehhabîlerin bu iddiası çürütülmeye çalışılacaktır.


 Kur'ân-ı Kerim, semavî kitaplar içerisinde en özel olanıdır; Allah onu muhafaza edeceğini vadetmiştir. Ayrıca semavî kitaplar içerisinde ayrıcalıklı bir konuma sahiptir; kalemler şüphe doğuracak ifadeler yerine Kur'ân'ı açıklamaya yönelik şerhler yazmışlardır. Günümüzde ise kimi Vehhabî müellifler, mevcut koşulları fırsata çevirerek ilahî kitabın azametine halel getirecek birtakım görüşler ileri sürmüşler, Ehl-i Beyt Mektebi'nin, Şia'nın Kur'ân'ın tahrif edildiğine inandığını iddia etmişlerdir. Bu makalede, Şiî ulemanın görüşleri çerçevesinde Vehhabîlerin bu iddiası çürütülmeye çalışılacaktır.

Giriş 

Kur'ân-ı Kerim, bütün Müslümanların nezdinde yüce bir makama sahiptir. Müslümanlar sadece kendilerinden olanların değil, bigânelerin de kitaplarına saygısızlık etmelerine göz yummazlar. Çünkü Kur'ân'ı, insanların, yapıcı ve hidayet edici mesajları sayesinde kulluğu ve doğru yaşam biçimini öğrenecekleri, güvenilir Cebrail tarafından emin Peygamber'e nazil olan Allah'ın kelamı olarak kabul ederler. Baştan sona “mucize”, “hidayet”, “ilim” ve “hikmet” olan bir kitap, bin dört yüzyıldan fazla bir süredir, Müslümanların ruhuna ve bedenine hükmetmektedir. İçeride ve dışarıda kurgulanan planlara rağmen Kur'ân Müslümanların kalbinde yer edinmiş, bir şahsın veya bir topluluğun eleştirileri hiçbir zaman Kur'ân'ın azametini ve maneviyatını gölgeleyememiştir.

Tahrif şüphesi, ilahî kitaba yöneltilen eleştirilerin başında gelmektedir. İslâm dünyasında bir topluluk, tahrifi Şia'nın dinî inançlarından saymakta, Şiîleri bu yüzden kınamaktadır. Biz burada, tarih, hadis ve tefsir ilimleri açısından incelenebilecek olan bu konuyu tartışmaya açacak, bu haksız iddiayı ele alacağız. 

Eleştirinin ortaya konulması 

eş-Şia ve's-Sünnet'in müellifi İhsan İlahi Zahir, Kur'ân-ı Kerim'in tahrife ve değişime uğradığı inancının Şia'nın inanç esaslarından biri olduğunu ileri sürerek şöyle yazar: “Şia, insanların elinde bulunan ve Allah tarafından korunan Kur'ân'a inanmaz. Bu inancıyla Ehl-i Sünnet'in karşısında yer alır. Dolayısıyla Şiîler, Kur'ân ve Sünnet hakkında varid olan bütün sahih rivayetleri inkâr ederler.”[1]

Gafarî'ye[2] göre Şia'nın tahrif inancını delilleriyle birlikte kitabında kaydeden ilk müellif olan Âlusî ise şunları yazar: “Şia'nın itikadına göre Osman, hatta Ebu Bekir ve Ömer dahi, (Kur'ân'ı) tahrif etmiş, ayetlerinden ve surelerinden çoğunu çıkarmışlardır.”[3]

Muhibüddin el-Hatib de imamet bağlamında Kur'ân'ın tahrif edildiği inancını Şia'ya nispet etmektedir.[4] Beyyumî, Şia ile Ehl-i Sünnet arasındaki en önemli ihtilaf konusunun Kur'ân'ın tahrifi olduğunu iddia ettikten sonra şöyle yazar:  “Şia, Kur'ân-ı Kerim'in tahrife uğradığına ve değiştirildiğine; ona çok sayıda ayetin eklendiğine ve çıkarıldığına, mevcut Kur'ân'ın eksik olduğuna inanır.”[5]

Eleştirinin incelenmesi ve cevabı 

Müelliflerin yukarıda alıntıladığımız ifadelerinden Şia'nın itikadının Kur'ân-ı Kerim'in tahrifi üzerine kurulduğu, Kur'ân-ı Kerim'in değişime ve dönüşüme uğradığı inancının Şia'nın inanç sistemini şekillendirdiği sonucuna ulaşmaktayız. Bu büyük suçlamayı analiz etmeye tahrif kavramını inceleyerek başlayacağız.

Tahrif kavramı 

“H r f” (çoğulu “ehruf”) kökünden türeyen tahrif sözlükte, bir şeyin tarafı, kenarı anlamlarına gelir.[6]Sözlük bilimcilere göre “harf” kelimesinin üç ayrı kökü bulunmaktadır. Bu üç kökten birincisi, bir şeyden sapmak (udul etmek), inhiraf anlamına gelmektedir. “İnhiraf anhu” cümlesi ile “adalet bihi anh” cümlesi anlamdaş olup “bir şeyden inhiraf etmek, sapmak” anlamına gelmektedir. Kelamın tahrifi ise, kelam yönünden sapmak anlamı taşımaktadır.[7] Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sözlerin yerlerini değiştirip tahrif ediyorlar.”[8] Tahrif, değiştirmek, dönüştürmek, bir tarafa meyletmek anlamlarında da tanımlanmıştır.[9] Tahrif sözcüğü Kur'ân bağlamında kullanıldığında, harfin ve sözün asıl anlamının değiştirilmesi anlamına gelmektedir.[10]

Sözcük anlamlandırılırken düşülen “taraf” ve “sapma” kayıtları[11] göz önüne alındığında tahrif şu anlama gelir: Bir şeyi asıl yerinden saptırıp inhiraf ettirerek başka bir yere yerleştirmek.[12]Kelamın tahrifi ise şu manaya gelir: Kelamı, ihtimallerden biriyle bağdaşacak biçimde değiştirmek ve inhirafa uğratmak.[13]

Tahrifin terim anlamı ise şudur: Kur'ân bağlamında kullanıldığında tahrif sözcüğü birkaç anlamda kullanılır ve bu kullanımlardan kimisi caiz iken kimisi caiz değildir ve caiz olmayan kullanımlar Müslümanların icmasına göre akıl dışı ve batıldır. Tahrif sözcüğü şu birkaç anlamda kullanılır:

a) Nüzul sırası (tertip) açısından tahrif: Bu, Kur'ân'ın ayetlerin nüzul sırasına riayet edilmeksizin tanzim edildiği anlamına gelir ve hiç tartışmasız Kur'ân bu anlamda tahrife uğramıştır.[14]

b) Manevî tahrif: Sözcüğün kastedilen anlamının aksine bir anlamda kullanılması şeklindeki tahrife “dirayet tefsiri” de denilmektedir ve tefsirin bu türü, şeriatta şiddetle nehyolunmuştur.[15] Bu tahrife başvuran kimse, Yahudiler hakkında nazil olan “Sözlerin yerlerini değiştirip tahrif ediyorlar”[16]ayetinin kapsamına girer.

c) Lafzî tahrif: Bu tahrif iki şekilde gerçekleşebilir:

Kıraat: Bir kelime, bilinen kıraatinin hilafına kıraat edilir. Bu tarz değiştirmenin örnekleri Kur'ân-ı Kerim'de bulunmaktadır. (Ehl-i Sünnet'in inandığı) yedi kıraat veya on kıraat da bu türdendir. Şiî ulemanın kahir ekseriyeti, tevatürle sabit olmadığından yedi kıraati caiz kabul etmemektedir.[17]

Önceleme ve sonraya bırakma: Önce gelen bir sözcüğün sonraya bırakılması veya sonra gelen bir sözcüğün öncelenmesi, Kur'ân'ın belagatine halel getireceğinden caiz değildir. Örneğin, “Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk damgası vuruldu” ayetinde  “aşağılık” sözcüğünü “yoksulluk” sözcüğünün önüne geçirmek caiz değildir.

d) Çoğaltmak ve eksiltmek suretiyle tahrif: Bu tür tahrif birkaç şekilde mümkündür:

1. Kur'ân harflerinin veya harekelerinin tahrifi: Anlamda bir değişikliğe sebep olmaksızın harf çoğaltmak veya eksiltmek ya da sözcüklerin harekelerini değiştirmek, her ne kadar tahrifin bir türüyse de, Kur'ân'da bulunmaktadır.[18]

2. Kur'ân kelimelerinin tahrifi: Orijinalini koruyarak ayete bir ya da iki kelime eklemek veya çıkarmak, eklenen veya çıkarılan kelimelerin Kur'ân'dan olduğuna inanılmaksızın, sırf anlamı netleştirmek amacıyla olursa caizdir.[19] Erken dönemde, Osman öncülüğünde yapılan Mushafları birleştirme çalışmasında bu türden tahrifin vuku bulduğu bir gerçektir.[20]

3. Kur'ân'ın eksik olduğu inancı: Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra Kur'ân'dan bir ayetin veya surenin taammüden veya sehven hazfedildiği varsayımı, bütün Müslümanların icmasına göre batıldır, kabul edilemez bir görüştür.[21]

4. Besmele konusundaki görüş ayrılığı: Tahrifin bu türünde görüş ayrılığı vardır: Bir kısım Ehl-i Sünnet âlimi, besmelenin Tevbe Suresi dışındaki surelerin bir parçası olduğu; bir kısmı ise olmadığı görüşündedir.  Yine Sünnî ulemadan bazıları besmelenin surelerden ayrı olduğuna inanır. Âlusî, Sünnî ulemanın bu konuda dokuz farklı görüş ileri sürdüğünden söz etmektedir.[22] Şiî ulema ise besmelenin Tevbe Suresi dışındaki bütün surelerin bir parçası olduğunda görüş birliğine varmıştır.[23]

Şia ve tahrifin yadsınması 

Konumuzun sınırları belli olduğuna göre şu soruyu sorabiliriz: Gerçekten Ehl-i Beyt (a.s.) takipçileri, bir grup Vehhabî müellifin iddia ettiği gibi, Kur'ân'ın tahrif edildiğine mi inanmaktadır ve bu inanç, onların itikadının bir parçası mıdır? Bu sorunun cevabı birkaç açıdan menfi olup aslında bir yalan ve iftiradır. İmamî Şiîler, Kur'ân'ın tahrif edilmediğine inanmakla birlikte aşağıda ele alacağımız delillerden ötürü, Kur'ân'ın tahrif edilemeyeceğine de inanmaktadır.

Birinci delil: Kur'ân ayetleri 

Kur'ân ayetleri tahrif iddiasının asılsız olduğunun en sağlam delilleridir. Kur'ân- Kerim açık bir dille şöyle buyurur: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah'tan gayri şahitlerinizi (yardımcılarınızı) de çağırın.”[24]

Kur'ân, Allah'ın her türlü müdahaleden masun olduğunu vadettiği bir kitaptır: “Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”[25]

Kur'ân'ı değiştirmeye kimin gücü yetebilir? “O, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.”[26] sözleriyle tavsif edilen ve hakkında daha onlarca ayet bulunan[27] bir kitabın değiştirilip dönüştürülebileceğine inanmak, Allah'ın sonsuz kudret sahibi olduğuna ve vaadinden dönmeyeceğine iman etmekle bağdaşabilir mi? Sadece bu iki ayet, Kur'ân'ın, kutsallığıyla ve azametiyle çelişecek herhangi bir tahriften masun olduğunu ispatlamak için yeterli değil midir? Aslında Kur'ân'ın tahrif edilebileceğine inananların, Allah'ın sonsuz kudretine imanlarını sorgulamaları gerekir. Çünkü onlar Allah'ın “Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız” kesin vaadine ve Allah'ın geniş kudretine inanmamaktadırlar. Aksi durumda böyle bir iddia ortaya atılmazdı. 

İkinci delil: Ehl-i Beyt İmamları (a.s.) ve mevcut Kur'ân 

Şiîler bütün inanç esaslarını Ehl-i Beyt İmamlarından (a.s.), Ehl-i Beyt İmamları da Hz. Peygamber'den (s.a.a.) öğrenmiştir.[28] Ehl-i Beyt İmamları, mevcut Kur'ân'ı dikkate almışlar ve takipçilerini mevcut Kur'ân'a yönlendirmişler, onu insanlığın kurtarıcı kılavuzu kabul etmişlerdir. Söylediklerimizi daha net ifade edebilmek için her biri bir hidayet yıldızı olan Ehl-i Beyt İmamlarının sözlerinden örnekler nakledeceğiz:

1. Emirelmüminin Ali (a.s.)

 İmam Ali b. Ebi Tâlib (a.s.), Hz. Peygamber'e en yakın insandı; nitekim İmam Ali, Hz. Peygamber'le olan yakınlığını şu sözlerle dile getirir:

“Ben daima Hz. Peygamber'le birlikte idim. Hz. Peygamber her yıl (birkaç ayını) Hıra Mağarası'nda geçirirdi. Onu orada gören yalnızca ben idim; benim dışımda biri onu orada göremezdi. Ben, Hz. Peygamber'e vahiy nazil olduğunda, vahiy ve risalet nurunu müşahede ediyor, nübüvvet ıtırını kokluyor, vahyin nüzulü sırasında şeytanın çıkardığı sesi işitiyordum.”[29]

İbn Ebi'l-Hadid şöyle yazar: “Bütün herkesin ittifak ettiği üzere Hz. Peygamber zamanında Kur'ân'ı Ali hıfzederdi; O'nun dışında Kur'ân'ı ezberleyen yoktu. Sonradan Kur'ân'ı ilk defa cem eden, toplayan da O olmuştur.”[30]

Muâviye, Sıffin'de yenilgiyi tattığında Amr b. As'ın hilesine başvurarak İmam Ali'nin askerlerini aldatmak için Kur'ân'ı mızrakların ucuna taktırdığında İmam Ali Kur'ân hakkında şöyle buyurmuştur:

“Ben onlarla bu kitabın hükmünce savaşıyorum. Onlar, Allah'ın onun (kitabın)  içindeki emirlerine asi oldular ve ahitlerini unutup (Allah'ın) kitabını bir kenara bıraktılar.”[31]

2. İmam Hasan Mücteba (a.s.) 

İmam Hasan b. Ali (a.s.), mevcut Kur'ân'ın hakikatini şu şekilde beyan eder:

“Şüphesiz Kur'ân'da nur kandilleri vardır ve o, sinelere şifadır. O halde (kalbini) aydınlatmak isteyen onun ışığıyla aydınlatsın.”[32]

Bir başka sözünde şöyle buyurur:

“Bu dünyada şu Kur'ân'dan başka geriye ne kalmıştır. Onu kılavuz edinin. İnsanların en iyisi Kur'ân'la amel edendir, onu ezberleyen değil.”[33]

Yine şöyle buyurur:

“Kur'ân'da her şeyin ayrıntılı bilgisi vardır. Ona önünden veya arkasından batıl sokulamaz. O her şeyde dayanaktır. Biz onun tefsirinde yanılmayız. Tersine, onun gerçeklerini kesinliğe kavuştururuz. Buna göre bize itaat edin. Çünkü bize itaat etmek, Allah'a, Peygamber'e ve ululemre itaatle bir arada mütalâa edildiği için farzdır…”[34]

İmam Hasan, Muâviye ile imzaladığı anlaşma metninin ilk maddesinde,  onun, Allah'ın Kitabı'na ve Resul'ün sünnetine amel etmesini şart koşmuştur.[35]

3. İmam Hüseyin (a.s.) 

Kur'ân'ın unutulmuşluğunu ortadan kaldırmak için varlığını feda eden İmam Hüseyin b. Ali (a.s.), Mekke'den Kerbela'ya varıncaya dek[36] ve Kerbelâ'da şehid düşünceye kadar, hatta şehadetinden sonra[37], konuşmalarında ve uyarılarında mevcut Kur'ân'dan bölümler okumuştur.[38] İmam Hüseyin bir sözünde Kur'ân ayetlerini dört bölüme ayırır:

“Allah'ın Kitabı dört şey üzeredir: İbare, işaret, incelikler (letâif) ve hakikatler. İbareler avam içindir, işaretler havas içindir, incelikler veliler içindir, hakikatler ise nebiler içindir.”[39]

Mevcut Kur'ân, Allah'a sığınarak söylüyoruz, eksik olsaydı, İmam Hüseyin sözlerinde bu duruma işaret ederdi. Hâlbuki mevcut Kur'ân'ı okumanın sevabı hakkında şöyle buyurur:

“Kur'ân'dan bir ayeti namazın kıyamında okuyana Allah okuduğu her harf için yüz iyilik, namaz dışında okuyana on iyilik yazar. Kur'ân'ı dinleyene ise bir iyilik yazılır.”[40]

4. İmam Zeynelâbidin (a.s.) 

İmam Ali b. Hüseyin (a.s.), münacatlarında mevcut Kur'ân'ı nur, bütün kitapların üstündeki şahit, hak ile batılı ayıran ölçü, ilahî ahkâmı kullara açıklayan, Hz. Peygamber'e nazil olmuş kitap sözleriyle nitelemiştir.[41] Âşurâ Olayı'ndan sonra esaret halindeyken sürekli Kur'ân ayetlerini okumuştur. Ubeydullah b. Ziyad, İmam Zeynelâbidin'in Ali b. Hüseyin olduğunu öğrenip gözünü üzerine dikerek, “Meğer Ali b. Hüseyin Kerbelâ'da öldürülmedi mi?” diye sorduğunda, “Ali adında bir kardeşim vardı, onu öldürdüler” buyurmuş, bu cevabı üzerine öfkelenen Ubeydullah b. Ziyad'a şu ayeti okumuştur[42]: “Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır.”[43]

İmam Zeynelâbidin, Şam'da “Allah'a hamdolsun ki sizi helak etti!” diyen bir adamın hakaretlerine maruz kaldığında meveddet[44], humus[45] ve tathir[46] ayetlerini okumuştur.[47]

İmam Zeynelâbidin Yezid'in karşısına çıkarıldığında ise Hadid 22-23, Şura 30 ve Bakara 49 ayetlerini okumuş, ayetlerde kendisinden ve Ehl-i Beyt'ten söz edildiğini bildirmiştir.[48]

5. İmam Muhammed Bâkır (a.s.) 

İmam Muhammed Bâkır b. Ali (a.s.), Katade'nin Kur'ân'ı tefsir ettiğini haber aldığında onun tefsirinin hatalı olduğunu ifade etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Ey Katade! Eğer Kur'ân'ı kendi düşüncelerine dayanarak tefsir ediyorsan, helak olduğun gibi başkalarını da helak ediyorsun. Eğer başka adamların görüşlerine dayanarak tefsir ediyorsan, yine hem kendini hem de başkalarını helak ediyorsun. Ey Katade! Yazıklar olsun sana! Kur'ân'ı ancak muhatap olanlar bilir!”[49]

6. İmam Cafer Sadık (a.s.)

 İmam Cafer Sadık (a.s.), mevcut Kur'ân'ı şöyle tanıtır:

“İşte bu Kur'ân'da hidayet meşaleleri ve karanlık gecenin kandili vardır. Her arayan bakışını ona çevirsin ve ondan nur almak için gözlerini açsın. Çünkü tefekkür, gören gönlün hayatıdır; (tefekkür eden) gece karanlığında nurun ışıltısında yürüyen kimseye benzer.”[50]

Bir başka hadisinde şöyle buyurur: “Kuşkusuz Kur'ân sakındıran ve emredendir. Cenneti emreder, cehennemden sakındırır.”[51]

Sonraki Ehl-i Beyt İmamları da mevcut Kur'ân'ın Allah'ın Kitabı ve hidayet kaynağı olduğunu söylemişlerdir. Şayet bu Kur'ân -Allah'a sığınırız- tahrif edilmiş olsaydı hidayet edici olamazdı.

Masum İmamların hadislerinden öncelikle mevcut Kur'ân'ı Hz. Peygamber dönemindeki özellikleriyle Allah'ın Kitabı olarak kabul ettikleri ve onunla amel ettikleri anlaşılmaktadır. İkinci olarak, mevcut Kur'ân'dan ayet okumaları, bu ayetleri delil göstermeleri ve savunmaları, onların bu Kur'ân'ı Hz. Peygamber zamanındaki Kur'ân'ın aynısı kabul ettiklerini göstermektedir ve bu, Kur'ân'ın tahrife uğramadığının (ona bir şey eklenmediğinin veya ondan bir şeyin hazfedilmediğinin) şahididir. Şayet tahrife uğramış olsaydı onu bu şekilde övmezlerdi. Üçüncü olarak, Emirelmüminin Ali (a.s.), Kur'ân mızrağın ucuna takıldığında, “Bu Kur'ân tahrif edilmiştir, ben onu kabul etmiyorum!” dememiş; batıl karşısında kıyam eden İmam Hüseyin (as) de batılın en bariz örneği olacak Kur'ân tahrifinden söz etmemiş, Kur'ân'ın terk edildiğini, onunla amel edilmediğini söylemiş,[52] bu uğurda canını vermiştir. Bu bakımdan O, Kur'ân'ın tahrif edilemeyeceğinin en açık şahididir. 

Üçüncü delil: Şiî ulemanın görüşleri 

İmamî Şiî âlimler Kur'ân'ın tahrif edildiği iddiasına şiddetle karşı çıkmışlar ve tahrifi ima eden birtakım hadisleri İmamiye mezhebinin itikadına aykırı kabul etmişlerdir. Aşağıda Şiî düşünce tarihinde etkili olmuş âlimlerin görüşlerini ele alacağız.

1. İbn Babuveyh Kummî (ö. 381)

 İbn Babuveyh Şiî itikadını anlattığı kitabında şöyle yazar: “Bizim inancımıza göre Allah'ın peygamberi Muhammed'e (s.a.a.) nazil ettiği Kur'ân, insanların elinde dolaşan Kur'ân'ın aynıdır; fazlası değil. Surelerinin sayısı yüz on dörttür. Birilerince bize nispet edilen başkaca sözler yalandır.”[53] 

2. Şeyh Müfid (ö. 413) 

Şeyh Müfid birkaç eserinde tahrif konusuna değinmiştir. Söz gelimi bir yerde Kur'ân'ın insanların elinde dolaşan Kur'ân'la aynı olup olmadığı sorusuna şu cevabı verir: “Hiç kuşkusuz iki kapak arasında olan Kur'ân, Allah'ın kelamının tamamıdır.”[54]

Kur'ân'ın eksik olduğu iddiası hakkında ise şunları yazar:

“Aklen muhal olmasa da Mutezile ve diğerleriyle yaptığım uzun tartışmalarda Kur'ân'ın eksik olduğuna dair ikna edici bir delil bulamadım. İmamiye'den bir grup âlim Kur'ân'dan bir kelimenin, ayetin veya surenin hazfedilmediği kanaatindedir. Bununla birlikte, Emirelmüminin Ali'nin Mushafı'ndan Kelamullah'ın bir cüzü sayılmayan birtakım tevil ve tefsirler hazfedilmiştir. Fakat bu görüş, bana göre, tevilin değil de Kur'ân'ın eksik olduğu iddiası gibi görünmektedir. Ben bu görüşü (Kur'ân'ın tahrif edilmediği görüşünü) benimsiyorum.”[55]


Mevcut Kur'ân'a ilaveler yapıldığı görüşü hakkında ise şunları yazar: “Çoğalmasından maksat Kur'ân'a bir surenin ilave edildiği ise bu görüş kesinlikle hatalıdır; çünkü bu, tahaddi (Kur'ân'ın bir benzerini getirmeleri konusundaki meydan okuma) ile çelişmektedir. Ama eğer kastedilen Kur'ân'a bir veya iki kelimenin ya da bir veya iki harfin eklendiği ise buna da karşı çıkarım. Böyle bir şey söz konusu olamaz, Kur'ân salim kalmıştır.”[56]

3.  Alemü'l-Huda (ö. 436)

 Alemü'l-Huda Kur'ân'ın fazla veya eksik olduğu konusunda şunları yazar:

“Kur'ân'ın sıhhatine dair ilim, şehirlere ve büyük olaylara, meşhur kitaplara dair ilim gibidir. Kur'ân'ın intikaline ve korunmasına yönelik büyük bir ilgi olmuştur; zira Kur'ân, nübüvvet mucizesi, şerî ilimlerin ve dinî ahkâmın kaynağıdır. Müslüman âlimler Kur'ân'ı hıfzetmek ve korumak için büyük gayret göstermişlerdir. Harekelendirmede, kıraatte, harflerde ve ayetlerde ortaya çıkan meşhur görüş ayrılıklarının sebebi de bu gayrettir. Bunca inayete ve korumaya rağmen Kur'ân'ın değiştiğini ve eksildiğini düşünmek nasıl mümkün olabilir?”[57]

4. Şeyh Tusî (ö. 460)

 Şiî düşünce tarihi üzerinde en fazla etki bırakan âlim Şeyh Tusî şöyle yazar:

“Kur'ân'ın fazla veya eksik olduğu hakkındaki sözler Kur'ân'a yakışmaz. Kur'ân'a bir şey eklenmediği konusunda icma bulunmaktadır, aksi görüş batıldır. Kur'ân'ın eksik olduğuna gelince; Müslümanlar arasında (eksiklik bulunmadığına) karşı bir görüş bulunmamaktadır. Bizim mezhebimizde de sahih olan inanç budur. Seyyid Murtaza da bu görüştedir.”[58]

5. Allame Hıllî (ö. 726) 

Allame Hıllî, Minhacü'l-Kerame adlı eserinde mevcut Kur'ân'dan deliller öne sürmenin yanı sıra bir başka eserinde “Kur'ân'da eksiklik veya fazlalık var mıdır, tertibinde bir değişiklik olmuş mudur?” sorusuna şu cevabı verir:

“Hakikaten onda (mevcut Kur'ân'da) herhangi bir değişiklik, (ayetleri) arkaya veya öne alma söz konusu değildir. Kuşkusuz onda bir fazlalık veya eksiklik de bulunmamaktadır. Böyle bir şeye inanmaktan Allah'a sığınırız. Böyle bir inanç tevatürle sabit olan Kur'ân'ın Hz. Peygamber'in mucizesi olduğu inancına halel getirir.”[59]

6. Ebu Ali Tabersî (ö. 548)

Ebu Ali Tabersî Tefsir'inin mukaddimesinde şöyle yazar:

“Kur'ân'ın eksik ve fazla olduğundan söz etmek yersizdir. Şu kadarını söylemek gerekir ki, Kur'ân'da fazlalık olduğu iddiasının batıl olduğunda icma vardır. Kur'ân'ın eksik olduğu iddiasına gelince; her ne kadar bizim ashabımızdan bazıları ve Ehl-i Sünnet'in Haşeviyye kolundan bir grup Kur'ân'ın değiştiğini ve eksik olduğunu ileri sürmüş olsa da, İmamiye içerisinde sahih olan görüş bunun aksidir.”[60]

7. Ali b. Yunus Beyazî (ö. 877) 

Ali b. Yunus Beyazî şunları yazar: “Kur'ân'ın tamamı ve tafsilatı zarurî olarak bilinmektedir ve onun korunması yolunda da büyük çabalar harcanmıştır; öyle ki sahabe sureleri isimlendirirken dahi ihtilafa düşmüştür. Büyük bir topluluk Kur'ân'ın korunması için çalışmış, anlamı ve ahkâmı üzerinde düşünmüştür. Şayet onda herhangi bir fazlalık veya eksiklik olmuş olsaydı herhalde farkına varılırdı. Bunun için Kur'ân hafızı olmalarına da gerek yoktu; çünkü eklenenler ve çıkarılanlar her halükarda Kur'ân'ın fesahat ve üslubuna aykırı olurdu.”[61] 

8. Muhakkik Erdebilî (ö. 993) 

Ünlü Şiî fakih Muhakkik Erdebilî her namazda tam bir sure okunması gerektiğine, okunan surenin Kur'ân'dan olduğunun da tevatürle sabit olması lazım geldiğine inanır ve şöyle ekler:

“Kur'ân tevatürle sabit olduğundan, herhangi bir karışım veya değişimden amandadır. Öte yandan Kur'ân kitaplara kaydedilmiş, hatta harfleri ve harekeleri sayılmış, kitabet şekli de belirlenmiştir.”[62]

9. Feyz Kaşanî (ö. 1091) 

Muhaddis, müfessir ve mütekellim olan Feyz Kaşanî, Kur'ân'ın tahrif olduğu zannı uyandıran hadisleri naklettikten sonra şunları yazar:

“Bu hadisler şu problemi ortaya çıkarıyor: Kur'ân'ın tahrif edildiği varsayımını esas alırsak bu durumda Kur'ân'a ve ayetlere hiçbir güven kalmaz ve neticede, her ayetin, Allah tarafından nazil olduğu şeklin dışına çıkarılmış veya değiştirilmiş olma ihtimali söz konusu olacağından Kur'ân'ın delil olma özelliği ortadan kalkar. Oysa bize Kur'ân'a uymamız emredilmiştir ve ayetlerde ‘O, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.', ‘Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.' diye bildirilmiştir ve müstefid rivayetlerde, hadislerin Kur'ân'a arz edilmesi emredilmiştir. Bu durumda Kur'ân'ın tahrif edildiği veya değiştirildiği nasıl düşünebilir?”[63]

10.  Şeyh Hür Âmilî (ö. 1104)

Muhaddis Şeyh Hür Âmilî, çağdaşı bir âlimin Kur'ân hakkındaki risalesine yazdığı reddiyede şöyle yazar:

“Hadisleri, tarihi ve kaynakları inceleyen herkes yakînen bilir ki Kur'ân tevatürün en üst düzeyidir; binlerce sahabî onu ezberlemiş ve nakletmiştir ve Hz. Peygamber zamanında toplanmış ve bir araya getirilmiştir.”[64]

11. Şeyh Cafer Kaşifülgıta (ö. 1228) 

Nüfuz sahibi bir başka âlim olan Kaşifülgıta, Kur'ân'ın tahrif olmadığı inancının Şia mezhebinin usulünden olduğunu ifade eder ve Kur'ân'a eklemeler yapıldığı iddiası hakkında şunları yazar:

“Kur'ân'a bir sure, bir ayet, besmele ve benzerinin ya da bir kelimenin veya harfin eklendiği iddiasına gelince; iki kapak arasında olanın Allah'ın kelamı olduğuna inanmak mezhebin (Şiîliğin), hatta dinin gereklerindendir. Müslümanların icması, Hz. Peygamber'in ve Masum İmamların hadisleri de bu yöndedir.”

Kur'ân'ın eksik olduğuna dair ise şunları yazar:

“Hiç kuşkusuz Kur'ân eksiklikten korunmuştur; Melikü'd-Deyyan (herkese amelinin karşılığını veren) onu korumuştur. Nitekim Kur'ân buna açıkça delalet ettiği gibi her dönemde ulemanın icması da bu yönde olmuştur.”[65]

12. Allame Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta (ö. 1372) 

Allame Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta şunları yazar:

“Kuşkusuz insanların elinde bulunan mevcut Kitap, Allah'ın mucize yoluyla ve meydan okuyarak indirdiği Kitap'tır. Onunla hükümler bilinir, helal ve haram temyiz edilir. Hiç kuşkusuz onda ne bir eksiklik vardır, ne bir tahrif söz konusudur, ne de ilave yapılmıştır. Ulemanın icması böyledir.”[66]

13. Seyyid Muhsin Emin (ö. 1371)

Şia Ansiklopedisi'nin müellifi Seyyid Muhsin Emin İmamiyye'nin itikadını şöyle özetler:

“Eskiden ve günümüzde hiçbir Şiî âlimi az veya çok Kur'ân'a ilaveler yapıldığını söylememiştir. Ulemanın kahir ekseriyeti, hatta hepsi ona bir şeyin ilave olmadığı üzerinde görüş birliğine varmıştır. Öte yandan Şiî ulema Kur'ân'dan bir şeyin çıkarılmadığında da hemfikirdir.”[67]

14. Abdülhüseyin Şerefüddin (ö. 1381) 

Ehl-i Sünnet ve başka mezhep âlimleriyle en fazla diyalog içerisinde olan Abdülhüseyin Şerefüddin, Kur'ân'ın tahrifi konusuna diğer Şiî âlimlere oranla daha fazla eğilmiştir. Allame Şerefüddin bu konudaki şüpheden söz açtıktan sonra şöyle yazar:

“Kur'ân'ın tahrif olduğuna inanmaktan Allah'a sığınır, bu konudaki cehaleti Allah'a şikâyet ederim. Bizim mezhebimizin tahrife inandığını ileri süren kimsenin mezhep konusunda hiçbir bilgisi bulunmamaktadır ve iftira etmektedir. Zira Kur'ân-ı Azim, hiç kuşkusuz, bütün ayetleri, kelimeleri, harfleri, harekeleri ve sükûnlarıyla, kesin bir tevatürle, Masum İmamlar (a.s.) aracılığıyla Hz. Peygamber'den ve Allah'tan bize ulaşmıştır.”[68]

Allame Şerefüddin görüşünü şu şekilde delillendirir:

“Kur'ân'ın zahiri Allah'ın en açık hüccetidir. Mezhebin (Şia'nın) inancı gereğince hadisler Kur'ân'a arz edilmelidir. Mezhebe göre Kur'ân bütün kelimeleri, harfleri ile birlikte bir araya getirilmiştir ve hiçbir eksiklik veya fazlalık bulunmaksızın tertip edilmiştir. Ayrıca farz namazlarda Fatiha'dan sonra tam bir surenin okunması gerekmektedir. Mevcut Kurân sahabe tarafından Hz. Peygamber'e okunmuştur.”[69] 

15. Allame Belağî (ö. 1352) 

Allame Belağî tahrif konusunu etraflıca incelemiş, Şiî ulemanın birçoğunun görüşlerini naklederek Kur'ân'ın tahrif edildiği iddiasının asılsız olduğunu ortaya koymuştur.[70]

16. Şeyh Bahaî (ö. 1031) 

Şeyh Bahaî şöyle yazar: “Doğru olan Kur'ân-ı Azim'in tahriften korunmuş olduğudur. Onda ne bir fazlalık vardır ne de bir eksiklik. Allah Teâlâ'nın ‘Onu biz koruyacağız' sözü buna delalet eder.”[71]

17. Allame Eminî (ö. 1349) 

el-Gadir'in müellifi Allame Eminî, kitabının farklı bölümlerinde, bilhassa İbn Hazm'ın suçlamalarını ele aldığı bölümde, Şia'nın önde gelen âlimlerinin Kur'ân'ın tahrifi konusundaki görüşlerini naklettikten sonra şunları yazar:

“İmamiyye'nin önde gelenleri iki kapak arasında bulunanın (mevcut Kur'ân'ın) ‘kuşku bulunmayan' kitap olduğunda hemfikirdir.”[72]

18. Allame Muhammed Hüseyin Tabatabaî (ö. 1402)

Allame Tabatabaî, “Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.” ayetini tefsir ederken Kur'ân'ın tahriften masun oluşu konusunu etraflıca incelemiştir. Allame Tabatabaî, tarihin zorunluluklarından birinin on dört asır önce Hz. Peygamber'e nazil olan ve Hz. Peygamber'in mucizesi sayılan Kur'ân olduğunu ifade eder. Hz. Peygamber'in bu Kur'ân ile meydan okuduğunu, mevcut Kur'ân'ın da bu Kur'ân olduğunda şüphe bulunmadığını, anlayışı kıt olandan başkasının bunu inkâra kalkışmayacağını ekler.[73]

19. İmam Humeynî (ö. 1368) 

İmam Humeynî, Ahbarîlerin tahrif edildiğinden dolayı Kur'ân'ın zahirinin kanıt sayılamayacağına dair iddialarını çürüttükten sonra Müslümanların Kur'ân'ı toplama ve koruma yönündeki dikkatlerini ele almış ve bunun tahrifin olmadığının en büyük delili sayılacağını ifade etmiştir. İmam Humeynî ayrıca, tahriften söz eden hadislerin ya zayıf ya da uydurma olduğunu yazar veya mazmunlarını Kur'ân'ın tevili veya tefsiri olarak yorumlar. İmam Humeynî düşüncelerini şu şekilde özetler:

“Açıkladığımız üzere bu kitap (Kur'ân), iki kapak arasında olduğu gibidir. Kariler arasındaki ihtilaf yeni bir şey değildir ve bu tartışmaların Ruhu'l-Emin tarafından Peygamberlerin Efendisi'nin kalbine indirilenle bir ilgisi yoktur.”[74]

20.  Ayetullah Hoyî (ö. 1371) 

Ayetullah Hoyî, Müslümanların semavî kitabının tahrif edilmediğini ispatladıktan sonra şunları yazar:

“Yukarıda ifade edilenlerden de anlaşılacağı üzere, Kur'ân'ın tahrif edildiğini iddia edenin iddiası batıldır. Böyle bir kimsenin iddiası, açık delillere ve akla muhalif bir iddiadır.”[75]

Şia tarihinde etkili olmuş ulemanın görüşleri çerçevesinde şimdi iki hususu hatırlatmamız faydalı olacaktır:

Birincisi, Vehhabî müelliflerden bir kısmı yalnızca Şia'nın Kur'ân'ın tahrif edildiğini iddia etmekle kalmamış, Şia'ya bir başka suçlamada daha bulunmuşlardır. eş-Şia ve'l-Kur'ân kitabının müellifi, dört Şiî âlimin[76] isimlerini zikrettikten sonra (ona göre bu âlimlerden biri Nehcü'l-Belağa'yı derleyen Seyyid Murtaza'dır[77]) şöyle yazar:

“İmamiyye'nin hicrî dördüncü yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar telif edilmiş hadis, tefsir ve akaid kitaplarını inceledim ve bu dört âlim dışında hiç kimsenin Kur'ân'ın tahrif edilmediğine inandığını görmedim. Bu dört âlime bir tane daha eklemek mümkün değildir.”[78]

Bir başka müellif, önceki müellif gibi Nehcü'l-Belağa'yı tedvin edenin Şerif Murtaza olduğunu yazarak, şunları söyler: “Araştırmam sonucunda bu dördü dışında geçmiş Şia ulemasının çoğunun Kur'ân'ın tahrif edildiğine inandığını gördüm.”[79]

Dr. Gafarî de aynı sözleri tekrarlar[80] ve muahhar ulemadan yalnızca Aslü'ş-Şia ve Usuliha'nın müellifi Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta'nın, Nakzü'l-Veşia ve Ayanü'ş-Şia'nın müellifi Seyyid Muhsin Emin'in ve el-Beyan'ın müellifi Ayetullah Hoyî'nin Kur'ân'ın tahrif edilmediğine inandığını yazar.[81] Hâlbuki Şeyh Saduk'tan sonra Kur'ân konusunda görüş bildiren bütün Şiî ulema Kur'ân'ın tahrife uğradığı iddiasını kabul etmemiştir. Bu iki müellifin birkaç âlimin adını anması, onların Şiî âlimlerin görüşleri hakkındaki yetersiz bilgilerinin göstergesidir. Bilhassa Kur'ân'ın tahrif olduğu kanaatini bütün Şia âlimlerinin taşıdığını öne süren eş-Şia ve'l-Kur'ân'ın müellifi, Gaffarî'nin itirazına maruz kalmıştır.[82]

İkincisi: Israrla Ehl-i Beyt takipçilerinin Kur'ân'ın tahrif olduğuna inandıklarını[83] iddia eden müellifler, iddialarına delil olarak adı geçen dört âlimin (Şeyh Sadûk, Şerif Murtaza, Şeyh Tusî ve Tabersî) Masum İmamların ve selefleri âlimlerin sözlerine istinat etmemelerini göstermektedir.[84]Ne yazık ki tam bir cehalet ve taassupla düşünceleri şöyle ortaya koymaktadırlar:

“Akıl sahibi olan herkes tahrifin Şia'nın inanç ilkelerinden olduğunu bilir. Kimilerinin bunu inkâr etmesi, takiyye, münafıklık ve yalancılık nedeniyledir; onlar fırka-i naciyye olan Ehl-i Sünnet tarafından tekfir edilmekten korkarlar. Şia bu türden inançları dolayısıyla İslâm'dan başka bir dine sahiptir.”[85]

Bu suçlamanın cevabında şunları söylemek icap eder: Öncelikle Kur'ân'ın tahrif olmadığının ilk delili bizzat Kur'ân'ın kendisidir. Açık bir dille, “O, eşsiz bir kitaptır. Ona önünden de ardından da batıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir.”[86] ve “Zikr'i kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.”[87] buyuran ve meydan okuyan[88] Kur'ân'dan daha sağlam ve daha açık bir delil olabilir mi?

İkincisi, bu konuda görüş bildiren bütün âlimler, Kur'ân'ın korunduğunu bildiren ayetleri sağlam birer delil olarak kabul etmişlerdir. Şeyh Sadûk, Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'i koruduğunu bildiren ayetlerine dayanmış ve tahrife delalet eden rivayetleri tekzip ederek tahrif iddiasını reddetmiştir. Şeyh Sadûk konuyu etraflıca ele almış olmasa da başka birçok âlim bu konuda sağlam deliller ortaya koymuşlardır. Şeyh Müfid, iki kapak arasında bulunan kitabın gerçek Kur'ân olduğunu ifade etmiş, tahriften söz eden rivayetleri ise uydurma addetmiş ve Şiî fıkhına göre farz namazda tam bir sure okunmasını tahrifin olmadığına delil göstermiştir.[89] Şeyh Tusî, Şia'nın Kur'ân'ın eksik olduğu hakkındaki icmasına dair tarih rivayetlerini reddetmiş[90]; Şerif Murtaza Kur'ân'ın mucize olduğunu ve tarih boyunca âlimler tarafından korunduğunu ifade etmiş[91]; Allame Hıllî, Kur'ân'ın mucizevî ve mütevatir bir kitap olduğunu yazmış[92]; Beyazî ve Muhakkik Erdebilî, sahabenin Kur'ân'ı koruma gayretinden söz etmiş[93]; Feyz Kaşanî Kur'ân'ın korunduğunu bildiren ayetlerin yanı sıra hadislerin Kur'ân'a arzı kaidesini hatırlatmış[94]; Hür Âmilî, sahabenin tevatürünü ve Kur'ân'ın Hz. Peygamber zamanında bir araya getirildiğini hatırlatmış[95]; Kaşifülgıta ayetlerin yanı sıra ulemanın her asırdaki icmasını delil göstermiş[96]; Seyyid Muhsin Emin, icmayı[97]; Seyyid Şerefüddin Kur'ân'ın harf ve harekelerinin dahi mütevatir oluşunu[98] Kur'ân'da tahrifin olmadığına delil göstermişlerdir.

Bütün bunlara rağmen eş-Şia ve'l-Kur'ân'ın, İntisarü'l-Hakk'ın ve Hakikatü'ş-Şia'nın müellifleri asılsız bir iddiada bulunabilmektedirler! Söz konusu müellifler Şiî fakihlerin Kur'ân'ın tahrif olduğu iddiasını inkâr etmelerini yalan addederek sanki gaip bilgisine, niyet okuma yetisine sahip olduklarını ileri sürmektedirler ki böyle bir şeyin olamayacağı muhakkaktır. Öte yandan, ulemanın sözlerini esas alıp yargıda bulunan akıl sahiplerinin hilafına amel etmektedirler. Kuşkusuz bu yönteme başvurarak kendi sözlerini de zahirin delil oluş ilkesinin dışına taşımaktadırlar. Netice itibariyle Şia'nın tahrife inandığı ithamını yalnızca Şia'yı kendileri için ciddi bir tehdit olarak gören zorba yöneticileri memnun etmek için ortaya atmaktadırlar. Zira eğer Şiî ulema tahrifi sırf korkudan ve tekfir edilmekten kurtulmak için inkâr etmiş olsalardı -ki bu asla doğru değildir- bu müelliflerin ısrarcı ithamı salt güç sahiplerine hizmet olurdu ve tavırları insafsızca bir tavır addedilir, ilmî değere sahip olmazdı.

Üçüncüsü, söz konusu müellifler Şiî ulemanın tahrifin olmadığını ispat babında Masum İmamların sözlerine istinat etmediklerini, bilakis onlardan tahrife dair çok sayıda rivayet nakledildiğini iddia etmektedirler.[99]

Bu iddia da araştırma ruhundan yoksundur; çünkü onlar itikadî mesele ile itikadî olmayan meseleyi birbirine karıştırmışlardır. Tahrifi ima eden rivayetlerin itikadla bir ilgisi bulunmamaktadır. Zira tahrife inanmak başka bir konudur ve hadis ve tefsir kitaplarında nakledilen zayıf rivayetler müelliflerin itikadlarının göstergesi sayılamaz. Bu sözümüzün delili İmamiyye'nin nüfuz sahibi âlimlerinin yukarıda naklettiğimiz sözleridir. Netice itibariyle Şia, Kur'ân'ın tahrif olduğuna inanmamaktadır ve Şeyh Sadûk'un ifadesiyle bunun dışında bir iddiada bulunan yalancıdır.[100]

Dördüncüsü: Vehhabilerce kabul gören kaynaklarda açıkça Kur'ân'ın tahrife uğradığından söz eden ve uydurma oldukları aşikâr olan rivayetler bulunmaktadır. Biz makalemizde bu konuda yalnızca iki örnek vereceğiz. 

1. Kur'ân'dan recm ayetinin çıkarılması

İbn Abbas, Ömer'in minberde şöyle dediğini nakleder:

“Allah, Muhammed'i (s.a.a.) seçti ve O'na Kur'ân'ı indirdi. Ona indirilen ayetlerden biri de recm ayetiydi. Biz recm ayetini okurduk, ezberimizde bulunmaktadır ve ne demek istediğini anlamaktayız. Resulullah recmi uygulardı; biz de ondan sonra recmi uyguladık. Korkarım zamanın geçmesiyle biri çıkacak ve ‘Vallahi biz recm ayetini Kur'ân'da bulamadık!' diyecek. Halk bu farzın terki sebebiyle dalalete düşecek. Oysa recm cezası,  Allah'ın kitabına göre, muhsine zinasını (delillerle veya kadının gebe kalmasıyla ya da itiraf yoluyla kanıtlanmış evli kişinin zinası) mürtekip olan her erkek ve kadın için haktır.”[101]

Suyutî (ö. 911) Ebu Bekir'in Kur'ân'ı bir araya getirmesi hakkında şunları yazar:

“Zeyd b. Sabit'e bir ayet ve sure getiren kimseden getirdiğinin iki şahitle kabul etmesi ve onu yazması emredildi. Ömer recm ayetini getirdi; tek başına geldiği için ayet kabul edilmedi.”[102]

2. el-Hafad ve el-Hal surelerinin hazfedilmesi 

Suyutî, kimilerince sahih kabul edilen[103] birkaç tarikle[104] Ömer b. Hattab'ın namazın kunutunda okuduğu ve İbn Abbas'ın, İbn Mesud'un ve Übey b. Kab'ın mushaflarına kaydettiği el-Hafad ve el-Hal isimlerinde iki sure bulunduğunu nakletmiştir. Suyutî kitabında sözde surelerin metinlerini de nakletmektedir.[105]

Ehl-i Sünnet kaynaklarında tahrife delalet eden daha onlarca rivayet bulunmaktadır. Biz burada bütün bu rivayetlere yer veremiyoruz.

Kadı Abdülcabbar (ö. 415) tahrif şüphesini çürütür ve şunları yazar:

“Tahrif olması nasıl mümkün olabilir? Şayet tahrif olmuş olsaydı Müminlerin Emiri Ali (a.s.) niçin mevcut Kur'ân'ı inkâr etmedi? Başlangıçta bununla mücadele etme gücüne sahip değildiyse hilafeti döneminde niçin bunu yapmadı? Hepimiz biliriz ki Kur'ân'a ihtimam göstermek dinî emirlerin başında gelmektedir. Bu yüzden de Ali Efendimize bu konuda bir girişimde bulunmak farzdı. Çünkü Kur'ân'ın tahrifiyle ortaya çıkan fesat, Muâviye tarafından ortaya çıkarılan fesattan çok daha büyüktü ve Kur'ân'ı asıl mecrasına döndürüp ıslah etmek Muâviye'yi ıslah etmekten çok daha önemliydi.”[106]

Tevil ve tefsir tartışmalarını tahrif tartışmalarıyla karıştırmaktan kaçınmak 

Ehl-i Beyt İmamları döneminde, dönemin en ciddi tartışmalarının başında Kur'ân'ın tevili[107] ve tefsiri konusu geliyordu. Nitekim Ehl-i Sünnet ve Şia'nın kaynaklarında Kur'ân'ın tefsir ve teviline dair rivayetlerle sıkça karşılaşırız. Ehl-i Sünnet kaynaklarından Buharî (ö. 231) ile Müslim'in (ö. 261) Sahih'lerinin tefsir bölümlerini, Taberî'nin (ö. 310) Tefsir'ini ve Dürrü'l-Mensur'u; Şia kaynaklarından Usulu Kâfi'nin ilgili rivayetlerini, Tefsiru Furat'ı, et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'ân'ı, Tefsiru Ebi'l-Fütuh er-Razi'yi incelediğimizde tabiîn döneminde hangi tartışmaların gündemde olduğunu görebiliriz.

Dönemin ikinci önemli tartışma konusu, kelamî bir bahis olan Kur'ân'ın mahlûk olup olmadığı meselesiydi. Abbasî halifesi Memun zamanında alevlenen bu tartışma bilhassa Hanbelî ve Mutezile[108] mezhepleri arasında gündemdeydi. Memun Mutezile'yi himaye ettiğinden Müslümanlar arasında büyük bir fitne çıktı; inançlar teftiş edildi. Hatta İbn Hanbel'in sürgün edilmesiyle Kur'ân'ın mahlûk olduğu düşüncesi, Kur'ân'ın kadim olduğu düşüncesini tasallutu altına aldı.[109] İş öyle bir noktaya vardı ki Abbasî sarayının şeyhülislâmı İbn Ebi Davud, İbn Hanbel tarafından tekfir edildi. İbn Hanbel'e , “Kur'ân'ın mahlûk olduğuna inanan kimsenin hükmü nedir?” diye sorulduğunda, “Allah'a andolsun ki kâfirdir,” cevabını verdi. [110]Bu nedenle Kadı Abdülcabbar Halkü'l-Kur'ân adında bir kitap kaleme almış (kendisi de Kur'ân'ın mahlûk olduğuna inanır) ve kitabında bu konuda görüş sahibi olan âlimlerin düşüncelerini incelemiştir.[111]Dolayısıyla Büyük Gaybet dönemine kadar Kur'ân'ın tahrifi ve değiştirilmesi tartışılmamış, Masum İmamlar da bu konuda bir görüş bildirmemişlerdir.

Netice 

Hicrî beşinci yüzyıldan itibaren, Ehl-i Beyt (a.s.) takipçileri Kur'ân'ın tahrifine inanmakla itham edilmişlerdir. Kur'ân'ın değiştiği inancı, Şia'nın inanç ilkesiymiş gibi gösterilmiştir. Bu itham, son yıllarda Vehhabilerce daha çok dillendirilmiştir. Hâlbuki Kur'ân'ın eksik olduğu inancı yalnızca bu semavî kitabın içeriğiyle ve insan aklıyla çelişmekle kalmaz Masum İmamların hadisleriyle de bağdaşmaz. Bu konuda görüş bildiren Şiî âlimlerin kahir ekseriyeti bu suçlamayı kabul etmemiş ve Allah'ın Kitabı'nın bu tür iftiralardan münezzeh olduğunu söylemişlerdir. 

Kaynakça: 

Suyutî, Celaleddin, el-İtkan fi Ulumi'l-Kur'ân, tahkik: Muhammed Salim Haşim, Kum 1429.

Allame Hıllî, Cemaleddin Ebu Mansur Hasan b. Yusuf b. Mutahhar, Evcibetü'l-Mesaili'l-Mehnaiyye, Kum 1401.

Abdülhüseyin Şerefüddin, Ecvibe Mesaili Carullah, Sayda 1953.

İbnü'l-Arabî, Muhammed b. Abdullah, tahkik: Ali Muhammed Becavî, Beyrut (t.y.).

Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta, Aslü'ş-Şia ve Usuliha, Beyrut 1410.

Kuleynî, Muhammed b. Yakub, Usulu Kâfi, tahkik: Ali Ekber Gaffarî, Kum 1365.

Nasır b. Abdullah Gaffarî, Usulu Mezhebi'ş-Şiati'l-İmamiyye, Ceyze (t.y.).

Mahmud Ebu Reyye, Edva ale's-Sünneti'l-Muhammediyye ev ed-Defa ani'l-Hadis, Kum 1427.

Şeyh Saduk, el-İtikadat fi Dini'l-İmamiyye, tahkik: Gulamrıza el-Mazenderanî, Kum 1412.

Alamü'l-Hidaye, “el-İmam el-Bâkır”, el-Mecma el-Alemî li-Ehli'l-Beyt, Kum 1422.

Alamü'l-Hidaye, “el-İmam el-Hasan el-Mücteba”, el-Mecma el-Alemî li-Ehli'l-Beyt, Kum 1422.

Alamü'l-Hidaye, “el-İmam Zeynelabidin”, el-Mecma el-Alemî li-Ehli'l-Beyt, Kum 1422.

Seyyid Muhsin Emin, Ayanü'ş-Şia, tahkik: Hasan el-Emin, Beyrut 1403.

İhsan İlahi Zahir, eş-Şia ve's-Sünnet, Lahor (t.y.).

Mecdi Ali Muhammed Ali, İntisarü'l-Hak, Riyad 1418.

Martin J.McDermott, Endişeha-yi Kelamî-i Şeyh Müfid, Farsçaya çev. Ahmed Aram, Tahran 1363.

Musa Mirza Tebrizî, Evsekü'l-Vesail fi Şerhi'r-Resail, Kum (t.y.)

Seyyid Ali Fani Isfahanî, Ara havle'l-Kur'ân, Beyrut 1411.

Bakıllanî, Abdullah Muhammed Ramazan, el-Bakıllanî ve Arauhu'l-Kelamiyye, Bağdat 1986.

İbn Kesir, Ebu'l-Fida İsmail, el-Bidaye ve'n-Nihaye, tahkik: Ali Şirî, Beyrut 1408.

Ayetullah Hoyî, Seyyid Ebu'l-Kasım, el-Beyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, Farsçaya çev. Seyyid Cafer Hüseynî, Kum 1384.

Zebidî, Seyyid Muhammed Murtaza, Tacü'l-Arus min Cevahiri'l-Kamus, tahkik: Ali Şirî, Beyrut 1414.

Taberî, Muhammed b. Cerir, Tarih, Beyrut (t.y.)

Hatib Bağdadî, Ebu Bekir Ahmed b. Ali, Tarihu Bağdad ev Medinetü's-Selam, Beyrut (t.y.)

Şeyh Tusî, Ebu Cafer Muhammed b. Hasan, et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, Beyrut (t.y.)

Hasan Mustafavî, et-Tahkik fi'l-Kelimati'l-Kur'ân, Tahran 1368.

Feyz Kaşanî, Tefsirü's-Safi, tahkik: Hasan el-Alemî, Meşhed (t.y.)

Muhammed Cevad Muğniyye, et-Tefsirü'l-Kâşif, Beyrut 1968.

Ebu'l-Kasım b. İbrahim Furat Kufî, Tefsiru Furat el-Kufî, tahkik: Muhammed el-Kazım, Beyrut 1420.

Taberî, Tesfirü't-Taberî el-Müsemma Camiü'l-Beyan fi't-Tevili'l-Kur'ân, Beyrut 1420.

İmam Humeynî, Tehzibü'l-Usul, takrir: Cafer Subhanî, Kum 1405.

Belazurî, Ensabu'l-Eşraf, neşr: Süheyl Zekkar, Beyrut 1417.

Muhammed Beyumî, Hakikatü'ş-Şia, Kahire 1427.

Muhammed Ali el-Muallim, el-Hakikatü'l-Mazlume, (y.y.) 1418.

Ravendî, Kutbeddin, el-Haraic ve'l-Ceraih, Kum 1409.

Muhabüddin Hatib, el-Hututu'l-Ariza, Ürdün 1420.

Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensur, Beyrut 1403.

Samir Haşim Habibullah el-Umeydî, Defa ani'l-Kâfi, Kum 1416.

Alusî, Şehabeddin Seyyid Mahmud, Ruhu'l-Maani fi Tefsiri'l-Kur'ân ve Seba'l-Mesani, Beyrut (t.y.)

Nişaburî, Hüseyin b. Ali b. Muhammed b. Ahmed, Ravzatü'l-Cinan ve Ruhu'l-Cinan fi Tefsiri'l-Kur'ân, tashih: Muhammed Cafer Yahakkî, Meşhed 1368.

İbn Tavus, Zindeganî-i Eba Abdillah, Farsçaya çev. Seyyid Muhammed Sahfî, Kum 1373.

Sicistanî, Süleyman b. Eşas, Sünenu Ebi Davud, tahkik: Said Muhammed el-Leham, Beyrut 1410.

Kadı Abdülcabbar, Şerhu Usuli'l-Hamse, talik: Ahmed b. Hüseyin b. Ebi Haşim, tahkik: Abdülkerim Osman, Kahire 1408.

İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-Belağa, tahkik: Ebufazl İbrahim, Beyrut 1380.

Muhammed Cevad Muğniyye, eş-Şia fi'l-Mizan, Beyrut (t.y.)

Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, Pakistan (t.y.).

Buharî, Sahih, şerh: Mustafa Deybü'l-biğa, Beyrut-Dımaşk, 1414.

Müslim, Sahih, tahkik: Muhammed Fuad Abdülbaki, Beyrut 1398.

İmam Zeynelabidin, Sahife-i Seccadiyye, Farsçaya çev. Ali Rıza Recaî, Tahran 1381.

Beyazî, Zeynelabidin Ebu Muhammed b. Yusuf Âmilî, es-Sıratü'l-Müstakim, tashih: Muhammed Bakır el-Behyudî, (y.y.) 1384.

Muhammed Hadi Marifet, Sıyanetü'l-Kur'ân mine't-Tahrif, Kum 1428.

İbn Sad, Tabakatü'l-Kübra, Beyrut 1405.

Allame Eminî, el-Gadir fi'l-Kitab ve's-Sünnet ve'l-Edeb, Beyrut 1408.

Abdülkahir b. Tahir el-Bağdadî, el-Fark beyne'l-Firak, Beyrut 1408.

Komisyon, Ferheng-i Suhanan-i Hüseyin b. Ali (a.s.), Kum 1383.

İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, el-Fasl fi'l-Milel ve'l-Ehva ve'n-Nihal, tahkik: Muhammed İbrahim Nasr-Abdurrahman Amire, Beyrut 1405.

Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Keşfü'l-Gıta an Mübhemati'ş-Şeriat, Kum 1422.

Tabersî, Ebu Ali Fazl b. Hasan, Mecmaü'l-Beyan, Beyrut 1415.

Erdebilî, Mevla Ahmed, Mecmaü'l-Faide fi Şerhi'l-İrşad ve'l-Ezhan, Kum 1403.

İsmail b. İbad, el-Muhitü'l-Lugat, tahkik: Muhammed Hasan Âl-i Yasin, Beyrut 1414.

Abdülhüseyin Şerefüddin, el-Müracaat, Tahran 1425.

İbn Hanbel, Müsned, tahkik: Sıdkî Muhammed Celilü'l-Attar, Beyrut 1414.

Şeyh Müfid, Müsennefat, Kum 1413.

Ebufazl İslâmî, Maa ed-Doktor el-Gaffarî fi Usuli'l-Mezhebihi havle'l-Kur'âni'l-Kerim ve't-Teşeyyu, Kum 1428.

İbn Faris, Mucemü'l-Mekayisi'l-Lugat, tahkik: Abdüsselam Muhammed Harun, Tahran 1404.

Kadı Abdülcabbar, el-Muğni an Ebvabi't-Tevhid ve'l-Adl, tahkik: Emin el-Havlî, (y.y.), (t.y.)

Rağıb Isfahanî, Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredat, Beyrut 1428.

Eşarî, Ebu'l-Hasan Ali b. İsmail, Makalatü'l-İslâmiyyin ve İhtilafü'l-Musallin, tahkik: Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut 1419.

Abdülhüseyin Şerefüddin, Mevsua el-İmam es-Seyyid Abdülhüseyin Şerefüddin, Beyrut 1427.

Muhammed Cevad Belağî, Mevsua el-Allame el-Belağî, tahkik: Latif Muradî-Abbas Muhammedî, Kum 1428.

Allame Tabatabaî, Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri'l-Kur'ân, Farsçaya çev. Seyyid Bakır Musevî, Kum 1366.

Seyyid Muhsin Emin, Nakdü'l-Veşia ev eş-Şia beyne'l-Hakaik ve'l-Evham, Beyrut 1403.

Seyyid Radi, Nehcü'l-Belağa, neşr: Feyz el-İslâmî, Tahran 1365.

Necah et-Taî, el-Vehhabiyyun: Havaric ev Sünnet, Beyrut 1422.

medyasafak


[1] İhsan İlahi Zahir, eş-Şia ve's-Sünnet, s. 61.

[2] Nasır b. Abdullah b. Ali Gafarî, Usulu Mezhebi'ş-Şia: el-İmamiyyetü'l-İsna Aşeriyye, c. 1, s. 257.

[3] Âlusî, Ruhü'l-Meani fî Tefsiri'l-Kur'âni'l-Azim ve's-Seb'i'l-Mesani, c. 1, s. 23.

[4] el-Hatib'e göre Şia, velayet ayetinin Kur'ân'dan çıkarıldığına inanır. Seyyid Muhibüddin el-Hatib, el-Hututü'l-Arida, s. 16-17.

[5] Beyyumî, Hakikatü'ş-Şia, s. 238.

[6] Rağıb el-Isfahanî, el-Müfredat, “Harf” maddesi.

[7] İbn Faris, Mu'cemu Mekayisi'l-Luga, “Harf” maddesi.

[8] Maide, 13.

[9] Ebü'l-Kâsım İsmail b. Abbad b. Abbas Talekani Sahib b. Abbad, el-Muhit fi'l-Luga, c. 3, s. 82.

[10] Zebidî, Tâcü'l-Arûs min Cevâhiri'l-Kâmûs, c. 12, s. 136.

[11] Hasan Mustafavî, et-Tahkik fî Kelimati'l-Kur'âni'l-Kerim, c. 2, s. 198.

[12] Hasan Mustafavî, age., aynı yer.

[13] Rağıb el-Isfahanî, age., s. 119.

[14] el-Amidî, Defa ani'l-Kâfi, c. 2, s. 220. Mekke'de nazil olmuş bir ayet veya sure Kur'ân'ın başında yer almalıyken Kur'ân'ın sonuna yerleştirilmiştir. Muhammed Hadi Marifet, Siyatetü'l-Kur'ân mine't-Tahrif, s. 16.

[15] Ayetullah Hoyî, el-Beyân fî Tefsiri'l-Kur'ân, s. 263-264; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 16.

[16] Maide, 13.

[17] el-Amidî, age., c. 2, s. 220; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 17.

[18] Ayetullah Hoyî, age., s. 244.

[19] Muhammed Hadi Marifet, age., s. 18; el-Âmidî, age., c. 2, s. 265.

[20] Ayetullah Hoyî, age., s. 265.

[21] Ayetullah Hoyî, age., s. 265; el-Âmidî, age., c. 2, s. 221; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 19.

[22] Âlusî, age., c. 1, s. 39; Muhammed Cevad Muğniye, Tefsirü'l-Kâşif, c. 1, s. 25; İbnü'l-Arabî, Ahkamü'l-Kur'ân, c. 1, s. 2-3.

[23] Ayetullah Hoyî, age., s. 266-267; Muhammed Cevad Muğniye, Tefsirü'l-Kâşif, c. 1, s. 25.

[24] Bakara, 23.

[25] Hicr, 9.

[26] Fussilet, 41-42.

[27] Yunus, 37; Zümer, 28; Âl-i İmran, 3; Nisa, 105; Secde, 2; Nahl, 89.

[28] Şerefüddin Âmilî, el-Müracaat, s. 64.

[29]  Seyyid Radi, Nehcü'l-Belağa, 234. Hutbe.

[30] İbn Ebi'l-Hadid, Şerhu Nehci'l-Belağa, c. 1, s. 27.

[31] Taberî, Tarih, c. 4, s. 34.

[32] Alamü'l-Huda, “el-İmam el-Hasan el-Mücteba (a.s.)”, s. 196.

[33] Age. s. 196.

[34] Age., s. 196.

[35] Belazurî, Ensabu'l-Eşraf, c. 3, s. 287; Taberî, age., c. 4, s. 123.

[36] İmam Hüseyin yolda Müslim b. Akîl'in şehid olduğu haberini aldığında “Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.”(Ahzab, 23) ayetini okumuştur (bkz. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 5, s. 188). Âşurâ gecesi ashabına “İnkâr edenler sanmasınlar ki kendilerine mühlet vermemiz onlar için daha hayırlıdır.” (Âl-i İmran, 178) ayetini okumuştur. (bkz. İbn Kesir, age., c. 5, s. 195). Düşman askerlerine hücceti tamamlamak için ise, “Ben yalnız Allah'a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın.” (Yunus, 71) ayetini okumuştur. (bkz. İbn Kesir, age., c. 5, s. 193).

[37] Birkaç yerde, ezcümle Şam'da İmam Hüseyin'in mübarek kesik başı “Yoksa sen, bizim ayetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakim sahiplerinin ibrete şayan olduklarını mı sandın?” (Kehf, 9)ayetini okumuştur. (bkz. Kutbuddin Ravendî, el-Haraic ve'l-Ceraih, c. 2, s. 577).

[38] Bkz. Komisyon, Ferheng-i Suhanan-i Hüseyin b. Ali.

[39] Alamü'l-Hüda, “el-İmam el-Hüseyin b. Ali (a.s.)”, s. 217.

[40] Kuleynî, Usulu Kâfi, c. 2, s. 611; Alamü'l-Hüda, s. 217.

[41] Sahife-i Seccadiye, 42. Dua. “Allahım! Hiç kuşkusuz, ben senin yardımınla kitabını hatmetmeye muvaffak oldum. Sen onu, bir nur olarak indirdin; daha önce göndermiş olduğun kitapların koruyucusu/denetleyicisi, anlatmış olduğun tüm sözlerin en üstünü kıldın. Onu, helalini haramından ayıran Furkan, hükümlerini, yasalarını açıklayan Kur'ân, kulların için ayetlerinin açıkladığın Kitap ve peygamberin Muhammed'e (s.a.a.) indirdiğin Vahiy olarak niteledin.”

[42] İbn Sad, Tabakatü'l-Kübra, c. 5, s. 212.

[43] Zümer, 42.

[44] “Buna karşılık sizden o yakınlarımı (Ehl-i Beyt'imi) sevmekten başka bir mükâfat istemem.”Şura, 23.

[45] “Şunu bilin ki, elde ettiğiniz her türlü ganimetin (maddi yararın) beşte biri Allah'a, Resulü'ne, Peygamber'in yakınlarına ve (onlardan olan) yetimlere, fakirlere ve yolda kalmışlara aittir.” Enfal, 41.

[46] “Kuşkusuz Allah, yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Ahzab, 33.

[47] Alamü'l-Huda, “İmam Zeynelâbidin (a.s.)”, s. 61-64.

[48] İbn Sad, age., c. 5, s. 219; Belazurî, age., c. 3, s. 419.

[49] Alamü'l-Huda, “el-İmam el-Bâkır”, s. 215.

[50] Kuleynî, age., c. 2, s. 600.

[51] Kuleynî, age., c. 2, s. 600.

[52] Komisyon, Ferheng-i Suhanan-i Hüseyin b. Ali, s. 479.

[53] İbn Babuveyh, el-İtikadat, s. 59.

[54] Musennefatu'l-Şeyh el-Müfid, c. 7, s. 78.

[55] age., c. 4, s. 81.

[56] Muhammed Hadi Marifet, age. s. 60-61.

[57] Tabersî, Mecmuaü'l-Beyan, c. 1, s. 42; Feyz Kaşanî, Tefsirü's-Safî, c. 1, s. 47; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 62.

[58] Şeyh Tusî, et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, c. 1, s. 3-4.

[59] Allame Hıllî, Ecvibetü'l-mesail, s. 121.

[60] Tabersî, Mecmaü'l-Beyan, c. 2, s. 42.

[61] Beyazî, es-Sıratü'l-Müstakim ila Müstehakki't-Takdim, c. 1, s. 45.

[62] Muhakkik Erdebilî, Mecmaü'l-Faide, c. 2, s. 218.

[63] Feyz Kaşanî, Tefsirü's-Safî, c. 1, s. 46; Feyz Kaşanî, İlmü'l-Yakîn fi Usuli'd-Din, c. 1, s. 465.

[64] Mevsua el-İmam es-Seyyid Abdülhüseyin Şerefüddin, c. 3, s. 1160.

[65] Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Keşfü'l-Gıta, c. 3, s. 453; Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Kitabu'l-Kur'ân, 7-8. Mebhas.

[66] Allame Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifülgıta, Aslu'ş-Şia ve Usuliha, s. 143.

[67] Seyyid Muhsin Emin, Ayanü'ş-Şia, c. 1, s. 41; Seyyid Muhsin Emin, Nakzü'l-Veşia ev eş-Şia beyne'l-Hakaik ve'l-Evham, s. 160.

[68] Abdülhüseyin Şerefüddin, Ecvibe Mesaili Carullah, s. 23.

[69] Abdülhüseyin Şerefüddin, age., s. 23-36.

[70] Mevsua el-Allame el-Belağî, c. 1, s. 59-68.

[71] Age., s. 61; Muhammed Hadi Marifet, age., s. 67.

[72] Allame Eminî, el-Gadir, c. 3, s. 116, 135.

[73] Allame Tabatabaî, el-Mizan, c. 12, s. 150.

[74] İmam Humeynî, Tehzibü'l-Usul, c. 2, s. 96.

[75] Ayetullah Hoyî, age., s. 299.

[76] Şeyh Saduk, Şerif Murtaza, Şeyh Tusî ve Ebu Ali Tabersî.

[77] Nehcü'l-Belağa'yı derleyen Seyyid Radi'dir, Şerif Murtaza değil!

[78] Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, s. 64.

[79] Muhammed Beyumî, Hakikatü'ş-Şia, s. 240.

[80] Nasır b. Abdullah Gaffarî, Usulu Mezhebi'ş-Şia, c. 1, s. 338.

[81] Nasır b. Abdullah Gaffarî, age., c. 1, s. 305.

[82] Nasır b. Abdullah Gaffarî, age., c. 1, s. 245.

[83] Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, s. 64.

[84] Muhammed Beyumî, age., s. 240; Mecdi Ali Muhammed Ali, İntisarü'l-Hak, s. 134.

[85] Mecdi Ali Muhammed Ali, age., s. 135; Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, s. 65.

[86] Fussilet, 41-42.

[87] Hicr, 9.

[88] Bakara, 23; Yunus, 38; Hud 13.

[89]Şeyh Müfid, age., c. 7, s. 78-81.

[90] Şeyh Tusî, et-Tibyan fi Tefsiri'l-Kur'ân, c. 1, s. 3.

[91] Tabersî, Mecmaü'l-Beyan, c. 1, s. 42.

[92] Allame Hıllî, Ecvibetü'l-Mesail, s. 121.

[93] Beyazî, age., c. 1, s. 45; Muhakkik Erdebilî, age., c. 2, s. 218.

[94] Feyz Kaşanî, Tefsirü's-Safî, c. 1, s. 46.

[95] Mevsua el-İmam es-Seyyid Şerefüddin, c. 3, s. 1160.

[96] Şeyh Cafer Kaşifülgıta, age., c. 3, s. 453; Şeyh Cafer Kaşifülgıta, Kitabü'l-Kur'ân, 7-8. Mebhas.

[97] Seyyid Muhsin Emin, Ayanü'ş-Şia, c. 1, s. 41.

[98] Seyyid Şerefüddin, age., s. 23.

[99] Komisyon, eş-Şia ve'l-Kur'ân, s. 64; Mecdi Ali Muhammed Ali, age., s. 135; Muhammed Beyumî, age., s. 240.

[100] Şeyh Saduk, el-İtikadat fi Dini'l-İmamiyye, s. 59.

[101] Buharî, Sahih, c. 6, s. 25; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1317; Sicistanî, Sünenu Ebi Davud, c. 2, s. 343; İbn Hanbel, Müsned, c. 1, s. 23; Taberî, Tarih, c. 3, s. 204; Muhammed Ali Muallim, el-Hakikatü'l-Mazlume, s. 99; Necah et-Tai, el-Vehhabiyyun: Havaric ev Sünne, s. 263.

[102] Suyutî, el-İtkan fi Ulumi'l-Kur'ân, c. 1, s. 118.

[103] Taberanî sahih senetle İbn İshak'dan tahriç etmiştir.

[104] Ubeyd b. Ömer, Ömer b. Hattab'dan; Abdullah b. Abdurrahman babasından; İbn Cüreyh ve İbn Mesud tarikleriyle.

[105] Suyutî, age., c. 1, s. 130-131; Muhammed Ali Muallim, age., s. 103.

[106] Kadı Abdülcabbar, el-Muğni, s. 385.

[107] O dönemde tefsir yerine daha çok tevil kavramı kullanılıyor; nitekim Taberî, tefsirine, Camiü'l-Beyan fi't-Tevili'l-Kur'ân adını vermiştir. Kitapta, “Allah'ın bu sözünün tevilinde şöyle denilmiştir…” ifadesi çokça geçmektedir.

[108] İmamiyye, Kur'ân'ın mahlûk olduğu inancındadır, bkz. Muhammed Cevad Muğniyye, age., s. 315. Eşarî, İmamiyye'nin iki görüşü olduğunu yazar: İlki, Hişam b. Hakem'in Kur'ân'ın ne mahluk ne de halik olduğu görüşüdür. İkinci görüş ise, Kur'ân'ın mahlûk olduğu yönündedir, bkz. Eşarî, Makalatü'l-İslâmiyyin ve İhtilafu'l-Musallin, c. 1, s. 114.

[109] Hatib Bağdadî, Tarihu Bağdad, c. 4, s. 142.

[110] Hatib Bağdad, age., c. 4, s. 153.

[111] Kadı Abdülcabbar, Şerhu Usuli'l-Hamse, s. 527-530.

Perşembe, 26 Nisan 2018 03:39

Kuran'ın Ahlâki Öğretileri -1

Şanı yüce Rabbimiz hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizler için bir takım emir ve nehiyler buyurmuştur. Rabbimizin buyruklarına uymak imanımızın gereklerindendir. 

  Şu anda gerek biz müminlerin gerekse yeryüzündeki insanların tamamının bu emir ve nehiylere ne kadar ihtiyacının olduğu aşikardır. Tevhidyolunda.com olarak Kur’an-ın ahlaki öğretilerinden bazılarını sizler için derledik. İşte o ahlaki öğretilerden bazıları: cxz

Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir. (İsra 26, 27)

  Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın. Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir. (İsra 29, 30)

Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır. (İsra 31)

  Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur. (İsra 32)

  Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da (kısas yoluyla) öldürmede meşru ölçüleri aşmasın. Çünkü kendisine yardım edilmiştir. (İsra 33)

Rüştüne erişinceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın, verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur. (İsra 34)

  Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha hayırlı, sonuç bakımından daha güzeldir. (İsra 35)

  Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra 36)

  Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin. (İsra 37)

  Bütün bu sayılanların kötü olanları Rabbinin katında sevimsiz şeylerdir. Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği bazı hikmetlerdir. Allah ile birlikte başka ilah edinme. Sonra kınanmış ve Allah’ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme atılırsın. (İsra 38-39)

Ey iman edenler! Allah’ın ve Peygamberinin önüne geçmeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (Hucurat 1)

  Ey iman edenler! Seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın, yoksa siz farkına varmadan işledikleriniz boşa gider. Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, Allah’ın, gönüllerini takvâ (Allah’a karşı gelmekten sakınma) konusunda sınadığı kimselerdir. Onlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükâfat vardır. (Hucurat 2, 3)

 ABD, Fransa ve İngiltere Suriye’nin on askeri ve bilimsel araştırma merkezini 110 füzeyle havadan vurdu. Bu füzeler Fransa ve İngiltere’nin de uçaklarının yer aldığı Amerika’nın Akdeniz ve Kızıldeniz’de konumlanan savaş gemisinden ateşlendi.

Şimdi konuyla ilgili birkaç noktanın incelikle mütalaa edilmesi gerekir:

1. Önemli olan şudur ki tek aşamalı bu saldırı kesinlikle Suriye ve direnişin üstünlüğünü hiçbir şekilde etkilemeyecektir. ABD, Fransa ve İngiltere’nin hedefi minimum düzeyde de olsa bölge dengesini değiştirmek veya etki bırakmaktır.

2. Suriye ve müttefikleri olası saldırı durumunda ihtimal verilen noktaları daha önce boşalttığı için bölgede ciddi hasar gözlenmemiştir.

3. Ateşlenen 110 füzeden ezici bir kısmının havada imha edilmesi ve on ila on iki füzenin Suriye’nin Dumeyr Havaalanı’na düşmesi Suriye’nin bölgedeki savunma gücünü ve saldırılara karşı koyma gücünü ortaya koymaktadır.

4. Söz konusu bu saldırıda Rusya, İran ve Hizbullah’ın bulunduğu hiçbir nokta hedef alınmamıştır.

5. ABD, Fransa ve İngiltere’nin Suriye saldırısının olayın kapanması ve bu kadarıyla yetinilmesi mahiyetinde telakki edilmesi mümkündür.

6. Söz konusu bu saldırının Suudi Arabistan’ın Avrupa ve Amerika’ya yardım talepleri ve yüzlerce milyar dolar para yardımlarının karşısında Amerika’nın zoraki bir cevabı mahiyetindedir. Zira Trump’un Arabistan’ı sağılan ineğe benzetmesi gerçeği de bunu ortaya koymaktadır. Gerçekte ineğin sağılması doğrultusunda gerçekleşen bu saldırının çok da ciddi getirisi olmayacak ve yalnızca Suudi Arabistan ve İsrail için bir sus payı sayılacaktır.

7. İsrail son derece kaygılıdır ve İsrail’in kaygısı devlet ve askeri yetkililerin izledikleri tutumdan anlaşılmaktadır. Zira İsrail, T-4 merkezine yaptığı saldırıda şehit ettikleri İranlıların hesabını nasıl vereceklerinin kaygısını duymaktadır.

8. Batı eğilimi akımının yapılan bu saldırının Bölgesel Bercam uzantısı olmadığını, aksine ABD -Rusya kavgası olduğunu bilmesi gerekir.

9. Bu saldırı ABD’nin Suriye’deki kendi merkezlerini ne ölçüde düşündüğünü ortaya koymaktadır.

10. Son derece üzücüdür ki:

a)  İslami ve Arap bir ülkeye saldırılması için Suudi Arabistan İsrail’le aynı doğrultuda hareket etmektedir ve bu ikili ortaklığın gelecekteki boyutu çok daha aşikâr olarak kendini gösterecektir.

b)  İslami ve Arap bir ülkeye karşı yapılan saldırılar karşısında İslami ve Arap ülkelerin suskunluğu ve hatta savunma gösterisi İslam ümmeti için en büyük kaygılardan birisidir.

Bu gün sabah saatlerinde ABD, Fransa ve İngiltere Suriye’nin on askeri ve bilimsel araştırma merkezini 110 füzeyle havadan vurdu. Bu füzeler Fransa ve İngiltere’nin de uçaklarının yer aldığı Amerika’nın Akdeniz ve Kızıldeniz’de konumlanan savaş gemisinden ateşlendi.

Şimdi konuyla ilgili birkaç noktanın incelikle mütalaa edilmesi gerekir:

1. Önemli olan şudur ki tek aşamalı bu saldırı kesinlikle Suriye ve direnişin üstünlüğünü hiçbir şekilde etkilemeyecektir. ABD, Fransa ve İngiltere’nin hedefi minimum düzeyde de olsa bölge dengesini değiştirmek veya etki bırakmaktır.

2. Suriye ve müttefikleri olası saldırı durumunda ihtimal verilen noktaları daha önce boşalttığı için bölgede ciddi hasar gözlenmemiştir.

3. Ateşlenen 110 füzeden ezici bir kısmının havada imha edilmesi ve on ila on iki füzenin Suriye’nin Dumeyr Havaalanı’na düşmesi Suriye’nin bölgedeki savunma gücünü ve saldırılara karşı koyma gücünü ortaya koymaktadır.

4. Söz konusu bu saldırıda Rusya, İran ve Hizbullah’ın bulunduğu hiçbir nokta hedef alınmamıştır.

5. ABD, Fransa ve İngiltere’nin Suriye saldırısının olayın kapanması ve bu kadarıyla yetinilmesi mahiyetinde telakki edilmesi mümkündür.

6. Söz konusu bu saldırının Suudi Arabistan’ın Avrupa ve Amerika’ya yardım talepleri ve yüzlerce milyar dolar para yardımlarının karşısında Amerika’nın zoraki bir cevabı mahiyetindedir. Zira Trump’un Arabistan’ı sağılan ineğe benzetmesi gerçeği de bunu ortaya koymaktadır. Gerçekte ineğin sağılması doğrultusunda gerçekleşen bu saldırının çok da ciddi getirisi olmayacak ve yalnızca Suudi Arabistan ve İsrail için bir sus payı sayılacaktır.

7. İsrail son derece kaygılıdır ve İsrail’in kaygısı devlet ve askeri yetkililerin izledikleri tutumdan anlaşılmaktadır. Zira İsrail, T-4 merkezine yaptığı saldırıda şehit ettikleri İranlıların hesabını nasıl vereceklerinin kaygısını duymaktadır.

8. Batı eğilimi akımının yapılan bu saldırının Bölgesel Bercam uzantısı olmadığını, aksine ABD -Rusya kavgası olduğunu bilmesi gerekir.

9. Bu saldırı ABD’nin Suriye’deki kendi merkezlerini ne ölçüde düşündüğünü ortaya koymaktadır.

10. Son derece üzücüdür ki:

a)  İslami ve Arap bir ülkeye saldırılması için Suudi Arabistan İsrail’le aynı doğrultuda hareket etmektedir ve bu ikili ortaklığın gelecekteki boyutu çok daha aşikâr olarak kendini gösterecektir.

b)  İslami ve Arap bir ülkeye karşı yapılan saldırılar karşısında İslami ve Arap ülkelerin suskunluğu ve hatta savunma gösterisi İslam ümmeti için en büyük kaygılardan birisidir.

TR.CAMNEWS - Akın Tandoğan