کارگر

کارگر

 İmam Hamanei, bugün sabah saatlerinde İslami Tanıtım Koordinasyon Konseyi üyelerini kabul etti.

İmam Hamanei’n konuşmasının satır başları şöyle:

-Herhangi bir savaşta, düşmanın ne yapmak istediğini tahmin etmelisiniz. Bugünlerde düşmanlar ülkemizde kötümserliği yaygın bir hale getirmek amacıyla farklı kara propagandalar üretmektedir.

-Ne yazık ki ülke içinde de bazı gruplar düşmanların yolunu izleyerek halkı hayal kırıklığına uğratmaya çalışıyorlar. Boş suçlamalar yapıp düşmanın yalanlarını tekrarlıyorlar.

-Düşmanların yolunu izleyen kişiler takvadan yoksundur. Bunlar İslamcılık ve din politikasının yerine politikayı bir din olarak benimsemiştir.

-Onlar belli bir kişi veya siyasi grubu kötüleyerek düşmanın yaptıklarını tekrarlıyorlar. Bazıları da medya kuruluşları ve çeşitli tribünlerde istediğini konuşuyor fakat Allah, din ve adaletin hakkını yerine getirmiyorlar.

-Bu kişiler halkı ve genç kuşağı hayal kırıklığına uğratmak pahasına düşmanları sevindirmeye çalışıyorlar. Özellikle geçenlerde veya günümüzde yönetici olarak görev yapanlar ve kendilerine sağlanan imkanlardan faydalanan kişiler muhalefet rolünü oynamaya özen gösteriyorlar.

-Geçmişte ve halen ülkede yetkiye sahip olanlar bugünden itibaren bu ülke aleyhine konuşma hakkına sahip değildir. Bendenize de iddia etmeksizin sunulan imkanlar karşısında kendimi sorumlu hissediyorum.

-Hatalar ve sorunlar eleştirilmeli fakat yöneltilen eleştiriler adil ve yapıcı olmalıdır. Aslında eleştiri zaruri ve vaciptir ancak iftira ve boş suçlamalar haramdır. Gerçek şu ki, eleştiriler suçlamalar ve düşmanların aynı sözlerini tekrarlamaktan farklıdır.

- İran milleti 2009'da “30 Aralık Milli İrade Destanı" vasıtasıyla bu tür oyunlara ağır bir yanıt verdi. 30 Aralık 2009’da İran halkı gösterdiği azimle İslam İnkılabı ve İslam değerlerini savundu. Elbette ki, bugünlerde de değerleri kalıcı olarak koruma tartışma konusudur.

-Washington yönetiminin terör örgütü DEAŞ’a destek sağlamasıyla birlikte Yemen’de masum insanları katleden Suudi Arabistan’la işbirliği yapması ve Siyonist Rejim’i koruması ABD rejiminin kirli ve bozuk doğasını ortaya koymaktadır.

-İnanıyorum ki, İran halkı ve İslami düzen yüce Allah’ın yardımıyla her alanda ABD'yi hayal kırıklığına uğratacaktır.

-“Direniş ekonomisi” düşmanların yaptırımlarına karşı alınınan yapıcı bir tedbirdir. Dolayısıyla ilgili yetkililer ve sorumlular “direniş ekonomisi” konusunu ön planda tutmalıdır.

Asıl önemli olan Esad’ın Kürtlerle ilgili çıkışını bir politikaya dönüştürüp dönüştürmeyeceğidir. Eğer bu minvalde bir politika gelişirse kuşkusuz bunun en büyük destekçisi Türkiye olur. Yine de Kürtlerle savaş seçeneğinin öne alınması çok büyük bir risk taşıyor... Astana ve Soçi süreçleri öncesinde Esad’ın ‘aslan’ çıkışı, siyasi sürecin yönünü tayin etme çabası olarak da görülebilir.


Suriye’de gerçeğin kaç yüzü var? Madalyonunki bile kolay; topu topu iki yüz. Birbirine farklı açılardan bakan aynalar labirentindeyiz. Delirten gerçeklik.

Suriye’de son dönemece girildi derken Devlet Başkanı Beşşar el Esad dün “Başta ABD olmak üzere yabancı bir ülkenin çıkarına hizmet edenler, vatan hainidir” diye çıkıştı. Şam’ın Kürtlere bakışında önemli bir kırılma. Ne anlama geldiğine geçmeden önce Suriye’nin son fotoğrafını çekmemiz şart.

Rakka ve Deyr el Zor’un IŞİD’den kurtarılmasından sonra geriye iki kritik mesele kaldı:

– Birincisi Kürtlerin öncülüğünde şekillenen Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu, bu yapının savunmasını üstlenen Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve YPG’nin omurgasını oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri’nin (SDG) geleceği. Yani Suriye’nin yarınını şekillendirirken Kürtler ve müttefikleriyle nasıl bir yol izlenecek; çatışma mı, müzakere mi? Bunun yanıtı IŞİD sonrası sürecin de bam telini oluşturuyor.

– İkincisi İdlib. IŞİD’den sonra El Kaide’nin ele geçirdiği en büyük toprak parçasının kurtarılışı da Suriye krizinde kanlı sahnenin son perdesi olarak orada duruyor.

Sıra bu iki meseleye geldiği anda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 6 Aralık’ta, kriz çıktığından bu yana Suriye’ye ilk ziyaretini gerçekleştirerek operasyonların bittiğini ilan etti:
“Fırat’ın doğu ve batı yakasındaki operasyonlar teröristlerin tamamen temizlenmesiyle tamamlanmıştır. Doğal olarak bazı hücrelerin direnişi olabilir genel çerçevede bu aşamadaki askeri görev teröristlerin tamamen bozguna uğratılmasıyla tamamlanmıştır. Şüphesiz ikinci aşama olarak siyasi sürece geçmeliyiz.”

Putin, Rus askerlere çekilme emrini de verdi. Tartus’taki deniz üssü ile Hmeymim’deki hava üssü ise Rusya için artık kalıcı.

Putin’in bu manevrası elbette savaşın bittiği anlamına gelmiyor. Ya Rusya’nın hava desteğiyle Suriye ordusu ve sahadaki İran destekli milis güçlerinin geri kalan işi tamamlayacağına inanarak bu kararı aldı ya da Astana süreciyle birlikte Soçi’de düzenlenecek Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nin önünü açmak için ‘çekilme numarası’ yaptı. BM’nin arabuluculuğundaki Cenevre Konferansı’nın sekizincisinden de sonuç çıkmayınca Rusya’nın Astana ve Soçi süreçleri daha da önem kazandı.

Putin’in bu tutumu bir başka açıdan şu yoruma açık:

– Rusya’yı Kürtlerle olası bir silahlı restleşmenin parçası yapmak istemiyor.

– İdlib’de kalan işi deruhte ettiği misyona uygun olarak Türkiye’nin tamamlamasını bekliyor. Malum Astana’da varılan mutabakat çerçevesinde ‘çatışmasızlık bölgesi’ oluşturma planının İdlib’de tesis edilmesi konusunda Türkiye bir görev üstlendi. İdlib’i kontrol eden El Kaide’nin Suriye yapılanması Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) bir şekilde yola getirilmesi ve bileşenlerinin siyasi sürece katılımının sağlanması. Misyon bu. Kuşkusuz Türkiye bu görevi, Kürtlerin kontrolündeki Afrin’e müdahaleye yönelik uygun bir pozisyonu yakalamak için üstlendi. Mümkünatı düşük bir görev. Türkiye hedefinin Afrin olduğunu belirtip HTŞ’yle anlaşarak bölgeye girdi. Rusya’nın beklentisine denk düşen bir gelişme henüz yok. Üstelik TSK’nin Cerablus-El Bab hattından sonra buraya girmesi, İdlib’in fiili hakimlerine karşı olası bir operasyona karşı bir koruma olarak da algılanıyor. Buna mukabil Suriye ordusu, beklendiği üzere Deyr el Zor’daki operasyonun ardından şu sıralar Hama’nın kuzeyinden İdlib’e güneyden baskılayan harekâta başladı. Bu operasyon eninde sonunda Türkiye sınırına ulaşacak.

Putin’in Hmeymim üssündeki açıklamalarının, Kürtlerin müttefikleri ile birlikte kontrol ettiği bölgeler için ne anlama geldiğine baktığımızda da burada fazla denge unsurunun oluştuğunu görüyoruz.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Erdoğan’a “YPG’ye desteğin kesileceği”  yönünde söz verdiğine dair iddiaya rağmen Kürtlerle çalışan Pentagon kanadı ve IŞİD’le mücadele koordinatörü McGurk’un özel görüşmelerde verdiği mesajlar net: “Siyasi çözüm bulununcaya kadar ABD, IŞİD’den kurtarılmış bölgelerde kalmaya devam edecek.”

Kürtler bunu Suriye ordusu ve İran destekli milis güçlere karşı Amerikan kalkanı olarak okumayı tercih ediyor. Her ne kadar Trump yönetiminin Irak Kürdistan’ında referandumu ertele tavsiyesini geri çeviren Erbil yönetimini Irak güçleri karşısında açıkta bırakması, Suriyeli Kürtler açısından Amerikan garantörlüğünün geleceğine gölge düşürse de ABD’nin Suriye’de çizmesine yer açma ve bu ülkenin geleceğini şekillendirecek pozisyonda olma isteği çok belirgin. SDG’ye yapılacak yardım, 2018 bütçesiyle de garanti altına alınmış durumda. Hatta konuştuğum bazı Kürt kaynaklar, özel toplantılarda Amerikalı temsilcilerin, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun siyaseten tanınması yönünde adım atılabileceğine dair sıcak mesajlar verdiğini de belirtiyor. Elbette bu, sahadaki Amerikalı yetkilileri çok aşan bir mesele.

Rusya da Kürtleri dün olduğu gibi bugün de denklemde tutmak için hem askeri hem siyasi ayağı olan ikili bir strateji izliyor:

– Birincisi Türkiye’ye rağmen Kürtleri Astana ve Soçi süreçlerine dahil etmeye çalışıyor. PYD ile ilgili kırmızı çizgiyi aşabilmek için ara formül aranıyor. Bu çerçevede PYD bayrağıyla masaya oturmak yerine Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu içinde yer alan bütün grupları temsilen 140 kişilik bir katılımcı listesi çıkartıldı. Ruslar, Kürtler çözümün parçası olamazsa Türkiye’nin de İran’ın da istemediği boyutta Amerikan varlığının kalıcı hale geleceği gerçeğine işaret ederek itirazların geri çekilmesini istiyor. Zarrab davası yüzünden Ankara-Washington gerilimi tavan yapmışken bu ara formül bir iki başka taviz eşliğinde Ankara’nın kilidini açabilir. Geçen yaz Astana’ya özerkliğe kapı aralayan bir anayasa taslağıyla giden Rusya, Hmeymim’de de Kürtleri doğrudan Şam yönetimiyle masaya oturttu ama bu denemeden bir sonuç alamadı.

– Askeri olarak da Rusya başından beri cerrahi operasyonlarla Kürtleri destekledi. Afrin’de ateşkesi gözetleme misyonuyla Türkiye’yi frenlerken Halep ve Tel Rıfat gibi yerlerde Kürtler etrafındaki baskıyı azaltan hava operasyonları düzenledi. Ayrıca temmuzda Rakka operasyonu sürerken Suriye ordusu ve YPG’nin katılımıyla Rusefa yakınlarında bir ortak operasyon odası kurdu. Son olarak Deyr el Zor’un kuzeyinde YPG’ye askeri destek verdi. Dahası Deyr el Zor IŞİD’den kurtarıldıktan sonra Rus ordusu, Salihiyye’de YPG ile ortak operasyon kurma kararı aldı. Poplavsky heyetlerle görüşmelerin ardından 3 Aralık’ta Salihiyye’de Rus ve YPG bayraklarının asıldığı bir salonda YPG sözcüsü Nuri Mahmud ile ortak açıklama yaptı. Poplavsky, YPG’ye destek kapsamında Rus savaş uçaklarının IŞİD’e karşı 672 operasyon düzenleyip 1450 noktayı vurduğunu söyledi. Bu işbirliği Kürtleri yakın planda tutma çabasının en açık göstergesiydi.

Rusya’nın Şam’la önceden bir mutabakat ya da anlayış birliği olmadan Kürt açılımını da içeren bir anayasa taslağı hazırlaması, PYD’yi siyasi sürece katmaya çalışması ve YPG ile askeri işbirliğini geliştirmesi mümkün değil. Kürtler de son zamanlarda Şam’la müzakereye daha fazla kapı aralayan demeçleriyle dikkat çektiler. Mesela PYD’nin Moskova Temsilcisi Abdüsselam Muhammed Ali, İzvestiya gazetesine siyasi bir çözüm bulunduğu takdirde YPG’nin Suriye ordusuna katılabileceğini söyledi. Muhammed Ali, Nezavisimaya Gazeta’ya demecinde de “Kürtler bağımsızlık çağrısı yapmıyor. Birleşik bir Suriye’nin parçası olacak federe bir demokratik cumhuriyet oluşturmaya çalışıyor” dedi.

O halde Beşşar el Esad neden düne kadar teröristlere karşı mücadele eden Suriye vatandaşları diye tanımladığı Kürtleri birden bire hain ilan etti?

Şam’ın Kürtlere bakışı, YPG’nin ABD ile ilişkilerinin boyutunu artırmasına paralel olarak keskinleşti. Tepkinin evrilmesinde bir seyir çizgisi var:

– Kürtler teröristlere karşı kendi topraklarını koruyor. Kürtlerin DAİŞ’e karşı mücadelesi meşru. (Vatanseverlik vurgusu)

– Kürtler bizim verdiğimiz silahlarla DAİŞ’e karşı savaştı. (Ülkeye bağlılık ve minnet vurgusu)

– Suriye ordusu ülkenin bütün topraklarını kontrolü altına alıncaya kadar operasyon bitmeyecek. (Özerklik projesini büyütme, fiili duruma son ver vurgusu)

– Yabancı bir ülkenin çıkarına hizmet edenler, vatan hainidir. (ABD ile işbirliğini bitir vurgusu)

Kürtlerle ilgili ışık, iki noktada turuncudan kırmızıya geçti: Birincisi ABD ile ortaklık; ikincisi kanton sisteminden federasyona geçilmesi.

ABD’nin, İsrail’in güvenliği ve Amerikan çıkarlarına endeksli “Ortadoğu düzeni”nin ayarlarını bozan Suriye’ye yerleşmesi hakim siyasi ve toplumsal zihniyet açısından ciddi bir alarm nedeni. Şam’ın en önemli destekçisi İran için de bu kırmızı çizgi. Savaşı iki büyük güç arasında bir bilek güreşine çevirmemek için hep alttan alma gereği duyan Rusya da bu konuda oldukça hassas. CIA Başkanı’nın “Amerikalılar hedef alınırsa bundan İran’ın sorumlu tutulacağı” uyarısını içeren mektubunu almayı reddeden Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin Ruslar aracılığıyla ABD’ye “Ya Suriye’den kendiniz çıkarsınız ya da sonunuz 1983 Beyrut gibi olur” mesajı verdiğine dair iddia ne kadar gerçek bilmiyoruz ama spekülasyon da olsa bu tür bir iddianın basına sızdırılması başlı başına El Kaidevari gruplarla savaş tamamen bittiğinde Suriye sahnesinin yeni aşamasına işaret ediyor: “Kim vurduya gitti savaşları.” 

1983’te Beyrut’taki bombalı saldırı ABD ve Fransa’yı Lübnan’dan çekilmek zorunda bırakmıştı. İran ve Rusya’nın farklı tonlardaki Amerikan hassasiyeti de kendini toparlayan Suriye’nin daha tehditkar olmasına yardım ediyor.

Bir dönem Şam’da federatif bir modelin Suriye’ye uymayacağına dair çıkışlara rağmen Kürtlerin kanton sistemiyle sorunun çözümüne dair önemli bir pratik sergilediği ve yönetimin bunun üzerinde çalışması gerektiğine dair tartışmalara denk geldim. Bu tartışmalar hem askeri hem siyasi çevrelerde yapılıyordu. Ancak Kürtlerin kanton sisteminden Fırat’a kadar federasyon modeline yönelerek oyunu büyütmeleri tartışmaların seyrini değiştirdi. Nükseden bölünme sendromunun tarihsel kaynağına dair de bir hatırlatmada bulunayım: Suriye’nin bağımsızlık mücadelesi verdiği dönemde kuzeyde bir Kürt kemeri oluşturulduğuna dair Arap milliyetçiliğini körükleyen bir yaklaşım vardı. İsrail’in kuruluşundan sonra da Kürtlerin siyasal mücadeleleri “İkinci İsrail kuruluyor” itirazıyla karşılaştı. Arap Kemeri bu konsept üzerine geliştirildi.

Kürtler 2011 sonrası süreçte özerkliğe yönelince ve “İsrail’in koruyucusu” ABD de bu yapıya destek verince küllenmiş kaygılar yeniden üste çıktı.

Asıl önemli olan Esad’ın Kürtlerle ilgili çıkışını bir politikaya dönüştürüp dönüştürmeyeceğidir. Eğer bu minvalde bir politika gelişirse kuşkusuz bunun en büyük destekçisi Türkiye olur. Yine de Kürtlerle savaş seçeneğinin öne alınması çok büyük bir risk taşıyor. Şam’la müzakerenin yolunu açabileceği beklentisiyle Kürtlerin tehdidi hissetmesi bir yere kadar Rusya ve İran’ın da tercihi olabilir. Ama her iki ülke de Kürtlerle çatışmanın ABD’nin bölgeye yerleşmesine bahane olacağını biliyor. O yüzden Astana ve Soçi süreçleri öncesinde Esad’ın ‘aslan’ çıkışı, siyasi sürecin yönünü tayin etme çabası olarak da görülebilir.

Perşembe, 28 Aralık 2017 04:00

İran Meclisinden Kudüs Kararı

İran İslami Şura Meclisi’nin Kudüs'ün Filistin'in ebedi başkenti olarak tanımlanmasını öngören tasarıyı acil bir toplantıda kabul ettiği açıklandı.

 

Filistin halkının İslami devriminin korunması yasasının birinci maddesine bir not daha eklenmesini öngören tasarı İslami Şura Meclisi’nin gündeminde yer aldı.

Meclis’te yapılan oylama sonucu, sözü geçen tasarı 198 oyla kabul edilip onaylandı. Meclis’teki oylamaya 226 milletvekili katıldı. Taslağa 198 kabul ve 1 çekimser oy verilirken ret oyu çıkmadı.

İlk oylamada tüm Kudüs'ün Filistin'in daimi başkenti olarak tanınması onaylandı, ardından hükümet bunu desteklemekle görevlendirildi. Yasada bu bir 'yükümlülük' olarak ifade edilirken Müslüman ülkelerle işbirliği yapılması ve farklı yöntemlere başvurulmasına vurgu yapıldı.

Bu tasarı uyarınca hükümet, Kudüs’ü Filistin’in ebedi başkenti olarak tanımlayacaktır.

Meclis Başkanı Ali Laricani, "ABD Başkanı'nın Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan ederek Filistin halkı ve Müslümanlara darbe vurmak istediği bir dönemde bunun onaylanması önemlidir" dedi.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı, telegram hesabından Suriye konulu 8. Astana toplantısında İran, Türkiye ve Rusya arasında sağlanan uzlaşı hakkında bir yazı yayınladı.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Cabiri Ensari, telegram hesabından Kazakistan'daki 8. Astana toplantısında Suriye'de güvenli bölgelerde garantör ülke olan İran, Türkiye ve Rusya arasında sağlanan uzlaşı hakkında bir yazı yayınladı.

Paylaşılan notta, “Garantör ülkelerin ortak bildirisine göre, Suriye'deki UNESCO'nun kültürel miras alanlarının terör örgütleri tarafından bilinçli olarak tahrip ve imha edilmesi ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Garantör ülkeler, BM üye ülkelerinden, gelecek nesiller ve tarihi mirasın korunması için Suriye’de mayınları temizleme ve patlama riskini ortadan kaldırmak amacıyla acil tedbirler almasını istedi” ifadelerine yer verildi.

Cabiri Ensari ilaveten şu ifadelere yer verdi: Astana’da sağlanan diğer anlaşmaya göre, tutuklular ile kaçırılanların serbest bırakılması, cesetlerin teslim edilmesi ve kayıpların tespiti konusunda bir çalışma grubunun oluşturulması gerekiyor. Bu çalışma grubu, ilk oturumunu Kazakistan'daki Suriye konulu toplantısının yeni turu çerçevesinde gerçekleştirecektir.

Salı, 26 Aralık 2017 04:49

İmam Hamanei'den Namaz Mesajı

İmam Hamanei, 26. Genel Namaz Oturumu'na gönderdiği mesajında, yetkililerin namaz davet tüm imkanları kullanmalarına vurgu yaptı.


İmam Hamanei mesajında, bu yıllık oturumunu düzenleyenlerin bu büyük İlahi fırsatın değerini bilip, bu müstakim hattı ısrarla sürdürmeleri ve Allah'ın sabredenlerin yanında olduğunu bilmeleri gerektiğini beyan etti.

İmam Hamanei, namaza davetin, hayatın en güzel tecellilerine davet olduğunu çünkü, insanın yaratan ve tüm iyilikler ve güzellikler sahibi karşısında aşıkane niyazda bulunduğu hayatın bir mevsimi olduğunu ve insanın ruh ve iç güzelliği ve iyiliği ayarını arttırdığını kaydetti.

İmam Hamanei, Kuran-i Kerim ve hadiste dua ve namaza ciddi şekilde tavsiyede bulunulmasının da, namaza davetteki aynı özelliğin göstergesi olduğunu, Allah'ın sahil ve iyi kullarının bunu kendileri için bir ders olarak görüp, namaza davet etmeleri gerektiğini vurguladı.

İslam İnkılabı Rehberi, İslam nizamındaki mümin yetkililerin bu davet için geniş şekilde imkanlarını sunmaları gerektiğini, alim, öğretmen, eğitmen, müdür ve yetkilinin her yerde kendi muhatapları bu tarafa çekmeleri ve onları Allah ve namaza davet edenlerden yapmaları gerektiğini belirtti.

26. Genel Namaz Oturumu bugün "Namaz ve Sanal Ortam" başlığıyla Şii ve Eh-i Sünnet alimleri, kültür aktivistleri ve yetkililerin katılımıyla ülkenin güneyinde yer alan Benderabbas liman kentinde düzenlendi.

Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Amerika’nın BM daimi temsilcisi Nicky Hilly, Amerika’nın Yemen’deki cinayetlerini örtbas etmeye çalıştığını belirtti.
 Amerika’nın BM daimi temsilcisi Nicky Hilly’nin İran’ı Yemen’e füze vermekle suçlamasına bir tepki de Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’ten geldi.

Dışişleri Bakanı Zarif, Hilly bu iddiaları ortaya atarak Amerika’nın Yemen’deki cinayetlerini örtbas etmeye çalıştığını belirtti.

Zarif, Hilly ayrıca Amerika Başkanı Trump’ın Kudüs’ü işgalcil İsrail rejiminin başkenti ilan etmesini unutturma gayretinde olduğunu ifade etti.

 

General Cezayiri vurguladıHilly’nin iddiaları, Yemenlilerin füze gücünü bilmediğindendir

 Amerika’nın BM daimi temsilcisi Nicky Hilly’nin İran’ı Yemen’e füze göndermekle suçlamasına bir tepki de Genel Kurmay Başkanı Yardımcısı General Cezayiri’den geldi.

General Cezayiri, eğer Amerikalı yetkililer Yemen’in füze teknolojisinde yüksek yeteneklerini bilseydi, bu tür komik iddiaları ortaya atmazdı, dedi.

General Cezayiri, Hilly’nin Yemen ordusunun Riyad’ı hedef aldığı füzelerin İran yapımı olduğunu iddia etmesini silah ve askeri konuların hakkındaki cahilliğine yazmak gerektiğini vurguladı.

 

Devrim Muhafızları Sözcüsünden Haley'in Füze İddiasına Tepki
 
Devrim Muhafızları Sözcüsü General Ramazan Şerif, bugün Gülistan vilayetindeki basın mensupları ve yöneticileriyle yaptığı görüşmede; ABD'nin BM Temsilcisi’nin akılsızca sözlerine tepki gösterdi.

Suudi Arabistan'ın 3 yıldır Yemen halkını bombaladığını ve tüm silahların ABD ve Avrupa'dan geldiğini hatırlatan General Şerif; ancak ABD Temsilcisi'nin bir boru göstererek, bunun üzerinde İranlıların parmağının izi olduğunu söylediğini, oysa herkesin Yemen'in Sovyetler Birliği ve Kuzey Kore'den çok sayıda füze aldığını bildiğini vurguladı.

Devrim Muhafızları Sözcüsü ayrıca, düşmanların basın ve medyayı istediği gibi kullandığını ve kamuoyuna kendi sorularının cevap bulması için fırsat vermediğini, 6 yıl boyunca her türlü cinayet işleyen IŞİD'in yenilgisinin aynı medyada 6 gün yayınlanmasına izin vermediklerini vurguladı.

Komutan Şerif; Suudi Arabistan, Amerikalılar ve Siyonistlerin son 10 yılda bölgede açtıkları tüm dosyalarda başarısız olup yenildiklerini hatırlatarak, İran İslam Cumhuriyeti’nin bugün gücünün doruk noktasında olduğunu, CIA Şefi'nin İran’ın sahadaki komutanlarından birine mektup yazmasının da bunu gösterdiğini kaydetti.

Amerika direnişe ve İran’a karşı uluslararası konsensüs sağlamaktan aciz olduğunu belirten General Cezayiri, Amerika’nın içine düştüğü sıkıntılardan tek kurtuluş yolu savaş çığırtanlığı yapmaktan el çekmesinden ibaret olduğunu kaydetti.

Pazartesi, 18 Aralık 2017 03:13

Şii ve Sünni Koalisyonu ABD'yi Tedirgin Etti

Arap Dünyasının tanınmış yazarlarından Abdel Bari Atvan, İslam ülkeleri liderlerinin İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında birlik ve beraberliklerini açıklamasının, Amerika’nın Birleşmiş Milletler’ deki daimi temsilcisini İran’a karşı yeniden boş iddialarda bulunmaya mecbur bıraktığını söyledi.


 Arap Dünyasının tanınmış yazarlarından ve Rey El Yevm Gazetesi Baş Editörü Abdel Bari Atvan, “Amerika’nın İran’a karşı kışkırtmasının üç nedeni, Amerika’yı Husilerin füzesinden sinirlendiren ne” başlığıyla yayınladığı yazıda, “Amerika’nın, İran’ın Ensarullah’a füze ve silah gönderdiğine dair asılsız medya kampanyaları, bakışları İstanbul’da düzenlenen toplantıdan ve Kudüs’ü savunma konusunda oluşan Şii ve Sünni koalisyonundan çarpıtmak içindir” vurgusunda bulundu.

Abdel Bari Atvan’ın kaleme aldığı yazıda şu ifadeler yer aldı:

Amerika’nın, Çarşamba günü Recep Tayyip Erdoğan’ın davetiyle, Donald Trump’ın Kudüs’ü Yahudileştirme konusundaki kışkırtıcı kararıyla mücadele için yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısına cevabı, hemen hatta beklenmedik bir hızla verildi. Amerika’nın Birleşmiş Milletler’deki daimî temsilcisi Nicky Haley, “Trump'ın Kudüs kararı sonrası dünyanın başımıza yıkılacağını düşündük ama hiçbir şey olmadı” dedi.

Irkçılık ve Arap ve Müslüman ülkelerle düşmanlıkta Trump’ı da geçen Haley’in petrol şeyhlerinin kalan paralarını da cebe indirmek ve onların ambar edilmiş petrollerini onlarca yıl daha depolamak için etnik bir savaş yada fitne çıkarmaktan başka çaresi olmadığı için İran’a karşı gerginlik dalgasını şiddetlendirerek diğer ülkeleri de Amerika’nın yanına çekmeye çalıştı.

Amerika’nın daimî temsilcisi şunları söyledi: ‘Amerika’nın elinde, Riyad Havaalanına fırlatılan füzenin İran yapımı olduğuna dair kanıtlar var. İran’ın bölgedeki davranışları kötüleşmiştir ve İran, bölgedeki çatışma ateşini alevlendirmektedir.’

Bu kışkırtıcı açıklamaların asıl amacı, Arap ve İslam kamuoyunun düşüncelerini, Amerika’nın Kudüs’te işlediği suçtan ve bütünüyle İsrail Rejiminin ve onun politikalarının taraftarlığını yapmasından çarpıtmaktır.

Arabistan liderliğindeki Arap koalisyonunun Yemen’e karşı üç yıldır süren savaşları hala devam etmektedir ve bu savaşta Arabistan tarafından binlerce ton modern mühimmat, füze ve uçak yüz milyarlarca dolara Amerika’dan satın alınmıştır ve onaylayalım ya da onaylamayalım, böyle bir durumda karşı tarafta kendini savunmak için silah temin etmek adına her kaynağa başvurabilir.

Haley’in açıklamakla görevli olduğu Amerika’nın bu öfkesinin ve Riyad şehrinin kuzeyindeki Kral Halid Havaalanını vuran Husilerin füzesine odaklanmasının birkaç nedeni vardır:

Birincisi, İstanbul’da 57 liderin ve Dışişleri Bakanının katıldığı toplantıda, İslam birliği, Amerika’nın tam anlamıyla işgalci İsrail Rejiminin taraftarlığını yapmasıyla mücadele ve Beyt’ül Mukaddes’in İslami ve Hristiyan kutsallarının savunulması vurgulandı.

İkincisi, Şii ve Sünni arasında bir koalisyon sağlandı ve Recep Tayyip Erdoğan ve İranlı mevkidaşı Hasan Ruhani arasında görülmemiş bir dayanışma ve birlik oluştu. Bu koalisyon, Amerika’nın Şii ve Sünni savaşı çıkarma ya da özellikle Arap şeyhleri olmak üzere Sünni Arapları bu savaşta Amerika’nın yanına çekme planını yok ediyor.

Üçüncüsü, Riyad Havaalanında hedefine ulaşan Husilerin fırlattığı füze, uçuşların aksamasına, korku ve dehşet yaşanmasına neden oldu ve bu durum, Amerika’nın Patriot Hava Savunma Sisteminin başarısızlığını göstermektedir.

İran, Amerika tarafından yapılan suçlamaları reddetti ve bunun kışkırtıcı, asılsız ve sorumsuzca olduğunu belirtti ve Haley’in bahsettiği kanıtların da sahte olduğunu ifade etti.

Biz, İran tarafından Amerika’nın suçlamalarının yalanlanmasının hiçbir yansımasının olacağını düşünmüyoruz. Bu bizi, Saddam Rejimi zamanında Irak’ın silah depolarında kitle imha silahlarına sahip olduğunu yalanlamasını hatırlattı. Zaten hikâyenin gerisi de belli.

Amerika’mın mevcut hükümeti hem ülke içinde hem de ülke dışında büyük bir başarısızlığa düşmüştür. Ülke içerisinde Trump’ın müttefiki, Alabama seçimlerinde Cumhuriyetçilerin sandalyesini kaybetmiştir. Amerika dışında da Washington’un Avrupalı müttefikleri Trump’ın Kudüs’ü Yahudileştirme kararından dolayı kenara çekilmişlerdir ve Kuzey Kore’de kendini balistik nükleer bir devlet olarak tanıtmış ve herhangi bir işgale maruz kaldıkları takdirde Amerika’nın içini füze yağmuruna tutmakla tehdit etmiştir.

Trump, savaş çanları çalıyor ve ırkçı eğilimleri esasınca, saldırı okunun ucunda Körfez İslam ülkelerindeki müttefiklerinin olmasını istiyor. Böylece savaş masrafları da onlar tarafından karşılanmış olacak. Haley açık bir şekilde ülkesin İran ile mücadele için uluslararası bir koalisyon oluşturmaya çalıştığını söylüyor ve burada büyük bir ırkçılık gizlidir.

Amerika bu savaştan hiçbir şey almaz, ama kesinlikle  Müslümanlar ve özellikle Arap ülkeleri yeni müttefikleri İsrail’in yanında bütün savaşların ateşinin kurbanı olacaklar.’

Pazartesi, 18 Aralık 2017 03:05

Hadi Gelin Bir “Kırmızı Çizgi” Çizelim

Künhü itibariyle özgürlüğüne kavuşuncaya kadar tüm zamanlar ve mekanlarda “insanlık”ın bir numaralı gündemi olması gereken “Filistin Meselesi ve Kudüs Davası” ancak sansasyonel olaylar ve gelişmeler gerçekleştiğinde gündem olabiliyor. Filistin ve Kudüs’ün ancak sansasyonel gelişmeler gölgesinde gündem olabiliyor olması bile “insanlık” için başını önünden kaldıramayacak çapta bir utançtır ve bu gerçekliğin değişik veçheleri ile analiz edilmesi gerekmektedir. Ancak biz bugün meselenin başka bir boyutunu ele alacağız.
 

       Allahˈın Adıyla...

    Amerikan Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan kararnameyi imzalamasının ardından gözler bir kez daha Filistin’e ve İslam Dünyasına çevrildi. Dünyanın pek çok noktasında protesto gösteri ve eylemlerinin yükseldiği bir noktada Türkiye’nin çok iştahlı bir şekilde öne çıkıp İslam İşbirliği Teşkilatı’nı (İİT) “Kudüs” gündemi ile olağanüstü toplantıya çağırması bir anda coğrafyada beklentileri yükseltti.

   Elli yedi İslam ülkesinden kırk sekizinin ve bu kır sekiz ülkeden sadece on altısının devlet başkanı düzeyinde katılım gösterdiği toplantı sonunda yayınlanan sonuç bildirgesinde gasp ve işgal edilmiş topraklar üzerinde “iki devletli bir çözüm” savunusu ile “Doğu Kudüs”ün Filistin’in başkenti olarak tanınması öne çıktı. Hiçbir yaptırım kararı alınmadı. İşgal ve zulme karşı ne yapılacağı ile ilgili herhangi bir söz ya da plan ortaya konmadı.

 “İki devletli bir çözüm” öngörüsü ve Kudüs’ün doğu-batı diye ayrıştırılması (ki Doğu Kudüs, Kudüs’ün ancak %20’sini teşkil etmekte olup tek parçadan değil bağlantıları İsrail yerleşkeleri ile kesilmiş mahallelerden oluşmaktadır) “Gasıp Siyonist Rejim”in arayıp bulamayacağı tekliflerdir. Zira Gasıp Rejim’de özü itibariyle bunları savunmaktadır. Hiçbir yaptırım ve ambargo kararının olmaması ise Gasıp Rejim’e şapkasını üç kez üst üste havaya attırmış olmalıdır.

   Bu makalenin kaleme alındığı sıralarda medyaya düşen bir başka bilgi de de “sonuç bildirgesi”nin İngilizce ve esas versiyonunda “Doğu Kudüs”ün Filistin’in başkenti olarak tanınmayıp sadece bunun için çağrı yapıldığı açığa çıktı. Yani sonuç bildirgesinin Müslümanlara dönük yüzünde bir “gaz alma”; Amerika, İsrail ve Avrupa’ya dönük yüzünde ise “sakın yanlış anlamayın” yaklaşımı. Rezaletin rezaleti!

   İslam İşbirliği Teşkilatı’nın toplanma ve konuyu ele alış biçimi ile sonuç bildirgesinin ne anlama geldiği üzerinde çalışılıp derin analizler yapılmayı fazlasıyla hak etmekte. Ancak benim bugün ele almak istediğim konu bu da değil. Ben bugün Trump’ın kararnameyi imzaladığı günden bu yana siyasilerin, aydınların, entelektüellerin, kanaat önderlerinin dillerine pelesenk ettikleri ve hatta nümayişlerde halkın sloganı stadyumlarda futbolcuların pankartı olan “İsrail işgalci bir terör devletidir!” ve “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” söz ve yaklaşımını değerlendirmek istiyorum.

“Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” Kimileri ellerini masalara kürsülere vura vura kimileri havaya savrulu yumruklarını sıka sıka o kadar tekrar ettiler ki neredeyse “Kudüs davası”nın yegane hamisi ve destekçisi rolüne büründüler. Doğal olarak bir dizi soru bir kurt misali zihinleri kemiriyor: “Acaba “hakikat” gerçekten dedikleri gibi mi? Acaba gerçekten gerek zihinsel ve gerekse eylemsel olarak bu güruh için Kudüs “kırmızı çizgi”mi? Gerçekten bu sözlerinde samimiler mi? Bu iddianın hakikaten saha da bir gerçekliği var mı?”

“Filistin Meselesi ve Kudüs Davası” ile ilgili önce mihenk noktası edineceğimiz bir tespit yapıp ardından bu “kırmızı çizgi” meselesini analiz edelim.

“Filistin Meselesi ve Kudüs Davası” bir ırk, millet, din, mezhep ya da coğrafyaya ait olmayıp bilakis aidiyetler üzeri bir mücadeledir. Filistin Meselesi ve Kudüs Davası, “Habiloğulları”nın “Kabiloğulları”na karşı verdiği “insanlık” mücadelesinin ana cephesidir.  Filistin Meselesi ve Kudüs Davası, ırkı, milliyeti, dini, mezhebi, meşrebi ve coğrafyası fark etmeksizin yeryüzündeki tüm mustazafların müstekbirlere karşı mücadelesinin varoluş cephesidir. Bölgesel siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve askeri hiçbir gelişme Filistin Meselesi ve Kudüs Davası’ndan bağımsız değildir. Hatta küresel tüm siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve askeri gelişmelerin bile öyle ya da böyle Filistin Meselesi ve Kudüs Davası ile bir bağı vardır. Zira orası mustazaflar-müstekbirler mücadelesinin ontolojik cephesidir.

   Bu tespit ışığında şimdi şu “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” meselesini değerlendirmeye geçelim. “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” sözü çok büyük bir sözdür. Bu iddianın sahipleri ya bu sözün manasının farkında değillerdir ya da bu sözü kendi menfaat ve çıkarları için bir paravan olarak kullanmaktadırlar.

“Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” diyen birisi şunu demek istiyor: “Ben tüm bölgesel ve küresel gelişmeleri “Kudüs Davası” merkezli ele alıp çözümlüyorum. Ve ben tüm konumlanmalarımı “Kudüs” merkezli  koordinatlandırıyorum. İster söylem olarak olsun ister eylem olarak hangi olayda hangi cephede olacağımı “Kudüs”e bakarak belirliyorum. Ben hiçbir zaman “İşgalci terör devleti!” ile aynı saf ve cepheye düşmüyorum. Ben tüm zamanlarda ve mekanlarda mustazafların cephesindeyim…”

   Gelin şimdi en azından bölgesel bir “kırmızı çizgi” çizelim. Evet, bir kırmızı çizgi çizelim ki kimin çizginin neresine düştüğü aşikar olsun.

1- Kudüs’ü n savunucularının cansuyu yolunu kesmek ve Kudüs’ü yalnızlaştırarak işgal ve gasbını kolaylaştırmak için “emperyalizm ve siyonizm”in  BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adı altında planlayıp sahnelediği tasallut ve tahakküm harekatı sırasında nerede durulacağı bir kırmızı çizgidir. “Küresel sulta sistemi”nin yanında konuşlanıp “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” demek yalan ve kandırmacadan başka bir şey değildir.

2- Birinci maddenin devamı olarak “Küresel sulta sistemi” ile “Direniş Cephesi”nin ana hesaplaşma cephesine dönüşen “Suriye Vekalet Savaşı” ve Esad’ta bir kırmızı çizgidir. Hem Esad düşmanı olup hem İsrail karşıtı olmak mümkün değildir. Bir yandan Suriye’yi çökertmek için “tekfirci cihadist hareketler”e destek verip bir yandan  “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” demek kuru bir iddiadan başka bir şey değildir. Zira İsrail’in en büyük hayali de Esad’sız (anti-siyonist damarı kesilmiş) bir Suriye açığa çıkarmaktır.

3- Yemen’de anti-emperyalist anti-siyonist “Ensarullah” hareketi ile “Büyük Şeytan Amerika”nın tetikçiliğini yürüten Al-i Suud arasındaki mücadele de bir kırmızı çizgidir. Amerika ve İsrail dünyanın en stratejik noktalarından biri olan bu bölgeyi uşakları Al-i Suud eliyle kontrol etme peşinde. Ensarullah ise bin bir yokluk ve güçlük içerisinde bu tasallut ve tahakküm hareketine karşı “İslam ve insanlık” mücadelesi vermekte. Bu mücadele de Al-i Suud’un yanında durup “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” demek sahtekarca bir davranıştır. Zira Al-i Suud, Yemen’de Amerika ve İsrail adına Ensarullah’a karşı tetikçilik yapmakta.

4- Irak’ta “merkezi hükümet ve Haşd-i Şabi güçleri” ile “tekfirci örgütler, yerel aşiretler, mezhep temeli üzerine yükselen siyasi hareketler” arasında yaşanan ister fiili olsun ister siyasi mücadele de bir kırmızı çizgidir. Kendileri ölüm kalım mücadelesi verirken bile asla “Filistin”i unutmayan ve nihai hedef olarak her zaman “Kudüs”ü gösteren “Haşd-i Şabi”y e karşıt olup “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” demek bir paradokstan başka bir şey değildir. Zira Irak’taki karmaşanın durmaması, mezhep temelli fitnenin alevlendirilmesi, Haşd-i Şabi güçlerinin enerjisini “Filistin ve Kudüs”ten uzak tutma bizatihi İsrail’in projesidir zaten.

5- İsrail ile mücadelenin motor gücü olan ve bu zamana kadar İsrail’e diz çöktüren (Mayıs-2000 ve Temmuz-2006) tek güç olan “Lübnan Hizbullahı” tüm zamanlar ve mekanlar için kırmızı bir çizgidir. Bir yandan “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” deyip bir yandan “Lübnan Hizbullahı”na  “Hizbuşşeytan” diyecek kadar aşağılara inen biri ya ne dediğinin farkında olmayacak kadar aklı melekelerden yoksundur ya da yalancının ta kendisidir. Zira “Kudüs” için ödenebilecek her türden bedeli ödemiş ve tüm yaşamlarını Kudüs’ün özgürlüğüne adamış bu seçkin topluluğun zayıflatılması, ötelenmesi, ötekileştirilmesi ve mustazaf halkların dikkatinden kaçırılması emperyalizm  ve siyonizmin en büyük hedefidir.

6- İsrail’e olan yaklaşım biçimi ve ayrıca onunla olan ilişki ve iletişim biçiminin kendisi de bir kırmızı çizgidir. İsrail’i meşru gören onunla diplomatik, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik, askeri ve ticari türden ilişkiler kurmakta hiçbir beis görmeyen; yaşanan tüm sansasyonel gelişme ve değişmelere rağmen bu ilişkilerini sonlandırma bir yana artırarak devam ettiren ama bir yandan da “İsrail işgalci bir terör devletidir!” ve “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” diyen kişi muhtemelen ya ne dediğinin farkında değildir ya da karşısındakileri aptal yerine koyuyordur veya karşıdakiler gerçekten öyledir. Zira “bir şey”in aynı anda “iki şey” olması muhaldir. Hem dost hem düşman! Hem stratejik müttefik hem işgalci terör devleti! Bu imkansız bir şey.

7- Dost ve özellikle de düşman onlarca yüzlerce binlerce defa itiraf etmişlerdir ki, “İslam İnkılabı” Kudüs Davası’nın gerçek hamisi ve savunucusudur. Gerek Filistinli örgütler olsun ve gerekse Lübnan Hizbullah’ı olsun defalarca deklare etmişlerdir ki, onların İsrail ile olan mücadelelerinde en büyük yardımcıları, lojistik ve malzeme temin edicileri, eğitim vericileri İslam İnkılabı’dır. Dolayısıyla İslam İnkılabı, Kudüs konusunda bir kırmızı çizgi değil “turnusol kağıdı”dır. Bir yandan İslam İnkılabı’nı düşman, öteki, rakip bilip, dilinden; “Fars yayılmacılığı, Şii hilali, Pers istilası” gibi ipe sapa gelmez iddiaları düşürmeyip bir yandan da “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” demek bir şizofreni belirtisinden başka bir şey değildir. Zira düşmanın kendisi (Amerika ve İsrail) defalarca deklare etmişlerdir ki esas savaş onlarla İslam İnkılabı arasındadır.

8- NATO’nun  bir parçası (dolayısıyla İsrail’in partneri ) olmayı zihinsel veya bizatihi vakıa olarak normalleştirip onların topraklarını, üslerini kullanmalarında bir beis görüp görmeme de bir kırmızı çizgidir. Hepimiz biliyoruz ki NATO, küresel sulta sisteminin uluslararası meşruiyet kazandırılmış istila ordusundan başka bir şey değildir ve yegane hedefi ABD, AB ve İsrail hedeflerini korumaktır. Hem bu istila gücü ile bir ve beraber olmayı normal görüp hatta onun İslam İnkılabı aleyhine bir kısım üsler inşa etmesinde hiçbir beis görmeyip hem de “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” demenin kendisi bile “Kudüs Davası”na ihanettir. Zira NATO demek Amerika demektir, İsrail demektir. NATO’ya yapılan her hizmet ve katkı Amerika ve İsrail’e hizmet ve katkıdır.

9- Anti-emperyalist ve anti-siyonist fikir, hareket, STK, medya, kurum, kuruluş ve gerçek kişilere yaklaşım biçimi de bir kırmızı çizgidir. Hem anti-emperyalist ve anti-siyonist fikir, hareket, STK, medya, kurum, kuruluş ve gerçek kişilere hayatı dar edip, onları her tür imkan ve makamdan uzak tutup hem de “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” demek samimiyetle bağdaşmayan iki yüzlü bir iddiadan başka bir şey değildir. Zira “Kudüs” için ister fikirsel olsun ister eylemsel, mücadele ancak anti-emperyalist anti-siyonist gerçek ve tüzel kişilikler eliyle yürütülebilir. Dolayısıyla bu tür tüzel ve gerçek kişiliklerin hareket alanlarını sınırlamak; imkan ve makamlardan mahrum etmek ancak İsrail’in memnun olacağı bir politikadır.

10- Topluma ve bölgeye karşı kullanılan dil de bir kırmızı çizgidir. Eğer topluma ve bölge halklarına bakış ve yaklaşımı “mezhepçilik ve kavmiyetçilik” belirliyor, ona göre söyle ve eylemler üretiliyor ama bir yandan da “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir!” deniyorsa bu ya başkalarının aklı ile dalga geçmektir ya da İsrail’e hizmet etmenin hin bir biçimi. Zira İsrail bugün gücünü kendi dinamiklerinden ziyade bölgeye ekdiği “mezhepçi ve kavmiyetçi” tohumların boy vermesi ile oluşan kargaşa, kaos ve çatışmalardan almaktadır.

Muntazar Musavi

Türkiye'nin ev sahipliğinde düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Zirvesi'nin İstanbul Deklerasyonu'nda alınan, "Doğu Kudüs'ü Filistin Devleti'nin başkenti olarak ilan ediyor ve bütün devletleri Filistin Devleti'ni ve Doğu Kudüs'ün onun işgal altındaki başkenti olduğunu tanımaya davet ediyoruz" kararına Avrupa medyası geniş yer verdi.
 

 Almanya'da yayın yapan Spiegel dergisi, "İslam Zirvesi, Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti olarak tanıyor" başlığını kullandığı haberinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın duyurduğu gibi, İslam ülkelerinin olağanüstü zirvede ABD'nin Kudüs inisiyatifine tepki gösterdiği ifade edildi.

   Süddeutsche Zeitung gazetesinin haberinde de İslam ülkelerinin devlet ve hükümet başkanların katıldığı İstanbul'daki İİT’nin Olağanüstü Zirvesi'nde Doğu Kudüs'ün Filistin’in başkenti olarak kabul edildiğine işaret edilerek, ABD Başkanı Donald Trump'ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti tanımasından sonra Erdoğan'ın teşkilatı kriz toplantısına çağırdığı belirtildi.

   Tageszeitung (taz) gazetesi de "Erdoğan'ın kırmızı çizgisi" başlığını kullandığı haberde, Cumhurbaşkanı Erdoğan için İsrail’in bir işgalci devlet olduğu ve Erdoğan'ın uluslararası düzeyde Kudüs’ün Filistinlilerin başkenti olarak kabul edilmesi çağrısında bulunduğu ifade edildi.

 FRANSA
   Le Monde gazetesi, zirve ile alakalı yayınladığı haberinde, İslam İşbirliği Teşkilatı'nın olağanüstü toplantısının Cumhurbaşkanının çağrısı üzerine yapıldığına dikkati çekti.

Gazete, zirveden çıkan kararı ise "Müslüman liderler, Doğu Kudüs'ü Filistin Devleti'nin başkenti olarak tanıma çağrısı yaptı" başlığıyla okuyucusuna duyurdu.

   Ülkenin en çok satan gazetesi Le Figaro ise Erdoğan'ın çağrısına yer verdi. Gazete ayrıca, Müslüman liderlerin, Trump'ın kararının aşırıcılığı ve terörü beslediği görüşünde birleştiğini yazdı.

   Uluslararası haber kanalı France 24 ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "İsrail'in uyguladığı tüm terör faaliyetlerinin ödüllendirildiği ve Trump'ın bu kararının bu faaliyetlerin ödülü olarak görüldüğü" şeklindeki sözlerine yer verildi.

İNGİLTERE
   İngiltere’nin önde gelen gazetelerinden Guardian haberinde, İstanbul’daki zirvede Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın konuşmalarını okuyucularıyla paylaştı.

   Guardian, Abbas’ın, Kudüs'ün eskiden olduğu gibi ve gelecekte de olacağı gibi Filistin Devleti'nin başkenti olacağını söylemesine vurgu yaparken, "ABD'nin gelecekte siyasi barış sürecinde yer almasına asla ve asla izin vermeyeceğiz." dediğini aktardı.

İngiliz The Independent, İİT kararını, "İslam dünyası liderleri, Doğu Kudüs'ün Filistin Devleti'nin başkenti ilan edilmesi gerektiğini söyledi" başlığıyla duyurdu.

İİT sonuç bildirgesinde Washington'ın Ortadoğu barış sürecinde tarafsız ara bulucu rolünü kaybettiğinin vurgulandığı aktarılan haberde, 50'den fazla ülkenin üye olduğu örgütün kararının Donald Trump'ın kararının karşısına çıkmayı amaçladığının altı çizildi.

   İngiliz kamu yayın kuruluşu BBC de İİT kararını "Müslüman ülkeler Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olarak tanınması çağrısı yaptı" başlığıyla verdi. Haberde, İİT'nin dünyayı "Filistin devletini" tanımaya ve Doğu Kudüs'ü de onun "işgal altındaki başkenti" olarak tanımaya çağırdığı kaydedildi. BBC, İİT sonuç bildirgesinin Trump'ın Kudüs kararını "hükümsüz" ilan ettiğini de vurguladı.

İTALYA
   İtalyan haber ajansı ANSA, İİT'nin Kudüs'e yönelik kararını, Erdoğan'ın açıklaması üzerinden duyurdu. "Erdoğan: Kudüs'ü Filistin’in başkenti olarak tanıyoruz" başlığını kullanan ANSA, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuya ilişkin açıklamalarına yer verdi.

   La Repubblica gazetesinin haberinde Erdoğan'ın, zirvenin açılışında İsrail'e, İsrailli askerlerin çevrelediği bir Filistinli gencin fotoğrafını göstererek, "Terörist devlet" diye yüklendiği ifade edildi.

"Türkiye oyunun merkezinde" ifadesi kullanılan haberde, buna karşın İslam cephesinin bölünmüş bir görüntü sergilediği Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin İstanbul'daki zirveye devlet başkanı ya da dışişleri bakanı düzeyinde katılım göstermediği yazıldı.

   La Stampa gazetesi de internet sayfasında "İstanbul'da İslam ülkeleri zirvesi" başlığıyla verdiği haberinde, Doğu Kudüs'ün Filistin’in başkenti olarak tanınması kararı çıktığı belirtildi.

   Haberde, 50'yi aşkın İslam ülkesinin, Trump yönetiminin Kudüs'ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararına karşılık vermek üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çağrısıyla İstanbul'da olağanüstü bir araya geldiği ifade edildi.

 BELÇİKA
   Flamanca yayın yapan De Morgen gazetesi, "İslam ülkeleri Trump’ın kararına cevap verdi" başlıklı haberinde , zirvede 56 ülkenin temsil edildiği, bu ülkelerin ABD’nin "yasa dışı, sorumsuz ve tek taraflı" bir şekilde Kudüs'ü İsrail’in başkenti ilan eden kararını tanımadığı belirtildi.

   Zirvedeki gelişmelere detaylı şekilde yer veren Le Vif ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Doğu Kudüs’ün Filistin Devleti'nin başkenti ilan edilmesi için çağrıda bulunduğunu, bunun İslam ülkeleri liderlerini etkilediği belirtildi. Le Vif de İİT'nin kararını ABD yönetiminin Kudüs kararına tepki olarak değerlendirdi.

HOLLANDA
   Hollanda kamu yayın kuruluşu NOS, zirve ile ilgili haberi, "Abbas: Kudüs kararı suçtur; ABD barış sürecinde ofsayta düştü" başlığıyla duyurdu. Haberde, zirvede, Trump'ın aldığı Kudüs kararının radikallere sorun çıkarmak için fırsat verdiği yönünde görüş bildirildiği ifade edildi.

Erdoğan'ın Kudüs zirvesi için insiyatifi aldığı ve ABD'nin Kudüs kararının İsrail’in terör eylemlerine bir hediye olduğunu söylediği aktarıldı.

   Algemeen Dagblad gazetesi ise Erdoğan'ın, ABD’nin kararına en sert çıkış yapan liderlerden biri olduğuna dikkati çekerek, Cumhurbaşkanının Filistin konusunun uluslararası anlaşmalar ve kurumlarda ele alınmasının hızlandırılması gerektiğini vurguladığı ifade edildi.

İSVİÇRE
   Yaklaşık 250 bin trajı ve 1,5 milyon online ziyaretçisiyle İsviçre'nin ulusal yayın yapan Blick gazetesi İTT bildirisini ön sayfadan duyurdu. Anadolu Ajansının kaynak gösterildiği haberde gazete, 57 Müslüman ülkenin İTT zirvesinde Doğu Kudüs'ü başkent olarak ilan ettiğine okuyucularına aktarıldı. Haberde, bir günlük İİT özel zirvesini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın topladığına işaret edildi.

BOSNA HERSEK
   Oslobodjenje gazetesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsrail için kullandığı "terör devleti" ifadesini başlığa taşıdığı haberde, ABD'nin İsrail'in başkenti olarak Kudüs'ü tanıdığını açıklamasının tüm dünyada kınandığı, sadece İsrail tarafından hoş karşılandığı ifadesine yer verildi.

   Dnevni Avaz gazetesi de "Müslüman ülkeler Doğu Kudüs'ü Filistin'in başkenti ilan etti" başlıklı haberde, İslam ülkeleri liderlerinin İstanbul'da bir araya geldiğini belirtilirken, Doğu Kudüs'ün Filistin’in başkenti olarak tanınması kararının, ABD Başkanı Trump'ın daha önce Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımasına tepki olarak geldiği ifade edildi.

   El Cezire Balkanlar ise gün boyunca yakından takip ettiği zirve ile ilgili haberinde, İİT üyesi ülkelerin liderlerinin, İstanbul’daki zirvede "başkenti Doğu Kudüs olan Filistin Devleti'ni tanıma" kararı aldığını manşetine taşıdı.

   Haberin detayında, sonuç bildirisinin yanı sıra zirveye katılan liderlerin yaptığı açıklamalara da geniş yer verildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Filistin'den asla vazgeçmeyeceğiz" ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin "Kudüs'ü korumaya hazırız" ifadeleri haberde ön plana çıkan diğer başlıklar oldu.

fTahran ve Ankara arasında işbirliğinin tüm alanlarda geliştirilmesi gerektiğini kaydeden Erdoğan, ortak işbirlikleriyle bölgede terörizmin kökünün kazınması gerektiğini sözlerine ekledi.


Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani İslam İşbirliği teşkilatının İstanbul'da olağanüstü zirve toplantısı dolayısıyla şükranlarını dile getirdiği açıklamasında, zirvenin dünya Müslümanlarını Filistin meselesi konusunda ümitlendirdiğini ifade etti. 

İslami İran cumhurbaşkanı Ruhani Çarşamba akşam saatlerinde İstanbul'da Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmede Amerika başkanı Trump'ın Kudüs ile ilgili girişiminin dünya çapında özgürlükçü insanlar ve Müslümanları derinden üzdüğünü kaydederek, "Bugün İslam İşbirliği teşkilatının olağanüstü zirve toplantısında başlatılan yol, Amerika'nın Kudüs ile ilgili senaryosunun önünü engellemek için devam ettirilmelidir"diye kaydetti. 

Amerika ve Siyonist rejimin İslam dünyasına karşı komplolarının çeşitli yollardan devam ettiğini kaydeden Ruhani, "ne mutlu ki tüm Müslümanlar dünya genelinde Filistin topraklarına yönelik duygularını ortaya koyarak bu İslam karşıtı komplo karşısında durdular"ifadesini kullandı. 

Suriye'de istikrar ve güvenliğin takviye edilmesi bağlamında Tahran ve Ankara'nın ortak işbirliğinin devam etmesi gerektiğini kaydeden Ruhani, İran ve Türkiye'nin bölgede terörizmle mücadele ve bölgenin istikrarı ve güvenliği konusunda ortak görüşe sahip olduğunu söyledi. 

Türkiye cumhurbaşkanı Erdoğan da söz konusu görüşmede İslam İşbirliği teşkilatına üye ülkeler cumhurbaşkanlarının İstanbul zirvesine geniş katılımına işaret ederek, "bu geniş çaplı katılım, Müslüman ülkelerin Filistin konusunda ortak görüşe sahip olduğunu gösteriyor ve bu birlikteliğin daha çok Filistin halkının haklarının elde edilmesi yolunda adım atmamıza neden olmasını umuyorum"dedi. 

Tahran ve Ankara arasında işbirliğinin tüm alanlarda geliştirilmesi gerektiğini kaydeden Erdoğan, ortak işbirlikleriyle bölgede terörizmin kökünün kazınması gerektiğini sözlerine ekledi.