
کارگر
Dillerini Sarkıtıp Soluyan Çağdaş Bel’amlar
Bu sahte din adamlarının simgesi neden Bel’am’dır? Bel’am-ı Baura’nın kıssasına baktığımızda ilginç detaylarla karşılaşıyoruz.
Allah’ın adıyla…
Merhum Şeriati “Dine Karşı Din” adlı kitabında Şirkin üç yüzünden bahseder: Mel’e (Halka zulmeden yönetici sınıf), Mütrefin ( Bu yönetici sınıf ile kol kola girmiş sermaye sahipleri) ve Bel’am (bu ikisinin emrinde, inananları yanlış yönlendirmek, bizzat inançlarını kullanarak bu zalimlere köle yapmak üzere görevlendirilen din adamları)…
Bunların içinde ise en dikkat çeken simge Bel’am’dır… Çünkü tarih boyunca Tevhid erlerinin mücadele ettiği sınıflar ilk iki sınıftır. Onların zulmüne karşı, Allah’ın peygamberleri yalınayaklılar ile beraber dikilmiş, o zalimler ise kibirleri ile “İlahi vahiy neden bizden birine inmedi” diye sayıklamışlardır… Ama Tevhid erleri ile baş edemeyen bu zalimler topluluğu, sinsice yalınayaklıların inançlarının içini boşaltıp kendi istedikleri şekilde doldurmanın yollarını aramışlardır. İşte burada devreye sahte din adamlarını sokmuş, insanları “Allah’ın adını kullanarak” aldatmaya girişmişlerdir….
Bu sahte din adamlarının simgesi neden Bel’am’dır? Bel’am-ı Baura’nın kıssasına baktığımızda ilginç detaylarla karşılaşıyoruz. Hz. Musa (a.s.) döneminde yaşayan Bel’am-ı Baura, önceleri “Duaları Kabul edilen” ve kendisine İsm-i Azam öğretilmiş yüce bir zattır. (1) Ancak Hz. Musa’nın peygamber olarak görevlendirilmesi üzerine etrafının da yönlendirmesiyle onda “hased” duygularını coşturmuş ve Hz. Musa’ya “beddua” edecek hale getirmiştir… Kur’an-ı Kerim, Bel’am hakkında şöyle buyurur:
"(Ey Muhammed!) Onlara, o kimsenin haberini de oku ki, biz kendisine âyetlerimizi vermiştik de o, bunlardan sıyrılıp çıkmış, derken şeytan onu arkasına takmış, nihayet azgınlardan olmuştu.
Eğer dileseydi, onu bu (âyetler)le yükseltirdik. Fakat o yere saplandı, hevâsına uydu. Artık onun sıfatı o köpeğin hâli gibidir ki, üstüne varsan dilini sarkıtıp solur, yahut kendi hâline bıraksan yine dilini uzatıp solur. İşte âyetlerimizi yalan sayanlar gürûhunun sıfatı budur. Artık sen (Ey Muhammed!) kıssayı onlara anlat. Belki iyice düşünürler."
(A'raf: 174-176)
Önceleri Hz. Musa’nın hakkını teslim eden ve ona karşı çıkanları uyaran Bel’am, sonraları “hased”in etkisi ile Firavun’a eğilim göstermiş ve Hz. Musa’ya karşı çıkmıştır. Bakıldığında Bel’am’ın üç önemli özelliği ön plana çıkmaktadır:
1- İlim sahibidir, ancak hasedi ona ilmine amel etmeyi terk ettirmiştir.
2- “Enaniyet”, onu Allah’ın peygamberine düşman etmiştir.
3- Bu düşmanlık, onu Firavun’un emrine sokmuştur.
Ve bu özellikleri ile ilmine ameli terk ederek zalim yönetici ve sermayedarların emrine giren, Allah’ın dinini “Allah” adı kullanarak saptıran her “din adamı” artık birer Bel’am’dır…
Bel’am’lar her devirde mutlaka var olmuşlardır. Hz. İsa’nın (a.s.) karşısına da çağının Bel’am’ları dikilmiş, Hz. Resulullah’ın döneminde de Yahudi alimleri Resulullah’ı yalanlayarak Bel’amî özellikleri sergilemişlerdir. Hz. Resulullah’tan (s.a.a.) sonra da Bel’am’lar, bu defa İslam adına özelliklerini sergilemeye başlamışlardır. Kimi zaman Muaviye’nin sahtekarlıklarını ve cinayetlerini onaylamış, kimi zaman Yezid’in yanında İmam Hüseyin’in katline ferman vermişlerdir.
Ve günümüzde de Bel’amlar her yerde habis çehreleriyle arz-ı endam etmekteler…
35 yıl önce, Çağdaş Firavunların karşısına Hz. Musa’nın asası, Hz. İsa’nın (a.s.) nefesi ve Hz. Muhammed’in (s.a.a.) Kur’an’ı, Sünneti ve Ehl-i Beyt’i ile dikilen İslam İnkılabı’nın karşısına da yine bu Bel’am’lar çıkmıştır, hala da çıkmaktalar… Kimi zaman bir “Ayetullah” olarak ortaya çıkıyorlar, Kimi zaman bir Vahhabi-Selefi, kimi zaman da kendilerini Ehl-i Beyt’e nisbet veren, ancak onlardan öne geçmeye çalışan “Gulat” olarak…
Çağdaş Firavunlardan ABD, İngiltere, AB, İsrail gibi müstekbirlerin emrine girmekte beis görmeyen, hasetlerini ise gizleyemeyen bu çağdaş Bel’am’lar, hasetlerinden ayette buyrulduğu gibi “dillerini çıkarıp solumaktalar”… Sahip oldukları ilme ameli terk etmeleri onların benliklerini ilahlaştırmalarına yol açmakta… Kimi zaman Londra’dan gelir sesleri, kimi zaman Riyad’dan, kimi zaman…
İslam İnkılabı ve onun Aziz Rehberine en ağır hakaretleri yaparken, yönelttikleri en büyük suçlama ise “Şii-Sünni” vahdetidir… Onlardan kendilerini “Ehl-i Beyt” aşıkları olarak sunanlar, maalesef Ehl-i Beyt’in öğretilerine ne büyük darbe vurduklarının bilincindeler mi acaba? Ehl-i Beyt adına Sünnileri kâfir gören bu güruhla, Hz. Peygamber’in Sünneti ve Sahabeler adına Şiileri kâfir gören güruh arasında fazla da bir fark yok aslında…
Şehid Mutahhari’nin Adli İlahi adlı kitabında, El-Kafi’den naklettiği bir kıssa aslında bunların gerçek çehresini apaçık ortaya sermektedir:
“Kafi’de Haşim İbn’il Berid’in ( Sahib’ul Berid) şöyle dediği rivayet edilir:
Ben, Muhammed ibn Müslim ve Ebu’l Hattab bir yerde toplanmış idik. Ebu’l Hattab sordu: “Sizin imameti kabul etmeyen bir kimse hakkında fikriniz nedir?”
Ben cevap verdim: “Benim inancıma göre böyle birisi kafirdir.”
Ebu’l Hattab şöyle dedi: “Ona hüccet tamam olmadıkça (kendisine gerçek öğreti iletilmemiş ise) kafir değildir. Hüccet tamam olur da inkar ederse o zaman kafir olur.”
Muhammed ibn Müslim de şöyle dedi: “Sübhanallah! İmamı tanımıyor ise, fakat inkar ve cuhud halinde de değilse, nasıl olur da kafir olabilir? Hayır! Gayr-i Arif olan, bilecek durumda olmadığı için bilemeyen, cuhud (Bir şeyi bildiği halde inkâr etmek) ) göstermiyorsa, kafir değildir.”
Böylece biz üç kişi ayrı sonuca varmış olduk.
Sonra hac mevsimi geldi. Hacca gittim. Mekke’de İmam Sadık’ın (a.s.) huzuruna eriştim. Aramızdaki konuşmayı arz ettim. Görüşünü sordum. İmambuyurdu ki: “Konuşmaya katılan diğerleri de hazır olunca cevap vereceğim. Bu gece, Mina’da, Cemre-i Vusta’da buluşalım, orası buluşma yerimiz olsun.”
Gece olunca oraya gittik. İmam, bir yastığa göğsünü dayamış olarak bize sormaya başladı:
- Hizmetinizi görenler, kadınlar ve aile efradınız için ne dersiniz? Allah’ın birliğine, vahdaniyetine şehadet etmiyorlar mı?
Ben dedim ki:
- Elbette ediyorlar!
- Peygamberin risaletini kabul etmezler mi?
- Elbette ederler, niçin etmesinler?
- Peki, onlar da sizin bildiğiniz ve kabul ettiğiniz gibi imamet ve velayeti bilir ve kabul ederler mi?
- Hayır!
- Şu halde onların durumu inancınıza göre ne olabilir?
- Benim ( Haşim İbni’i Berid) inancıma göre İmam’ı tanımayan kafirdir.
- Sübhanallah! Sokaktaki, çarşıdaki halkı, mesela sakaları hiç görmedin mi? Bunlardan haberin yok mu? [ Sokaktaki adamları tanımaz mısın?]
- Tanırım elbette.
- Onlar namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, hacca gitmiyor mu? Tevhide mi inanmıyorlar? Peygamberi mi tanımıyorlar?
- Hayrı, böyle değil; hepsini yapıyor ve inanıyorlar.
- Pekâla. Bu halk çoğunluğu, sizin gibi mi? İmam’ı da biliyor, tanıyorlar mı?
- Hayır!
- Şu halde bunların durumu nedir?
- İnancıma göre İmam’ı tanımayan kâfirdir.
- Sübhanallah! Kâbe çevresinde bu halkın tavafını görmez misin? Yemen ehlinin, nasıl Kâbe örtüsüne yapıştıklarını görmüyor musun?
- Görüyorum.
- Bunlar tevhide ve nübüvvete iman etmezler mi, Allah’ı ve Peygamberini bilmezler mi yoksa? Namaz, oruç ve hacları mı yok?
- Bilirler, iman ederler, bunu da yaparlar.
- İmam’ı sizin gibi tanırlar mı?
- Hayır!
- Şu halde inancınız nedir bunlar hakkında?
- Bana göre İmam’ı tanımayan kâfirdir.
- Sübhanallah! Bu inanç Havariç ( Hariciler) inancıdır.
İmam bu sözünden sonra buyurdu ki:
- İster misiniz size gerçeği söyleyeyim?
Haşim; merhum Feyz’in sözüne göre İmam’ın söyleyeceğinin kendi inancına karşıt düşeceğini anladığı için:
- Hayır, istemem dedi.
İmam bunun üzerine şöyle buyurdu:
- Bizden, Ehl-i Beyt’ten işitmediğiniz sözleri kendiliğinizden ( Ehl-i Beyt görüşü imiş gibi) uydurup söylemeniz çok çirkin bir davranış!
- Haşim, sonradan başkalarına şöyle dedi:
- Öyle zannettim ki, bende şu kanaat hasıl oldu ki, İmam, Muhammed ibn Müslim’in görüşünü doğru buluyordu ve bize de onu öğütlemek istiyordu. ( El Kafi, c.2, Bab’ul Dalal,s. 401) (2)
Evet, yukarıda da görüldüğü gibi, kendi görüşlerinin hilafına olunca, Ehl-i Beyt İmamı’nın (a.s.) bile kendilerine doğru olanı söylemesine tahammül edemeyen bu güruh, maalesef günümüzde de varlar ve Ehl-i Beyt adına ahkam kesmekten, İmam Sadık’ın (a.s.) buyurduğu o “çirkin davranışı” sergilemekten geri durmamaktalar…
Londra’dan, İngilizlerin himayesinde çemkiren Bel’amlar ile, Ehl-i Beyt’ten öne geçerek o “çirkin davranışı”, hem de Ehl-i Beyt adına sergileyen Bel’amlar, Bel’am-ı Baura’nın o üç özelliğini nasıl da ayan beyan sergiliyorlar!...
Onlara karşı “Artık sen (Ey Muhammed!) kıssayı onlara
anlat. Belki iyice düşünürler." İlahi buyruğunda olduğu gibi Bel’am kıssasını anlatmanın zamanıdır. “Dillerini sarkıtıp solusalar” bile…
Hidayete tabi olanlara selam olsun…
(1) Kur’an-ı Kerim ve Meali, Ayetlerle ilgili Açıklamalar bölümü, 78 Nolu ( Araf Suresi 75. Ayet) açıklama, sayfa 36, Hazırlayan Murtaza Turabi, Kevser yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2013
(2) Adl-i İlahi, Murtaza Mutahhari, “Kaasırlar ve Mustaz’aflar” bölümü sayfa 344, Çev. Hüseyin Hatemi, Kevser yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2005
Ali KIRAN
ŞİİLER MEZHEPÇİLİK Mİ YAPIYOR?
İki bin bir yılında kurgulanmış “ikiz kule saldırıları”nı kendine dayanak eden dönemin Amerikan Başkanı George Bush İslam coğrafyasına yapacağı istila girişimini “çağdaş Haçlı Seferi başlamıştır” diye deklare etmişti.
Allah’ın adıyla
İki bin bir yılında kurgulanmış “ikiz kule saldırıları”nı kendine dayanak eden dönemin Amerikan Başkanı George Bush İslam coğrafyasına yapacağı istila girişimini “çağdaş Haçlı Seferi başlamıştır” diye deklare etmişti. Bir sonraki dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condelazza Rice ise kısaca BOP diye adlandırılan “Büyük Ortadoğu Projesi”ni şöyle duyurmuştu: “Yirmi iki ülkenin sınır ve rejimleri değiştirerek Ortadoğu’ya yepyeni bir şekil vereceğiz ve yeni bir dünya kuracağız.!” Afganistan ve Irak işgali ile başlayan bu büyük istila hareketi, “Arap baharı” adıyla Tunus, Libya ve Mısır’da rejim değişiklikleri ve çatışma ortamlarının oluşturulması ile devam etti.
Yüz beş ülkenin birlikte toplanıp başlattıkları Suriye Vekalet Savaşı ve on İslam ülkesinin “halk devrimi”ni bastırmak için Yemen’e savaş açmaları ile istila girişimi doruğa ulaşmış oldu. İlginçtir, emperyalizm ve Siyonizm İslam coğrafyasını istila ederken bizatihi kendi askeri varlığını kullanmıyor. Bir vekalet savaşı yürütüyor. Bu vekalet savaşını emperyalizm ve Siyonizm adına üstlenmiş olanlar ise “Vahhabizm” ve ondan neşet etmiş tekfirci örgüt ve yapılar.! Evet, küresel istikbarın yani emperyalizm ve siyonizmin elindeki en önemli silah “tekfircilik ve mezhepçilik”tir. Küresel istikbar, tüm gücüyle bu alana yatırım yapıyor. Küresel istikbar yüzyılların deneyimi ile şunu biliyor ki; “İslam coğrafyasına sulta kurabilmenin yegane yolu Müslümanları “vahdet”ten uzaklaştırıp tefrikaya duçar etmektedir. Ve Müslümanların “vahdet”ine engel olmanın yegane yolu da “tekfircilik ve mezhepçilik”i hortlatmaktır. Küresel istikbar, mezhep fitnesini uyandırabilmek için elindeki sınırsız sermaye ve medya gücünü kullanarak akla hayale gelmez fitne, fesat, hile ve desise planlıyor. Küresel istikbar ve onların İslam toplumlarındaki uzantılarının mezhep fitnesini uyandırmak için dillerine pelesenk ettikleri bir iddia var: “Şiiler, mezhepçilik yapıyor! Şiiler, sahabeye bilhassa halifelere ve ümmülmüminin Aişe’ye lanet ediyorlar, küfrediyorlar!” Cenab-ı Allah,
Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” Öyleyse şimdi samimiyet ve cesaretle soralım ve ardından cevap arayalım: “Gerçekten Şiiler mezhepçilik yapıyor, Ehl-i Sünnet’in kutsallarına ve bilhassa sahabeye, halifelere ve Hz. Peygamber (s.a.a)’in eşlerine dil uzatıyor, (haşa) lanet okuyor ve küfrediyorlar mı?” İnsaf sahibi her akıl ve vicdan şunu kabul etmektedir ki, bir mektebin genel kanaatini öğrenmek için o mektebin öncüllerine kulak vermeliyiz.
Bu genel geçer ilkeden hareketle bizler de sorumuzun doğru ve kamil cevabı için çağdaş Şii ulema, kanaat ve siyaset önderlerine kulak vermeliyiz. Bakalım Şii ulema ve önderler bu konuda neler söylemişler: Şii dünyanın çağdaş büyük ulemalarından taklit mercii Ayetullah Vahit Horasani’nin konuya dair görüş ve fetvası şöyledir: “ Ehl-i Sünnet’in mukaddesatına hakaret etmek caiz değildir!” Ayetullah Mekarim Şirazi ise şöyle buyurmuşlardır: Ehl-i Sünnet’in kutsallarına hakaret caiz değildir! Herkese apaçık yolu gösteriyoruz ve herkesi bu yola çağırıyoruz! Irak halkının büyük önderi Ayetullah Sistani: “Sahabeye hakaret ehli beytin sözlerine muhalefettir. Bizim vahdet ve birlikteliğe davetimiz sağlamdır. Ben defalarca söyledim ve söylüyorum ki Sünnilerin kardeşimiz olduğunu söylemeyin, bilakis onlar bizim özümüz ve canımızdır!” buyurmuşlardır. Hayatını İslam’a ve siyonizm ile mücadeleye adamış rahmetli Lübnanlı alim Ayetullah Muhammed Fadlullah: “Biz, Şii Müslümanların projelerinin Ehl-i Sünnet kardeşlerinden farklı olmasını kabul etmiyoruz. Çünkü biz büyük İslam davasını kucaklayan bir İslam projesinin varlığının farkındayız.” buyurmuşlardı.
İslam dünyasında büyük bir şöhret ve ağırlığa sahip Lübnan Hizbullah Hareketi lideri Hasan Nasrallah’ın ise konuya dair görüşleri şöyledir: “Sünni kardeşlerimizin sembollerine dil uzatmak haramdır! Bunun yanı sıra Peygamberin hanımının şerefine leke sürülecek bir şekilde itham edilmesi de haramdır!” Irak Sadr Hareketi’nin öncüsü Mukteda Sadr ise: “Mezhepçiliğin tırmandırılmasına vesile olacak her gelişme reddedilmelidir!” diyerek mezhepçiliği ve diğer mezheplerin kutsal ve sembollerine hakaret ve küfürden beri olduğunu belirtmiştir. İran’ın bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmedinejat ise: “Türkiye ve İran el ele verirse tüm bölgesel sorunlar çözülür. Eğer bu teklifim gerçekleşmezse her iki ülke de zarar görecektir. Zira “küresel emperyalizm ve gasıp siyonizm”in sadece bir ülke için değil bölgedeki tüm ülkeler için planları vardır.” diyerek vahdet ve birliğin önemine bilhassa da Türkiye-İran işbirliğine en üst düzeyden işaret etmişti. Şii dünyanın en öncül ve sembol isimlerinin “mezhepçilik, sahabe ve diğer kutsallara hakaret”le ilgili görüş ve fetvaları böyle.
Ama burada görüşlerine en fazla kulak vermemiz ve sözlerini dakik bir şekilde analiz etmemiz gereken iki büyük şahsiyet daha var. Bunların birincisi İslam İnkılabı’nın kurucu önderi İmam Humeyni (r.a) ve diğeri ise şu an İslam İnkılabı’na öncülük etmekte olan Rehber Seyyid Ali Hamaney (r.a)’dir. Zira bu iki şahsiyetin görüşlerinin Şii dünya üzerindeki belirleyicilik ve etkinliğinin çapı reddedilemeyecek bir büyüklüktedir. Tefrika “şeytan”dan, birlik ve vahdet-i kelime “Rahman”dandır. Buyurarak vahdetin önem ve kaynağını gösteren İslam İnkılabı’nın kurucu önderi İmam Humeyni (r.a): “Biz kendi aramızda namazda elimizi şöyle bağlayalım böyle bağlayalım diye tartışıp dururken düşman gelip o elleri kesiyor.” Ve yine: “İslam ülkelerinde, kirli eller, Şiiler ve Sünniler arasında ihtilaf yaratıyorlar. Bunlar ne Şii ne de Sünni’dirler. Bunlar emperyalizmin elleridir. İslam ülkelerini ellerimizden almak istiyorlar.” Buyurarak “vahdet”in önemi ve “mezhepçilik” fitnesinin kaynağını göstermiştir. Yüce İmam (r.a): “İslam’ın, Kuran-ı Kerim ve şanı yüce Peygamberimizin asıl düşmanı Amerika ve onun şirret çocuğu İsrail’dir!” buyurarak İslam ümmeti için esas tehdit ve tehlikenin üzerindeki perdeyi de kaldırmıştır. İmam Humeyni Şii-Sünni tüm Müslümanlara ortak bir çağrı ve vasiyet olarak şöyle buyurmuşlardır: “Benim bu çağdaki Müslümanlara tavsiyem şudur: Egemen güçlerin komplolarına tepki gösterin, birlik ve beraberliğinizi mümkün olan her yolla güçlendirerek kafirleri ve münafıkları umutsuzluğa düşürün. Ateşli ve ateşsiz silahlarınızı, yani kalem, söz ve makineli tüfeklerinizin namlusunu birbirinize değil, insanlık düşmanlarına ve onların başında gelen Amerika’ya çevirin! Ne kadar feryadınız varsa hepsini Amerika’ya yöneltiniz! Eğer vazifenizi tam olarak yerine getirirseniz ki; bu da katil Amerika ile mücadeledir, o zaman çocuklarımızın zaferi tattıklarını göreceksiniz.!”
İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Ali Hamaney, sahabe ve Ehl-i Sünnet’in mukaddesatına hakaret ile ilgili olarak açık ve kesin olan şu fetvayı vermişlerdir: “Müminlerin anneleri olan Hz. Peygamber’in eşleri ve Ehli-i Sünnet ’in sembol isimleri hakkında aşağılayıcı, hakarete varan ifadelerin kullanılması haramdır!” “Şia ve Sünni bahaneleri ile vahdeti baltalayanlar, düşmanların uşağı ve İslam düşmanıdır” sözleri ile mezhepçiliğin İslam için ne türden bir ihanet olduğunu ortaya koyan İslam İnkılabı Rehberi Seyyid Hamaney ise bir başka sözünde: “Her kim başka fırkanın kutsallarına ihanet ederse, eğer öfke ve ihanetle başka fırkaya davranırsa vahdete darbe vurmuştur. Her kim olursa olsun!” buyurmuşlardır. Rehber Seyyid Hamaney, bir başka sözlerinde “mezhepçilik” fitnesinin ne manaya geldiğini: “Mezhebi ihtilafları körüklemek, düşmanın kılıcını keskinleştirmektir” buyurarak ortaya koymuştur. Rehber Seyyid Hamaney, “mezhep-vahdet” çizgisinin nasıl çizilmesi gerektiğini de şöyle ifade etmişlerdir: “İslami vahdetin anlamı açıktır. Kastedilen mezheplerin tek mezhepte toplanması değildir. Var olan mezheplerin her biri kendi alanlarında sıradan işlerini yapsınlar; ama birbirleri ile ilişkilerini iyileştirsinler.” Sorunun kaynağı ve çözüm yolunu mutlak bir şekilde ortaya koyan Rehber Seyyid Ali Hamaney’in şu yüce sözleri ile bitirelim: “Şia ve Sünni arasındaki ihtilaf, Amerika’nın hedefidir, küresel sultaların hedefidir ve onların kukla hükümetlerinin hedefidir. Sizin bütün çabanız İslami vahdeti ve bütünlüğü mümkün olan her şekilde korumak olsun! Üç temel önceliğimiz: Vahdet, Filistin meselesi ve öz Muhammedi İslam’ın tanıtılması olmalıdır..!”
Muntazar Musavi
İnkılap Rehberi: Kur'an-ı Kerim'e yaklaşırsak sorunlar çözülecek
İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, İslam ülkelerinin mevcut sorunları çözmek için Kur'an-ı Kerim ve İslam kimliğine yaklaşmaları gerektiğini vurguladı.
İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei İran’da düzenlenen 34. Uluslararası Kur’an-ı Kerim Yarışmaları’na katılan Kur’an okuyucuları ve hafızlarını bugün sabah saatlerinde kabul etti.
Görüşmede, Kur’ani kavramların doğru anlaşılması gerektiğini vurgulayan İnkılap Rehberi, “Kur’ani kavramlar kurtarıcı olmakla birlikte İslam ümmetinin güçlü ve izzetli yaşamına zemin hazırlayandır. Bu konuya İslam toplumlarında daha çok dikkat edilmeli” dedi.
Kur’ani faaliyetlerin üllke genelinde ön plana alınmasının büyük önem taşıdığına atıfta bulunan Imam Hamanei, “Maalesef biz müslüman milletler ve İslam ülkeleri olarak Kur’an’dan uzak düşmüş ve Kur’ani kavramlara tanıdık değiliz” ifadelerinde bulundu.
İslam İnkılabı Rehberi, “Allah’a taparak tağuta inanmamayı” Kur’an-ı Kerim’in en önemli kavramlar ve öğretileri arasında yer aldığını belirterek, “İman kimliği”nin üzerinde durulması savaş ve tüm ilişkilerin kesilmesi anlamında değil, bir sınır belirleyici ve istiklal anlamındadır ki bu da iman kimliğinin “küfür ve tağut kimliği” karşısında korunup gelişmesini sağlayabilir” değerlendirmesini yaptı.
İslam ümmetindeki en büyük sorunun “Batı’nın kültürel, ekonomik ve siyasi sultası” olduğunu kaydeden Imam Hamanei, “Günümüzde bazı İslam ülkelerinde görünüşte halkın namaz kılıp oruç tutmasına rağmen “İslam kimliği” yoktur. İşte bu yüzden düşmanlar onların kültür, inanç, siyaset ve sosyal ilişkilerine nüfuz ederek müslümanlar arasında savaş ve nefret tohumlarını saçabilir” dedi.
İnkılap Rehberi, “Amerike ve Siyonistler gibi yağmacılar karşısıda İslam ülkelerinin günümüzdeki durumu Kur’an'dan uzak durdukları içindir. Kur’an ve İslam kimliğine yaklaşırsak bütün bu sorunlar çözülecektir” beyanatında bulundu.
Mezhepçiliği Kim, Niçin Yükseltiyor?
Allah’ın adıyla
Dünyada ki hiçbir devlet ya da hükümet başkanının ismini zikrederken bırakın mezhebini dinini bile vurgulama ihtiyacı hissetmeyenler, söz sırası Irak’a gelince “Irak’ın Şii Başbakanı İbadi” diyerek lafa başlıyor ve İbadi’yi mezhepçilikle suçluyorlar.
Türkiye’nin hatta dünyanın başına musallat olmuş PKK, FETÖ, El-Kaide, Taliban, IŞİD, Nusra, Boko Haram, Şebab gibi terör örgütlerini tanımlarken hiçbir zaman bu örgütlerin “Sünni” olduğunu vurgulama ihtiyacı hissetmeyenler, Lübnan Hükümeti’nin meşru koalisyon ortağını tanımlarken “Şii Hizbullah Hareketi” diyerek girizgah yapıp Hizbullah’ı mezhepçilikle suçluyorlar.
IŞİD ve diğer tekfirci örgütler her türlü kutsalı çiğneyip her ilkeyi ayaklar altına alarak Irak’ta yüz binlerce insanı katledilip milyonlarcasını mülteci durumuna düşürdüğünde, ne mazlumların ne de zalimlerin “din ve mezhepleri” ile ilgilenmeyenler, IŞİD’in Musul’dan doğal olarak Irak’tan temizlenmesi aşamasında birden “mezhep” damarları harekete geçirdiler. Bu güruh olmamış ve olmayacak “mezhep” çatışması üzerinden tehditler yağdırıyor.
IŞİD, Bağdat kapılarına dayanıp Sünni, Şii, Ezidi ve Hıristiyan tüm halkların hayatına ve kutsallarına kastettiğinde bırakın kıllarını kıpırdatmayı “IŞİD, bir terör örgütü değildir, IŞİD, öfkeli Sünni gençlerin oluşturduğu bir patlamadır” mealinde açıklama yapanlar, Irak’ın tamamen terörün kucağına terk edildiği bir anda sorumluluk alarak vatanlarını savunan Irak Kuvay-i Milliye’si olarak tanımlanabilecek Haşd-i Şabi’nin “tekfirci terörü” bitirme aşamasına gelmiş olması dolayısıyla bir anda Haşd-i Şabi’nin “Şii”liğini hatırladılar. Irak’ın öz be öz kendi insanından müteşekkil bu yapının nereye girip giremeyeceğini belirlemeye kalktılar
Amerika’nın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla bölgeye şekil vermesine “Bu bir emperyalist projedir. Bu bir Siyonist harekettir” demeyenler, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla Büyük İsrail’i inşa etme projesine karşı koyanları “Şii yayılmacılığı” ile suçlama da hiçbir beis görmüyorlar.
Musul’u IŞİD’e teslim eden (Sünni) Vali Esil Nuceyfi’ye Türkiye’de lüks otellerde gününü gün etmesi için ortam hazırlayanlar, Irak ordusunu Musul’u Sünni olduğu gerekçesiyle savunmamakla suçluyorlar.
Her ağızlarını açtıklarında her kalem oynattıklarında Suriye’de azınlık Nusayri Esad Hükümeti’nin çoğunluğu Sünni olan Suriye halkını yönetemeyeceği ve devrilmesi gerektiğini savunanlar, söz sırası halkın Şii, yönetimin tamamının Sünni olduğu Bahreyn’e gelince dut yemiş bülbüle dönüyorlar.
“Ey İbadi!” diye başlayan cümlelerle “Irak’ta siyaset ve bürokratik makamları nüfus/mezhep dağılımlarına göre yapmalısın” diye üst perdeden racon kesenler, aynı mantık ve mantaliteyi Türkiye’de işletelim dediğinizde “efendim seçimi kazanan yönetir, onun dediği olur” ayağına yatıyorlar.
Bu zamana kadar siyasi, sosyal, dini ve kültürel asimilasyonun ana öğeleri olan hiçbir Amerikan (daha genel ifade ile Batı) filmi için kıllarını kıpırdatmamış yapılar, cemaatler, şeyhler, şıhlar, Hz. Peygamber (s.a.a)’in çocukluğunu konu alan “ Allah’ın elçisi Muhammed Resulullah” filminin seyredilmemesi için topyekûn harekete geçtiler. Tek karşı koyuş argümanları ise: “Bu film “Şii”ler tarafından yapıldı!” savunusu…
Akıl ve mantık çerçevesinde izahı mümkün olmayan bu paradoksal örnekleri sayfalar dolusu uzatmak mümkün. Ancak akıl ve basiret sahipleri için konunun anlaşılması için bu kadarı yeterlidir.
Peki, bu örnekleri niçin sıraladık? Hep beraber müşahede ediyoruz ki, bir el Türkiye’de “mezhepçilik”i tırmandırmakta. Bu akli ve ruhsal rahatsızlık maalesef öyle bir noktaya vardı ki, toplumun etkin ve yetkin tüm şahsiyetleri “şizofrenik bir vaka” olarak her olayı “mezhep” temelli izah etmeye başladılar. İşte bu noktada şu soruya cevap aramak gerekiyor: “Mezhepçiliği kim, niçin yükseltiyor?”
1- Cehalet, taassup ve basiretsizlik: Bir tespit olarak şunu söyleyelim ki, “mezhepçilik”in esas kaynağı “cehalet ve taassup”tur. Türkiye’de özellikle dini cemaatlerde yaygın bir hastalıktır. Zira Türkiye’de cemaatler “bilgi ve akla” değil “itaat ve biat”e davet ederler. Ve yine cemaatler açısından esas olan “değerler ve ilkeler” değil “ritüeller”dir. Kendi “ritüel”ini “din” zanneden kitleler, farklı “ritüel” sahibi mezheplerin “değer ve ilkeler”ine hiç değer vermeksizin onları “öteki” olarak görmekte ve mücadeleye yönelmekte.
2- Gerçek düşmanı tanıyamama: Türkiye İslamcılığı dünyayı bir bütün olarak görememekte. Dünyayı bir bütün olarak görememe basiretsizliği de “hak-batıl” savaşı ve taraflarını doğru tanımlayamama hatasını beraberinde getirmede. Bugün sadece İslam ve Müslümanların değil tüm dünya mazlum ve mustazaflarının esas düşmanı ve yeryüzündeki zulmün esas kaynağı “Emperyalizm ve Siyonizm”dir. Ve bu iki akımın müşahhas karşılığı da “Büyük Şeytan Amerika ve Gasıp Siyonist İsrail Rejimi”dir. Tam bağımsız bir ülke ve “adalet-hürriyet-eşitlik” temelli bir yönetim inşa etmenin yegane yolu emperyalizm, siyonizm ve onların uzantıları ile mücadele etmekten geçmektedir. Bu mücadeleye fikirsel, ideolojik ve pratik olarak yeti ve cesareti olmayanlar, farkında olmadan “emperyalizm ve siyonizm”in kuklasına en iyi ihtimalle yandaşına dönüşmekte ve enerjisini onun işaret ettiği bir yönde tüketmekte.
3- İlke ve değer üretememe: Bölgesel lider küresel oyun kurucu olma arzusu her daim telaffuz edilmekte. Ancak böyle bir rol üstlenebilmek için bölgesel ve küresel değerler ve ilkeler üretmeniz gerekmekte. Halkları ve yönetimleri yanınıza çekmenin yegane yolu budur. Hoşumuza gider ya da gitmez Batı, “demokrasi” ilke ve değerleri ile dünyaya şekil vermekte. Siz en fazlasından onu taklit edebilir bir pozisyondasınız. Taklit işe yaramayıp yeni değer ve ilke de üretemeyince etrafta her biri bizden farklı etnik kökene sahip topluluk ve ülkelere mesaj vermek için geriye tek bir yol kalıyor:”Mezhepçilik!”
4- Başarısızlık ve basiretsizlikleri örtme aracı: Yukarıda işaret ettiğimiz maddelerin neticesi olarak gerek içsel ve gerekse bölgesel bir başarısızlık ve batağa saplanmışlık hali artık kimse için sır değil. Böyle bir durumda birinci olarak; “hakim kitleyi bir ve diri tutmanın en kolay yolu olarak mezhebi hassasiyetleri kaşımak ve bölgesel meselelerde alınan başarısızlığı “öteki”lerin üzerine yıkma girişimi en kolay ve basit yöntem olarak görülmekte.” İkincisi: “15 Temmuz sonrası göreceli de olsa “Batı” ile iplerin gerilmesi Türkiye için başta “ekonomik” olmak üzere pek çok riskli alan yarattı. Böyle bir durumda “Arap ülkeleri”nin destekleri ni sürekli arkada hissetme ihtiyacı var ki, onlara mesaj vermenin en etkin yolu olarak onların en hassas olduğu alan seçiliyor.!”
“Mezhepçilik”i yükseltmek, tüm evlerin ahşap ve bitişik olduğu bir mahallenin ortasına ateş yakmak gibi bir şeydir. Göreceli ve geçici kazanımlar için tüm mahalleyi ateşe verecek akılsızlık ve basiretsizlikten başta etki ve yetki sahipleri olmak üzere herkes kaçınmalı, akli ve vicdani sorumluluğunu kuşanmalıdır. Emperyalizm ve siyonizmin yüz yıldır hayalini kurduğu “Büyük İsrail Projesi”ne hizmet edecek her türden fikir ve amelden Allah’a sığınmalı ve uzak durmalıyız.
Muntazar Musavi
İran’dan nükleer reaktör alanında büyük adım
Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, Erak reaktöründeki faaliyetlerin en iyi şekilde devam ettiğini ve İran’ın yaptığı planlarından daha ileride olduğunu açıkladı.
İran Milli Radyo ve Televizyonu’na konuşan Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, Erak kentindeki nükleer reaktörin durumuyla ilgili, “Bu reaktördeki faaliyetler en iyi şekilde devam etmektedir ve biz yaptığımız planlarımızdan daha ilerideyiz. Bu olayla ilgili Çin ile 200 sayfalık çok boyutlu bir sözleşme imzalayacağız. Bu sözleşmenin ön hazırlıkları yepılmıştır ve gelecek hafta Viyana’da nihai aşamaya ulaşacaktır” ifadelerinde bulundu.
Salihi, ABD’nin adı geçen reaktörün yeniden tasarlanmasına ilişkin işbirliği yapması gerektiğiyle ilgili, şöyle dedi: Başta İran’ın kendisi bu projenin tüm sorumluluğunu üslenmiştir. Biz kendimiz gereken teçhizatları düzenleyip tasarlıyoruz, daha sonra 3 ülkeden oluşan bir çalışma grubu, bunları bilimsel açıdan inceleyip onaylıyor. Böylece bu alanda gelişmiş ülkeler tarafından onaylanan bir reaktöre sahip olacağız ve bu da bizim için büyük bir başarıdır. Nükleer anlaşmaya göre, İran, Çin ve ABD anlatılan yeniden tasarlanma işlemiyle yükümlüler.
İran İle Avrupa Arasında Nükleer Konularda İlk Güvenlik Anlaşması İmzalandı
Avrupa Komisyonu, İran İslam Cumhuriyeti ile imzalanan nükleer anlaşma çerçevesinde komisyonun İran ile nükleer güvenlik alanında ilk işbirliği anlaşmasını imzaladığını duyurdu.
AB komisyonu yaptığı açıklamada nükleer anlaşma çerçevesinde nükleer güvenlik konusunda bir anlaşma imzalandığını bildirdi.2.5 milyon Avro’luk projenin amacının İran nükleer güvenliğinin artması olduğu bildirilmektedir.
Bildiride İran, AB ilişkilerinin geçen 10 yıl içinde çeşitli düzeylerde olduğu ve İran aleyhindeki ambargoların etkisinde olduğu belirtilerek, İran aleyhindeki ambargoların ortadan kalkmasıyla ilişkilerin gelişme yollarının açıldığı ifade edildi.
Komisyon bildirisine göre bu alanda Buşehr santralinde direnç testinin ölçülmesinin yapılması için gelecek haftalarda bir anlaşma daha imzalanacağı ifade edildi.
Bazıları korkmak istiyorsa korkabilir ancak millet adına bunu yapmamalıdır
İran’da “Ordu Günü” kutlamaları sırasında ülkenin ordu komutanları, bugün sabah saatlerinden başlayan bir samimi oturumda İnkılap Rehberi Imam Seyyid Ali Hamanei tarafından kabul edildi.
Imam Hamanei, İran ordusu komutanlarıyla yaptığı görüşmede, İran’ın önceliğinin ekonomik alanda gelişmesi olduğunu açıkladı.
İnkılap Rehberi, coşkulu, sağlam ve gevenli bir seçimin yapılması gerektiğine de dikkati çekerek, “Herkes seçimlerin değerini bilmelidir. Seçimlere saygı duymamız lazım. Sağlıklı, güvenli, ve yüksek katılımlı bir seçimin gerçekleşmesi gerekiyor. Allah’ın yardımıyla düşmanların tüm kandırmacalarına ters böyle de olacaktır” beyanatında bulundu.
Imam Hamanei bu konuda sözlerini şöyle sürdürdü: Şimdiden yabancı medyanın, düşmanların propagandasını yaparak seçimleri kötülemeye başladığını görüyoruz, ancak İran milleti Allah’ın lütfüyle sahip olduğu her zamanki duyarlılığı ve akıllılığı ile bu tür komploların karşısında durarak, heyecanlı, sağlam ve geniş çaplı bir seçim gerçekleştirecektir. Bu, ülkemiz için büyük bir kazanımdır ve İran’ı sorunlara karşı koruyacaktır.
İslam İnkılabı Rehberi, milletin geçimiyle ilgili konuların ciddiyetle takip edilmesi gerektiğine işaret ederek, “Son birkaç yıl içinde ekonomi alanındaki sloganların öne çıkarmamın nedeni, düşmanın bu noktadan hasar vuracağını hissettiğimdendir. Ekonomik sorunlar yaşadığımızda farklı bölümlerimiz yükümlü oldukları görevleri yerine getiremeyecektir. Bu yüzden ben farklı organlar ile silahlı kuvvetlerinin çalışanlarının geçim koşulları üzerinde duruyorum” ifadelerini kullandı.
Imam Hamanei sözlerinin devamında, şu açıklamalarda bulundu: Düşmanın tehditleriyle asık suratlılığından korkan yetkililerin var olması, bir ülkenin en kötü duruma düştüğünü gösteriyor. Zira onları saran bu korku, kapıyı düşmanın içeriye girmesiyle tecavüz ve işgalde bulunmasına açmalarına neden olacaktır. Hiç şüphesiz işleri akılcılık ve mantıkla ileri götürmek gerekir, fakat bununla birlikte cesur olmak da lazım. Küresel sulta güçlerinden korkup paniğe kapılmak sefaletin başlangıcıdır.
Bu gereksiz korkulara değinen İnkılap Rehberi, “Bazıları korkmak istiyorsa korkabilir ancak millet adına bunu yapmamalıdır, çünkü halkımız 1979 İslam İnkılabı’ndan beri dayanmasaydı günümüzde İran ve İranlıdan herhangi bir eser bulamazdınız. Halkıyla arasında yakın ve samimi bağlara sahip olan bir siyasi düzene karşı ABD ve ondan daha büyük düşmanlar bile hiçbir halt edemez” şeklinde konuştu.
“Ordu Günü”nü kutlayan İslam İnkılabı Rehberi, ordu mensuplarının aileleri, eşleri ve çocuklarını onların yol arkadaşı olduklarından dolayı takdir ederek, “Ordu Günü”nün İmam Humeyni tarafından belirlenmesini bu büyük önderin yaptığı en iyi uygulamalarından biri olduğunu dile getirip şu değerlendirmelerde bulundu: Bu uygulama, İslam Cumhuriyeti ordusunun temellerini sağlamlaştırarak, zamanında birçok komplocunun da umutsuzluğa kapılmasına neden olmuştur.
Ehl-i Sünnet Fraksiyonu'ndan Suriye'deki cinayetlere kınama mesajı
İran Meclisi Ehl-i Sünnet Fraksiyonu Suriye’de Fua ve Kefarya'dan tahliye edilenlerin konvoyuna düzenlenen saldırıyı şiddetle kınadı.
İran İslami Şura Meclisi Ehl-i Sünnet Fraksiyonu bir duyuru yayınlayarak Suriye’de tekfirci teröristlerin Fua ve Kefarya’da mahsur kalanları taşıyan otobüslere düzenlediği intihar saldırısını şiddetle kınadı.
Duyuruda, “Batı güçlerince eğitilip beslenen tekfirci teröristler bir kez daha insanlık dışı ve barbarca terör eylemi gerçekleştirerek yüzlerce mazlum Suriyeli kadın ve çocuğu katletti. Suriye’nin “Fua” ve “Kefarya” bölgelerinde mahsur kalan Şiilerin kurtarılması yönünde aylarca süren çabaların sayesinde güvenli bölgelere taşınmaları için uzlaşıya varılırken Batı yanlısı teröristler barbarca terör eylemi düzenleyip kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere yüzlerce masum sivili şehit düşürdü” ifadelerine yer verildi.
İran İslami Şura Meclisi Ehl-i Sünnet Fraksiyonu, tüm İslam dünyası ve uluslararası toplum’dan böylesi eylemlere karşı gereken tedibrlerle tepki vermelerini istedi.
Moskova'da 3'lü Suriye zirvesi düzenlendi
ABD'nin Suriye'yi vurması sonrasında, ilk kez bir araya gelen İran, Suriye ve Rusya Dışişleri Bakanları, " Tahran, Moskova ve Şam, ABD'nin Suriye'nin egemenliğine saygı duyması gerektiğini düşünüyor" ifadelerini kullandı.
Sputnik’in haberine göre, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Suriyeli ve Rus mevkidaşları Velid Muallim ve Sergey Lavrov ile ABD'nin İdlib'deki kimyasal saldırı iddialarını gerekçe gösterip Humus yakınlarındaki Şayrat hava üssünü Tomahawk füzeleriyle vurmasının ardından ilk kez bir araya geldi.
Rusya'nın başkenti Moskova'da gerçekleştirilen görüşmenin ardından Muallim ve Lavrov’la birlikte kameralar karşısına geçen Zarif, ABD'nin Suriye'ye yönelik saldırısını 'saldırganlık eylemi' ve 'uluslararası hukukun ihlali' olarak gördüklerini yineledi.
Tahran, Moskova ve Şam’ın, Washington'ın 'Suriye'nin egemenliğine saygı duyması gerektiğini düşündüğünün' altını çizen üçlü, "ABD ve müttefiklerinin Suriye'nin egemenliğine saygı duyması ve 7 Nisan'da meydana gelen olayın tekrarlanmaması konusunda ısrarcıyız. Zira böyle bir eylemin tekrarlanması, hem bölgesel hem de küresel güvenlik bakımından çok ciddi sonuçlar doğurur" ifadelerini kullandı.
Rusya ve İran'ın, İdlib'deki kimyasal saldırı iddiasını tarafsız şekilde inceleyecek bir komisyon kurulması önerisinin bloke edilmesi girişimlerinin, bu girişimde bulunan kişilerin 'vicdanlarının temiz olmadığını' gösterdiğini belirtilen toplantıda, İdlib'de meydana gelen olayın uydurma olduğunu gösteren kanıtların çoğaldığı söylendi.
Bilinçli İman ve Etkileri
Doğru iman sorumluluktan ayrılmayan imandır.
İnsanın -varoluş felsefesinden ibaret olan- çaba ve hareketinin bir başlangıç noktası vardır ve o, imandır. İman; uğrunda çaba sarfettiği şeye, kendini hedefe ulaştıracak yola ve nitekim gayret ve hareketin kendisine inanmak, kabullenmek ve bağlı kalmaktır. İmandan yoksun olan her hareket yok olmaya ve sonuçsuzluğa mahkumdur; bu hareketin yolcusu ise gönlü ölü, mutsuz ve sonuç olarak da sönük, donuk ve cansızdır.
Kur'ân-ı Kerim'in "iman" ve "mümin" kavramları üzerinde durması; imanı, insanın en üstün değeri ve en öncelikli özelliği olarak tanıtması da bu gerçekten kaynaklanır.
Aşağıdaki ayette yer alan birinci derecedeki İslâmî değerler fihristini ve -bunların hepsinin başında gelen- iman kalesini göz önünde bulundurarak düşünelim:
"Yüzlerinizi doğuya, batıya çevirip durmanız, hayır sayılmaz ki. Hayır ve taat (sahipleri), Allah'a, son güne, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, Allah sevgisiyle yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve esirlere mal veren, namaz kılan, zekât veren, ahdettikleri zaman ahitlerine vefa eden, hayatın zorluklarında (yoksulluk ve hastalık) ve savaş vaktinde sabreden kişilerdir. Onlardır (talep ve istek yönünde) doğru olanlar, onlardır sakınanlar."
İşte bu yüzden Kur'ân-ı Kerim, kitap ehlinin, hidayetin tek yolunun yahudilik veya nasranilik olduğu iddialarına karşılık olarak İslâmî geniş tabanlı imanı gündeme getirmiş ve onun hidayet sebebi olduğunu şöyle buyurmuştur:
"Deyin ki: Allah'a, bize indirilen kitaba, İbrahim'e İsmail'e, İshak'a, Yakup'a, Yakub'un oğullarına indirilenlere, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rablerinden verilene inandık, onların hiçbirini (Allah'ın peygamberliği ve elçiliği bakımından) öbüründen ayırt etmeyiz ve biz, Allah'a teslim olanlarız. Sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse mutlaka doğru yolu buldular demektir."
Bilinçli İman
Bu başlık altında getirilen ayetler dikkatlice okunduğunda şu konular elde edilecektir:
1- İnanç ilke ve dayanaklarına iman, yüce Allah Resulü'nün (s.a.a) ve onun gerçek izleyicilerinin en belirgin özelliklerinden biri olduğu için Kur'ân-ı Kerim'de buna özenle vurgu yapılmıştır:
Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene inanmıştır, inananlar da. Hepsi de Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inanmıştır. Peygamberlerinden hiçbirini öbüründen ayırmayız (hepsini Allah'ın elçileri biliriz), duyduk demişlerdir ve itaat ettik, Rabbimiz, bağışlanma dileriz senden, varacağımız yer, tapındır senin.
2- İman körü körüne ve taklit üzere olmamalı, bilakis bilinç ve şuura dayanmalıdır. Onların imanını, çoğunlukla kof, amel yoksunu ve yok olucu nitelikteki avamsı teslimiyetlerden ve bağımlılıklardan ayıran da işte bu özelliktir. Bu bilincin bariz örneği aşağıdaki ayetlerde gözlemlenebilir:
Gerçekten de göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklı tam olanlara deliller var. Onlar, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan üstü yatarken anarlar ve göklerle yeryüzünün yaratılışını düşünürler de (gönülleri ve dilleriyle) Rabbimiz derler, bunları boş yere yaratmadın, noksan sıfatlardan arısın sen, koru bizi ateşin azabından. Rabbimiz, gerçekten de sen kimi ateşe atarsan şüphe yok ki onu horhakir bir hale sokarsın ve zalimlere hiçbir yardımcı yoktur.
Rabbimiz, gerçekten de biz, (can kulağımızla ve düşüncemizle yaratılış gerçekleri hakkında) bir seslenen duyduk, inanç için sesleniyor, Rabbinize inanın, diyordu, (bu varoluş nidasına cevap olarak) hemencecik inandık.
3- Bu bilinç, anlak ve açık çıkarımın olmaması durumunda iman taşlaşacaktır; cahilce bir bağnazlığa dönüşecektir; hakikat ve hidayet yolunu insanın yüzüne kapatacaktır. Bundan dolayı kâfirlerin ve muhaliflerin kırılgan düşüncelerine kurulu bağnazca ve taklitçi imanları Kur'ân'da şiddetle kınanmış ve reddedilmiştir. Bu ayetin azarlayıcı ve anlamlı anlatım tonuna dikkat edin:
Onlara, "Gelin Allah'ın indirdiğine ve Peygambere." dendi mi, bize yeter atalarımızın yapa geldikleri şeyler, böyle bulduk biz derler. Fakat ya ataları da bir şey bilmiyorlardı ve doğru yola gitmiyorlardıysa.
Doğurgan ve Amelî Sorumluluklarla Birlikte Olan İman
Yetkin inanç ve fikrî kabul anlamıyla iman, başlı başına ve soyut olarak yeterli midir, yoksa hayata renk veren ve amel doğuran iman mı geçerlidir?
Kur'ân, iman ile ameli hep bir arada kullanmış, "amaca giden doğru yolda hareket" için bir amil olarak göz önünde bulundurmuş ve onlarca ayette "amel birlikteliğindeki iman" üzerine dünyevî ve uhrevî mükâfatlar kurmuştur. Kur'ân'ın buyruğunu dinleyip düşünelim:
Ey inananlar, rükû edin, secde edin, kulluk edin Rabbinize ve hayır işleyin de kurtulun, erin muradınıza. Ve Allah yolunda hakkıyla cihad edin. O seçti sizi ve dinde bir güçlük vermedi size; babanız İbrahim'in dini. O mabuttur daha önce ve bu Kur'ân'da size Müslüman adını takan, Peygamber, size tanık olsun, siz de insanlara tanıklık edin diye. Artık namaz kılın, zekât verin ve sarılın Allah'ın (dinine), O'dur dostunuz; ne de güzel dosttur, ne de güzel yardımcı.
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi, din inancının en önemli özelliklerinden olan başarı, zafer, seçkinlik, insanlığa kılavuzluk ve bekçilik, Allah'ın yardımından nasiplenmek, amel birlikteliğinde olup hareket doğuran iman üzerine kurulmuştur.
Aşağıdaki ayet de başka bir anlatım ve ifadeyle, imandan kaynaklanan amelleri hatırlatmakta ve İslâmî toplumun sınırlarını belirlemede, iman ve amel birlikteliğinin rolüne vurgu yapmaktadır:
İnanıp yurtlarından göçenler (Allah için ve İslâmî toplum için evinden ve hayatından geçenler), mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, bunlara sığınak verip yardımda bulunanlar, işte bunlar, birbirlerine bağlılardır ve birbirlerinin velileridir. İnandıkları hâlde yurtlarından göçmeyenlere (pek çok sorumluluklar içeren İslâmî toplumun üyeliğine girmeyenlere) gelince, göçünceye dek onlarla bağ ve bağlılığınız yoktur.
İman ve Sorumluluklara Bağlılık
Doğru iman -bir önceki bölümde düşünmeye sunduğum ayetler uyarınca- sorumluluktan ayrılmayan imandır. Çıkar düşkünleri, imanî sorumlulukları uygulanması gerekli sorumluluklar olarak görmezler. Onlar, şahsî ve haksız çıkarlarıyla örtüştüğü sürece bu sorumluluklara bağlı kalır, aksi durumda ise onlara itinasız ve kayıtsız kalırlar.
Kur'ân kültürü açıkça, -belki de sıkıntılı günler için gönüllerinin bir köşesinde kalbî iman mayası saklayan- bu tür bireyleri, mümin olmayanlar ve iman yoksunları olarak duyurmuş ve de Allah'ın müminler için verdiği saadet, kurtuluş, başarı, üstünlük... müjdelerini, her hâl ve durumda dinî sorumluluklarına bağlı ve sorumluluk bilinci taşıyan müminlere özgü kılmıştır. Aşağıdaki ayetler, Kur'ân'ın bu husustaki açık ayetleridir:
Andolsun ki biz, her şeyi açıklayan deliller indirdik ve Allah, dilediğini doğru yola sevk eder. Ve derler ki: İnandık Allah'a ve Peygambere ve itaat ettik, sonra da onların bir kısmı bu sözün ardından yüz çevirir ve onlar inanmış kişiler değildir. Onlar, aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Peygamberine çağrıldıkları zaman içlerinden bir kısmı, derhal yüzlerini döndürür. Fakat hak kendilerindeyse ona koşa-koşa gelirler. Gönüllerinde hastalık mı var, yoksa şüphe mi ediyorlar, yoksa Allah'ın ve Peygamberinin, onlara bir haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, onlardır zalimlerin ta kendileri. Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Peygamberine çağrıldıkları zaman inananların sözü, ancak duyduk ve itaat ettik sözüdür, böyle der onlar ve onlardır kurtulanların, muratlarına erenlerin ta kendileri.Ve kim Allah'a ve Peygamberine itaat eder, Allah'tan korkar ve ondan çekinirse o çeşit kişilerdir muratlarına erenlerin, kurtulup nusret bulanların ta kendileri.
Ve nitekim sonraki iki ayet, imana uygun ve layık amel birlikteliğini sağlayan müminlere "Allah'ın halifeliği", dünyaya siyasî egemenlik ve İslâmî ideal toplumu teşkil gibi gönül okşayıcı müjdeyi şöyle vermektedir:
Allah, sizden inanıp iyi işlerde bulunanlara, onlardan önce gelip geçenleri nasıl yeryüzüne sahip ve hakim kıldıysa onları da mutlaka yeryüzüne sahip ve hakim kılmayı ve onlara, razı ve hoşnut oldukları dini nasip edip o dini, bütün dinlerden üstün etmeyi, korkularını emniyete tebdil eylemeyi vaat etmiştir; bana kulluk etsinler ve hiçbir şeyi eş tutmasınlar bana.
ABD: İran’ın Velfecr torpidosu tehlikeli
Amerikan ordusunun özel dergisi İran’ın Velfecr torpidoları bu ülkenin denizaltılarının gücünü daha da arttırdığını yazdı.
Amerikan ordusunun özel dergisi İran’ın yeni Velfecr torpidolarını denemesine tepki gösterdi.
Dergi, İranlı askeri yetkililerin Kadir denizaltıları ve Velfecr torpidolarının gücünü sergilemesi deniz doktrini ve ulaşıma yasak bölgelere yönelik özel stratejilerin üzerinde odaklandıklarını ortaya koyduğunu belirtti.
Dergi ayrıca İran’ın Velfecr torpidoları bu ülkenin denizaltılarının gücünü daha da arttırdığını, bu da İran denizaltılarından gelen tehdidi artırdığını yazdı.
İran füze programının nükleer anlaşmayla ilgisi yok
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, G7 Dışişler Bakanları Toplantısı’nda yayınlanan İran karşıtı bildiriye tepki göstererek, İran füze programının nükleer anlaşmayla ilgisi olmadığını belirtti.İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, G7 Dışişler Bakanları Toplantısı’nda yayınlanan İran karşıtı bildiriye tepki göstererek, “5+1 Grubu arasında imzalanan nükleer anlaşma çerçevesinde tüm tarafların hoşgörüyle yükümlülüklerini yerine getirmesi ve onu tamamen uygulaması elzemdir. Bu konu G7’nin yayınladığı son bildiride de dikkate alınmıştır. Dolayısıyla çok taraflı olan nükleer anlaşmanın devam edebilmesi için yapıcı bir ortamda taahhütlerin yerine getirilmesi ve anlaşmanın yürülüğe girmesi beklenir” ifadelerinde bulundu.
Kasımi, “İran İslam Cumhuriyeti şimdiye kadar düzenli bir şekilde nükleer anlaşmayla ilgili tüm taahhütlerini yerine getirmiştir. Dolayısıyla diğer taraflar da nükleer anlaşmaya uyarak tavırlarını değiştirmeli ve İran’a karşı uyguladıkları yaptırımları kaldırmalı” açıklamasında bulundu.
İran füze programına ilişkin Kasımi, “Bu konunun nükleer anlaşmayla hiçbir ilgisi yoktur. Ayrıca İran’ın balistik füzelerinin tasarımı ve işlevi farklı olduğu için bununla ilgili denemeler 2231 kararnameye bile aykırı değildir. İran İslam Cumhuriyeti, Batılı tarafların bu konudaki yanlış anlamalarına rağmen milli güvenliğin korunması ve bölgesel istikrarın sağlanması doğrultusunda savunma potansiyelini güçlendirmeyi gerekli biliyor” şeklinde konuştu.