کارگر

کارگر

İmam Hamanei bugün fıkıh dersleri öncesinde müstekbirlerin İslami hakimiyete karşı düşmanlığına, nefretine ve İslami sistemin gücünü yok etmeye yönelik çalışmalarına değinerek şu hatırlatmalarda bulundu:

“Bugün müstekbir güçlerin İslam Cumhuriyeti ile mücadeledeki teorisi, çabası, maddi ve manevi güçleri İran halkının iradesini ve isteğini yok etme doğrultusundadır. Buna karşılık olarak bu güç korunmalı ve günden güne geliştirilmelidir.”

İmam Hamanei Peygamber’den (s.a.v) bir rivayet naklederek toplumda hayır ve refaha ulaşmanın yoları ile ilgili olarak şunları söyledi:

“Amerika gibi müstekbir güçler toplumun refahını sağlamak ve Amerikan değerleri olarak nitelendirdikleri şeye ulaşmak için, servet biriktirmenin ya da dünyaya hakim olmanın peşindeler. Ancak İslam, insanın saadet ve refahının insani kemale ulaşarak ve toplumun her kesiminde ve her alanında Kur’an-i düşünce ve fiilleri harekete geçirerek sağlanacağına inanıyor.”

İmam Hamanei İslam’dan neşet bulan ve bölgedeki çeşitli konularda nüfuza ve güce sahip olan bir sistemin dünya güçlerinin düşmanlığına ve nefretine neden olacağını ifade ederek şunları söyledi:

“Baskıcı rejim, dünyada ayrım ve zulüm karşısındaki tüm düşünce ve hareketlere muhaliftir. Bir hareket bir milleti harekete geçirdiğinde bu hareket karşısında tüm gücüyle mücadeleye kalkışmaktadır.”

İmam Hamanei İran İslam Cumhuriyeti karşısındaki çeşitli düşmanlıkların ve komploların kökünün İran’ın baskıcı rejimlere karşı olmasından, insani, ekonomik ve doğal kaynaklarının bolluğundan ve sistemin kabiliyetli kuvvet ve araçlarından kaynaklandığını belirterek şu hatırlatmalarda bulundu:

“İran İslam Cumhuriyeti bu düşmanlıklar karşısında gücünü arttırmalıdır. İç gücün arttırılması ve iç yapının kuvvetlendirilmesi gerektiğinin vurgulanmasının nedeni de bu konudur.”

İmam Hamanei fikri, ekonomik ve toplumsal olarak çeşitli güçlerle donanımlı olunması gerektiğine değinerek sözlerine şöyle devam etti: “Yaklaşık 40 yıl geçmesine rağmen İslam İnkılabı’nın yıl dönümünde milyonlarca kişinin sokaklara inmesi, İslami sistemin halkı seferber etmedeki gücünü göstermektedir ve bunun dünyada eşi benzeri yoktur.”

İmam Hamanei düşmanların İslami sistemin gücünü oluşturan unsurları yok etmek için başvurdukları hile ve kurnazlıklara değinerek şu ifadelerde bulundu:

“Düşman tıpkı bir hırsız gibi evi ele geçirmek istemektedir ama bunun nedeninin ev sahibinin savunma amaçlı sahip olduğu bir silah olduğunu ve eğer bu silahı yere bırakırsa, tartışmanın sona ereceğini söylemektedir. Bu yüzden hile, konuşmak, şaka yapmak, gülümsemek ve korkutmak gibi çeşitli yollarla ev sahibini silahsızlandırarak eve girmeye çalışmaktadır.”

 İmam Hamanei mutlu olmanın ve mutsuzluğun güçten nasıl yararlanıldığına bağlı olduğunu belirterek, nükleer silahtan kaynaklanan güç hakkında şunları söyledi: “Nükleer silahın engellenmesi fıkhi ve akli olarak çok önemli ilkelere dayanmaktadır. Ama diğer güçleri elde etmek için çaba gösterme imkanı hükümetin ve milletin elindedir.”

Batılı ülkelerin istihbarat servislerince İslam coğrafyasındaki planlarını uygulamak için kurulan IŞİD terör örgütü için yolun sonu gözüktü. Irak’ta kontrol ettiği bölgeleri büyük oranda kaybeden IŞİD terör örgütü, Suriye’de de hızla geriliyor.

Bir piyonlarını kaybeden Batılı devletlerin istihbarat servisleri ise her zaman devrede tuttukları, Müslümanlara arasında kardeş kavgası çıkartmak için Şii-Sünni çatışmasının fitilini yakmaya hazırlanıyor.

Batılı devletlerin kontrolünde oldukları bilinen Arap ülkelerindeki medya kuruluşlarının yayınları, bu sinsi plana hizmet ediyor. Başta El Cezire ve El Arabiye olmak üzere bölgede ilişkin haber yapan bazı medya kuruluşları sürekli olarak Irak ve Suriye’de Şii-Sünni çatışması olduğunu iddia ediyorlar.

Şiilere yönelik saldırıları Sünni Müslümanlar yapmış gibi lanse eden bu kuruluşlar Sünniler yapılan saldırıları da Şii Müslümanlar yapmış gibi göstermektye tereddüt etmiyor. Oysa bu saldırılar Müslümanlar arasında kardeş kavgası çıkartmak isteyen istihbarat servislerinin işi olduğunu aklı başında herkes dile getiriyor.

CNN ve BBC ağzıyla yayın yapıyorlar

CNN ve BBC gibi Batılı medya kuruluşlarının ağzıyla Şii-Sünni çatışmasını gündemden düşürmeyen bazı Arap medya kuruluşlarının haber ve programlarında, Şiilerin de Sünnilerin de Müslüman ve din kardeşi olduğuna dair hiçbir ifadeye yer verilmiyor.

Tehlikeyi görüp bunun önüne geçmek için kadeşlik çağrısı yapan Iraklı ve Suriyeli kanaat önderlerinin açıklamalarına söz konusu medya kuruluşlarında hiç yer verilmezken, tıpkı bu medya kuruluşları gibi yabancı devletlerin çıkarlarına hizmet eden ve parasal olarak oralardan beslenen sahte din adamları Şii-Sünni çatışması çıkarmayı amaçlayan kışkırtıcı açıklamaları ise bu medya kuruluşlarında döndürüp döndürüp yayınlanıyor.

Türkiye’de de aynı plan devrede

Şii-Sünni çatışması çıkarma konusunda bütün İslam ülkeleri gibi Türkiye de hedef konumunda. Bu şer planları Türkiye’de de sinsi sinsi uygulanıyor. Bu bağlamda Ortadoğu’da yaşanan terör saldırılarını Şii ya da Sünnilerin saldırılarıymış gibi lanse eden medya kuruluşları Türkiye’de de var.

Şark Meselesi, Büyük Ortadoğu Projesi ya da Arap Baharı gibi zaman zaman farklı farklı şekillerde adlandırılan Batılı planların hedefindeki İslam coğrafyasında nihai hedef Şii-Sünni savaşı çıkarabilmek. Bu amaca ulaşabilmek için Batılı ülkeler her türlü yolua başvurmaktan geri kalmıyorlar.

yenimesaj

İranlı Ortadoğu uzmanı Abbas Selimi Nemin IŞİD’in Avrupa, Amerika ve bölgedeki şeyhler arasındaki destekçileri, siyasi ve diplomatik alanlarda Halep’in enkazı altında kalan “jeo-stratejik projelerini” telafi etmeye çalıştıklarını belirtti.

Teröristlerin Suriye’nin ikinci büyük şehrindeki yenilgisi her ne kadar Suriye hükümetinin onaylanması konusunda ve Direniş Cephesinin Siyonistlerin bölgedeki baskısına karşı büyük bir zafer niteliği taşısa da bu zaferin ardından IŞİD’in bütün destekçilerinin eş zamanlı ve kapsamlı bir şekilde hareketlenmesi konusu da göz ardı edilmemelidir. IŞİD’in Avrupa ve Amerika’daki ve bölgedeki şeyhler arasındaki destekçileri, siyasi ve diplomatik alanlarda Halep’in enkazı altında kalan “jeo-stratejik projelerini” telafi etmek için, siyasi, diplomatik ve tebliğ alanlarında çalışıyorlar.

Halep’in çökmesinden önce Mısırlı ve Norveçli oyuncular tarafından uydurma videolarla Uluslararası toplumda timsah gözyaşları dökerek, belirli bir dönem batıda İran karşıtı bir atmosfer oluşturuldu ama Mısırlı oyuncular bu ülkenin polisi tarafından tutuklandı ve Norveçli oyuncuların sahne arkası görüntüleri yayınlandı. Bu videoda Halep’te çocukların öldürüldüğüne dair sahte görüntüler vardı.

Öte yandan bu kargaşanın ve İran’a yapılan ağır baskının nedeninin Amerika, İsrail ve Arabistan gibi ülkelerin istihbarat görevlilerinin Halep kuşatmasından kurtarılması olduğu kısa bir sürede ortaya çıktı. İran’ın Halep’te bulunan teröristlerin çıkışı için sunduğu şart, iki yıldır insani kalkan olarak kullanılan El-Fua ve Kefriya kasabasındaki sakinlerin kuşatmasının sona ermesiydi. Bu şart teröristlerin Halep’ten çıkışının birkaç gün gecikmesine neden oldu. Çünkü teröristlerin dostları İran’ın bu insani şartını kabul etmeye hazır değillerdi. Türkiye Dışişleri Bakanı’nın İran’ın bu şarttan vazgeçmesi için İranlı mevkidaşıyla yaptığı on üç telefon görüşmesi de sonuç vermedi. Teröristlerin daha sonra İran’ın bu şartı karşısında teslim olmasının nedeninin, teröristlerin destekçilerinin üst düzey komutanlarının Halep’te kapana kısılmış olması olduğu anlaşıldı.

İran eğer sadece siyasi bir zaferin peşinde olsaydı, insani konular onun için önemli olmaz ve teröristlerin Halep’ten çıkışı için böyle bir şart sunmazdı. Bu büyük zaferin iki yıldır teröristler tarafından insani kalkan olarak kullanılan Suriyeli savunmasız ve masum vatandaşları savunmak için geciktiği gerçeği batı medyasında yer almamaktadır.

Buna karşılık olarak teröristlerin batılı destekçilerinin insanlık dışı doğasını zamanla ortaya çıkaran şey, Suriye ve Irak’a gönderdikleri terör unsurlarıdır. Başlarda Halep’teki teröristlerin kuşatmasına karşı yapılan yoğun propagandalarla, kamuoyu Avrupa ve Amerika’nın bu teröristler için endişelendiğini düşündü ama Birleşmiş Milletler ’in daimî temsilcisinin sunduğu bilgiler onların endişesinin nedenini ortaya çıkardı.

Beşşar Caferi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısının ardından düzenlenen basın toplantısında verdiği bilgilerle, Halep kuşatmasının teröristlerin destekçileri neden önemli olduğunu açığa çıkardı. Beşşar Caferi’nin Halep’in doğusunda kapana kısılan teröristleri yönlendirenlerin isimlerini, özelliklerini ve uyruklarını açıklaması, birçok hareketin ve hatta teröristlerin destekçilerinin İran’ın şartına teslim olmalarının nedenini aydınlattı. Beşşar Caferi Amerika’dan David Askotvatoyner’in, İsrail’den Sholomo Aram’ın, Katar’dan El-Tamimi El-Haric’in ve dört diğer komutanın, Ürdün’den Mecid Kasım El-Tayvari ‘nin ve Fas’tan Muhammed Şafii El-İdrisi’nin isimlerini vererek bu kişilerin teröristleri yönlendirenler olduğunu belirtti.

Diplomasi alanında ise Ankara’nın Moskova’da düzenlenen üçlü zirvenin sonunda yayınlanan bildiriye “İran, Rusya ve Türkiye, IŞİD ve Nusra ile ortak mücadele ve onlar ve silahlı muhalif gruplar arasında ayrım yapma konusunda kararlıdır maddesini koymaya çalışması, fiili olarak terörist grupların varlıklarını farklı unvanlarla sürdürebilmelerinin yolunu açık tutmaya çalıştıklarını göstermektedir.

Bu nedenlerin kabul edilir olması ya da olmaması dışında Moskova’daki üçlü zirvenin temel sorunlarından bir diğeri de Suriye Hükümetinden temsilcilerin bu zirvede bulunmamasıydı. Tahran’ın politikasının her zaman Suriye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü savunmak olduğu dikkate alındığında, İran Dışişleri Bakanı, Suriyeli temsilcilerin de Suriye’nin kaderiyle ilgili bu konferansa katılması konusunda ısrar etmeliydi.

Aynı zamanda Türkiye bugün Suriye topraklarının bir kısmını işgal etmiştir. BBC Halep’in teröristlerden kurtarılmasından sonra açık bir şekilde şu açıklamalarda bulundu: ‘Halep’in çökmesi Suriye’nin mezhebi ve etnik olarak bölünmesini daha da zorlaştıracaktır.’ Bu ifade, bölgede hakimiyetin değişmesinden ümitsizliğe düşülmesinin ardından İsrail’in destekçisi batılıların Suriye ve Irak’ı bölmeye gözlerini diktiğini göstermektedir. Bu yüzden Ankara ile görüşmelerde bu konu her zaman dikkate alınmalıdır.’

Filistin İslami Direniş Hareketi HAMAS’ın üst düzey üyelerinden Mahmut ez-Zahar, İran’ın Suriye’deki varlığının bölgede dengeyi sağlama adına önemli olduğunu belirtti.

HAMAS’ın üst düzey üyelerinden Mahmut ez-Zahar bugün yaptığı açıklamada, “Halep’te katliam yapıldı” yönünde yayımlanan haberlerin Batı basınının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesi doğrultusunda verilen çabalar çerçevesinde uydurduğu hikayeden ibaret olduğunu belirterek, bu hikayeler ve aldatmacaların herkes için bilinen bir tekrar olduğunu kaydetti.

Suriye ordusu ve müttefiklerinin geçen 6 yıldaki en büyük zaferi sayılan Halep’in kurtarılmasının ardından Suriye muhalefeti ve onlara bağlı medya, gerçekdışı haber ve görüntüler vermek suretiyle kamuoyunda, Halep’te bir insanlık felaketi yaşanıyormuş gibi algısı yaratmaya çalıştılar.

HAMAS’ın üst düzey üyesi Mahmut ez-Zahar ayrıca İran İslam Cumhuriyeti’nin Filistinliler için gerçek bir dayanak olduğunu belirterek, İran’ın Siyonist rejime karşı direniş güçlerini desteklediğini vurguladı

Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah;  Suriye ordusunun 4 yıl süren mücadelenin ardından Halep’i teröristlerden geri almasının ülkedeki çatışma sürecinde yeni bir etabın başlangıcı olduğunu ifade ederek; “Bugün, Halep’ten sonra, yönetimi değiştirme planlarının başarısız olduğunu söyleyebiliriz” dedi.

“Halep zaferi politik çözüm için yeni ufuklar açacak” ifadelerini kullanan Nasrallah, son gelişmelerin diğer ülkeleri daha gerçekçi bir noktaya taşıyabileceğini ve yeni bakış açıları kazandırabileceğini söyledi.

Halep için bir sonraki görevin ‘güçlendirme ve güvenlik’ olduğunu kaydeden Hizbullah lideri, silahlı grupların kenti ve bölgeyi hedef almaya devam edeceğini de ifade etti.

Arap devletlerini de eleştiren Nasrallah, özellikle Körfez ülkelerinin ve Ürdün’ün Filistin için harcadığı paralarla Suriye’deki “muhalifler” için harcadığı paraları kıyasladı.

Terör örgütü IŞİD tarafından vahşice yakılarak infaz edilen Türk askerleri vakıasını şiddetle kınayan Lübnan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Türkiye hakkında şu açıklamalarda bulundu:

“Türk ordusu bugün başka bir cephede olmasına rağmen, terör örgütü IŞİD’in Türk askerlerini İslam ve Müslümanlar adına vahşice yakarak infaz etmesini şiddetle kınıyoruz.

Bu olaydan daha önce de terör örgütü IŞİD, Ürdünlü pilotu ve Iraklı askerleri yakarak infaz ermişti. Biz yine bu vahşi ve insanlık dışı olayı şiddetle kınamıştık.”

Nasrallah sözlerinin devamında şunları söyledi: “İslami terörizm diye bir şey yoktur. Var olan sadece tekfirci terörist gruplardır.

İslam dini; Muhammedi İslam ve Kur’an İslam’ıdır. Terörizmi destekleyen ülkeler ne zamana kadar tekfirci teröristleri desteklemeye devam edecek?

Türkiye bugün tekfirci terör örgütü IŞİD’in ateşinde cayır-cayır yanıyor. Fakat buna rağmen, Ankara; Irak’ta IŞİD’e destek veriyor.

Türkiye’den beklentimiz terör örgütü IŞİD karşısında daha tutarlı bir siyaset izlemesidir.”

Perşembe, 22 Aralık 2016 04:34

Kur’an insanı korur(1.Bölüm)

Çünkü bireylerin, halkların ve medeniyetlerin hem ilerleme ve olgunluk etkenlerinin ve hem de yaşadıkları sorunlar ve helaket etkenlerinin tümü Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır. İşte bunları uygulayan ve Kur’an’a saygıyı gözeten kimse, kendini helak olmaktan korur.

İmam Ali b. Ebutalib (a.s), bu hususta şöyle buyurmaktadır:

“Bilin ki şu Kur’an, öğüdünde aldatmayan, yol göstermede insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Kur’an’la oturup kalkan, doğrulukta, fazla bir şeye ulaşmayan, körlükte noksana erişmeden oturup kalkar.”‌ [1]
Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

“Allah, Kur’an’a yer veren kalbe azap etmez.”‌ [2]

Yüce Peygamberimiz (s.a.a) bir diğer hadisinde Ebuzer’e şöyle buyurmuştur:

“Allah, Kur’an’ın yerleştiği bir kalbe azap etmez.”‌ [3]

Yüce Allah’ın, Kur’an’ın yerleştiği kalbe azap etmeyeceğinin nedeni şöyle şerhedilebilir: Öncelikle bilinmelidir ki cehennemin azap ve ateşi, insanın işlemiş olduğu günahların ürünüdür; daha doğrusu, insanın işlediği günahlar ahiret yurdunda ateşe dönüşecektir. Kalbinde ve canında Kur’an’a yer veren ve Kur’an’a uyarak günahlardan sakınan kimse, elbette ki cehennem azap ve ateşinden uzak kalacaktır.

Yedi cehennem nedir? Kötü amellerindir

Sekiz cennet nedir? İyi amellerindir

Yaptıklarının sûretinde haşrolacaksın

Göreceğin her iyi ve kötü, hallerindir

Ey oğul! Bütün ahlak ve vasıfların

Her zaman sûretlerde temsil olur

Lale, güller, reyhan ve semen gülü

Hepsi senin itaatindir ve güzel ahlakın

Sûretler ve genç hizmetçiler tümüyle vasıflarındır

Ruhunun sevgi ve ayıdır ve temiz kalbindir

Mey ırmağı, su ırmağı ve süt ırmağı

Gönül okşayan temiz vasıflarındır ancak

İnsanın rüku, secde, özveri ve zekatı kıyamette insan için somutlaşacak ve insan onları seyretmekten haz duyacaktır ve işte bunlar kıyamet aleminde, insanın yoldaşı olacaktır. İbadetleri terkedenler yoldaşsız kalacak ve günahkârların yoldaşı ise çirkin olacaktır.

İnsan bir secde veya bir rüku ektiğinde

Diğer alemde rüku, cennet oluverir

Elinden özveri ve zekat yeşerdiğinde

Bu el diğer tarafta, hurma ve bitki olur

O vasıf, bu dünyada senin emrindeydi

Akan o ırmaklar da emrinde olacaktır

O ağaçlar senin emrine uyarlar

Çünkü o ağaçlar, senin sıfatlarının ürünüdür

Bu vasıflar burada senin emrinde olduğundan

Orada da o karşılıklar senin emrinde olacaktır

Elin, mazlumda bir yara yeşertse

O, bir ağaç olacak ve ondan zakkum yeşerecek

Öfkenle gönüllere ateş versen

Cehennem ateşinin yakıtı olursun

O yılan ve akrepvar sözlerin

Yılan ve akrep olur ve eteğini tutar

Merhum Ayetullah Mevla Muhammed Mehdi Nerakî (ölümü 1209 h.kamerî), aklî ve naklî ilimler sahibi; ilim, amel ve ilahî irfan ehli; fıkıh, fıkıh metodolijisi, felsefe, matematik, gizli ilimler, ahlak ve irfan alanında İslam’ın yetiştirdiği ender alimlerden biridir. Necef’te yaşamış, Necef’te vefat etmiş ve orada da İmam Ali’nin (a.s) kutsal türbesine defnedilmiştir.

     Ayetullah Muhammed Mehdi Nerakî, bir Ramazan ayında bir gün evine geldiğinde, iftar edecek bir şey olmadığını öğrenir. Hanımı, “Yiyecek hiç bir şey yok; bir bak, ne temin edebilirsin?”‌ der.

   Ayetullah Muhammed Mehdi Nerakî, kuruş parası olmaksızın evden ayrılır ve direkt olarak Necef’teki Vadi’s Selam mezarlığına, kabir ehlini ziyarete gider. Kabirlerin arasında oturur ve gün batıncaya kadar kabir ehline Fatiha okur. Git gide hava kararmaktadır. Tam bu sırada, defnedilmek üzere bir cenazenin getirildiğini görür. Cenazeyi getirenler mezarı kazar ve cenazeyi kabre koyarak Ayetullah Mevla Muhammed Mehdi Nerakî’ye, “Bizim bir işimiz var ve hemen geri dönmeliyiz; cenazenin kalan işleriyle de sen ilgilen!”‌ der ve cenazeyi bırakıp giderler.
 

[1] Nehc’ül Belağa, 176. hutbe

[2] Vesâil’uş Şia, c: 6, s: 167

[3] Müstedreku Vesâil’iş Şia, c: 4, s: 233   

Perşembe, 22 Aralık 2016 04:33

Dünya Sevgisine Dair 

Nehcü'l Belâğa'nın konularından birisi insanları dünyaperestlikten men etmesi ve alıkoymasıdır. 


DÜNYAYI TERK ETMEK
 
            Üzerinde durulması gereken ilk mesele; Hz. Ali'nin (a.s) bu konu üzerinde neden bu kadar çok durmuş olduğudur. Ne Allah Resulü (s.a.a), ne Hz. Ali (a.s) ve ne de diğer Ehl-i Beyt İmamları hiçbir mesele üzerinde bu kadar çok durmamış, hiçbir şey hakkında gurur, dünyanın aldatması, fani oluşu, süreksizliği, vefasızlığı, insanın ayağını kaydırması, mal ve servet biriktirme, nimetlerin bolluğu ve bunlarla meşgul olmasından kaynaklanan tehlike kadar uyarıda bulunmamışlardır.
 
GANİMETLERİN MEYDANA GETİRDİĞİ TEHLİKE
 
            Bu, rastlantı sonucu ortaya çıkmış bir durum değildir; Hz. Ali (a.s) zamanında, ilk üç halife özellikle de Osman bin Affan'ın hilafeti döneminde mal ve servetlerin aniden yığılması ve İslâm beldelerine aktarılmasıyla birlikte İslâm dünyasına yönelen büyük tehlikelerle ilgilidir. Hz. Ali (a.s) bu tehlikeleri hissedip onlara karşı mücadele veriyordu. İmam Ali (a.s) hem kendi hilafeti döneminde canını feda etmeye kadar varan pratik mücadele; hem de boyutları irat ettiği hutbeler, yazdığı mektuplar ve diğer buyruklarına açıkça yansıyan mantıkî ve tebliğî mücadeleyi başlattı.
 
            Müslümanlar büyük fetihler yaptılar. Bu fetihler İslâm dünyasına büyük oranda mal ve servetin akmasına uygun ortam hazırlamış oldu. Kamu yararına harcanması, adilane bölüştürülmesi gereken bu servetler genelde toplumun önde gelen şahsiyetleri arasında paylaşıldı. Özellikle III. Halife Osman'ın döneminde, bu akım beklenmedik biçimde kuvvetlendi. Daha birkaç yıl öncesine kadar hiçbir malı mülkü olmayan insanlar sınırsız servetlere sahip odular. İşte bu sırada dünya düşkünlüğü yapacağını yaptı ve ümmet arasında ahlâkî çöküntü kendini gösterdi.
 
            İmam Ali'nin (a.s) İslâm ümmetine hitaben feryatları bu büyük toplumsal tehlikenin ortaya çıktığı döneme rastlar.
 
            Hicri 345'de (957) vefat etmiş olan tarihçi Mes'udi "Ahval-i Osman" başlığı altında şunları kaydeder:
 
            "Osman fevkalade kerim ve bağışlayıcıydı. Devlet memurları ve halktan bir çoğu onun yolunu izlediler. Halifeler arasında taş ve alçıyla kendisine ev yapan ve kapılarını sac ağacı ve ardıç ağacıyla yaptıran, Medine'de mal-servet biriktiren, bağ ve çeşmelere sahip olan ilk kişi odur. Öldüğünde veznedarının yanında yüz elli bin dinar ve bir milyon dirhem nakit parası vardı. Vadi'l Kura, Hüneyn ve diğer yerlerdeki gayrimenkulünün değeri yüz bin dinarı geçiyordu. Ondan geriye birçok at ve deve kalmıştır."
 
Mes'udi şöyle devam ediyor:
 
            "Osman'ın döneminde, dost ve yardımcılarından bir grup da kendisi gibi servetler biriktirmişlerdi: Zübeyr bin Avam'ın Basra'da yaptırdığı ev hâlâ yani 332 yılında durmaktadır. (Bu tarih, Mesudi'nin kendi dönemidir.) Yine Mısır, Kufe ve İskenderiye'de de yaptığı evler meşhurdur; Zübeyr'in serveti ölümünden sonra elli bin dinar nakit para, bin at ve binlerce başka şeylerdi."
 
            "Talha bin Abdullahı'n Kufe'de alçı, tuğla ve sac ağacıyla yaptırdığı ev günümüze kadar (Mes'udi'nin kendi dönemine kadar) kalmış olup "Daru't-Talhateyn" diye meşhurdur. Talha'nın Iraktaki mal varlığından günlük olarak geliri, bin dinardı; tavlasında bin at bağlanmıştı, ölümünden sonra servetinin otuz ikide biri seksen dört bin dinar olarak saptanmıştır."
 
            Mes'udi, Zeyd bin Sabit, Ya'la bin Ümeyye ve başka tanınmış kişilerin de benzeri servetlere sahip olduklarını kaydetmiştir. Açıktır ki bu kadar büyük servetler yerden çıkmıyor ve gökten de yağmıyordu. Yanı başında acı verici, korkunç boyutta fakirlikler olmazdan böyle servetlerin birikmesi imkânsızdı. İşte bu nedenledir ki Hz. Ali  127. hutbede insanları dünyaperestlikten sakındırdıktan sonra şöyle buyuruyor:
 
            "Öyle bir zamandasınız ki hayır geri kalmada, şer çoğalıp durmada; Şeytan ise insanları helâk etmeyi ummada; bu öyle bir zaman ki Şeytan'ın teçhizatı (aldatma araçları) kuvvetlenmiş, düzeni her yanı tutmuş, kolaylaşıp gitmiş."
 
            "Dilediğin tarafa bak; yoksulluğa düşmüş fakirden, Allah'ın nimetini küfre değişmiş zenginden, Allah'a ait hakları, malını çoğaltmak için vermeyen cimriden, kulağı öğütlere sağır olmuş inatçıdan başka bir kimseyi görebilir misin? Nerede hürleriniz? Nerede temiz kişileriniz? Nerede cömertleriniz? Nerede kazançlarında sakınanlarınız; yolunda yordamında temizliği güdenleriniz?..."
 
NİMET SARHOŞLUĞU
 
            Hz. Ali  (a.s) buyruklarında peşi sıra "İntikam Belası"nı getiren "Nimetin Sarhoşluğu", yani refahtan kaynaklanan sarhoşluk ismini verdiği bir noktayı hatırlatmaktadır.
 
149. hutbede buyuruyor ki:
 
            "Sonra ey Arap toplumu! Size yaklaşmakta olan fitne oklarına hedefsiniz; o hâlde nimetlerin aklınızı alıp sizi sarhoş etmesinden sakının; intikam belâsından kaçının."
 
            Hz. Ali (a.s) daha sonra sürekli bu yolsuzlukları, bozulmaları izleyecek olan kötü sonuçları açıklamaktadır. 185. hutbede Müslümanları kötü bir geleceğin beklediği uyarısında bulunuyor: "Bunlar, o zaman olur ki şarap içmeden sarhoş olursunuz nimet yüzünden."
           
            Evet, İslâm dünyasına o büyük nimetlerin akışı, servetlerin adilane bölüştürülmemesi ve yersiz ayrımcılık İslâm toplumunu dünya nimetleri ve refaha düşkünlük hastalığına müptela etti.
 
            Hz. Ali  (a.s) İslâm dünyası için büyük bir tehlike oluşturan ve sürüp giden bu akımla mücadele ediyor ve bu müzmin hastalığın meydana gelmesine sebep olanları kınıyordu. Kendisi kişisel hayatında, onların yaşantısına tam aykırı yönde hareket ediyordu; hilafete geçtiğinde ise bu durumla mücadeleye programlarında öncelik tanıdı.
Ehlader

Perşembe, 22 Aralık 2016 03:37

Büyük Bir Yalan, Mezhep Savaşı

Allah’ın adıyla

Bütün İslam alemi, Endenozyadan tutun Atlas okyanusu sahilinde bulunan Fasa (mağribe) kadar, tekfiri terör ve tahrib tehdidinin altında bulunmakta ve maddi-manevi kayıp ve kıyımdan inlemektedir. Bu  yazıda bazı sorular sorarak ve bilgiler vererek mezhep savaşı çığırtkanlığı yapanların yalanları ve iftiralarının ne kadar asılsız ve mesnetsiz olduğunu izah etmeye çalışacağım.

Şu soruyla başlamak istiyorum. Daeş’in (Işıd’ın), Nusra’nın, Boko Haram’ın, Ensaruş Şeria’nın mezhebi nedir? Taliban’ın, Elqaide’nin mezhebi nedir? Ahraruş Şam, Fethu’l İslam. Fethu’ş Şam Nureddin Zengi v.s bir sürü ruh hastası unsurlardan müteşekkil bunca uluslar arası cinayet şebekelerinin mezhebi nedir? Eğer bunlar belli bir mezhebe mensup iseler, neden bu grupların bir çoğu hem Ezher hem Türk diyaneti ve hatta Amerikanın baskısıyla Arabıstan tarafından İslamla uzaktan yakından irtibati olmayan sapık terör teşkilatları olarak nitelenmekteler. Eğer bunların mezhebi var ise niye kendi mezhbine mensup olanları öldürüyorlar.?

Bunlar Suriyde, Irakta, Libyada, Niceryada, Afganistanda, Yemende,Irakta, Suriyede, Pakistanda Somalide ve Türkiyede her gün cinayet işliyorlar, Kiliselerde, çarşı pazarda, okullarda, turistik yerlerde ve tren istasyonlarında patlamalar gerçekleştirerek yüzlerce suçsuz insanın ölümüne veya yaralanmasına sebebiyet veriyorlar. Bu ülkelerin halkları hangi mezhebe mensupturlar. Irakın çoğunluğu ve Suriyenin azınlıkları hariç çoğunluk Ehl-i Sünnnet.

Libyanın mezhebi nedir? Tabiki çoğunluk Maliki. Daeş ve diğer terör grupları kiminle savaşıyorlar. Şiilerle mi? Onbinlerce insan orada farklı grupların çatışamalarında canlarını kaybetti, bunlar Şiimi di?. Nato ile birlikte hareket edip hava saldırılarıyla bu memleketi elli sene geriye götüren ve teröre amelen en büyük desteği sağlayan kimlerdir? Şiiler mi? Libyanın aslt yapısı, kültürel ve dini mirasının büyük bir kısmı ve zenginliğinin yok olmasına ve halkından binlercesinin Akdenizde boğulmasına kim yardım etti. Bu uluslar arası komploya hangi mezhebin mensupları yardım etti. Orada bir Şii varmı? Somalide öldürülen yüz binlerce fakir ve sefilin mezhebi nedir? Şii mi . Hayır Şafii. Katiller ve terörüstlerin mezhebi nedir? Şiilik mi ? Varmı orada bir şii? Hayır. Peki hangi mezhep hangi mezheple Somalide, Libyada, Yemende ve Pakistanda savaşıyor?

Boko Haramın cinayetlerine kurban gidenler kimlerdir? Çoğunluğu Maliki müslümanlar veya ülkenin hiristiyanlarıdır. Mısırın başkenti Kahirde, Sina yarım adasında ve Saidi Mısır veya İskenderiye de öldürülenler kilıselerde katledilenler kimlerdir? Sisi hangi mezhebin dolarlarıyla bir günde binlerce insanı katletti. Şiiler mi ona destek oldu.? Oradaki müslimanların öldürülmesine en büyük desteği veren ve katkıa sağlayan Kral Abdullahın mezhebi neydi? Ölümünde kim matem tuttu?

Pakistan okullarında ve polis akademilerinde veya Aşura merasimlerinde, Queta, Karaçi, Revalpindi ve diğer şehirlerin çarşi ve pazarında vahşice saldırlara kurban gidenler kimlerdir? Çoğunluğu Pakistanın hanefileri, bir kısmı da bu ülkenin şiileri. Katiller kimlerdir? Hangi mezhebin mensubu. Mezhebi olan böylesi vahşice cinayetlerde bulunabilir mi.? Ankara, Ceylanpınar, Suruç ve İstanbuldaki cinayetleri hangi mezhebin mensupları, hangi mezhebe karşı yaptılar.? Her gün gerçekleşen bu terör olaylarında Ehl-i Beyt mektebine mensup bir kimseyi gördünüz mü? Bir patlamayı şiiler veya Aleviler yapmış olsaydı, yalaka sözde islamcı kalemler mangalda kül bırakmıyacaklar ve bu mezhep mansuplarının evlerini işaretlemekten tuıtun bir çok fitne ve fesada sebebiyet vereceklerdi. Yapan sözde sunni oldu mu, mezhepten söz edilmez. Sözde sunni diyorum, çünkü Sünnet ehli olan böylece vahşi ve gaddar olamaz. İmam Şafii, İmam Maliki ve İmam Ebu Hanife (r.a) hazretlerinin mezhebine mensup olan veya İmam Caferi Sadik (a.s) ve İmam Zeyd’in mezhebine kendisni müntesip bilenler bu tür cinayetleri yapmazlar. Ancak ibn-i Teymiyye ile Abdul Vehhab’ın mensupları bu tür cinayetleri işleyebilirler. İslamcılarımız çıkıp açıkca bunlardan, bunların hattında olan petro dolar müftülerinden ve bunların mensuplarının iğrenç amellerinden beraet etsinler. Bunların cinayetlerine dünya çapında Kurban gidenlerin yüzde yetmişi Ehl-i Sünnettir. Bu gerçeği görmemek için kör olmak lazım. Şairin ifadesiyle:

Göz açık, kulak açık ama bu ne körlük.
Böylesi körlüğe şaşmamak ta bir körlük.

Sözde İslamcı yazarlar bu canilerin mezhebi kimliğini ve beslendikleri kaynakları, fetva mercilerini neden kurcalamıyorlar? Çünkü bunların başta İslama ve ikinci etapta ise Ehl-i Sünnete vurdukları darbe ve açtıkları yaranın acısı onlarca yıl devam edecektir. Açık bir dille ifade ediyorum. Ehl-i Sünnet tamamen bunlardan uzaklaşmadıkça kan kaybetmeye devam edecektir. Bunlar İran ve Avrupanın ortak projesinin neticesdir şeklindeki yalanlar da işe yaramıyacaktır. Bilgi çağında yaşıyoruz. Bu tür yalanlarla işlenen cinayetler yorumlanamaz. Kimse kendisini aldatmasın.

İşid Musula girdiği zaman bunu bir sunni devrimi olarak yansıtmaya ve kutlamaya çalışanlar şimdi ise terörün dini olmaz, Bunların İslam ile uzaktan ve yakından irtibatı yoktur demeye başladılar. Ne oldu? Değişen nedir? Türkiyede bunlar bombaları patlattıklarında dinle, sunnilikle irtibatları kopmaya başladı. Başbakanaın bir zamanlar basın danışmanlığını yapan Akif Beki, Işıd Musula girdiğinde Hurriyet gazetesinde Musulda olup bitenleri bir “ Sunni Devrimi” olarak yorumlamıştı. Ancak Emri-vaki şudur ki bunların Iraktaki cinayetlerinin de kahir ekseriyet Ehl-i Sünnet kardeşlerimizdir. Haşdi Şa’bi denilen gönüllü halk birlikleri sunni kardeşlerimizi Tıkrit, Salaheddin, Amirli, Remadi, Felluce ve diğer bir çok şehirde bunların şerrinden kurtardılar. Nerede bu halk güçleri tarafından bir cinayet işlendi? Yine bu çevreler, kendi memlektini bu terör ve cinnet şebekelerinden kurtarmaya çalışan gönüllü halk ordularını yani haşdu Şabiyi yalan ve iftiralarla bir canavar gibi göstermeye çalıştılar. Elhemdulillah destan tutmadı, fazla kimse inanmadığı için çabuk destanı yarıda kestiler.

Suriyede altı senedir bunlar 100 binin üzerinde Suriye askerini öldürdüler, eminimki bunun doksan bini Suriyenin Ehli sünnet evlatları olmuştur. Bir o kadar da sivil öldürüp kesmişler. Bunların da çoğunluğu Ehl-i Sünnet, Buna ilaveten envai türlü cinayetle işlediler. Alt yapıyı tahrib ettiler.Hırsızlıktan tutun, adam kaçırmaya, fidye almaya cinsel istismara ve cihadun nikaha kadar akla ve hayale gelmez cinayetleri ve rezillikleri islam adına yaptılar.. Bunları başlı başına bir makalede ele alacağım. Ordunun cinayet yapmadığını söylemek istemiyorum. Ama Ordunun bu paralı canilere karşı memleketi savunma görevini üstlendiğini de unutmamak gerekir. Bunlar ise İslam adına ve bazılarına görede mezheb adına bu cinayetleri yapıyorlardı. Yaptıklarının hepsi yarın İslam adına filim olarak, tiyatro olarak ve hatta selefilik dizileri olarak karşımıza çıkacaktır.

Türkiyedeki bazı çevreler ve kalemlerde bin bir çeşit yalan, iftira asparagaz haberler, sahte raporlar ile Türkiyedeki kamuoyunu siyasetin istediği şekilde yanlış yönlendirip bulanık sudan balık avlamaya çalıştılar. Hatta mezhep savaşından da öteye Küfür İslam savaşı görünümü vererek yüzlerce gencimizin bu bataklığa saplanmasına sebebiyet verdiler. Selefi hocaların Doğu anadoludaki camilerde bilhassa dini duyarlılığı yüksek amma kullanılmaya da bir o kadar musaıt olan zazaların yaşadığı Bingöl, Adıyaman ve Diyarbakır gibi şehirlerin camilerinde yaptıkları tekfiri ateşli, konuşamaları unutmadık. Bu malum çevrelerin, halkı kin ve nefrete teşvik edip teröristlere yardım ve destek sağlamaktan dolayı yargılanmaları gerek. Gelsin “Hak Söz” çevreleri İsrailin güvenliği için en büyük hizmeti yapan, ve bölgenin sağlam kalan son arap ordusunu yıpratan, yeni Syces-Picot planının icrasına büyük katkı sağlayan, memleketlerin birlik ve bütünlüklerini ciddi tehdit altında bırakan bu emperyalıstlerin kuklası cinayet şebekelerini mucahid ve mazlumlar için savaş veren kimseler olarak halka yutturmaya çalışsınlar.
Suriye müftüsü Şeyh Hasunun bir beyanıyla yazıma son vereceğim. “ Pişman olmuş bir kaç çeçen genciyle görüştüm. Niye buraya geldiniz dedim?. Bize Suriyede kafirler müslümanları kesiyor denildi. Bunun için komşu bir devlete geldik, orada eğitim gördükten sonra Suriyeye geldik. Gördük ki bu söylenenler yalan, Suriyenin her tarafından islam var müslümanlar var camiler var medreseler var. Arkadaşlarımızdan bazıları pişman oldular ve geri dönmek istediler. Geri dönecek olanların gerçeği dış dünyaya yansıtacağından korkan terör ve cinayet şebekleri bunları Türkiye sınırı yakınlarında idam ettiler. Biz de idam olunmamak için Suriye ordusuna ve sizlere teslim olduk.”

Yalan ve iftirayla gerçekleri örtbas etme geleneğine memleketimizde aşinayız. Yalan üzerine bir ergenekon destanı yazıldı. Öylesine ki nerdeyse inanmayan kalmadı. Hepimiz gördük ve halk ta buna inandı. Destana kurban gidenler bir avuç memleketini seven ulusalcı subaydı. Irak Tezkeresine oy vermediler. Böylesi bir destan oluştu. Suriye de Hizbullaha İsrail ile savaşında yardım ve tezkere vermeseydi, Hamasa kapılarını kapatsaydı filistini farklı gruplara ev sahipliği yapmış olmasaydı bu destan şekillenmezdi. Bir süre sonra malumunuz memleketimizde sahnelenen bu destanın baştan aşağıya yalan ve uydurma olduğu gün yüzüne çıktı. Suriye ve Irak hakkında söylenenler veya mezhepçilik edebiyatını da eregenekon destanının bir başka versiyonu olarak görmek lazım. Yarın bir bir bu yalanlar ortaya çıkacaktır. O zaman bizim islamcılar ne söyliyeceklerdir. Zaten söyliyecek sözleri de kalmamış ve fikren iflas etmiş, dini ve Allah’ın ismini kötüye kullanan şövenist milliyetçiler kesilmişler. Bu yaklaşımlarıyla ülkenin de barış ve güveni için de ciddi bir tehdit olmuş durumdalar.

Şunu da bilmek te fayda vardır: Bu canilerin en büyük zararı, kendilerine yardım ve yataklık yapanlara olacaktır. Bunlar kendi memleketlerine döndüklerinde viruslarıyla her tarafa hastalık her tarafa sirayet edecektir. Devletler bu konuda şimdiden ciddi tedbirler almaya başlamış durumdalar.
Mezhep kavgası diye bir şey yoktur. Bu tür yalanlara kimse kanmasın ve bu çığırtkanlığı yapanların da ağzının payını hep birlikte yaşasın İslam ve İslam kardeşliği ve kahrolsun mezhepçilik çığırtkanlığı yapıp kin ve nefret ateşi tutuşturanlar diyerek verelim.

Burhaneddin Dağ

Perşembe, 22 Aralık 2016 03:15

Kendi Çalıp Kendi Oynamak

Bismillah

Bazıları vardır kendi uydurduğu kavram üzerinden teoriler geliştirir, aklınca bununla başka teorileri iptal ettiğini sanır ve buna dayanarak saçma sapan görüşler yaymaya başlar. Bu saçmalıklara, yalanlara kendi inandığı gibi kitleleri de bu yönde etkilemeye, sürüklemeye çalışır.

Türkiyeli İslamcı kalem erbabını tanımlamak için bundan daha uygun bir tanımlama bulamadım.

Siyasileri anlamak zor değil. Hatalarının üzerine örtmek için her yolu dener, suçu başkaları üzerine atmak için her türlü yalan ve iftiraya başvururlar. Suriye’de izlenen yanlış stratejinin yenilgisi karşısında politikacıların her gün bir yana savrulmaları, ona buna saldırmaları normal karşılanabilir. Çünkü iktidar düşkünleri bu ülkede iktidarı ele geçirmek ve kaybetmemek için hiç bir Âli Cengiz Oyunundan çekinmezler.

Ama kalem erbabı –sözde- İslamcılara gelince; hemen hemen iktidarla iç içe olmayan, iktidarın nimetlerinden yararlanmayan veya en azından gönüllü olarak iktidarın sözcülüğünü yapmayan yok gibi.

Çoğu İslamcı geçinen yazar-çizer takımı mevcut hükümeti özledikleri İslam Devleti olarak görüyorlar. Bunda haksız da sayılmazlar. Çünkü Osmanlı Devleti de dahil İslam adına ortaya çıkan önceki hükümranlar ve hükümetler birçok açıdan mevcut hükümetten daha farklı değillerdi. Laiklik karşıtı söylemlere bakmayın, öncekiler laiklik kriterlerine şimdikilerden daha uzak değildi. Yani şimdikilerden daha az laik değillerdi. Meşruiyet –veya meşruiyetsizlik- açısından birbirlerinden pek farkları olmadığı gibi makbuliyet açısından mevcut hükümet öncekilerden daha makbuldür, denilebilir. En azından halkın oyuyla-oylamaların sağlığı görmezden gelinirse- işbaşındadır ve öncekiler ise kılıç zoruyla iktidarı ele geçirmişlerdi, kılıç zoruyla ayakta duruyorlardı.
Böyle bir geçmişe sahip iktidarcı İslamcıların AKP hükümetine sarılmalarını, her yaptığını gözü kapalı onaylamalarını, halkı hükümetin siyasetleri doğrultusunda dolduruşa getirmelerini garipsememek gerekir. Çünkü bu anlayış açısından AKP hükümetinin ülke içi ve dış ilişkilerde her yaptığı karşı çıkılamaz uygulama ve hükümlerdir.
Gel gelelim AKP hükümetini meşru, yasal ve de İslami gören bu zevat Suriye’deki rejimi devrilmesi gereken görüyorlar(!). Niçin? Hangi kritere göre? Yapısal olarak ne farkı var bu iki rejimin birbirinden ? Seçimse ikisi de seçilmiş hükümetler. Laiklikse ikisi de laik. İslami değerlere yakınlıksa Suriye’deki dini özgürlükler Türkiye’dekinden kat kat daha fazladır. Suriye’de en azından dini kurumlar devletin hizmetinde olmayıp özerk bir durumdadır. Din eğitimi ve din adamlarının durumu hakeza.

Nusayriler/Aleviler hükümeti olarak nitelediğiniz Baas Rejiminin hakim olduğu Suriye’de Sünnilerin sahip oldukları özgürlüklerin onda biri bile Türkiyedeki Alevilere tanınmamaktadır. Suriye’de milletvekilleri, ordu komutanları, bakanlıklar, üst düzey devlet makamlarından tutun devlet memurlarının kahir ekseriyeti Sünnilerden oluşmakta iken Türkiye’de tek bir Alevi bakan, vali, genel müdür ve ordu komutanı gösterilebilir mi? Komşuda olunca hak, bizde bunlar gündeme getirilince kışkırtıcılık, mezhepçilik mi oluyor?

Baskı sadece Suriye’de mi var? Baas Rejimini yıkmak için ele ele verdiğiniz, kurduğu İslam ordusuna katıldığınız Suudi Hanedanlığı ve Katar gibi mahalle devletlerinde halk daha mı özgür? Peki nasıl oluyor da bu ilkel/mürteci rejimlerle dayanışma içerisindeyken Suriye’de göstermelik de olsa seçimle işbaşında bulunan bir rejimi devirmek istiyorsunuz? Demek ki konu özgürlük değilmiş. Yalan söylüyorsunuz.

Diyorlar ki; Suriye’de Baas rejimi baskıcıdır, iktidarı paylaşmamaktadır. Bu rejimi seçimlerle devirmek mümkün olmadığına göre halkın kışkırtılması, eğitilip-silahlandırılıp bu ülkeye salıverilmesi ve ülkede iç savaş çıkartılması meşrudur. Buna karşı çıkan Baas Rejimi ve onu destekleyenler zalimdir, İslam düşmanıdır. Bunlara göre Suriye hükümeti şehirlerini savunmamalı, dost ve müttefik ülkelerden ve halklardan yardım istememelidir. Terör çetelerine karşı vatanını savunmak zalimliktir.

Dost bir ülke bu rejime yardım ediyorsa mutlaka mezhepçidir(!), Sünnilik düşmanıdır(!). Niçin mi? Çünkü bizim desteklediğimiz silahlı muhalifler Sünni olduğuna göre bunlara karşı çıkan olsa olsa Şii olur, Alevi olur! Yoksa niçin teröristlerin temizlenmesine yardım etsin ki? Hem tarihte bunun örnekleri de var. Kendi hata ve yenilgilerimizin üzerini örtmek, iktidar mücadelesi aracı olarak kullanmak ve halkı İran konslosluğu önünde toplamak için “Osmanlı-Safevi” genlerini tahrik etmek fazlasıyla yeterlidir.

Bu anlayışa göre; ABD, İsrail, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi müstekbir/emperyalist güçler sünni dostudur. Çünkü bu çetelere her türlü askeri, mali ve lojistik desteği sağlamakta, uluslararası siyonist medyayı bunların hizmetine sunmuş bulunmaktalar. Başka konularda anlaşamasak bile İran ve Şii milisler konusunda nasıl olsa hem fikiriz.
Rusya mı? Rusya konusunda biraz dur. Çünkü her akşam Putin ile görüşüyoruz. Aslında İran ve şii milisleri olmazsa Suriye meselesini Putin ile çözüme kavuşturacağız(!). Baksana Rusya teröristlerin Halep’ten çıkması için yeşil otobüsleri göndermekte, ama Şii milisler Suriye ordusunu bile hiçe sayarak(!) Sünnilere olan düşmanlıklarından dolayı engel çıkarmaktalar(!)

Hatta o kadar savaşa ve katliama susamışlar ki çocuk, kadın ve yaralıların tahliye edilmesi için Şii kasabaları Fua ve Keferya’ya gönderilen yeşil otobüsleri bile yine bu Şii milisler yakmakta(!)

Bu kadar yalan, iftira, karalama, akıl tutulması karşısında ne denilebilir?

Gel gör ki, yandaş medyanın kalemşörleri – neredeyse- tek merkezden verilen direktif doğrultusunda sabahtan akşama İran’a ve Şiilere acımasızca veryansın edip durmaktalar. Bunlar içerisinde öyleleri var ki kendilerini İran uzmanı görmekte, öyleleri var ki kendini fetva makamında görmekte ve…

Bu vicdan yoksunlarının çoğunu kaale almak bile vakit kaybıdır. Sırf örnek olsun diye AKP hükümetinin fetva makamında oturan Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın “İran! Yapma, yazık oluyor…” başlıklı son yazısından bazı bölümleri aktaralım:

“İran’a gelince:

Daha öncekileri bir yana bırakalım, yakın zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn’de yaptıkları içimizi acıtıyor, muhabbet ve ümitlerin gittikçe azalmasına, hatta Allah korusun düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor. Hele şu Suriye’de yaptıklarını aklın, vicdanın, imanın kabul etmesi mümkün değil. Israrla mezhep saikından söz ediliyor, ben de diyorum ki, Nusayrî Esed yönetiminin Şîîlik ile ne alakası var ki, onun yanında yer alıyor ve Sünnîlleri öldürüyorlar. Sünnîler, mezhep olarak Şî’aya, Nusayrîlerden daha mı uzaktalar !?
Şu halde İran’ın davranış saikleri arasında mezhepçilikten (evet bu da var ama) daha başka unsurların bulunduğu anlaşılıyor.”

Sayın Hayrettin Karaman, İran’ın son zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn’de yaptığı hangi eylemler içinizi acıtmakta ve düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor?

Irak’ta Şiisiyle Sünnisiyle bütün kesimleri vahdete çağırması, referandum ve seçimler yapılmasını teşvik ederek Irak’ın bir Amerikan velayeti olmasını önlemesi mi? Amerikan işgalini sona erdirmek için çaba göstermesi mi? Yoksa tarihin en vahşi terör çeteleri IŞİD’e karşı Irak halkı arasından gönüllü gençleri eğitip donatması mı canınızı acıtmaktadır?

Ehli Sünnetin genel görüşüne ve sanırım sizin de fetvanıza göre İslam beldelerinde egemen bir hükümrana karşı ayaklanmak haram iken, dış güçlerin kışkırtması ve desteğiyle Suriye’yi iç savaşa sürükleyen silahlı muhaliflere karşı duran Suriye hükümetine yardım etmek niçin canınızı acıtıyor? Kaldı ki Suriye hükümeti ile İran arasındaki ittifak yeni de değil. 1979 yılından beri iki ülke arasında başta savunma ve İsrail karşıtı hareketleri desteklemek olmak üzere işbirliği devam etmektedir. Müstekbir güçlerin Saddam Hüseyin Irak’ını desteklediği sekiz yıllık savaşta İran’ı destekleyen nadir ve denilebilir ki tek ülke Suriye’yi zor anında terör çetelerine mi teslim etseydi?
Sayın Karaman, NATO ülkesi olan ülkemizin PKK terörü başta olmak üzere zor şartlarda bu askeri paktan yardım istemesi ve NATO’nun yardıma icabet etmesi sizce yanlış mıdır? NATO acaba Türkiye Sünni olduğu için mi yardım edecektir?

Peki kendimize uygun gördüğümüzü komşumuz için niçin yanlış görüyorsunuz?

İsrail karşısında direnen Lübnan’ı desteklemesi İran’ın takdir edilmesi gereken eylemlerinden olup bunun sizing gibi bir alim müslümanı rahatsız etmesini düşünmek bile istemiyoruz.

Bahreyn konusuna gelince; İran’ın hangi eylemi olmuştur Bahreyn’de? Tek bir örnek verebilir misiniz? En ilkel medeni haklardan olan oy hakkının bile çok görüldüğü bir ülkede haklarını almak için barışçı yürüyüşler düzenleyen bir halkı sözle desteklemek niçin canınızı acıtıyor? Çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Bahreyn’de İngilizler tarafından işbaşına getirilen ve hala İngilizlerin desteği ile ayakta duran bir hanedanlığa karşı çoğunluğun taleplerine destek vermek size niçin rahatsız ediyor? Bu hanedan Sünni olduğu için mi?

Yemen’in iç işlerine karışan, bu ülkeyi bir dalanı olarak gören İran mı? İki yıla yakın bir süreden beri savunmasız halka karşı tarihin belki de en acımasız hava bombardımanlarından birini sürdüren, bu fakir ülkenin zaten zayıf olan alt yapısını tahrip, yüzbinlerce insanı evinden barkından eden, onbinlerce masum insanı katleden İran mı? Şiiler mi?
Evet savunmasız Yemen halkına müstekbir güçlerce karadan ve denizden abluka altına alınmasına rağmen yardım ulaştırabilmişse İran’a teşekkür etmek gerekirken niçin canınız acıyor Sayın Karaman?

Sizin canınızı acıtan bu hususların tamamında İran’ın karşısında başta ABD ve İsrail olmak üzere müstekbir güçler vardır, Sünniler değil. İran hiç bir yerde mezhebi saikleri öne çıkarmamıştır. İran’ın yanında olanların önemli bir kısmının Şiiler olduğu inkar edilemez ama Suriye’de kahir ekseriyetini Sünnilerin oluşturduğu Suriye ordusuyla birlikte, müstekbir güçlerle onların uzantılarına karşı omuz omuza savaşmaktadır.

Bütün bu açıklamalar ışığında İslamcı kalemşörler için denilebilecek tek söz varsa o da “ kendi çalıp kendi oynamak” atasözüdür. Kendi uydurduklarına kendileri inanmakta ve bu yüzden de hakkı görmekte zorlanmaktadırlar.

Sayın Karaman, Sn.Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012 Nisan’ında Meşhed şehrinde İmam Hamanei ile yaptığı görüşmede bugünkü acı durumla karşılaşılmaması için iki ülkenin başka güçleri işin içine karıştırmadan Suriye meselesini çözebilecekleri anlatılmış, işbirliği teklif edilmiş ve bu mantıklı çözüm yolu karşısında İran’dan süre bile istenmişti. Ama heyet ülkeye döndükten bir hafta sonra verilen söz unutulmuş ve Suriye meselesinin ABD, Fransa ve Körfezdeki petro dolar şımarığı diktatörlerle çözülmesi tercih edilmiştir. Cüretiniz varsa bu hususun doğru olup olmadığını sıkça görüştüğünüz söylenen Sn Cumhurbaşkanına sorabilirsiniz.

Umut edilir, bu ümmetin vicdanı kararmamış alimleri ve kalem erbabı gerçekleri idrakte ve muhakemede gerekli duyarlılığı gösterir ve kadıya tek taraflı gitmezler.

Ziya Türkyılmaz

 İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri, ‘Güvenlik Konseyi’nin dünkü kararı, terörizmi destekleyen ülkelerin askeri ve istihbarat mensuplarını gözlemci kuvvetler adı altında Halep’e sokmak içindir’ dedi.

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani gazetecilere verdiği röportajda, Halep’in kurtarılmasından sonra Suriye’deki son güvenlik, askeri ve siyasi gelişmeler hakkında açıklamalarda bulundu ve habercilerin sorularını yanıtladı.

Ali Şemhani, ‘biz bazı bölge ülkeleriyle terörizmle mücadele konusunda ortak ve kapsamlı bir çalışma içerisindeyiz’ diyerek şu açıklamalarda bulundu: ‘Yapılacak iş birlikleri konusundaki bazı problemleri aşma doğrultusunda istişarelere ve görüşmelere ihtiyaç olan diplomatik bir çalışma gerçekleştiriyoruz.

Putin’in Tahran’a yaptığı son ziyarette bu çerçevede gerçekleşti. Bizim Rusya ile Suriye’de ortak bir karargahımız bulunmaktadır ve İran orada Rusya’ya yardım etmekte ve Suriye Ordusu ve Direniş kuvvetlerine danışmanlık yapmaktadır. Irak, Suriye, İran ve Rusya eksenleri olmak üzere, terörizmle askeri olarak mücadele planı doğrultusunda ortak bir çalışma içerisindeyiz ve İran’ın hava sahasının kullanılması ve uçakların İran’dan uçması gibi olaylar da bu anlaşma doğrultusunda gerçekleşmektedir.’

Halep’in terörist grupların elinden kurtarılmasını Suriye Ordusu ve Direniş Cephesi için büyük bir başarı olarak değerlendiren Şemhani, terörizmi destekleyenlerin geçtiğimiz aylarda Suriye Ordusunu yenilgiye uğratmak için yoğun çaba gösterdiğine değinerek şunları söyledi: ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2328 kararının dün gece onaylanması, önceki yıkıcı faaliyetlerin devamı ve terörizmi destekleyen ülkelerin askeri ve istihbarat mensuplarını gözlemci kuvvetler adı altında Halep’e sokmak içindir.

Bu kararda Suriye’nin yasal hükümeti için hiçbir rol göze çarpmıyor ve Suriye’de teröristlerin kuşatması altındaki halka yardım ulaştırılması konusuna öncelik verilmesi gerekirken, sadece silahlı kişilerin Halep’ten nasıl çıkarılacağı konusuna önem verilmiştir.

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri, batının ve müttefiklerinin, tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde insanlık dışı cinayetler işleyen ve herkes tarafından bilinen bu teröristlere şaşırtıcı bir şekilde destek verdiğine değinerek şu ifadelerde bulundu: ‘Batının ve bazı bölge ülkelerinin bu kabul edilemez davranışı, terörizmi bir araç olarak kullanma yaklaşımının stratejik boyutta siyasi hedefler için olduğunu ve bölge halkının gelecek yıllarda da bu politikanın insani ve ekonomik bedellerini ödeyeceğini gösteriyor.’

Ali Şemhani, Rusya ve İran’ın terörizmle mücadele ve Suriye’nin yasal hükümetini destekleme konusunda iş birliğinin devam edeceğini belirtti ve şunları söyledi: ‘Rusya terörizmle savaşta bizim müttefikimizdir ve bu arenada siyasi ve askeri alanlarda önemli bir rol oynamıştır.

Düşmanların bu iş birliğini yok etmek için yoğun bir şekilde çaba sarf etmesine rağmen, iki ülke liderlerinin ilişkileriyle, iki ülke arasındaki ilişkiler en üst seviyededir ve yapılan harcamaların yanı sıra iki ülke için de fırsatlar ve şartlar oluşmuştur.’

Ali Şemhani, Halep’in kurtarılmasından sonra Türkiye’de yapılan protestolara ve aynı zamanda Rusya’nın Ankara’daki Büyükelçisinin bir polis memuru tarafından suikasta uğraması hakkında sorulan bir soru üzerine şu açıklamalarda bulundu: ‘Mevcut krizleri yönetebilmek için bölge ülkeleriyle ortak bir çalışma ve iş birliği içerisinde olmak İran İslam Cumhuriyeti’nin sabit politikasıdır ama bazı ülkelerin açık ve gizli politikalarında iyi niyet ortamını ve iş birliğini fazlasıyla kısıtlayacak bir şekilde ciddi belirsizlikler bulunmakta ve davranışlarında ve sözlerinde çelişkiler yaşanmaktadır.

Tabi biz defalarca nerede olursa olsun her türlü şiddet ve terör eylemlerini kınadığımızı ve kınayacağımızı söyledik ve bölge ülkelerine ve hükümetlerine bu eylemlerle mücadele noktasında kararlı olmalarını tavsiye ediyoruz.’

Ali Şemhani İran’ın, Rusya’nın ve Türkiye’nin siyasi ve savunma yetkilerinin bugün Moskova’da gerçekleştireceği oturumun amaçları ile ilgili olarak şunları söyledi: ‘Suriye Hükümetini terörle mücadelede destekleyen İran ve Rusya arasında sürekli olarak gerçekleşen bağlantı ve istişareler yeni bir konu değildir.’

Türkiye’nin bu oturuma katılması, Türkiye tarafından Suriye topraklarının işgal edilmesini sonlandırabilir ve Türkiye’nin Suriye’deki silahlı muhalifleri destekleme konusunu yeniden gözden geçirmesinde etkili olabilir. Biz bazı bölge ülkelerine Halep’te şu an elde edilen sonucun daha ilk gün de elde edilebileceğini söyledik ve bugün ortaya çıkan şey, Suriye’de askeri bir çözüm yolunun başarılı olamayacağı ve sorunların siyasi olarak halledilmesi gerektiğidir.

Suriye Ordusu, halkı ve Direniş Kuvvetleriyle birlikte teröristler karşında toprak bütünlüklerini savunmuşlardır. Her ne kadar Suriye’deki krizin asıl aktörleri ile görüş alışverişinde ve istişarelerde bulunmak çatışmaların azalması konusunda etkili olsa da bu tip oturumlar bazı ülkeler tarafından operasyonları geciktirmek ve geçmiş politikalarını devam ettirmek adına kaybettikleri güçleri yeniden kazanmak için bir araç olmamalıdır.’

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, Suriye’nin ulusal egemenliğini ihlal etmek ve bu ülkeyi bölmek için ortam hazırlamak için yapılan bazı çabalardan endişe duyduğunu belirterek şu ifadelerde bulundu: ‘Dünya, Suriye’de 6 yıl süren savaşın ardından siyasi çözümün askeri çözüme üstünlüğünü ve etkisini anladığı gibi, siyasi bir çözüme ulaşmak için asıl anlaşma ve müzakere tarafının Suriye’nin yasal hükümeti olduğunu ve hiçbir tarafın Suriye Hükümeti ve halkı adına bu ülkenin geleceği hakkında karar alamayacağını da anlayacaktır.’

Ali Şemhani konuşmasının sonunda şunları söyledi: ‘Biz teröristlerin ve destekçilerinin Halep yenilgisinden ders aldıklarını ve Şam ile müzakerede bulunma yolunu seçeceklerini umut ediyoruz. Çünkü siyasi komploların devam etmesi ve savaşa devam etmek için askeri güçlerin yenilenmesinin, insani kayıpların devam etmesiden ve Suriye’nin alt yapısının daha fazla yok olmasından başka bir sonucu olmayacaktır.