
کارگر
İran’dan İngiltere’ye uyarı
İngiltere Büyükelçisi’nin Tahran’da bulunmadığı nedeniyle bu ülkenin maslahatgüzarı Dışişleri Bakanlığına çağrılıp uyarıldı.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, “İngiliz yetkililerin, İran’ın Suriye krizindeki rolüne ilişkin mantıksız açıklamaları doğrultusunda, İngiltere Büyükelçisi’nin Tahran’da bulunmadığı nedeniyle Batı Avrupa Genel Müdürlüğü bu ülkenin maslahatgüzarını Dışişleri Bakanlığına çağrıp üst düzey yetkililerinin gerçek dışı açıklamalarıyla ilgili İran’ın itirazını bildirerek, bunların Suriye'deki insani durum ve uluslararası barış ve istikrara yönelik yıkıcı etkiye sahip olduğu konusunda uyarıda bulundu” dedi.
Kasımi ayrıca bunları da sözlerine ekledi: Bu görüşmede ülkemizin Dışişleri Bakanlığı yetkilisi İran’ın Suriye’de barış ve istikrarın kurulması ve Suriyelilere insani yardımların ulaşılması yönde uyguladığı politikalarına işaret ederek, İngiltere Hükümeti’nin teröristlere verdiği desteğin derhal durdurulması gerektiğinin altını çizdi.
Burucerdi:İngiltere, İran-Arap ülkeleri lişkilerini zedelemeye çalışıyor
İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı Burucerdi, İngilizlerin İran ve Arap ülkleri arasındaki ilişkileri zedelemeye çalıştıklarını belirtti.İran İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerdi, İngiltere Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’nın ileri sürdükleri İran karşıtı son iddialar ve söylemlere yönelik değerlendirmelerde bulundu.
Burucerdi, İngiltere yönteiminin İran’a karşı uyguladığı politikaya işaret ederek, “İngilizler, ülkemizde İslam İnkılabı’nın zaferinden itibaren İran ve komşu ülkeleri ve özellikle de Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri zedelemeye çalışmıştır” dedi.
“Onlar amaçlarına ulaşabilmek için bölgedeki askeri üslere yerleşme ve silah satışlarını arttırma yöntemini uygulamıştır. Maalesef İngilizler bu yöntemle Bahreyn’de bir askeri üsse yerleşebildiler” diyen İranlı yetkili, İngilizlerin böyle etkileyici propaganda sayesinde hem milyarlarca dolar silah sattığını hem de Arap ülkelerinin yaşadığı zaafiyeti kendi lehine kullandıklarını dile getirdi.
İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı, “Kanaatimce bu tür girişimler bölgenin huzur ve istikrarına herhangi bir fayda sağlamayacaktır ve Arap ülkelerinin egemenliklerine dahi aykırıdır. Zira ki, Araplar kendi ülkelerine ait askeri üssü yabancılara verdikleri zaman askeri üssün gerçek sahibi de yabancılar olacaktır” açıklamasını yaptı.
Son olarak İranlı yetkili, “Arap ülkeleri şunu bilmelidir ki, İran’ın izlediği dış politika bölgedeki ülkelerle huzur ve barış içinde yaşamaktır. Bu nedenle Amerika ve İngilizlerin hile ve entrikalarına uymamaları gerekir” şeklinde konuştu.
Tahran, 30. Uluslararası Vahdet Konferansına Ev Sahipliği Yapıyor
30. Uluslararası Tahran Vahdet konferansı "Vahdet ve Tekfiri Akımlara karşı Mücadele Zarureti" başlığı altında düzenlenmektedir. Bu konferansı İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Genel Kurul Üyelerinin yanı sıra dünyanın en az 50 ülkesinden din alimi ve fikir adamı katılmaktadır.
Müslümanların içerisinde tefrika çıkarılmasında Tekfiri akımların rolü, ayrıca, tekfiri örgütler vasıtasıyla İslam dünyasının parçalanmasında sömürgecilerin rolü, Filistin meselesinin canlı tutulması önünde tekfiri tehlike, Filistin'in kurtarılması yönünde İslam ümmetinin seferber edilmesi önünde tekfiri engel ve Siyonist düşmanın tekfiri akımları kötü amaçlı kullanması 30. Tahran Uluslararası Vahdet Konferansının ana başlıklarını oluşturuyor.
İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Kurumu Başkanı Ayetullah Muhsin Eraki, geçtiğimiz salı günü katıldığı bir basın toplantısında, Uluslararası Vahdet konferansının Tahran'da düzenlenmesinin, düşmanlar karşısında İslam dünyasının birlik ve dayanışmasına bir örnek olduğunu bildirdi.
Ehli Sünnet yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed (saav)in veladetini Rebiul Evvel'in 12’sinde kabul ederken Şiiler 17 Rebiul evvel olarak kabul etmekteler ve İran İslam Cumhuriyetinin kurucusu rahmetli İmam Humeyni bu iki günü birleştirici haftaya vahdet haftası ismini vermiş ve o tarihten itibaren her yıl muhtelif etkinliklerle bu gün kutlanmaktadır.
Ruhani: Hem Şii hilali, hem Sünni üçgeni yersiz ve yanlış bir sözdür/İran İslam vahdetini kurmaya çalışıyor ya diğerleri... niye
30. Uluslararası İslamî Vahdet Konferansı Cumhurbaşkanı Ruhani’nin konuşması ile çalışmalarına başladı.
Ruhani konuşmasında İslam düşmanlarının bazı müslümanları sapkın düşüncelere çekmelerini büyük facia niteledi.
Batılı zorbaların Irak, Suriye, Yemen, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerde insanlara kalkınma yerine yıkım getirdiklerini belirten Ruhani, bu durumdan Batılı güçler ve sömürücüler birinci derecede ve teröristlere para ve silah desteği sağlayan bazı bölge ülkeleri ikinci derecede sorumlu olduklarını kaydetti.
Ruhani ayrıca hem Şii hilali ve hem Sünni üçgeni gibi tabirlerin yersiz ve yanlış olduğunu belirterek, Sünni ve Şii birbirinin kardeşi olduğunu, gençlerin uyandırıp vahdet tohumları ekmek gerektiğini vurguladı.
İnkılap Rehberi: İslam dünyasının en önemli meselesi Filistin’dir
İnkılap Rehberi Imam Hamanei, “Ortak ve kapsamlı bir şekilde Siyonistlere karşı mücadele şartıyla gelecek 25 sene içerisinde Siyonist rejim diye bir şey kalmayacaktır” dedi.
İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, bugün öğlen saatlerinde Filistin İslami Cihat Hareketi Genel Sekreteri Ramazan Abdullah ve beraberindeki heyeti kabul etti.
Bölgedeki sorunların büyük şeytan ve mustekbir Amerika’dan kaynaklandığını belirten Imam Hamanei, küçük şeytanların da bölgede kriz çıkarmak için müdahalelerde bulunduğuna daikkat çekerek, “Onların bütün hedefi dünya kamuoyunda Filistin meselesinin devre dışı bırakılıp unutulmasıdır” dedi.
İnkılap Rehberi, “İran İslam Cumhuriyeti, bölgedeki bazı sorunların üzerine yoğunlaştığına rağmen yine de her zaman Filistin’in İslam dünyasının en önemli meselesi olduğunu apaçık şekilde ilan edip bu bağlamdaki görevlerini de yerine getirmektedir” beyanında bulundu.
Dünya kamuoyunda Filistin meselesinin unutulmaması için “Filistinli gruplar, düşünürler ve Arap yazarlar”ın görevlerine işaret eden Imam Hamanei, İslam dünyasında Filistin konusuna ilişkin diyalog ve düşünce ortamı oluşturmak için oldukça çaba sarfedilmesi gerektiğine vurgu yaptı.
Amerika ve bölgedeki yandaşlarının farklı olaylara yol açmakla mezhep konusunu mevcut krizlerle ilişkilendirmeye çalıştıklarını kaydeden İslam İnkılabı Rehberi, “Bu propagandaların aksine Halep ve Musul’un Sünni halkı, cinayetkar tekfirciler tarafından katliam ediliyor. Dolayısıyla da söz konusu krizlerin Şii ve Sünni ile hiçbir ilgisi yoktur” değerlendirmesinde bulundu.
İnkılap Rehberi, “Bölgenin en önemli konularından biri DEAŞ, Nusra Cephesi ve diğer terör örgütlerine karşı kapsamlı mücadele gerekliliğidir. Zira ki başka taktirde tekficilerin sürekli krizlere yol açmaları nedeniyle Filistin meselesi gündemden çıkabilir” ifadelerini kullandı.
Tekfircilerin Filistin’e nüfuz etmesine karşı mücadele edilmesi gerektiğini vurgulayan İslam İnkılabı Rehberi, “Bu grupların amacı fitne çıkarmaktır. Onlara uyanıklı bir şekilde ciddiyetle karşı çıkılmalıdır” dedi.
Filisin’in genç bir nüfusa sahip olduğuna da dikkat çeken İnkılap Rehberi Imam Hamanei, Batı Şeria’nın önemine de işaret ederek, “Bundan önce de söylediğimiz gibi Filistin halkı başta olmak üzere bütün müslümanların ortak ve kapsamlı bir şekilde Siyonistlere karşı mücadele etmesi şartıyla gelecek 25 sene içerisinde Siyonist rejim diye bir şey kalmayacaktır” şeklinde konuştu.
ABD’nin İran karşıtı “ISA” tasarısı yasaya dönüştü
Barack Obama, İran’a karşı yaptırımların uzatılmasını öngören tasarıyı imzalamayarak, bu tasarının yasaya dönüştürülmesine yol açtı.
Beyaz Saray’da son günlerini geçirmekte olan ABD Başkanı Barack Obama, “ISA” olarak tanınan İran’a karşı yaptırımların uzatılmasını öngören tasarıyı imzalamayarak, bu tasarının yasaya dönüştürülmesinin yolunu açtı.
Böylece ABD başkanı, bu tasarıyı imzalamadan onun yasallaşmasına neden oldu.
Beyaz Saray Sözcüsü Josh Earnest de konuya ilişkin yaptığı açıklamada, "Obama nükleer anlaşma kapsamında İran’a karşı tüm yaptırımların azaltılması için yeterli güce sahiptir" iddialarını ileri sürdü.
ABD Anayasası’na göre ABD Başkanı, Senato’nun tasarılarını imzalamak veya veto etmek için 10 günlük bir zamana sahiptir, fakat bu süre içinde önerilen tasarıyı imzalamazsa onun yasaya dönüşmesine neden oluyor.
Ruhani, nükleer anlaşmayla ilgili talimatı verdi
İran Cumhurbaşkanı, nükleer anlaşmanın ABD tarafından ihlali doğrultusunda Dışişleri Bakanı ve Atom Enerjisi Kurumu Başkanı’na iki ayrı mektup gönderdi.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi’ye gönderdiği ayrı ayrı mektuplarda şunlar yer alıyor:
ABD Hükümeti’nin nükleer anlaşmaya ilişkin yükümlülüklerini ihmal etmesi ve son zamanlarda anlaşmanın ihlali olarak sayılan “ISA” yasasının uzatılması doğrultusunda, Yüksek Milli Güvenlik Konseyi ve Nükleer Anlaşma Denetleme Heyeti’nin yönergelerinin uygulanması için Dışişleri Bakanlığı'na bu anlaşmanın ihlaliyle ilgili, gerekli uluslararası ve hukuki takip işlemlerinin sağlanması ciddiyetle emr ediliyor.
Ayrıca İran Atom Enerjisi Kurumu’nun da bu yönde, İran İslam Cumhuriyeti’nin uluslararası yükümlülükleri çerçevesinde barışçıl nükleer programının alttaki görevler kapsamında geliştirilmesine çalışması emr ediliyor:
1. Deniz taşımacılığı alanında kullanmak üzere bilgi ve araştırma merkezlerinin işbirliğiyle ileriye dönük nükleer programının tasarımı ve yapımının planlanması.
2. Bilgi ve araştırma merkezlerinin işbirliğiyle ileriye dönük nükleer programında kullanmak üzere yakıt üretiminin tasarlanıp incelenmesi.
3. Yukarıdaki maddelerin uygulanmasıyla ilgili en fazla üç ay içinde program takviminin Cumhurbaşkanlığı'na iletilmesi.
Halep'in kurtarılması Suriye için büyük bir başarı
İran Milli Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri, Halep’in kurtarılmasını Allah'ın mazlumlara zalimlere karşı galip gelmelerine yönelik verdiği vaatın gerçekleşmesi olarak değerlendirdi.
İran Milli Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şemhani, Halep’in kurtarılışını Suriye Hükümeti, Ordusu ve halkına tebrik ederek, “Suriye halkının teröristler ve onların destekleyicileri karşısında direnip onurlu zafere ulaşması, bir kez daha Allah'ın mazlumlara zalimlere karşı galip gelmelerine yönelik verdiği vaatın her zaman gerçekleşeceğini ortaya koydu” ifadelerinde bulundu.
Şemhani Suriye ordusunun tamamen desteklenen teröristlere karşı yaptığı parlak operasyonlarla bu ülkenin milli şerefini koruduğuna değinerek, İran İslam Cumhuriyeti’nin de bu konuda her zaman belirttiği gibi, savaştaki zaferler hiçbir zaman Suriye Devleti ve silahlı savaşçılar arasındaki barış amaçlı görüşmelerin yerini alamayacağını açıkladı.
İran Milli Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri, yabancı teröristlerin silahlanıp Suriye’ye sokulması ve bu ülkeye yapılan askeri müdahalelerin durdurulmasının Suriye’deki krizlerin azalmasında önemli olduğunu ifade edrek, “Suriye ordusunun El Nusra teröristlerine güvenli şekilde Halep’in batısından çıkmasına izin vermesi, bu kentin daha fazla hasara uğramadan insani kayıplarının da yükselmemesi yönde atılan önemli adımlardan biridir ” dedi.
Şemhani ayrıca, Suriye ordusunun Halep'teki ilerlemeleriyle eş zamanlı DEAŞ’ın Batı’nın onayıyla Palmira'ya saldırısını Batı’nın Suriye’nin terörizme karşı en büyük destekleyicilerinden birisi, Rusya’ya baskı yapmak amacıyla gerçekleştirdiği komple olarak değerlendirdi.
Ruhani, Beşşar Esad'la telefonda görüştü
Ruhani, Halep’in yeniden milletin kucağına geri dönmesini teröristlere karşı büyük bir birlik oluşturan Suriye halkının zaferi olarak değerlendirdi.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, dün akşam Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad’la düzenlediği telefon görüşmesinde, tekfirci teröristlere karşı mücadelede öncülük eden ülkeleri desteklemeyi İran’ın bir görevi olarak gördüklerini bildirdi.
Ruhani, bu zaferi Suriye milletine tebrik ederek, “Halep’teki zafer ve Suriye’nin ikinci büyük şehrinin yeniden milletin kucağına geri dönmesi, teröristlere karşı büyük bir birlik oluşturan Suriye halkının zaferidir. Bugün uluslararası camianın görevi bu mazlum halka yardım etmektir. Biz de İran Kızılayı'ndan bu yönde gerekenleri yapmasını istedik” dedi.
İran Cumhurbaşkanı ayrıca, İranın Halep’e insani ve ilaç yardımlarının gönderilmesine hazır olduğunu duyurarak, şöyle dedi: Suriye’nin mazlum halkıyla ilgilenmenin içinde bulunduğumuz şu durumdaki aciliyeti, tüm insan haklarını savunmayı öne süren ülkeler için büyük bir sınamadır. Suriyeli mağdurlara yardım etmek, Halep’in kurtarılmasının ardından tüm tarafların önceliğini oluşturmalıdır.
Hasan Ruhani, Halep zaferinin Suriye devleti ve halkının terörizme karşı verdiği mücadelede nihai zaferin ortaya çıkışına yol açacağını umut etti.
Suriye Devlet başkanı Başşar Esad da bu telefon görüşmesinde, Halep’teki zaferi tebrik etti ve İran devleti ve milletinin teröristlere karşı Suriye’ye yönelik sarsılmaz desteğini taktir ederek, “İran devleti ve milleti en kötü günlerimizde bizim yanımızdaydı ve biz bunu hiçbir zaman unutmayacağız” diye konuştu
Zarif ve Çavuşoğlu üç kez telefonda görüştü
Halep ve Suriye’deki son gelişmeleri konuşmak üzere Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, dün ve bugün zarif’le telefonda üç kez görüştü.Halep ve Suriye’deki son gelişmelerle ilgili gerçekleşen görüşmelerin devamında, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İranlı mevkidaşı Zarif’le dün yaptığı telefon görüşmesinin ardından bugün de İran Dışişleri Bakanı'nı telefonla arayarak, iki kez görüşüp fikir alışverişi yaptı.
Çavuşoğlu dün de Suriye’deki son durumu değerlendirmek üzere Zarif’le bir telefon görüşmesi gerçekleştirmişti.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ise dün, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve Suriyeli mevkisaşı Velid Muallim’le bu konuda telefonda konuşmuştu.
İran ve Endonezya arasında 4 işbirliği anlaşması imzalandı
İki ülkenin cumhurbaşkanları tarafından 4 işbirliği belgesi imzalanarak, özel sektörler de bu yönde 8 anlaşma imzaladi.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Endonezya Cumhurbaşkanı Juko Vidodo, iki ülke arasında 4 anlaşma imzaladı. Aynı zamanda İran ve Endonezya özel sektörleri arasında da 8 işbirliği belgesi imzalandı.
Cezai konularda iki taraflı hukuk anlaşması, iki ülke arasındaki suçluların iadesi anlaşması, yenilenebilir enerji ve elektrik alanında işbirliği anlaşması ve yatırımı teşvik için işbirliği anlaşması, İran ve Endonezya arasında imzalanan 4 belgenin başlıklarını oluşturmaktadır.
14 Aralık Çarşamba günü gerçekleşen bu görüşmeyle eş zamanlı, ilişkileri geliştirmek üzere iki ülkenin özel sektörleri arasında da 8 işbirliği anlaşması imzalandı.
İran-Endonezya arasındaki ticaret hacmi artacak
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Endonezyalı mevkidaşı Joko Widodo arasında düzenlenen ortak basın toplantısında fikir alışverişinde bulunuldu.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve resmi bir ziyaret kapsamında Tahran’da bulunan Endonezyalı mevkidaşı Joko Widodo arasında bugün ortak bir basın toplantısı düzenlendi.
İki ülke arasında 4 anlaşma belgesi imzalandıktan sonra düzenlenen basın toplantısında Ruhani gazetecilere hitap ederek, “Endonazya, Doğu Asya ve İran ise Batı Asya'nın en önemli İslam ülkelerinden olduğu için kanaatimce bu konu iki ülke arasındaki ilişkilerin büyük önem taşıdığını göstermektedir” dedi.
Ruhani, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in veladet gününü tebrik ederek, “Şüphesiz karşılıklı ilişkilerin iki ülke halkına menfaat sağladığı gibi bölge ve İslam dünyasının huzur ve istikrarına da faydalı olacaktır” ifadesini kullandı.
“Nükleer anlaşma sonrası dönemde kapsamlı imkanların sayesinde iki ülke arasındaki ilişkilerin oldukça arttırılması gerekir” diyen Ruhani, ekonomik ve ticari alanlarda işbirliğin artması için banka transferi, tercihi tarife ve yatırımın etkin rol oynadığını dile getirdi.
İran Cumhurbaşkanı, ülkesinin Endonezya ile petrol, doğalgaz ve petrokimya başta olmak üzere kültürel, bilimsel, nano teknoloji, havacılık ve ilaç alanında işbirliğin geliştirilmesi yönünde hazırlıklı olduğunu kaydetti.
İslam dünyasının son gelişmeleriyle ilgili Ruhani, Endonzyalı tarafla Suriye, Yemen ve Arakan müslümanları hakkında fikir alışverişinde bulunulduğunu söyledi.
Endonezya Cumhurbaşkanı da bu basın toplantısında yaptığı konuşmada, İran halkının misafirperver tavrından dolayı şükranlarını sunarak, bu ziyaret sayesinde iki ülke arasındaki işbirliğinde yeni bir sayfanın açılacağını ifade etti.
İnkılap Rehberi: İslam ülkeleri birbirine destek çıkmalıdır
İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, Endonezya’nın gelişimini, İslam ümmetinin onuru ve gelişimi olarak değerlendirdi.
Endonezya Cumhurbaşkanı Juko Vidodo’yu kabul eden İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, iki ülkenin sahip olduğu yüksek potansiyellere işaret edip ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda işbirliğinin arttırılmasını isteyerek, “İran, yüksek nüfuslu bir İslam ülkesi olan Endonezya’nın gelişimini, İslam ümmetinin onuru ve gelişimi biliyor” ifadelerinde bulundu.
Ayetullah Hamanei, İran’ın Endonezya’ya bakışının kardeşlik ve işbirliğine dayandığını belirterek, bu ülkenin farklı alanlarda iyi gelişmesine dikkati çekti ve şu beyanatta bulundu: İran İslam Cumhuriyeti, farklı ekonomik, maden ve yer altı kaynakları alanında yüksek kapasiteye sahiptir ve İslam ülkelerinin, düşmanların isteğine karşı her türlü anlaşmazsızlık yerine birbirine destek çıkmalıdır diye düşünüyoruz.
İnkılap Rehberi, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin yeterli olmadığını bildirerek, bir program takvimi doğrultusunda bunun 20 milyar dolar gibi yüksek rakamlara çıkartılmasını istedi.
İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, iki ülke arasındaki anlaşmalar ve sözleşmelere dikkati çekerek, “Bunların uygulamaya girilmesi için çalışılmalı, tabi ki bu anlaşmalara karşıt bazı tarafların var olmasına rağmen biz ciddiyet ve güçlü bir azimle onları yenmeliyiz” açıklamalarında bulundu.
İnkılap Rehberi, İran ve Endonezya alimleri arasındaki karşılıklı etkileşimin bereketli olduğunu ve uzun süreli işbirliğinin gerçekleşmesine yol açacağını bildirdi.
Ayetullah Hamanei, Batı Asya bölgesindeki çatışmaların kötü amaçlı yabancı güçler tarafından empoze edildiğini belirtip Endonezya'nın Filistin meselesine ilişkin edindiği tavırları takdir ederek, “Bu krizlerin birçoğu, İslam dünyasının en önemli konusu yani Filistin’i unutturmak için oluşturuldu, ancak bu önemli konunun unutulmasına izin vermemeliyiz” beyanatında bulundu.
İslam İnkılabı Rehberi, Sukarno’nun büyük kişiliği ve onun Bağlantısızlar Hareketinin ortaya çıkışına yol açan Bandung Konferansı’nın oluşumundaki önemli rolünü takdir ederek, şöyle hatırlattı: İran ve Endonezya’nın uluslararası topluluklardaki siyasi duruşu, hala birbirine çok yakındır.
İnkılap Rehberi ayrıca, Endonezya’da gerçekleşen son depreme değinerek bu acı olayda canlarını kaybedenlere rahmetle başsağlığı dileyip yakınlarına Allah'tan sabır ve huzur talep etti.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de katılımıyla gerçekleşen bu görüşmede, Endonezya Cumhurbaşkanı Juko Vidodo da iranı ziyaret etmesinin asıl amacının ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi olduğunu belirterek İslam ülkelerinin birleşmesi suretyle bu ülkelerin büyük ve etkili ekonomik güce dönüşeceğini düşündüklerini açıkladı.
AKP’li Vekilin Akıl Almaz İran Paylaşımına Cevap
AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal 14 Aralık 2016 perşembe günü Twitter adresinden; “Bize İran’ın tarihteki en büyük İslam düşmanı ve Müslüman katili olduğunu tekrar hatırlatan Allah’a hamdolsun. İnşallah aklederiz…” ifadelerini paylaştı.
AKP’li Ünal, İran’ı “tarihin en büyük İslam düşmanı ve Müslüman katili” olarak niteledi. Buna karşın stratejik müttefikleri olarak niteledikleri Amerika, İngiltere, İsrail ve diğer emperyal ülkeler hakkında herhangi bir eleştiride bulunmadı. Tarih boyunca İran’ın Amerika’dan daha fazla cinayet işlediğini hatta Müslümanlar’a yönelik en fazla katliamı gerçekleştiren ülkenin İran olduğunu iddia etti.
AKP’li Ünal’ın “tarihin en büyük Müslüman katili” olarak nitelediği İran’ın tarih boyunca Müslümanlara yönelik işlediği cinayetlere tek bir örnek bile verememesi yahut tek bir kanıt dahi sunamaması ortaya son derece trajikomik bir durum çıkardı.
Amerika’ya tek bir eleştiride bulunmayan, İsrail’in cinayetlerine sessiz kalan, İngiltere’nin teröristlere verdiği sınırsız desteği görmezden gelen, Ortadoğu’nun yıllardır kana bulunmasına zemin hazırlayan Batı’yla anlaşma yapmak için sıraya giren bu zihniyet Emperyalizm ve Siyonizm’in tüm cinayetlerine rağmen İran’ı katil ilan etti.
Söz konusu zihniyete göre; Kızılderilileri soykırımla ortadan kaldıran Amerika, Cezayir’i katleden Fransa, Filistin’e bombalar yağdıran İsrail, tekfirci teröristleri silahlandıran İngiltere ve bütün bunlara çanak tutan Avrupa ülkeleri stratejik müttefikken Suriye devletinin resmi ordusunun Halep şehrini teröristlerin elinden alınmasına askeri danışmanlık yapan İran katildir. Çünkü Suriye’nin seçilmiş meşru cumhurbaşkanına ve resmi ordusuna arka çıkarak ülkenin tekfirci teröristler tarafından yok edilmesine izin vermemiştir. Bu çok büyük bir suçtur ve bu sebepten de İran tarihin en büyük Müslüman katilidir!
Öte yandan; Rasthaber yazarı ve analisti Muntazar Musavi 7 Mart 2016 tarihinde “İran Hiç Küffarla Savaştı Mı?” başlığıyla kaleme aldığı makalesinde İran’a yöneltilen çeşitli suçlamaları tarihi deliller ışığında analiz etmişti.
Muntazar Musavi’nin “İran Hiç Küffarla Savaştı Mı?” yazısını günümüzde İran’a yöneltilen asılsız suçlamalara ışık tutması açısından bir kez daha siz değerli okurlarımızla paylaşıyoruz:
“Allah’ın adıyla
İngiliz emperyalizmi ile Amerikan kapitalizminin gayrimeşru çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan gasıp siyonist İsrail rejimi emperyal Batı medeniyetinin operasyon üssü olarak İslam coğrafyasının kalbinde bir ileri karakolu olarak inşa edilmiştir.
Son çeyrek yüzyıldır Amerika öncülüğündeki “küresel istikbar”, gasıp siyonist İsrail rejiminin yaşamını garantiye almak (en azından uzatmak) ve onun üzerinden Ortadoğu’da ki sulta düzenini devam ettirebilmek için korkunç bir çaba ortaya koyuyor. Bunun için BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla Atlas Okyanusu’ndan Hint Yarımadası’na İslam coğrafyasını sınır ve rejim olarak yeniden dizayn etmek için askeri, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve dinsel alanlarda modern zamanların Haçlı seferi olarak adlandırılabilecek topyekûn bir taarruz yürütüyor.
Küresel istikbar, yeni bir Ortadoğu yaratmak istiyor: “Savaş, terörizm, taassup, bağnazlık, etnik ve mezhepsel iç çatışmalarla dolu bir Ortadoğu! Kan ve gözyaşının hükümran olacağı bir Ortadoğu! Direniş, diriliş, vahdet, ümmet, adalet, hürriyet, eşitlik terimlerinin olmadığı bir Ortadoğu!” Zira Batı açısından ebedi sömürü ve tasallutun yegane yolu bu.!
Ortadoğu coğrafyasını mutlak bir sömürge toprağına Müslüman halkları ise modern kölelere dönüştürmenin peşinde olan küresel istikbar, itiraf etmeliyiz ki pek çok açıdan güçlü. Ancak elindeki en önemli güç ne teknik ne teknolojik. Küresel istikbarın en önemli silahı: “Mezhepçilik ve tekfircilik!”
Batı’ya hayran veya onlar karşısında kompleksli, yönlendirilmiş; mezhepçilik, kavmiyetçilik ve tekfircilik virüsü bulaştırılmış, satılmış, yamanmış sözde aydın, entelektüel, siyasi, din ve kanaat önderleri bilerek/bilmeyerek bu projeye hizmet ediyorlar.
Bu güruha son yıllarda İslam İnkılabı’nı yermek, yaftalamak, suçlamak, esas konum ve manasını bozarak etkisizleştirmek ya en önemli görev olarak tevdi edildi ya da kendileri göze girmek için vaziyetten görev edindiler. Akla hayale gelmez iddiaları gündeme taşıyor zihinleri bulandırıyorlar. Hakikatleri tersyüz ediyorlar. Gerçeklerin üzerini örtmekten çekinmiyorlar. Ve maalesef yalan söylerken yüzleri kızarmıyor..
Bu minvalden dillerine pelesenk ettikleri iddialardan biri: “İran hiçbir zaman küfürle savaşmadı. İslam dünyasını ve özellikle Türkleri her zaman arkadan hançerledi. Her zaman İslam ve Müslümanlardan intikam peşinde oldu!” tezi.
Acaba yenilir yutulur cinsten olmayan bu iddialar doğru mu? Eğer doğru ise besbelli ki İran’a yaklaşımımızda bu bilgilerin bir belirleyiciliği olmalı.
Peki, ya tümüyle yanlışsa? İşte o zaman aklıselim sahiplerinin sorması gereken bir soru var: “Acaba küresel ve yerel bazı mihraklar Ortadoğu’ya tasallut edebilmek için bizi kavmiyetçilik, mezhepçilik batağına düşürmek için manipüle mi ediyor?
Konuyu incelemeye şu soru ile başlamalıyız: “Tarihte İran derken kimi kastediyoruz?” Bu soru doğru cevaplanamazsa konunun kalan bölümünü de asla doğru tahlil edemeyiz.
Bilindiği üzere İran, İkinci halife Hz. Ömer zamanında Köprü, Kadisiye ve Nihavend Savaşları ile İslam topraklarına katıldı ve İslamlaşmaya başladı. Ardından Hz. Osman ve Hz. Ali idaresinde kaldı.
Halifeler döneminin ardından Emeviler ve Abbasiler sırasıyla İran’a hükmettiler. Bilindiği üzere bu iki devlette “Arap Devleti”dir.
Ve yaklaşık dokuz yüzlü yıllardan başlayarak bin dokuz yüz yirmi beş yılına kadar bin yıldan fazla İran’a Türkler hükmettiler. Sırasıyla her biri öz be öz Türk olan Gazneliler, Büyük Selçuklular, Harzemşahlar, Timur Devleti, Safeviler, Afşarlar ve Kaçarlar İran yönetimine hakim oldular..
Fars kökenli Pehlevi Hanedanı ancak bin dokuz yüz yirmi beş yılında iktidarı elde edebildi. Bu hanedan da ancak elli küsur yıl hükmedebildi. Zira bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında İmam Humeyni öncülüğünde ağırlıklı olarak Türk, Fars ve Kürtlerden oluşan İran Milleti yönetime el koyarak İslam Devrimi’ni gerçekleştirdi.
Bu bilgiler ışığında şimdi bazı tespit ve çıkarımlar yapabiliriz.
1- Görüldüğü üzere İslam topraklarına katılışından yirminci yüzyılın ilk çeyreği sonuna kadar İran’ı Araplar ve esas olarak Türkler yönetmişlerdir.
Şimdi siz “tarihte İran” derken kimi kastediyorsunuz? Emevileri mi Abbasileri mi? Yoksa Gaznelileri mi Selçukluları mı? Safevi Türklerini mi ya da Afşar Türklerini mi? Kimi kastediyorsunuz?
2- “Tarihte İran” hiç küffarla savaşmadı derken Arap devletlerini i suçluyorsunuz Türk devletlerini mi?
3- “Tarihte İran hiç küffarla savaşmadı” diyenler, bu bilgi size çok ağır gelecek ama o zamanlar “Şamanizm, Maniheizm” gibi inançlara sahip Türklerin İran eliyle İslamlaşmaya başladığını (Talas Savaşı) duymuş muydunuz?
4- “Tarihte İran hiç küffarla savaşmadı” diyenler, Hint Yarımadası’na İslam’ın İran (Gazne Devleti) eliyle gittiğini ve yine Anadolu’nun kapılarının İslam’a ve Türklere İran eliyle (Malazgirt Savaşı – Büyük Selçuklu) açıldığını bilmeyecek kadar cahil misiniz?
5- Timur’un Çin Seferi’ni, Afşarların Fars Körfezi ve Hint Okyanusu’nda Portekizlilerle amansız savaşını ve Kaçarların Rus ve İngiltere ile yaptığı savaşları bilmiyor olmak cehaletin, bilip gizliyor olmak ise taassubun nişanesidir.
Bu tespit ve çıkarımların ardından “İran bizi hep arkadan hançerledi” sözünün de ne kadar boş ve tarihi gerçeklerden uzak bir düşman uydurması olduğu açığa çıkmış oluyor. Zira “biz” diyenler kinaye ile “Türkler”i kastediyorlar. Oysa İran’ı bin yıldan uzun bir süre yönetenler zaten Türklerdi.
Mesela Anadolu’yu işgal eden Timur, öz be öz bir Türk ve mezhebi olarak ta Sünni idi. Görüldüğü üzere Timur’un işgali ne etnik ne de mezhebi bir temele oturmamaktadır. Yine Safevi-Osmanlı çekişmesi bir İran-Türkiye mücadelesi değildir. Zira Safevilerin Türklük noktasında ki saflığı Osmanlıdan çok daha ileridir.
Makalemizin son bölümünde yine kamuoyunun neredeyse her gün maruz kaldığı ilginç bir manipülasyona daha açıklık getirmek istiyorum. Türk medyasında yazan ya da konuşan “İran uzmanı(!)” şahsiyetlerin neredeyse tümü her nedense İran’ı tanımlarken “Persler, Pers Kültürü, ateşperestler, Mecusiler, Sasaniler, Pers yayılmacılığı” gibi ipe sapa gelmez tabir ve tanımlamalarla tarihin evveline doğru atıf yapıyorlar. Ben bu noktada bu yazar ve konuşmacı güruhuna sormak istiyorum.
1- Niçin, mesela Suud için “Cahiliyye Arapları”, Mısır için “güneşperest/firavunperest Kıptiler” ve Türkler için “Şaman Hunlar” tabirlerini kullanmıyorsunuz da sadece İslam İnkılabı söz konusu olduğunda tanımlamak için iki bin beş yüz sene öncesine gidiyorsunuz?
2- Mademki ülkeleri en tarihi geçmişleri ile tanımlamak istiyorsunuz; o zaman niçin İsrail için “lanetlenmiş İsrailoğulları”, Avrupa için “zalim ve zorba Roma” ve Amerika için “katil ve çapulcu ordusu” tabirlerini kullanmıyorsunuz?
Yazımızın ilk bölümünde dile getirmiştik: Küresel istikbarın elindeki en büyük güç “mezhepçilik, kavmiyetçilik ve tekfircilik”tir. İslam dünyasında etnik ve mezhepsel ayrılıkları derinleştirecek her adım düşmanın kılıcını keskinleştirmektir. Her kim öfke ve kin ile diğer İslam ülke, millet ve mezheplerine karşı tavır takınıp “ümmet-vahdet” çizgisini zedeleyecek bir iş yaparsa, o kişi İslam ve Müslümanlara ihanet etmiştir.
İslam ümmeti hangi dinin peşinde?
Tarihin sayfalarını çevirdiğimiz zaman, zalim ve diktatör imparatorların, saray ve saltanat düşkünü olan padişahların baskı ve korkuyla köleleştirdiği insanları kurtarmak için Allah elçisi Muhammed (s.a.a) aracılığıyla yüce islam dinini beşeriyete göndermiştir. Bu dinin temel felsefesinde var olan gerçeği şöyle açıklamıştır.
‘’Muhakkak ki Allah, adaleti iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, hayasızlığı, çirkin işleri, zulmü ve tecavuzu yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir’’16/90
Karanlıkları aydılatan, zulüm ve siteme son veren, dünya nizamını sağlayan üç ilkeyi yukarıdaki ayet şöyle açıklar;
Adalet,
İyilik,
Akrabaya Yardım etmeyi emreder;
Üç çirkin olan şeyide şöyle tanıtır,
Fuhuşu,
Münkeri ve
zulmü de yasaklar.
Adalet: Herşeyi tam olarak emredildiği şekilde yerine getirmektir; herkesin hakkını vermek, ölçülü devranmak, insanların insani değerlerini koruyarak eşit davranmak ve sınıf farkı gözetmeksizin herkesin hakkını tam olarak vermek demektir. İnsaniyet mektebinin temel sutunlarını teşkil eden adalet, ölçü ve tartı insanlar arasında güveni ve emniyeti sağladığı gibi nesilleride koruma altına alır ve geleceğe ümitle bakmasını sağlar ve Rabbimiz şöyle beyanda bulunur: ‘’Şu kesindir ki Biz resullerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için, resullerle birlikte kitap ve adalet terazisi indirdik’’57/25
Enbiyanın gönderilişinin hedefi:
Kur’ani Kerimin insan hayatına verdiği değeri en üst düzeyde bu ayetle izah etmektedir. Enbiyanın gönderilişinde var olan hakikat ve gerçek adaletin tesisi ve insanların hak ve hukukunu korunması, hakkı gözetmesi ve doğruluğu tesis etmesidir. ‘’Biz resullerimizi açık delillerle gönderdik’’ ayetinin ifadesiyle insan hayatını programlayan kitab ve mizanı indirdik ki insanlar adaletle hükm etsinler. ‘’Biz onlarla birlikte semavi kitab ve mizanı gönderdik ki ta insanlar adaleti yerine getirsinler.’’
“Beyyinat” (Açık Deliller) geniş manaya sahip olan “Beyyine” genel yapısı itibariyle “Mucizeler” ve “Akli Deliller” Enbiyayi ilahi ve Resuller bunlarla mücehez kılınmışlardır.”Mizan”nın manası tartma ve ölçme olmasına bina’en ayetteki mizan manevi değerleri ölçen, iyilerle kötüleri, doğru’ile yanlışı, hakla batılı birbirinden ayıran vesiledir; o vesile’ise, ilahi kanunlar ve islam dininin ayınnamesidir. Buna bina’en peygamberler üç vesiyle’ile mücehez idiler; açık ve net deliller, samavi kitap ve hakkı batıldan ayıran ölçü. Bu üçünü bir arada toplayan Kur’ani kerim “Hem Beyyine” (mucize) hem de samavi kitap ve hemde kanun ve ahkamları açıklayan üç boyutlu bir muhtava. Her halukarda bu büyük insanların gönderilmesinde ve bu kamil techizatla birlikte ki hedef adalet ve kısti icra etmektir.
İhsan:
‘’Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah herşeyin karşılığını vericidir.’’4/85
Yukarıdaki ayetin metnine baktığımız zaman yüce Allah yaratmış olduğu insanın tabiatını çok iyi bildiği için uyarı yaparak taşkınlık yapmamasını ister ve onun takib edeceği yolu gösterir. İnsanın insani değeri olan iyiliğin yapılmasını ister ve şöyle der: ‘’Kim iyi bir işe araracılık ederse onunda o işten bir nasibi olur.’’Allah iyiliğin dünya düzeninin anahtarı olduğunu bu ayetle beyan eder. Yer zemininin içinde yaşamakta olan canlı ve cansız yaratılmışların yeryüzü halifesi olan insandan iyilik bekler.
İnsanın hakikatında var olan gerçek iyiliktir; iyilik, insanın çatısını oluşturan yapı taşları iyilik üzere bina edilmiştir. İnsanın fıtri özelliği olan iyilik emrolunduğu gibi yerine getirildiği zaman sosyal düzenin emniyetini güvene alır. Bunun içindir ki islam dini sosyal düzenlemeyi yaparken önce aileden başlar. ‘’Allah’a kulluk ediniz ve anne babanıza iyilikte bulunun.’’ Yapılan bu sözleşme ailenin temel sutunlarını oluşturan anne ve baba güvence altına alınarak ailedeki düzeni, güveni ve huzurunu teminat altına alır.
Sözleşmenin ikinci bendinde ‘’Yakınlarınıza iyilikte bulunun’’ insanın maddi ve manevi sorumluluk alanında bulunan akrabaya karşı iyilikte bulunup yardım etmesi sevgiyi, saygıyı, güveni ve akrabalık bağını iyice pekiştirir.
Sözleşmenin üçüncü bendinde ise ’’Yetimlere iyilikte bulunun’’ toplumda yardıma ve sevgiye en çok muhtac olan yetimlere kol kanat germeyi ve onların ihtiyacının giderilmesi islami ve insani bir görev olduğu gibi toplumda ezilen bir sınıfın olmamasını garantileştirmektir.
Sözleşmenin dördüncü bendinde ise ’’Yoksullara iyilik edeceksiniz’’ iş gücünü kayıp etmiş veya çalışma imkanını bulamamış olanların oluşturduğu fakir tabakaya karşı iyilikte bulunmanın insani bir görev olduğunu belirleyen ayet, zenginle fakiri aynı taraziye alarak fakirin hakkının zenginin malında olduğunun haberini verir. Zengin fakirin hakkını gönül rızası ve minnetle fakirin hakkını ödemesiyle insanlar eşit tarazide tartılmış olur. Buda salim ve güvenilir bir toplum meydana getirmiş olur.
Sözleşmenin beşinci bendinde ise ’’İnsanlara güzel söz söyleyin“ tatlı dil ve güzel söz güzel bir ahlakın nişanesidir; güzel ahlak ise medeni bir toplumun nişanesidir. Yüce Allah medeni bir dünyanın inşası için elçisi Muhammedi (s.a.a) güzel bir ahlak abidesi olarak gönderir. ‘’Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükafat vardır. Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.’’ 3-4/68
Allah Resulü de şöyle buyurur: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”
Evet! İnsanın yaşam alanı olan dünya, emrolunduğu gibi ilahi kanunlara uygun hareketini gerçekleştirir ve üzerinde yaşamakta olan canlıların ihtiyaçlarını da nasıl emrolunmuşsa öyle karşılar. Buna karşılık insan denilen varlıktan da adaletli, ölçülü ve ahlaklı davranılması istenilir. Buna bina’en yüce islam peygamberi bu ilkeleri tesis etmek için mebus olmuştur, ümmet kavramı bu yüce peygamberin getirdiği değerlere tabi olma ve sahip çıkma’ile ancak tescil edilmiş olur ve ümmet kimliğini alabilmiş olur; zira ilahi mesaj şu haberi verir:
De ki: ’’Bana, din ve ibadetimi yanlız Allah’a has kılarak gönülden O’na kulluk etmem emredildi. Ve yine bana Allah’a teslim olan müslümanların ilki olmam emredildi.’’ 39/ 11-12
Yüce yaratıcı yarattığı beşeriyetin hayatlarını nasıl şekillendireceklerini ve ne ile yönetilip idare edileceklerini peygamberinin diliyle kullarına yol göstericilik yapar ve göndermiş olduğu evrensel din olan islama davet eder. Adem (a.s)’la başlayan Yüce islam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a)’le hitam bulan islam dininden başka dinler arayan ve müslüman oldukarını iddia edenlere şöyle uyarıda bulunur:
‘’Kim islam’dan başka bir din ararsa. Bilsin ki bu din asla ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.’’3/85
‘’O Resulünü, diğer bütün dinlere üstün kılmak için, hidayet ve hak dini’ile göndermiştir. İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar.’’61/9
‘’Yoksa onlar islam öncesi cahiliye idaresini mi istiyorlar? Fakat kesin olarak iman eden insanlar için, Allah’ tan daha güzel daha doğru bir hakim bulunabilinir mi?
Evet! Müminler için din, Allah tarafından Cebrail (a.s) aracılığıyla hz. Muhammed’e (s.a.a) gönderilen islam dinidir. Bu dinin gönderiliş felsefesi, beşeriyetin yönetim ve idaresin de hükm ederek hayatın ilahi isteğe göre şekillenmesi içindir. Diğer bir tarifle insanlar arasında adaleti tesis etmek içindir.
Evet! Şimdi birbuçuk milyar müslüman ne ile idare ediliyorlar ve hangi dinin peşindeler?
Müslümanları yönetmekte olan idareciler müslüman halklara neyi sunmaktalar?
Seküler ve laik sistemi demokrasi edasıyla halka hangi dille kabul ettiriyorlar?
Rabbimiz Allah, kitabımız Kur’an, Resulümüz Muhammed (s.a.a) derler ama laik bir devlet olduklarıyla da övünürler. Acaba müslümanlar bilerek mi bunların arkasından gidiyorlar yoksa bilmedenmi gidiyorlar?
21. Asırda cehalet kalkmıştır; ama nasıl olurda Mümin olduğu halde seküler ve laik bir dini övgü ile anlatanları alkışlıyarak onların arkasından giderler. Halbuki Allah şöyle uyarmaktadır:
‘’Artık Rabbin hükmüne boyun eğip sabret; onlardan hiç bir günahkara, yahut hiç bir nanköre tabi olma(boyun eğme)’’ 76/24
Ayetin metninde ümmete bir uyarı yaparak İslami olmayan bir yönetimi yönetmekte olan yöneticilere oy vererek onların günahlarına ortak olmamayı beyan eder.
Evet! Şimdi soralım, İslam ümmeti hangi dinin peşinde?
Sayıların Sırları… Secdeler
Kuran'da mevcut olan bir surenin adı: "Secde" suresidir. İlginç olan şu ki, bu surenin Kuran'daki sure numarası: 32 dir. Kuran'da zikredilen secdeleri araştırdığımızda ise, bu secdelerin tam olarak: 32 defa tekrarlandığını görürüz.
Secde ayeti bu surede şöyle zikrolunmuştur: "Bizim ayetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler" (Secde:15). Bu ayetin ayet numarası: 15, Kuran'daki secdelerin sayısı da: 15 dir. O halde bu sayısal uyum ve ahenk acaba tesadüfen mi gelmiştir?