
کارگر
Hz.Zeyneb'in (s.a) Şahsiyeti ve Faziletleri
Bismillahirrahmanirrahim
Kerbela denilince Hz. İmam Hüseyin’den (a.s) sonra ilk akla gelen isim, hiç kuşkusuz Hz. Zeynep’tir. Elbette, bu Zehra ve Ali yadigârının Kerbela’daki eşsiz rolü, hayatının diğer sahalarını gölge altında bıraktığı için hayatının Kerbela faciasından öncesi çok fazla gündeme gelmemektedir. Oysa onu Zeynep yapan ve Kerbela’daki müstesna rolüne hazırlayan etkenler ve kısacası taşıdığı faziletler de fevkalade önemlidir ve bizler için, özellikle de kadınlarımız için her karesi birer ders niteliği taşımaktadır.
Bu yazının gayesi tarihin en müstesna birkaç kadınından birisi olan o yüce şahsiyetin faziletleri hakkında kısa da olsa bazı noktalara işaret etmektir. İnşaallah ki hepimiz için bir ibret vesilesi olur ve bizleri mahşeri Kubra’da onun ve annesi Zehra-yı Merziye’nin (a.s) şefaatine nail olanlardan kılar.
Fakat önce Hz. Zeyneb’in hayatını birkaç satırda özetlemek istiyoruz.
Meşhur kavle göre Hicretin 5. senesinde, 5 Cemaziyelevvel'de Medine'de dünyaya geldi. Hz. Zeynep, hayatını hicretin 17. senesinde amcazadesi Abdullah b. Cafer (Cafer-i Tayyar'ın oğlu) ile birleştirdi ve ondan Muhammed, Avn, Ali ve Ümmü Kulsum adlarında dört çocuk dünyaya getirdi. Muhammed ve Avn, Kerbela faciasında İmam Hüseyin'le birlikte şehit edildiler. Eşi Abdullah b. Cafer'in o sıralar 72 yaşlarında olduğu ve yaşlılığı ve rahatsızlığından dolayı Hüseynîlere katılamadığı rivayet edilmiştir.
Hz. Zeynep, evlenmeden önce nikah akdinde "İmam Hüseyin'den ayrı kalmaya dayanamadığı için o nerede olursa kendisinin de onunla olması gerektiğine dair Abdullah'a bir şart koşmuş, o da bu şartı kabul ettikten sonra onunla evlenmişti.
Kardeşleri İmam Hasan ve İmam Hüseyin'e inanılmaz derecede muhabbet ve sevgi besliyordu. Hatta Abdullah ile olan evliliği dahi onlara olan bu sevgi ve muhabbeti bir zerre azaltmamıştı. Her gün onları ziyarete gider, kucaklaşır, sohbet eder, sağ-salim olduklarını görüp sevinir, Allah'a şükrederek evine geri dönerdi. Ceddi Resul-u Ekrem'in, babası İmam Ali'nin, annesi Hz. Fatıma'nın ve kardeşi İmam Hasan'ın şehadetlerinin ardından geriye tek tesellisi İmam Hüseyin kalmıştı.
Kerbela'da onun da acısını sinesine çekerek esirler kervanıyla Kûfe'ye getirildi. Burada yeğeni İmam Seccad ile birlikte esir olmalarına rağmen Kerbela'nın mesajını korkusuzca insanlara tebliğ etti.
Şam'daki konuşmalarıyla Ehl-i Beyt'i tanımayan halkı aydınlattı. Medine'ye kadar varan esaret altındaki yolculukları sırasında geçtikleri her yerde olağanüstü hitabesiyle Kerbela kıyamını, İmam Hüseyin'in mazlumiyetini, Yezid ve Yezîdilerin zulmünü çekinmeden insanlara aktardı. Bu konuşmalarla Ehl-i Beyt'in hakkaniyetini gözler önüne serdi. Yezid ve yandaşlarının gerçek kimliklerini gün yüzüne çıkarmayı başardı.
O, Kerbela faciasının ardından ölene dek gözyaşı döktü. Dedesi Resul-u Ekrem'in (s.a.a) ardından sabır gözyaşları döken anası Fatıma (s.a) gibi, o da "Sabırlı Kahraman" olarak tarihin en baş köşesinde müstesna yerini aldı. Sonuç olarak hicretin 62. veya 64. senesinde hayata gözlerini kapadı. Zeynebiye adı verilen türbesi, bugünkü Suriye'nin başkenti Şam'dadır.
Şimdi Hz. Zeyneb’in faziletlerinden bazı örnekler:
1- Bu yüce şahsiyet, bizzat Hak Teala tarafından mübarek “Zeynep” ismiyle adlandırılmıştır
Bu durumun sadece diğer 14 masum-i pak hakkında geçerli olduğunu görmekteyiz. Bu ise onun Allah indinde ne derece yüce bir makama sahip olduğunu göstermektedir. Bu hususta şöyle nakledilmektedir:
“Hz. Zeynep dünyaya geldiğinde Resulullah (s.a.a) seferdeydi. Hz. Fatıma, Hz. Ali’ye dünyaya yeni gelen kızları için bir isim seçmesini önerince, Hz. Ali “Ben bu konuda Habibim Resulullah’tan öne geçmem” buyurdu. Hz. Resulullah (s.a.a) seferden dönüp de durum kendisine iletildiğinde, “Fatıma’nın çocukları benim çocuklarımdır. Ama onların isimlerini ancak Allah-u Teala tayin eder” dedi. Bu sırada Cebrail (a.s) inerek Hak Teala’nın selamını Resulullah’a ve Ehlibeyt’ine iletti ve şöyle dedi: “Hak Teala ‘Bu kıza Zeynep ismini verin; zira bu ismi Levh-i Mahfuzda yazmışız” buyurmaktadır. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Hz. Zeyneb’i kucağına alıp öptü ve şöyle buyurdu: “Bu kıza saygılı davranın; zira o Hatice-i Kubra gibidir!” (Reyâhinü’ş-Şeria, c.3, s.38)
İlginçtir ki Hz. Fatıma’nın Hz. Hatice’ye benzerliği Hz. Ali’den de nakledilmiştir. Rivayetlerde diyor ki Eş’as bin Kays, Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeyneb’e talip oldu. Hz. Ali (a.s) bu fasık insanın bu cüretine karşı şiddetle öfkelendi ve şöyle buyurdu: “Sen bu cüreti nerden buldun ki benden Zeyneb’i istiyorsun?! Zeynep Hz. Hatice’ye benzer; o ismet kucağında büyümüş, ismet göğsünden süt emmiştir. Sen ona layık değilsin. Ali’nin canını elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki bir daha bu sözünü tekrarlarsan, bu sefer kılıçla cevabını veririm…” Hz. Zeyneb’in Hz. Hatice’ye benzemesinde de önemli nükteler vardır. Belki de en önemlisi şudur ki Hz. Hatice her şeyini, hatta hayatını bile Resulullah’a adayıp feda ettiği gibi, Hz. Zeynep de adeta her şeyini zamanının imamı hücceti olan Hz. Hüseyn’e (a.s) adamış ve feda etmiştir.
2- Zeynep ismi hakkında üç farklı tefsir yapılmıştır ki üçü de Hz. Zeyneb’e yakışıyor. Belki de üçü de dikkate alınarak bu mübarek isim Hak Teala tarafından ona verilmiştir:
a) Zenibe kökünden dolu, yoğun: Güzellik ve kemaller açısından dopdolu ve yoğun olduğu için bu adla adlandırılmıştır.
b) Güzel görünümlü ve güzel kokulu ağaç: Her değerli şahsiyet veya her değerli ve nefis şey, Arap edebiyatında ağaca benzetilir. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ben ve Ali bir ağaçtanız.”
c) Zeyn ve Eb kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur: Babasının süsü-ziyneti anlamında..
Hz. Zeynep beş masum insandan talim terbiye almış bir şahsiyettir. Evet, o her yönüyle babasının süsü, ziyneti ve iftiharıydı. Annesi “Ümmü Ebiha” (babasının annesi) lakabını aldığı gibi, o da “Zeynu Ebiha” (babasının süsü-ziyneti) lakabını almıştı.
3- Bir gün Emirü’l-Mu’minin Ali (a.s) henüz küçük yaşta olan oğlu Hz. Abbası ve Hz. Zeyneb’i yayına oturtmuş, onlarla muhabbet ediyordu. Önce Hz. Abbas’a dönerek ona “oğlum, söyle bir” buyurdu. Hz. Abbas ‘bir’ dedi. Ardından “Söyle iki” buyurdu. Hz. Abbas “Babacığım ‘bir’ diyen bir dille ‘iki’ demeye utanıyorum!” deyince, Hz. Ali (a.s) küçük yavrusunun bu tevhidî şuurunu hayranlıkla karşılayıp, onu okşayıp sevdi. Diğer tarafında oturan Hz. Zeynep babasının sorusunu beklemeden “Babacığım dedi, bizi seviyor musun?” Hz. Ali (a.s) “Evet yavrum, çocuklarımız bizim kalbimizin bir parçasıdır” buyurunca, minik Zeyneb’inden şu şaşırtıcı cevabı aldı: “Babacığım, iki muhabbet bir kalpte yerleşmez; o halde şefkat ve merhametini bize, halis muhabbet ve sevgini ise Allah’a ayır!”
4- Hz. Zeyneb-i Kubra’nın bazı Önemli sıfatları:
* Razîetu’l-Vahy (Vahiy kaynağından beslenen)
* Mahbûbetu’l-Mustafâ (Hz. Muhammed Mustafa’nın sevdiği)
* Kurretu Ayn’il-Murtaza (Hz. Aliyyel-Murtaza’nın göz nuru)
* Sirru Ebihâ (Babasının sırrı)
* Seliletu’z-Zehra (Hz. Zehra kızı)
* Nâibetu’z-Zehra (Hz. Zehra’nın naibi)
* Sâniyetu’z-Zehra (İkinci Zehra)
* Es-Sıddîkatü’s-Suğra (Küçük Sıddîka, Hz. Fatıma da büyük Sıddîka olarak adlandırılmıştır.)
* El-Masûmetü’s-Suğra (Küçük masume)
* Nâibetü’l-Hüseyn (a.s) (Hz. Hüseyin’in naibi-vekili)
* El-Kâmile (Kemale ermiş kadın)
* El-Fâzile (Faziletler mazharı kadın)
* El-Ârife (Arife kadın)
* Âbidetu Âl-i'r-Resul (Resul evlatlarının abidesi)
* Âbidetu Âl-i Ali (Ali evlatlarının abidesi)
* Veliyyetullah (Allah’ın velisi olan kadın)
* Emînetullah (Allah’ın enini olan kadın)
* Âlimetun Gayru Mualleme (Öğretmensiz alim)
* Fehîmetun Gayru Mufehheme (Gerçekleri vasıtasız anlayan)
* El-Fasîhetu’l-Belîğa (Fesahat ve belagat sahibi)
* El-Müvesseqa (Hadiste güvenilir kimse)
* El-Muhaddese (Kendisine ilham edilen kimse)
* El-Müctehide (Hak yolunda çok çaba gösteren kimse)
* Hâfızetü'l-Vedâyi-i vel-Esrâr (Risalet hanedanının emanet ve sırlarını koruyan)
* Sâbiretun Muhtesibe (Allah için her zorluğa sabreden)
* Betaletu Kerbela (Kerbela kahramanı)
* Lebvetü’l-Haşimiyye (Haşimi aslan)
* Akîletu Beni Haşim (Haşimoğullarının akıllı-zeki kadını)
Görüldüğü gibi bu sıfatlardan her biri, Hz. Zeyneb’in müstesna şahsiyetinin farklı boyutlarına ışık tutmaktadır.
5- Dünya kadınları içerisinde dört büyük kadını istisna edersek fazilette Hz. Zeynep’le kıyaslanabilecek başka hiçbir kadın yoktur.
6- Hz. Zeyneb, Muhammedî asaletin, Alevî fesahatin ve Fatımî iffet ve ismetin, Hasanî sabır ve metanetin, Hüseynî şecaatin mazharıydı.
7- O, gözleriyle beş masumun firakını yaşamış ve bunlara sabretmiştir. Bu yüzden de Ümmü'l-Mesaib" (musibetler anası) lakabını almıştır.
8- O, bir Kur’an müfessiri idi. Medine kadınlarına tefsir dersi veriyordu. Bir gün Emirülmu’minin (a.s) ders esnasında gelip de Hz. Zeyneb’in Meryem suresini tefsir ettiğini gördü ve “Kaf Ha Ya Ayn Sad” harflerinin neye işaret olduğunu beyan etti. Kaf: Kerbela, Ha: Helaket, Ya: Yezid, Ayn: Eteş (susuzluk), Sad: Sabır…
9- Hz. Zeynep aynı zamanda bir hadis râvîsidir. Aziz anası Hz. Fatıma’nın Mescid-i Nebi’de halifenin önünde okuduğu Fedekiyye hutbesini daha dört beş yaşında olmasına rağmen ezberlemiş ve nakletmiştir! Ayrıca küçük yaşına rağmen ceddi Resulullah'tan (s.a.a) da hadis nakletmiştir. İmam Zeynül Abidin (a.s), İbn-i Abbas, Muhammed bin Cabir, İbad Âmirî, Muhammed ibn-i Ömer, Ata bin Sâib, Fatıma binti'l-Hüseyn (a.s) ve diğer bazıları ondan hadis nakletmişlerdir.
10- O masumların, Hz. Fatıma, Hz. Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, İmam Zeynü’l-Abidin’in (a.s.) bakıcılık ve koruyuculuğunu yaptığı gibi, onların hedef ve mekteplerinin de koruyuculuğunu, elçiliğini yapmıştır.
11- Hz. Zeyneb’in İbadeti: Yukarıda da aktardığımız gibi Hz. Zeyneb’in lakaplarından birisi “Resul ve Ali evlatlarının abidesi” idi. O gerçekten ibadet ve münacata âşıktı. Hiçbir zorluk ve sıkıntı onun ibadet, dua ve münacatına engel değildi. Hepimiz biliyoruz ki onun en zor ve sıkıntılı günleri Kerbela ve sonrasındaydı. Ama bakın Hz. İmam Zeynü’l-Abidin (a.s) bu Allah aşığının hakkında ne buyuruyor: “Halam Zeynep Şam’a kadar kat ettiğimiz süreçte farz ve sünnet bütün namazlarını ve gece ibadetlerini aksatmazdı. Ancak bazı menzillerde zaaf ve açlığın etkisiyle ibadetini oturarak yapardı!” (Reyâhinü’ş-Şerîa, c.3, 62)
Hz. İmam Hüseyin (a.s), o eşsiz makamına ve ismet derecesine rağmen Kerbela’da bacısıyla vedalaşırken “Bacı, gece nafilesinde bana da dua etmeyi unutma” buyurmuştu! (Reyâhinü’ş-Şerîa, c.3, 61-62)
Muhammed Gâlib-i Şâfiî-yi Mısrî şöyle yazıyor: “Hz. Zeynep, gecelerini ibadet, gündüzlerini oruçla geçiriyordu ve takvasıyla meşhur idi.”
12- Hz. Zeyneb’in İffeti: Yahya Mâzinî şöyle diyor: Uzun zaman Medine’de Hz. Ali’nin (a.s) hizmetinde bulundum. Evim Hz. Ali’nin kızı Hz. Zeyneb’in evine komşuydu. Allah’a yemin olsun ki hiçbir zaman onu görmedim, sesini duymadım. Resulullah’ın ziyaretine giderken geceleri giderdi. Giderken de bir tarafında Hz. Ali, bir tarafında Hz. Hasan, bir tarafında da Hz. Hüseyin yer alırdı.”
Hz. Zeynep en zor şartlarda dahi iffet ve hayâsından ödün vermemiştir. Tarihler şöyle yazar Hz..Zeynep Kerbela olayında yüzünü elleriyle kapatırdı; zira peçesi elinden alınmıştı!” İbn-i Ziyad mel’unun meclisinde o zalim tarafından görülmesin diye esir kadınlarca etrafı sarılı halde onların ortasında oturuyordu.
Yezit mel’unun meclisinde ona şöyle haykırmıştı: “Ey (Resulullah tarafından) azad edilmişlerin oğlu, bu adalet mi? Kendi kadınlarını perde ardında tutarken, Peygamber kızlarını esir ederek (sağa sola) sürüyorsun; onların tesettürlerini yırtmış, yüzlerini açmışsın!” (Biharü’l-Envar, c.45, s.134)
13- Hz. Zeyneb’in Fedakârlık ve Cömertliği: Bir gece Emirü’l-Mu’minin’in evine misafir geldi. Hz. Ali (a.s) “Ey Fatıma, evde misafire ikram edecek bir şey var mı?” diye sorunca Hz. Fatıma “Hayır dedi, sadece bir parça ekmek vardır ki kızım Zeyneb’in payıdır!” Henüz uyumayan Zeyneb-i Kubra, bu konuşmayı duyunca “Anneciğim, ekmeği misafire ikram edin, ben sabredebilirim!” diyerek o minicik bedeninde ne denli büyük bir ruh taşıdığını ortaya koydu! O gün henüz dört beş yaşında olan Hz. Zeyneb’in cömertliği böyle olursa, büyüdüğünde nasıl olur, artık siz tahmin edin. Esasen Hz. Zeyneb’in en büyük cömertliği, adeta her şeyini Allah yolunda feda etmesiydi.
14- Hz. Zeyneb’in Sabrı ve İrfanı: Bir insanın marifetullah derecesi ve sabrı gördüğü musibetler ve verdiği imtihanların büyüklük derecesiyle ölçülür. Hz. Zeynep küçüklüğünden beri birçok musibet, bela ve imtihanla karşılaşmış ve hepsine de en güzel şekilde sabretmiş ve imtihanlardan yüzünün akıyla çıkmıştır.
Zaten Ceddi Resulullah (a.s) Hz. Zeyneb’in küçük yaşta gördüğü rüyayı yorumlarken bu musibetleri kendisine haber vermişti. Rivayetlerde nakledildiği üzere Resulullah’ın vefatına yakın bir zamanda bir gün Hz. Zeynep gördüğü bir rüyayı ceddine şöyle anlattı: “Ya Resulallah, dün gece rüyamda şiddetli bir fırtınanın estiğini ve dünyayı karanlığa boğduğunu gördüm. Ben fırtınanın şiddetiyle sağa sola savruluyordum. Bilahare büyük bir ağaca tutundum. Ancak fırtına ağacı da kökünden söktü ve ben yere düştüm. Ben yeniden ağacın bir dalına tutundum, ama o da kırıldı. Ardından bir başka dalına tutundum, fakat o da fırtınanın şiddetiyle kırıldı. Sonra birbirine yapışmış iki dala tutundum. Aniden o dallar da kırıldı ve ben rüyadan uyandım!” Hz. Zeyneb’in rüyasını dinleyen Resulullah (s.a.a.) uzun uzun ağladı ve şöyle buyurdu: “İlk tutunduğun ağaç senin ceddindir ki yakında dünyadan göçecektir. Daha sonra tutunduğu iki dal annen ve babandır ki çok geçmeden onlar da dünyayı terk ederler. Birbirine yapışmış iki dal ise, kardeşlerin Hasan ve Hüseyin’dir ki onların musibetinde dünya kararacaktır.”
Bu musibetlerle küçüklüğünden beri bir bir karşılaşan Hz. Zeynep, hiç kuşkusuz en büyük imtihanını Kerbela’da vermiştir. Bir yandan onca musibeti göğüsleyen, yedi kardeşini, üç yeğenini ve diğer bir çok yakınının yanı sıra iki aziz yavrusunu da Allah yolunda feda eden bu Ali ve Zehra yadigârı, diğer yandan hasta olan masum İmam’ın (Hz. İmam Zeynü’l-Abidin’in) koruyuculuğunu, sahipsiz kadınların ve çocukların rehberliğini üstlenmiş, bunlarla birlikte en büyük görevi olan Hüseynî kıyamın elçiliğini yapmayı ve Hüseynî mesajları gafil insanlara ve tarihe ulaştırmayı da en mükemmel şekliyle yerine getirmiştir.
Zeynep ey Kerbubelâ'nın yarısı, ey kahraman
Zeynep ey şanlı kıyamın varisi, ey kahraman
Kerbelâ Kerbelâ'da kalırdı sen olmasaydın
Dökülen kanlar heder olurdu sen olmasaydın
Böylesine zor, böylesine çetin ve benzersiz imtihan sahnelerinde dahi, kimse onun ağzından Hakk’ın rızasına aykırı bir kelime duymamıştır. Tam tersine her zorluk ve her bela onun direnç ve imanını artırarak hareket ve sözlerine yansıtmakta, Hakk’a teslimiyetini defaatla ortaya koymaktaydı. İbn-i Ziyad melunun karşısında haykırdığı bu muhteşem ve emsalsiz cümle, onun sabır, rıza, teslimiyet ve irfanını, tarifi mümkün olmayan bir düzeyde ortaya koymuyor mu?: “Ben Rabbimden güzellikten başka bir şey görmedim!”
15- Hz. Zeyneb’in Şecaat ve Belagati: Hz. Zeynep (s.a) Kerbela’da, özellikle Kerbela sonrası gittiği her yerde, tarihin en korkunç cinayetini işleyen o gaddar ve vahşi yaratıklara karşı zerre kadar korkuya kapılmadan hak ve hakikati, Hüseynî mesajları en gür sesiyle ve en beliğ ve fasih cümlelerle haykırmış ve zalimlerin tahtını, tacını sallamış ve onları cümle aleme ve tarihe rezil rüsva etmiştir. Onun Kufe ve Şam’da okuduğu hutbelerini duyanlar, babası Emirü’l-Mu’minin Ali’nin (a.s) hutbelerini hatırlamışlardı. Kufe halkına hitaben ve İbn-i Ziyad ve Yezid’in meclislerinde okuduğu hutbeler, onun ilim ve irfanını yansıttığı kadar, şecaat ve fesahatinin de ne düzeyde olduğunu bütün aleme ispat etmiştir. Biz Örnek olarak sadece Yezid’in meclisinde okuduğu hutbeyi aktarmakla yetiniyoruz:
Hz. Zeyneb'in Şam'da Yezid'in karşısında okuduğu hutbe:
"Allah'a hamd-ü sena ve Resulüne salat u selamdan sonra şu ayeti okudu: "Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah'ın ayetlerini yalanlamaları dolayısıyla çok kötü oldu!" (Rum, 10)
Sonra şöyle devam etti: "Ey Yezid, esir olarak şehir şehir dolaştırmakla bu geniş yeryüzünü ve bu fezayı bize dar ettiğini, bizi Allah katında hor ve zelil, kendini de yücelttiğini ve bu olayların da senin yüce makamından olduğunu mu sanırsın ki böyle övünüp seviniyorsun? Dünyayı abat ettiğin, şenlendirdiğin için çok mu mutlusun? Her şeyin istediğin gibi gerçekleşmesine ve saltanatı ele geçirmene çok mu seviniyorsun? Yavaş ol, yavaş ol! Allah'ın "O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi, sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar; biz onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılayıcı bir azap vardır" (Al-i İmrân, 178) buyurduğunu unuttun mu yoksa?
Ey (Mekke fethi sonrasında Peygamber tarafından) azat edilenlerin oğlu, kendi kadın ve cariyelerini örtüp Resulullah'ın kızlarını açık yüzlerle ve örtüsüz bir hâlde düşmanlarının yanında şehir şehir dolaştırman ve her konakta oranın sakinlerine teşhir etmen, yabancıya ve aşinaya bu himayesiz esirleri göstermen insaf ve adalet midir? Soylu ve necip insanların ciğerini ağzına alıp emen, sonra da dışarı atan ve şehitlerin kanıyla beslenen (Hz. Hamza'nın ciğerini çiğneyen Yezid'in büyük annesi Hind'e işareten) birinden nasıl merhamet beklenebilir? Her zaman itiraz, husumet ve kinle bize bakan biri, elinden gelen her türlü kötülüğü neden yapmasın? Şimdi de bu yaptığıyla sanki günah işlememiş gibi, sarhoş ve mağrur bir hâlde, cennet gençlerinin efendisi Eba Abdillah'ın (Hz. Hüseyin’in) dişlerine çubukla vuruyor ve pervasızca "Bedir savaşında ölen büyüklerim, keşke burada olsalardı da bu durumu görerek çığlıklar atıp 'ellerin dert görmesin ey Yezid' deselerdi” diyorsun.
Evet, niye söylemeyesin ve niye bu şiiri okumayasın ki? Sen Muhammed (s.a.a) evlatlarının kanına buladın ellerini ve yeryüzünün yıldızları olan Abdulmuttalip oğullarını katlettin. Fakat sen bununla kendi ölüm ve bedbahtlığına zemin hazırladın. Şimdi de duyuyorlarmış gibi kendi kavminin büyüklerine sesleniyorsun. Ne var ki çok geçmeden sende onlara katılacak ve "Keşke ellerim kırılsaydı ve dilim lal olsaydı da bunları söylemeseydim." diyeceksin.
Ey güçlü Allah'ım! Bize zulmedenlerden intikamımızı ve hakkımızı al ve gazabının ateşinde yak onları!
Ey Yezid! Sen bu yaptıklarınla ancak kendi derini yüzdün ve kendi etini parçaladın. Çok geçmeyecek; Peygamber evlatlarının kanını dökmek ve Ehlibeytine saygısızlıkta bulunmakla yüklendiğin bu vebalin altında Peygamber’in huzuruna çıkacaksın. O gün Allah onları bir araya toplayacak ve haklarını alacaktır. "Allah yolunda ölenleri sakın ölüler sanmayın. Hayır onlar Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar." (Al-i İmrân, 169)
Allah'ın hükmedici, Muhammed'in (s.a.a) davacı ve Cebrail'in de ona yardımcı olacağı gün senin için yeterlidir. Seni bu makama getirerek Müslümanların sırtına bindirenler, zalimler arasında ne de kötü bir bedel seçtiklerini çok yakında anlayacaklar. Hangimizin daha bedbaht olduğunu bilecekler.
Sen konuşulmayacak kadar değersiz birisin. Ama bu durum seninle konuşmaya (bizi) mecbur etmiştir. Seni kınamak ve zemmetmekse benim gözümde değerli ve büyük bir iştir. Fakat gözler ağlıyor ve sineler de gam ateşiyle yanıyor. Ah, Allah ordusunun şeytan ordusunun eliyle öldürülmesi ne ilginçtir! Bizim kanımız bu ellerden akıyor ve etlerimiz ise ağızlarında çiğneniyor. O tayyib ve pak bedenler, yer üstünde kalmıştır...
Ey Yezid! Eğer bugün galip gelerek, bunu ganimet biliyorsan, yarın yaptıklarından başka bir şey göremeyeceğin gün bunun hesabını vereceksin. Allah kullarına zulmetmez. Biz de şikâyetimizi ona yöneltiyoruz. Çünkü O'dur sığınağımız.
Ey Yezid! Kendi işinle meşgul ol, istediğin şekilde düzen kur, hile yap ve çalış. Ancak Allah'a andolsun ki bizim adımızı silemeyecek, vahyimizi söndüremeyecek ve öldüremeyeceksin, işimizi bitiremeyeceksin. Alnındaki bu lekeyi de silemeyeceksin. Çünkü aklın alil, yaşayacağın günler az ve kalildir. Münadi "Allah'ın lâneti zalimlerin üzerine olsun" diye seslendiğinde, o gün bu topluluğun dağılmış olacaktır.
Allah'a hamdolsun ki başlangıcımızı saadet ve mağfiret, sonumuzu da şehadet ve rahmet kıldı. Allah'tan istiyoruz ki nimetini, şehitlerimize tamamlasın; mükâfatlarını artırsın ve bizleri de salih haleflerden kılsın. Çünkü o, bağışlayandır; şefkatlidir. "Allah bize yeter; ne de güzel vekildir O." (el-Luhuf -Seyyid İbn-i Tavûs-, s.121)
Musa Aydın
Kerbela yolunda milyonlar
Teröristlerin ne tehditleri nede kanlı saldırıları Ehlibeyt aşıklarını yıldırmadı.
Irak ve dünyanın dört bir köşesinden milyonlarca Ehlibeyt takipçisi İmam Hüseyin'in Erbain merasimleri için yürüyerek Kerbela yolunu tuttu.
Kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden milyonlarca insan, İmam Hüseyin'in (as) kıyamını ayakta tutmak için 10 gündür can güvenliğinin olmadığı Kerbela yollarında yürüyor.
Yürüyüşe katılan ziyaretçilerden birisi şöyle dedi:
"Elimdeki Hz. Abbas'ın (as) bayrağı, terörizm karşısında en etkili silahtır."
Bir diğer ziyaretçi ise şöyle dedi:
"Biz teröristlerden korkmuyoruz ve her yıl bu yola gelmeye devam edeceğiz."
CIA'nın Şia Hakkındaki Raporu ve Şu An ki Ortadoğu
10 yıl kadar önce Amerika’da “Dini Mezhepler arasında tefrika planı” adlı bir kitap yayınlanmış. Bu kitapta eski CİA yetkililerinden Michael Brand ile bir röportaj yer almaktadır. Eski CİA yetkilisi bu röportajında şialar ve Şia mezhebi aleyhinde hazırladıkları planlarını anlatıyor.
“İslam dünyası asırlardan beri batı devletlerinin hâkimiyetinde bulunuyor. Bu asırda bir çok İslam ülkesi bağımsızlıklarını kazanmalarına rağmen bu ülkelerin siyasi ve ekonomik sistemleri ve özellikle toplumlarının kültürleri henüz batılıların kontrolündedir ve batılıları takip etmektedirler.
1979’da gerçekleşen İran İslam İnkılabıyla ABD büyük bir darbe almış oldu. Başlangıçta biz, bu inkılabın İran’ın mezhebi toplumunun doğal isteği olduğunu ve dini liderlerin bu durumdan yararlanmak istediklerini düşünüyor ve Şah gittikten sonra zamanla istediğimiz kimseleri başa getirerek İran üzerindeki siyasetimizi devam ettiririz diye plan yapıyorduk. Ama zaman geçtikçe İran İslam İnkılabıyla ortaya çıkan İslam İnkılabı kültürünün bölge ülkelerine, özellikle Irak, Pakistan, Lübnan ve Kuveyt’te yayılması sonucunda İran İslam İnkılabı hakkında yanlış tahliller yaptığımızı anladık. CIA’nın üst düzey yetkilileriyle bir toplantı yaptık ve o toplantıda İslam ülkelerinde tecrübesi olan İngiliz gizli servisinden yetkililer de vardı. Şu neticeye vardık: İran İslam İnkılabının zafere ulaşmasının sebebi Şah’ın takip etmiş olduğu yanlış siyaset değil, başka etkenler var; birincisi güçlü mezhebi bir liderin olması, ikincisi bu mezhebin şehadet kültürüne sahip olması ki bu şehadet kültürü, 1400 yıl önce İslam Peygamberinin torunu İmam Hüseyin tarafından temeli atılmış ve her yıl Muharrem ayında yapılan matem merasimleriyle bu şehadet kültürü yaşatılıp yaygınlaştırılıyor. Ve Neticede anladık ki, Şia mezhebi diğer İslami mezheplerden daha aktif ve daha sağlam temelleri var.
Bu toplantıda, Şia mezhebi üzerinde daha fazla araştırma yapılmasına ve bu araştırmalar neticesinde plan ve proje hazırlamaya karar verdik. Bu tahkikat için 40 milyon dolar bütçe ayırdık. Bu proje üç merhalede gerçekleşti:
1- Şialar hakkında bilgi ve istatistikleri toplamak
2- Kısa vadeli hedefleri uygulamak; Şia aleyhine tebliğ ve Şia mezhebiyle diğer islami mezhepler arasında tefrika çıkarmak.
3- Uzun vadeli hedefi uygulamak; bu mezhebi yok etmek.
Projenin birinci merhalesine ulaşmak için dünyanın her yerine şu soruların cevabını bulmaları için araştırmacılar gönderdik.
a) Şialar dünyanın hangi bölgesinde yaşıyorlar ve bulundukları bölgelerde ne denli etkililer.
b) Şialar arasındaki ihtilaflar nasıl körüklenebilir.
c) Şia –Sünni arasında nasıl ihtilaf çıkarır ve bu ihtilaflardan nasıl yararlanabiliriz.
Dünya çapında yapılan tahkikatlar, araştırmalar ve tahliller neticesinde çok önemli noktalar elde ettik. Anladık ki Şia mezhebinin gücü, âlimlerin ve taklit mercilerin elinde bulunuyor ve bu mezhebi her zamanda onlar kollayıp koruyorlar. Şia taklit mercileri (müçtehitler) hiç bir zaman gayri İslami ve zalim bir hükümdara itaat etmemişler. (İran’da Ayetullah Şirazi’nın fetvasıyla İngilizlerin siyaseti alt üst oldu. Amerika ile müttefik olan Şah hükümeti Ayetullah Humeyni’nin fetvasıyla yerle bir oldu. Irak’ta Saddam, bütün zulüm ve baskılarına rağmen Necef havzasını kendine boyun eğdiremeyince tek çareyi bu havzaları kapattırmakta gördü. Lübnan’da İmam Musa Sadr hareketi, İngiliz, Fransız ve İsrail askerlerinin Lübnan’dan kaçmalarını sağladı. Hizbullah, İsrail’e büyük darbeler vurarak Güney Lübnan’dan çekilmelerine sebep oldu.)
Bu tahkikatlar bize şunu öğretti ki, Şia mezhebiyle direk savaşamayız ve karşı karşıya gelirsek başarı şansımız çok azdır. Perde arkasından iş yapmamız gerektiğini anladık. İngilizlerin meşhur “ihtilaf çıkar böl ve hükmet” sloganı yerine “ ihtilaf çıkar böl ve yok et” siyasetini uyguladık.
Bu siyaset doğrultusunda büyük hedeflerimize ulaşmak için geniş planlar yaptık. Şia mezhebiyle ihtilafı olan ve Şiaları kâfir ilan edip münasip zamanlarda onlara karşı cihat emri verecek, diğer mezheplere mensup şahıslara destek verdik. Ve aynı zamanda halk arasında itibarları yok olsun diye Şia taklit mercileri ve dini otoritelerin aleyhine geniş alanda tebliğ ve propaganda çalışması başlattık.
Üzerinde hassasiyetle durmamız gereken konulardan biri de, Aşura kültürü ve şehadet kültürüydü. Çünkü Şialar her yıl bu kültürü, toplantı ve matem merasimleriyle yaşatıyor ve canlı tutuyorlardı. Bunun için karar aldık ki, bu merasimleri düzenleyen menfaatçi ve makam peşinde olan hatipler ve meddahlara mali destek sağlayarak onların aracılığıyla bu alandaki Şia akidesini ve şehadet kültürünü zayıflatıp yok edelim. Bu alana hurafeler sokarak Şiaların cahil ve hurafelere inanan Müslümanlar olarak tanıtmak istiyorduk.
Diğer taraftan Şia mercii taklitler aleyhine yazılar hazırlayıp maddiyatçı, çıkarcı hatipler ve yazarlara vererek yayılmasını sağlıyorduk.
Planımız 2010 yılına kadar hedeflerimizin önünde en büyük engel olan Şia merci taklitlerin toplumdaki itibarını azaltıp, Şiaların kendi eliyle ve diğer İslami mezheplerin yardımıyla onları yok etmekti. Ve nihayetinde Şia mezhebine son darbeyi vurup yok edecektik.” Diyen “Michael Brand” hedeflerinin son aşamasında başarılı olamamalarını Şia Mercei Taklitlerinin beklenenin aksine akli selim hareket etmelerine bağlıyor.
TARİH, KERBELA VE RİSALET AİLESİ
Olaylar zamana, mekâna ve güncel şartlara göre şekillenir ve tarih nehri her an başka başka cilvelerle akar gider.
Bu tarihin değişen yüzüdür.
Ancak bir de bu "değişmez değişim" görüntüsünün ardında hiç değişmeyen ve "tarih tekerrürden ibarettir" dedirten başka bir boyut vardır.
Tarihî olayları kendi "özel" şartlarında incelerken, kalıcı ve her zamanlık boyutunu göz önünde tutmak zorundayız. Aksi takirde tarihi incelemek ve anmak, bizi ilgilendirmeyen bir abesle iştigale dönüşür.
Geçmiştekilerin durumları, maceraları, yapıp ettikleri bizim için bir "emsal" olarak görülmelidir. Onlar ne yaptılar da ne oldu? Ne yamadılar da ne oldu? Neyi nasıl başardılar veya neyi neden kaybettiler?
İşte tarih bu gözle bakılarak incelendiğinde artık tarih olmaktan çıkar, bizim bugünümüz ve yarınımız kadar önem kazanır.
Şüphesiz insanlık tarihinin her döneminin bizim için hayati mesajları, dersleri ve ibretleri vardır. Ancak bazı kesitler vardır ki adete insanlığın tarih mesirindeki cereyanının nicelik ve niteliğinin konsantresi gibidir.
Bu tür olaylar bu yönüyle insanlık tarihine hakim olan ana temaların sembolü ve somutlaşmış heykelleri mesabesindedir.
Mesela hak batıl çekişmesi tarihin bütün safhalarında gözlemlenebilir. Ancak bazı olaylarda bu çekişme çok daha net, detaylı ve zengindir.
Kuşkusuz Kerbela olayı en başta hak batıl çekişmesini -ki tarihin en önemli kalıcı öğesidir- ve onunla birlikte bir çok başka dini, insani ve felsefi hakikatı en güzel şekilde sembolize eden ve harikulade bir dille sembolize eden bir olaydır.
Sanki iyisiyle kötüsüyle bütün yaşamış ve yaşayacak olan insanlar bir araya gelmiş de hepsi içindeki iyilik ve kötülükleri ortaya dökmüşler ve her iki taraf bütün hünerlerini ortaya koymuş gibi...
Özgür ve onurlu insani duruş
Haklı başkaldırı
Zulme karşı ölümüne direnme
Aile ilişkileri
İman ve din uğruna fedakarlık
Şecaat ve cesaret
İnsanî yardımlaşma
Fedakarlık ve diğergamlılık ruhu
Acılara karşı sabır
Hakkın gücüne sarsılmaz güven
...
Gibi insanlığın ortak değerlerinin ve bunların karşısında:
Mal ve makamperestlik
Acımasızlık ve vahşet
Menfaat üzerine ittifak
Korkaklık
Merhametsizlik
İnanca sadakatsizlik
Güce karşı zaafiyet
...
Gibi insanlığın kötülüğü üzerinde ortak kanaate sahip olduğu kötülüklerin en belirgin şekilde somutlaştığını görüyoruz.
İşte bu çok güçlü, zengin, derin ve başarılı temsil kabiliyeti Kerbela olayını adeta tarihin özeti, odak noktası, damıtılmışı haline getirmiştir.
KERBELA’DA RİSALET AİLESİ
Şimdi Kerbela olayının bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum. O da aile yönüdür. Bu yönüyle de aslında tarih felsefesi açısından önemlidir Kerbela olayı. Çünkü görünenin aksine tarihe fertler kadar ve hatta belki daha fazla aileler yön verir.
Tarih, olayları fertler adına kayda geçse de aslında bütün fertlerin kalkış noktası aileleridir. Her zaman olmasa da bir çok zaman aktör bir kişi değil bir ailedir.
İmam Hüseyin'in (a.s) başında bulunduğu Peygamber Ailesi Kerbela'da mükemmel bir sınav vermiştir. Bu sınavla hem bütün dünyaya Hz. Muhammed Mustafa'nın risaletinin hakkaniyetini tekrar ispat etmişler hem de İmam Hüseyin'in (a.s.) kıyamının hak, hakikat ve iman uğruna gerçekleşen onurlu bir başkaldırı olduğunu haykırmışlardır.
Hem şehit olanlar hem de geride kalanlar risalet hanedanına yakışır bir tavır sergilemişlerdir. Büyüklü küçüklü, kadınlı erkekli ister esir ister şehit, her biri Muhammedî ve Alevî bir duruş ortaya koymuş ve İslam pınarının kaynağı olan bu ailenin sadece sözde ve iddiada değil hakikatte ve özde de İlahî bir aile olduğunu ispat etmişlerdir.
Her zaman deriz, bir aile o ailenin büyüğünün karnesi gibidir. Kerbela’da ilahi takdir, Hz. Muhammed’in (s) aile karnesinin en parlak şekilde tarih aynasında görülüp sınanma fırsatını ortaya çıkarmıştır.
Kerbela’da şahit olduğumuz mükemmel aile, Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan bir Arab’ın (haşa) ailesi midir yoksa ilahi vahiyden beslenen, ilahî ve insanî erdemleri iman ile yoğurup varlığıyla bütünleştiren bir hak Peygamber’in ailesi midir?
Hz. Rasul-ü Kibriya’nın nübüvveti hakikatine erişememiş olan gayri Müslim ve ateistlerin bunu insaf terazisinde tartıp düşünmesi gerekir.
Kerbela olayının aile yönüne yeterince dikkat çekilmemiştir. Hal bu ki aslında en önemli boyutlarından biri kesinlikle budur.
Bir kişinin gerçeği, cevheri ve iç dünyası olaylar değişip ortam karışınca belli olur ve su yüzüne çıkar. Bir ailenin de asaleti, rüştü ve kökünün sağlamlığı böylesi bir imtihanla ortaya çıkar. Bu tür bir imtihanda artık sözün, iddianın ve isimlerin hiç bir anlamı kalmaz ve özler, hakikatler konuşmaya başlar.
Hz. Zeyneb'i, Hz. Ebulfazl Abbas'ı, Hz. Ali Ekber'i, Hz. Kasım'ı, Hz. İmam Zeynülabidin'i... teker teker Kerbela sahnesinde ve sonraki aşamalarda izlediğimizde bu ailenin yüceliği, izzet ve kerameti karşısında hayrete düşüyoruz ve "Allah ne iyi bilir risaletini nereye indireceğini" demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
Ali (a.s) evinde eyetişen bir kızdı Zeynep. Kerbela olmasa nasıl tanınacaktı O'nun ruhundaki ihtişam, onun hakka ve hakikata gönül vermişliği, onun okyanusular gibi engin sabrı...
Başına gelen onca eşi görülmemiş musibetten sonra Yezid’in sarayında “Ben Kerbela’da güzellikten başka bir şey görmedim” dediğinde aslında her şeyi özetlemiş ve bu yüce ailenin yaşamına hakim olan ilahî hikmeti tarih karşısında apaçık beyan etmişti.
Ehlibeyt düşmanları karşısında Zülfikar’ı aratmayan diliyle İmam Hüseyin’in hak nidasını ve mazlumiyetini öyle haykırmıştı ki bütün İslam dünyasına bu haklı kıyamın mesajını duyurmuştu.
Müslüman kadını pasif, kıymetsiz ve zayıf görenler Hz. Zeyneb'e baksın da utansınlar!
Hz. Abbas, Kerbela olmasa saygılı bir kardeş olarak tarihte zayıf bir yer tutacaktı. Ama Kerbela olayı sayesinde Hz. Abbas bütün dünyaya kardeşlik dersi veriyor. Önce İmamı ve sonra da kardeşi olan ve dünyevî olarak yenileceği kesinleşmiş olan İmam Hüseyin (a.s.) için nasıl bir fedakarlık ve vefa sergiliyor Hz. Abbas!
Son nefesine kadar İslam bayrağını yere düşürmüyor. Alemini (sancağını) sağ kolu kesilince sol eline alıyor ve feryat ediyor: “Sağ kolumu kesseniz de sol kolumla dinimi savunmaya devam ederim!”
Kerbela’da yollar kapatılmış, kalpler ve gözler körleşmiş ve İmam Hüseyin’in (a.s) askeri üstünlüğe ulaşması konusunda hiçbir umut kalmamıştı.
Bu yüzden de düşman tarafı hiç acele etmiyordu. İmam Hüseyin’in Kuran okuma ve ibadet için istediği zaman kendisine verilmişti.
Bu zaman zarfında şefkatli İmam her kese çekip gitmesini ve onlarının sadece kendisini istediğini söylemiş, hatta kendisine karşı her türlü sorumluluğu da üzerlerinden kaldırmıştı. Ama sadık yaverlerinden ve ailesinden kimse çekip gitmemişti.
Kerbela olayını bir oldu bitti gibi göstermeye çalışanlar Hz. Abbas'ın cansiperane fedakârlığına bakıp da şuursuz, marifetsiz ve basiretsiz akılcıklarından utansınlar! Onlar "Hüseyin batmakta olan bir gemi gibidir" diyen Şimr'in baktığı pencereden bakıyorlar Kerbela’ya!
Ne enteresandır ki o zamanda da iki farklı bakış açısı vardı ve şimdi de iki bakış açısı var ve her iki bakış açısından da görülenler bire bir aynı. İman gözüyle bakanlar o zaman da şimdi de aynı şeyi görüyorlar. Dünyevi pencereden bakanlar da yine o zaman da şimdi de aynı şeyi görüyorlar.
İşte bu da yine insanlık tarihinin değişmeyen öğelerindendir. Hak penceresinden bakanlar dünyayı bir türlü, madde ve menfaat penceresinden bakanlar da başka türlü görürler ve bu iki kesim kendi gördüğünü kolay kolay öbürüne anlatamıyor.
İran'ın uzaya gönderdiği ikinci maymun da yeryüzüne sağ döndü
İran devlet televizyonu, içinde maymun bulunan ikinci araştırma uydusunun uzaya gönderildiğini duyurdu. Haberde, yeryüzünden 120 kilometre yükseğe çıkan uydunun 15 dakika içerisinde başarıyla geri döndüğü, "Fargam" adlı maymunun da sağ olduğu belirtildi.
Araştırmanın hedefinin, ses, görüntü ve numune gaz bileşenlerini kaydederek kapsül içerisinde meydana gelen biyolojik değişikliklerle, maymuna bağlanan EKG ile canlının yaşamsal bulgularını saptamak olduğuna işaret edildi. Araştırmacıların elde ettikleri bilgilerin ise uzay biyolojisi, fizyoloji, uzay ve biyomedikal mühendislikleri gibi birçok uzay teknolojisi alanındaki araştırmalarda kullanılacağı hedefleniyor.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de hükümetin resmi sitesinden yayımladığı açıklamada, elde ettikleri başarıdan ötürü İranlı uzay araştırmacılarını kutladı.
İranlı araştırmacılar, bu başarıyı uzaya insan göndermeye bir adım daha yaklaşılması olarak değerlendiriyor.
İran, 28 Ocak 2013'te içinde canlı taşıyan "Öncü" isimli ilk araştırma uydusunu uzaya göndermiş ve maymunun fotoğrafını yayımlamıştı.
Araştırmacılar, "Öncü"den farklı olarak yeni uyduda, fırlatma rampasında daha düşük ivme ve türbülans sağlayan sıvı yakıt kullanarak kapsül içindeki canlının daha az zarar görmesini hedeflediklerini belirtti. İran, "Omid" (Ümit) adındaki ilk yerli füzesini 2009 yılında uzaya göndermişti. Tahran, ilk astronotunu 2020 yılında uzaya göndermeyi hedeflediğini açıklamıştı.
İran: İngiliz casus yakaladık
İran, ülkenin güneydoğusundaki Kerman kentinde, İngiliz dış istihbarat servisi MI6 için çalışan bir casusu yakaladıklarını açıkladı.
Kerman Devrim Mahkemesi başkanı, casus olduğu iddia edilen kişinin, dört İngiliz istihbarat görevlisi ile ülke içinde ve dışında 11 kez görüştüğünü kabul ettiğini açıkladı.
Casusun suçlarını itiraf ettiği ve davanın devam ettiği de belirtildi.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı henüz bu konuda bir açıklama yapmadı.
İran birçok kez , yabancı güçler için çalışan casusları yakaladığını iddia etmiş, ancak suçlanan kişilerin birçoğu aylar sonra haklarında herhangi bir suçlama getirilmeden serbest bırakılmıştı.
Bu haber, İngiltere ile İran'ın yeniden diplomatik ilişki kurmak için adımlar attığı bir dönemde geldi.
İngiltere, 2011 yılında Tahran'daki İngiliz elçiliği önündeki protestocu grup tarafından elçiliğe düzenlenen saldırının ardından bu ülkedeki elçilik çalışanlarını geri çekmişti.
İran'ın İngiltere elçisi de, Londra'ya ilk ziyaretini bu hafta içinde yaptı ve Dışişleri Bakanlığı ve güvenlik yetkilileri ile görüşmeler gerçekleştirdi.
İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, iki ülke arasındaki ilişkilerin, "mütekabiliyet prensibi" çerçevesinde iyileştirildiğini söylemişti.
İki ülke arasındaki yakınlaşma, İran'ın nükleer programı ile ilgili olarak varılan geçici anlaşmanın sonrasına rastlıyor.
Geçen ay varılan anlaşmaya göre, İran bazı nükleer faaliyetlerini bu ülkeye uygulanan yaptırımlarda azaltmaya gidilmesi karşılığında durdurmayı kabul etmişti.
Tahran ayrıca, uluslararası yetkililerin nükleer tesislerine daha fazla erişim hakkı tanıyacağını da belirtmişti.
Press TV
Rehber’in Sade Yaşantısı
Bismillahirrahmanirrahim
“Ey iman edenler! Size hayat verecek olan şeye çağırdığında Allah’a ve Peygamberine icabet edin...” Enfal/ 24
Allah, insanın bireysel ve toplumsal hayatını şekillendirmek, düzene koymak ve idare etmek için peygamberler göndermiş ve indirmiş olduğu vahiyle de din medeniyetinin oluşması için gerekli kanun ve yasaları beyan etmiştir.
Ayet, insanın maddi ve fiziksel hayatının yanısıra bir de hakiki hayatı olduğunu beyan etmektedir. “Hayat-ı tayyibe” denilen bu hayat, dinin hedefi olan bireysel ve toplumsal hayatın hakikatini oluşturur.
İnsanların sahip olması gereken bu “hayat-ı tayyibenin” canlı örnekleri şüphesiz peygamberlerdir. İnsan-ı kamil, veliyy-i mutlak Resulullah (s.a.a), insanın bireysel ve toplumsal hayatını şekillendirmesi, düzene koyması ve idare etmesi için kamil, canlı ve evrensel son peygamberdir.
Resulullah’ın (s.a.a) hayatı ve öngördüğü yaşayış tarzı “hayat-ı tayyibe” pak ve temiz bir hayattır.
Peygamberin kendi hayatı “hayat-ı tayyibe”, insanlardan istediği de “hayat-ı tayyibedir”. Bu hayata, Resulullah’ı (s.a.a) örnek alarak ulaşmanın birçok yolları vardır. Allah-u teala bizi Kur’an’da bu hayata ulaşmanın yolunu şöyle beyan ediyor: “ Kuşkusuz Peygamber’de sizin için güzel bir örnek vardır....” Ahzab /21.
Resulullah’ın (s.a.a) varisi alimler, peygambere tabi olduklarını ve onun varisi olduklarını yaşayış tarzlarıyla gösterirler. Özellikle İslam ümmetinin önderliğini üstelenmiş rabbani alimler, hidayet önderleri masumları örnek alarak sade bir hayat sürerler; dünyanın sevk o sefasından, tecemmülat ve aldatıcı, geçici zevklerinden uzak dururlar. Kur’an’ın vaad ettiği “hayat-ı tayyibe”ye sahip olurlar.
“Erkek ve kadın, kim mümin olarak iyi iş yaparsa onu temiz ve güzel hayatla yaşatırız...” Nahl/ 97
Ümmetin lideri Ayetullah Uzma İmam Hamenei, inakılab öncesi ve rehberlik makamına seçilmeden önceki dönemde çok sade bir hayat sürerdi, özellikle rehberlik görevini üstlendikten sonra hayat tarzını hidayet önderlerinin hayatını örnek alarak tanzim etmiştir.
İmam Hamenei’nin sade yaşantısı hakkında ulemadan bazıları şöyle buyurmaktadırlar.
Ayetullah Cevadi Amuli :
“Birgün Rehber’in misafiriydim, oğlu Mustafa da bizimle birlikte oturuyordu, sofra hazırlandı yemek yiyecektik, Ayetullah Hamenei oğluna bakarak “siz öteki odaya geçin” dedi. Ben, “biz beraber oturmamızı istedik, müsade ederseniz kalsınlar”, dedim. Rehber buyurdu:” Bu yemek beytulmaldandır, siz de beytulmalın misafirlerisiniz, çocuklarımın bu yemekten yemeleri caiz değildir, onlar kendi evimize gidip orda yemek yesinler.” O zaman anladım ki, Allah neden ona bu kadar yüce makam ve izzet vermiştir.”
Merhum Ahmed Humeyni :
“Şu hususu bütün müslümanlara ve İran halkına söylemeyi kendime bir vazife biliyorum; Ayetullah Hamenei’nin özel yaşantısı oldukça sade ve gösterişsizdir, ben onun evinin durumundan haberdarım, sofrasında bir çeşit yemekten fazla yemek bulunmaz. Ailesi bir halıfleksin üzerinde oturur. Birgün evlerine gittim, evin bir köşesinde eski bir halının üzerine oturdum halı- tahmin edersem hanımının çehiziydi- o kadar eski ve yıpranmışdı ki, üzerinde oturamayıp, oradan kalkarak halıfleksin üzerine oturdum.”
Öğrencilerinden biri şöyle diyor :
“Ayetullah Hamenei, devrimden bir kaç yıl önce kendi evinde toplantılar düzenler ve biz talebeler o toplantıya katılırdık. Evinde uygun bir halı yoktu. Bir defasında hocamızın evine bir halı almaya karar verdik, kendisine bildirmeden pazara giderek iki adet halı alıp getirdik ve kendisi o saatte evde olmadığı halde halıları eve serdik. Eve girip halıları görünce rahatsız olduğunu gizlemeyerek şöyle dedi: “Keşke bu halıları almadan önce bana danışsaydınız. Bu halılar bizim yaşantımıza uymaz. Madem yere sermek için birşey almaya karar vermişdiniz bunun yerine kilim alsaydınız bari.” Bunun üzerine halıları satarak kilim almak zorunda kaldık.”
Ayetullah Hamenei’nin akrabalarından olan bir şehid annesi şöyle anlatıyor .
“Bir gün Ayetullah Hamenei’nin evine misafir oldum. Öğle yemeği vaktiydi, sofraya oturmuş onun gelmesini bekliyorduk. İçeri girip yemeği görünce şöyle dedi, “ Sanki bugünkü pirinç türü başka günlerdeki pirinçten fark etmektedir. Eşi, evet Hacı ağa, bugün bayramdır ve misafirimiz var. Kuponla aldığımız pirinç bittiği için serbest piyasadan pirinç almak zorunda kaldım. Ayetullah Hamenei rahatsızlığını dile getirerek şöyle buyurdu: “Yaşantı biçimimizi değiştireceğimize dair bir karar almamıştık. Misafirimizin de bu konuda anlayışlı davranacağını sanırım, pirinç olmasa pilavsız yemek yeriz”
Muzu benim için mi aldın ?
Yakınlarından biri şöyle nakl ediyor:
“Ayetullah Hamenei, Şahlık rejimi dönemindeki mücadelesi boyunca defalarca cezaevine girmişti. Bir defasında cezaevinden çıkmasına karar verilmişti. Şahın memurları onu cezaevi önünde serbest bırakmak yerine otomobille başka bir yere götürdüler ve ben onları takip ederek indikleri yerde kendi arabama aldım. Hareket ettikten biraz sonra acı çektiğini fark ettim ve mide ülserine yakalandığını ve birşeyler yemesi gerektiğini hatırladım. Kendisine birşey söylemeden arabayı park ederek inip bir kilogram muz alıp geldim. Muzlardan birini soyarak kendisine uzattım ve “buyurun yiyin” dedim. Ayetullah Hamenei, muza bakarak şöyle buyurdu: “ Bu pahalılıkta muzu benim için mi aldı ?“ Muz o sıralar diğer meyvelere oranla pek pahalı da sayılmazdı ama bütün ısrarlarıma rağmen yemedi ve şöyle buyurdu : “ Halk bu pahalılıkta meyva yiyemediği için ben de yemiyorum.”
Devrim Muhafizları(eski) Komutanı Rahim Safevi :
“Birgün Rehber’in evine gitmişdim. Görüşmemiz normalden uzun sürmüş ve akşam namazı olmuştu, namazı beraber kıldıktan sonra bana dönerek „ Rahim bey! Kalın akşam yemeğini beraber yiyelim“dedi. Ben kalben kalmak istiyor ve bunu kendim için bir iftihar vesilesi bilmeme rağmen zahmet vermemek için,“ müsade ederseniz ben gideyim size zahmet vermeyeyim“ dedim. Rehber buyurdu: „Hayır zahmet değil evde ne varsa beraber yeriz.“ Sofra açıldı akşam yemeğini getirdiklerinde gördüm ki, kendisinin ve ailesinin akşam yemeği, omletten ibaretti. Yemekten biraz yeyip ayrıldım.”
İran İslam Cumhuriyeti Meclisi (eski) Başkanı Dr. Haddad Adil :
“ Rehber’in ailesi oğlu için kızıma elçi geldikten bir kaç gün sonra Rehber’in ziyaretine gittim beni karşıladıktan sonra, buyurdular:“ Doktor bey, Allah nasip ederse akraba oluyoruz“. Dedim: „Nasıl?“. Buyurdular: “Bizim Mucteba ile sizin kızınız birbirlerini görmüş, konuşup anlaşmışlar, sizin görüşünüz nedir?“. “Siz nasıl isterseniz öyle olsun”, dedim. Rehber buyurdular: “ Siz ve eşiniz ikiniz de üniversite hocasısınız, sizin yaşantınızla bizimki farklıdır; bizim yaşantımız bu kitaplardan ve küçük bir kamyonetin taşıyabileceği ev eşyasından ibarettir, evimiz içiçe iki oda ve devlet görevlileriyle görüşdüğüm bir odadır, bizim ev almaya paramız yok, iki katlı bir ev kiraladık, bir katında Mustafa ailesiyle kalacak bir katında da Mucteba. Bizim sade bir yaşantımız var sizin yaşantınız bizimkine göre oldukça iyi, siz bizim gibi yaşamadınız, kızınız bizim yaşadığımız şekilde yaşamayı kabul edebilecek mi?” Rehber’in bu kadar ince düşünmesi beni çok etkilemişdi. Konuyu kızıma anlattım, o da kabul ettiğini söyledi.
Hüccet-ül İslam Ehedi ( Kum ilim havzesi Üstadlarından) :
Bir defasında Cemaran Hüseyniyesinde (İmam Humeyni’nin konuşmalarını yaptığı mekan) konuşma yaparken Ayetullah Hamenei ile ilgili bir hatıramı aktardım. Konuşma bittikten sonra kendisini tıb doktoru olarak tanıtan biri bana yaklaşarak izin verilirse, kendisinin de bir hatırası olduğunu ve açıklamak istediğini söyledi. Ve şöyle devam etti: “ Bir gün hastanenin muayene odasında hastaları muayene ederken sıra tesettürlü bir hanım ve erkek çocuğuna geldi. Muayeneden sonra çocuğun dış görünümü beni düşünceye sevketti. Çünkü Ayetullah Hamenei’ye çok benziyordu, dayanamadım annesine dönerek, “ Ayetullah Hamenei ile bir akrabalığınız var mı?” diye sorduğumda duyduğum cevap bütün vücudumu hayrete boğdu. “ Evet, ben onun eşiyim ve bu da oğlu”. “ Sizin özel doktorunuz yok mu?”, diye sorduğumda şu cevabı verdi:” Hayır, Ağa böyle bir şeye asla müsaade etmez ve siz de aynı normal halk gibi hastaneye müracaat etmelisiniz dedi.” Onlar gittikten sonra artık işime devam edemedim başımı masaya koyarak bir süre sadece ağladım.”
Hazırlayan: Sabahaddin Türkyılmaz
Nükleer müzakerelerin durdurulduğu açıklandı
İran’ın resmi haber ajansı IRNA’nın son dakika haberinde İran’ın, Batı’nın olumsuz tutumlarının ısrarla devam etmesi yüzünden İran nükleer müzakerelerini tek taraflı durdurduğunu duyurdu.
Amerika, Fransa, Almanya, Çin, Rusya, İngiltere ile İran arasında Viyana’da devam eden müzakerelerin, Amerikan yönetiminin, İran’ın nükleer programına destek sağladıkları gerekçesiyle 12 tane İranlı şirketi kara listeye aldığını ve mal varlıklarının dondurulduğunu açıklamasının ardından İran hükümeti bu olumsuz tutumlar yüzünden nükleer müzakerelerin durdurulduğunu açıkladı.
Cenevre’de İran ile imzalanan nükleer ittifakın ardından çelişkili ve tutarsız tavırlar içine giren Amerika’nın, son haftada yaptığı İsrail ve Filistin ziyaretlerinin olası bir İsrail-Filistin anlaşması ihtimalinin yüksek olduğu sinyallerinin verilmesinin yanısıra, Bahreyn’de ve Kuveyt’te yapılan Körfez İşbirliği Konseyi’nin toplantılarına da katılarak ve daha sonra dünya basınına verdiği İran aleyhinde sert açıklamalar yapması, 5+1 ülkeleriyle İran’ın imzaladığı nükleer ittifaka sadık kalmadığının bir göstergesi olarak haftalardır basında yer alan konuların başında yer alıyor.
Amerika’nın bu açıklamalarının ve sert tutumunun devam etmesi halinde müzakereleri durduracağını açıklayan İran hükümetinin bu uyarısını dikkate almak istemeyen Amerika’nın 12 İranlı şirketi kara listeye alması İran tarafından nükleer müzakerelerin durdurulmasına neden oldu.
Laricani ABD'ye meydan okudu
İran İslami Şura Meclis Başkanı Ali Laricani, yaptığı konuşmada önemli konulara değindi.
Cenevre'de attıkları imzayı unutarak dün "İran Hizbullah'a yardım ederse yaptırımlar azalmayacak" diyen Kerry'e, Ali Laricani'den tokat gibi cevap geldi. ABD'ye meydan okuyan Laricani bakın ne dedi:
" Hizbullah Arap ülkelerinin 60 yıl boyunca boyun eğdiği Siyonist rejimin belini 33 günde kırdı. Bu başarıdan çok mutluyuz ve bu kadar güçlü bir direniş gücünün varlığıyla gurur duyuyoruz. Biz Hizbullah'a destek vermeye devam edeceğiz.
Cenevre'de bir müzakere yapıldı. ABD eğer cesareti varsa uzlaşıya aykırı bir harekette bulunsun. O zaman baksın biz ne yapıyoruz! "
Laricani sözlerine şöyle devam etti:
"İnkılaptan sonraki 34 yıl içinde büyük çabalarla, nano teknoloji ve nükleer enerji tesisleri kuruldu. Çok sayıda yetenekler yetiştirildi. Yeni hükümetimiz bu yetenek ve tesisleri iyi değerlendirmeli.
İran önemli bir füze gücüne sahip. Filistin 22 günlük savaşta İran'ın füzeleriyle Siyonist rejimi yendi. Bu gücümüzü saklamanın bir sebebi yok. Bu bizim caydırıcı güçlerimizden biri. Biz caydırıcılığı nükleer silahta görmüyoruz.
Ekonomik sıkıntıların giderilmesi konusunda Rehberimizin (mam Hamaney'in) sunduğu ve ülkenin kurtuluşu olan stratejiler doğru uygulanmıyor. Bunların düzeltilmesi gerek."
İran jet motorlu İHA üretecek
İran’da üretilen İHA’ların pistonlu olduğunu ifade eden İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı, İran’ın jet motrlu İHA üreteceğini bildirdi.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, bugün Tahran’da düzenlenen “İran Komutanlık ve Kontrol” konferansın kulisinde gezetecilere konuşan İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Hüseyin Dehgan, İran’ın yakın gelecekte uzaya canlı göndereceğini söyledi.
Savunma Bakanı Dehgan, ayrıca Fatih deniz altınsının inşası hakkında bilgi vererek, ağır sınıftan olan Fatih deniz altısının inşası tamamlandığını ve yakın gelecekte deniz kuvvetlerine teslim edileceğini konuşmasına ekledi.
Konuşmasının devamında İran’da üretilen İHA’lara işaret eden İran Savunma Bakanı, İran’da üretilen İHA’ların pistonlu olduğunu ve gelecekte İHA’ların jet motrlu olarak üreteceğini bildirdi.