
کارگر
İran'ın Yeni Biyo Uzay Kapsülü başarıyla Uzaya Gönderildi.
İran, yerli yapımı Salman fırlatma aracıyla 500 kg'lık biyolojik kapsülü uzaya göndererek önemli bir başarıya ulaştı. Kapsül, İran'ın uzaya insan gönderme planı doğrultusunda hayata geçirilen projeyle Dünya'dan 130 km yüksekliğe ulaştı. Fırlatma anının videosu haberimizde...
MEHR'in duyurduğu habere eşlik eden ve fırlatma anını gösteren video, İran'ın gelişmiş uzay teknolojileri hakkında bilgi veriyor. Ajansın bildirdiğine göre “bu başarı, İran'ın 2010 yılında Kavoshgar taşıyıcısını kullanarak canlılar içeren ilk biyolojik kapsülü fırlatması da dahil olmak üzere daha önceki başarılarını takip ediyor.”
BİYOLOJİK UZAY KEŞİFLERİ
Haberde İran'ın “biyolojik uzay keşiflerinde üstün başarı gösteren yedi ülkeden biri” olduğu ve bu başarılı projenin, “İran'ın bilimsel ve teknolojik yeteneklerini geliştirme konusundaki kararlılığının altını çizdiği” ifadelerine yer verildi.
Aliyev: Avrupa Parlamentosu Sorumsuz İnsanlar Topluluğuna Benzemeye Başladı
Bakü'de ADA Üniversitesinde düzenlenen "Karabağ: 30 yıl sonra geri dönüş. Kazanımlar ve zorluklar" toplantısında konuşan Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, ABD ile diyalogda son dönemde yaşanan gerginliğin Bakü'den kaynaklanmadığını, sorunun sebebinin bilinmediğini söyledi.
İlham Aliyev, Azerbaycan-Ermenistan diyaloğunun son yıllarda ABD, AB ve Rusya eksenli sürdürüldüğünü hatırlatarak "Şu an Bakü'de bulunan ABD'nin Avrupa ve Avrasya'dan Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı James O'Brien, ülkemize yönelik bazı suçlamalarda bulundu. ABD yönetimi de ilk kez Azerbaycan’ın üst düzey yetkililerinin ziyaretlerini engelleyeceğini duyurdu. Önceleri stratejik boyutta seyreden diyaloğumuz, şu anki ABD yönetimi yüzünden asgari düzeye indi. Bunun sebebini açıkçası bilmiyoruz." ifadelerini kullandı.
ABD'den yapılan "Azerbaycan'la ilişkiler eskisi gibi olmayacak" açıklamalarını anımsatan Cumhurbaşkanı Aliyev, "Peki o zaman ABD, Bakü ve Erivan'a yeni barış görüşmesi önerirse Azerbaycan Dışişleri Bakanı bu diyaloga nasıl katılacak? Ziyaret engellenecek mi? Demek ki Washington, Güney Kafkasya’da arabulucu vasfını kaybediyor. James O'Brien ile bugünkü görüşmemizde, 'İlişkiler normale dönüyor' ifadesi bekliyoruz. Aksi durumda, barış masasında aracı olarak sadece Brüksel ve Moskova kalacak." değerlendirmesinde bulundu.
AB 'Karabağ' sorusuna cevap veremedi: 30 yıldır neredeydiniz?
Avrupa Birliği (AB) ile ilişkiler konusuna da değinen Azerbaycan Cumhurbaşkanı, AB üyeliğinin Bakü için siyasi bir amaç olmadığını söyledi.
Aliyev, "Dış politikamız AB üyeliğini amaçlamıyor. Azerbaycan bu konuda çok pragmatik bir tutum sergiliyor. Çünkü AB'nin bizleri hiçbir zaman üye olarak almayacağını iyi biliyoruz. Bunun sebepleri de bellidir." dedi.
Azerbaycan'ın sanal değil, gerçek bir dünyanın parçası olduğunu vurgulayan Aliyev, "Azerbaycan neden alınmayacağı kapıyı çalsın? Neden ev sahibini rahatsız edelim ve bir nevi kendimizi utandıralım ki? Bu amacı edinmeden, ilişkileri geliştirme rotasını seçtik." diye konuştu.
"AP'de 10'dan fazla Azerbaycan karşıtı belgenin onaylandı"
Avrupa Parlamentosu'nun (AP) Azerbaycan karşıtı tutum sergilediğini belirten Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev, şunları kaydetti:
"AB Komisyonu ile görüşmelerde Avrupa’ya doğal gaz ihracatı ile ticaretin boyutu ve yatırımların artırılmasını görüşüyoruz. Oysa AP, sorumsuz insanlar topluluğuna benzemeye başladı. Hatta orada bazıları tam bir manyak gibi davranarak Azerbaycan karşıtı açıklamalarda adeta normal psikolojinin sınırlarını zorluyorlar. Şu an azami düzeyde diplomatik ifadeler kullanmaya çalışıyorum."
AP'de 10'dan fazla Azerbaycan karşıtı belgenin onaylandığını belirten Aliyev, "Aslında sayıları hiç önemli değil. Üzücü bir durum. Aslında AB'nin tüm üyeleri böyle bir tutum içinde değiller." ifadelerini kullandı.
İlham Aliyev, Fransa ve Hindistan'ın Ermenistan'a silah satarak, ateşe körükle gittiklerini belirterek "Ermenistan söz konusu silahlarla Karabağ'ı tekrar işgal edebileceğini düşünebilir. Ben, şu an silahların kalitesinden konuşmuyorum bile. Ancak Ermeni ordusu en modern silahlarla donatılsa bile savaşı kazananın insanlar ve onların ruhu olduğunu unutmamalılar. Ermenistan 2. Karabağ Savaşı döneminde 12 bin asker kaçağının olduğunu duyurmuştu. Yani onlar Azerbaycan karşısında duramazlar." değerlendirmesini yaptı/trt
ABD, Gazze Katliamına Ortak Olmaya Devam Ediyor; Çocuk Katillerine 200 Uçak Askeri Yardım
Siyonist İsrail, Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıların başladığı 7 Ekim’den bu yana ABD’nin işgalci İsrail ordusuna 200 kargo uçağıyla 10 bin tondan fazla askeri teçhizat gönderdiğini duyurdu.
Sputnik’in haberine göre, Siyonist rejim Savunma Bakanlığı, yaptığı yazılı açıklamada, ABD’den İsrail ordusu için askeri teçhizat taşıyan 200'üncü kargo uçağının ülkeye ulaştığını belirtti.
Açıklamada, işlgalci İsrail Savunma Bakanlığı'na bağlı ABD Tedarik Misyonu'nun çabalarıyla gerçekleşen sevkiyatların büyük önem taşıdığı ifade edildi.
Bu kapsamda, Gazze’deki çatışmaların başladığı 7 Ekim’den bu yana İsrail ordusuna 10 bin tondan fazla askeri teçhizat gönderildiği bilgisi verilen açıklamada, bunların içinde zırhlı araçlar, silahlar, kişisel koruyucu ekipmanlar, tıbbi malzeme, mühimmat ve daha fazlasının olduğu kaydedildi.
İmam Hamanei, Küba Devlet Başkanını Kabul Etti
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, Tahran'ı ziyaret eden Küba Devlet Başkanı Miguel Diaz Canel ve beraberindeki heyeti kabul etti.
Sadad abad Sarayı'nda yapılan karşılama töreni sonrası baş başa ve heyetler arası görüşmeler yapıldı. Reisi- Diaz görüşmesinde İran-Küba ilişkilerinin yanı sıra bölgedeki son gelişmeler ele alındı.
İran ile Küba'nın siyasi ve ekonomik kapasitelerine dikkati çeken İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, bu kapasitelerin "ABD ve Batı zorbalığına karşı aynı pozisyonu paylaşan ülkeler" arasında bir koalisyon oluşturmak için kullanılması gerektiğini belirtti.
İmam Hamanei, ekonomik iş birliğine odaklanan bu koalisyonun, Filistin meselesi gibi önemli küresel konularda ortak ve etkili bir pozisyon alabileceğini ifade etti.
Küba Devlet Başkanı'nın Filistin meselesi başta olmak üzere küresel konulardaki tutumu ile İran’ın tutumunun uyumlu olduğu değerlendirmesinde bulunan İmam Hamanei, bilimsel iş birliği de dahil olmak üzere iki ülke arasındaki ilişkilerin çeşitli alanlarda daha fazla güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
Diaz-Canel, iki ülkenin çeşitli alanlarda, özellikle de ABD ve müttefiklerinin “müdahaleci eylemleri ve yaptırımlarıyla mücadelede” birbirini tamamlayabileceği değerlendirmesinde bulundu.
İran ve Küba’nın uluslararası işbirliklerinde iletişimlerini artırabileceğini belirten Diaz-Canel, böylece iki ülkenin Filistin gibi önemli küresel meselelerde etkili olabileceğini söyledi.
Diaz-Canel, Gazze’de yaşananları “kabul edilmez bir soykırım” şeklinde nitelendirerek, “Uluslararası kuruluşlar Gazze'de üçte ikisi çocuk ve kadın olmak üzere on binlerce insanın öldürülmesine göz yummuştur.” ifadelerini kullandı.
Ukrayna ile Rusya arasındaki savaştan ve sivillerin öldürülmesinden şikayetçi olanların, Gazze’de “on binlerce kişinin öldürülmesine sessiz” kaldıklarını ifade eden Diaz-Canel, bunun da dünyanın ne kadar kötü bir durumda olduğunu gösterdiğini ifade etti.
Küba Devlet Başkanı Miguel Mario Diaz-Canel bu sabah İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile bir araya gelmiş, heyetler arası ve ikili görüşmelerin ardından iki cumhurbaşkanının huzurunda bilim, teknoloji, sağlık, tarım, enerji, madencilik ve iletişim alanlarında mutabakat zaptları imzalanmıştı.
“İsrail ABD'nin Afganistan'daki Yenilgisinden Daha Ciddi Bir Yenilgiyle Gazze'den Ayrılacak
Arap Dünyasının önde gelen analistlerinden Abdel Bari Atvan, Filistin direnişinin liderliğinin Siyonist düşmanı iyi tanıdığına ve onu kandırmayı başardığına değinerek şunları vurguladı: ‘İsrail ordusu nihayetinde Amerika'nın Afganistan'daki yenilgisinden daha ciddi bir yenilgiyle Gazze'den ayrılmak zorunda kalacaktır.’
Rey el-Yevm Gazetesi Baş editörü Abdel Bari Atvan, kaleme aldığı son yazısında Gazze Savaşının sürecine değindi ve şunları yazdı: Hamas hareketinin liderliğinin, özellikle de bu hareketin Gazze Şeridi'ndeki lideri Yahya el-Sinvar’ın tutumu, ateşkesin uzatılması ve tutukluların serbest bırakılması konusunda oldukça belirleyici oldu. Bu da direnişin özgüvenini ve savaşın uzaması dâhil her türlü olasılığa hazır olduğunu gösteriyor.
Filistin Direnişi ABD ve Siyonist Düşmanı Nasıl Kandırdı?
Gazze Şeridi'ndeki Hamas liderliği, işgalci rejimin Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu, kabinesini ve generallerini Doha'da müzakere masasına getirerek kandırmayı ve bu tutukluların ailelerinin İsrail yetkililerine yönelik baskı ve gösterileri konusundaki zayıf noktalarını kullanmayı başardı. İşte Hamas'ın ateşkes anlaşması ve esir değişimindeki başarısını ve bu hareketin düşmanı kandırmayı başardığını gösteren 3 nokta:
- İlk nokta şu; Direniş ile Siyonist rejim arasında esir değişimine ilişkin dolaylı müzakereler ABD gözetiminde yürütüldü. Bu da Amerika ve İsrail'in Hamas hareketini Gazze Şeridi'nin egemenliğinde ana siyasi ve askeri taraf olarak tanımaya zorlandığı anlamına geliyor. Bu durum ABD'nin Gazze Şeridi'ndeki Hamas yönetiminin yıkılması ve yerine yeni bir yönetim konulması yönündeki tüm iddialarını geçersiz kılıyor. Ayrıca Amerikalıların, Hamas'ı terörist gruplara benzetme yönündeki iddialarını da soru işareti altına bıraktı.
- İkinci nokta şu; Hamas hareketi ve onun Gazze Şeridi'ndeki siyasi liderleri ve askeri komutanları, özellikle İsrail ordusunun, Hamas'a taviz vermemek ve esirlerden kurtulmak için bu esirleri öldürmeye çalıştığı bir durumda İsrailli sivil esirleri tutmanın ağır yükünden ve yüksek güvenlik maliyetlerinden kurtulmayı başardı.
Filistin Milletine Direniş Veren Güç
Abdel Bari Atvan, yazısının devamında şu ifadelerde bulundu: Müzakerelerin ve ateşkesin devamını sağlayan kişi Yahya el-Sinvar’dı ve ateşkes tam olarak sağlanmadan askeri mahkûmlarla ilgili müzakerelerin başlatılmasını asla istemiyordu. Bu nedenle geçici ve kısa süreli ateşkes, her iki taraftan da sivil tutukluların ve kadın ve çocukların serbest bırakılmasıyla sınırlıydı. Ancak askeri tutukluların değişimiyle ilgili olan ikinci aşama çok farklı ve burada direnişin şartları gündeme gelmektedir. Bu, işgal rejiminin hapishanelerindeki tüm Filistinli tutuklulara karşılık tüm İsrailli askeri tutukluların serbest bırakılmasını içeriyordu.
Geçtiğimiz yıllar boyunca Filistin milleti, güçlü, bilgili ve düşmanını iyi tanıyan ve düşmanın güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olan bir Filistin liderliğinin eksikliğinden kaynaklanan büyük bir boşluktan acı çekti. Ancak gelinen aşamada Sayın Yahya Sinvar ve İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın (Hamas'ın askeri kanadı) komutanı Muhammed Zayf, Filistinliler için bu liderliği oluşturmayı ve bu liderliği doldurmayı başardı. Bu iki kişinin öne çıkan özelliklerinden biri de Siyonist düşmanı çok iyi tanımalarıdır.
Yahya Sinvar ve Muhammed Zayf, Gazze Şeridi'ni çok az terk etmişler ve hiçbir Arap ülkesinin etkisi altında değiller ve hiçbir Arap başkentine bağlı değiller. Bunlar, bu Filistinli liderlerin sahip olduğu özel özelliklerdir. Bu liderler, işgalci rejime karşı mevcut savaşı yöneten liderlerdir. Ancak geçici ateşkesin sona ermesinin ardından işgalci rejim, Gazze'de özellikle Nasirat ve Baric, Deyr el-Balah ve Han Yunus ve Refah mahallelerinde sivillere yönelik suç ve cinayetlerine yeniden başladı. Siyonist rejimin verdiği sözlere göre bu bölgelerin güvenli olması gerekiyordu ama İsrail'in hiçbir anlaşmaya ya da söze uymadığı açıktır.
Siyonist rejim, Aksa Tufanı operasyonundan sonra işgal topraklarına gerçekleştirdiği ilk ziyarette Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılara yeşil ışık yakan ABD ve bu ülkenin Yahudi dışişleri bakanı Anthony Blinken’in desteğiyle geçici ateşkesin sona ermesinin ardından bu bölgede Filistin halkına yönelik saldırılarını yeniden başlattı. Ateşkesin sona ermesinin ardından Blinken, Gazze Şeridi'ne yönelik askeri saldırıların yeniden başlamasına karşı olmadığını ancak Gazzelilerin yerinden edilmesine karşı olduğunu açıkladı. Elbette ABD dışişleri bakanının bu iddiası, ülkesinin Mısır, Ürdün ve diğer bölge ülkelerindeki müttefiklerini kaybetmemesi ve Gazze'deki sivillerle ilgileniyormuş gibi görünmemesi içindi.
İsrail Gazze Bataklığında Boğuluyor
Abdel Bari Atvan yazısının devamında şu ifadelerde bulundu: İsrail Gazze bataklığında boğuldu ve bu savaşın sonunda bu rejim ve ordusu yenilgiden başka bir şey elde edemeyecek. Bu sadece bizim söylediğimiz bir şey değil, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin de bunu kabul ediyor ve Amerikalı teorisyen ve New York Times yazarı Thomas Friedman da bu konuyu doğruluyor.
İşgal rejiminin Gazze Şeridi sınırında oluşturmaya çalıştığı tampon bölgeler, Netanyahu kabinesinin savaşın devamına karşı olan korkmuş Siyonist kamuoyunu yatıştırmaya ve bu savaşta en azından bir başarı elde etmeye yönelik umutsuzca çabalarını ne kadar çaresizce sürdürdüğünü gösteriyor.
İnşası iki milyar dolara mal olan Gazze Şeridi ile elektronik sınır duvarı, direniş savaşçılarının Siyonist yerleşimlere sızmasını engelleyemedi ve işgalci rejim bu saldırıyı öngöremedi. Peki, Gazze sınırında tampon bölgelerin oluşturulması Siyonistlerin güvenliğini sağlayabilir ve bu saldırıların gelecekte tekrarlanmasını engelleyebilir mi?
İsrail Ordusu Gazze'den Amerika'nın Afganistan'daki Yenilgisinden Daha Ciddi Bir Yenilgiyle Ayrılacak
Abdel Bari Atvan şu ifadelerde bulundu: Temmuz 2006'da Lübnan direnişiyle Siyonist rejim ordusu arasında yaşanan savaş, İsrail ordusunu küçük düşürmüş, zayıflıklarını ortaya çıkarmış ve Siyonist rejimin ordusunun yenilmezlik iddiasını çürütmüştür. Ancak Filistin direnişiyle işgalci düşman arasındaki Ekim 2023 savaşı, Siyonist ordunun itibarından ve güvenilirliğinden geriye kalan her şeyi sonsuza kadar yok etmiştir. Direniş savaşçıları Pazar günü Gazze Şeridi'nde mucizevi operasyonlar gerçekleştirdi ve düşman ordusuna önemli maddi ve insani kayıplar yaşattı ve Siyonist rejim ordusunun yetkilileri kayıplarını itiraf etmek zorunda kaldılar.
İsrail, ABD’li destekçilerinin Afganistan'da yaptığı hatanın aynısını Gazze'de yaptı. 11 Eylül 2001 saldırılarının intikamı bahanesiyle Afganistan'a saldıran Amerika, yirmi yıl sonra bu ülkeyi aşağılanarak terk etmek zorunda kaldı ve elbette İsrail ordusu da Gazze'den Amerika'nın Afganistan’daki yenilgisinden daha ağır bir yenilgiyle ayrılacak ve bu da Siyonist projenin tamamen çöküşünün başlangıcı olacaktır.
Yemenli Komutan: Kızıldeniz İsrail Gemilerine Mezar Olacaktır
Yemen Sahil Güvenlik Komutanı, Yemenlilerin sadece Filistin halkını savunmak için slogan atmakla yetinmeyeceğini vurgulayarak, bu ülke güçlerinin gerekli imkânlara sahip olduğunu ve Kızıldeniz'i İsrail gemileri için mezarlığa çevireceği uyarısında bulundu.
Yemen sahil güvenlik komutanı Muhammed Ali Kadri, İsrail gemilerine yönelik son saldırıların defalarca yapılan uyarılar sonrasında gerçekleştirildiğini söyledi.
Bazı medya kuruluşlarının Babülmendep Boğazında 2 gemiye saldırı ihtimaline ilişkin haberlerinin ardından, Yemen Sahil Güvenlik Komutanı bu haberleri doğruladı ve bu ülkenin silahlı kuvvetlerinin Gazze halkına destek amacıyla 2 İsrail gemisini hedef aldığını açıkladı.
Yemen Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü Tuğgeneral Yahya Seri, gemilerden birine deniz uçağı ile saldırı düzenlendiğini, ikinci saldırının ise deniz füzesi ile gerçekleştirildiğini söyledi.
Yemen Sahil Güvenlik Komutanı da şu ifadelerde bulundu: ‘Yemen inkılabı lideri daha önce Siyonist rejimi Kızıldeniz'in onlara yasak olduğu konusunda uyarmıştı. İsrail gemilerine saldırı, iki İsrail gemisinin Yemen donanmasından gelen uyarı mesajlarını görmezden gelmesinin ardından gerçekleştirildi. Bu sorun donanmamızın bu iki gemiyi vurmasına neden oldu.
Yemen ordusu, dün İsrail gemilerine yönelik operasyonlarıyla birlikte bu rejime bağlı gemilere yönelik çok sayıda operasyon daha gerçekleştirdi. Bu operasyonlardan birinde Yemen Donanması, Kızıldeniz'de "Galaksi Leader" isimli İsrail gemisini ele geçirdi. Daha sonra onu Yemen'in batısındaki Hudeyde sahiline götürdü.
Yemen Sahil Güvenlik Komutanı Muhammed el-Kadri yaptığı açıklamada bu konuya değinerek şu ifadelerde bulundu: ‘İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki kardeşlerimize yönelik saldırıları sona erene kadar İsrail gemilerinin Kızıl Deniz ve Makran denizlerine gitmesine izin vermeyeceğiz.
Karasularımız Siyonist Düşmanın Gemilerine Mezarlık Olacaktır
Muhammed el-Kadri ayrıca bazı Batılı yetkililerin Kızıldeniz'de seyrüseferin risklerine ilişkin açıklamalarına da değindi ve şunları söyledi: ‘Yemen deniz operasyonları uluslararası koridorlara veya diğer ticari gemilere zarar vermiyor bu operasyonlar sadece İsrail gemilerine yöneliktir.
İsrailli veya İsrail bağlantılı tüm gemileri, uyarılarımızı dikkate almamaları halinde meşru hedef olacakları konusunda bir kez daha uyarıyoruz.’
Yemenli yetkililer daha önce yaptıkları açıklamalarda defalarca şunları vurguladılar: ‘İsrail ordusunun Gazze halkına yönelik operasyonları devam ettiği sürece İsrail'in çıkarlarına ve pozisyonlarına yönelik operasyonlar da devam edecektir.’
Bu üst düzey Yemenli komutan, açıklamasının bir başka bölümünde İsrail gemilerine yönelik dün düzenlenen operasyona değinerek şu ifadelerde bulundu: ‘Yemen, özellikle Arap ve İslam ülkelerinin Gazze savaşına sessiz kalmasından sonra, İsrail gemilerinin Kızıldeniz, Babülmendep Boğazı ve Makran Denizi'ndeki hareketlerini gözlemleyecek ve denetleyecek gerekli deniz imkân ve kabiliyetlerine sahiptir.’
Yemen Sahil Güvenlik Komutanı şu ifadelerde bulundu: ‘Yemenliler Filistin halkına sadece söz ve sloganlarla destek vermiyor. Yemen'in Filistin'e karşı tutumu değişmeyecek ve Yemenliler, Filistin halkının zaferi için tüm güçlerini kullanacaktır.
Yemen ordusu, İsrail gemilerine yönelik saldırılarıyla birlikte, Aksa Tufanı operasyonunun başlamasından bu yana defalarca insansız hava aracı ve füze saldırılarıyla işgal altındaki toprakların güneyindeki Eilat limanını hedef aldı.
Tümgeneral Ali Kadri açıklamalarının sonunda şunları söyledi: ‘Yemen Donanması, Batılı ülkelerin planlarını etkisiz hale getirmek için gerekli olanaklara sahiptir ve Yemen silahlı kuvvetleri, Amerika, İngiltere ve İsrail'in Kızıldeniz ve Babülmendep Boğazına ayak basmasına izin vermeyecektir.’
Rus uzman: İran'ın çok kutuplu bir dünya için yeni fikirleri var
Moskova, IRNA - Rus uluslararası ilişkiler uzmanı İran'ın yeni dünya düzeninin oluşumunda çok önemli bir role sahip olduğunu belirterek, “Tahran ile Moskova arasında ortak projeleri bir an önce hayata geçirmeye çalışmalıyız” dedi.
IRNA’ya demeç veren Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Üniversitesi Doğu Araştırmaları Bölümü Profesörü Adlan Margoev ABD hegemonyasının gerilemesine göre çok kutuplu dünyanın oluşumunda İran'ın yerini, Gazze Şeridi'nin geleceğine ilişkin olası senaryolar, İran’ın BRICS ve Şangay Ekonomik İşbirliği Örgütü'ne üyeliğinin Tahran ile Moskova arasındaki ikili ilişkilerin genişlemesine etkisini açıkladı.
- Geleneksel süper güçlerin gerilediği durumda yeni dünya düzeninin oluşumu, dünya siyaset literatürünün güncel konularından biridir. Bu yeni dünya düzeninde İran'ın rolünü nasıl görüyorsunuz?
Bana göre çok kutuplu dünya henüz hepimizin aynı anda inşa ettiği tek bir dünya değil. Her aktör kendi bölgesinde bölgesel bir düzen oluşturuyor ve bunların bir araya getirilmesiyle çok kutuplu bir düzen yaratılıyor. Bu sürecin gerçekleşmesi en az yirmi yıl sürecek ve iki aşamadan oluşmaktadır. İlk aşamada mevcut düzeni kendi çıkarları için kullanan ülkelerin karşısında durmaya çalışan bazı ülkeleri görüyoruz. İkinci aşamada ise işbirliğine yönelik yeni parametreler oluşturulacak. İlk aşamada İran uluslararası alanda aktif bir varlığa sahip ve çıkarlarını direniş ekseni aracılığıyla ortaya koyuyor, örneğin Gazze'deki durumda buna tanık oluyoruz. Çok kutuplu bir dünyanın ortaya çıkışının ikinci aşamasında İran'ın rolü bölgedeki diğer ülkelerden olumlu yönde farklıdır. Çünkü İran, Hürmüz Boğazı barış planı gibi Rusya'nın bölgesel ve küresel düzen imajına da uygun yeni fikirler sunmaktadır. Rusya'nın Fars Körfezi'ndeki güvenliğe ilişkin planı da tüm bölgesel aktörlerin katılımıyla kapsamlı bir sistemin inşa edilmesi ve herkesin çıkarlarının korunması yönünde tanımlanıyor. Bu nedenle çok kutuplu dünyada İran'ın rolünü çok önemli görüyorum.
- Size göre İran'ın BRICS ve Şangay Ekonomik İşbirliği Örgütü'ne üyeliği, İran ve Rusya arasındaki ikili ilişkilerin geliştirilmesinde ne kadar etkili olabilir?
Bana göre ikili ilişkilerin altyapısını güçlendirmek şu anda İran ve Rusya'nın en önemli görevidir. Bu altyapılar "Kuzey-Güney" ulaşım koridorunun geliştirilmesi, lojistik yetenekler, finansal ticaret, bankacılık işbirliğinin kolaylaştırılması, İran-Avrasya Serbest Ticaret Anlaşmasının uygulanmasının yanı sıra iki ülkenin uzun vadeli kapsamlı işbirliğinin nihai programınıiçermektedir. Bu konuların derhal ele alınması gerekiyor.
BRICS ve Şangay Ekonomik İşbirliği Örgütü gibi kapsamlı kuruluşlarda İran ile Rusya arasındaki işbirliğinin artırılması fikrine ilişkin uzmanların, kapsamlı süreçlerin hayata geçmesinin yıllar alacağı gerçeğini dikkate alması gerekiyor. Örneğin Avrupa Birliği'nin belirli mekanizmalara ve etkili sonuçlara sahip bir örgüt haline gelmesi yaklaşık 70 yıl sürdü.
“İsrail’in Soykırımından Daha Korkunç Olan ABD ve Batı’nın Bu Soykırımı Desteklemesidir”
İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, İran İslami Şura Meclisin açık oturumu sırasında yaptığı konuşmada, Gazze’de yaşanan olaylara değindi.
İbrahim Reisi şunları söyledi: ‘İslam Ümmeti ve insanlık 6 bin 500 Filistinli çocuğun ve Filistinli savaşçıların şehit olmasından üzüntü duymaktadır. Ancak bu soykırımdan daha korkunç olan şey, insan hakları iddiasında bulunan ABD ve Batılıların bu soykırımı desteklemesidir.
Bugün tüm milletler ayağa kalkmış, adaleti haykırmaktadır. İsrail’in Filistin halkına yönelik bu zulmü, bu rejimin sonunu getirecektir.’
İran’dan ABD’nin İddialarına Yanıt; Bölgedeki Direniş Grupları İran’dan Emir Almıyor
İran, ABD'nin Suriye ve Irak'taki üslerine İran destekli milis gruplar tarafından düzenlenen saldırılarla bağlantısı olmadığını ifade etti.
İran: Bölgede ABD güçlerine yapılan saldırılar ve Husilerin eylemleriyle ilgimiz yok
İran'ın yarı resmi Tesnim Haber Ajansına göre, Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Said İravani, ABD, İsrail ve İngiltere'nin iddialarına ilişkin BM Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) mektup gönderdi.
Mektubunda, İran'ın bölgedeki ABD güçlerine saldırılarla ilgisi olmadığını savunan İravani, İsrailli şirkete ait yük gemisi Galaxy Leader'a Yemen'deki İran destekli Husiler tarafından el konulmasında da Tahran'ın herhangi bir rolü olmadığını kaydetti.
İrevani kaleme aldığı mektupta, “İngiltere Devlet Bakanı Tatık Ahmed Bu toplantıda yaptığı konuşmada, Ortadoğu'nun mevcut durumunda ülkesinin sorumluluğunu ve istikrarsızlaştırıcı politikalarını göz ardı ederek, İran’ı suçlamaya çalıştı” dedi.
İrevani, “Filistin halkının uzun süredir çektiği acılarda şüphesiz İngiltere ana bir rol oynuyor. Britanya'nın, İsrail'in Filistin halkına ve bölge ülkelerine karşı işlediği soykırım suçlarına ve saldırılarına sürekli ve sarsılmaz desteği, başkalarının niyetlerini ve politikalarını yargılama izni verme konusundaki ahlaki otoritesini önemli ölçüde azaltıyor” ifadelerini kullandı.
Öte yandan İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani de İsrail’e ait gemilere yapılan saldırılar konusunda İran’ı suçlayan ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) iddiasına şöyle yanıt verdi:
''CENTCOM'u terörist bir güç olarak değerlendiriyoruz ve bu terör güçlerinin varlığı bölgesel barışı bozarken bölge ülkeleri için istikrarsızlık ve güvensizlik yaratmıştır. Bu mesnetsiz iddiaların İran açısından hiçbir değeri yoktur.
ABD bölgedeki savaşın bir tarafı ve son iki ayda Filistin halkına yapılan katliamdan sorumludur. Bize göre ABD’lilerin bölgedeki istikrarsızlık gibi konularda başkalarını suçlayacak bir konumda değildir.
Bölgedeki direniş grupları İran'dan emir almıyor, onlara herhangi bir talimat iletmedik.''
Gazze Avrupa’da Irkçılığın Yeni Mezesi mi?
Batılılar bilerek sapla samanı birbirine karıştırıyor. Pekâlâ Hamas’ın İslamcı gündemi reddedilebilir ama Batı açısından asıl mesele bu olsaydı Mısır, Suriye, Tunus, Libya ve Yemen’de Müslüman Kardeşler’le çalışmazlardı. Ucu İsrail’e dokunduğunda işin rengi değişiyor ve diğer coğrafyalarda ortak olan Müslüman Kardeşler Filistin’de terör örgütüne dönüşüyor. Batı bu çelişkiyi aşarsa o vakit dürüstçe Hamas’ın İslamcı gündemine de sıra gelebilir...
Refah toplumlarının bir yüzünde özgüven öteki yüzünde kırılganlık yatıyor. İşler kötüye gittiğinde kırılgan taraf ulusal kimliğin yeniden inşası iddiasıyla ötekine korkulara dayalı düşmanlık üretiyor.
Barındırdığı kültürel ve etnik çeşitliliği büyük bir zenginlik olarak gören Hollanda siyaseti göçmenler, yabancılar ve Müslümanlar üzerinden yürüttüğü zehirli tartışmalarla Özgürlük Partisi (PVV) lideri Geert Wilders’i sandıkta zafere taşıdı. Sağcı, milliyetçi ve ırkçı dönüşüm Fransa’da da Ulusal Birlik Partisi (RN) lideri Marine Le Pen’i sarayın kapısına kadar getirdi. Hollanda’daki şoktan sonra Fransızlar da yarın bir gün Le Pen’in önünü kesen stratejik tercihi terk ederse şaşırmamalı. Irkçı-milliyetçi tırmanışı önleme adına merkez sağ ve sol partiler muhafazakârlaştıkça, partiler arası çizgiler belirsizleşiyor ve kitlelerin “aşırı” olana ilişkin korkuları geriliyor. Özellikle işçi sınıfına dayanması gereken sol içini aşırı sağa boşaltıyor. Bu dönüşüm, bu sefer Müslümanların hedefte olduğu lanetli “arınma” fikrini alttan alta beslerken bu lanete karşı birliği temsil eden AB’nin de ruhunu emiyor. Azınlıklar kadar endişelenmesi gereken birileri varsa AB projesine inananlardır.
***
Wilders’teki sıçramayı Hamas’ın 17 Ekim’de İsrail’e saldırısına bağlayanlar oldu. Mesela Liège Üniversitesi'nden Prof. Dr. Jérôme Jamin “İsrail ve Hamas arasındaki savaş Wilders'in işine yaramış olabilir" dedi. Etkisini ölçmek zor fakat Wilders'in nefret kampanyası 7 Ekim saldırısıyla birlikte altın madeni bulmuş gibiydi.
İslam’a “faşist ideoloji”, İslam peygamberine “Sübyancı”, camilere “Nazi tapınağı” diyen Wilders, İsrail’i “İslam’a karşı Batı’nın ilk savunma hattı” olarak görüyor. “Beyrut Kasabı” Ariel Şaron’a yakındı, cenazesine katıldı. Başbakan Benyamin Netanyahu ile de dost.
Wilders, Netanyahu’nun 7 Ekim tasvirini anında kampanya malzemesine dönüştürdü: “Bebeklerin başı kesildi. Aileler katledildi. Bu, cehennemden de kötü. Hamas'ın tamamen yok edilmesi gerekiyor. Kısıtlama yok, intikam var. Adalet ve İsrail'in güvenliği için.”
İsrail’in savaş ilanına “İyi şanslar İsrail. Hamas'ı yok et. Onların terör, nefret, antisemitizm ve barbarlık ideolojisi tüm özgür dünya için bir tehdittir. Yani bizim için savaşıyorsunuz. Toda raba!” diye destek çıktı. Gazze’den katliam görüntüleri gelirken “Hiçbir İsrailli sivillerin öldürülmesini istemez. Ancak Hamas'ın yok edilmesi gerekiyor. İsrail'e tam destek vermeliyiz!” dedi.
Amsterdam’da Filistin’e destek gösterisine karşı öfkeliydi: “Terör bayraklarıyla her köşe bucak sokaklarımıza giriyorlar. Ve kimse bir şey yapmıyor. Rutte, Yeşilgöz ve herkes sokaklarımızı süpürmek yerine teslim oluyor.”
Lahey'deki göstericilere de nefret saçtı: “Terörist destekçileri sokaklarımızı ele geçiriyor. Emniyete alın, bugün ülkeden sınır dışı edin. Hollanda'da Müslüman terörüne yer yok.”
Rotterdam’daki gösteri üzerine “Yazıklar olsun! Masum İsraillilerin mezarları üzerinde dans eden bu insanların hepsi sınır dışı edilmeli” çağrısı yaptı.
"İsrail'in Hamas'a karşı mücadelesi dünyanın barbarlığa karşı mücadelesidir. Filistinlilerin nehirden denize kadar ilan ettikleri savaş sadece İsrail'e karşı değil, yakında Hollanda'ya da ulaşacak" dedi.
Londra’daki insan seli için “Gazze sahili” ve “Londra kaybedildi” mesajlarını paylaştı. Paris'teki gösteriyi kampanyasına malzeme yaptı: “Hamas'a büyük destek. Bunu Hollanda'da mı istiyorsunuz? Herhangi bir partiye oy verin. İstemiyor musunuz? O zaman PVV'ye oy verin.”
Wilders’a göre sadece Kudüs değil Paris, Roma ve Amsterdam da İslamcı teröristlerin hedefindeydi ve bu özgürlük ile barbarlığın savaşıydı. 7 Ekim’den itibaren bu mesajları tekrarlayıp durdu.
Eşi Filistinli olan ve aldığı tehditler yüzünden geçen yaz siyaseti bırakan eski Başbakan Yardımcısı, Maliye Bakanı ve D66 lideri Sigrid Kaag’a defalarca saldırdı.
İsrail, Filistinlileri Sina’ya sürme planıyla Gazze’ye girerken Wilders de Siyonistlerin yıllardır pişirip durduğu akla teşne oldu: “1946'dan bu yana bağımsız bir Filistin devleti var: Ürdün Krallığı. Ürdün Filistin'dir. Filistin halkına gönüllü olarak Ürdün'e yerleşme ve kendi hükümetini özgürce seçme hakkı tanınmalıdır. Haşimi Krallığı gerçek bir demokrasiye dönüşsün!”
2016’da dönemin ABD Başkanı Barack Obama’ya “Yerleşimler konusunda İsrail'i suçlamayı bırak. Yahudiye ve Samarya (Batı Şeria) İsrail'e aittir. Ürdün=Filistin” diye çıkışmıştı. Filistin lideri Mahmud Abbas’a bile tahammülü olmadığını “O Yahudi düşmanının Hollanda'ya girmesine izin vermeyin!” sözleriyle ortaya koymuştu. Böyle birinin seçim zaferi İsrail’de coşkuyla alkışlandı.
Wilders’ın İsrail aşkı 1980’lerde Suriye, Mısır, Tunus, Türkiye, Kıbrıs, İran’ı kapsayan bir ziyaretinin ardından depreşmiş. Birkaç yıl önce “Ortadoğu'da pek çok ülkeyi ziyaret ettim ama hiçbir yerde Ben Gurion Havalimanı'na indiğimde hissettiğim gibi özel bir kimlik duygusu hissetmedim" demişti. “Hepimiz İsrail'iz; İsrail, Batı'nın İslam'a karşı ilk savunma hattıdır" ifadesini de birkaç kez tekrarlamıştı.
İsrail'le dostluk konusunda Macaristan Başbakanı Viktor Orban’la duygudaşlar. Gerçi konu İsrail olunca AB karşıtlarını Brüksel’de görmek istemeyen Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen de onlarla kadeh tokuşturabilir.
***
Britanya bir kenara, kıta Avrupa’sında Filistin-İsrail çatışmasının iç siyasete etkileri açısından üzerinde durulması gereken asıl ülke Fransa.
Gazze ‘soykırım savaşı’ altında ölürken Fransa gecesini gündüzünü antisemitizm tartışmalarıyla geçirdi. Aşırı sağ ve aşırı solun bazı kanatları hariç siyaset, gündemin 7 Ekim’de takılı kalmasına razı oldu. Avrupa’da en kalabalık Yahudi nüfusu barındıran Fransa’da antisemitizm en canlı konulardan biri. İçişleri’ne göre ilk beş haftada en az bin 200 antisemit olay kaydedildi. Antisemitizme karşı Senato ve Parlamento başkanlarının çağrısıyla yürüyüş düzenlendi. Le Pen de yürüyüşe katılarak Yahudi toplumu içindeki şüpheleri gidermeye çalıştı.
Le Pen, Wilders’i selamlayanların başında geliyor. “Onu ve PVV'yi, ulusal kimliklerin savunulmasına artan bağlılığı doğrulayan olağanüstü performanslarından dolayı tebrik ediyoruz. Avrupa'da değişim umudunun canlı kalmasının nedeni, ulusal meşalenin sönmesini reddedenlerin varlığıdır” dedi. İslamcılar ve yabancılar konusunda örtüşen Le Pen ve Wilders İsrail’e tam destek konusunda ayrışıyor.
Le Pen, Nazi bağlantılı kadrolarla birlikte yürümüş olan babası Jean-Marie Le Pen’den devraldığı siyasi hareketi ‘antisemit’ etiketinden önemli ölçüde uzaklaştırsa da Filistin-İsrail ya da Araplarla ilişkiler konusunda hala bir yön karmaşası yaşıyor. Jean-Marie Le Pen, İsrail’in 2009’daki bombardımanı sırasında Gazze’yi “devasa bir toplama kampı” olarak niteleyip “Gerçek bir gettoda sıkışmış bir sivil halka karşı büyük çapta askeri saldırı şoke edici” demişti. Aşırı sağda bu çizgiyi koruyanlar var. Marine Le Pen ise İslamcı Hamas’ı reddetmenin kimlik siyasetindeki getirisini ya da İsrail’e destek vermenin partisini merkeze taşımadaki önemini hesaba katarak pozisyon belirledi. Le Pen 10 Ekim’de Gazze’de Hamas’ı desteklemeyen nüfusun Mısır’a gönderilmesi için uluslararası toplumun Kahire’yi ikna etmesi gerektiğini savundu. Sonra 23 Ekim’de Gaullist çizgiye kaymışçasına "Nüfusun Sina'ya ya da Negev'e gönderilmesi sadece yer değiştiren nüfusun nefretini körükleyecek; Mısır'ı hatta Ürdün'ü istikrarsızlaştıracak" dedi. Belli ki Gazze’den gelen felaket görüntülerle İsrail’in anlatısı dağılırken frene basma gereği duydu. Burada iki şeyi dikkate aldığı söylenebilir: Birincisi seçimlerde ulaşmak zorunda olduğu geniş kitlelerin hissiyatı; ikincisi Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a da ayar veren devletin refleksi.
Le Pen zaman zaman Charles de Gaulle’e özendiği izlenimi veriyor. Cezayir savaşından sonra Charles de Gaulle’ün çizgisi Araplarla iyi ilişkiler kurmayı, kutup savaşlarından uzak durmayı ve ABD’nin hegemonik etkisini kırmayı önceliyordu. De Gaulle 1967’deki işgali kınayıp İsrail’e silah ambargosuna gitmişti. Fakat Le Pen’in göçmenler, yabancılar ve Müslümanlara bakışındaki dar çerçeve onu, taklit etmeye çalıştığı Gaulle’den uzaklaştırıyor. Le Pen’in zikzakları Macron’un yalpalamalarına koşut olarak gelişiyor sanki. Macron İsrail’i ziyaretinde IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun Hamas’a karşı devreye sokulmasını önererek şimşekleri üzerine çekmiş, daha sonra İsrail’i sivil kayıplar nedeniyle eleştirip ateşkes çağrısında bulunmuştu. Fransa toplumundaki bölünme Macron’un tutarlı bir çizgide gitmesini zorlaştırıyor. Le Pen diskurunu İsrail’e destekten ziyade İslamcı tehdit üzerinden kuruyor. Hatta Filistin’e destek mesajından dolayı İçişleri Bakanı Gérald Darmanin’in hedef aldığı milli futbolcu Karim Benzema ile ilgili tartışmaya da dahil oldu. Dermain "1100 İslamcı kuruluşu kapattık. Benzema da Müslüman Kardeşler’le bağlantılı" demişti. Benzema’nın radikal İslamcılıktan hoşnut olduğunu savunan Le Pen ise hükümetin futbolcuyu suçlarken neden Müslüman Kardeşler’i yasaklamadığını sordu.
***
Başından itibaren Gazze’deki savaşa dair tartışmanın zemini sakattı, yönü de tehlikeliydi. Hamas’ın IŞİD’den beter olduğu konseptini yaygınlaştırmak için İsrail’in “soykırım savaşı”na karşı çıkan herkesi terör destekçisi ve antisemit olarak damgalayan bir sorumsuzluk sergilendi. Antisemitizm Avrupa’nın sorunu, Filistin’in değil. Filistinlilerin meselesi işgal ve sömürü, Yahudilik değil. Ama bir soykırım savaşının göçmenler, yabancılar, İslam ve antisemitizm tartışmalarına malzeme yapılması İsrail’in de Avrupa siyasetini rehine olarak elinde tutma çabasına denk düşüyor. Avrupalı hükümetlerin Gazze’de ateşkes çağrısı bile yapamayacak kadar İsrail’in ayaklarına kapaklanması bu ülkelerin Müslüman ve Arap nüfusunda ciddi bir duygusal kırılma yarattı. Avrupa’nın değerler manzumesinin pek bir ederi kalmadı. Filistin’e desteği önlemek için öne sürülen antisemitizm tehlikeli, soykırım savaşında İsrail’e koşulsuz destek yüzünden korkulan yönde gelişebilir.
Bütün bir tartışma Hamas’ın El Kaide, IŞİD ve Taliban’la aynı sepete konulduğu yerden yürütülüyor. Esasen Hamas’ın da dahil olduğu Müslüman Kardeşler örgütü farklı coğrafyalarda Batılı müttefiklerin ortakları olageldiler. Müslüman Kardeşler, Suriye’de Esad yönetimine karşı silahlandırılırken ‘devrimci’ muamelesi görmedi mi? Yine Müslüman Kardeşler Mısır ve Tunus’ta iktidara geldiğinde Arap Baharı’nın değişim gücü olarak alkışlandı mı? Libya’da Kaddafi’ye karşı silahlı kalkışmada NATO’nun bir numaralı ortağı değiller miydi? Adalet ve İnşa Partisi olarak Batı’nın tanıdığı iktidarın paydaşı değiller miydi? Ürdün’de İslami Gayret Cephesi meclise girdiğinde ya da Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi hükümet olduğunda meşruiyet sorunu yaşadı mı? Yemen’de Islah, Batı açısından Arap Baharı sırasında “devrimci”, geçiş hükümetinde “ortak”, Husilere karşı savaşta “müttefik” olmadı mı? Irak’ta Saddam sonrası Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı koltuğunu, İslami Cemaat’e vermediler mi? Bunların hepsi Müslüman Kardeşler’in ülke örgütlenmeleri. Bu liste daha da uzatılabilir. Fakat öteki coğrafyalarda dost ve müttefik bellenen bir hareket İsrail’e karşıysa teröriste dönüşüyor. Bu çelişki İsrail için de geçerli: Tel Aviv, Suriye’de IŞİD’in uzantısı Nusra dahil İslamcı güçleri Esad yönetimine karşı destekledi. ABD Başkanı Joe Biden’ın “Hamas IŞİD’den beter” nakaratına Batı da eşlik ediyor fakat Hamas, El Kaide ve IŞİD gibi küresel cihat hareketi değil. Esasen Selefi-Cihadi hareketlerin İsrail’e karşı bir düşmanlığı da olmadı. Hamas düşmanlığını İsrail’le, mücadelesini işgal altındaki topraklarda sınırlamış, bu bakımdan “ulusal İslamcı hareket” olarak nitelendirilebilecek bir yapı. Hamas 1967 sınırlarını esas alan Oslo Anlaşması’nın çizdiği çerçevede, İsrail’in de onayladığı seçimlere girmeyi kabul etmiş, sandıktan galip çıkmış bir parti. Batılılar bilerek sapla samanı birbirine karıştırıyor. Pekâlâ Hamas’ın İslamcı gündemi reddedilebilir ama Batı açısından asıl mesele bu olsaydı Mısır, Suriye, Tunus, Libya ve Yemen’de Müslüman Kardeşler’le çalışmazlardı. Ucu İsrail’e dokunduğunda işin rengi değişiyor ve diğer coğrafyalarda ortak olan Müslüman Kardeşler Filistin’de terör örgütüne dönüşüyor. Batı bu çelişkiyi aşarsa o vakit dürüstçe Hamas’ın İslamcı gündemine de sıra gelebilir. İsrail’i tanıyıncaya kadar sol-seküler çizgideki El Fetih’e de terör örgütü diyenlerin tutarlılıkla ilişkisi ne olabilir ki?
***
Özetle yıllara yayılmış ırkçı-faşist dönüşümün altındaki sosyal, ekonomik ve siyasal dinamikleri göz ardı etmeden Hamas’ın halihazırda rüzgâr almış yelkenleri biraz daha şişirdiği söylenebilir. Daha fazlası günah keçisi aramaya girer.
Pandemi ve Ukrayna savaşının getirdiği ilave yüklerin yanı sıra liberal-kapitalist sistemin yol açtığı tahribatlara odaklanmak yerine sosyal katmanlarda yaşanan kötüleşmeden göçmen ve mültecileri sorumlu tutan, buradan tartışmayı kolayca kimlik ya da kültürler arası çatışmaya kaydıran bir siyaset tarzı aşırı sağa ekmek çıkartıyor. Yaşam normları arasında çatışmaları da barındıran kültürel kimlik kriziyle nasıl baş edeceğini bilemeyen Avrupa siyaseti tehlikeli bir yönelimle kendini “arınma” fikrine hazırlıyor. Gazze halihazırda var olan çatışmaya güncel bir bahane sundu. Bu kriz yarın Gazze olmadan başka bahanelerle devam edecek.
gazeteduvar