کارگر

کارگر

 ABD, İran petrol ve petrokimya ürünlerinin Doğu Asya'da satılmasına yardımcı olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Çin menşeili şirketlere yaptırım uyguladı.
 

ABD, on milyonlarca dolarlık İran petrol ve petrokimya ürünlerinin Doğu Asya'ya satılmasına yardımcı olan Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) menşeili şirketlere baskıyı artırmak amacıyla uygulanan yaptırımlara yenilerini ekledi.

ABD Hazine Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda, 4'ü Hong Kong'da, 1'i Singapur'da ve 1'i Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) olmak üzere toplam 6 şirkete yaptırım uygulandığı duyuruldu.

Hazine Bakanlığı'nın yaptırımları ile BAE merkezli Blue Cactus Heavy Equipment and Machinery Spare Parts Trading L.L.C, Hong Kong merkezli Farwell Canyon HK Limited, Shekufei International Trading Co. Limited ve PZNFR Trading Limited şirketlerinin hedef alındığı aktarıldı.

Bakanlık, bu firmaları İran'ın en büyük petrokimya şirketlerinden biri olan Persian Gulf Petrochemical Industries Co. adlı şirketin (PGPICC) petrol ve petrokimya ürünlerini Doğu Asya'ya satışını kolaylaştırmak için kullanmakla suçladı.

Hazine Bakanlığı'nın Terörizm ve Mali İstihbarattan Sorumlu Müsteşarı Brian Nelson, ABD'nin 2015 tarihli Kapsamlı Ortak Eylem Planı'na atıfta bulunarak, "ABD, Ortak Kapsamlı Eylem Planı'nın tam olarak uygulanmasına karşılıklı bir dönüşü sağlamak için diplomasi yolunu izlemeye devam ediyor. İran taahhütlerini tam olarak yerine getirmeye hazır olana kadar İran petrol ve petrokimya ürünlerinin yasadışı satışına yönelik yaptırımları uygulamaya devam edeceğiz” dedi.

Dışişleri Bakanlığı ise İran petrol ürünleri taşıyan bir gemiyi yönettiği iddiasıyla Singapur merkezli Pioneer Ship Management PTE LTD ve Hong Kong merkezli Golden Warrior Shipping Co. adlı şirketlere yaptırım uygulandığını belirtti.

Bugün açıklanan yaptırımlar son 2 ayda ABD'nin İran petrol ve petrokimya ürünlerinin satışını yapan İran, Çin ve BAE'li firmalara karşı uygulanan yaptırımlarını takip etti. Yaptırımlar doğrultusunda şirketlerin ABD merkezli varlıkları donduruluyor.

Tahran’da düzenlenen 7. Astana zirvesinden çok rahatsız olan ABD ve İsrail’e Almanay da katıldı: Bu Fotoğraf Bütün Batı Devletlerine Ve Emperyal Güçlere Bir Meydan Okumadır” diyen Almanya haklı.


FHA- Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Tahran Zirvesi'nde Erdoğan, Putin ve Reisi'nin bir arada çekildiği fotoğrafla alakalı, "Bu fotoğraf bir meydan okumadır" dedi.

Alman gazetesi Bild'e konuşan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Tahran Zirvesi'nde Erdoğan, Putin ve Reisi'nin verdiği fotoğrafla alakalı değerlendirmelerde bulundu.

"BU BİR MEYDAN OKUMADIR"

Dünyabülteni'nde yer alan habere göre "Türk Cumhurbaşkanı'nın bu fotoğrafta olması, kibarca söylemek gerekirse; bir meydan okumadır" diyen Baerbock, fotoğraf karesinin kendisi için, özellikle de bir NATO üyesi açısından anlaşılmaz olmaktan öte olduğunu söyledi.

"ORTAK DEĞERLERE BAĞLI OLMALIYIZ"

Tahran'daki zirveye dair görüşlerini paylaşmaya devam eden Alman Bakan, "Tahran'daki toplantı, ortak değerlerimiz için bir arada durmamızın ne kadar önemli olduğunu tekrar gösterdi" dedi.

Salı, 26 Temmuz 2022 05:02

Tahran Zirvesi sonrası neler oluyor?

Küçük anlaşmazlıklara takılmadılar.
Büyük devletler gibi davrandılar.
Ülkelerinin çıkarlarını esas aldılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 liderin kararını açıkladı:
“Amerika Fırat’ın doğusunu terk etmeli.
Astana Süreci’nden çıkan tespit bu.
Bu Türkiye’nin de beklentisidir.
Oradaki terör örgütlerini besleyen Amerika.
Amerika çekilirse bizim işimiz kolaylaşır.”
Her şey çok net!


SONRASI

Erdoğan’ın açıklamalarını arkadaşlarla değerlendirirken,
“ABD bakalım buna ne karşılık verecek?
Yanıt içeride mi olacak, dışarıda mı?
Güçlü bir terör saldırısı yaşanabilir” dedim.
Çünkü geçmişte hep böyle olmuştu.

 


IRAK’TA OLANLAR

Zirvenin hemen sonrası…
Zaho’da bir mesire yeri vuruldu.
9 sivil öldü, 23 yaralı.
Olay yeri Kürt bölgesi.
Ama ölen ve yaralananların tamamı Arap.
Garip bir durum.


BAĞDAT

Haber hızla yayıldı.
Sanki bir yerlerden düğmeye basıldı
Türkiye suçlandı.
Irak’ta sokaklar hareketlendi.
Türkiye’nin eski büyükelçiliğine,
Türk şirketlerine,
Türkiye’nin diğer birimlerine saldırılar oldu.
Aylardır bir araya gelemeyen gruplar,
Türkiye’ye karşı aynı masa etrafında toplandı.


TÜRKİYE’DE

Türkiye’de de ilginç gelişmeler oldu.
Birileri hemen topa girdi.
Irak’ta Türkiye’ye yönelik saldırılardan,
İran destekli grupları sorumlu tuttu.
Elde ciddi bir bilgi yok.
Ama İran karşıtlığı başladı.
Hatta, İran’la ciddi sorunlar yaşayan,
Irak seçiminde İran yanlısı gruplarla mücadele eden,
Sadr bile İran yanlısı gösterildi.

 


YABANCILARDAN VİDEOLAR

Garip bir şey daha yaşandı.
Türkiye’deki yabancılar,
Taksim Meydanı’ndan video yayınladı.
“Irak’tan çıkın yoksa…” diye terör tehdidinde bulundular.
Bu kadar hızlı… İlginç.


TANIDIK BİR TAKTİK

Irak’ta, Türkiye’de…
Birbirine karşı gibi görünen tavırlar…
Sanki aynı merkezden koordine ediliyor.
Tanıdık bir yöntem.
Uğur Mumcu cinayetinde de aynı taktik uygulamıştı.
Gladyo Mumcu’yu katletti.
Suçu İran’a yüklemeye kalktı.
Milyonları,
“Türkiye İran olmayacak” diye yürüttü.
Kendine Atatürkçü diyen çok kişi,
CIA’nın arabasına bindi.
Doğu Guta’daki kimyasal yalanı da benzer.
Yapanla, Esad’ı suçlayanlar aynı.
Örnekleri çok…
Hepsi tek merkezin yöntemi.


AMAÇ NE?

Bütün bunlardan amaç ne?
Tahran Zirvesinde alınan kararlar.
ABD’ye “Fırat’ın doğusundan çekil” denmesi.
Amaç, Türkiye, İran ve Rusya’nın arasını bozmak.
Zirve bildirisinde,
İsrail’in Suriye saldırıları kınanmıştı.
Zirveden hemen sonra,
İsrail’in Şam’a füze saldırısı da aynı.


ABD’NİN FARINI TAKİP EDENLER

Her zamankinden daha dikkatli olmalıyız.
Olayları soğukkanlı değerlendirmeliyiz.
ABD tuzaklarına düşmemeliyiz.
Türkiye’de İran kışkırtmasına katılanlara bakıyorum.
Ergenekon tertibinde,
FETÖ’nün kuyruğuna takılanlar.
ABD’nin değirmenine su taşıyanlar.
Bilerek veya bilmeyerek,
ABD nereye far tutarsa oraya bakıyorlar.
Kudüs Strateji ve Güvenlik Enstitüsü Başkanı Efraim İnbar,
“Doğu Akdeniz’de savaşa hazır olalım” dedi.
Umurlarında bile değil.
Gündemlerine hiç girmedi.

İsmet Özçelik

Aydınlık'ın ulaştığı Iraklı askeri yetkili, Duhok'ta 9 sivilin hayatını kaybettiği saldırıyı Türkiye'nin yaptığını düşünmediklerini söyledi; 'ABD, İran ile doğal gaz anlaşmasını uzatma kararı alan Türkiye'ye bir cezalandırma operasyonu yaptı.' dedi.

 Kuzey Irak'ın Duhok vilayetinin Zaho bölgesinde düzenlenen ve 2'si çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiği saldırı sonrası, Türkiye ile Irak arasındaki ilişkiler gerildi. Türk Dışişleri Bakanlığı, saldırının 'terör örgütü kaynaklı' olduğunu açıklarken Irak yönetimi, Türkiye'yi Irak'ın egemenliğini alenen ihlal etmekle suçladı. Konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine de taşıyan Bağdat, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak'taki operasyonlarına son vermesini istedi.

Saldırı sonrası Irak'ta çeşitli protesto gösterileri düzenlendi. Bu gösterilerde Türk bayrağının da yakılması ise 'kışkırtma' ihtimalini gözler önüne serdi. Hala ülkede bir grup tarafından Türkiye'ye yönelik öfkenin körüklenmeye çalışıldığı, basın yoluyla da tartışmaların sürdürüldüğü öğrenildi.

 ABD'NİN TERTİBİ
Aydınlık'ın gelişmelerle ilgili ulaştığı Haşdi Şabi'ye yakın bir askeri yetkili, saldırıyı Türkiye'nin düzenlediğine inanmadıklarını bildirdi. Yaşananlarla ilgili ABD'yi işaret eden yetkili, şu ifadeleri kullandı:

“Bu saldırı, Türkiye tarafından yapılmadı. Biz yaşananları, ABD'nin, Türkiye'ye İran'la yaptığı anlaşmadan dolayı verdiği bir ceza olarak değerlendiriyoruz. Bu görüşe katılan çok sayıda yetkili de var. Irak'taki protestocuların da Amerikan taraftarları olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bunlar aparat. Açıkça Amerikan Büyükelçiğine bağlılar. Unutmayın ki Irak iktidarı da hala Amerika baskısı altında. Haşdi Şabi ise bu eylemlerde yer almıyor. Bu iş PKK eliyle oldu.”

 TAHRAN ZİRVESİ'NE YANIT
Saldırının, Tahran Zirvesi'nin ardından düzenlendiğine dikkat çeken yetkili, şöyle devam etti:

“Amerika'nın Suudi Arabistan'daki zirvesi başarılı olmadığı için bu provokasyon düzenlendi. Türkiye ile İran'ın 2025 sonrası için doğal gaz anlaşması yapması, ABD'yi rahatsız etti. Şimdi Irak ile Türkiye'nin tüm ekonomik ve diplomatik ilişkilerini kesmeye çalışıyorlar. Irak basını da yaşananları köpürtüyor. Şu an pek çok vize merkezini kapattılar. Kerkük'te, Kerbela'da, Basra'da, Necef'te bulunan merkezleri kapattılar. ABD, Türkiye'ye açık bir mesaj veriyor.” 

NE OLMUŞTU?
19 Temmuz'da Tahran'da düzenlenen Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi'nin 7. Toplantısı'nda iki ülke, 2001 yılında imzalanan 25 yıllık doğal gaz tedarik anlaşmasının süresinin uzatılması konusunda anlaşmıştı. Ardından düzenlenen Astana Zirvesi'nde de Türkiye, Rusya ve İran'ın ortak görüşünü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açıklamıştı: “PKK/PYD/YPG terör örgütlerine karşı birleşiyor

 ABD merkezli National Interest dergisi, Çin ve İran’ın Rusya’nın Ukrayna ihtilafına yönelik vizyonunu açıkça desteklediklerini yazdı.
 

Dergide yayınlanan Mark Episkopos imzalı makalede, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Tahran ziyaretinin Batı için ‘endişe verici bir fenomeni’ ortaya koyduğu belirtildi.

“Batı’nın dışındaki dünyanın önemli bir kısmı tarafsızlığını koruyor veya Çin ve İran örneğinde olduğu gibi, Rusya'nın çatışma vizyonunu açıkça destekliyor" ifadelerini kullanan yazar, ‘Avrupalı ve Amerikalı politikacıların Kremlin'e karşı birleşik küresel cephe oluşturmaya yönelik sürekli girişimlerine’ rağmen farklı bir bakış açısının olduğuna işaret etti.

Episkopos, “Uzmanların Batı'nın Moskova'yı ekonomik ve siyasi olarak tecrit etme kampanyasının başarısız olduğunu göstermeyi amaçladığını söylediği bir haftalık Rus diplomasisi, tahıl anlaşması ile sonlanmış oldu” ifadelerini kullandı.

"...Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz zor ve çetin bir kıyamet gününden Rabbimizden korkarız"


İnsan Suresi'nin Nuzulü Ve "Hel Eta" Günü
İbni Abbas şöyle nakleder:
Birgün İmam Hasan ve İmam Huseyn hastalanır. İmam Ali (as iyileşmeleri halinde üç gün oruç adak eder. Derken İmam Hasan ve İmam Huseyn (as) iyileşirler; fakat yiyecek bir şeyleri yoktur. İmam Ali (as) Hayberli bir Yahudi olan Simon'dan borç olarak üç ölçek arpa unu alır.

Hz. Fatıma (sa) bir ölçeği öğütür; ondan beş yuvarlak ekmek pişirir ve iftar etmek üzere önlerine koyar. Bu sırada kapıya bir fakir gelir:

"Esselamu aleykum ey Muhammed (sav'in Ehlibeyti! Ben fakir bir insanım, bana bir şeyler yedirin ki Allah size cennet sofrasından yedirsin" der. Bunun üzerine su ve ekmekten başka yiyecek bulunmayan sofradan herkes iftarlık ekmeğini fakire verir, kendileri sadece su içerek iftar ve sahur ederler.

Ertesi gün tekrar oruç tutarlar; Hz. Fatıma (sa) bir ölçeği daha öğütür. Akşam olunca önlerine ekmek ve su koyup iftar etmek için hazırlanırlar. Derken kapıya bir yetim gelir, yiyecek ister ve önlerindeki bütün yiyeceklerini yetime verirler.

Üçüncü gün bir esir gelip kendilerinden yiyecek ister ve bütün yiyeceklerini esire verirler.

üç gün boyunca sadece su ile iftar ve sahur ederek oruç adaklarını yerine getirirler. Sabah olunca İmam Ali (as) İmam Hasan ve İmam Huseyn (as)'ın ellerinden tutarak Resulullah (sav)'in yanına giderler.

Resulullah (sav) onları açlığın şiddetinden titrer halde görünce "Sizi bu hale düşüren nedir?" der ve kalkıp onlarla birlikte Hz. Fatıma'nın (sa) evine giderler. Hz.Resulullah, kızı Fatıma'yı mihrabında karnı sırtına yapışmış bir halde görür. Resulullah s.a.v üzüntü ve mahzun haldeyken Cebrail gelir ve şöyle der "Tut onu ya Muhammed, Allah sana Ehlibeyt'in hakkında güç verecektir." ardından Ehlibeyt'in cennetle müjdelendiği İnsan Suresi'ni okur:

"Onlar Allah sevgisiyle yemeği fakire, yetime ve esire verirler ve yedirdikleri kimselere şöyle derler: "Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz zor ve çetin bir kıyamet gününden Rabbimizden korkarız"

İnsan Suresi 8-9-10

Salı, 26 Temmuz 2022 04:48

Mübahele Olayı

 Mübahele Ayeti: “Artık sana gelen bunca İlimden sonra, onun hakkında seninle çekişip-tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalancıların üzerine kılalım.” (Al-i İmran-61)

Mübahele Nedir?

Mübahele “Behl” veya “Buhl” kökünden olup serbest bırakmak ve bir şeyin kayıt ve bağını kaldırmak anlamındadır. Dolayısıyla kendi haline bırakılan, yavrusunu serbestçe emzirmesine müsaade edilen ve memeleri torbaya bırakılmayan hayvana “Bahil” (serbest bırakılmış) denir ve duada ise aynı kökten olan “ibtihal” kelimesi yalvarış ve işi Allah Teâlâ’ya bırakmak anlamında kullanılmaktadır.

Ancak bazen bu kelimenin helak olma, lanetleme ve Allah’ın rahmetinden uzaklaşma anlamlarında da kullanıldığını görüyoruz. Bunun sebebi ise kulu kendi haline bırakmayı bu sonuçlar izlediği içindir. Mezkûr ayette geçen “İbtihal” kelimesinin anlamı ise, önemli dini bir mesele hakkında birbirinin sözünü kabul etmeyen iki kişi bir yerde toplanarak Allah-u Teâlâ’ya yakınmaları ve O’ndan yalancıyı rezil etmesini ve cezalandırmasını istemeleri şeklinde birbirlerini lanetlemesidir.

Necran Hristiyanlarını İslam’a Davet

Bu olay Zilhicce ayının 24 ya da 25’de o zamanlara Medine’nin dışında ancak günümüzde şehrin sınırları içinde yer alan bir yerde gerçekleşmiştir. Mübahelenin yapıldığı yere daha sonraları Sehle mescidi inşa edildi. Sehle Mescidi ile Mescidü’n-Nebi’nin arası yaklaşık 2 km’dir.

Resulullah (s.a.a) Medine’de olduğu yıllarda dünyanın dört bir yanındaki devlet başkanlarına ve dini merkezlere adamlar gönderip, mektuplar yazarak insanları İslam’a davet ediyordu. Hicaz ve Yemen sınırlarında yer alan Necran’a da bir elçi göndererek onları İslam’a davet etti. Necran, Arap yarımadasında bulunan tek Hıristiyan bölgeydi, bazı sebeplerden dolayı putperestliği bırakarak Hıristiyan olmuşlardı. Resulullah (s.a.a) onların piskoposu “Ebu Haris’e şu anlamda bir mektup yazarak onları İslam’a davet etti:

“İbrahim, İshak ve Yakub’un Rablerinin adıyla. Allah’ın Resulü Muhammed’den Necran piskoposuna! İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un Rabbine hamd ediyor ve sizleri kullara tapmaktan Allah’a tapmaya davet ediyorum. Sizi Allah’ın kullarının velayetinden çıkarak Allah’ın velayetine girmeye davet ediyorum. Benim davetimi kabul etmezseniz, İslam hükümetine cizye (vergi) vermek zorundasınız, aksi takdirde sizi tehdit eden tehlikeyle uyarıyorum.” (Bihar’ul Envar, C.21, S.285)

Bazı kaynaklarda Resulullah’ın (s.a.a) mektubunda kitap ehlini tek Allah’a tapmaya davet eden ayeti de eklediği kaydedilmiştir.

Necran piskoposu Resulullah’ın (s.a.a) mektubunu alınca onu dikkatle okudu ve bu konuda bir karara varmak için Necran’ın ileri gelenleri ve dini şahsiyetleriyle bir toplantı düzenledi. Bunun üzerine Necran’ın ileri gelenleri ve bilginlerinden altmış kişilik bir heyet Medine’ye giderek Hz. Muhammed’le (s.a.a) yakından görüşüp peygamberliğini ispatlamak için ortaya koyduğu delilleri incelemek üzere seçildi.

Bu heyetin başında üç din adamı vardı:

1-Piskopos Ebu Haris b. Alkama: Rum kilisesinin Hicaz’daki resmi temsilcisiydi.

2-Abdullmesih: Heyetin başkanıydı, akıl, tedbir ve işbirliğiyle meşhurdu.

3-Eyhem: Necran halkının saygı duyduğu yaşlı bir adamdı.

Necran heyeti ikindi vaktinde mescide girerek Resulullah’a selam verdiler. Necranlılar ipek elbiseler giymiş, parmaklarında altın yüzükler ve boyunlarında da haç vardı. Onların bu durumları; -o da Resulullah’ın (s.a.a) mescidinde- Resulullah’ı rahatsız etti ve Resulullah (s.a.a) onların kendisiyle konuşmalarını kabul etmedi. Onlar Resulullah’ın niçin rahatsız olduğunu bilmediklerinden meseleyi daha önceden tanıdıkları Osman b.Affan ve Abdurrahman b.Afv’a sordular. Onlar, bunun cevabını ancak Ali b.Ebi Talib (a.s) bilebilir dediler. Hz. Ali’ye (a.s) müracaat ettiklerinde buyurdu ki: “Siz ilk önce elbiselerinizi değiştirmeli ve sade elbiselerle Resulullah’ın huzuruna çıkmalısınız, ancak bu durumda Resulullah tarafından kabul edilirsiniz.”

Necran heyeti sade elbiseler giyip parmaklarındaki altın yüzükleri çıkardılar ve Resulullah’ın huzuruna çıkarak selam verdiler. Resulullah saygıyla onların selamına cevap verdi ve onların getirmiş oldukları bazı hediyeleri de kabul etti. Hıristiyanlar müzakereye girmeden önce namaz vakti olduğunu söyleyerek Resulullah’tan (s.a.a) izin istediler, Resul-i Ekrem (s.a.a) namazlarını Medine mescidinde ve doğuya doğru durarak kılmalarına müsaade etti.(Sire-i Halebî, C.3,S.239)

Necran Hıristiyanlarıyla Müzakere ve Mübadeleye Davet

Necran temsilcileriyle Resulullah’ın (s.a.a) konuşmalarının bir bölümüne değiniyoruz:

Resulullah: “Ben sizi tevhit dinine, bir ve tek Allah’a tapmaya ve O’nun emirlerine teslim olmaya davet ediyorum.” (Daha sonra onlara Kuran’ı Kerim’den birkaç ayet okudu.)

Necran heyeti: “İslam’dan maksadın, âlemlerin yegâne Rabbine imansa biz daha önceden iman etmiş ve onun hükümleriyle amel ediyoruz.”

Resulullah: “İslam’ın alametleri var ve sizin bazı hareketleriniz gerçek İslam’ı kabul etmediğinizi gösteriyor. Haç’a taptığınız, domuz etinden sakınmadığınız ve Allah’ın oğlu olduğunu söylediğiniz halde yegâne Allah’a taptığınızı nasıl söyleyebilirsiniz.”

Necran heyeti: “Biz onu (Hz. İsa’yı) ilah biliyoruz; çünkü o ölüleri diriltiyor, hastalara şifa veriyor, çamurdan kuş yapıp onu uçuruyordu ve bütün bu işler onun bir ilah olduğunu gösteriyor!”

Resulullah: “Hayır! O, Allah’ın yarattığı bir kuldur, onu Meryem’in rahmine yerleştiren O’dur ve bu gücü de Allah ona vermişti.”

Necranlı heyetten biri: “O, Allah’ın oğludur; çünkü annesi Meryem hiç kimseyle evlenmeden onu doğurdu; dolayısıyla babası Allah’tır.”

O sırada vahiy inerek Resulullah’a (s.a.a) dedi ki:

“Onlara de ki; İsa’nın (a.s) durumu bu açıdan (yaratılış) Âdem’in (a.s) durumu gibidir; (Allah Teâlâ) onu sonsuz gücüyle anne ve babası olmaksızın topraktan yarattı. Onu topraktan yarattı, sonra ona ol demesiyle o da hemen oluverdi.” (Al-i İmran-59)

Babasının olmaması onun Allah’ın oğlu olduğuna delilse o halde Hz. Âdem buna daha layıktır; çünkü Âdem’in ne annesi vardı ne de babası!”

Necran heyeti: “Sizin sözleriniz bizi ikna etmiyor.”

O sırada Mübahele ayeti nazil oldu ve Resulullah’a (s.a.a) kendisiyle tartışan, cedelleşen ve hakkı kabul etmeyen kimseleri mübaheleye davet etmesi emredildi; bunun üzerine Resulullah (s.a.a); “O halde gelin Allah’a yalvaralım ve lanetini yalancıların üzerine kılalım!” buyurdu.

Bunun üzerine her iki taraf meseleyi mübaheleyle halletmeye karar verdiler ve bir gün sonra her iki tarafın mübaheleye hazır olması kararlaştırıldı.

Mübahele ayetinde Allah Teâlâ Resulullah’a (s.a.a) emrediyor ki; bütün bu delillerden sonra artık yine Hz. İsa (as) hakkında seninle tartışmaya ve cedelleşmeye kalkışırlarsa onları mübaheleye davet et ve de ki; “Çocuklarını, kadınlarını getirsinler, sen de çocuklarını ve kadınlarını götür ve Allah Teâlâ’nın yalancıyı rezil etmesi için dua edin!”

Yukarda söylendiği şekilde mübahele, o zamana kadar Arapların arasında benzeri olmayan bir durumdu ve bu davet Resulullah’ın (s.a.a) davasının doğruluğunu açıkça gösteriyordu. Resul-i Ekrem (s.a.a) kendisinden son derece emindi ve yüzünde hakkaniyetinin belirtileri çok belirgindi. Tam anlamıyla Allah Teâlâ ile ilişki ve irtibatı olmayan bir kimsenin böyle bir olaya teşebbüs etmesine imkân var mı? Muhaliflerini çağırarak, gelin Allah’a yalvaralım ve O’ndan yalancıyı rezil etmesini isteyelim ve siz sonuçta Allah Teâlâ’nın yalancıyı nasıl cezalandırdığını çok beklemeden hemen göreceksiniz.

Kesinlikle böyle bir işe girişmek çok tehlikelidir ve eğer duası kabul olmayacak olur da muhalifler cezalandırılmazsa bunun sonucunda mübaheleye davet eden kişi rezil olacaktır sonunda. İşin sonucuna kesinlikle güvenmeyen akıllı bir kimse bu tehlikeyi görmezlikten gelerek böyle bir işe girişebilir mi? İşte bu yüzdendir ki, Resulullah’ın (s.a.a) onları mübaheleye davet etmesi, kendisinin ve getirdiği dinin hak olduğunu açıkça ispatlıyordu.

Hadislerden anlaşıldığına göre mübaheleden bahsedilince Necran Hıristiyanlarının temsilcileri bu konuda etraflıca düşünmek için Resulullah’tan (s.a.a) kendilerine zaman tanımasını istediler. Kendi ileri gelenleriyle görüşüp danıştılar ve sonuçta psikolojik bir noktadan kaynaklanan bir karara vardılar ve kendi adamlarına dediler ki: “Muhammed’in (s.a.a) gürültü çıkararak, kalabalık bir grupla mübaheleye geldiğini görürseniz korkmayın, onunla mübahele edin! Çünkü bu onun iddiasının asılsız olduğunu gösterir; ancak kendi yakınlarından sadece özel birkaç kişiyle ve küçük çocuklarıyla mübaheleye geldiğini görürseniz bilin ki o Allah’ın peygamberidir ve iddiası da haktır. İşte o zaman onunla mübahele etmek tehlikelidir; bu durumda mübaheleden sakının!”

Hıristiyanlar önceden kararlaştırılmış şehrin dışındaki yere gittiler ve Resulullah’da (s.a.a) torunu Hüseyin kucağında, Hasan’ın elini tutmuş, Fatıma arkasında ve Ali’de Fatıma’nın arkasında hareket ettiği bir halde mübahele yerine ilerliyordu. Resulullah (s.a.a) Ehlibeyt’ine (a.s):“Ben dua ettiğim zaman siz de âmin deyin” diye tenbih ediyordu.

Necran piskoposu Resul-i Ekrem’in (s.a.a) yanında gelenlerin kim olduğunu sorduğunda dediler ki: “Bu amcasının oğlu, kızı Fatıma’nın kocası ve kendi yanında herkesten daha sevimli olan Ali’dir, bu ikisi kızı Fatıma’nın Ali’den olan çocuklarıdır ve bu kadın ise insanlar arasında en çok sevdiği kızı Fatıma’dır.”

Fahr-i Razi Tefsir-i Kebir’inde diyor ki: “O gün Resulullah (s.a.a) yünden dokunmuş siyah bir elbise giymişti…”

Necran Hıristiyanları bu etkileyici manevi sahneyi görünce dehşete kapıldılar; Resulullah (s.a.a) ciğer parelerini, en aziz kimselerini getirmişti mübahele için; masum yavrucuklarını getirmişti. Bambaşka bir heybet ve haşmet vardı gelenlerin simalarında; bu hareketiyle sadece kendisini tehlikeye atmayı göz önüne almakla kalmayıp biricik kızını ve torunlarını da getirmişti. Hak olduğundan en küçük bir şüphesi olsaydı azizleri ve en çok sevdiği kimseler için Allah’ın azabına razı olmazdı. Resulullah’ın (s.a.a) sadece kendisi şahsen Hıristiyanların başlarıyla lanetleşmesi gerekirken Ehlibeyt’inden en yakınlarını da mübaheleye getirmesi davasının hak olduğunun açık bir belirtisiydi. Allah-u Teâlâ herkesin kalbine karısının çocuklarının sevgisini yerleştirmiştir; öyle ki herkes kendi canını tehlikeye atarak onları korumaya çalışır. Ancak kendisini korumak için onları tehlikeye atmaya razı olmaz. Dolayısıyla ayette de ilk önce çocukları, ikinci sırada kadınları ve en sonda da nefisleri zikredilmiştir; güya Resulullah (s.a.a) onları mübaheleye davet ederek: “Gelin ey Hıristiyanlar! Tüm varlığımızla birbirimizle lanetleşelim ve Allah’ın lanetini tüm yalancıların üzerine kılalım; öyle ki bu lanet çoluk-çocuğumuzun da üzerine olsun. Sonuçta yalancının soyu yeryüzünden kesilsin ve batıldan bir eser bile kalmasın.”

Bu manzarayı gören Necran piskoposu dedi ki: “Ben öyle çehreler görüyorum ki, Allah’tan en büyük dağları yerinden koparmasını, dağıtmasını isteseler duaları hemen kabul olur ve dağlar dağılıverir. Bu nurlu çehrelerle mübahele edecek olursak hepimiz yok oluruz ve Allah’ın azabı yeryüzündeki bütün Hıristiyanları kapsamına alabilir ve kıyamet gününe kadar dünyada bir Hıristiyan bile kalmaz.”

Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdu: “Mademki lânetleşmekten kaçındınız, öyleyse Müslüman olmak suretiyle onların sahip oldukları hak ve sorumluluklara siz de sahip olun.”

Bunu da reddettiklerinde, Hz. Peygamber (s.a.a) onlara: “O hâlde ben sizi savaş meydanına davet ediyorum.” karşılığını verdi. Hz. Peygamber’in (s.a.a) bu meydan okuması üzerine şöyle dediler: “Bizim Araplarla savaşacak gücümüz yok. Biz seninle, bize saldırmaman ve bizi dinimizden döndürmeye zorlamaman şartı ile barış anlaşması yapmak istiyoruz. Teklif ettiğimiz bu anlaşmanın şartı olarak sana bin tanesi Safer ve bin tanesi Recep ayında olmak üzere yılda iki bin top kumaş elbise ile otuz tane demirden yapılmış normal zırh vermeyi taahhüt ediyoruz.”

Hz. Peygamber (s.a.a), Necranlı Hıristiyanlar ile bu şartla anlaşma yaptıktan sonra şunları söyledi: “Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, yok olmak, Necran halkının üzerine inmek üzereydi. Eğer lânetleşselerdi, çarpılarak maymunlara ve domuzlara dönüşeceklerdi. Vadileri tutuşup üzerlerine ateş yağdıracaktı. Necran bölgesinin halkı, ağaç tepelerindeki kuşlara varıncaya kadar, yok olacaktı. Hıristiyanların üzerinden bir yıl geçmeden hepsi helâk olacaklardı.”

Böylece Necran Hıristiyanlarının temsilcileri Müslümanlığı kabul etmeden beldelerine döndüler.

Tefsirci Ayyaşi’den nakledilmiştir ki: Resulullah (s.a.a) mübahele günü mübahele için yanında götürdüğü dört kişiyi siyah renkteki abasının altına alarak şu ayeti okudu: “Ey Ehlibeyt! Doğrusu Allah pisliği sizden gidermeyi ve sizi tertemiz kılmayı diler.” (Ahzab-33)

Perşembe, 21 Temmuz 2022 04:00

Tarihte Gadir-i Hum’un Önemi

Şüphesiz her şeyin önemi, onun hedefine bağlıdır. Bu nedenle tarihte, milletlerin inanç ekseni olan, devletlerin alt yapısını oluşturan, hatıralarda derin izler bırakan herhangi bir din, ekol veya mezhebin oluşumunda etkili olan olaylar büyük önem taşırlar.

Bu yüzden tarihçiler, dinlerin ortaya koyduğu ilke ve öğretileri, yol açtığı savaş ve gelişmeleri, temelini attığı devlet ve medeniyetleri yazmaya büyük önem verirler.

Şayet tarihçi, bu gibi meseleleri önemsemeyip yazmayacak olursa, yazdığı tarih kitabında yerini hiç bir şeyin doldurmayacağı bir boşluk, bir eksiklik meydana gelmiş olur; okuyucu olayların nereden başlayıp nerede bittiğini bir türlü anlayamaz ve yanlış sonuçlar alabilir.

Gadir-i Hum olayı da, bu gibi olayların en önemlilerinden biridir. Çünkü Resulullah (s.a.a)'ın Ehl-i Beyt’inin izinden gidenlerin mezhebi, bu ve buna benzer deliller üzerine kurulmuş olup, milyonlarca taraftara sahiptir. Bunların arasında, çok değerli büyük âlimler, filozoflar, dâhiler, siyasiler, âmirler, liderler, edebiyatçılar ve her kesimden fazilet sahibi kişiler vardır.

Tarihçi, taraftar ise, davasının başlangıç tarihini ümmetine bildirmesi, aktarması gerekir. Karşı taraftar ise, büyük bir ümmetin tarihini yazmak istediğinde, böylesine önemli bir meselenin üzerinden basit bir şekilde geçmeye veya nefsânî sebeplerden dolayı, senedi karşısında alternatifsiz kaldığında, ispatına şüphe oluşturmak amacıyla diğer bazı meseleleri ona karıştırtmaya hakkı yoktur.

Resulullah (s.a.a)'in Gadir-i Hum gününde buyurdukları sözlerde, iki kişi dahi ihtilaf etmemiştir. Ama buna rağmen basiret sahibi insanlara gizli olmayan bu gerçekler, bazıları tarafından nefsânî sebeplerden dolayı o sözlerle neyin kastedildiği ihtilaf konusu yapılmıştır.

Resulullah (s.a.a)’ın Gadir-i Hum Günündeki Konuşmalarını Nakleden Tarihçilerden Bazıları Şunlardır:

1- Belazuri (Ölüm. Hicri. 279) “Ensab-ul Eşraf”ta.

2- İbn-i Kuteybe (ö. h. 276) “el-Meârif” ve “el-İmame ve’s-Siyase”de.

2- Taberi (ö. h. 310) bu konu ile ilgili özel kitabında.

3- İbn-i Zulak-i Mısri (ö. h. 387) “Tarih-i Bağdat”ta.

4- Hatib-i Bağdadi (ö. h. 463) Tarih kitabında.

5- İbn-i Abdulbirr (ö. h. 463) “el-İstiab”de

6- Şehristani (ö. h. 548) “el-Milel ve’n-Nihel”de.

7- İbn-i Asakir (ö. h. 571) “Tarih-i Dimeşk”te.

8- Yakut-i Himvi (ö. h. 626) “Mu’cem-ul Udeba”da.

9- İbn-i Esir (ö. h. 630) “Üsd-ül Gabe”de

10- İbn-i Ebi’l Hadid (ö. h. 656) “Şerh-i Nehc-ul Belâğa”da.

11- İbn-i Hallikan (ö. h. 681) “Vefeyat-ul A’yan”da.

12- Yafii (ö. h. 768) “Mir’at-ul Cinan”da.

13- İbn-i Şeyh el-Belevi (ö. h. 605) “Elif-Ba”da.

14- İbn-i Haldun (ö. h. 808) “Mukaddime”de.

15- Şemsuddin-i Zehebi (ö. h. 748) “Tezkiret-ul Huffaz”da.

16- Nuveyri (ö. h. 833) “Nihayet-ul Ereb Fi Funun-il Edeb”de.

17- İbn-i Hacer-i Askalani (ö. h. 852) “el-İsabe” ve “Tehzib-ut Tehzib”de.

18- İbn-i Sabbağ-ı Malikî (ö. h. 855) “el-Fusul-ul Muhimme”de.

19- Makrizi (ö. h. 845) "el-Hutat-ul Makriziyye"de.

20- Celaleddin-i Suyuti (ö. h. 910) birçok kitabında.

21- Kirmani-i Dimeşki (ö. h. 1019) “Ahbar-ud Duvel”de.

22- Nuruddin-i Halebi (ö. h. 1055) “Siret-ul-Halebiyye”de

Hadisçiler de bu konuda tarihçilerden geri kalmamışlardır. Bir hadisçi nereye yönelirse yönelsin, karşısında Gadir olayını aktaran “Sahih” ve “Müsned”leri görecek, onu birbirinden rivayet ederek sahabeye ulaştıran sahih bir senetle karşılaşacaktır.

Dolayısıyla böyle bir olayı ihmal edip de nakletmeyen bir hadisçi, ümmetin kendisi üzerinde olan büyük bir hakkını eda etmemiş ve ümmeti, Rahmet Peygamberi’nin önemli bir hidayetinden mahrum bırakmış olur.

Gadir hadisini bu yüzden büyük hadisçilerin hemen-hemen hepsi rivayet etmişlerdir. İşte bu hadisi nakleden hadis yazarlarından bazıları:

Şâfiîlerin İmamı, Ebu Abdullah Muhammed b. İdris-i Şâfiî (ö. h. 204); İbn-i Esir’in “Nihaye” adlı eserinde kaydedildiğine göre:

1- Ahmed b. Hanbel (ö. h. 241), “Müsned” ve “Menakıb” adlı kitaplarında.

2- İbn-i Mace (ö. h. 273), “Sünen”inde.

3- Tirmizi (ö. h. 273), “Sahih”inde.

4- Nesai (ö. h. 303) “Sahih”de

5- Ebu Ya’la-i Musûli (ö. h. 307) “Müsned”inde

6- Bağavi (ö. h. 317) “Sünen”de.

7- Dulabi (ö. h. 320) “Muşkil-ul Asar”da.

8- Tahavi (ö. h. 321) “Muşkil-ul Asar”da.

9- Hakim (ö. h. 405) “Müstedrek”de.

10- İbn-i Meğazili eş Şâfiî (ö. h. 483) “Menakıb”da

11- Hatib-i Harezmi (ö. h. 568) “Menakıb” ve “Mekteb-ul İmam-us Sıbt” kitaplarında.

12- Genci-i Şâfiî (ö. h. 658) “Kifayet-ut Talib”de.

13- Muhibbuddin-i Taberi (ö. h. 694) “Riyaz-un Nazire” ve “Zehair-ul Ukba” kitaplarında.

14- Hamvini eş Şâfiî (ö. h. 722) “Feraid-us Simtayn”da

15- Heysemi (ö. h. 807) Mecma-uz Zevaid”de

16- Zehebi (ö. h. 748) “Telhis”te.

17- Cizeri (ö. h. 830) Esne’l Metalib”de

18- Ebu Abbas-i Kastalani (ö. h. 923) “Mevahib-ul Leduniyye”de.

19- Muttaki el Hindi (ö. h. 975) “Kenz-ul Ummal”da

20- Herevi-i Kâri (ö. h. 1014) “el Mirkat-u Fi Şerh-il Miskat”ta.

21- Tacuddin-i Menavi (ö. h. 1031) “Kunuz-ul Hakayık” ve “Feyz-ul Kadir” kitaplarında.

22- Şeyhani Kadiri (ö. h. 11. yy.) “es-Sırat-us Sevi Fi Menakıb-ı Ali-n Nebi”de

23- Ahmed Baksir-i Mekki eş-Şâfiî (ö. h. 1047), “Vesilet-ul Meal fi Menakıb-il Al”da

24- İbn-i Hamza-i Dimeşki el-Hanefi (ö. h. 1120), “el-Beyan ve-t Tarif”de. Ve başkaları…

Kuran-ı Kerim’de bu konuyla ilgili birçok ayet­­­ vardır. Müfessirler bu ayetlerin tefsirinde Gadir olayına değinmişlerdir.

Örneğin: Taberi (ö. h. 310), “Tefsir”inde.

Salebi (ö. h. 427 veya H. 437), “Tefsirinde”.

Vahidi (ö. h. 468), “Esbab’un-Nuzul”da.

Kurtubi (ö. h. 567), “Tefsirinde”.

Ebu’s-Suud (ö. h. 982), “Tefsirinde”.

Fahr’ı Razi, (ö. h. 606). Büyük tefsiri “Mefatihul Gayb”de.

İbn-i Kesir eş-Şâfiî (ö. h. 774).“Tefsirinde”.

Nişaburi (ö. h. 8. Yüz yıl). “Tefsirinde”.

Celaleddin Suyuti (ö. h. 911).“ed-Dürr-ül Mensur” adlı tefsirinde.

Hatib-i Şerbini (ö. h. 977).“Tefsirinde”.

Alusi el-Bağdadi (ö. h. 1270). “Ruh’ul Meani”de. Ve diğerleri…

Kelamcılar da, imamet meselesini açıklarken; iddia edene delil olsun diye veya hasmın delilini naklederken, mutlaka “Gadir hadisine” işaret etmişlerdir. Aşağıda bazılarını zikrediyoruz:

Kadı Ebu Bekr’i Baklani el-Basri (ö. h. 403),“Temhid”inde.

Kadı Abdurrahman el-İci eş-Şâfiî (ö. h. 756), “Mevakıf”da.

Seyyid Şerif el-Cürcani (ö. h. 816),“Şerh’ul Mevakıf”da.

Beyzavi (ö. h. 685),“Tevaliu’l-Envar”da.

Şemsuddin el-İsfahani (ö. h. 749),“Metaliu’l-Enzar”da.

Taftazani (ö. h. 792),“Şerh’ul-Mekasıd”da.

Kuşçi Mevlâ Alaaddin (ö. h. 879),“Şerh’ut-Tecrid”de.

Bunlar aynen şöyle demişlerdir:

“Resulullah (s.a.a) veda haccından dönerken, halkı Mekke ve Medine arasında, çok sıcak bir havada “Gadir-i Hum” denen yerde topladı, deve palanlarını üst üste toplatarak üzerine çıkıp şöyle buyurdu: “Ey Müslümanlar! Ben, size sizin kendinizden evlâ değil miyim?” Hep birlikte; “Evet evlâsın.” dediler. Sonra şöyle buyurdu: “ Ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır. Allah’ım onu seveni sev; ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, onu terk edeni terk et.”

Bu hadise değinen diğer kelamcılar:

Kadı en-Necm Muhammed eş-Şâfiî (ö. h. 879),“Bediu’l-Meani”de.

Celaleddin Suyuti (ö. h. 911),“Erbein”’inde.

Şam Müftüsü Hamid b. Ali el-İmadi (ö. h. 1171),“Es-Salatu’l-Fahire bi’l-Ahadis’il-Mütevatir”de.

Alusi el-Bağdadi (ö. h. 1324),“Nesr’ul-Leali”de.

Ve başkaları…

Arap dili edebiyatçıları “Mevlâ”, “Hum”, “Gadir” ve “Veli” gibi kelimelerin manalarını açıklarken mutlaka “Gadir Hadisi”ne işaret etmişlerdir. Aşağıda zikrolunan edebiyatçılar gibi:

İbn-i Dureyd Muhammed b. Hasan (ö. h. 321).[1] “Cemhere”sinde, c. 1, s. 71,

İbn-i Esir (ö. h. 606), “Nihaye”sinde.

Himvi (ö. h. 626), “Mu’cem’ul-Buldan”da “Hum” kelimesini açıklarken.

Zübeydi el-Hanefi (ö. h. 1205), “Tac’ul-Arus”ta, c. 10, s. 399.

Nebehani (ö. h. 14. yüz yılda), “Mecmuat’un Nebhaniyye”de.

[1]– “Cemhere”nin Elimizde olan baskısında şöyle yazılmıştır:

“Gadir-i Hum tanınan, bilinen bir yerin ismidir. Resulullah (s.a.a), orada ayağa kalkıp bir konuşma yaparak Emir’ül- Mü’minin Ali b. Ebi Talib’in faziletini açıklamıştır… Ama İbn-i Şehraşub ve başkaları geçmiş asırlarda “Cemhere”nin el yazması nüshasından şöyle nakletmişlerdir: “Gadir-i Hum, Resulullah (s.a.a)’ın, Ali (a.s)’ı halifesi olarak tayin ettiği yerin ismidir. Ne var ki, yayıncılar bunu tahrif etmişlerdir.

Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat Astana sürecinin devamı olan Tahran’ın ev sahipliğinde düzenlenen 3’lü zirvesinin ardından İran'a yaptığı ziyaret kapsamında İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile görüştü. 
 

İki taraf görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. 

İran Dışişleri Bakanı bu basın toplantısında şu ifadelere yer verdi: "Dün Tahran’da 7. Astana süreci zirvesi düzenlendi.  Suriye'nin yaşadığı hassas koşullar ve çatışma ihtimallerinden dolayı, bu zirve gelişmelerin yönünü değiştirmeye ve siyasi bir yola sokmaya çalıştı. Yapılan tavsiyelerin Astana süreci liderleri tarafından dikkate alınmasını umuyoruz. Suriye ve Türkiye'nin bu süreci iyi bir şekilde geride bırakmasını umuyoruz." 

Emir Abdullahiyan, "Türkiye'nin Suriye'de bazı grupların varlığına ilişkin endişeleri siyasi yollarla çözülebilir. Dünkü toplantıda (İran-Türkiye-Rusya Üçlü Zirvesi) bu konu gündeme getirildi." açıklamasını yaptı.

Emir Abdullahiyan; "Amerika, IŞİD ile mücadelede bahanesi ile hareket ediyor. Fırat'ın doğusu Suriye kaynaklarının talan edildiği bir bölgeye dönüşmüş. Amerikalı güçler derhal bölgeyi terk etmeli." dedi. 

İran Dışişleri Bakanı, "Suriye'yi yeniden inşa etme ve Suriyeli mültecileri şehirlerine geri dönmeye çağırma da ele aldığımız konular arasındaydı." dedi. 

Emir Abdullahiyan, Siyonist Rejim'in Suriye'ye yönelik hareketliliğini de değerlendirerek "Bugün Siyonist Rejim en kötü koşullarında olsa da zafiyetinden kaynaklanan girişimlerde bulunuyor. Siyonistlerin hiçbir tacizini cevapsız bırakılmadığını biliyoruz. Bölge de bu girişimlere karşı sessiz kalmayacaktır." dedi. 

Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat ise bu basın toplantısında şu açıklamalarda bulundu: "İran'ın Suriye toprak bütünlüğünü koruyan bildiriler yayımlanma sürecindeki çabalarından dolayı memnunuz." 

Suriye Dışişleri Bakanı, "Türkiye, Suriye topraklarında güvenli bölge kurdu. Türkiye'nin bu girişimi Şam ile çatışmaya yol açabilirdi. Türkiye'nin Suriye topraklarına yönelik her türlü müdahalesini ve güvenli bölge için bu girişimlerini reddediyoruz. Türkleştirme ve Suriye'de terör gruplarını desteklemesine karşıyız." dedi. 

Faysal Mikdat ayrıca işgalci Amerikan güçlerinin Suriye'deki varlığı ile ilgili olarak " Koşulsuz, şartsız ve derhal Suriye'den çıkmalıdır." dedi.

Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat Astana sürecinin devamı olan Tahran’ın ev sahipliğinde düzenlenen 3’lü zirvesinin ardından İran'a yaptığı ziyaret kapsamında İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile görüştü. 
 

İki taraf görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenledi. 

İran Dışişleri Bakanı bu basın toplantısında şu ifadelere yer verdi: "Dün Tahran’da 7. Astana süreci zirvesi düzenlendi.  Suriye'nin yaşadığı hassas koşullar ve çatışma ihtimallerinden dolayı, bu zirve gelişmelerin yönünü değiştirmeye ve siyasi bir yola sokmaya çalıştı. Yapılan tavsiyelerin Astana süreci liderleri tarafından dikkate alınmasını umuyoruz. Suriye ve Türkiye'nin bu süreci iyi bir şekilde geride bırakmasını umuyoruz." 

Emir Abdullahiyan, "Türkiye'nin Suriye'de bazı grupların varlığına ilişkin endişeleri siyasi yollarla çözülebilir. Dünkü toplantıda (İran-Türkiye-Rusya Üçlü Zirvesi) bu konu gündeme getirildi." açıklamasını yaptı.

Emir Abdullahiyan; "Amerika, IŞİD ile mücadelede bahanesi ile hareket ediyor. Fırat'ın doğusu Suriye kaynaklarının talan edildiği bir bölgeye dönüşmüş. Amerikalı güçler derhal bölgeyi terk etmeli." dedi. 

İran Dışişleri Bakanı, "Suriye'yi yeniden inşa etme ve Suriyeli mültecileri şehirlerine geri dönmeye çağırma da ele aldığımız konular arasındaydı." dedi. 

Emir Abdullahiyan, Siyonist Rejim'in Suriye'ye yönelik hareketliliğini de değerlendirerek "Bugün Siyonist Rejim en kötü koşullarında olsa da zafiyetinden kaynaklanan girişimlerde bulunuyor. Siyonistlerin hiçbir tacizini cevapsız bırakılmadığını biliyoruz. Bölge de bu girişimlere karşı sessiz kalmayacaktır." dedi. 

Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdat ise bu basın toplantısında şu açıklamalarda bulundu: "İran'ın Suriye toprak bütünlüğünü koruyan bildiriler yayımlanma sürecindeki çabalarından dolayı memnunuz." 

Suriye Dışişleri Bakanı, "Türkiye, Suriye topraklarında güvenli bölge kurdu. Türkiye'nin bu girişimi Şam ile çatışmaya yol açabilirdi. Türkiye'nin Suriye topraklarına yönelik her türlü müdahalesini ve güvenli bölge için bu girişimlerini reddediyoruz. Türkleştirme ve Suriye'de terör gruplarını desteklemesine karşıyız." dedi. 

Faysal Mikdat ayrıca işgalci Amerikan güçlerinin Suriye'deki varlığı ile ilgili olarak " Koşulsuz, şartsız ve derhal Suriye'den çıkmalıdır." dedi.