کارگر

کارگر

Malezya’da gerçekleşen 2017 AFC Plaj Futbolu Şampiyonası finalinde İran Birleşik Arap Emirlikleri'ni mağlup ederek şampiyon oldu.

Malezya’da düzenlenen 2017 AFC Plaj Futbolu Şampiyonası final maçında İran Plaj Futbolu Milli Takımı, BAE’yi 7-2 mağlup ederek şampiyonluğa ulaştı.

Yarı final maçında İran Plaj Futbolu Milli Takımı, Japonya’yı 8-6 yenerek adını finale yazdırmıştı.

Final maçından önce yapılan karşılaşmada da Lübnan Milli Takımı'nı 6-3 mağlup eden Japonya Milli Takımı 2017 AFC Plaj Futbolu Şampiyonası’nı üçüncü sırada tamamlamıştı.

Alınan bilgiye göre İran, BAE ve Japonya, AFC (Asya Futbol Konfederasyonu) tarafından Bahama’da düzenlenecek olan Dünya Plaj Futbolu Şampiyonası’na katılacaktır.

Suriye’nin başkenti Şam’ın Eski Şam adıyla anılan bölgesinde gerçekleşen çifte bombalı saldırıda Al Mayadeen televizyonunun verdiği bilgilere göre 49 kişi hayatını kaybetti.
 
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, saldırının Şii ziyaretçileri hedef aldığını bildirdi. Suriye’nin resmi haber ajansı SANA’ya göre, Suriyeli yetkililer olayı bir terör saldırısı olarak tanımladı.

 

Suriye’nin Başkenti Şam’da kutsal mekanları ziyaret için giden yolcuları taşıyan otobüslere tekfirci teröristler tarafından intihar saldırısı düzenlendi.

Suriyeli bir kaynağın verdiği bilgiye göre; Eski Şam bölgesinde dini mekanları ziyaret için gelen Şii yolcuları taşıyan iki otobüse tekfirci teröristler tarafından düzenlenen intihar saldırısı sonucu en az 40 kişi şehit oldu ve 120 kişi de yaralandı.

Bu terörist saldırı, Suriye’nin başkenti Şam’ın Eski Şam denilen bölgesinde gerçekleşti. Züvvarları taşıyan otobüsler, Ehl-i beyt üyelerinin, sahabelerin bulunduğu türbenin otoparkında park etmişlerdi.

İran Şam’daki bombalı saldırıyı kınadı

İran Dışişleri Bakanlığı, Suriye’nin başkenti Şam’da düzenlenen ve çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanmasına neden olan bombalı saldırıyı şiddetle kınadı.İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, yaptığı açıklamada, bugün Suriye'nin başkenti Şam'da gerçekleşen çifte bombalı saldırıyı kınayarak, “Kadın, çocuk ve yaşlı demeden sivilleri katletmek çok alçakça ve utanç verici bir girişimdir. Bu da günbegün yenilgiye uğrayan teröristlerin son çabalarını göstermektedir” dedi.

Bu saldırı nedeniyle Suriye devleti ve halkına başsağlığı dileyen Kasımi, “Teröristler ve onların destekleyicileri sonlarına yaklaştıklarını çok iyi biliyor. Dolayısıyla bu tür çirkin eylemlerle Suriye’deki barış ve istikrarı hedef almaktadırlar” ifadelerini kullandı.

Yüce inkılap rehberi imam Hamenei bugün sabah (Perşembe) Uzmanlar Meclisi başkanı ve üyeleri ile yapmış olduğu görüşmede, ülkenin durumu ve geleceği için bu meclisin istisna, çok önemli ve etkili olduğuna değinerek,

yetkililerin halk karşısında ve özellikle yaşam konularında sorumlu olduklarını vurguladı ve şöyle dedi: Halkın yaşamında ekonomik direnişin etkilerini gerçekleştirmek için aralıksız olarak gayret göstermeli ve iftihar verici olan son dört on yıldaki harekete hız vererek geliştirmeliyiz.
 
imam Hamenei, Uzmanlar Meclisinin çalışmalarının kalite ve derinliği konusunda Hz. Ali’nin (a.s) Malik Ejder’e olan buyruklarının bir bölümüne değinerek sözlerine şöyle devam etti: Hz. Ali’nin (a.s) buyruklarının bu bölümünde, yetkililerin Allah ve halk karşısında yapmış oldukları her adım, her söz ve hatta sessiz kalmalarının da delilleri olmalı ve cevap verebilmelidirler. 

Yüce lider, marjinal bir noktaya değinerek, “Bazı aydın görüşlü görünen kimselerin halk karşısında sorumluluklarının kaynağının batı öğretileri olduğu imajını vermek şeklinde konuşmaktadırlar. Oysa Allah ve halk karşısında toplumsal sorumluluk ve sorumluluk bilinci İslami hükümet kaynakları ve Kur’an öğretileridir” dedi.   

O, “Savaş sadece askeri olarak karşı karşıya gelme değildir. Aksine kültürel, fikirsel, siyasi ve güvenlik alanlarında savaşın değişik yolları vardır” dedi. 

İnkılap rehberi, dünyadaki güç sahiplerinin İran karşısında olan değişik düşmanlıklarına değinerek, “Amerika ve Siyonist İsrail’in düşmanlığı “Eleştirisel, sert ve operasyonludur” ama bazıları da çıkarları sebebi ile bu düşmanlıklarını dil ve amelde göstermemektedirler” dedi. 

Yüce inkılap rehberi, güvenilir kaynaklara dayanarak düşmanın asıl plan ve operasyonunun bölümlerinin güvenlik ve siyasi meseleler, sıkı ekonomik baskılar ve kültür alanında geniş ve sessiz saldırılar olduğuna değinerek şöyle dedi: Onların asıl hedefi halkın İslam düzeninden ümitsizliğe düşmeleri ve düşman karşısında durmada yetkililerin asıl desteğinin alınmasıdır. 

imam Hamenei, “mantığa dayalı, güçlü ve saldırgan karşı koymayı” müstekbirlerin plan ve oyunlarının bozulmasında asıl yol olduğuna değinerek şöyle dedi: İnsan hakları, terörizm ve savaş cinayetleri gibi batının karşısında her alanda saldırı boyutunda olmalıyız. 

Yüce lider, İran’ın seçimlerindeki Amerika’nın son eleştirilerini alaya alarak şöyle dedi: “Amerikalılar, bölgede en aşağılık ve en insanlık dışı olan rejimlerle dostluk kurmaktadırlar. Bu büyük skandalı son olan seçimlerinde uygulamaya koyarak İran halkının seçimlerine karşı saldırı ve eleştiride bulunmaktadırlar.”  

İslam inkılabı rehberi, konuşmasında şu noktaya da değindi: “Süper güçlerin ve medya imparatoru Siyonistlerin kesintisiz olan bütün saldırıları karşısında, İran halkı inkılaptan sonra bütün alanlarda ilerlemişleridir.”

TR. JAMNEWS

Direniş ve kıyamın ilmi, toplumsal ve ekonomik alanlarda meydana getirdiği inkılap, düşmanları korkuturken dostların şaşkınlığına neden olmuştur”


Filistin’e Dönüş Küresel Hareketi üyesi Abdülmelik Sukara Puya Haber Ajansı’na verdiği röportajda, bölgenin içinde bulunduğu mevcut durumda Filistin İntifadası’na Destek Konferansı’na ve mevcut şartlarda direnişe desteğin önceliğine değinerek şunları söyledi:

“Bugün bölgemizde direniş, korkunç bir savaşla karşı karşıyadır ve bu savaş tam anlamıyla bir dünya savaşıdır. Bu savaşa Amerika ve dünya Siyonizm’inin komutanlığı ile NATO ve çeşitli yardımlarla Siyonistlerin uşağı olan Körfez ülkeleri ve Körfez ülkeleri dışındaki Arap kuruluşlar katılmıştır.

Bu savaşı, siyasi, mali, ekonomik, medya ve yıpratıcı savaşta yüksek bir güce sahip olan bu düşmanlar yürütüyor ve onlarca yıldır bize karşı savaşıyorlar. Biz de imkanlarımız ve gücümüz dahilinde onlarla mücadele ettiğimizi ve onlara karşı efsanevi bir direniş gösterdiğimizi ve 2000 ve 2006 yıllarında Lübnan’da, 2009, 2012 ve 2014 yıllarında Gazze’de birçok zafer kazandığımızı ilan ediyoruz. Bu yüzden onlar bu savaşın kapsamını Direniş ekseninde daha da genişlettiler ve bugün Suriye, Irak ve Yemen’de şahit olduğumuz savaşların tamamının direniş eksenine karşı yürütülen savaşlar olduğunu görüyoruz. İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı uygulanan yaptırımların nedeni de İran’ın yani direnişin müdebbir aklının direnişe olan desteği değil mi? Bu yüzden onlar bu müdebbir aklı ve direnişin destekçisini hedef almak istiyorlar.

Biz bu savaşa gireceğiz. En önemli öncelik bizim kendimize olan güvenimiz ve yolumuzun doğru olduğuna dair inancımızdır. Biz kendimizi savunacağız. Biz hak üzereyiz ve batıl ile mücadele edeceğiz. Onlar yalancıdır ve büyük paralar harcayarak sapkınlık oluşturmaya çalışmaktadır. Küçük savaşlar için yüzlerce milyar dolar harcıyorlar ama biz çok az harcama yapabiliriz. Mali ve askeri imkanlarımız az olmasına rağmen yine de direniş gösterdik ve ayakta durduk. Çünkü biz hakikatin dostları ve bu toprakların sahibiyiz, direniş göstereceğiz ve asla bu toprakları terk etmeyeceğiz. Bu topraklardan göç etmekten Allah bizi korusun. Allah’ın izni ile zafer bizimdir.”

Filistin’e Dönüş Küresel Hareketi Üyesi, bu tip konferanslardan ne gibi beklentilerin olduğu konusunda şu ifadelerde bulundu: “Bu konferans en üst düzeyde önemlidir. İlk olarak, konferansın düzenlendiği zaman açısından önemlidir ve bu konferans Amerika’nın yeni Başkanı seçildikten bir ay sonra düzenlenmiştir. Hiç kimse onun programlarının ne olduğunu bilmiyor. Onun ne yapacağını kimse tahmin edemez. Her gün yeni bir siyasi tutum sergiliyor. O direniş ekseninin düşmanıdır ve bu yüzden ılık savaş döneminde beklediğimiz her şey hatta askeri bir çatışma bile olasıdır. Askeri çatışmalar yaşanması mümkündür ama düşman her ne şekilde olursa olsun askeri bir çatışma yaşandığında ağır maliyetler ödeyeceğini bilmektedir. Çünkü Direnişin, İran İslam Cumhuriyeti’nin, Irak’ın, Lübnan’ın, Suriye’nin ve Filistin’in direniş gücünden haberdardır. Bu nedenle konferansın düzenlenme zamanı bu açıdan çok önemlidir. Bu konferansın böyle bir dönemde düzenlenmesi , bizim direniş yoluna devam edeceğimiz ve düşman ne kadar güçlü olursa olsun ve ne kadar çok imkana sahip olursa olsun bu yolu sürdüreceğimiz konusu kendileri için önemli olan kişilere, eğer savaşa girerlerse bizim de savaşa gireceğimiz konusunda açık bir mesajdır.”

Abdülmelik Sukara İran İslam Cumhuriyeti’nin tecrübesine ve yoluna devam etmesi için Direnişe verdiği öneme değinerek şunları söyledi: “Biz hakikatin dostlarıyız ve batıl karşısında hakkı savunuyor ve savaştan korkmuyoruz. Biz, bizi Amerika ve Amerika dışındakileri yenilgiye uğratacak bazı imkanlar, uzmanlıklar ve tecrübeler kazandık. Böyle bir olay yaşandığı zaman farklı bir dünya oluşacaktır. Yeni bir dünya, onların insan haklarını savunduklarını iddia ettikleri yalancı bir dünya değil, hakikatin ve gerçek anlamda insan haklarının dünyası olacaktır. İnsan haklarını savunan bizleriz. Biz zulme uğradık ve onlar zalimdir. Biz kendimizi savunuyoruz. Bu yüzden bu insan haklarının dünyaya mesajı, Muhammed’i iman gerçeği mesajıdır. Görüldüğü gibi, bütün savaşlara, kuşatmalara ve yaptırımlara rağmen, İran İslam Cumhuriyeti’nin 38 yıllık tecrübesinin başarısına şahit olmaktayız. Direniş ve kıyamın ilmi, toplumsal ve ekonomik alanlarda meydana getirdiği inkılap, düşmanları korkuturken dostların şaşkınlığına neden olmuştur. Bu yüzden kazananın biz olduğunu söylüyoruz. Allah’ın izni ile İran İslam Cumhuriyeti’nin mesajı bütün bölgeyi kapsayacaktır.”

Hatemül Enbiya Hava Savunma Karargahı Komutanı, ufak uçaklar dahil balistik füzelerle cruz füzelerini de hedef alma olanağıyla donanan S-300 sisteminin düşmana karşı yıkıcı bir güce sahip olduğunu açıkladı.

Hatemül Enbiya Hava Savunma Karargahı Komutanı Tuğgeneral Ferzat İsmaili, S-300 Hava Savunma Sisteminin denemesinde gerçekleştirdiği basın açıklamasında, “Gökyüzünün dikkat çeken derinliğinde küçük bir cismi bile takibe alıp imha etmeyi başaran bu sistem, düşmanlara daha ağır şekilde karşılık verecektir” ifadelerini kullandı.

S-300 sisteminin İran’ın doğal hakkı olduğuna dikkati çeken Tuğgeneral İsmaili, sözlerini şöyle devam ettirdi: Bu sistem, “Mersad” ve “Telaş” yerel savunma sistemleriyle birlikte İran’ın velayet hava sahasını daha güvenli hale getirecektir.

S-300 Hava Savunma Sistemi’nin sahip olduğu yüksek performans kapasitesine değinen Hatemül Enbiya Hava Savunma Karargahı Komutanı, “Ufak uçaklar dahil balistik füzelerle cruz füzelerini de hedef alma olanağıyla donanan S-300 sistemi, düşmana karşı yıkıcı bir güce sahiptir ” açıklamalarında bulundu.

Tuğgeneral İsmaili, İran’ın bir sürü S-300 sistemine sahip olduğunu bildirerek, sözlerine şunları da ekledi: Bu konuda daha önemli bir başarımız S-300 sisteminin yerel yapımı olan 373-Baver isimli sistemin yakın bir gelecekte deneme aşamasına ulaşacağıdır.

İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, Siyonist Rejim'in İran ve Azerbaycan arasındaki ilişkileri zedelemeye çalıştığını belirtti.

Resmi bir ziyaret kapsamında Tahran'a gelen Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve beraberindeki heyet bugün akşam saatlerinde İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei'yle görüştü.

Bu görüşmede nükleer müzakereler gibi konularda Azerbaycan devletinin İran’a yönelik sergilediği yaklaşımları çok iyi olarak nitelendiren İnkılap Rehberi ImamHamanei, “Azerbaycan devleti uluslararası konularda her zaman İran’ın yanında olmuştur ve bu olumlu tavır iki ülkeyi birbirine daha çok yakınlaştırıyor” dedi.

İran ve Azerbaycan arasındaki yakın ilişkilerden düşmanların öfkelendiğini belirten Imam Hamanei, “Bütün düşmanlardan daha çok habis Siyonist Rejim İran-Azerbaycan ilişkilerini zedelemeye çalışıyor. Dolayısıyla da buna karşı çıkmak için İran ve Azerbaycan’ın samimi ilişkileri korunmalıdır” beyanatında bulundu.

Dini eğilimleri nedeniyle Azerbaycan halkını takdir eden İslam İnkılabı Rehberi, “Halkın dini duygularına eşlik etmek Azerbaycan devleti için maslahat ve hayırlıdır. Azerbaycan halkı dini konularda devlet tarafından herhangi bir endişe duymamalıdır” dedi.

Dünya güçleri karşısında dik bir duruş sergilemek için halkın güven ve desteğini kazanmanın çok önemli bir konu olduğunu belirten Imam Hamanei, “Azerbaycan devleti halka güvenip onların desteğini kazandığını taktirde hiçbir güç size zarar veremez ve biz de Azerbaycan devleti ve halkının başarısı için dua ederiz” şeklinde konuştu.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de bu görüşmede iki ülke arasındaki dini, tarihi ve kültürel ilişkilere işaret ederek, “İran ve Azerbaycan her zaman birbirlerinden yana olmuş ve olacaktır. Geçen sene içerisinde yaklaşık olarak 1 milyon kişinin Azerbaycan’dan İran’a yolculuk yapması bu kültürel ve dini ortaklıkların göstergesidir” ifadelerini kullandı.

Pazar, 05 Mart 2017 13:58

İlham Aliyev Tahran'da

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, resmi temaslarda bulunmak üzere Tahran’a ayak bastı.Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in üst düzey bir siyasi ve ekonomik heyet başkanlığında İran’a geldiği açıklandı.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın Tahran ziyareti kapsamında İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve diğer üst düzey yetkililerle görüşeceği belirtildi. Görüşmelerde Tahran-Bakü ilişkileri başta olmak üzere Karabağ meselesi, bölgesel ve uluslararası konuların ele alınacağı öngörülüyor.

Ruhani:Suriye ve Karabağ sorunları müzakereyle çözülmelidir
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’le beraber ortak basın toplantısı gerçekleştiren Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Suriye ve Karabağ krizlerinin müzakereyle çözülmesi gerektiğini açıkladı.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Azerbaycanlı mevkidaşı İlham Aliyev’le birlikte gerçekleştirdiği ortak basın toplantısında, iki ülke arasındaki günden güne gelişen ilişkilere değinerek, “Bu gelişmeler, siyasi, bölgesel ve uluslararası alanlardan başlayarak ekonomik ve kültürel alanlara kadar geniş bir boyuta sahiptir. İki ülke arasındaki ticaret hacmine baktığımızda karşılıklı ilişkilerin daha da gelişmesi yönde çaba gösterildiğine tanık olabiliriz” ifadelerini kullandı.

Azerbaycan Cumhuriyeti’yle enerji ve araç üretimi alanlarında işbirliği sağlamayı planladıklarını açıklayan Ruhani, sözlerini şöyle sürdürdü: İki ülke arasındaki ortak ekonomik programlarının yakın bir gelecekte başarılı şekilde tamalanmasını ümit ediyorum. Bunların yanında, Hazar Denizi’nin kaynaklarından yararlanma konusunda da ortak bir çalışma başlatmak üzere süregelen müzakereler gerçekleştiriyoruz.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı’yla iki ülke tarafından gerçekleştirilmesi amaçlanan üçlü oturumlara ilişkin konuşulacağına işaret eden Hasan Ruhani, “Heyetler arasında İran, Azerbaycan ve Rusya arasındaki üçlü müzakereleriyle birlikte İran-Azerbaycan-Türkiye ve İran-Azerbaycan-Gürcistan arasındaki toplantılar da konuşuldu” açıklamalarında bulundu.

Suriye ve Irak’taki olaylara ilişkin hemfikir olduklarını belirten İran Cumhurbaşkanı, konuşmalarına şunları da ekledi: Aramızdaki müzakerelerde Suriye kriziyle ilgili ülkemizin Rusya ve Türkiye’yle beraber gerçekleştirdiği çabaların nihai sonuçlara varılana dek devam edilmesi üzerinde anlaştık. Daha önce vurguladığımız gibi bu ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyulmalıdır.

Karabağ sorununun da bölgedeki diğer krizler gibi görüşme ve siyasi yollarla çözülmesi gerektiğinin altını çizen Ruhani, “İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler stratejik ve samimidir” diye konuştu.

 

Tahran ve Bakü arasında 2 işbirliği anlaşması imzalandı
İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti arasındaki ortak işbirliğinin daha da geliştirilmesi için 2 anlaşma imzalandı.Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın İran’a gerçekleştirdiği ziyaret kapsamında, iki ülke arasındaki işbirliğinin daha da geliştirilmesi yönünde 2 anlaşma imzalandı.

Cumhurbaşkanlarının huzurunda imzalanan anlaşmalardan birisi teröre tahsis edilen para desteğinin engellemenmesi için İran’ın Kara Para Aklamayla Mücadele Merkezi ile Azerbaycan Cumhuriyeti’nin mali Pazar Denetleme Odası arasında gerçekleşti. İmzalanan bir diğer anlaşma ise demiryollarının geliştirilmesine ilişkin iki ülke arasındaki demiryolları şirketleri arasında yapıldı.

 

Cumhurbaşkanı Ruhani, Türk mevkidaşı Erdoğan’la görüşmesinde ilişkileri takviye etme üzerinde iyi anlaşmalara vardıklarını açıkladı.

EKO liderler zirvesinin kulisinde Erdoğan’la görüştüğünü belirten Ruhani, Türkiye ile ikili ilişkileri veözellikle bankalarararsı işbirliği ve ikili ticarette milli para birimlerinin kullanılması, Erdoğan’la ele aldıkları konular olduğunu belirtti.

Rehani Erdoğan’la ayrıca Türkiye’nin İran’da yatırım yapmasını görüştüklerini vurguladı.

Suriye meselesini de ele aldıklarını kaydeden Ruhani, terörle mücadelede işbirliğinin geliştirilmesi, İran, Irak ve Türkiye arasında işbirliğinin arttırılması ve Yemen krizinin Yemenli taraflarca çözümlenme zarureti, Erdoğan’la görüşmede ele alınan diğer başlıklar olduğunu ifade etti.

 Türkiye Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanının İran’a karşı suçlamaları ve bir haftadan daha kısa bir süre içerisinde Tahran’dan özür dilemesi, “esasen Türkiye neden bu suçlamaları dile getiriyor?” sorusunu gündeme getirdi.

Abdel Bari Atvan bugün kaleme aldığı yazısında Recep Tayyip Erdoğan ve Mevlüt Çavuşoğlu’nun İran’a karşı yaptıkları suçlamalara ve bir haftadan daha kısa bir süre içerisinde Tahran’dan özür dilemelerine değindi ve şunları yazdı: “Bu konuda şu soru gündeme gelmektedir: Neden Türkiye İran’a karşı bu suçlamaları dile getiriyor ve sonrasında bir hafta bile geçmeden özür dilemek zorunda kalıyor?

Türkiye’nin özür dileyeceği tahmin ediliyordu

Atvan’a göre, Türkiye’nin İran’a karşı yaptığı suçlamalar, onların Suriye ve Irak’ı bölme çalışmalarının İran’ın çok sert uyarısı ile karşı karşıya kalmasına dayanıyor. Tabi eski tecrübelere dayanarak ve Türkiye’nin geçen altı yıl boyunca resmi duruşuna derin bir şekilde bakıldığında Türkiye’nin şiddetli tutumunu azaltacağı öngörülüyordu.

Erdoğan ya da Davutoğlu’nun Tahran’a ziyarette bulunması muhtemeldir

Bu beklenti doğruydu ve Recep Tayyip Erdoğan ve Mevlüt Çavuşoğlu çok çabuk bir şekilde İran’a karşı yaptıkları açıklamalardan geri adım attılar. Öyle ki Çavuşoğlu İran resmi haber ajansına verdiği röportajda şu açıklamalarda bulundu: “İran halkının ve hükümetinin darbe girişiminde Türkiye’ye verdiği desteği asla unutmayacağız. Türkiye ve İran arasında birçok ortak nokta bulunmaktadır ve bu noktalar iki ülke arasındaki kardeş ilişkilerin gelişmesine yardım edecektir.”

Çavuşoğlu’nun iki ülkenin ilişkileri güçlendirmek ve yanlış anlaşılmaları engellemek için daha fazla görüşmelerde bulunulması gerektiği yönündeki açıklamaları, Türkiye Dışişleri Bakanı ya da Erdoğan’ın çok yakında Tahran’a bir ziyarette bulunmasının muhtemel olduğunu gösteriyor.

Türkiye yine hızlı bir şekilde tutumunu değiştirdi

Türkiye’nin geri adım attığına ilk kez şahit olmuyoruz. Ankara’nın bu konudaki dosyası oldukça kabarıktır ve bu olay Rusya’dan özür dilemekle başlamış, Siyonist Rejim ile stratejik ilişkilere yeniden başlamakla ve Gazze’deki kuşatmanın sonlanması konusundaki bütün şartlardan taviz vermekle devam etmiştir ve son olarak ta İran’a karşı yapılan suçlayıcı ifadeler yerini kardeşlik ilişkilerinden bahsetmeye bırakmıştır.

İran Dışişleri Bakanının Türkiye’ye tepki olarak açık ve sert ifadeleri

Erdoğan ve Çavuşoğlu’nun İran’a karşı yaptıkları suçlamaların ardından, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif, bu suçlamalara sert bir dille yanıt verdi ve şunları söyledi: “Türkiye hafızası zayıf, nankör bir komşudur, çünkü İran’ı mezhepçilik yapmakla suçlarken, Türkiye bir Şii hükümeti olmamasına rağmen, bizim darbe gecesi duruşumuzu ve tutumumuzu ve süreci sabaha kadar takip ettiğimizi unutmuş gibidir.”

Türkiye’nin hafızası gerçekten zayıf mı?

Bu konuda şunu söylemeliyiz ki, evet Türkiye’nin hafızası zayıf ve nankördür. Bu yüzden de etrafını dostları yerine düşmanları sarmıştır ve on yıl önce özellikle Suriye’de olmak üzere mezhep savaşının alevlenmesinde yer almış ve aynı zamanda bu ülkenin topraklarını tampon bölge oluşturma bahanesiyle işgal etmiştir.

Öte yandan şunu sormak gerekir, eğer Türkiye hükümeti Rusya ile ilişkilerin gerginleşmesinden ve Vladimir Putin’in muhtemel ekonomik yaptırımlarından korktuğu için özür dilemek zorunda kaldıysa, neden birkaç saniyeliğine hava sahasını ihlal ettiği bahanesiyle Rus uçağını düşürdü?

Diğer bir soru ise, eğer Türkiye İran’a karşı yaptığı kışkırtıcı açıklamalardan geri adım atmak zorunda kalacaksa, neden bu suçlamaları dile getirdi?

Türkiye’nin duruşuna güvensizlik

Burada şunu söylemek gerekir ki, Türkiye’nin bu sarsıntılı açıklamaları ve hızlı bir şekilde attığı geri adımlar, bu ülkenin duruşu ve tutumunda güvensizliğe neden olmuş, bu ülkenin itibarını azaltmış ve bölgesel ve uluslararası konumunu etkilemiştir ve tabi Türkiye’nin durumu bütün komşuları için çok acı vericidir.

Türkiye’nin düşmanlık çıkarmada ve dostlarını kaybetmedeki hızı

Atvan yazısının devamında şu ifadelerde bulundu: “Şu an Türkiye’nin istikrarı hükümetin politikaları nedeniyle tehdit altındadır ve düşman safları onun karşısında dizilmiş, ayrılıkçılar sınırlarında konuşlanmıştır ve bir zamanlar Ankara’nın bölgesel ve dünya boyutunda gelişmişliği ile gurur duyduğu bu ülkenin ekonomisi de çökmek üzeredir. Bu ülkenin otellerinde turist kalmamıştır ve liranın değeri de aynı şekilde düşmektedir. Bütün bunlara rağmen Türkiye yetkilileri görülmemiş bir hızla düşmanlık çıkarmaya ve birbiri ardına dostlarını kaybetmeye devam etmektedir.

Türkiye’nin İslam karşıtı Amerika Başkanı Donald Trump’a umut bağlaması boştur ve İran, Rusya ya da Çin karşısında saf tutması çok riskli bir kumardır. Çünkü Türkiye’nin gerçek gücü, komşuları ile iyi ilişkilerde bulunmasında ve mevcut krizlerin çözümü için müzakere kanallarını açık tutmasında gizlidir. Bununla birlikte Türkiye, bütün ırklarla ve gruplarla barış içerisinde yaşamaya dayalı eşsiz kültürel mirasını korumalıdır. Bunun dışında yapılacak olan tüm eylemelerin sonucu, yıkım, iç savaş ve ekonomik çöküş olacaktır.”

İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Amiral Ali Şemhani, ülkesinin Suriye’yi neden desteklediğini ve bu desteğin ne zamana kadar süreceğini açıkladı.

İran’ın güvenlik politikalarının belirlendiği en önemli kurumlarından biri olan Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin Genel Sekreteri Amiral Ali Şemhani, Suriye ile ilgili görüşlerini İran’da yayımlanan üç aylık dış politika dergisi Tahran’a verdiği mülakatında açıkladı.

- Sayın Şemhani öncelikle onca meşguliyetlerinize rağmen üç aylık dış politika dergisi Tahran’a vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. İzninizle sorularıma Suriye’deki gelişmelerle başlayayım Suriye Cumhur Başkanı Beşşar Esed, halkın ve siyasi muhaliflerinin taleplerini şiddet kullanarak bastırmakla suçlanıyor. Ayrıca uluslararası kurumların ve BM Suriye Özel Temsilcisinin tavsiyelerine aykırı olarak muhalif gruplara hükümetinde yer vermemekle itham ediliyor. İran İslam Cumhuriyeti’nin neden böylesi bir yönetimin yanında durduğunu açıklar mısınız?

- Ben de başlarken siyasi bakış açısını uzman düzeyine yükseltme yönünde adım atan Dış Politika Araştırmaları dergisi Tahran’a teşekkür ederim.

İran’ın Suriye’yi desteklemesinin bir çok sebebi var. Suriye, anayasadan, parlamentodan ve sivil kurumlardan yoksun olan birçok Arap ülkesiyle karşılaştırıldığında iyi bir demokrasiye sahip. Bu ülkede 2011’den sonra bugünkü krizin şekillenmesine neden olan olaylara rağmen iki kez parlamento seçimi yapıldı. 2014’te yasal gereklilik doğrultusunda cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı.

Bazı Arap ülkelerinde kadınların araba sürmesi yasakken son yapılan seçimlerin ardından Suriye Meclisi başkanlığına bir kadın seçildi. Referandumla halk tarafından kabul edilen yeni anayasada siyasi reformlar temellendirildi.

Öte yandan Suriye, siyonist rejimle mücadelede Direniş Cephesinin ileri hattında bulunuyor. İşgalci rejimle mücadelesinden vazgeçmeyen Filistin’in en önemli destekçisidir.

Suriye, krizden önce sürekli olarak Amerika’nın ve gerici Arap rejimlerinin baskısı altındaydı onlar, Suriye’den Direniş hattından ayrılmasını, İran’a ve Direniş Cephesine yardım etmek yerine Hizbullah’ı dizginleme konusunda işbirliği yapmasını istiyorlardı.

Ancak bu istekler hiçbir zaman Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed tarafından onaylanmadı. O da Irak’la bize dayatılan 8 yıllık savaş sırasında Saddam’ı destekleyen Arap ülkelerinin aksine tıpkı merhum Hafız Esed gibi İran’ı destekledi.

Suriye’yi ve Beşşar Esed’i desteklemek, Batılı ülkelerle Arap ülkelerinin liderlerinin Suriye’yi Direniş Cephesinden ayırmak hedefiyle yaptığı baskılara karşı İran İslam Cumhuriyeti’nin Direniş Cephesini koruma stratejisidir.

Suriye hükümeti her hükümet gibi vatandaşlarını korumaktan sorumludur. Güvenliği sağlamak için silah kullanmak devletler açısından en açık yasal haklardandır; ama muhalif grupların silah kullanmasını onaylamanın hiçbir ülkede yasal bir dayanağı yoktur.

Nasıl ki Bahreyn’de muhalif gruplar, siyasi hedeflerine ulaşmak için kendilerine silah kullanma izni vermedi ve silah kullanmadıysa, Suriye’de de hiç kimsenin bu ülke yönetiminin yabancı ülkeler tarafından desteklenen silahlı gruplara karşı sadece nasihatte bulunması beklenemez.

Suriye meselesi, halkın hakları meselesi değildir. Bu ülkenin Direniş Cephesinden koparılması meselesidir. Bildiğiniz gibi Suudi Arabistan Savunma Bakanı, Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı General Ali Memluk ile geçen yıl yaptığı görüşmesinde ondan Suriye iç savaşının ve IŞİD ile diğer terörist grupların sona ermesi için İran’la işbirliğine son vermesini istedi.

Bugün Amerika, Suudi Arabistan gibi ülkelerin yanında Suriye halkının haklarını bahane ederek Suriye’yi Direniş Cephesinden silmeye çalışıyor.

Halbuki Suriye’deki demokrasi diğer ülkelerdeki durumla ve Ortadoğu standartlarıyla kıyaslandığında Amerika’nın desteklediği ülkelerdeki demokrasiden çok daha iyi durumdadır. Ayrıca Suriye yönetimine karşı savaşan terörist gruplar, halk tabanından yoksundur, onlar yabancı ülkelerin desteği ile savaşı sürdürmektedir.

Halep’te bu grupların esaretinden kurtulan halkın söyledikleri, halkın bu gruplardan ne kadar uzak olduğunun en açık göstergesidir. Buna karşılık devlet kurumları ve bu ülkede savaşın asıl yükünü taşına ordu ve gönüllü güçler, halkın desteği sayesinde ayaktadır.

Dolayısıyla İran İslam Cumhuriyeti, ahde vefadan ve demokrasiye ve halkın hakları ilkesine bağlılığından dolayı stratejik müttefiki olan Suriye’yi ABD tarafından hazırlanan Ortadoğu ülkelerini parçalama projesine karşı koruyor. İslam dünyasına ve diğer halklara yönelik ciddi bir tehdit olan aşırılıklarla mücadele ediyor ve Suriye’nin yasal cumhurbaşkanı olan Beşşar Esed’i destekliyor.

-Amerika, Fransa, Suudi Arabistan, Türkiye vs. gibi ülkelerin Beşşar Esed’i devirmek ve Suriye yönetimini değiştirmek yönündeki çabalarına karşılık siz, Suriye’yi koruma konusunda İran’ı ne ölçüde başarılı görüyorsunuz?

- Suriye’deki bugünkü savaş, Arap ve Batı desteği açısından İran İslam Cumhuriyeti’ne dayatılan 8 yıllık savaşla benzerlik taşıyor. Bize dayatılan savaş sırasında dünya, tüm kapasitesiyle Saddam’ın yanındaydı. Beri tarafta ise ‘Suriye’nin Dostları’ adı altında 80 ya da 30 ülke koalisyon oluşturdu.

Bu ülkeler, terörist gruplara silah, para ve silahlı eğitim desteği konusunda ellerinden geleni esirgemedi. Batılı ülkelerle bölge ülkelerinin bu gruplara verdiği silahlar bir klasik orduyu donatacak kadardı.

Savaş, Suriye sınırları karşısında iki kat fazla bir atmosferle bu ülkeye dayatıldı. Bu ülke yönetiminin savunma kabiliyetini işlevsiz kılmak için halk canlı kalkan olarak kullanıldı.

BM’de ve tüm uluslararası toplantılarda Suriye yönetimine yönelik siyasi baskılar her gün arttırılıyordu.

IŞİD’in petrol satması ve terörist grupların mali bünyesinin güçlendirilmesi için işbirliği yapıldı; buna karşın Suriye’ye ekonomik yaptırımlar uygulandı. Bu süreç içerisinde güvenlik tehdidi Suriye başkentinin kalbine kadar ulaştı.

Fakat Suriye, sahadaki yiğitleriyle, komutanlarının cesaretiyle, halkın desteğiyle; İran, Rusya ve Hizbullah gibi müttefiklerinin yardımıyla sahada ciddi değişiklikler yarattı ve ülkenin büyük bir kısmını kurtardı.

Beşşar Esed hükümetinin devam etmesi, bu ülkede gerçekleştirilen başarılı seçimler, Halep’in kurtarılması, başkent çevresinin askeri operasyonlarla ve siyasi uzlaşmalarla temizlenmesi; İran, Rusya ve Direniş Cephesinin Amerikan cephesi karşısındaki başarılarının kanıtıdır ve Allah’ın yardımıyla bunlar devam edecektir.

- Rusya’nın Suriye’deki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Rusya’nın Suriye denkleminde askeri rolü konusundaki motivasyonu bir yana, şunu söylemek gerekir ki onların bu dosyaya girmeleri sahadaki dengeyi Suriye lehine değiştirdi. Daha önce Rusya’nın rolünü, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden biri olarak Suriye ile ilgili siyasi gelişmelerde Amerika karşısında direnç göstermesi çerçevesinde aramak gerekiyordu. Rusya, tüm gücüyle Suriye’de zaferi düşünüyordu.

Bu yaklaşım Suriye halkına kazanım getirmekten başka Rusya’nın diğer denklemlerde de Amerika karşısında güçlenmesine yardım etti.

Bugün İran ve Rusya işbirliği iki stratejik müttefik çerçevesinde devam ediyor. Bu ittifak, bölgedeki gelişmelerde ve Suriye’deki olaylarda olumlu etki yaptı. Bu etkilerden birisi Halep zaferdir.

Özet bir toparlamayla şunu söyleyebiliriz. İran İslam Cumhuriyeti, sahadaki gelişmelerde daha etkili, Rusya’nın siyasi gelişmelerdeki gücü ise daha derindir. Bu kapasiteler yan yana gelerek dengenin Direniş Ekseni lehine gelişmesini arttırdı.

Bu süreç, sahadaki işbirliğinin ve siyasi koordinasyonun güçlendirilmesiyle gelişerek sürüyor.

- Sizce Halep’te ordunun ve halk güçlerinin kazandığı son zaferin önemi nedir?

- Doğu Halep’teki zafer, sadece ülkenin belli bir kısmının kurtarılması değildir. Bu zafer, bir yönüyle Batılı ülkelerin, İsrail’in ve bazı Arap ülkelerinin Suriye’yi bölmek için hazırladığı stratejik planı başarısızlığa uğrattı. Diğer yönüyle ise terörist grupların ve onları destekleyen ülkelerin sahadaki gücünü zora soktu.

Halep, yabancı ülkelerin desteği ile terörist grupların toplanma yeri haline gelmişti. Batı’nın Suriye’yi bölme planı da bu grupların kapasitelerine göre şekillenmişti.

Batılılar, geçtiğimiz yıllarda Halep’te uçuşa yasak bölge veya güvenli bölge kurmaya çalıştı ve Libya modelini tekrar ederek terörist gruplar için alan açmak ve Suriye üzerinde baskı oluşturacak zeminleri arttırmak ve Suriye’yi bölmek istediler.

Dört hakimiyet bölgesi (Doğuda Sünniler, İsrail sınırı bölgesinde Dürziler, sahil bölgesinde Aleviler, kuzeydoğuda da Kürtler için bölge) oluşturmak onların gündemindeydi.

Halep’in öyle bir jeopolitik konumu var ki orada zafer kazanan taraf, diğer alanları kendi lehine yönetebilme imkanı kazanır.

Ayrıca bu zafer gizli birtakım sırları ortaya çıkardı; ondan önce tekfirci grupları destekleyen ülkeler, bunu kabul etmeye yanaşmıyordu. Bu savaşta bazı şahıslar ve askerler yakalandı ve böylece bazı Arap ülkelerinin mezhep savaşını körüklemek ve terörizmi bir araç olarak kullanmak şeklindeki rolü ortaya çıktı. Halep zaferiyle karşı tarafın tüm kazanımları darmadağın oldu.

İşte bu yüzden Arap başkentlerinde ve medyasında İran, Suriye, Direniş Cephesi ve Rusya aleyhine çok geniş çaplı bir saldırıya tanık oluyoruz.

Bazı komşu ülkelerde bizim elçiliklerimizin önünde yapılan aleyhte gösterilerin de bu senaryo doğrultusunda gerçekleştiği değerlendiriliyor.

Onların teröristlerle ilgili olarak insani meselelere ve insan haklarına odaklanmaları şaşkınlık verici bir şey. Zira Foa ve Keferya’da ölen kadın ve çocuklardan ve mültecilerden hiç söz etmiyorlar. Bu iki ayrı tutum Halep’teki zaferi gölgelemeye ve Doğu Halep’te kuşatma altında kalan terörist unsurları kurtarmaya yönelikti.

- Peki Suriye’nin bölünmesi tamamen imkansız hale gelmiş oldu mu?

- Bu konuda hiçbir endişenin kalmadığı iddia edilemez; ama Suriye devletinin Halep’e hakim olmasıyla bu, onların hedef menzilinden uzaklaşmış oldu.

Biz, ülkelerin bölünmesine karşıyız ve böylesi bir durumun ortaya çıkmasını engellemek için Suriyeli ve Iraklı kardeşlerimizin yanında yer alıyoruz. Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkeler ise artık kendi pozisyonlarını netleştirmelidir. Suriye’nin ve diğer İslam ülkelerinin bölünmesi sürecini olumlu mu karşılıyorlar?

Türkiye hükümeti yaptığı açıklamalarda Suriye’nin bütünlüğünü vurguluyor. Ama acaba Suriye’deki politikalarının kendi güney sınırlarındaki Kürt meselesini daha da şiddetlendirebileceğinden endişe etmiyor mu? Acaba Arabistan bölgedeki bölünme ateşinin alevlenmesinden güvende kalabilir mi?

Bölgedeki mevcut düzenin bozulmasının tüm bölge ülkelerine pahalıya mal olacağı ve Siyonist rejimin kazanımlarını daha da arttıracağı görülüyor. Bu yüzden bölgede rolü olan tüm aktörler, Suriye’deki siyasi yaklaşımlarından uzak bir şekilde Suriye’nin bölünmesine neden olacak adımlardan veya politikalardan sakınmalıdır.

- Şimdiye kadar üzerinde pek durulmayan önemli bir konuya değindiniz. Sizce acaba Suriye’deki olaylarla Suudi Arabistan’ın bütünlüğü arasında bir ilişki var mı?

- Evet, etkilerini aşamalı olarak gösterebilecek olsa da kesinlikle güçlü bir ilişki var. İzin verirseniz bir konuyu ilk defa burada açıkça söylemiş olayım. İslam dünyasındaki birçok kişinin ve Suudi liderlerinin sandığının aksine İran İslam Cumhuriyeti, Suudi ailesinin devrime peşinde değildir hatta Arabistan içinde onları devirme yönündeki eğilimleri frenliyor.

Suudi ailesinin devrilmesiyle elde edilecek olan nedir? Bizce bu ülkede Vehhabilik ideolojisi geliştikçe bu rejimin devrilmesiyle Arabistan’da asla daha iyi bir yönetim ya da Ehl-i Sünnet aklının yönetimi kurulmayacaktır.

Suudi ailesi devrildiğinde kesinliğe yakın bir ihtimalle Arabistan bölünecek ve aşağılık IŞİD düşüncesi, kutsal Hicaz topraklarının büyük bir bölümüne hakim olacaktır.

Arabistan toplumunu ve o ülkedeki aktif siyasi eğilimleri tanıdığınızda bu gerçekliği kolayca anlayabiliyorsunuz.

İran İslam Cumhuriyeti, ülkelerin bölünmesine ve terörist düşüncelerin İslam ülkelerine ve İslam dünyasının stratejik çıkarlarına hakim olmasına karşı olduğu için aşırılık yanlısı düşüncelerle mücadele ediyor ve bölge ülkelerinin toprak bütünlüğünü savunuyor.

Asli hedefleri güçlerini yaymak olan gruplar, önemli İslam ülkelerine ve özellikle de Arabistan’a hakim olmak istiyorlar.

- Suriye’nin geleceğine dair perspektif nedir? İran, Suriye’yi ne zamana kadar destekleyecek?

- İran İslam Cumhuriyeti açısından Suriye’nin geleceği, siyasi sürecin gelişmesine ve bu ülke iççindeki uzlaşmaya bağlıdır. Tüm taraflar eş zamanlı olarak terörizmi kontrol altına almalı, terörist gruplara yabancı yardımlar durdurulmalı ve Suriyeliler ulusal bir diyalog başlatmalıdır.

Biz bu süreci bu ülkedeki krizi sona erdirecek en iyi yol olarak görüyor ve yıllardır da bu süreci takip ediyoruz.

İran İslam Cumhuriyeti, Suriye krizinin çözümü için öngördüğü planı daha önce resmi olarak açıkladı. Bu, dört maddelik plan diye meşhurdur.

Bu planın en öneli noktaları, acil ateşkesin sağlanması, reformların yapılması ve ulusal diyalogun şekillendirilmesidir.

Suriye’nin geleceği, yabancı güçler tarafından değil, Suriye halkı tarafından belirlenmelidir. Biz, halkın kendi kaderini tayin etme hakkının olduğunu düşünüyoruz. Suriye halkının kendi geleceği ile ilgili karar verebilecek düzeyde siyasi bilinç taşıdığına inanıyoruz. Amerika ya da bazı diğer ülkelerin Suriye halkının yerine karar vererek cumhurbaşkanı adaylığına kimin hakkının olmadığını ve kimin hakkının olduğunu söylemeleri, demokrasi ilkesine de halkın kendi kaderini kendisinin tayin etmesi ilkesine de aykırıdır.

Eğer uluslararası güçler ve bölge ülkeleri, hala demokrasiye inanıyor ve Suriye’ye huzurun gelmesiyle ilgileniyorsa terörist grupların yok edilmesine yardım ederek ve halkın oyunu seçim sandıklarında ortaya koymasına zemin hazırlayarak bu ülkenin siyasi geleceğinde çözüm üretici olabilirler. Zira Suriye’nin geleceği, Suriye halkına aittir ve onların vereceği oya bağlıdır. Bize göre demokrasi, silah kullanılarak ya da askeri yollarla sağlanamaz.

Suriye’yi daha ne zamana kadar destekleyeceğimiz konusuna gelince… Şunu söylemeliyim ki, Suriye Batılı ve Siyonist komploların pençesinde oldukça, tekfirci terörist gruplar bölgenin bazı gerici ve yenilmiş ülkeleri tarafından desteklendikçe ve Suriye devleti ihtiyaç duydukça, İran İslam Cumhuriyeti Suriye’nin yanında durmaya devam edecektir.

- Sizce ABD ve bazı bölge ülkeleri, Beşşar Esed’in cumhurbaşkanlığına yeniden aday olmasına neden karşı çıkıyor?

- Amerika, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın yaptığı propagandaların aksine Beşşar Esed Suriye’de güçlü bir halk desteğine sahip. Bu ülkenin halkı siyasi ve ekonomik baskılara ve güvenlik sorunlarına rağmen onun beş yıldır direndiğini görüyor.

Kriz öncesinde halkın geçim durumu, teröristlerin sebep olduğu mevcut duruma kıyasla çok daha iyiydi. Suriye halkı bugün şunu çok iyi biliyor ki kendi ülkelerinin yıkıntılarının üstünde bir ABD hegemonyası kurulsun diye petrol servetleri ve Batı’nın silahları kendilerine karşı kullanılıyor. Onlara göre Beşşar Esed bu komploya karşı koyan bir kahramandır.

O, bugünkü durumda rekabet edeceği her adaydan çok daha fazla halkın evet oyunu kazanacaktır.

Onun sağlıklı ve şeffaf bir seçim rekabetinde kazanacağı zafer, Halep’te terörizmi destekleyenler için ağır bir yenilgi olacaktır. Onlar işte bu sebeple Beşşar esed’in aday olmasına karşı çıkıyor.

Biz ise Suriye’deki seçim yasası ona bu izni veriyorsa hiçbir şeyin onun seçime katılmasına engel olamayacağına inanıyoruz. Eğer Batılılar Beşşar Esed’in halk desteğine sahip olmadığına inanıyorsa onun adaylığından neden endişe ediyor?

- Teşekkür ederiz.

Çeviri: YDH