کارگر

کارگر

Pazartesi, 30 Aralık 2019 07:19

İran Uyardı: Şaka Yapmıyoruz, Vururuz

İran Genelkurmay Başkan Yardımcısı Habibullah Sayari, ülkesi, Rusya ve Çin arasında yürütülen ortak tatbikat bölgesinde görülecek her türlü keşif aracının imha edileceğini söyledi.
 

Tasnim ajansına konuşan Sayari, “Birçok ülke elbette tatbikatta neler olup bittiğini görmek istiyor. Ancak ortak tatbikatlar şaka değil, biz şaka yapmıyoruz. Tatbikat bölgesindeki her türlü deniz ve hava aracı vurulacak. Bunu daha önce göstermiştik” dedi.

Rusya, Çin ve İran, Umman Körfezi ve Hint Okyanusu’nda ortak tatbikat düzenliyor. 30 Aralık’a kadar sürecek tatbikatların amacının terör ve korsanlarla mücadeleye yönelik tedbirler geliştirmek olduğu belirtilmişti.

 

İran, Çin ve Rusya ortak deniz tatbikatı 
İran Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutan Yardımcısı Gholamreza Tahani, İran, Rusya ve Çin’ın Hint Okyanusunun kuzeyindeki ortak deniz tatbikatının bugün başladığını bildirdi.

Tahani yaptığı açıklamada, tatbikatın bu sabah Çin ve Rus gemilerinin Şehit Beheşti limanına yanaşması ile başladığını söyledi.

Tahani, tatbikat amacının bölgedeki güvenliğin artması olduğunu belirterek, ‘’İslam İnkılabı sonrası İran’ın bu düzeyde iki dünya gücü ile tatbikat düzenlenmesi bir ilktir. ‘’ dedi.

 Tahani, tatbikatta İran ordusu ve devrim muhafızlarının ortaklaşa hareket edeceğini belirterek, tatbikatın 17 bin km kare bir alanda yapıldığını tatbikat amacının uluslararası ticaretin güvenliğinin arttırılması, deniz korsanlığı ve terörizme karşı mücadele ve deniz arama kurtarmada tecrübe paylaşımı olduğunu söyledi.

Tatbikatın mesajının bölgede işbirliği ve birlik sayesinde barış, dostluk ve istikrar olduğunu belirten Tahani, İran’ın inzivaya itilemeyeceğini söyledi.

Her üç ülkenin ortak düzenlediği deniz tatbikatı dört gün sürecek. İran Deniz Kuvvetleri tarafından yapılan açıklamaya göre bu tatbikat, İran’ın tecrit edilemeyeceğini gösterecek.

Tatbikatlar ABD’nin Mayıs 2018’de nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi ardından Körfez’de gerilimin yüksek olduğu bir döneme denk geldi. ABD anlaşmadan çekildikten sonra İran’a yönelik ekonomik yaptırımlarla, ülke ekonomisini boğmayı hedefliyor.

İranlı amiral Gulamreza Tahani, devlet televizyonunda yaptığı açıklamada “Bu tatbikatların mesajı işbirliği ve birlik içerisinde barış, dostluk ve güvenliktir” iddiasında bulundu. Tahani, “Etkileri ise İran’ın tecrit edilemeyeceğini gösterecektir” diye ekledi.

Devlet televizyonu, güney doğudaki Şabahar limanına gelen bir Rus gemisini gösterirken, Çinli gemilerin de yolda olduğunu belirtti. Televizyon, üç ülkeyi “deniz gücünün yeni üçgeni” olarak tanımladı.

Amiral Tahani, “Tatbikatların amacı uluslararası deniz ticareti güvenliğini arttırmak, korsanlık ve terörizmle mücadele etmek, bilgi ve tecrübe paylaşımıdır” diye belirtti.

 İslam İnkılabı Rehberi, Peygamber Efendimizin (s.a.v) halkçı olmanın ve çeşitli halk sınıflarıyla iletişim kurmanın önemini anlattığı bir hadisini açıkladı.
 

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei şu ifadelerde bulundu:

Bismillahirrahmanirrahim

الحمدلله ربّ العالمین و الصّلاة و السّلام علی سیّدنا محمّد و آله الطّاهرین و لعنة الله علی اعدائهم اجمعین

أَخبَرَنَا ابنُ مَخلَدٍ قَالَ: أَخبَرَنَا الخَلَدِیُّ قَالَ: حَدَّثَنَا الحَسَنُ بنُ عَلِیٍّ القَطَّانُ قَالَ: حَدَّثَنَا عَبَّادُ بنُ مُوسَى الخُتَّلِیُّ قَالَ: حَدَّثَنَا أَبُو إِسمَاعِیلَ إِبرَاهِیمُ بنُ سُلَیمَانَ المُؤَدِّبُ عَن عَبدِ اللَّهِ بنِ مُسلِمٍ عَن سَعِیدِ بنِ جُبَیرٍ عَنِ ابنِ عَبَّاسٍ قَالَ:

کَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَیهِ وَ آلِه) یَجلِسُ عَلَى الأرضِ وَ یَأْکُلُ عَلَى الأرضِ وَ یَعتَقِلُ الشَّاةَ وَ یُجِیبُ دَعوَةَ المَملُوکِ عَلَى خُبزِ الشَّعِیرِ

 (Amali Tusi, 14. Meclis, s:393)

کَانَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَیهِ وَ آلِه) یَجلِسُ عَلَى الأرضِ

(Resulullah (s.a.v) yere otururdu)

İbn-i Abbas’tan şöyle naklediliyor: ‘Peygamber (s.a.v), mescitte, yolda biriyle karşılaştığında ve o kişi biraz sohbet etmek istediğinde, halı ya da herhangi bir şeyin beklentisi içerisinde olmaz ve yere otururdu.

وَ یَأْکُلُ عَلَى الأرض

(Yerde yemek yerdi)

 Bazen yemeklerini de oturduğu yerde yerdi. Tabak, kâse ya da bunun gibi şeylerin beklentisi içerisinde olmaksızın oturduğu yerde sade bir şeyler yerdi.

وَ یَعتَقِلُ الشَّاة

(Koyunu varsa ona çobanlık yapardı)

Yani eğer koyunu varsa, onu ipinden tutar ve onu bakıp beslerdi. Tamam da bu da Peygamberin şanına aykırı değil mi, biz bile bir koyunumuz olsa dahi onun ipini tutup cadde ve sokaklarda gezdirmeyiz. Ama bu yüce insan bunu yapıyordu.

وَ یُجِیبُ دَعوَةَ المَملُوکِ عَلَى خُبزِ الشَّعِیر

(Bir arpa ekmeğine dahi olsa, yapılan davete icabet ederdi)

Bazen mesela bir köle bir yere oturmuş arpa ekmeği yerken Peygamber (s.a.v) oradan geçtiğinde onu sofrasına davet ederse, Peygamber (s.a.v) o kölenin yanında sofraya oturur ve bu benim şanıma uygun değil demezdi.

Biz, halkçı olmamız gerekir diye çok şey söylüyor duyuyoruz, yani bu halkçılık bir iddia değildir. Halkla, halkın yaşamıyla yan yana olalım, halk gibi yaşayalım, halkın çeşitli kesimleriyle ilgilenelim. Halkçılığın anlamı budur. Biz sarık takanlardan bazıları, mesela saygın bir kişiyle karşılaştığında onunla merhabalaşıyor, bizimle işi varsa onu dinliyor, istihare aç derse hemen Kur’an’ı çıkarıp istihare açıyoruz ama daha alt tabakadan biriyle karşılaşıldığında onu önemsemiyoruz! Bu Peygamber’in (s.a.v) yoluna aykırıdır. Peygamber’in (s.a.v) yolu, fakirlerle ve zayıflarla ve böyle kişilerle yan yana olmaktır. Peygamber (s.a.v), görünüşteki ve zahirdeki şan, şöhret ve bu gibi şeylere önem vermezdi.

Peygamberimizin hayatı böyleydi, bu gerçekten bizim için bir derstir. Şimdi elbette, Peygamber (s.a.v) ya da İma Ali (a.s) gibi davranmamız beklenemez; onların durumu ve mevkileri çok farklıdır ama bunu bir ölçü ve işaret olarak karar kılabiliriz. Yani mesela bir dağa tırmandığınızı farz edin, zirve sizin hedefinizdir, zirveye ulaşamazsınız ama zirveye doğru ilerlersiniz, o tarafa doğru hareket edersiniz, aynen böyle olmalıdır.’

Pazartesi, 30 Aralık 2019 07:09

9 Dey (30 Aralık 2009) Hamaseti

 Bugün İran'da hicri şemsi takvime göre 9 Dey 1388 (30 Aralık 2009) olayının yıl dönümü.İran'da fitne hareketine karşı bilinçli İran halkının kendiliğinden milyonlar halinde fitnecilere karşı protesto gösterilerini düzenledikleri günün 10. yıl dönümüdür.

 

10 yıl önce 9 Dey tarihinde, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oy sayımında hile yapıldığı iddiasıyla dış güçlerin desteğindeki bazı çevrelerin yıkıcı faaliyetleri ve girişimlerine karşı İran halkı kendiliğinden cadde ve sokaklara çıkarak tepki göstermiş İran İslam Cumhuriyeti ve İslam İnkılabı Rehberine bağlılığını ilan etmişlerdi.


İran halkının kendiliğinden gönüllü olarak 30 Aralık 2009'a denk gelen 9 Dey 1388 yürüyüşlerine katılmaları İran'ın sosyo-politik olayları arasında farklı açılardan önemli olan ve özel mesajlar ve noktalar taşıyan eşine benzerine az rastlanan bir olaydı.
 

Bu olayı ele aldığımızda göze çarpan ilk nokta, halkın düşmanları marjinalleştiren ve tehditleri büyük fırsatlara dönüştüren sonunda da milletin birliği ve tutarlılığını ve iktidarını arttıran olayların ortaya çıkışındaki rolüdür. 

Amerika İslam İnkılabının zafere kavuştuğu günden beri İslami düzeni zayıflatmak ve İran milletinin vahdetini bozmak yönünde hareket edip İran İslam Cumhuriyeti'ni içeriden siyasi ihtilaflar ve toplumsal çöküşe sürüklemek istemiştir. Ancak İran halkının Batılıların destekleri ile hayata geçirilen 1388  fitnesi ve kaos olaylarına karşı direnişi, halkın, İslam İnkılabının en önemli istikrar ve iktidar kaynağı olarak düşmana hiçbir zaman ülkeye sızmaya müsaade etmeyeceğini açıkça gözler önüne serildi.

9 Dey hamasetinin kalıcı özellikleri hususundaki göze çarpan ikinci husus da 88 fitnesinde seçimlere itiraz kılıfı altında, bir taş ile iki kuş vurma siyaseti çerçevesinde İran milletinin düşmanlarının mühendislik edilmiş devirmeye yönelik hareketlerin aşikar olması idi. Bu devirmeye teşebbüs eden hareketler bir yandan İran'da seçimlerin sağlığı ve asaletini sorgulamak ve diğer yandan da daha önce planlanmış İran İslam Cumhuriyeti düzenini çökertmek siyasetleri doğrultusunda idi. Ancak İran milletinin bu hareketlere itiraz olarak sokaklara inip 9 Dey hamasetini yaratması bu kaos yanlısı Batı destekli devirme hareketini başarısız kıldı.  

Bu husustaki dikkat çeken üçüncü konu da Batılı teorisyenlerin de görüşlerinde görüldüğü gibi devirmeye yönelik teşebbüslerin sert şekilden yumuşak şekle ve içten devirmeye dönüşmesidir.

Amerika eski dışişleri bakanı Hillary Clinton  "Zor tercihler" adlı kitabında İran'da cumhurbaşkanlık seçimlerinin ardından çıkan kaoslara değinerek şöyle diyor: "Amerika başkanı Barack Obama hükümeti İran'daki 1388 Cumhurbaşkanlık seçimlerinin ardından çıkan kaoslar sonrası dünya genelinde 5 bini aşkın muhalif İranlı'ya eğitim verilmesi için onlarca milyon dolar para ayırdı. "

İran'da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından çıkan kaos olaylarının bir kaç hafta sonrasında ise Amerika eski Hazine Bakanlığı bakan yardımcısı Powel Roberts de  Amerikan dergisi Foreign Policy'ye verdiği özel röportajında  Washington'un bu kaosların yönetilmesindeki rolüne  ve Demokrasi için Mali Destek Vakfı-NED'nın İran devleti muhaliflerine destek verdiğini ancak bu yolda başarısız kaldığını itiraf etti.      

9 Dey hamasetinde göze çarpan dördüncü nokta ise bu olayların ardından İslam İnkılabı düzeninin iktidarının gizli bileşenlerinin toplumun ve milletin içinden kaynaklandığının gün yüzüne çıkması idi. Bu iktidar aslında İran milletinin basireti ve düşmanları tanımasından kaynaklandı.

İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei'nin tabiri ile 9 Dey hamaseti yönetimin iktidar bileşenlerinin bir başka örneğidir. Bu eşsiz hadisede hiç kimse bu hamaseti yönetmeye çalışmamasının yanı sıra halkı sokaklara getiren sebep İslami düzenin asıl temeli olan düşünsel gücü idi.        

Bu olay ile ilgili beşinci husus ise siyasi ve toplumsal talepler ve kaosçu ve anarşist talepler arasındaki farkın ortaya çıkması idi. İran halkı bu kaos olaylarına tepki olarak milyonlar halinde yürüyüş düzenleyerek toplumdaki normlara karşı olanlardan beraat ederek fitneci ve kaosçu unsurlara ve dış mihraklara bağlı olanlara tarihi ve sağlam bir cevap verdiler. Kaosçular İran İslam Cumhuriyeti 10'uncu Cumhurbaşkanlık Seçimlerinde sahtecilik yapıldığı bahanesi ile kendi yasa dışı isteklerini Batılı mihrakların hedefleri doğrultusunda gerçekleştirmek istemişlerdi. Aslında İran milletinin bu kaos hareketlerine karşı dik durması, bu milletin düşmanlarını tanıdığını da gözler önüne serdi.

Bu hamasetin dikkat çekici altıncı yanı ise, bu kaosların perde arkasında yer alan hedeflerin ifşa olunması idi. İran'daki 10'uncu Cumhurbaşkanlık Seçimlerinin ardından yaşanan kaos dolu olaylar açık bir şekilde İslam Cumhuriyeti düzeninin itibarı ve haysiyetini hedef almıştı.

İran halkının seçimlere yüzde 85'lik katılımının gölgelenmesi, bir başka hedefti. Bu çok önemli bir mesele olarak  rahatlıkla göz ardı edilemezdi.

9 Dey hamasetinin bir başka önemli özelliği de halkın sahaya inmesi idi. İran halkının tek vücut olarak 9 Dey yürüyüşlerine katılması İran milletinin İslam İnkılabı ve yönetimin değerlerini savunmakta ve dini inançlara bağlı kalmakta hiçbir şekilde kuşkuya kapılmayacağını göstermiş oldu. Bu yüzdendir ki bu tarihi hamaset, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei'nin tabiri ile unutulmaz bir  hareket, basiret, konumu ve koşulları tanımak, imana  ve halk iradesine dayalı tarihi bir olaydı.

Bu olayın analizini yaparken hemen dikkat çeken sekizinci husus da İslam Cumhuriyeti düzeninin düşmanların fitnelerini etkisiz hale getirmekteki iç potansiyeller ve kapasitelerinin ortaya çıkması idi.

İşte bu özellik İslam İnkılabının dinamikliği ve kalıcılığının sebeplerinden biridir. İran halkının 10'uncu Cumhurbaşkanlık seçimlerinin ardından çıkan kaos olayları ve iki sene önce benzer olaylar ve son zamanda da halkın enerji ve yakıt fiyatlarına yapılan zamma itiraz hareketlerinin suiistimal edilmesi gibi fitnelerde dik duruş sergilemeleri İran milletinin hiçbir zaman düşmanların ülkeye sızmasına ve hedeflerine ulaşmasına müsaade etmeyeceklerini gözler önüne sermiş oldu.

İran milleti devrimci basiret, sapkın hareketlerden uzak durma aracı ile donatılmış siyasi görüş ile harmanlanmış zamanında bir varlık gösterme ile sınır ötesi boyutları, Amerika ve İngiltere'nin Batılı büyükelçiler ve casusluk servisleri aracılığı ile bu kaosları yönetmeye çalıştıklarının ifşa olunması ile ortaya çıkan bir fitneyi sonlandırmayı başardı.

9 Dey hamasetinin 9'uncu önemli yanı da kalıcı etkiler yaratacak ibret verici dersler ve mesajlar içermesidir.

İran milleti tecrübe edinerek düşmanların hedefinin toplumu kutuplaştırmak ve kamplaştırmak olduğunu İslami düzene karşı güvensizlik duygusu oluşturmak istediğini anlamıştır. 88 fitnesindeki sokak kaosları da bu yönde değerlendirilmelidir.

Bu yüzden 9 Dey hamasetinin kökenlerine kapsayıcı bir bakış atmak için tüm alanlara, tüm bileşenlere ve tüm özelliklere dikkat edilmesi gerekiyor. Böylece bu kendiliğinden doğan hamasetin nasıl İslami düzenin komplocu hareket karşısındaki yumuşak gücü kaynağına dönüştüğü de daha açık ve net anlaşılır.

Pazartesi, 30 Aralık 2019 07:06

Pompeo İran kışkırtmasına devam ediyor

İran’da benzin zammı protestoları sırasında rejimi kötüleyerek Farsça mesajlarla İran halkına seslenen ve eylemleri kışkırtmaya çalışan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, provokatif paylaşımlarına devam ediyor.

   
   
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda İran dini lideri Hamaney’i suçlayarak İran halkına seslendi.

Pompeo, benzin zammı protestoları sırasında çıkan olaylarda hayatını kaybedenleri kastederek şu ifadeleri kullandı: “İran halkının protestolar sırasında Hamaney tarafından katledilen 1500 kurbanının yasını tutmaya hakkı var. Rejim kendi vatandaşlarından korkuyor, şiddete başvuruyor ve interneti kesiyor.”

Pompeo geçen hafta da İranlı yetkililer hakkında yaptırım kararı aldıklarını açıklayarak şunları söylemişti: “İran’daki barışçıl gösteriler esnasında görevini kötüye kullanan, haksız tutuklamalar yapan ve masum insanları öldüren ya da bu faaliyetlere dahil olan İranlı yetkili ve kişilere vize kısıtlaması getiriyoruz.”

Uluslararası Af Örgütü İran’daki protestolarda 161 kişinin öldüğünü iddia etti. İran yönetimi ise iddiaları yalanlayarak, ölenlerin sayısının savcılık tarafından açıklanacağını söyledi. Pompeo’nun ise uluslararası örgütlerden de fazla rakamlar vererek gerçekleri çarpıtması ve kışkırtıcı tivitler atması tepki çekti.

ABD yaptırımlarının da etkisiyle ekonomik açıdan zor günler geçiren İran halkı, 15 Kasım’da benzine 3 kat zam yapıldığının açıklanmasının ardından protestolara başlamıştı.

Ülkenin birçok kentinde 3 gün süren gösterilerde kamu binaları, bankalar, benzin istasyonları tahrip edilmiş, marketler yağmalanmıştı.

ABD ve İsrailli yetkililer sosyal medya üzerinden yaptıkları paylaşımlarda İran rejimini kötüleyerek, İran halkının yanında olduklarını söylemişlerdi.

Dış güçlerin destek açıklamaları sonrası halk ve hükümet tepki göstermiş, olaylar son bulmuştu.

​'DIŞ MÜDAHALEYE KARŞI BÖLGE ÜLKELERİ BİRLİKTEYİZ'

İran dini lideri Hamaney’in başdanışmanı Ali Ekber Velayeti, İran’ın bölgede her türlü yabancı müdahaleye karşı olduğunu belirterek, “Düşmanların bölge ülkelerini parçalama ve zayıtlatmaya dönük zulüm, komplo, tecavüz ve kötü niyetlerine karşı bölge ülkeleri ile birlikte direneceğiz” dedi.

Suriye’nin Tahran Büyükelçisi ve ülkenin aşiret liderlerinden oluşan bir gurp ile bir araya gelen Velayeti, ABD Başkanı Donald Trump’ın açıklamalarına işaret derek, “ABD Başkanının açıkça Suriye’de petrol için bulunduklarını dile getirmesi, meşru olmayan bir tavır, açık bir hırsızlık ve uluslararası yasaların çiğnenmesi demektir” ifadesini kullandı.

Her ülkenin mallarının o ülke halkına ait olduğuun altını çizen İranlı yetkili, “Bu tür duruşlar, düşmanların bölgedeki müslüman ülkelere yönelik komplo ve kötü niyet ve kararlarını gözler önüne sermektedir. Bu tür açık saldırganlıklara ve bölgenin mazlum halkarının mallarının çalınmasına karşı dik duruş sergilemeliyiz” diye konuştu.

Velayeti konuşmasnın devamında şöyle konuştu: “Kaderimiz, bölgede bir ülkenin saldırıya uğraması durumunda susuz kalmamamız için birlikte hareket ederek, zalime karşı direnmemiz gerektiğini zorunlu kıılmıştır.”

Pazartesi, 23 Aralık 2019 10:30

Kur'an-ı Kerim'de Ehlibeyt

Kur'an-ı Kerim, Ehlibeyt'in faziletlerinden ve İslam ümmetinin hayatında onların seçkin konumlarının önemli boyutlarını sunmuş, Resulullah sallallah'u aleyhi ve âlih'le her türlü çirkinlikten masum olan Ehlibeyt aleyhimusselam'ın yakınlığını vurgulamıştır. Bunun en bariz örneği herkesin ittifak ettiği Mubahele ve Tathir ayetidir.

Allah Teala, Meveddet ayetinde belirtildiği gibi Ehlibeyt aleyhisselam'ı sevmenin ve onlarla dost olmanın önemini vurgulamış ve bunu tüm Müslümanlara farz kılmıştır. Ehlibeyt aleyhisselam'a has olan bir çok fazilet ve menkıbeler vardır ki onların hakkında nazil olan çok sayıda ayetler buna delalet etmektedir; biz bu bölümde onlardan bazılarına değineceğiz:

1- "Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra dua edelim de, Allah'ın lanetini yalancıların üzerine dileyelim."[1]

Bu ayet, Resulullah sallallah'u aleyhi ve âlih'le kendilerinin hak üzere olduklarını ve kendi dinlerinin geçerliğini iddia eden Necran Hıristiyanlarının elçileri arasında geçen tartışma üzerine inmiştir. Bu ayetin inişiyle Resulullah sallallah'u aleyhi ve âlih onları mubaheleye (lanetleşmeye) davet etmiş ve sonuçta onların iddasını gırtlaklarına çevirmiş, onları delille susturmuş ve burhanla onlara gâlip gelmiştir; onlar da acılı azaba ve ebedi lanete yakin ettikten sonra Resulullah sallallah'u aleyhi ve âlih ve Ehlibeyt'iyle mubahele etmekten sakınarak bunun karşısında sulh yapmayı ve cizye ödemeyi seçmişlerdir. Bu olay, teferruat ve ayrıntılarını anlatmaya gerek kalmayacak kadar meşhurdur. Tarih, hadis ve tefsir kitaplarında bu olay çok detaylı bir şekilde beyan edilmiştir.

Burada önemli olan, Allah Teala'nın bu ayette o yüce makama seçtiği kişilerin kimlerin olduğu ve bu ilahî seçimin medlûllarının beyanıdır.

Tefsir, hadis ve tarih kitapları, Resulullah sallallah'u aleyhi ve âlih'in Allah'ın emriyle bu ayetin örneklerine seçtiği kişiler, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir. Bunlardan başkası bu ayetin kapsamına girmez.[2]

Sa'd b. Ebi Vakkas der ki: "De ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım" ayeti nazil olunca Resulullah sallallah'u aleyhi ve âlih Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin aleyhimusselam'ı çağırdı ve buyurdu ki: "Allah'ım! Bunlar benim Ehlibeyt'imdir."[3]

Cabir b. Abdullah'tan şöyle nakledilir: "Kendimiz ve kendiniz"den maksat, Resulullah sallallah'u aleyhi ve âlih ve Ali aleyhisselam'dır; "Oğullarımız"dan maksat Hasan ve Hüseyindir; "Kadınlarımız"dan maksat ise Fatıma'dır.[4] Bunun bir benzeri de Şa'bî'den nakledilmiştir[5]; hatta bunu sahabe ve tabiinden 24 kişiden, muhaddis ve müfessirlerden 52 kişiden fazlası rivayet etmiştir.[6]

Zemahşeri bu ayette "oğullar" ve "kadınlar"ın "kendimiz" sözcüğünden önce zikredilmesinin nedenine değinerek diyor ki: Bu iki sözcüğün "kendimiz" sözcüğünden önce zikredilişi, onların yüce mevkiilerini, Allah ve Resulüne yakınlıklarını ve "kendi"nden önde olduğunu bildirmek içindir. Kesâ ehlinin faziletine bundan daha güçlü bir delil olamaz ve yine bu ayet Resulullah sallallah'u aleyhi ve âlih'in peygamberliğinin doğruluğuna delalet etmektedir.[7]

[1] - Âl-i İmran, 61.

[2] - Bkz. Sahih-i Müslim, c.4: 1871; Sünen-i Tirmizî, c.5, s.225/2999; Mesabih-us Sünne, c.4, s.183/4795; el-Kamil-u fi't Tarih, c.2, s.293; Esbab-un Nüzul -Vahidi-, s.60; Tefsir-ur Razi, c.8, s.81; Tefsir-u Zemahşerî, c.1, s.368; Tefsir-ul Kurtubî, c.4, s.104; Tefsir-u Alusî, c.3, s.188-189; Tefsir-u Nesefî, c.1, s.221; Feth-ul Kadir -Şevkanî-, c.1, s.347; Malim-ut Tenzil -Beğavî-, c.1, s.480; Cami-ul Usul, c.9, s.470/6479 vs.

[3] - Müsned-i Ahmet, c.1, s.185; el-Müstedrek-u ala's Sahihayn, c.3, s.150, bu, iki şeyhin şartıyla sahihtir, demiş, Zehebî de bunu sahih bilmiştir. Feth-ul Barî, c.7, s.105; el-İstiyab -İbn-i Abdulbirr-, c.3, s.37; bkz. önceki kaynaklar.

[4] - Durr-ul Mensur, c.2, s.38-39.

[5] - Esbab-un Nüzul -Vahidi-, s.59.

[6] - Bkz. Teşyid-ul Muraciat, c.1, s.344-348.

[7] - Tefsir-ul Keşşaf, c.1, s.369-370.

Pazartesi, 23 Aralık 2019 10:27

Kimyasal tezgâhtan BM tezgâhına

 Amerikalılar doğup büyümesinden sorumlu oldukları IŞİD’e karşı savaşı Suriye’de ayağına yer açmak için kullandı. Şimdi petrolü asıl sahiplerinden koruma bahanesiyle askeri varlıklarını sürdürmenin derdindeler. Bunu yaparken Suriye’nin İdlib’deki cihatçı kıtalarla başının belada kalması işlerine geliyor. Bir de kimyasal saldırı tezgâhlandığında dönüp Şam’ın kafasına vurma şansını da kaçırmıyorlar.Suriye krizi kucağımıza kavurucu dersler yığdı.

Özgür batı medyasının üçkâğıtçılığını, uluslararası bağımsız kuruluşların bağımlılığını, küresel güçlerin aymazlığını gördük, defalarca. Şu günlerde İdlib yeniden gündemde. Operasyon başlayınca kimyasal tezgâh senaryoları ardı sıra geliyor. Batı blokunun gözünde Suriye’yi yakacak şekilde İdlib sürekli harlanması gereken bir ateş sanki. “İdlib, El Kaide’nin 11 Eylül’den bu yana en büyük toprak parçasına dönüştü” diyenler yok değil. Yine de politikayı belirleyenler, “İdlib Emirliği”nin dokunulmazlığını ‘insani’ gerekçelerle sürdürmekte kararlı.

Amerikalılar doğup büyümesinden sorumlu oldukları IŞİD’e karşı savaşı Suriye’de ayağına yer açmak için kullandı. Şimdi petrolü asıl sahiplerinden koruma bahanesiyle askeri varlıklarını sürdürmenin derdindeler. Bunu yaparken Suriye’nin İdlib’deki cihatçı kıtalarla başının belada kalması işlerine geliyor. Bir de kimyasal saldırı tezgâhlandığında dönüp Şam’ın kafasına vurma şansını da kaçırmıyorlar.

Geçen hafta Suriye ordusu, İdlib’e yönelik ikinci büyük operasyona başlarken Trump yönetimi de, Suriye’de işkence ve açlıktan ölmüş insanlara dair 55 bin fotoğraf çektiği iddia edilen Caesar kod adlı askeri polis fotoğrafçısına atfen hazırlanan yaptırım tasarısını onayladı. Caesar Yasası ile Suriyelilerle birlikte Rus ve İranlılar da savaş suçlarından sorumlu tutulabilecek. Tekrarlayıp durduğumuz birkaç kart daha var ki bu konuda Avrupalılar da Amerikalılarla ortak:

Amerikan konuşlanmasıyla Fırat’ın doğusundaki petrol ve tahıl gibi stratejik kaynaklardan Suriye devleti mahrum bırakılacak; ülke ekonomik yaptırımlarla baskılanacak; yeniden inşa süreci sabote edilecek; Şam’la diplomatik ilişkilerin normalleşmesi engellenecek; Suriye yönetimi eksenini değiştirinceye kadar bu kartlar masada kalacak.
Şam yönetimi işgal altındaki topraklarını unutup İsrail’i tanıdığı an “Eli kanlı Esad”ın “Eli sıkılası Esad”a dönüşmesi bir gün bile almaz. Çok ayaklı stratejiyle sadece Suriye’yi değil İran ve Rusya’yı da dövmek, hatta Çin’i kösteklemek istiyorlar.

***

Suriye konusunda sivil, askeri, diplomatik ve enformatik alanlarda inanılmaz boyutlarda etkileme mekanizmaları işliyor. Tam da İdlib operasyonunun hazırlıkları sürerken en büyük tezgâhlardan biri, Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nün (OPCW) iç yazışmalarıyla önümüze bir pislik gibi sızıverdi. Önce skandalın spotunu yazarsak, münasip cümle sanırım şu olur:

“ABD, Britanya ve Fransa 2018’de kimyasal silah kullandığı suçlamasıyla BM incelemesinin sonuçlarını beklemeden Suriye’yi bombalayıp cezalandırdı; OPCW’ya da gerekçesini yaratma işi verildi.”

Özetle sahaya giden ekibin tespitleriyle hazırlanan taslak rapor, Suriye’yi kimyasal silah kullanmakla suçlayacak kanıtlar içermiyordu. “Cezalandırıcı üçlü” için bu hayal kırıklığıydı. Taslak rapordaki bulgular, düzeltilmiş ön rapor ve nihai rapora ya aktarılmadı ya da tahrif edilerek aktarıldı.

Daha büyük skandal şuydu: Nihai raporu yazan ekip, bir kişi hariç Duma’da incelemeye katılan ekip değildi. Duma’dan dönenlerin bulgularından umduklarını bulamayanlar başka bir ekip kurup bunları “X Ülkesi”ne gönderdi. 11 mağdurdan alınan örnekler ve tanıklardan hareketle ‘arzulanan’ rapor bu şekilde çıkartıldı. Bu “X Ülkesi” kuşkusuz Türkiye idi.

WikiLeaks’in sızdırdığı yazışmalar sayesinde bütün bu skandallar aralandı. Zihni bulanıklaştıran zehri akıtmak için kimyasal tezgâha biraz yakından bakalım:

Malum 7 Nisan 2018’de Şam kırsalında Katar ve Suud’un finanse ettiği İslamcı örgütlerin kontrolündeki Duma’da 49 kişinin öldüğü, 650 kişinin yaralandığı saldırılarda kimyasal silah kullanıldığı iddia edilmişti. Suçlamayı reddeden Suriye, BM incelemesini kabul etti. Video görüntülerinden hareketle Amerikan, Fransız ve İngilizler 14 Nisan 2018’de havadan ve denizden Suriye’yi vururken OPCW ekibi bir hafta sonra yani 21 Nisan’da Duma’ya ulaştı.

Kimyasal saldırı kurgusu, klor gazı doldurulmuş iki tüpün helikopterden bırakıldığı iddiasına dayanıyordu. Görgü tanıkları öyle söylüyordu. Ancak müfettişler havadan atılan tüplerin düştüğü yerlere verdiği hasarla tüplerin kendilerinde oluşan hasar arasındaki orantısızlığa anlam veremedi. Tüplerden biri çatı katında, diğeri başka bir binanın son katında yatağın üzerinde bulunmuştu. Demirle güçlendirilmiş betonarme yapıda delik açan tüpün kendisindeki hasar çok azdı. Müfettişler yatak odasındaki tüpün de oraya nasıl geldiğini çözemedi. Bunun için ilave uzman araştırmasının gerektiği not edildi.

Müfettişler mayısta saha çalışmasını bitirdi. Düzeltilmiş ön rapor Temmuz 2018’de, nihai rapor Mart 2019’da yayımlandı. Ancak müfettişlerin kritik bulguları raporlara yansımamıştı.

Müfettişler bu oyunu hazmedemedi. Bir ya da daha fazla müfettişin, 5 Temmuz 2018’de Duma ekibinin başında bulunan Sami Barrek’a gönderdiği e-postalarda, bulguların rapordan çıkarılmasından duyulan rahatsızlık dile getirildi. Yazışmalara bakılırsa Barrek’i ikna etmek için yoğun bir çaba harcandı.

En önemli iki bulgudan biri olay yerinde yalnızca düşük seviyede klorlu organik kimyasalların (COCs) bulunmasıydı. İkincisi tüplerin bulundukları yere nasıl geldikleri saptanamamıştı. Bu bulgular Esad’ı suçlamayı zorlaştırıyordu.
Saldırının klor gazıyla yapıldığı sonucuna varabilmek için COCs seviyesine dair bilgiler nihai rapordan çıkartılmıştı. Çünkü çevrede doğal olarak bulunan klor oranıyla kimyasal saldırıda bulunan arasında fark büyük. Üstelik tespit edilen miktar makul seviyenin altındaydı.
Üçüncü önemli mesele şuydu: Müfettişlerin sahadaki bulguları, insanları ağızları köpürmüş halde gösteren video görüntülerinin sunduğu bulguyla uyumsuzdu. Taslak raporda “Tanıkların tarif ettiği ya da tanıkların çektiği video ve fotoğraflarda görülen belirtiler klor içeren boğulma ya da klor gazı, fosjen gazı ve siyanojen klorür gibi kan ajanlarına maruz kalma haliyle tutarlı değil” deniliyordu. Müfettişlere göre bunlar ya başka bir zehirli kimyasala maruz kaldı ki bu konuda da bulguya rastlanmadı ya da ölümler kimyasal olmayan bir olayın sonucuydu. Hatta taslak raporda “7 Nisan’da acil bölümünde bulunan sağlık personelinin çoğunluğu yaralılardaki belirtilerin bir kimyasal saldırının sonuçlarıyla uyumlu olmadığını vurguladı” deniliyordu.

Yayınlanmayan 27 Şubat 2019 tarihli bir mühendislik raporu daha var. OPCW müfettişi Ian Henderson’ın imzasını taşıyan ve Mayıs 2019’da sızdırılan raporda “Büyük bir olasılıkla her iki tüp bir hava aracıyla ulaştırılmaktan ziyade bulundukları yere elle yerleştirildi” deniliyordu. Bu rapor da nihai rapora yansıtılmadı. Taslak raporda da “Bu tüpler kimyasal sızmanın kaynağı olabilir ancak bunu teyit için yeterli delil yok” deniliyordu. Bu ifade nihai rapora çarpıtılarak şöyle yansıtıldı: “Müfettişler klor ya da reaktif klor içeren kimyasalın tüplerden sızdığını saptayacak yeterli kanıta sahiptir.”

Ekibin tüplerdeki balistik incelemeden sorumlu üyesi, 14 Mart 2019’da OPCW Genel Müdürü Fernando Arias’a e-posta göndererek, raporun Duma’da çalışan ekibin görüşlerini yansıtmadığını ve 20 kadar uzmanın bu duruma itiraz ettiğini belirtti. E-postadaki bilgi notuna göre nihai raporun yazımına Duma ekibinden bir yardımcı hekim hariç kimse katılmadı. Rapor “X Ülkesi”nde faaliyet gösteren ve asla Duma’ya gitmemiş olan başka bir ekip tarafından yazıldı.

Bir başka müfettişin 20 Mayıs 2019’da OPCW Strateji ve Politika Müdürü Veronika Stromsikova’ya gönderdiği e-posta, skandala başka bir boyut katıyordu. Tüplerin elle yerleştirilmiş olduğu sonucuna varan balistik uzmanı Ian Henderson artık hedefteydi. Bu bulgudan rahatsız olan OPCW yönetimi, belli çevrelerde, Henderson’ın ekipte olmadığı yönünde iddiaları yayarak itibarsızlaştırma operasyonuna girişti. 20 Mayıs 2019’daki e-postada şu ifadeler yer alıyordu: “Bir ekip üyesi saygın olmayan bir yolla görevinden uzaklaştırılıp güvenlik eşliğinde OPCW binasının dışına çıkartıldı. OPCW’ya adanmış ve profesyonel bir şekilde 12 yıl hizmetten sonra Henderson’ın kişisel ve mesleki bütünlüğü ciddi şekilde yara almıştır. OPCW’nun, ekibin üyesi olmadığı yönündeki yalan beyanı onu ve çalışmalarını gözden düşürmede önemli olmuştur.”

Daily Mail muhabiri Peter Hitchens’e göre Henderson bulgularını nihai rapora yansıtma konusunda başarısız olunca elindeki verileri Evrak Sicil Arşivi’ne (DRA) yerleştirdi. Gizli bilgiler için bu normal bir işlemdi. Ancak OPCW’de personelin “Voldemort” diye andığı bir yönetici, verilerin arşivden silinmesi ve bütün izlerin yok edilmesi için talimat verdi.

Bir başka skandal, Amerikalıların yaptığı baskılardı. Duma ekibinden biriyle konuşan gazeteci Jonathan Steele’in aktardığı bilgilere göre OPCW’nun tepe yöneticilerinden İngiliz Robert Fairweather, 4 Temmuz 2018’de Duma ekibinin üyelerini kendi ofisine davet etti. Toplantıda ekip dışından üç Amerikalı daha vardı. Saldırıdan Suriye ordusunun sorumlu olduğunu dikte etmek için gelmişlerdi. İstihbaratçı olduğu düşünülen bu kişilere göre bir binanın üst katı ve çatısında 170 kg klor içeren iki gaz silindiri bulunmuştu ve sorumlusu Suriye ordusuydu. Müfettişler bu müdahaleyi OPCW’nun bağımsızlığı ve çalışma ilkelerine aykırı sayıp odayı terk etti.

Saha ekibinin başından itibaren manipülasyonlara epey direndiği anlaşılıyor. Rapor yayımlanmadan önce görmek istiyorlar, laboratuvar sonuçlarının kendileriyle paylaşılmasında ısrar ediyorlar ama nafile. Bir müfettiş, 22 Haziran 2018’de Fairweather ve yardımcısı Aamir Shouket’e gönderdiği e-postada kaygılarını şöyle dile getirmiş: “Düzeltilmiş raporun ekibin çalışmalarını yansıtmayacağından korktuğum için saha bulgularının yer aldığı raporun tamamen yayımlanmasını talep ediyorum.”

Reuters bir OPCW kaynağının bu e-postanın gerçek olduğunu teyit ettiğini aktardı.

***

Batı medyası kendi hükümetlerinin çirkin oyunlarına sıra gelince sendeliyor. Newsweek muhabiri Tarık Haddad, OPCW’deki dümenleri anlattığı haberini yayımlatamadı ve istifa etti. İtalyan Rai News 24, Esad’la röportaj yaptı ama yayımlayamadı. Suriye televizyonunun yayımladığı röportajda Esad, OPCW için “Amerikalılar istedi diye raporda tahrifat yapan, siyasileşmiş, taraflı ve ahlaksız” ifadelerini kullanıyor.

Velhasıl hakikat için bel bağladığımız uluslararası örgütler üç-beş devletin kontrolünde. Dünyanın bu skandalı sorgulamaya niyeti de yok, medya derseniz üç maymunu oynuyor.
Bir önceki tezgâh kendini ele verdi diye bir yenisinin İdlib’de tekrarlanmayacağının garantisi yok. Duma’dan tahliye edilen örgütler şimdi İdlib’de. Ve tezgâhta ustalar.

Pazartesi, 16 Aralık 2019 10:57

Irak’ta sokağı kimler harekete geçirdi?

2003 yılından bu yana Irak'ta, sahada hiç görülmeyen sivil toplum kuruluşlarının sokağa etkilemesi, görülmüş bir durum değildir. Başka bir ifade ile Irak'ta dini ve siyasi mercilerin dışında üçüncü bir güç harekete geçiyordu. Bu sefer STK'lar Irak'ta sokağı etkileme ve harekete geçirme konusunda nasıl başarılı oldular? Peki, STK'lar üzerinden sokağı harekete geçiren asıl güç hangisidir?

Bölgede yaşanan huzursuzluklar ve akabinde ortaya çıkan sokak hareketlerinin makul sebepleri olmakla birlikte, bu tablodan kendi siyasi çıkarlarını temine dönük sonuçlar çıkarmaya çalışanların başında Batılı güçler ve en başta da Amerika gelmektedir. 
 
Amerika ve diğer yabancı güçlerin bölgede temin ettiği siyasi çıkarların, huzursuzluğu yaşayan ve bunun sonunda sokağa çıkan halkların lehine olmayacağı açıktır. Özellikle bölgedeki bir çok ülkede var olan mevcut siyasi düzeni kuran güçlerin zaten bunu sorun çıkacak şekilde gerçekleştirdikleri ve sonuçta ortaya çıkan sorunlardan yine kendileri lehine yararlandıkları bilinen bir durumdur. Kurdukları bu fasit döngü ile halklar üzerindeki hegemonyalarını devam ettirmeyi mümkün kılabiliyor bu sömürgeci güçler.
 
Bölge halklarının; hakların temini, özgürlük, adalet gibi en temel meselelerde mesafe katedebilmelerinin yegane yolu olarak, evvelen hegemonya sahibi yabancı güçlerin siyasi emelleri ile kendi siyasi çıkarlarını birleştirme yolundan geri dönmelerinin olduğunu görmeleri gerekmektedir.
 
Gerçek düşmanın bu hegemonya sahibi yabancı güçler olduğu gerçeğini hiç bir zaman unutmadan hak arayışı peşine düşülmelidir. Sokağa yansıyan eylemlerde eğer antiemperyalist bir ton yoksa orada hegemonya sahibi yabancı güçlerin elinin olduğunu tespit etmek ve bunun gereğini ortaya koymak, vurulan boyunduruktan kurtulmanın ilk ve en gerçekçi adımı olacaktır.
 
Aşağıya bir kısmını alıntıladığımız Irak'ta yaşanmakta olan sokak eylemlerinin hangi güçler tarafından harekete geçirildiğine dair ORDAF'da Hüsyein Aslan imzası ile yayınlanan yazıda dikkat çekici tespitler yer alıyor. Bu tespitlerden en dikkat çekici olanı da, daha önce dünyanın değişik yerlerinde tanık olduğumuz ve "kadife" veya "renkli devrimler" ifadeleri ile simgeleştirilen, arkasında Batılı güçlerin özellikle de Amerika'nın olduğu STK'lar eliyle sokağın harekete geçirildiği tespitidir. Aslında bu bilinmeyen bir durum değildir. Fakat ne yazık ki "bile bile lades" deyiminin tam karşılığı olan böylesi durumları bu coğrafyada yaşamak artık sıradanlaştı... 
 
 
...Irak'ta sokağı hareketlendirme imkanına sahip olan iki önemli dini şahsiyet vardır. Bunlardan biri Şiilerin yüksek dini mercii sayılan Ali Sistani; diğeri de dini ve siyasi lider Mukteda El Sadr'dır. Ancak son gelişmeler gösterdi ki, Irak'ta sokağı harekete geçirebilecek bir güç daha mevcuttur. Bu güç de, bu sefer sokağı sosyal medya aracılığıyla harekete geçiren sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşların, son gösterilerin başlamasında ve yönlendirilmesinde oldukça etkisi olduğu anlaşılmaktadır.
 
 
Irak'ta yeni güçler: ABD'nin fonladığı STK'lar ve Gençlik Hareketleri
2003 yılından bu yana Irak'ta, sahada hiç görülmeyen sivil toplum kuruluşlarının sokağa etkilemesi, görülmüş bir durum değildir. İşte burada cevaplanması gereken bir soru ortaya çıkmaktadır: Bu sefer STK'lar Irak'ta sokağı etkileme ve harekete geçirme konusunda nasıl başarılı oldular?
 
ABD, 2003'ten bu yana STK kurup geliştirme ve hak arama kampanyaları düzenleyebilecek yeni bir neslin yetişmesi için çalıştı. Amerikan Barış Enstitüsü'nün 2004'teki bir raporuna göre, eski başkan oğul Bush 7 Kasım 2003'te ek acil ödenekler kanunu çerçevesince savunma ve Irak ile Afganistan'ın yeniden inşası için 87 milyar dolar değerinde bir karara imza attı. Bunun 730 milyon doları, demokratik kalkınma, STK'lar, insan hakları ve mültecilere yardım için ayrıldı. Ayrıca ABD'nin 2011 yılındaki çekilmesinin ardından, Amerikan uluslararası kalkınma ajansı aracılığıyla STK'ların geliştirilmesi için 3 senelik bir zaman dilimi içinde 75 milyon dolar daha tahsis edildi. Bu çerçevede İngiliz Savaş ve Barış Gazeteciliği Enstitüsü ön plana çıktı ve Iraklı gençler için kurslar düzenledi. Bağdat İl Meclisi STK heyeti başkanı Mehdiye El Lami'nin açıklamalarına göre, Bağdat'ta, Bakanlar Kurulu'na kayıtlı resmi olarak çalışan ve belirli nüfuz sahiplerinden destek alan 3 bin STK bulunmaktadır.
 
Açıklamalara göre, söz konusu STK'lar, Irak'ta demokrasi esaslarının yaygınlaştırılması, insan haklarına saygılı sivil bir devletin inşası, şeffaflık ve sosyal adaletin savunulması, istikrar ve barışın tesis edilmesi ilkelerinden hareketle çalışmaya başlamıştır. Nitekim, son gösterilerden önce, işsizler ve IŞİD'in etkinliğinin artmasından sonra işlerine devam edemeyen ve askeri yükümlülüğünü yerine getirmeyen bazı kesimler, iş arayan diploma sahipleri tarafından gösteriler düzenlendi. Hükumet ise bu gösterileri zor kullanarak dağıttı. Bunun üzerine STK'lar sosyal medya üzerinden göstericilerin bu talepleri karşısında hükümetin bu tutumunu demokratik bir devletle bağdaşmadığı gerekçesiyle kınayan bir kampanya yürütmeye başladı.
 
Yeni hükumet, geniş kitlelerin memnuniyetsizliğini göz ardı etti. Yine gençlik toplulukları arasında baş gösteren tepkiyi de göz ardı edince STK'lar, gençlerden önemli bir kesimi kendine çekti. Ayrıca bu STK'lar gönüllü olarak sokakların temizlenmesi ve kaldırımların boyanması gibi faaliyetler üzerinden gençleri örgütlemeye çalışıyordu.
 
İktidarın yeni nesil gençlerin dinamizmini göz ardı etmesi üzerine gösteri çağrıları baş gösterdi ve bu protestolar, aydınlardan ve sanatçılardan destek almaya başladı. Bu da, yeni neslin hakkını talep etme ve elde etmekteki gücüne işaret etmekteydi. Başka bir ifade ile Irak'ta dini ve siyasi mercilerin dışında üçüncü bir güç harekete geçiyordu. Ekim ayından önce bir anda sosyal medya ağları üzerinde açılan hesapların sayısı 48'e ulaştı. Bu sayfalardan, hükümetin zayıflığı ve yolsuzluklar vurgulanarak devrilmesi yönünde çağrılar yapılmaya başlandı. Halka 16 yıldır yaşadığı sıkıntılar, güvensizlik ortamı, temel hizmetlerdeki eksiklikler, mezhep kotalarına dayalı sistem, yolsuzluk, 2003'ten sonra ülkenin yaşadığı sıkıntıların sebeplerinden en önemlisi olan anayasadaki boşluklar anlatıldı. Ancak maalesef yetkili merciler profesyonel davranmayıp, sosyal medya konusunda uzman kesimlerden yardım almak yerine sosyal medya kullanıcılarını hain ilan etti ve telefon görüşmelerini dinleyerek onları tutuklama yoluna gitti.
 
...
 
Sokakları kim harekete geçirdi?
Gösterilere gerek içerden gerekse de dışardan bazı unsurların müdahil olmasında hükumetin krizi iyi yönetememesi büyük rol oynadı. Sonuçta, sokakların harekete geçirilmesinde ve sosyal medya üzerinden yapılan gösteri çağrılarında birçok unsur birlikte etkili oldu. Bunların en önemlileri;
 
ABD destekli STK'lar: Gösterilerin idare edilmesi ve yönetilmesinde STK'ların büyük bir rolü oldu. Sosyal medya ağları, gösterilerin yaşandığı yerden haberlerin aktarılması, Irak sokaklarını etkileyebilecek ve gençleri motive edecek ifadelerin kullanılması, güvenlik güçlerine karşı duran gençlerle ilgili videoların yayılması, gösterilerde silah kullanılmaması ve barışçıl kalınması, güvenlik birimleriyle silahlı çatışmaya girilmesinden kaçınılması gibi hususlarda tam anlamıyla başarılı oldu. Bunun yanı sıra, bu STK'ları destekleyen bazı siyasi gruplar da vardı. Bunlardan en önde geleni, eski başbakan Haydar İbadi liderliğindeki Zafer Koalisyonudur. Bu bağlamda siyasi aktivistler, Haydar İbadi'nin İran'a bağlı gruplar tarafından Yeşil Bölge içerisinde suikasta uğrayacağı haberini yaydı. Bu haberin yayılmasındaki sebep ise Irak sokağını İran varlığına karşı daha fazla harekete geçirmekti.
 
Sadr Grubu: Bu hareket, gerek hükumette, gerekse de muhalefette olsun gelişmelere pragmatik olarak yaklaşmaktadır. Bilindiği üzere hükumetten en fazla çıkar elde eden siyasi oluşum Sadr grubudur. Sadr grubu fikirsel sebeplerden dolayı kendisinden ayrılan siyasi hasımlarını tasfiye edebilmek için çalışmıştır. Özellikle en büyük rakibi sayılan İslami Dava Partisi'nden kurtulmak için çaba sarf etmiştir. Yine hatırlamakta fayda vardır: Nuri el Maliki döneminde hareketin birçok taraftarı hapse tıkılarak, 2009'da güney kentlerindeki Mehdi Ordusu hedef alınmış ve kanun kaçağı muamelesi görmüştür. Sivil toplum kuruluşları ise bu hareketin gösterilerle ilgili niyetini fark edince etkisini kırmak için çaba sarf etmiş ancak halen gösterilerde gizli bir şekilde etkili olmaya devam etmektedir.
 
Necef ve Kerbela'da Ensar El Yemani: Bunlar, ve kendisinin Mehdi'nin oğlu olduğunu iddia eden Seyyid Ahmet Hasan El Yemani adlı şahsın destekçileridir. Bu gruba ait olduğu belirtilen internet sitesindeki bir anlatıya göre; Ahmet Hasan El Yemani,1999 yılından çok önce babası İmam Mehdi ile buluşup, ilminden faydalanıyordu ve onun yolunda yürüyordu. Yine internet sitesinde yazıldığına göre; ilk buluşma İmam Mehdi ve İmam Askeri'nin mezarlarında olmuş, bu görüşmeden sonra buluşmalar devam etmiştir. El Yemani Necef'teki dini merciiye yönelik ağır eleştirilerde bulunmuş ve destekçileri kendi yönlendirmesiyle bu gösterilere ciddi şekilde katılım göstermiştir. Basra polisi, söz konusu gösterilerde El Yemani'ye bağlı olan “Ceyş El Ghadab” (Gazap Ordusu) üyesi birçok kişiyi tutuklamıştır. Bu grubun hedefi, siyasi hesapları için kaostan faydalanmak, dini mercii ve kendilerine fikirsel olarak muhalif kesimlere karşı güç gösterisinde bulunmaktır.
 
Necef ve Kerbela'da Ensar El Sarhî: 1964 yılında doğan Iraklı Şii din adamı Mahmud El Sarhî, kendi iddialarına göre Sadr Hareketi lideri Mukteda El Sadr'ın babası olan Muhammed Sadık El Sadr'ın öğrencisidir. Ancak bu iddiasına kanıt oluşturabilecek herhangi bir kanıtı yoktur. 2004 yılında kendisini bir fıkıh âlimi ve dini merci ilan etmiştir. İran'a yönelik tutumlarıyla ön plana çıkan El Sarhî'nin destekçileri 2006 yılında Basra'daki İran konsolosluğuna saldırmakla gündeme gelmiştir. El Sarhî de İmam Mehdi ile görüştüğünü iddia etmektedir. 2013 yılındaki bir iddiasına göre, İmam Mehdi bizzat Mukteda El Sadr ve Nuri El Maliki'nin kellesini alması için ona emir vermiştir. 2014 yılının Temmuz ayında, emniyet güçleri Kerbela'ya girerek Seyf Saad bölgesinde El Sarhî'nin destekçileriyle çatışmış ve destekçilerinden 100 kişiyi tutuklamıştır. Irak terörle mücadele güçleri, Irak hükümetinin güvenliği için bir tehlike arz ettiği gerekçesiyle El Sarhî'nin ofisini kapatmıştır. Sarhî'nin destekçileri Ekim ayında başlayan gösterileri fırsat bilip sokağa inmiş ve gösterilerin barışçıl seyrini değiştirmek için silaha başvurmuştur. Hükümet binalarına ve Kerbela'daki İran konsolosluğuna saldırmışlardır.
 
Sünni parti ve şahsiyetler: Bağdad'ın 2003 yılında Irak işgaline düşmesinden bu yana, Saad El Bezzaz (El Şarkiye TV grubu müdürü), Sünni partilere ve önemli şahsiyetlere maddi destek sağlayarak Irak'ta kendisine aktif rol oynayabilecek bir alan açmaya çalışmaktadır. Ancak 2018 yılındaki seçimlerden sonra dengeler tamamen değişmiş ve bazı Şii partiler, El Bezzaz'ın destekçilerinden Hamis El Hancar gibi Sünni şahsiyetleri kazanmayı başarmıştır. Bu da El Bezzaz'ın Irak'ta toplum üzerindeki etkisinin hafife alınmasına ve alay konusu olmasına neden olmuştur. Bu çerçevede, Çözüm Partisi başkanı El Kerbelavi'nin Abdulmehdi hükümetine yönelik tutumu, parlamento başkanı Muhammed El Halbusi ile aralarındaki sorunlardan dolayı 6 ay sonra değişmiş ve bu son gösterileri –erken seçime gidilmesi ihtimalini göz önünde bulundurarak- geleceğini garanti altına almak için kullanmaya çalışmıştır.
 
Önemli Şii şahsiyetler: Burada daha önceki dönemlerin aksine belirli imtiyazlar elde edemeyen bazı Şii milletvekili grubundan söz etmek mümkündür. Bunlar hükümete yönelik eleştirilerde bulunmuş ve sırf kendi hasımlarını devirebilmek için protesto dalgasına destek vermişlerdir.
 
Hülasa; Irak'ta sokağın kızgınlığına neden olacak bütün şartlar mevcuttur. Halk ABD'nin dikte ettiği anayasanın sorunlarını çözmekte yetersiz olduğunun farkındadır. Ülkenin geleceğinden emin olmayan pek çok taraf ise kendisine has alanlar belirleyerek mezhebi-kabilevi cepheler oluşturmuştur. Bunun yan ısıra son gelişmelerde görüldüğü gibi sokağı harekete geçiren birden fazla faktör ve özne bulunmaktadır. Özellikle bazı kesimler, başbakan Abdulmehdi'nin siyasi kişilik olarak zayıflığını ve bazı grupların ondan desteğini çekmesini fırsat bilip, Irak'ta sokağın öfkesini tahrik etmektedirler. Halkın gerçek sorunlarından kaynaklanan gösterileri kendi çıkarları ve emelleri doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadırlar. Bu güç odakları sokaktaki etkilerini kullanıp, sokağı susturmaya karşılık belli çıkarlar elde etmeyi hedeflemektedirler. Elbette daha önce yapılan değerlendirmelerde bu gösterilerde Irak'ta güç mücadelesinde bulunan İran-ABD gibi dış güçlerin de büyük etkisi vardır. Ancak içerdeki siyasi çıkar avcılarının her biri bu rekabetten payına düşeni almaktan geri durmamaktadırlar.


Yazıda en önemli vurgu Irak'ta sokağı harekete geçirebilecek geleneksel unsurlardan başka bir unsurun daha olduğuna yapılan vurgudur. Bu unsur sosyal medya aracılığı ile etki oluşturan STK'lardır. STK'lar ise Amerika'nın eliyle ortaya çıkarılan yapay bir etkendir. Yani Irak'ın geleneksel yapısının değil Amerika'nın yapay olarak ortaya çıkardığı bir etki unsuru olarak SKT'lar kendisini ortaya çıkaran Amerika'nın siyasi çıkarları doğrultusunda sokağı harekete geçirdiği gibi yönlendirmiştir de! Bunu yaparken de Batılı değerlere yapılan göndermeler dikkat çekicidir.
 
Aslında kendi ülkemiz de dahil olmak üzere bu tip istikrarsızlaştırıcı operasyonların bir çok benzerine şahit olundu. Özellikle Amerika operasyonlarını genellikle bu tip bir denklem üzerinden hayata geçiriyor. Bu durumda bölgemizdeki halklarda bu noktadan bir farkındalık oluşturulması hegemonya sahiplerinin ellerini kollarını sallaya sallaya iş görmelerinin önünü alacaktır.
 
Bütün süreci bir film gibi kare kare gözümüzün önünden geçirdiğimizde Amerika'nın Irak ve Afganistan işgalleri ile doğrudan müdahale yöntemi ile başarılı olamamasının ardından bu kez daha dolaylı bir yöntem ile belki de elindeki son kozları kullandığı tespitini yapmak da mümkündür. ABD; Lübnan, Irak ve İran'da denenen bu son "sokağın harekete geçirilmesi" yöntemi ile bir sonuca ulaşamazsa yeniden direk savaş yoluyla bir müdahale zorunda kalabilir mi? Bu ihtimal şimdilik zor gibi gözükse de Amerika'nın bölgeden elini çekmeyeceğini asla unutmamak gerekiyor. 

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Amerikalıların açık ve aleni bir şekilde Lübnan’a müdahalede bulunduğunu vurguladı.


Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasında, bölgedeki ve Lübnan’daki son siyasi gelişmelere değindi.

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın konuşmasının önemli başlıkları şöyledir:

‘Bugünkü konuşmam Lübnan'daki gelişmeler hakkındadır.

Ne zaman bir ülkede protestolar ya da gösteriler düzenlense, Amerikalıların hemen bu olayları suiistimal etmeye çalıştığını ve bu protestoları kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak için müdahalelerde bulunduklarını görüyoruz.

Amerikalılar, Lübnan’daki protestolara açık bir şekilde müdahale ediyorlar.

Amerika’nın Güvenlik Konseyi’ndeki Temsilcisi bu konu hakkında açık bir şekilde konuştu ve şunları söyledi: “Lübnan, Irak, Yemen ve İran’ın bulunduğu her yerde protestolar sürecektir ve Amerika siyasi hedeflerine ulaşıncaya kadar baskılar da devam edecektir.”

Amerikalı temsilcinin konuşmasının anlamı şudur; Bu huzursuzluklar İran’a baskı uygulama aracıdır.

Amerikalılar ilk günden itibaren bu protestoların Lübnan halkının Hizbullah’a karşı ayaklanması olduğunu zannettiler ve hiç kimsenin böyle bir konuyu gündeme getirmediğini bildikleri halde, bazı Körfez Arap medyası da onlara yardım etti.

Amerikalılar ya kendilerini ya da dünyayı kandırıyorlar ya da bazı Lübnanlılar onlara yanlış ve yanıltıcı raporlar veriyorlar.

Pompeo’nun protestolar hakkındaki açıklamalarında, Lübnan’daki çıkmaz Hizbullah’tan kaynaklanıyormuş gibi gösterilmeye çalışıldı ve ondan kurtulunması talep edildi.

Pompeo’nun sözleri, Hizbullah’ın çıkarılması için onun Lübnan hükümetine baskı yaptığını gösteriyor ama bu konu, halkın bu harekete olan desteğinden dolayı mümkün değildir.

Amerika’nın Lübnan’daki protestolara müdahale ettiği çok açık ve ortadadır ve bu konu, İsraillilerin, Lübnan’da yaşanan olayları kendileri için bir fırsat olarak gördükleri yönündeki açıklamalarıyla eş zamanlı gerçekleşmiştir.

Hizbullah hiçbir zaman Lübnan halkının çıkarları için bir tehdit oluşturmuyor, aksine onların çıkarlarını savunuyor.

ABD ve İsrail hükümetleri bir şantaj politikası izliyorlar.

ABD, Lübnan halkına “size yardımcı olmamız için egemenliğinizden vazgeçmeniz gerekiyor” şeklinde bir denklem dayatmaya çalışmaktadır.

Lübnanlılar, dahili kabiliyetlerini dikkate alarak birlikte çalışırlarsa, bu krizden kurtulabilirler.

Amerika bizim gücümüzden ve egemenliğimizden vazgeçmemizi istiyor.

Bazı Lübnanlı yetkililer, Lübnanlıları İran’a karşı kışkırtmak için İranlı yetkililerin sözlerini çarpıtıyorlar.’

Seyyid Hasan Nasrallah’ın konuşmasının detayları:

Seyyid Hasan Nasrallah, TV konuşmasında Lübnan’daki son siyasi gelişmelere değindi ve şunları söyledi: ‘Ne zaman bir ülkede protestolar ya da gösteriler düzenlense, Amerikalıların hemen bu olayları suiistimal etmeye çalıştığını ve bu protestoları, protestocuların değil, kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak için müdahalelerde bulunduğunu görüyoruz.

Bu, Amerikalıların Arap Baharında, Latin Amerika’da Hong Kong’da ve hatta ABD’nin müttefiki olan ülkelerde yaşanan olaylardaki genel tutumudur.

Lübnan’daki protestolarla ilgili olarak, ABD’nin Birleşmiş Milletler’ deki Temsilcisi ve ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da dahil olmak üzere, Amerika’nın bazı yetkililerinin konuşmalarını duyduk. Doğrudan Lübnan hakkında konuşan ABD’nin bu yetkilisinin ve Amerika’nın bazı diğer yetkililerinin söylediği şey, onların, İran’a baskı yapacak bir sonuç peşinde olduklarıdır.

ABD, Lübnan’daki protestoların İran’a ve direnişe karşı olduğunu düşünüyordu oysa böyle bir durum söz konusu değildi ve talepler, geçim ve siyasi meselelerle ilgiliydi.

Amerikalılar ve İsrailliler gerçekten de Lübnan halkına yardım mı etmek yoksa bu halka şantaj mı yapmak mı istiyorlar? Amerikalıların Lübnan için denklemi şu; size yadım edeceğimizi umarak güç unsurlarınızdan vazgeçin. Amerikalılar onlarca yıldır direnişin onlar için oluşturduğu sorunları çözme konusunda aciz kaldılar, bu nedenle bu alanda Lübnan halkına şantaj uygulamaya ve onları kullanmaya çalışıyorlar.

Amerikalılar Lübnan’da ya kendilerini kandırıyorlar ya da dünyayı, ya da Amerika’ya Lübnan’daki durumla ilgili yanlış raporlar sunan birileri var, Amerika’nın dünyada birçok yenilgisinin nedeni, uşakları tarafından kendisine aktarılan yanlış ve yanıltıcı bilgilerdir.

Hizbullah, Lübnan halkı için değil, Amerika’nın komploları ve menfaatleri için bir tehlikedir. Hizbullah, Lübnan’ın onurunu ve menfaatlerini korumaktadır.

İsrail sınırlarda duvar inşa ediyor, çünkü direniş bu konuyu Lübnan hükümetine bıraktı, eğer direniş Siyonist rejimin duvar inşa etmesi mümkün değil deseydi, İsrail kesinlikle bu konuda bin defa düşünür, sonuçlarını değerlendirirdi, aynı konu petrol aramaları için bölgesel suların girişi için de geçerlidir.

ABD kendi sorunlarını ve İsrail'in sorunlarını çözmeyi hedefliyor ve Hizbullah onlar için bir sorun, Hizbullah, İsrail'in toprak, su ve petrol alanlarındaki açgözlülüğü için büyük bir tehdit oluşturuyor, ABD hükümeti yaşanan olayları kötüye kullanıyor ve aynı zamanda İsrail'in de Hizbullah’a karşı bir eylemde bulunmak ve petrol ve doğalgaz konusunda ayrıcalık kazanmak için yaşanan olayları kullanmaya etmeye çalıştığına şahit olmaktayız.’

Seyyid Hasan Nasrallah İranlıların açıklamalarını çarpıtmaya çalışan bazı taraflara atıfta bulunarak şunları söyledi: ‘Bazıları, eğer İran’ı hedef alırlarsa, bu ülkenin karşılık vermek için müttefiklerine dayanacağını düşünüyorlar. Burada size net bir bilgi vereyim, İran, ülkesine saldıran herkese kendisi cevap verecek, sessiz kalmayı ya da müttefiklerinin cevap vermesini kabul etmeyecektir ama İran’ın müttefiklerinin nasıl davranacağı, onların kendilerini ilgilendiren bir konudur ve başkalarını ilgilendirmez. Eğer İsrail İran’a saldırırsa, İran bunun karşılığını kendisi verecektir.

Bazı yabancı taraflar, Lübnanlıları İran'a karşı kışkırtmak ve Cumhurbaşkanını (Mişel Avn’ı), Hizbullah'ı ve diğer müttefikleri sıkıntıya düşürmek amacıyla bazı İranlı yetkililer tarafından yapılan açıklamaları kasten çarpıttılar. İsrail’in İran’a yönelik bir saldırısı durumunda, İran'ın Tel Aviv'i Lübnan'dan hedef alacağına dair İranlı yetkililere atfedilen açıklamalar, İran’ın her zamanki yöntemiyle çelişmektedir.

Hükümetin kurulması konusunda şunu belirtmek gerekir ki, daha önce açıkça hükümetin istifasına karşı olduğumuzu açıkladım. Çünkü yeni hükümetin kurulması zaman alır, oysa ekonomik durumun ve geçim sıkıntısının boşluğa tahammülü yoktur. Başbakan Saad Hariri istifa ettiğinde, bu durum bazıları için sanki bir zafer kazanmışlar gibi göründü, oysa gerçek şu ki, bu istifa zamanı boşa harcadı. Bence bu istifa ile birlikte, zamlar, fiyat artışları ve diğer geçim konuları, ekonomi ve para durumu daha da kötü oldu. Eğer hükümet istifa etmeseydi ve protestolar da devam etseydi, şu an içinde bulunduğumuz durum seviyesine gelmeyecektik. İstifanın ardından geçim söylemleri farklı bir boyuta taşındı.

Eğer hükümet kalsaydı, durum düzelirdi ve protestolar devam ederdi, ancak hükümet kalsaydı, Lübnan halkının yararına birçok şey yapılacaktı.

Bugün, istişarelerin tamamlanacağını ve en fazla oy alan kişinin hükümeti kurmakla görevlendirileceğini umut ediyoruz, ancak hükümetin kurulma işlemleri hiçbir zaman kolay olmayacaktır ve bu da Lübnanlılar için zaman kaybetmek anlamına geliyor.

Ülkenin içinde bulunduğu zorlu durumun, sorumluluklarını yerine getiren bir hükümete ihtiyacı vardır, böyle bir hükümet tek tip olmamalıdır çünkü böyle olursa ortam sarsılacaktır, kriz, dayanışma ve işbirliği içinde çözülecektir.

Bizim tek tip bir hükümete karşı çıkmamızın nedeni, milli menfaatlerdir, onlar parlamentoda oy çokluğuna sahip olduklarında, ulusal birlik hükümeti çağrısında bulunduk ve bugün de biz parlamentoda oy çokluğuna sahibiz ve kendimiz de ulusal birlik hükümeti çağrısına bağlıyız.

Siyasi grubumuzda (8 Mart Hareketi) ulusal birlik hükümetine ilişkin görüşler, çıkarların değerlendirilmesine bağlı olarak farklılık göstermektedir, Hizbullah ve Amel hareketinde, tek tip bir hükümetin kurulmasına karşı çıktık, çünkü ulusal sorumluluk herkesin hükümette olmasını ve ülkenin kurtuluşu için birlikte çalışılmasını gerektiriyor.

Biz ve müttefiklerimizin (Ulusal Özgürlük Hareketi, Amel Hareketi…) hükümeti bırakması ve başka bir grubun (14 Mart Hareketi) hükümeti kurması, gündeme gelen seçenekler arasındadır. Tabii biz böyle bir seçeneği, ülkenin menfaati için asla kabul etmiyoruz. Gündeme gelen diğer bir seçenek te ulusal ortak ya da kapsayıcı bir hükümetin kurulmasıdır. Aynı zamanda Başbakanlık için birkaç isim de gündeme gelmiştir ve Saad Hariri’nin de onaylamasıyla birlikte biz de bu isimleri onayladık, olmaması gereken şey oldu ve istişareler ertelendi ve üçüncü seçenek te hükümetin Saad Hariri başkanlığında kurulmasıdır ama bu seçenek te gerçekleşmedi çünkü kendisi bazı şartlar sundu ve bu da dördüncü seçeneğe geçilmesine neden oldu ve bu seçenek, Hariri’nin gösterdiği ya da onayladığı bir adayın başbakanlık görevini üstlenmesidir ve meclisin çoğu bunu onaylamıştır.

Şu an da çözüm, üçüncü ve dördüncü seçeneklerdir. Önemli olan, reform yapabilecek bir kurtuluş hükümetinin kurulmasıdır ve bu da herkesin katılımını gerektirmektedir. Biz, (Saad Hariri başkanlığındaki) Mustakbel Hareketinin katılımı konusunda ısrar ettiğimiz gibi, (Mişel Avn’ın damadı Cebran Basil’in başkanlığındaki) Ulusal Kurtuluş Hareketinin de bu hükümete katılması konusunda ısrar ediyoruz.

Bu zamana kadar belirli bir isim üzerinde anlaşmaya varılmadı ve Pazartesi günkü istişarelerin, gerekli oyları alan hükümeti kuracak bir kişinin görevlendirilmesiyle sonuçlanmasını umuyoruz, bu kişi görevlendirildikten sonra, hükümet ve hükümetin oluşumu hakkında konuşacağız, biz hükümetin en kısa sürede kurulması konusunda iş birliği yapmaya çalışıyoruz.

Protesto hareketinin hükümete katılması konusunda herhangi bir sorunumuz yok ama sorun, bu hareketin bakanlarını kimin belirleyeceğidir ve bu, başbakanın seçilmesinin ardından karşı karşıya kalacağımız bir sorundur.

Yolların kapanması konusunda sabır gösteren herkese teşekkür ediyorum, bu eylemlerin amacı, kaos yaratmaktı. Bugün de halkımızdan şimdiye kadar başardıkları ve fitneye düşmedikleri gibi sabırlı olmalarını istiyorum.

Lübnan ordusunun ve güvenlik güçlerinin ciddiyet ve kararlılığının, kapanan yolların açılması ve ortamın güvenliğinin sağlanması konusunda etkili olduğu çok açıktır.

Protestolarda, hırsızlık vs… gibi konular hakkında sakin olunmalıdır, çünkü tehlikeli bir konudur. Zorlu yaşam koşullarını dikkate alarak, geçici hükümetten, sorunların çözümü için yasanın verdiği yetki çerçevesinde görevlerini yerine getirmelerini istiyorum. Özellikle yeni hükümetin kurulmasının zaman alacağı dikkate alınarak, o zamana kadar halk sorumluluklarını yerine getirmelidir ve biz bunu sosyal dayanışma olarak adlandırıyoruz.

Pahalılık ve fiyat artışı konusunda ise, biz fiyat artıran ve yüksek kar alan kişilere, şu anki durumun dayanışmaya ihtiyacı olduğunu söylüyoruz. Çünkü fiyatların arttırılması caiz değildir. Onlardan kar paylarını düşürmelerini istiyoruz. Ekmek, ilaç ve yakıt olmak üzere halkla bağlantısı olan bütün konularda oyun ve ticaret yapılmamalıdır. Halkın temel yaşam ihtiyaçları baskı operasyonuna girmemelidir.’

ATV ve A Haber ortak canlı yayınına katılarak gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Kongresi'deki Ermeni Soykırımı kararına tepki göstererek, İncirlik Hava Üssü'nün ABD'nin kullanımına kapatılabileceğini söyledi.
 

Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları şu şekilde:

'Hafter meşru biri değil, illegal yapısı olan bir isim'

- Birkaç saat önce sayın Sarraj misafirimdi. Savunma Bakanımız üçlü olarak görüşme gerçekleştirdik. Her ikisi de Doha'dan gelmişlerdi. Libya'daki mevcut gelişmeler nedir, ne değildir diye. Sarraj oranın meşru başbakanı. Hafter denilen zat kesinlikle böyle meşru başkan veya başbakan değil. Sadece illegal bir kişi. Uluslararası bu noktada mutabakat karşılığı olan kişi Sarraj'ın kendisidir. Özellikle Libya'ya yönelik uluslararası hukuktan kaynaklanan hakların kullanılmasıyla ilgili olarak kısa bir zaman önce mutabakat muhtırası imzalamıştık.

- Bunlardan biri deniz yetki alanların sınırlandırılması ve askeri işbirliğiyle ilgiliydi. Şimdi de güvenlik ve işbirliği anlaşması Meclisimize sunuldu. Bu anlaşmalarla Akdeniz'de hem Libya'nın hem Türkiye'nin hakkı korunmuş olacak. Bunu son NATO zirvesinde Miçotakis ve heyetiyle yaptığımız görüşmede kendilerine söyledik. Onlar hala belli beklentiler içerisinde. Dayatılmaya çalışılan planlar var burada. Daha da ileri gideceğim, burada Sevr'in ters yüz edilmesi var. Libya'ya asker gönderimi konusunda ise böyle bir davet ve talep gelecek olursa nasıl bir inisiyatif üstleneceğimize dair ülkemiz bunun kararını verecektir. Uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli adımları atarız.

'Bu sularda Libya ve Türkiye'nin hakları var'

- Şimdi iki sismik iki de sondaj çalışması yapacak ileri teknolojiye sahip gemilerimiz var. Bunları Hazine ve Maliye Bakanımızın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olduğu zaman Berat Bey, bunları almıştık. Burada hem Türkiye hem Libya kazanacak. Şimdi bu sularda Libya ve Türkiye'nin hakları var. Bu hakkın korunması gerekir diyoruz. Talihsizliğe bakın ki, ülkemizin içinden ve dışından birileri bu konuda çok rahatsız oluyor. Siz kimden yanasınız, çıkıp açık söyleyin. Biz burada öyle de olsa böyle de olsa buradaki çalışmalarımızı milletimizin ali menfaatleri için sürdüreceğiz.

'Elimizi son yaptığımız anlaşma güçlendirmiştir'

- Doğu Akdeniz havzası hidrokarbon rezervlerine sahip. Son zamanlarda bazı şirketlerin keşif haberlerini duyuyoruz. Olur ki belki yanımıza uluslararası camiada güçlü olan şirketleri yanımıza alma durumu olabilir. Kısa zamanda sismik araştırma ve sondaj çalışması başlatılacak. Doğalgaz ticaretinin ihraç güzergahı ve satış anlaşmaları yapıldıktan sonra üretim safhasına geçebilen projeler olduğu unutulmamalıdır. İşin dayandığı tabanı sıkı tutmakta fayda var. Son yaptığımız Libya anlaşması bu konuda hukuken elimizi güçlendirmiştir.

'Biz belgeyle konuşuyoruz, siz karar alsanız ne yazar'

- ABD iç siyasetindeki kamplaşmanın aleyhimize sonuçlar doğurduğunu, bazı çevrelerin Trump'u sıkıştırmak amacıyla bazı konuları istismar ettiklerinin farkındayız. Benim Trump'la olan hukukum bazı şeyleri değiştirmiyor. Bu eylemler müttefiklik ilişkilerimizin ruhuyla bağdaşmadığı gibi Suriye konusunda varılan mutabakata da aykırıdır. Sayın Trump'a aktardığım gibi Türkiye-ABD ilişkilerinin ABD'nin kendi iç siyaseti için harcanacak ölçüde değerli olduğunu söyledim. ABD Kongresi'nin ilişkilerimizin özüyle ilgili olmayan şeyleri yapmaya son vermeye davet ediyoruz. İlişkilerimize daha fazla zarar verecek zararların önlenmesi için gerekli önlemlerin alınmasıdır. Ulusal güvenliğimize tehdit oluşturan terör örgütüyle mücadele kararlılığımız tamdır. Ermeni meselesiyle alakalı, sözde Ermeni soykırımı konusunda bunları oradaki yetkililere anlattığım zaman bazılarına bakıyorum, konulara hakim değiller. Biz şu anda silahlı kuvvetlerimizin elinde olan 1 milyonun üzerindeki belgeyi açıyoruz. Gelsin tarihçiler, hukukçular incelesin. ABD'de sadece Harvard'da bir miktar olduğu söyleniyor. Fransa'da olduğu söyleniyor, onlar da açsın. Ermenistan'da var mı, yok! Bütün herkes açsın arşivi. Tarihçilerden oluşan heyetler ve hukukçular, arkeologlar tarafından incelensin. Ondan sonra gerekirse siyasetçiler devreye girelim. Bu karar siyasetçilerin değil her şeyden önce tarihçilerin yapacağı inceleme araştırma, hukukçuların, arkeologların yapacağı inceleme ve araştırmalar neticesinde siyasiler bunun kararını versinler. Burada hiçbir belge ortaya koyamayanların söyleyecek sözü yoktur. Çıkıp karar almışlar, alsanız ne yazar. Aldığınız kararların kıymeti harbiyesi yok. Bu kararlar siyasidir. Hukuka uygun hiçbir yanı yok. Bunları bizim kabul etmemiz mümkün değil. Şu anda kendileri söylüyorlar. Diyorlar ki bu alınan kararın kıymeti harbiyesi yok. İsimlerini vermeye gerek yok. Biz kararlı yürüyoruz. Onlar da birilerini tatmine çalışıyoruz. 100 yıldan fazla süre geçmişken bugün neden ABD Temsilciler Meclisi ve Senatosunda bu tür kararların neden alındığı açıktır.

'Kızılderililere yapılanlar Amerika'nın yüz karasıdır'

- Bizim de bazı kararlar almamız gerekebilir. Çok açık net rahatlıkla söyleyeyim, Amerika'da Kızılderililerle ilgili söylememek, konuşmamak mümkün mü? Bu Amerika'nın yüz karasıdır. Ruanda'da Fransızların yaptığı katliamları, Cezayir'de yaptıkları katliamları bir kenara koymak mümkün mü? Senagal'de köle ticareti yaptı bunlar. Biz de bütün bunların hepsini dünya kamuoyuna açıklayacağız. Bunların elimizde belgeleri var, arşivlerde belgeleri var. Bunlarla beraber savunmada değil, taarruzda olacağız. Batının ırkçılık ve sömürgecilik tarihi olduğunu ortaya koyacağız.

'Gerekirse oturup konuşur, Kürecik ve İncirlik'i kapatırız'

- Böyle bir kararı vermemiz gerektiği anda bu kararı alma yetkisi bize aittir. Yeri geldiğinde otururuz kapatılması gerekiyorsa İncirlik'i de kapatırız, Kürecik'i kapatırız. Biz de bunlara mütekabiliyet çerçevesinde gerekli kararı veririz. Türkiye bir kabile devleti değildir. 780 bin kilometre karelik ve 2 bin yılı aşkın tarihe sahip olan bu tür yaklaşımları reva görmek karşılıksız kalacak şey değildir. Ne gerekiyorsa mütekabiliyet esasına uygun olarak gerekli adımları atarız. Kaldı ki biz stratejik ortak değil miyiz? NATO'da beraber değil miyiz? Yapılanlar ne? Nasıl böyle bir şey olabilir stratejik ortaklıkta. Bunlar böyle devam ederse bizim de tabii vereceğimiz karşılık var.

'YPG oradaki petrolü rejime sattı'

- Gerçekten Barış Pınarı Harekatı'nda Resulayn ve Tel Abyad önemlidir. Bu alanda bizim kontrolümüz var. Fakat Irak sınırı batı ucuna kadar 444 kilometre. Bütün bu alanda bir kısmında Rusya, bir kısmında Amerika ile yaptığımız anlaşma var. Bunlar 150 saat 120 saat şeklinde anlaşma yaptık. Maalesef ne Amerika ne Rusya buralardan YPG/PYD'yi buralardan çıkaramadılar. O zaman iş başa düşüyor, o zaman ne yapıyoruz göbeğimizi kendimiz keseceğiz dedik. 90 günde bütün teröristleri çıkartacağız dediler, çıkartamadılar. Hala o terör örgütleri. Oradaki aşiretler bizden sürekli yardım istiyorlar. Deyr-i Zor'da petrol kuyuları var. Ama bu Deyr-i Zor'un petrol kuyularını PYD-YPG terör örgütleri buranın petrolünü alıp, alıp rejime sattılar. Bu petrolün kalitesi de yok. Çok daha ilginci, Kamışlı'da da petrol var. Oranın petrolünü de Rusya ile rejim. Deyr-i Zor'u Amerika ile YPG-PYD beraber şu anda.

'Gelin o petrolü satıp bu parayla güvenli bölgeyi kuralım'

- Biz dedik ki, buradaki petrolü satalım, buradan elde edeceğimiz gelirle güvenli bölgeyi yapalım. Biz bu işin müteahhitliğini yaparız. Plan, proje çalışmalarını yaptık. Hepsi hazır. Biz buraları sıfırdan inşa edelim ve şu anda mültecileri bu güvenli bölgeye yerleştirelim. Buranın güvenlik noktasında da daha önce sayın Trump, ondan önce sayın Obama 'biz bunların güvenliğini sağlarız' diyorlardı. Şu anda aynı görevi biz de üstlenebiliriz. Bu güvenliği hallettikten sonra bizde toplamda 4 milyon insan var. Bu insanların 350 bini Kürt. 3,5 milyonu Arap. Arada 150 civarında da Arami, Keldani, Ezidi var. Bunların hepsini kendi topraklarına, evlerine yerleştirelim. İnanın hiçbir şey çıkmıyor. 'Petrolü çok severim' tamam da bu insanları niye sevmiyorsunuz.

'Bir gece ansızın gelebiliriz sözünü hep duyacaksınız'

- Bir gece ansızın gelebiliriz sözünü her zaman duyacaksınız. Türkiye'nin terörle mücadeledeki kararlılığı tamdır. 4 milyon insana bakıyorsunuz, okutuyorsunuz, sağlığıyla ilgileniyorsunuz. Oralarda gözeler varmış. Sınır bölgelerinde. Ayn-el Arab, Rasulayn'da. Bundan dolayı bunun adını Barış Pınarı koyalım dedik. İnşallah bu Barış Pınarı noktasında kararlılıkla mücadelemizi sürdürürüz. Çok uzun süre olmasa dahi burada eninde sonunda neticeye varırız.

'Son zamanlarda bir kamuflaj, SDG'yi uydurdular'

- Kendileri ne söylediklerinin farkında değil. Bunlar özellikle Kürt kardeşlerimize saygısızlık yapıyorlar. Çünkü YPG/PYD bunların Kürt olarak ifade edilmesi bana göre Kürtlere saygısızlıktır. Bu ne demek, Kürtler teröristtir. Biz gerekse vatandaşlarımız olan Kürt kardeşlerimizi gerekse Suriye'nin kuzeyinde olan Kürt kardeşlerimizi terörist olarak addetmiyoruz ki. Ha onların içinden de çıkabilir. Dini gruplar içinden de terörist çıkabiliyor. Bunlar yatıp kalkıyor PYD-YPG diyemiyorlar. En sonunda SDG dediler. Kalkın da samimi söyleyin. Bugüne kadar var mıydı SDG diye bir şey. Son zamanlarda bir kamuflaj SDG bunu uydurdular. Biz diyoruz ki YPG-PYD, PKK'nın yan kuruluşlarıdır. Abdi Şahin denilen kişi bölücübaşının manevi oğlu, beslemesi diyebilirsin. Bununla Amerika'nın en üst kademesi görüşme yapıyor. Aynı şekilde Rusya görüşme yapıyor. Böyle olunca da netice alınamaz ki. Kaldı ki, biri de kırmızı bültenle aranıyor. Eğer ortaksak, NATO'da berabersek, terörizme karşı mücadele vereceksek, siz nasıl oluyor da bu tür terörist başlarıyla bir terör sevici konumuna düşüyorsunuz. Bunları düzeltmemiz lazım. İnanın hiç umurlarında değil.

'65-70 yaşındaki adam genç kızları taciz ediyor'

- Kandil'e sürekli harekatlar yapılıyor. Kandil'e harekat yapılmıyor diye bir şey yok. Çok kararlı hava harekatları yapılıyor. Son dönemde Gabar, Cudi, Tendürek, Besler deresinde PKK'ya çok ciddi darbeler indirdik. Örgüt eleman devşirme ve ülkemize sızma konusunda ciddi tükeniş yaşıyor. Kaçıralan genç kızların orada nasıl muamele gördüğünü sizler de izlediniz televizyonlardan. Ahlaksız adam 60-65 belki de 70 yaşında genç kızlara nasıl tacizde bulunduğunu ekranlarda izledik. Ne yazık ki bu kızların onların elinden kurtulma şeyi çok çok zor. Genç çocuklara, delikanlılara aynı muameleyi yapmıyorlar, kızlara yapıyorlar. Bu terör örgütü ve terör örgütünün şu anda dışarıdaki sevicileri bu tabloları değerlendirmeye almıyor. Parlamentodaki temsilcileri bu tablolar karşısında 'bunlar ne yapıyor' dediklerini duyduk mu? Hala utanmadan sıkılmadan bunları savunmaya kalkıyorlar.

'Arkadaşlarımız taslağı iletti, Irak'ın yanıtını bekliyoruz'

- Çok kararlı bir gidişimiz var. Bunu devam ettireceğiz. Sadece yurt içinde değil. Kuzey Irak'da dahi bunları adım atamaz hale getirdik. Irak tarafının zamanında gerekli önlemleri almamış olması maalesef, özellikle Kuzey Irak, Sincar, Mahmur, Kerkük'te faaliyetlerini yoğunlaştırdı ama başarılı olamayacaklar. Sincar ikinci Kandil olma yolundadır. Ezidiler Sincar'da PKK nedeniyle evlerine dönememektedir. Erbil şehrinin ortasında diplomatımızı şehit eden teröristlerin Mahmur'la bağlantısı tespit edildi. Bugün terör örgütleri arasında ayrım yapanlar gelecekteki felaketlerin de tohumlarını ekmektedirler. Gerek merkezi Irak hükümeti gerek Kuzey Irak, komşuluk hukukumuz gereği olarak bizim topraklara saldıran teröristleri tasfiye etmeleri gerektiğini söyledik. Gerekli önlemleri almaları gerektiğini söyledik. Kendilerine askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması imzalamayı önerdik. Arkadaşımız taslağı ilettiler, şimdi Irak tarafının yanıtını bekliyoruz.

'Bir terör örgütünü başka bir terör örgütüyle yok etmek istiyorlar'

- 32-33 bin TIR silah, mühimmat geldi. Bunların hepsi tespitli. Kargo uçağıyla gelen silahlar var. Bütün bunlardan bir kısmı hani çekilme talimatı geldiğinde bununla beraber Irak tarafına gitti. Zaten giriş güzergahı Irak. Çıkışta da yine o taraftan çıkıyorlar. Söyledikler ineydi, DEAŞ'ı yok ettik. Bir taraftan DEAŞ'ı yok ettik diyorsunuz, öbür taraftan bölgede PYD-YPG'ye bu imkanları veriyorsunuz. Hepsi yalan. Bunları sayın Trump'a söylediğimiz için rahat rahat konuşuyorum. Onlar kaçacak biz kovalayacağız diyoruz. Allah'ın izniyle biz sonunda muzaffer olacağız. Onlar da 'Bunlar bizim DEAŞ'a karşı yanımızda mücadele veren dostlarımızdır' diyorlar. Ben de diyorum ki, biz sizin neyiniz? DEAŞ'a karşı mücadeleyi niye bizimle vermediniz? Biz sizden parayla silah istiyoruz vermiyorsunuz, terör örgütlerine ücretsiz olarak veriyorsunuz. Biz sizin samimiyetinize nasıl inanacağız. Bunu hep konuştuk, tartıştık. Gel gör ki samimi değiller, dürüst davranmıyorlar. Bir terör örgütünü bir başka terör örgütünün yok etmenin planlarını yapıyorlar. Yok edemezsiniz, yanlış yol seçtiniz. Onun için biz kendimize güveneceğiz, dik duracağız. 250 bin Suriyeli kardeşimiz herhalde gezmek için evini terk etmedi. Varil bombalarından kaçarak ülkemize sığındılar.

'Yarın Merkel'le yapacağım görüşmede FETÖ'yü gündeme getireceğim'

- Şu anda sayısal olarak az bir yekün değil bunlar. Çok çok sayısal olarak fazla bir rakam. Yurt dışına kaçtıkları yerler başta Amerika olmak üzere Almanya, Fransa, Belçika bütün bu ülkelerde bunlara çok ciddi barınma imkanı veriyorlar, bir de Yunanistan. Eğer siz bu adamları bize teslim ederseniz, karşılığını görürseniz. Etmezseniz karşılığını bulamazsınız. Yarın saat 16.00 gibi Şansölye Merkel'le telefonla görüşme imkanım olacak. Bu konuları tekrar görüşeceğiz. Yarınki görüşmenin önemli ağırlık noktasını Libya ile ilgili şu anda Berlin Zirvesi oluşturacak diye düşünüyorum ama bu konuyu gündeme getireceğim. Almanya şu anda başka sıkıntıyı yaşıyor. Hükümet noktasında ciddi sıkıntılar var. Ne yazık ki Almanya ile farklı ekonomik, ticari, sınai ilişkilerde sıkıntımız var. Kalkıp koalisyona havale ediyorlar. Biz de bu noktada oralardan bize yasal olarak sözleşmemiz olduğu halde verilmesi gereken birçok araç gereci, makine, motoru üretmeye başlattık. Bugün değilse yarın. İHA, SİHA, Akıncı'yı ürettiğimiz gibi. Şu anda biz Leopard tanklarının devamlı Kemal efendinin konuşup bulduğu Arifiye'deki tank palet fabrikası olayında, orası tamir bakım atelyesiydi, bitmiş tükenmiş bir konumda. Üç firma ihalesine girdi. Sözleşmesinde oraya 50 milyon dolar yatırım yapılacak. Ortak kim BMC'nin yüzde 50 ortağı olan Katar'la. Sattınız diyor, ne satması! Yalan söyleme dürüst ol, doğru konuş. Buranın işletme noktasında 25 yıllığına BMC'ye kiralandı. Satış yok ama adamda yalan bol. Şu anda orada Leopar tanklarının tamir, bakımı yapıldığı gibi kendimize ait yine aynı şeyler var. Mesela fırtına obüsleri burada üretiliyor, yine yalan.

'Buradaki alan sadece kiralamadır'

- Oranın alan olarak satılmaya kalksa 20 milyar dolar değeri var diyor. Öyle bir müşteri bulsa da gereğini yapalım. Herhalde emlakçılar falan buna yardım yapmadılar. Buradaki alan sadece kiralamadır ve bu kiralamayla da BMC üç firma arasından çıkıp kiralamıştır.

'Her türlü Filistin meselesinde onların yardımcısı oluruz'

- Bu tür hedefler matematik bir olay değildir. Burada da sapmalar olmak. Mesele bu sapmayı asgari orana indirmektir. Az önce Kılıçdaroğlu'nu dinliyorsunuz. Adam bizim yaptığımız barajları inkar ediyor. Biraz vicdanın olsa bu barajların adı var, şunları gideyim göreyim dersin. Bu denizin altında olduğu için Avrasya Tüneli'yle ilgili bir şey konuşamıyor. Marmaray'la ilgili bir şey söyle. Çünkü milyonlarca insan Marmaray'dan geçiyor. Belli bir parti mensubuna yapılmadı bunlar. Tüm vatandaşlarımıza yapılmış olan esaslar. Yavuz Sultan Selim Köprüsü aynen o şekilde. Filistinlilerle ilgili benim BM'de hiçbir kelam etmediğimden bahsediyor. Nitekim ayrı bir karede oradaki konuşmamdan görüntüler var. Türkiye'de Filistin meselesini bizim kadar mücadelesini kavgasını veren bir başka siyasi parti yoktur. Sadece işin söz boyutunda değil her türlü Filsitin meselesinde kardeşlermizin yanında yerimizi aldık almaya devam edeceğim. Dün İsmail Heniye yanımıza geldi, ondan 15 gün önce Halid Meşal'le oturduk konuştuk.

Cumartesi, 07 Aralık 2019 11:50

Facebook, Hamaney'in sayfasını kapattı

Sosyal medya platformu Facebook, daha önce engellediği İran lideri Ali Hamaney'in Arapça sayfasını kapattı.

  
İran medyasında yer alan haberlerde, Facebook'un 'kuralları ihlal ettiği' gerekçesiyle bir süre önce askıya aldığı İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in 100 binden fazla takipçisi bulunan Arapça hesabını kapattığı belirtildi.

Sosyal medya platformu Instagram da nisan ayında ABD yönetiminin İran Devrim Muhafızları Ordusu'nu resmen yabancı terör örgütleri listesine almasının ardından Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, eski Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi, Silahlı Kuvvetler İnsan Kaynakları İdaresi Başkanı Musa Kemali ve bir dönem Devrim Muhafızları'nda görev yapan eski Radyo ve Televizyon Kurumu Başkanı İzzetullah Zergami'nin hesaplarını kapatmıştı.

Instagram, Devrim Muhafızları Ordusu'nun ülke dışındaki askeri-istihbari operasyonlarını yürüten Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin, 888 bin takipçisi bulunan hesabını da kapatmıştı.

İran'da yüzde 55'lik oranla en çok kullanılan uygulama Telegram'ın ardından, en popüler ikinci sosyal medya platformu olarak Instagram öne çıkıyor.