کارگر

کارگر

Savunma Bakanı Hüseyin Dehkan, Moskova’da yaptığı konuşmada, İran’ın bölgedeki tüm kurtuluş hareketlerine destek verdiğini söyledi.

5. Moskova Uluslararası Güvenlik Konferansı’nda bir konuşma yapan İran Savunma Bakanı General Hüseyin Dehkan, bölge ve dünya gelişmelerini değerlendirdi.

General Dehkan, terörizmin bir evrensel sorun olduğunu ifade ederek, bazı bölge hükümetlerinin terör örgütlerine destek vermelerini sert dille eleştirdi.

General Dehkan, “Tüm dünya güvensizlik, istikrarsızlık ve Amerika ile Siyonist Rejim’in desteklediği tekfirci terör örgütlerinin yayılması tehlikesiyle karşı karşıyadır. Suudi Arabistan gibi bazı bölge ülkeleri de terörizme destek vermektedirler” dedi.

Terör örgütlerini destekleyen ülkelerin oluşturduğu sahte koalisyonların da terörizmle mücadele etmediği söyleyen General Dehkan, “Bu koalisyonlar insani yardım, ateşkes ve benzeri yöntemlerle terör örgütlerini yeniden teçhiz ediyorlar” diye ekledi.

Savuna Bakanı, İran İslam Cumhuriyeti’nin hiçbir ülkeye göz dikmediğini ve bütün dünya ülkelerinin toprak bütünlüğüne saygı gösterdiğini vurgulayarak, “İran bölgede güven ve istikrarın sağlanması için çaba harcamaktadır” ifadesini kullandı.

General Dehkan, ayrıca “İran İslam Cumhuriyeti, İslam öğretileri üzerine kibirli güçlere karşı mücadele eden tüm kurtuluş hareketlerine destek vermektedir. Lübnan Hizbullah Hareketi, Filistin’deki kurtuluş hareketleri, Yemen Ensarullah’ı ve Irak’taki Haşduş Şabi gibi diğer kurtuluş harektleri de İran İslam Cumhuriyeti tarafından desteklenip saygıyla anılıyor” şeklinde konuştu.

İran İslam Cumhuriyeti İnkılâp Rehberi İmam Hamaney, İşçi Haftası münasebetiyle binlerce işçiye hitaben yaptığı konuşmasında, düşmanın her zaman olduğu gibi önümüze engeller çıkardığını ve düşmanların başını büyük şeytan Amerika ve Siyonist İsrail’in çektiğini söyledi.

Şu an banka işlemlerinde ki yavaş işleyiş ve olumsuzlukları yetkililer de söylüyor, ama neden dünyanın önde gelen dev bankaları İran ile işbirliğine yanaşmıyorlar?

Dünyaca ünlü dev bankaların, İran ile işbirliğine yanaşmayışlarının sebebi, Amerika’nın yaratmış olduğu İranfobidir.

Defalarca ‘‘Büyük Şeytan’’ Amerika’ya güvenilmeyeceğini söyledim. Şimdi meselenin aslı ortaya çıkmaya başladı.

Kâğıt üzerinde Bankaların İran ile muamele yapacaklarını yazıyorlar ama icraatta İranfobi yüzünden tam tersine hareket ediyorlar. Amerikalılar, İran’ın terörist bir ülke olduğunu ve terörizmi desteklediğini ve bu nedenden dolayı ambargoya tabi tutulacağını söylüyorlar.

Amerika’nın verdiği bu mesaj, İran ile işbirliğine hazır olan bankalar için nasıl bir mesaj türüdür sizce? Bu mesajın anlamı yani; İran ile işbirliğine yanaşmayınız demektir, netice itibariyle bankalar ve yabancı yatırımcılar İranfobi yüzünden İran’a yatırım yapmaktan kaçınıyorlar.

Elbette terörizm konusunda Amerikalılar tüm teröristlerden daha kötü, çünkü elimize ulaşan bilgilere göre, dünyanın önde gelen en büyük terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmaktalar.

Amerikalılar İran’ın iç güvenliğinde yaşanan problemlerden dolayı, yabancı yatırımcı ve bankaların İran’a yatırım yapmadıklarını iddia ediyorlar, hâlbuki hâlihazırda İran bölgenin en güvenli ülkesi, İran’ın iç güvenliği her gün onlarca insanın öldürüldüğü Amerika ve Avrupa ülkelerinden çok daha emniyetli.

İnkılâp Rehberi, böylesine bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu ve 37 yıllık İnkılâp tarihinde ‘‘Büyük Şeytan’’ ABD’nin tüm düşmanlıklarına rağmen, İran gelişmeye devam etmekte ve bu düşmanlık 100 yıl dahi sürecek olsa, İran’ın kalkınmasının önüne geçemeyecekler.

İmam Hamaney sözlerinin sonunda; bizler dile getirsek de, getirmesek de, Amerika bizim düşmanımız ve bu düşmanlık hiçbir zaman bitmeyecek dedi.

Nijerya İslami Hareket üyesi Hasan Bala, İran basın mensuplarıyla yaptığı söyleşide Nijerya’daki müslümanların lideri Şeyh Zekzaki hakkında açıklamalarda bulunarak, Zekzaki ve eşi hakkında hiçbir bilgi alamadıklarını ifade etti.

Bala, Nijerya İslami hareketin Şeyh Zekzaki’nin özgürlüğüne kavuşması için yaptığı girişimler üzerine açıklamalarda bulunarak, yakın zamanda kanun dışı olarak tutuklanan Şeyh Zakzaki ve eşinin serbest kalması için devlet ve ordudan talepte bulunarak şikayet etti.

Nijerya İslami hareket üyesi Bala, Nijerya hükümetinin Şeyh Zekzaki ve ailesi ile görüşme konusundaki kesin kararı ile ilgili soruya cevaben; ” Şimdiye kadar Zekzaki’nin ailesinin henüz onunla görüşme konusunda başarılı olamadığını ama; İslam alimlerinin girişimi ile bunun ilerde mümkün olacağının tahmin edildiğini” söyledi.

Hasan Bala sohbetinin diğer bölümünde, Nijerya ordusunun ülkedeki müslümanlara karşı işlediği cinayetlerle ilgili olarak; Nijerya Devletinin son zamanlarda Nijerya’da müslümanlara karşı işlenen cinayetlerde yüzlerce kişinin öldürüldüğü ve yaralandığına ilişkin itirafta bulunduğunu ifade etti.

Bala konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamalarda, ” Onların işlenen cinayetler sonrası ölü sayısının 350’ye ulaştığını kabul ettiklerini; yalnız bu açıklanan rakamın gerçeği yansıtmadığı ve ölü sayısının açıklanan rakamdan çok daha fazla olduğu bilinmektedir” dedi.


 İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei Güney Afrika Cumhurbaşkanı Zuma ile yaptıkları görüşmede, “Bağımsız ülkeler birbirine daha çok yaklaşmalı ve bazı istikbari güçlerin müdahalelerine rağmen kendi aralarındaki işbirliğini geliştirmeliler” diye konuştular.

Imam Hamanei ayrıca İran İslam Devrimi’nin başarıya ulaşmasının ardından İran’ın, Güney Afrika Apartheid rejimi ile tüm ilişkilerini kestiğini belirterek, “İslam Cumhuriyeti aynı zamanda hem Siyonist Rejim ve hem de Güney Afrika Apartheid rejimi ile ilişkilerini kesti” dediler.

 “İran ve Güney Afrika arasındaki ilişkiler gayet güzel ve iki ülkenin uluslararası arenadaki işbirliği başarılı ve yapıcıdır, fakat ticari ve iktisadi ilişkiler de iki ülkenin potansiyelleri ile orantılı bir şekilde gelişmeli” diyen Imam Hamanei,” İran ve Güney Afrika’nın, Bağlantısızlar Hareketi’ndeki işbirliği bu harekete üye tüm ülkelerin lehinedir” diye eklediler.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin de hazır bulunduğu görüşmede, Jacob Zuma ise Güney Afrika halkına Apartheid rejimine karşı verdiği mücadelede yardımları için İran İslam Cumhuriyeti’ne minnetdar olduklarını söyledi ve “Bazı güçler bahaneler üreterek, bağımsız ülkeler arasındaki işbirliğinin gelişmesini önlemek istiyorlar ama bizler de dünya meselelerinde birlik olarak birçok problemin üstesinden gelebiliriz” dedi.

Pazar, 24 Nisan 2016 02:53

Hz. Zeynep (s.a) Kimdir?

Bu nasıl bir ilgidir? Bu nasıl bir teslimiyettir? Bu nasıl bir maneviyattır?…
 
İslam dünyasında insaniyet erdemler açısından birbirlerine bu kadar benzeyen başka bir ana kız dünyaya gelmemiştir. Dünya kadınlarının hanımefendisi Hz. Zehra (s.a) ve Kerbela kahramanı Hz. Zeynep tarih boyunca eşine rastlanmayan örnek bir ana-kızdır.
Bu iki yüce kadının üstünlükleri iki yönlüdür.
1-Soy bakımından
2-Takva bakımından

Soy bakımından

Soy açısından Hz. Zehra Hatem-ül Enbiya Hz. Muhammed’in (s.a.a) kızı idi. Hz. Zeynep ise vasilerin efendisi, Allah’ın yenilmeyen aslanı Hz. Ali’nin (a.s) kızıdır. Hz. Fatıma’nın annesi müminlerin annesi Peygamberin en sevili eşi Hz. Hatice’dir. Hz. Zeynep’in annesi ise çmmü Ebiha Hz. Zehra’dır. Hz. Zehra (s.a) Peygamberin terbiyesi altında büyümüştü. Hz. Zeynep ise Allah’ın velisi, Hz. Muhammed’in varisi ve nefsi olan Hz. Ali’nin terbiyesi altında büyümüştü. Hz. Zehra’nın Hasan ve Hüseyin adında iki oğlu vardı. İkisi de Allah yolunda şehit oldu. Hz. Zeynep’in de Avn ve Muhammed adında iki oğlu vardı ve her ikisi de Aşura günü canlarını Allah yolunda kurban etti.


Takva bakımından

İlim ve amel, iki kanat gibidir. Bu iki güç kimde daha fazla olursa onun fazileti, büyüklüğü de daha fazla olur. Elbette ilminde bazı dereceler vardır. İlimden maksat İlm’ul-Yakin ve Hakk’ul-Yakin derecelerini kapsayan yakin derecesidir. Hz. Zeynep, (s.a) annesi Hz. Zehra (s.a) gibi yakin’in en üstün derecesinde yer almaktadır.
Ameli güç ise, insanın fiillerinin ilimle olan mutabıktır. Yani ilmin amele dökülmesinde nefsanî olgunlukları ortaya çıkar. çrneğin ibadet ve ubudiyet alanında İlm’ul Yakin’in artması halinde kalbin Allah’a karşı olan tevazu ve huşusu da artacaktır. Hz. Zehra’nın (s.a) ibadeti konusunda bize ulaşan rivayetlerin aynısı Hz. Zeynep için de nakledilmektedir. “Reyahin-i şeria” adlı eserde şöyle nakledilmiştir:
“Zeynep, ömrü boyunca gece namazını ve gece uyanıklığını hiçbir zaman terk etmedi. Hatta on bir Muharrem gecesi tüm o üzüntü ve kedere, bedenindeki eleme, karşılaştığı musibetlere rağmen imam Seccad’ın rivayet etiğine göre o gece namazını kılmaktan geri durmamıştır.”
İmam Seccad şöyle buyuruyor:
“Halam Zeynep, gece namazını oturarak kıldı.”
Diğer bir rivayetinde ise; “Halam Zeynep, Kerbela’dan şam’a gelinceye kadar bile nafileleri terk etmedi.” diye buyuruyor.
Yine bir başka rivayette İmam Hüseyin (a.s) kız kardeşi Zeynep’le vedalaşmaya geldiğinde şöyle buyurduğu kaydedilmiştir:
“Ey kardeşim, beni gece namazında anmayı sakın unutma!”
Sabır, ilmin bir parçasıdır. Sabrında dereceleri vardır. Sabrın yakin derecesi ne kadar çoksa sabır da o denli çoktur.
Hz. Zeynep’in hem ilmi hem de ameli çok yüce bir derecede idi. Hz. Zeynep’te var olan sabrın âlem de bir benzeri yoktur. Hz. Hüseyin’in mukaddes mekânını ziyaret esnasında “Senin taşıdığın sabırdan dolayı semadaki melekler bile hayretler içine girmektedirler.” sözünü, Hz. Zeynep (s.a) içinde söylesek yeridir.
Hz. Hüseyin’in (a.s) ilahi vazifesi Aşura günü sona erdi. Ya Hz. Zeynep’in görevi? O’nun görevi de Aşura günü sona erdi mi acaba? Onun Aşura’nın akşamı omuzlarında taşıdığı yükü bir düşünün. Gördüğü o sahneler, sıkıntılar, acı ve elemleri bir hayal edin.

Aşura’dan bir sonraki gece nasıl bir hengâme ile karşı karşıya idi. Açlık, susuzluk, yağmalama, eziyet, işkence, ıssız bir çölde korkudan sağa sola kaçışan çocukları bir arada tutma çabası kısaca o esaret sahnesini bir tasavvur edin.

Evet, Hz. Zeynep’i tüm bu olaylarla birlikte değerlendirin. Allah, O’na nasıl bir ruhi kuvvet ve iman vermiştir ki ilmin yansıması olan amel, aynı çizgide tezahür etmiştir?
Hz. Zeynep’in (s.a) sahip olduğu kalbi iman derecesinde bir benzeri olmadığı için o imanın gerekleri konusunda da benzeri yoktur. Hz. Zeynep’in manevi makamını anlayabilecek kim var?

Hz. Zeynep’te gerçek zühdü arayın

Eğer Hz. Zeynep’in sabrını bir kenara bırakacak olursak, onun başka üstünlüklerini göreceğiz. çrneğin Hz. Zeynep’in zühd’ü. Hz. Zeynep’in zühdü de ameli güce yöneliktir.

Gerçek zühd, insanı Allah’tan haricinde her şeyden ve herkesten koparır. Kalbinin ilgisini sadece Allah’a yöneltir.  Allah’ın sevmediği nefsani istek ve arzuları bir kenara iter. “Ben” ve “Benliği” ortadan kaldırır. İlahi olan bir şeyde dünyalık olan şeyleri aratmaz. Tabi burada zahidin dünyayı istememesi anlamında değildir. Dünyayı gerektiği kadarıyla talep etmektir. Zahitlik kalbi bir şeydir, bu ise Allah’tan başka her şeye karşı göz kapamak anlamındadır.

Allah’tan başkasına gönül bağlamamak, ahreti dünyaya tercih etmek, Allah için nefsi arzu ve isteklerden vazgeçmektir. Zühdün en yüce makamı, Nübüvvet ve imamet makamına hastır. Yani peygamberlik ve imametin şartlarından biri de zahit olmaktır. Ondan sonraki derecesi Allah’ın veli kulları ve dostlarına yöneliktir. Hz. Zeynep’in manevi makamından bizler pek haberdar değiliz ama sahip olduğu zühd makamından nasıl bir şahsiyet olduğunu anlıyoruz.

Dünyalık istek ve arzulardan uzaklaşmak
Hz. Zeynep, cömertlik ve kerem okyanusu olan eşi, koruyucusu Abdullah bin Cafer’in evinde yaşıyordu. Abdullah, Medine’nin zengin ve büyük tüccarlarındandı. Sahip olduğu servet, Peygamberin kendisi hakkında yaptığı bir duanın hâsılıydı. Babası Cafer-i Tayyar şehit edilince Peygamber (s.a.a) Cafer’in çocukları hakkında Allah’tan bağışlanma ve lütuf dileğinde bulunmuştu. Bir keresinde Abdullah’ın yaptığı bir davranıştan dolayı Allah Resulü, “Allah’ım bu davranışını mübarek kıl. Abdullah bin Cafer’e, yaptığı bu davranışından dolayı bereketini bağışla” diye buyurdu.

Peygamberin duasının bereketiyle Abdullah, zamanının en meşhur zenginlerin arasına girmişti. Abdullah zenginliği kadar cömertlikte de nam sahibi idi. Evinin kapısı her zaman açık, fakirlerin, güçsüzlerin ve muhtaçların daimi bir uğrak yeri olmuştu.

Hz. Zeynep saltanat gücünü elinde bulunduran böyle bir evde yaşıyordu. Kendisinin rahatı için köleler, hizmetçiler, cariyeler her an hazır beklemekteydi. Hz. Zeynep (s.a) hiçbir sıkıntı ve kederinin olmadığı bir evde yaşıyor. Ama Hz. Hüseyin’in (a.s) yola koyulma haberini duyunca bütün rahatlık ve güzellikleri terk edip kendisini sıkıntı, elem ve musibetler okyanusuna atıveriyor. Bu nasıl bir zahitliktir? Eğer Hz. Zeynep (s.a), karşılaşacağı zorlukları bilmiyor olsaydı bu konu o kadar önemli olmazdı. Fakat Medine’den gizlice ve endişe içinde çıkmaları bekleyen tehlikelerin habercisiydi.
Kısacası, Abdullah gibi birisinin eşi olan Hz. Zeynep’in (s.a) onca servet ve rahatı bırakıp belaların içine bile bile dalması, esaret ve şehadetin olduğu bir mekâna doğru yola çıkması, çöllerde perişan bir halde gezmesi, yolculuğun zahmetlerine, onca musibetlere katlanmasının sebebi neydi?


İbn-i Abbas’ın Hz. Zeynep’i engellenme çabası

İbn-i Abbas, İmam Hüseyin’in önüne geçerek şöyle dedi:
“Mademki sen gitmek istiyorsun, o halde bırak Zeynep kalsın. Onu götürme.”
Hz. Zeynep şöyle dedi: “Ey İbn-i Abbas! Sen benim ve kardeşim Hüseyin arasına bir ayrılık mı koymak istiyorsun?”
Allah-u Ekber, bu ne büyük bir cesaret! Bütün rahatlık ve huzuru bırakıp bela, acı, elem ve esaret dolu bu çölde kendinden geçmek de neyin nesidir? Akıllar şaşar bunun karşısında. Bu nasıl bir ilgidir? Bu nasıl bir teslimiyettir? Bu nasıl bir maneviyattır? Yüce Allah’la nasıl bir irtibattır bu?
Peygamber (s.a.v) ve imamda var olan maneviyatın aynısı Hz. Zeynep’te de mevcuttur. Evlatlarını Allah yolunda kurban ediyor. Ama bundan daha yüce olanı cömertlik ve kerem konusudur.
İnsanlığın fazilet ve erdemlerinden olan cömertlik ve kerem, Peygamber ve imamda en yüksek derecede mevcuttur. İmana sahip olan herkeste cömertlik ve keremden bir parça bulunur. Hz. Zeynep’teki (s.a) cömertlik en yüce derecede idi. Kardeşi Hz. Hüseyin’de olan cömertlik ve keremin Hz. Zeynep’te de vardı.
Cömertlik ve kerem, bağışlama ve affetme, gönülden çıkarıp atma ve sadece Allah yolunda Allah için vermektir. Akıl ehli, mal mı daha önemlidir yoksa evlat mı sorusuna karşılık; evlat daha değerlidir der. Gönlün meyvesi, ömrün neşesidir. Hz. Zeynep (s.a), servetinden geçmekle kalmadı belki iki göz nuru olan evlatları Avn ve Muhammed’i de Allah yolunda verip, Hz. Hüseyin’e (a.s) feda etti.
  

Ali Ekber için ağıt yakıyor ama…

İnsanın, Hz. Zeynep’in hayatından çıkarabileceği bir başka önemli nükte O2nun temiz bir nur olduğudur. Olayı duymuşsunuzdur: Hz. Zeynep’in (s.a) iki göz nuru, tek varlığı olan iki oğlu Avn ve Muhammed savaş meydanına gidiyorlar ve şehit oluyorlar. Hz. Hüseyin (a.s) onların cansız bedenlerini çadıra doğru getirince Hz. Zeynep kendi çadırından hiç çıkmadı. Fakat aynı Zeynep Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Ekber’in bedeni üzerinde acı çığlıklar atıyor, ağlıyordu. Sanki kendi çocuğuymuş gibi, Ali Ekber’in annesiymiş gibi ağlıyordu.
O Zeynep mi, bu Zeynep mi? Ben şaşıyorum nasıl tarif edeyim bunu? Kendi evlatlarının ölüsü üzerine niçin gelmediği? Bunun cevabı bu şaşırtıcı davranışıyla belli olmuyor mu?
Halis ameli önemli görmüyor

Burada iki konu ön plana çıkıyor:
Birincisi; Zeynep’in bu davranışı O’nun sonsuz derecedeki samimiyetini ve halis niyetini ortaya çıkarıyor. Davranışı halisane bir şekilde (samimi olarak) Allah rızası içindi. Allah yolunda bir adım atan kimsenin, amelini hiç görmemesi ve nefsini ön plana çıkarmaması onun samimiyetinin neticesidir. Hz. Zeynep’in bu davranışı samimiyetinin tecellisidir. İki göz nurunu kaybetmiş fakat çadırından çıkmıyor, inleyip ağlamıyor, yardım dilemiyor. Yani Allah yolunda verdiği şeyin önemli olmadığını söylüyor.

İkincisi; Zeynep sahip olduğu bu samimiyetle birlikte başka bir üstün sıfata da sahipti. Bu sıfat, bağışlama hayâsı olarak adlandırılır. Bu da çok hayret verici bir özelliktir. Bağışlayan biri bağışlayıcı (kerim) olduğu için yaptığını çok küçük görür. Alçak gönüllülük ve tevazu onun nefsindedir.
Hz. Hüseyin’in (a.s) dört bin dirhemi fakirlere dağıttığını ve az oldu diye utandığını duymuşsunuzdur. İşte bu, “bağışlama hayâsı”dır. Biri, verdiği kara parayla bin bir minnet eder. Bu cimriliktir, sahibini alçaktır ve rezil eder. Cömert olan her şeyin en fazlasını bağışlar, her şeyin en değerlisini verir bunu yaparken de hiçbir şey vermemiş gibi hayâ eder.
Hz. Zeynep (s.a) de iki evladını vermesine rağmen hayâ ediyor. “Ne yazık ki Hüseyin’in yolunda gereği gibi bir hizmet yapamadım, bir iş yapamadığım dost karşısında başı dik nasıl durabilirim?” diyerek utangaçlık ve hayâsını belirtiyor.
Fakat Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Ekber’e karşı şefkatle yaklaşıyor. Burası, sevgi ve şefkat yeridir. çyle çok sevgi ve şefkat gösterdi ki Hz. Hüseyin onu Ali Ekber’in ölüsü üzerinden zor kaldırabildi.
Burada Hz. Zeynep’in (s.a) sahip olduğu bir başka üstünlüğü göze çarpıyor. Hz. Zeynep’in merhamet ve şefkati. Hz. Zeynep (s.a), kardeşi Hüseyin’e dert ortağı oluyor ve

Aşura gecesi şöyle buyuruyordu:
“Ah keşke, kardeşimin yerine benim öldürülmemi kabul etselerdi.”
Allah’tan Hz. Zeynep’e (s.a) verilmiş olan üstün özelliklerden bizlere de bağışlamasını, bu iki âlemin değerli insanının bereketinden bize de nasip etmesini diliyorum.
Ayetullah şehit Dastgayb

Pepe Escobar bağımsız bir jeopolitik analisttir. Russia Today, Sputnik ve TomDispatch için yazar ve ABD’den Doğu Asya’ya dek uzanan farklı web siteleri, radyo ve TV programlarının sıklıkla aranan bir katılımcısıdır. Pepe Escobar aşağıda okuyacağınız röportajı Ayetullah Hamaney’in resmi sitesi Khamenei.ir’in İngilizce sayfasına vermiştir.
 
 
Pepe Escobar bağımsız bir jeopolitik analisttir.  Russia Today (RT), Sputnik ve TomDispatch için yazar ve ABD’den Doğu Asya’ya dek uzanan farklı web siteleri, radyo ve TV programlarının sıklıkla aranan bir katılımcısıdır. 2000 yılından 2014’e kadar “The Roving Eye” isimli köşesinde Asia Times Online için yazılar kaleme almıştır. Brezilya’da doğan Escobar 1985’ten beri yabancı muhabir olarak çalışıyor ve Londra, Paris, Milan, Los Angeles, Washington, Bangkok ve Hong Kong’da yaşıyor. 11 Eylül’den önce de Orta Doğu, Orta Asya ve Doğu Asya’ya uzanan ekseni takip ediyor ve Büyük güçlerin jeopolitiği ve enerji savaşlarına vurguda bulunuyordu. “Globalistan” (2007), “Kaos İmparatorluğu” (2014), “Obama does Globalistan” (2009), “Red Zone Blues” (2007) gibi kitapların yazarıdır. Son kitabı “2030” Aralık 2015’te basıldı. Tüm kitapları Nimble Books’tan çıkan Escobar bugünlerde Paris ve Bangkok’ta yaşamaktadır. Pepe Escobar aşağıda okuyacağınız röportajı Ayetullah Hamaney’in resmi sitesi Khamenei.ir’in İngilizce sayfasına vermiştir.

Filistinliler taş savurarak kendilerini savunduklarında terörist olarak adlandırılıyorlar, öte yandan İsrail Filistinlilerin hayatını her gün tehdit ediyor ve masum sayılıyor. Dahası Amerikalı politikacılar defalarca kez İsrail’in kendisini savunma hakkının olduğunu söylediler. Siz onların Filistinlilerin kendilerini savunma haklarının olmadığını söylemeyi ima ettiklerini düşünüyor musunuz?

Batının tamamında yaygın olan anlatının çerçevesinin tamamı İsrail lobisinin farklı kolları tarafından çizilmiştir ve Siyonist, Amerikan, Fransız ve İngiliz siyo-conları bu ateşe sürekli benzin atarlar. Başlıca medya kaynaklarını kontrol ederler ve eleştirileri geçersiz kılmak için de her zaman aynı kaba taktiklere başvururlar. İsrail’e yapılan her eleştiri -genellikle apartheid devletinin çerçevesine ve bu devletin iç ve dış politikasına yöneltilen- antisemit olarak tanımlanır ve yaygara koparılır. Siyonizm eleştirisinin antisemitizm ile hiçbir zaman bir benzerliği, ortaklığı olmamıştır ve olmayacaktır da. Bu mitin muhtemelen en iyi yapıçözümü Gianni Vattimo ve Michael Marder tarafından kaleme alınan “Siyonizmin Yapıçözümü” (Bloomsbury, 2014) (Deconstructing Zionism) adlı kitapta mevcuttur. Bu mitin alt komplolarından biri olan “İsrail’in kendisini savunma hakkı vardır” kalıbı İsrail’in -açık bir dille söylersek- her faşist saldırısını meşrulaştırmaya yaramaktadır. Zaten Filistinliler İsraillilerle eşit vatandaşlar olarak değerlendirilmezler (kötü şöhretli, ebedi Golda Meir’ın sözü “Filistinliler yoktur” idi) ve İsrail eliti genel olarak Arapları aşağı varlıklar olarak görür.

Pek çokları Siyonist rejimin fitne ve ayrılık ekmek ve bölge ülkelerini iç çatışmalarla meşgul etmek amacıyla bu coğrafyaya yerleştirildiğini iddia ediyor. Sizin bu konu hakkındaki fikriniz nedir? Siyonist rejimin kuruluşu hakkında ne düşünüyorsunuz?

İsrail temel olarak Güneybatı Asya bölgesinin en hassas yerine, Batılıların ifadesiyle Ortadoğu’ya, Arapları parçalayıp yönetmek, daimi kaos ekmek ve hiçbir zaman tanımlanmamış sınırlarını bir mitin, “Eretz İsrail” (Büyük İsrail) nosyonunun lehine genişletmek amacıyla park edilmiş Avrupalı ve sonrasında da bir Amerikan uçak gemisidir. Böylesi bir varlık açıktır ki sadece “tehditlerle” yüzleştiği ve daimi olarak düşmanlarla çevrili olduğu (vahşiler tarafından çevrilmiş “zayıf” ve “savunmasız” İsrail anlatısı) durumda varlığını sürdürebilir. Bu “tehditler” ve “düşmanlar” temelde Filistinlilerden oluşur. Önceden bunlar tüm Araplardı, sonrasında Irak (ABD işgali tarafından yıkıma uğratıldı) ve Suriye (NATO/Körfez İşbirliği Konseyi ittifakı tarafından yıkıma uğratılmakta) olarak daraltıldılar ve bu son olarak İslam Devrimi nedeniyle İran diye tanımlandı. Çünkü İran’ın dış politikası bağımsızdır ve İran bölgenin de facto olarak büyük gücüdür. İsrail ve Suudi Arabistan Vahhabilerinin dış politikalarında pek çok yakınlığı içeren karanlık bir ittifaka sahip oldukları gerçeğini bölgedeki İsrail gücünün oynadığı rolü anlamak için hepimizin bilmesi gereklidir.

Bölgede sürmekte olan kaostan ve IŞİD ile El Kaide’nin cinayetlerinden en fazla kimin fayda sağladığını düşünüyorsunuz?

Şimdiye dek bundan en fazla fayda sağlayanlar ABD hükümeti ve İsrail devleti olmuştur, zira yayılan Selefi kaos, “Böl ve Yönet” politikası için mükemmel bir araçtır. Sio-con’ların tüm renkleri İslam içinde Sünnilerin Şiilerle savaştığı mitini yaymakla meşguller. Bunun dinî bir savaş olmakla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bölgesel güçle alakalıdır. Korku dolu, paranoyak bir Suudi Sarayı İsrail’le ittifak içinde, Batı’nın İran ile normalleşmesi sürecinden ve İran’ın yükselişinden paniğe kapılmıştır.

IŞİD karşısında gerçek bir koalisyonun mevcudiyetine inanıyor musunuz? İran, Rusya ve Çin’in terörizm ile savaş kararı almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

IŞİD karşısındaki gerçek koalisyon 4+1’dir: Rusya, Suriye, İran, Irak ve artı Hizbullah. Sahadaki ilerleyişleri kendi başına bunun tanığıdır. ABD önderlikli koalisyon genellikle şovdan ibarettir. Türkiye ve Körfez İşbirliği Konseyi IŞİD ile savaşla gerçekten ilgili değiller.  Sahada hiçbir şey ifade etmeyen retorikleri IŞİD’in Esad yönetimiyle işbirliği yürüttüğünde ısrar etmektedir. Rusya ve onu takip eden Çin ve İran, Vahhabi matriksten türeyen “Selefi-Cihadi” terör ile savaşmada açık motiflere sahipler, ilaveten bu üç Avrasya gücü Sincan’dan Kafkaslara, oradan güneydoğu İran’a dek Selefi-Cihadilerin hedefindeler.

Suriye devleti Siyonizm karşısındaki direnişiyle biliniyor, sizce bu Batılı devletlerin Cumhurbaşkanı Esad’ı devirmek istemelerinin gerçek nedeni mi?

Suriye hükümetini şeytanlaştırmak için sayısız neden var. Siyonizm karşıtlığı bunlardan biri sadece, zira zayıflatılmış bir Suriye İsrail’in “Böl ve Yönet” politikalarının çerçevesine tamamen uyuyor. İsrail Golan Tepelerine el koymak istiyor. Katar ve Türkiye Suriye üzerinden geçip Avrupa’ya varacak bir doğal gaz boru hattı inşa etmek istiyor ve bu 10 milyar dolarlık önerilmiş İran-Irak-Suriye boru hattı ile doğrudan rekabet içersinde. Ve bir çevre yolu bakışı açısından uysal politikacılar tarafından yönetilen müşteri devlet statüsündeki bir Suriye, İran’ı Arap dünyasında zayıflatacaktır. Bunların hepsi apaçık bir güç oyunun faaliyetleriyle ilgilidir.

Yemen halkı aylardır hastanelerinin, evlerinin ve altyapılarının Suudi bombardımanıyla tahrip olduğuna şahit oluyor. ABD yönetimiyse ya buna sessiz kaldı ya da Suudileri destekledi. Suudi rejiminin Yemen’de hem Sünnileri hem de Şiileri bombaladığını göz önüne aldığınızda bunun mezhebi değil politik bir savaş olduğu da iddia edilebileceğinden ABD’nin bundan çıkarının ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Suudilerin başarısız Yemen savaşı sadece politikadan ibaret, Arap dünyasının sözde en büyük finansal gücü en yoksul Arap halkını bombalıyor. Bunun dinle bir ilgisi yok. Ve İran’ı itham etmek sadece yanlış bilgilendirilmişleri kandırabilir. Suud Sarayı kendisine tabi, uysal bir vassal olmayacak bir Yemen’den çok korkuyor. ABD-Suudi paktının giriftliği ve irrasyonelliği nedeniyle Washinton açıktan Riyad ile zıtlaşamaz. Etkili Washington çevreleri Suudilerin “İran yayılmacılığıyla savaş” mitini satın aldılar. Bu çevrelerin çoğuna göre öncelik her zaman olguları önemsemeksizin İran’ı şeytanlaştırmaktır.

Başkan Obama bir süre önce Amerikan yönetimlerinin geçtiğimiz on yıllarda İran karşısındaki hatalarını -özellikle de 1953 darbesindeki rollerini ve savaşta Saddam’ı desteklemelerini- itiraf etti. Sizce ABD’nin İran karşısındaki en iğrenç suçu hangisidir?

Muhtemelen Washington’un İran karşısındaki en korkunç cürmü, Şah’ın Fars Körfezi’nin jandarması olarak bölgeye yerleşmesiyle sonuçlanan Musaddık karşıtı CIA destekli darbeydi. Sadece CIA değil tüm Amerikan ulusal güvenlik aygıtı vaziyetin hep aynı şekilde devam etmesini istiyordu. Bu durum İslam Devrimi ile yaşadıkları yenilginin etkisinden niye hiçbir zaman kurtulamadıklarını açıklıyor.

Amerikalı yetkililer İran ile nükleer anlaşma imzalayarak nükleer silahlar yapmasına engel olduklarını söylüyorlar. Amerikan hükümetinin İran ile yaptığı anlaşmada Amerikan halkı karşısında dürüst olduğunu düşünüyor musunuz? Ayetullah Hamaney’in nükleer silahları yasaklayan fetvasından sizce niçin bahsetmiyorlar?

Geçtiğimiz 20 yıl hakkında ayrıntılı bilgi sahibi olan herkes bilir ki İran nükleer dosyası, Gareth Porter’in kitabının zengin verilerle de ispatladığı gibi üretilmiş bir krizdi. ABD içinde ve Batı’da satılan masal ise Obama takımı aracılığıyla Amerikan diplomasisinin İran’ın nükleer bir güç olmasına engel olduğudur. Bu düzmecedir. Washington’daki tüm fraksiyonlar Rehber’in nükleer silahlar karşısındaki fetvasını hiçbir zaman tanımadılar. Obama takımı sonunda yaptırımların ve İran’ı sürekli olarak şeytanlaştırmanın hiçbir sonuç vermediğini ve bunun ekonomik iş yapma anlamında da kötü olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Özellikle de Obama için nükleer anlaşma kendisinin tek dış politika başarısı olarak sonuçlandı. Aynı zamanda başka bir görüş daha var ki -hala açık bir dosya- buna göre İran Ortadoğu’yu istikrara kavuşturmak için bir partner olabilir. Zira Washinton asıl yatırımını Asya eksenine kaydırmak istiyor. Tüm bu hesaplamaların göz önüne almadığı şey ise İran ile “normalleşmenin” ülkeyi Çin ve özellikle de Rusya olmak üzere Avrasya ile entegrasyona ve Avrupa ile daha fazla ticari anlaşmaya, daha derin bir şekilde ittiğidir. Fakat bu ABD-İran ilişkilerinde daha fazla uyum anlamına gelmez zorunlu olarak.

English.khamenei.ir

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, “İran’ın Amerika Yüksek Mahkemesinin kararını tanımadığını” ifade ederek şöyle konuştu: “Amerika hükümeti, İran’ın mal varlığıyla ilgili her türlü girişimin, kendilerini bu girişimden ötürü açıklama yapma ve bu malların İran halkına geri verilmesi hususuyla karşı karşıya getireceğini çok iyi biliyor.”

 Zarif, 21 Nisan Perşembe günü, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu “İklim Değişiklikleri” konulu özel oturumunun sonunda, 22 Nisan Cuma günü Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry ile yapacağı görüşmede nükleer anlaşma ve onun doğru şekilde uygulanması dışında herhangi bir konunun ele alınmayacağı açıklamasında bulundu.

 Zarif konuya ilişkin olarak şöyle konuştu: “Bizim bu görüşmedeki konumuz, daha önce nükleer anlaşma hususundaki konuların devamı olacaktır. Ayrıca Amerikalı tarafların, bizim nükleer anlaşmaların doğru şekilde uygulanması hususundaki taleplerimizi inceleyip bize cevap vermeleri kararlaştırılmıştır.”

 Zarif kendisine İRNA haber ajansı tarafından yöneltilen “Amerika Yüksek Mahkemesinin kararının da bu görüşmede ele alınıp alınmayacağını” sorusunu da şöyle cevapladı:

 “Söylediğim üzere biz bu mahkemeyi tanımıyoruz ve Amerika hükümeti de bunu çok iyi biliyor. Amerika ayrıca şunu da çok iyi biliyor ki; İran’ın mal varlığıyla ilgili yapılacak her türlü girişim, gelecekte Amerika’yı bu yaptığından dolayı cevap verme zorunda bırakacaktır ve bu malları İran’a iade etmesi gerekecektir.”

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü :ABD Yüksek Mahkemesi’nin kararı tam bir hırsızlık

 İran Dışişleri Bakanı Sözcüsü Hüseyin Caberi Ensari yaptığı açıklamada, Amerika Yüksek Mahkemesi’nin son günlerde İran’a karşı verdiği kararı şiddetle kınadıklarını açıkladı.

Ensari, Amerikan mahkemesinin bu kararını adalet ve kanun kavramlarıyla dalga geçmek olarak nitelendirdi ve “Bu karar İran İslam Cumhuriyeti mallarını çalmak hükmündedir” dedi.

ABD’de federal bir mahkeme, 2007 yılında, İran’ı 1983 yılında Beyrut’taki bombalı saldırılarda ölen denizcilerin ailelerine tamamen siyasi bir kararla, 2,6 milyar dolar tazminat ödemeye mahkum etmişti. ABD Yüksek Mahkemesi ise geçen günlerde İran’ın, Beyrut’taki bombalı ve diğer saldırılarda ölen Amerikan askerlerinin ailelerine ödeyeceği yaklaşık 2,6 milyar dolar tazminatın, İran Merkez Bankasının ABD’deki dondurulmuş fonlarından ödemesi yönünde bir karar


İmam Hamanei İslam nizamının karşısında yer alan cephenin İranlı gençlerin devrimci ve dini kimliğini değiştirmek ve onlardan neşe, ümit ve amaçlarını ellerinden almak peşinde olduğunu, bu alanda tek mücadele yolunun ise “dindar, inkılâpçı, temiz, kararlı, uyanık, amaçlı, umutlu, düşünen, yiğit ve fedakâr” gençleri “yumuşak (sanal âlem) savaş subayları” olarak eğitmek olduğunu söyledi.
 
 
İslami Öğrenci Dernekleri Birliği üyesi binlerce öğrenciyi kabul eden İmam Hamanei, İslam Cumhuriyeti nizamının müstekbirlik cephesi ile karşı karşıya geldiği alanlardan birinin gençler meselesi olduğunu belirterek, İslam nizamının karşısında yer alan cephenin İranlı gençlerin devrimci ve dini kimliğini değiştirmek ve onlardan neşe, ümit ve amaçlarını ellerinden almak peşinde olduğunu, bu alanda tek mücadele yolunun ise “dindar, inkılâpçı, temiz, kararlı, uyanık, amaçlı, umutlu, düşünen, yiğit ve fedakâr” gençleri “yumuşak (sanal âlem) savaş subayları” olarak eğitmek olduğunu söyledi.
 
 Gençlerin maneviyata eğilim yönünü güçlendirmek için Recep, Şaban ve Ramazan ayları “maneviyat baharı”dır 
 
Gençlerle görüşmesinde yaptığı konuşmada ilk önce gençleri Receb ayının, ardından da Şaban ve Ramazan aylarının üstün faziletlerinden azami yararlanmaya davet edenİslam İnkılâbı Rehberi, bu üç ayın “Maneviyat baharı” olduğunu ve kendi ömürlerinin baharında bulunan gençlerin bu çok değerli fırsatı kendilerinde maneviyata eğilim yönünü güçlendirmek için yararlanabileceklerini söyledi.
 
 ABD ve Siyonizm’in başını çektiği emperyalizm cephesiyle İslam Cumhuriyeti nizamının karşı karşıya geldiği alanlardan birisi ülke bağımsızlığıdır
 
ABD ve Siyonizm’in başını çektiği emperyalizm cephesiyle İslam Cumhuriyeti nizamının karşı karşıya geldiği bazı alanlara dikkat çeken İmam Hamanei, siyasi, iktisadi ve kültürel bağımsızlık dâhil, ülke bağımsızlığının bu alanlardan biri olduğunu, zira büyük güçlerin sulta ve yabancıların nüfuzu karşısında durup bağımsızlığını korumak isteyen her hangi bir ülkeyle mücadele edeceğini beyan etti.
 
 İslam nizamının müstekbirlik cephesiyle karşı karşıya geldiği diğer bir alanın “ilerleme” mevzusudur
 
İmam Hamanei, İslam nizamının müstekbirlik cephesiyle karşı karşıya geldiği diğer bir alanın “ilerleme” mevzusu olduğunu hatırlatarak, küresel güçlerin onlara dayanmaksızın ilerleme kaydetmek isteyen her ülke karşısında durduğunu, zira bu türilerlemenin diğer ülkeler ve halklar için “örnek teşkil edici” olacağını vurguladı.
 
 Müstekbir güçlere taviz verilmesi durumunda bu güçler bütün bilimsel ilerlemeleri engellemeye çalışacaklar
 
İran’ın nükleer bilime ulaşması ve iktidar elde etmesi karşısında müstekbir güçlerin tavır ortaya koymasının asıl nedenlerinden birinin bu mesele olduğunu hatırlatan İmam Hamanei, “Bu güçler karşısında taviz vermemiz durumunda kesin olarak teknoloji, nano ve öteki kritik bilimsel alanlardaki ilerlemeler karşısında da bu muhalefetlerini ortaya koyacaklar. Çünkü onlar İran İslam Cumhuriyetinin her türlü bilimsel, iktisadi ve uygarlık alanlarındaki ilerleme ve kalkınmasına karşıdırlar” ifadesini kullandı.
 
 “Eğer bir ülkede Batılı yaşam modeli yaygınlaşırsa, o toplumun elitleri, emperyalizm politikaları karşısında teslim olmuş fertlere dönüşürler”
 
İmam Hamanei konuşmasının devamında, “Batı Asya bölgesi ve dünyada İran’ın güçlü varlığı”, “Filistin mevzuu”, “direniş mevzuu” ve “İslami-İrani yaşam tarzı konusu”nun İslam nizamının emperyalizm cephesiyle karşı karşıya geldiği diğer alanlar olduğunu belirterek, “Eğer bir ülkede Batılı yaşam modeli yaygınlaşırsa, o toplumun elitleri, emperyalizm politikaları karşısında teslim olmuş fertlere dönüşürler” dedi.
 
Gençler meselesi emperyalizm ile savaşta en önemli çatişma alanlarından biri
 
Gençler meselesinin en önemli anlaşmazlık alanlarından biri olduğunu hatırlatan İmam Hamanei, hali hazırda gençler mevzuu ile ilgili olarak bir yandan İran İslam Cumhuriyeti ve diğer yandan Amerika, Siyonistler ve onların piyonları tarafından gizli bir yumuşak savaşın sürdürülmekte olduğunu söyledi.
 
 Müstekbirlik cephesi ile savaşta sonucu gençlerin kimlikleri belirleyecek
 
Bu savaşta orta ve yüksek okul talebelerinin subaylar rolünü üstlendiklerini belirten İmam Hamanei, bu savaşta iki farklı kimlikle iki subay türünün söz konusu olduğunu ve savaşın sonucunun ise bu subayların kimliklerine bağlı olduğunu belirtti.
 
 Yumuşak savaş sert (silahlı) savaştan daha tehlikeli
 
Yumuşak savaşın silahlı (sert) savaştan daha tehlikeli olduğunu belirten İmam Hamanei, sözlerinin devamında düşmanların bazı zırvalarına temasla, “bazen bizi sert savaş ve bombardımanla tehdit ediyorlar, bu sözler birer zırvalamadan ibarettir, zira buna imkânları yoktur, cesaret de edemezler, böyle bir şeye kalkarlarsa, gereken darbeyi alacaklar” dedi.
 
 Şu an yumuşak savaştayız ve bu savaşta savunma yerine saldırıda bulunmalıyız
 
Şu anda İslam nizamına karşı yumuşak savaşın cereyanda olduğunu ve bizlerin sadece müdafaa yerine saldırıda da bulunmamız gerektiğini belirten İmam Hamanei,“Karargâh ve mevziilerde eğer “dindar, inkılâpçı, kararlı, düşünce sahibi, çalışkan, umutlu, yiğit ve fedakâr” subaylara sahip olmamız durumunda bu savaşta nasıl bir sonucun elde edileceğini önceden kestirmek mümkündür” dedi.
 
 Yumuşak savaşta; teslimiyetçi, aldanan, hedefsiz, sorumsuz, kendi içgüdü ve garizeler ile meşguliyet müstekbirlik cephesi tarafından benimsenmeyi getirecektir
 
İmam Hamanei konuşmasının devamında şunları söyledi: Fakat eğer bu savaşta teslimiyetçi, aldanan, düşmanın gülümsemesine kanan, hedefsiz, düşüncesiz, kendi ve başkalarının kaderine sorumsuz, kendi içgüdü ve garizeleri ile meşgul subayların karargâh ve siperlerde bulunması durumunda savaşın sonucu tamamen aydındır. Bunun için yumuşak savaşta iki farklı kimliğe sahip iki subay söz konusu olabilir. Bu subaylardan biri İslam Cumhuriyeti tarafından benimsenmekte ve diğeri ise müstekbirlik cephesi tarafından benimsenmektedir ve bu subaylardan her biri savaşın kaderini değiştirebilirler.”
 
 Batılılar özellikle de Amerika gençleri düşmana karşı iyimser, kendi önderlerine karşı kötümser olması yönünde çaba harcıyor
 
Batılılar özellikle de Amerikalıların İranlı gençleri, imansız, korkak, hedefsiz, hareketsiz, umutsuz, düşmana karşı iyimser, kendi komutan ve arkasındaki güçlere kötümser olması yönünde çaba harcadıklarını, fakat İslam nizamının müstekbirlik cephesinin bu arzularının tam aksini gençler hakkında istediğini belirten İslam İnkılâbı Rehberi, Orta ve Yüksek Okulları İslami dernekler Birliğinden, dini ve İslami hüviyete sahip gençlerin yetiştirilmesi ve bu ruhun tüm kendi yaşıtları içerisinde yaygınlaştırmaları zaruretini vurgulayarak, “Bizler ülke gençlerinin dini ve inkılâpçı hareketleri için uzun vadeli planlamaya sahip olduğumuz gibi, düşman da uzun vadeli planlama içindedir ve buna karşı koyma yolu ise inkılâpçı ve dindar gençlerin sayı ve kalite açısından yaygınlaştırılması ve onların istikrar ve direniş azminin artırılmasıdır”dedi.
 
İmam Hamanei konuşmasının devamında eğitim ve öğretim yetkililerinden inkılâpçı ve dindar teşekkül ve derneklere daha fazla meydan verilmesi gerektiğini hatırlatarak, bazı okullarda inkılâpçı girişimlere karşı muhalefet olunduğu yolunda haberlerin çıkması yolunda yetkilileri uyararak bu gibi durumlara karşı gereken tepkinin ortaya konulmasını istedi.
 
 İnkılap meydanlarında direniş ehli gençlere sahibiz
 
Ülkenin genç muhitinin umut bahşedici bir muhit olduğunu belirten İmam Hamanei,“muhtelif sapma unsurlarının bulunması ve düşmanlıkların çok geniş bir cepheye yayılmasına rağmen halı hazırda ülkede mümin, inkılâpçı, Allah’a yönelmiş, Erbain yürüyüşüne katılan, Kur’an ehli, İtikâf ehli ve inkılâp meydanlarında direniş ehli gençlere sahibiz ve bu hususta Allah Taala’ya şükranda bulunmamız gerekir.”
 
 Emperyalizm cephesi 37 yıldır İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkamadı, büyümesini ve bölgedeki gücünü artırmasını engelleyemedi
 
İmam Hamanei; Ülkede bu gibi gençlerin varlığının büyük bir azamet olduğunu bildiren ve emperyalizm cephesinin 37 yılın ardından İran İslam Cumhuriyeti’ni yıkamadığı veya büyümesini ve bölgedeki gücünü artırmasını engelleyemediğini hatırlattı.
 
 Hizbullah’ın fasit, bağımlı ve içi boş bir devlet tarafından yırtık bir kâğıt üzerinde kınanmasının hiçbir önemi yok
 
İmam Hamanei, bütün pratik ve propaganda amaçlı tehditlere rağmen bugün Lübnan Hizbullah’ının İslam dünyasında kendi reşit varlığını gösterdiğini, fasit, bağımlı ve içi boş bir devlet tarafından yırtık bir kâğıt üzerinde kınanmasının hiçbir önemi olmadığını vurguladı.
 
 3 Arap ülkesinin güçlü ordusu ksrşısında zafer kazanan Siyonist İsrail’in 33 günlük savaşta Hizbullah’tan aldığı ağır yenilgi
 
İmam Hamanei, Siyonist rejimin 33 günlük savaşta Hizbullah’tan aldığı ağır yenilgisine işaretle ve bu zaferi 3 Arap ülkesinin güçlü ordusunun Siyonist rejim karşısında yenilmesiyle mukayese ederek, Hizbullah ve mümin gençlerinin İslam dünyasının onur kaynağı olduğunu belirtti.
 
 Hakikatin zafere ermesinin temel şartı yumuşak savaş erlerinin direnişidir
 
Hakikat eksenli hareketlerin varlığının sürekli gelişmekte ve büyümekte olduğunu, hakikatin bir takım zorluklarla karşılaşabileceğini ama nihayetinde zafere erebileceğini belirten İmam Hamanei, hakikatin zafere ermesindeki temel şartın yumuşak savaş subaylarının zorluklar ve sorunlar karşısındaki direnişi olduğunu bildirerek, hakikatin gençlere ait olduğunu ve Allah’ın lütfü sayesinde günün birinde bu zorlukların giderileceğini, gençlerin zirveye çıkacağını söyledi.
 
İmam Hamanei konuşmasından önce İslam İnkılâbı Rehberinin Liseler İslami Öğrenci Dernekleri Birliğindeki temsilcisi Huccetul İslam Hacı Ali Ekberi sunduğu brifingde, öğrenci teşekküllerindeki eğitim sisteminin İslam İnkılâbı değerlerine uygun olduğunu, bunun için de Alevi maariften yararlanılarak tüm programlarda İslami eğitime özen gösterildiğini söyledi.
 
Bu törende öğrenci derneği üyelerinden de ikisi konuşma yaparak, öğrenci teşekküllerinin faaliyetiyle ilgili kaygılarını, gençler meselesi, ülke okullarında talim ve terbiye ile ilgili bazı meseleleri gündeme getirdiler.
 
leader.ir

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, "Allah'ın ipine sımsıkı sarılan ve ayrı düşmeyin" Ayet-i kerimesiyle sözlerine başladığı konuşmada, Türkiye halkı ve hükümetine bu konferansa evsahiliği yaptığı için teşekkür etti.


Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Siyonist rejim İsrail'in her zaman şiddet ve radikalizm üreten asıl kaynak olduğunu unutmamak gerektiğini vurguladı.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bugün İstanbul'da 13.'sü düzenlenen İslam Zirvesinde yaptığı konuşmada, İslam dünyasının şiddet, karışıklık, organize terörizm dalgalarına maruz kalmayı ve her alanda geri kalmışlığı değil, üstün konuma ulaşmayı hak ettiğini, bunun ancak mevcut durum ve çevremizdeki dünyada yaşananları artan kaygıyla düşünmekle ancak mümkün olduğunu belirtti.

Cumhurbaşkanı, parasal ve askeri yardımların bazı İslam karşıtı gruplara, İslam'ın adını rehin alıp, İslam adı altında cinayet işlemesine imkân sağladığı bir sırada, İslam'ın selam ve selamının nasıl savunulabileceğini belirtti.

Ruhani, yüzlerce milyar dolar İslam ümmetinin kaynağının gençlerin istihdamı ve ülkelerin büyümesine harcanması yerine, hayali korku bahaneleriyle silah depolarını doldurmak ve birbirlerine karşı kullanıldığı şartlar altında, nasıl birlikten söz edilebileceğini ve gençlerin İslami bereket ve keramete uymaya ikna edileceğini dile getirdi.

Ruhani, birlik adıyla düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı'da İslam ümmeti arasında anlaşmazlık ve ayrılığı körükleyebilecek her türlü mesajın verilmesine izin verilmemesi gerektiğini belirterek, her türlü ayrılıkçı hareketin geçersiz olduğunu belirtti.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, "Allah'ın ipine sımsıkı sarılan ve ayrı düşmeyin" Ayet-i kerimesiyle sözlerine başladığı konuşmada, Türkiye halkı ve hükümetine bu konferansa evsahiliği yaptığı için teşekkür etti.

Cumhurbaşkanı sözlerinin devamında bugün "vahdet ve barış ve adalet için dayanışma" sloganı ile güzel ve tarihi kent İstanbul'da buluştuklarına temasla, bu zirvenin bütün Müslümanların ortak kaderini ele almak için uygun bir fırsat olduğunu kaydetti.

Yüzyıllar önce büyük İslam medeniyetinin güç ve kudretinin zirvesinde olduğuna değinen Cumhurbaşkanı, kimsenin İslam'ın bir gün durgunluk ve zafiyete müptela olup, bilimsel ve düşünsel büyümesi için İslam'a minnettar olan Batı medeniyeti karşısında zayıf düşmesini veya bütün düşünce ve eğilimleri, muhtelif etnik grupları çatısı altında barındıran ve insanların barışçıl biçimde bir araya yaşadığı o zamanlarda şayet kimsenin bir gün Müslümanlar arasında mezhepçilik ve radikalizmin yayılması ve Müslüman'ın Müslüman eliyle öldürülmesinin normal bir hal alacağını düşünmediğini kaydetti.

Ruhani sözlerinin devamında, İslam medeniyetinin çöküşünün büyük İslam güçlerinin birbirine destek olmak yerine birbiriyle sonuçsuz çatışmaya girdikleri ve yabancıların saldırıları için zemin sağlandığı günden itibaren başladığının bir gerçek olduğunu vurguladı.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani,  nasıl üretildiği ve kimlerin destek verdiği herkes tarafından bilinen radikal ve tekfirci grupların İslam adı altında, Müslüman ve gayri Müslimleri vahşice katliam ettiğine işaretle, bu arada "İslam" ve değerlerinin en büyük kurban olduğunu ifade etti.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İslam dünyasının sorunlarının çözümü için diyalog ve acıların fark edilerek teamül başlatılmasına vurgu yaparak, İslam adıyla küresel koalisyonda, barış ve şiddetle mücadelede öncü olmaları gerektiğini, sürdürülebilir güvenlik ve güvenli hayatın bütün bölge ve dünya insanlarının hakkı olduğunu ve bu hakkın iade edilmesi gerektiğini kaydetti.

Cumhurbaşkanı, İslam'ın her yerde her ne isim altında işlenen cinayetin cinayet olduğu kendilerini öğrettiğini, mazlum Filistin topraklarında işlenen cinayetler ile Lahor, Beyrut, Şam, İstanbul veya Newyork, Paris ve Brüksel'de işlenen cinayetler arasında hiçbir farkın olmadığını, hepsinin kökü ve zemininin doğru tespit edilmesi ve kararlı biçimde toplu şekilde mücadele verilmesi gerektiğini kaydetti.

Cumhurbaşkanı sözlerinin devamında, İslam ülkeleri arasındaki bütün anlaşmazlıkların çözümü için diplomatik çözüm ve diyalog önceliğine vurgu yaparak, büyük güçler ve Siyonizm’in bu bağlamda rol ifa etmesine izin vermemeleri gerektiğini kaydetti.

Ruhani, İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerinin her alanda gelişmesi, bilimsel ilerlemeleri ve sürdürülebilir güvenliğinin İslam dünyasının güvenliği ve ilerlemesi olduğunu hatırlatarak, İran İslam Cumhuriyeti'nin teşkilatın bütün üyelerinden İran'ın bilimsel, ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel potansiyelini kendine ait olarak görmelerini isteyerek, İran'ın diğer İslam ülkelerine aynı şekilde baktığını belirtti.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, işgal rejimi İsrail'in kadın ve çocuk başta olmak üzere işgal topraklarında ve Gazze'de masum Filistinlileri katliam ettiğine işaretle, Batılı güçler başta olmak üzere uluslararası toplumun sessizliği eşiğinde İsrail rejiminin vahşiliğine devam ettiğini esefle dile getirdi.

Katılmacılara seslenen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bölgede her türlü tansiyon ve gerilimden uzak durularak, şeffaf şekilde bölgesel ve uluslararası politikalarıyla, İslam ümmetinin birliği ve dayanışmasını arttırmak için her daim çaba gösterilmesi ve İslam ülkeleriyle ilişkilerin takviye edilmesinin her zaman esas öncelikleri olarak belirlemeleri gerektiğini kaydetti.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İslam ülkeleri liderlerine hitaben yaptığı açıklamada, herkes için ne Suudi Arabistan'ın İran'ın sorunu olduğu ve ne de İran'ın Suudi Arabistan'ın sorunu olduğu açık olduğunu, asıl sorunun cehalet, taassup ve radikalizme sarılmak olduğunu, hepimizin sorununun İslam dünyasındaki anlaşmazlıklar olduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı ayrıca, İran'ın her zaman İslam ülkeleri ve Müslümanları saldırı, tehdit, işgal ve terörizme karşı desteklediğini ve desteklemekte olduğuna temasla, teröristlerin Bağdat ve Erbil kapılarına dayandığında, İran'ın Irak halkı ve hükümetinin yardımına koştuğunu, hakeza Şam'ın teröristlerin işgaline maruz kaldığı sırada İran'ın Suriye'nin yanında durduğunu hatırlattı.

Ruhani, Gazze'nin Siyonistlerin saldırısına uğradığında, yiğit Hizbullah ve İran'ın Filistin halkının yanında durduğunu söyleyerek, İsrail rejiminin Lübnan'a saldırdığı sırada da, yine Hizbullah'ın Lübnan'ı ön cephede savunduğunu kaydetti.

Cumhurbaşkanı, teröristler ve saldırganların herhangi bir İslam ülkesi veya İslami kutsal mekânları tehdit etmesi ve kendilerinden destek istenmesi halinde tereddüt etmeden mazlum Müslümanlara yardım edeceklerini belirtti.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani konuşmasına yine Kuran-ı Kerim'den bir ayet okuyarak son verdi, İslam dünyasını itidale davet etti.

İstanbul’da toplanan İslam Zirvesi’ne, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Kral Selman’ın, İran’ı kastederek yaptıkları 'mezhepçilik' eleştirileri ve taslak metindeki İran karşıtı ifadeler damgasını vurdu. Öte yandan Erdoğan’ın İslam ülkelerinin İstanbul’da ortak bir polis merkezi kurma önerisi kabul edildi.


İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT) 13’üncü İslam Zirvesi Konferansı İstanbul’da toplandı. Zirve’nin açılışını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Suudi Arabistan Kralı Selman’ın, İran’ı kastederek yaptıkları “mezhepçilik” eleştirileri ve taslak metindeki İran karşıtı ifadeler zirveye damgasını vurdu.

Öte yandan Erdoğan’ın, Zirvede “İslam İnterpol”ü olarak yorumlanan “Polis İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi” kurulması önerisi de kabul edildi. Merkezin İstanbul’da kurulması planlanıyor.

Başbakan Davutoğlu’nun konuşmasındaki “Kırım, Karabağ ve Filistin’i işgalden kurtarma” çağrısı da dikkat çekti.  

MISIR GÖREVİ DEVRETTİ, SALONU TERK ETTİ

İstanbul Kongre Merkezinde başlayan İslam Zirvesine 56 ülkeden temsilciler katıldı. Zirvenin açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, sözlerine Mısır’a teşekkür ederek başladı, “Geçmiş dönem başkanlığındaki çabalarından dolayı teşekkür ediyorum” dedi.

Ancak Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükrü, dönem başkanlığı görevini devrettikten sonra salonu terk etti.

İRAN’A MESAJLA AÇILDI

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise konuşmasında, “Dünyanın dört bir yanından mağdurların, mazlumların çığlıkları yükseliyor. Maalesef bu çığlıkların ve görüntülerin kahir ekseriyeti Müslümanlara aittir. İslam dünyasının yüzünü İstanbul’a dönerek, buradan çıkacak güzel haberlere kulak verdiğini görüyorum, buna inanıyorum. Müslümanlar olarak, üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında mezhepçilik, ırkçılık fitnesi geliyor. Benim dinim Sünnilik de değildir, Şiilik de değildir. Benim dinim İslam’dır”  diye konuştu.

Suudi Arabistan Kralı Selman’ın açılışta yaptığı konuşmasındaki benzer “mezhepçilik” eleştirisi de “İran’a mesaj” olarak yorumlandı.

İSTANBUL’DA İSLAM POLİSİ

Zirvede, AKP’nin İslam İşbirliği ve Polis Koordinasyon Merkezi kurulması önerisi de kabul gördü. Erdoğan konuyla ilgili, “İİT üyesi ülkeler arasında teröre ve diğer suçlara karşı iş birliğini güçlendirecek ve kurumsallaştıracak bir yapı oluşturulması isabetli olacaktır. Bu anlayışla Türkiye olarak getirdiğimiz İstanbul merkezli bir İİT Polis İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi kurulması önerisi kabul gördü” dedi. Erdoğan, Suudi Arabistan liderliğindeki “Teröre karşı İslam ittifakı birimini”nin de desteklenmesini istedi.

KIRIM, KARABAĞ, FİLİSTİN VE SURİYE’Yİ ‘KURTARMA’ ÇAĞRISI YAPTI  

İslam Zirvesi’nde Babakan Ahmet Davutoğlu da söz aldı. Davutoğlu, “Dünyada bugün İslam ile ilgili oluşan olumsuz algıya karşı birlik olmalıyız. Nerede bir islamofobik çalışma varsa sesimizi birlikte yükseltmek zorundayız” dedi. Davutoğlu, İslam ülkelerinin Suriye’nin “sınır bütünlüğü”nü koruması gerektiğini de savundu, “Bugün Suriye konusu bütün bir dünyanın merkezinde bir sorunsa öncelikle bizlerin bu soruna eğilmesi gerekir. Hepimiz İslam ülkelerinin sınır bütünlüğünü koruma noktasında yükümlülüklerimiz var. Bu konuda da ortak bir tavır sergilemeliyiz” diye konuştu. Başbakan ayrıca, “Müslüman azınlıklarla ilgili olarak, birlikte bu azınlıkların haklarının ve hukuklarının korunması yönünde de barışçıl teşebbüslerimizi artırmalıyız. Hem işgal atındaki Filistin, Karabağ, Kırım gibi toprakların kurtarılması hem de sahipsiz gibi görünen Müslüman azınlıkların meselelerine sahip çıkılması, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın uluslararası etkinliğini gösterecek önemli göstergelerden biridir.” dedi.

TASLAK METİNDE İRAN KRİZİ

İslam Zirvesi öncesi dışişleri bakanlarının üzerinde çalıştığı ortak metinde hedefin İran olması krize yol açtı. El Cezire’nin haberine göre taslakta İran’da, Suudi elçiliklere yönelik saldırılar kınanıyor, İran’ın diğer ülkelerin içişlerine karışmaması gerektiğine dair ifadeler yer alıyor, İran’a “içişlerine karışmama” uyarısı yapılıyor.

İran’ın itiraz ettiği taslak maddelerde ayrıca şunlar ifade ediliyor: “İİT, İran’ın Bahreyn, Yemen, Suriye ve Somali gibi bölge ülkelerinin ve İİT’ye diğer üye ülkelerin içişlerine karışmasını ve terörü desteklemeye devam etmesini kınamaktadır. İİT, üye ülkelere ve uluslararası topluma yıkıcı etkileri ve çok ciddi sonuçları doğurabileceğinden dolayı, mezhepçi gündemlerin benimsenmemesi gerektiğini vurgulamaktadır”

ERDOĞAN’IN ‘FİTNE’ KARNESİ

İslam Zirvesi’nde “Mezhepçilik fitnedir” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki karnesi ise oldukça zayıf. Erdoğan, özellikle seçim meydanlarında CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun “Aleviliği”ni diline dolamış, binlerce kişiye yuhalatmıştı. Erdoğan’ın 2011 seçimleri öncesi sık sık bu yöntemi kullanmış, mitinglerinde, “Biliyorsunuz Bay Kemal bir Alevidir!”, “Hani Alevilik kültüründen gelen birisidir ya, hani Alevilik vardır ya kendisinde”  gibi ifadeler kullanmıştı.

Erdoğan’ın Reyhanlı katliamı için için sarfettiği, “Reyhanlı'da 53 Sünni vatandaşımız hayatını kaybtti” sözü de çok tartışılmıştı.
Erdoğan ve AKP Hükümeti, Suriye’de de Alevi ve Kürt katliamlarıyla gündeme gelen cihatçı gruplara verdiği destekle de tartışılıyor.