کارگر

کارگر

Cumartesi, 04 Haziran 2016 04:13

Türkiye, İran'da Enerji Santrali Yapacak


İran Enerji Bakan Yardımcısı Huşeng Felahetiyan, ambargoların ardından Türkiye ile enerji alanında bazı projelere imza attıklarını duyurdu.
 
 İran Enerji Bakan Yardımcısı Huşeng Felahetiyan, yaptırımların kaldırılmasının ardından Türk enerji sektöründen de İran'a yoğun bir ilgi olduğunu söyleyerek, Türk şirketlerin İran'a yapacağı devasa yatırımı şöyle açıkladı: "Önümüzdeki günlerde Türk özel sektör enerji temsilcileri ile İran'a yatırım odaklı 5 bin megavatlık (MW) bir yatırım anlaşması imzalayacağız. Bu anlaşmanın hacmi 3 milyar dolar seviyesinde. Türklerle başka anlaşmalarımız da var ama hâlâ kesinleşmedi ve müzakereleri sürüyor" dedi.

ELEKTRİK TİCARETİ ARTACAK

Hürriyet gazetesinin haberine göre İran'ın başkenti Tahran'da düzenlenen 11. Uluslararası Enerji Konferansı'nda soruları yanıtlayan Felahetiyan, Türkiye ile elektrik ticaretinin de artacağını söyledi. Şu anda Türkiye'ye 350 megavatlık elektrik enerjisi sattıklarını dile getiren Felahetiyan, geçtiğimiz günlerde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak ile bir anlaşma imzaladıklarını ve anlaşma çerçevesinde elektrik enerjisi ticaretini önümüzdeki 1.5 yıl içerisinde 1.200 megavata, ileriki dönemlerde de 3 bin megavata çıkarmayı hedeflediklerini ifade etti.

‘10 MİLYAR KİLOVAT SAAT ELEKTRİK İHRAÇ ETTİK'

Konferanstaki konuşmasında ise Felahetiyan, Türkiye'nin de aralarında bulunduğu komşu ülkelere elektrik satışlarını önemli ölçüde arttırmak istediklerini belirterek, "Türkiye, Irak, Pakistan, Afganistan, Azerbaycan ve Türkmenistan gibi komşu ülkelerle elektrik alışverişinde bulunuyoruz. Yer altından kablolarla iletim şebekemizi komşu ülkelere bağladık. 10 milyar kilovat saat elektrik ihraç ettik" dedi. İran Enerji Bakan Yardımcısı, ayrıca doğalgaz kombine çevrim santralleri ve rüzgar enerji santrali yatırımları alanında da Türk şirketleri İran'a davet etti.

İslami İran içişleri bakan yardımcısı İslam Cumhuriyetinin kurucusu İmam Humeyni'nin vefat yıldönümü merasimlerine katılmak için Tahran'da yurt içi ve dışından 1 milyon 750 bin ziyaretçinin gelmekte olduğunu söyledi.

İsmail Neccar, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, yarın yapılacak merasimlere İran içinden 1 milyon 300 bin, ülke dışından da 450 bin ziyaretçinin Tahran'a gelmekte olduğunu söyledi.

İran içişleri bakan yardımcısı, İmam Humeyni'nin -ra- vefatı yıldönümü törenlerinin görkemli bir şekilde yapılmasına işaretle, İmam Humeyni ülkülerinin asla unutulmayacağını söyledi.

İran içişleri bakan yardımcısı, 27 yıldır İmam Humeyni'nin vefat yıldönümü törenlerinin en görkemli bir şekilde düzenlenmesi amacı için güçlü altyapının da gerektiğini belirterek, bu yılki merasimlere geçmiş yıllarda olduğu gibi İran dışından da insanların gönüllü olarak veya sivil toplum kuruluşlarının organizasyonu ile İran'a geldiklerini ve yarınki merasime katılacaklarını söyledi.


İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, dünya sorunlarının yeniden tanımlanması gerektiğini belirterek, terörizm ve radikalizmin dünya sorunu olduğunu bildirdi.

İsveç’in başkenti Stockholm’da, "Uluslararası Stockholm Barış Araştırmalar Merkezi’’nde konuşan Zarif, Suriye sorununun dünya sorunu olduğunu belirterek, uluslararası sorunların çözümünde kazan-kazan anlayışının hakim kılınması gerektiğini zira bu sorunlarda bir tarafın kazanan ve bir tarafın kaybeden taraf olmakta ısrar edilmesi halinde sorunların devam edeceğini, barış ve huzurun hakim kılınmayacağını ifade etti.

Zarif, "Nükleer müzakerelerde temel sorunun en doğru şekilde tanımlanmasına çalışmakla gerçeğe inanmayı ve işbirliğini sürdürmeyi ön planda tuttuk’’ diyerek, ‘’Yeniden tanımlanmak zordur fakat biz nükleer müzakerelerde bunun olabileceğini gösterdik . Gerçeğin kabullenmesi ve işbirliğine doğru hareketin imkan dahilinde olduğunu gösterdik’’ dedi.

Zarif, "Suriye konusunda en iyi çözüm yolu bu ülke halkının kendi kaderini belirlemesidir. Müzakereler için diğer ülkeler tarafından ön koşullar ileri sürülmemelidir. Suriye krizi evrensel bir sorundur’’ dedi.

Perşembe, 02 Haziran 2016 13:23

İmam Humeyni'nin Vefat Yıldönümü


İran İslâm Cumhuriyeti lideri ve kurucusu olan İmam Humeyni,27. vefat yıldönümünde dünyanın dört bir yanında törenlerle anılıyor.
Bugün İran İslam İnkılabının önderi ve İran İslam Cumhuriyeti Devleti'nin Kurucusu İmam Humeyni'nin vefatının 27. Yıldönümü. İmam 1989'da vefat ettiğinde, cenazesine katılan ve gözyaşı döken insan sayısının 10-15 milyon civarında olduğu belirtiliyordu.

Vefatının 27. Yıldönümünü andığımız İmam; tebliğ, hicret, ve devrimle görevini ifa etti. İmam'ı mezheplerin dar kalıpları içinde değerlendirmek büyük bir haksızlık olacağı gibi emperyalizmin ekmeğine de yağ sürülmüş olacak. İmam, antiemperyalist duruşu, tavizsiz kişiliği ve feraseti ile ümmete ve mustazaf halklara örnek bir önder olmuştur.

Vahdet Haftası ve Kudüs Günü, İslam Cumhuriyeti'nin kurucusunun Müslümanlara bıraktığı değerli iki emanettir. Müslümanlarının birliğini teşkil etmede önemli rol oynayabilecek iki önemli gündür.  Merhum İmam Humeyni çok hassas bir dönemde ümmetin rehberlik görevini üstlendi ve bu görevin üstesinden alnının akıyla çıktı.

İran'da İslam Cumhuriyetinin kurucusu İmam Humeyni'nin 26. vefat yıldönümü eşiğinde, anma merasimiyle ilgili yoğun çalışmalar sürerken  bu münasebetle  17 ülkeden  80 yabancı  basın mensubunun İran'a gideceği ve  vefat yıldönümü programlarını dünyaya aktaracakları bildirildi.

İran İslam İnkılabı'nın önderi ve İran İslam Cumhuriyeti Devleti'nin Kurucusu İmam Humeyni, 24 Eylül 1902 tarihinde soyu Peygamber Efendimiz'e (S.A.V)dayanan dindar bir aileden dünyaya geldi. İmam'ın babası, Ruhullah'ın dünyaya gelişinden henüz 5 ay bile geçmemişken, dönemin hükümet görevlilerince şehit edilmiştir.

İmam Humeyni, 20 yaşında Qum şehrine hicret ederek Yüksek Dînî İlimler Havzası'na girdi ve burada dönemin en tanınmış üstatlarından ders alarak kısa sürede yüksek İslami bilimlerle ilgili tahsilini tamamladı. İlk kez Necef'te “Velayet-i Fakih” başlığı altında verdiği derslerde İslam devletinin temel prensipleri konusunu işledi

İmam Humeyni'nin mücadele hayatı, gençlik döneminin ilk yıllarından itibaren başlar ve kendisinin ruhi ve ilmi erdemlilik ve yetişmesine paralel olarak sürer. İran ve diğer İslam ülkelerindeki sosyal ve siyasi gelişmeler de bu mücadelenin akışına etkide bulunmuştur. 1960-1961 yıllarında baş gösteren olaylar onun, ulemanın kıyamında lider olarak bilfiil sahnede görünmesine neden oldu. 5 Haziran 1963 de baştanbaşa bütün İran'da ulemanın öncülüğü ve liderliğinde despot şah rejimine karşı muazzam bir başkaldırı ve kıyam hareketi başladı.

"İmam Türkiye'ye sürgün ediliyor"

İnkılâba giden süreçte İmam'ın ismi Kum'da, 1963 yılındaki pek çok kişinin şehit olmasına yol açan Şah karşıtı olaylarda öne çıkar. İmam, ulemayı ve halkı açıkça şaha karşı tavır almaya çağırır. Sonunda ise hapis ve sürgün hayatı vardır. Önce Türkiye'ye, sonra da Irak'a sürgün gider.

"İmam ulemanın suskunluğunu zorba rejimle aynı safta olarak nitelendiriyor"

1963 baharında yaptığı konuşmasında, şah rejiminin işlediği son cinayetler karşısında hala sessizliğini bozmayan Kum, Necef ve diğer şehirlerin âlimlerini sert bir dille eleştiren İmam, "Bugün susmanın anlamı, zorba rejimle aynı safta durmaktır!" diye haykırıyordu.

" İnkılâbın başlangıcı 15 Hordad (Haziran) Kıyamıdır"

Bu kıyamın en belirgin iki özelliğinden biri İmam Humeyni'nin liderliğini vurgulaması diğeri ise kıyamın sebep, şiar ve hedeflerinin tamamen İslâmi olmasıydı. Daha sonra bütün dünyada "İslam İnkılâbı" adıyla tanınacak olan çağın emsalsiz İnkılâbının başlangıcı işte bu 15 Hordad (Haziran) kıyamıdır. 

"İmam tutuklanıyor"

15 Hordad sabahı, İslam İnkılâbı Rehberi'nin rejim tarafından tutuklandığı haberi Tahran, Meşhed, Şiraz ve diğer şehirlere de yayıldı. Kum'da yaşanan facianın bir benzeri de bu şehirlerde de yaşandı. 
 

İmam her seferinde, Şah'ın Amerika ve israil'in dostu olduğunu dile getiriyor

İmam Humeyni kendisini ziyarete gelen Müslümanlara yaptığı konuşmalarda hiç çekinmeden bizzat şahı suçluyor ve bütün bu cinayetlerden sorumlu tuttuğu şahın Büyük Şeytan Amerika ve Siyonist israil'in dostu ve müttefiki olduğunu vurgulayarak açıkça herkesi şaha karşı kıyam edip başkaldırmaya çağırıyordu. 

"Herkes, hiç çekinmeden açıkça kıyam etmelidir"

İmam Humeyni 1977 yazında yayınladığı bir bildiride şöyle diyordu: "Yurtiçi ve yurtdışında vuku bulan son gelişmeler ve şah rejiminin işlediği cinayetlerin yurt dışındaki çevrelere ve medyaya yansımış olmasına binâen; yurtiçi ve yurt dışındaki ilmi ve kültürel çevreler ve vatansever insanlar, üniversiteliler ve İslam dernekleri için bulundukları yerlerde hiç vakit geçirmeden değerlendirmeleri gereken bir fırsat doğmuş bulunmaktadır: Herkes, hiç çekinmeden açıkça harekete geçmeli, kıyam etmelidir şimdi!" 

İmam'ın Irak'tan çıkarılması kararının alınmasından sonra, İmam Humeyni 6 Ekim 1978 günü İmam Paris'e giriş yaptı.

14 Yıllık sürgünden sonra İmam'ın İran'a Dönüşü 
Nihayet İmam Humeyni 14 yıllık bir sürgünden sonra kendi iradesi ve uğruna can vermeye hazır milyonluk kitlelerin davetleriyle 1 Şubat 1979' da vatanına döndü. Ülkenin dört bir yanından İmam'ı karşılamaya gelen coşku ve heyecan o kadarda umut dolu milyonluk kitleler bütün dünyayı şaşkına uğratmış ve İslam inkılâbının gerçeklerini örtbas edebilmek için elinden gelen gayreti sarf eden Siyonist güdümlü medya bile İmam'ı karşılamaya gelenlerin 4 ila 6 milyon kişi civarında olduğunu belirtmek mecburiyetinde kalarak kısmen de olsa gerçeği itiraf etmişti.

"Şah gitmeli" dedi ve öyle oldu

İmam'ın Fransa'dan İran'a gönderdiği mesaj çok açık ve netti: “Şah gitmeli!..” Nitekim öyle oldu; 1 Ocak 1979'da Şah ülkeyi terk etti. 1 Şubat 1979'da da İmam Paris'ten uçakla İran'a döndü.  İmam'ı on dört yıl önce sürgüne gönderen Şah, geri dönmemek üzere İran'ı terk etmişti.  İmam, İran'a geldiğinde yaptığı ilk iş; Beheşt-e Zehra Mezarlığı'ndaki,  İslam kıyamında şehit olanların mezarlarını ziyaret etti.

İran İslam Cumhuriyeti resmen kuruldu

İmam'ın dönüşüyle İslam İnkılâbı doruk noktasına ulaşmış ve İslam İnkılâbı, Dehei Fecr (Şafakta On Gün) olarak adlandırılan 10 günlük gibi bir zaman diliminde zafere ulaşmıştır. İmam,  İran halkının gerçekleştirdiği İslam İnkılâbının ardından bundan 36 yıl önce, yani 11 Şubat 1979 tarihinde halkoyu ile İran İslam Cumhuriyeti Devleti'ni kurmuştur.

1 Nisan 1979'da halkın şahlıktan mı, yoksa İslam Cumhuriyeti'nden mi yana olduğu konusunda referandum yapıldı ve İran İslam Cumhuriyeti ilan edildi. 2 Aralık'ta da hazırlanan anayasa taslağı referandumla kabul edildi. 4 Kasım tarihinde bir grup öğrenci ABD'nin Tahran Büyükelçiliği'ni işgal ederek, çalışanları rehin aldı, olay 444 gün devam etti.

İmam'ın cenazesine 15 milyon kişi katıldı

İran İslam İnkılâbı Rehberi İmam Humeyni 1989'da vefat ettiğinde, cenazesine katılan ve gözyaşı döken insan sayısının 10-15 milyon civarında olduğu belirtiliyordu. İmam; tebliğ, hicret, fetih ve devrimle görevini ifa etti. İmam'ı mezheplerin dar kalıpları içinde değerlendirmek büyük bir haksızlık olacağı gibi emperyalizmin ekmeğine de yağ sürülmüş olacak. İmam, antiemperyalist duruşu, tavizsiz kişiliği ve feraseti ile ümmete ve mustazaf halklara örnek bir önder olmuştur. O dünyanın hemen hemen her tarafında İslam'ı yaşamanın çok zor olduğu bir dönemde İslam'ın sesini yükseltmiş, gerçekleştirdiği inkılâp, İslam âleminin uyanmasına, silkinmesine büyük katkı sağladı.

Gelinen süreç düşmanın bütün hayallerini boşa çıkarttı

İslam İnkılâbı kurucusu İmam Humeyni vefat ettiğinde, İnkılâbın kendisiyle beraber son bulacağını iç ve dışta birçok insanın taşıdığı temenni düşüncesiydi. Gelinen süreç düşmanın bütün hayallerini boşa çıkarttı.

İran İslam İnkılâbı sonrası Devrimin üzerinden 36 sene geçti. İslam Devrimi'nin hemen çökeceğini düşünenler hayal kırıklığına uğradılar ve sürecin uzaması ile ilgili sebepler aramaya başladılar.

“İmam Humeyni tarihin akışını mazlumların lehine olacak şekilde değiştirmiştir”

İmam Humeyni hak-batıl mücadelesini soyut bir teori olmaktan çıkarıp onu somut bir pratiğe dönüştürmüştür. Hak-batıl mücadelesinin sadece bir etnisite, mektep veya mezhep ile sınırlanmaktan çok daha büyük ve kutsal, tüm insanlığı kuşatan bir dava olduğunu ortaya koydu. Bu mücadelenin bütün bir yerküreyi kapsayan “mustazaf ve müstekbir”ler savaşı olduğunu halklara öğretti. İmam halklara gösterdi ki tarih boyunca yaşanan, şimdi yaşanmakta olan ve gelecekte yaşanacak olan küresel müstekbirlere karşı ırkı, dini ve mezhebi fark etmeksizin küresel mustazafların savaşıdır. Ve yine öğretti ki, mustazaflar için izzet ve onurun kaynağı ve adalet, hürriyet, eşitlik temelli bir dünya kurabilmenin yolu müstekbirleri devirmekten geçmektedir.

İmam Humeyni hak-batıl mücadelesini yeniden tanımlayarak onun esasında küresel bir mustazaf-müstekbir savaşı olduğunu ortaya koymakla kalmamış aynı zamanda bunların müşahhas karşılıklarını da insanlığa tanıtmıştır. İnsan ve insanlığın en büyük düşmanının emperyalizm ve siyonizm elbiseleri ile hükümet eden ‘Büyük Şeytan Amerika' ve Siyonist israil' olduğunu; dünyanın hangi coğrafyasında hangi dinden ve hangi mezhepten olursa olsun emperyalizm ve siyonizm ile iş tutan hükümet ve liderlerin müstekbir olduklarını beyan etmiştir. Ve İmam öğretti ki, emperyalizm ve siyonizmin karşısına kurumsal olarak dikilen ve onların sömürgeci ellerini mustazafların yakasından kesmek isteyen İslam İnklılabı, hakkın kalesidir.

“Ana cephe Filistin ve kutsal Kudüs davası”

İmam Humeyni, mustazafların müstekbirlere karşı varoluş savaşında ana cephenin neresi olması gerektiğini de tayin etmiştir. Bu cephe; Filistin ve kutsal Kudüs davasıdır. İmam Humeyni ortaya koydu ki; emperyalizm ve siyonizm, İslam İnkılabı ve dostları ile bu cephe üzerinden hesaplaşmaktadır. Ve bu cephe öyle bir cephedir ki, turnusol kâğıdı gibidir. İster bireysel olsun ister kitlesel, fert ve toplumların, hükümet ve liderlerin, aydın ve entelektüellerin, şeyh ve kanaat önderlerinin, akademisyen ve gazetecilerin gerçek durumunu anlamamız için Kudüs davası şaşmaz bir mihenk taşıdır.

İmam Humeyni vahdetin temellerini atmıştır

İmam Humeyni, ırkı dini ve mezhebi ne olursa olsun tüm müstekbirlerin bir vücut ve yekpare bir cephe olduklarını insanlığa gösterdi. Bu yekpare küresel müstekbir cepheye karşı mücadele etmek için tüm Müslüman halkların hatta dünyadaki tüm mazlum ve mustazaf milletlerin her türden ulusal, dini, mezhebi ihtilafları bir kenara koyarak küresel mustazaflar cephesini oluşturmaları gerektiğini ortaya koydu. İmam hayatı boyunca evrensel istikbara karşı evrensel mustazaflar cephesini oluşturabilmek için gayret gösterdi. Gerek öğretisi ve gerekse pratiği ile örnek ve önderlik yaptı. Emperyalizm ve siyonizme karşı Müslüman ve mustazaf halkları bir ve beraber olmaya davet ederken pratik bir örneklik olarak küresel vahdetin ilk tuğla, ilk harcı olacak “Kudüs Günü”nü ilan etti.

İmam Humeyni'nin etkisini bugün yeryüzünün her yanında hissetmek mümkündür. Latin Amerika'da emperyalizme meydan okuyan halkların sıkılı yumrukları da İmam'ın etkisinin meyvesidir, kara Afrika'nın derinliklerinde insan onurunu kurtarmak isteyenlerin zulme meydan okuyan duruşları ha keza.

israil'in yenilmezlik efsanesini tarihin çöplüğüne fırlatıp atan Hizbullah'ta İmam Humeyni'nin mektebinin ürünüdür, Yemen de siyonizm, emperyalizm ve onların yerli uşaklarına sahrayı dar eden Yemen halkı da İmam'ın etkisiyledir.

İmam ve İnkılâbı için ne dediler

Profesör Hamid Mevlana, Washington D. C. Üniversitesi, Uluslar Arası İletişim Bölümü Kurucusu ve Başkanı:
Bence 20. yüz yılda hiç bir ses, İmam Humeyni'nin sesi kadar dünyayı sarsmadı.

Ahmed Huber, İsviçreli Müslüman gazeteci 
Bu gün Avrupa'da Berlin Duvarının yıkılmasının sizin başlattığınız inkılâpla bağlantılı olduğu düşünülüyor. Bu İslami kıyamın tesirleri Avrupa'da hissediliyor.

BMT genel sekreteri 
İran milleti büyük bir lideri kaybetti ve ben bu ülke Müslümanlarının büyük acısını çok iyi anlıyorum.

Ayetullah Seyyid Muhsin Hüccet, Afganistanlı âlim 

İmam Humeyni sürekli Şii-Sünni kardeştir, derdi. İmam Humeyni (ra) vahdet ve dayanışmadan söz ederdi. İmam şöyle derdi: Müslümanların başına gelen her felaketin sebebi, tefrikadır.

Afganistan İslami Hareket Lideri 
İslam dünyası büyük liderini kaybetti. Tüm mağdurların ve tüm mustaz'afların lideri İmam Humeyni idi.

Pakistan Cumhurbaşkanı
İmam Humeyni'in İslam dinine kazandırdığı izzet ebediyen kalacaktır. 

Hamid Algar, Amerika üniversiteleri Öğretim Üyesi
İmam Humeyni (ra) insanların kalplerine hayat verdi. Gerçi bu gün imam Humeyni (ra) fiziksel olarak aramızda değil, ama onun düşüncelerini yaşatmamız gerekir. 

İmam Buhari, Hindistanlı Müslümanların Lideri 
İmam Humeyni (ra) mümin, müctehid, tarih yazan ve son asırın mimarı olan bir şahsiyetti. Onun gibi mücahid bir insanin son asırda eşi yoktur.

Muhammed Cemali, Pakistan Senato Meclisi Başkan Yardımcısı
İmam Humeyni'nin özgürlük ve bağımsızlık mesajı dünya halkı için her zaman tazedir ve şimdiki durumda bu mesajı yaygınlaştırmak için çalışmak gerekir. 

Bosna Hersek Milli Eğitim Bakanı 
İslam inkılâbından sonra biz Bosna Hersek'te İmam Humeyni'den büyük babamız olarak söz ediyoruz ve onun kim olduğunu ve ne denli insanların uyanışında etkili olduğunu çok iyi biliyoruz. (İLKHA)


İmam Hamenei, İran İslam Cumhuriyeti Meclisi açılış töreni münasebetiyle milletvekillerine mesaj gönderdi.

İran İslam Cumhuriyeti yetkilileri, siyasi kişiler ve silahlı kuvvetler komutanlarının katıldığı törende, İmam Hamenei’nin meclisin açılış töreni münasebetiyle göndermiş olduğu mesajı İmam Hamenei’nin Ofis Başkanı Muhammedi Gulpayigani tarafından okundu.

İmam Hamenei mesajında: Meclisin, ülke yönetiminde olan büyük rolüne vurgu yaparak; halkın meclis seçimlere yüksek oranda katılımını, İslam Cumhuriyetine olan yeniden biati olduğunu belirtti.

İmam Hamenei; halkın bu vefakarlığının, ülke yetkililerinin sorumluluğunun daha da ağırlaşmasına neden olduğunu açıkladı.

İmam Hamanei’nin yollamış olduğu mesajda şu ifadeler yer aldı: “Dünya ve bölgenin karışık durumu, uluslararası sulta sistemi ve etrafındakilerin maceracılığı, İslam Cumhuriyetini geçmiştekinden daha karışık bir durumla karşı karşıya bırakmıştır. Ülkenin bu durumla karşı karşı geldiğinde güçlü olması için tüm yetkililerin akıllı, kararlı ve planlı olmaları gerekir. Siz Sayın Milletvekilleri inkılabi ve kanuni görevlerinize göre;  istikbarın hileleri, dolandırıcılıkları ve gözü doymazlığına karşı meclisi güçlü bir sipere çevirip, meclisi Müslüman ve İnkılabı halkın sığınağı olarak kurmalısınız.”

İmam Hamenei yollamış olduğu mesajında ayrıca; milletvekillerinin; direniş ekonomisi, İslami kültürün ülkede derinleşmesi, sosyal adalet,  ülkenin bağımsızlığı ve ilerleyişi konularında dikkatli olmalarının zorunlu olduğunu belirtti.

İngiliz Şiiliği ise işin başında “velayet-i fakih“ doktrinine karşı aynı şeytani güçler tarafından Telaviv ve Londra’da hazırlandı, ve Londra’daki bazı Şii merkezleri tarafından Şia dünyasına aktarıldı. Irak merkezli bazı taklit merciilerinin Londra’daki temsilcilik ofisleri ve merkezleri maalesef bu akımın yayılmasına aracılık ve yataklık etti. Önceleri falanca taklit merciinin daha üstün(a’lem) olduğu iddiasıyla yayılan bu akım günümüzde müstekbir güçlerin İslam dünyasında ve özellikle de Şii bölgelerde truva atı görevi yapmaktadır.

Bismillahirrahmanirrahim

“Muhammed, Allah’ın peygamberidir ve onunla beraber bulunanlar, kafirlere karşı çetindirler, kendi aralarında merhametli, onları görürsün ki rüku etmekteler, secdeye kapanmaktalar Allah’tan lütuf ve ihsan ve razılık dileyerek; yüzlerinde, secde eserinin alametleri görünmededir ve onların bu vasıfları, Tevrat’ta da vardır ve onlara ait bu vasıflar, İncil’de de var; adeta ekilmiş bir taneye benzer ki filiz vermiştir, derken filizi kuvvetlenmiştir, derken kalınlaşmıştır da dümdüz boy vermiştir, gövdelerine dayanıp yücelmiştir; ekincileri şaşırtır, sevindirir, kafirleri, bununla kızdırıp yerindirmek için. Allah, inananlara ve iyi işlerde bulunanlara yarlıganma ve pek büyük bir mükafat vaad etmiştir.” Fetih/ 29

Geçen Cuma hutbesinde Amerikan İslam‘ı ve İngiliz Şiiliğine aynı şekilde tepki verilmesine dair ifade ettiğimiz sözlerimiz hakkında çeşitli kesimlerden bazı sözlü ve yazılı olumlu ve eleştirel tepkiler aldık. Alim ve aydınlarımızın bu gibi hassas konularda duyarlı olmaları takdire şayan bir gelişme olarak değerlendirilmelidir. Eleştirel tepkilerden biri de www.intizar.web internet sitesinin değerli yöneticileri tarafından verilmiştir.

Özelde bu kardeşlerimizin genelde çeşitli çevrelerin zihinlerindeki mübhem noktaların aydınlanmasına ayrdımcı olur ümidiyle birkaç noktanın yeniden aydınlığa kavuşturulması gerektiğne inanıyorum:

Amerikan İslam’ı ve İngiliz Şiiliği yeni bir konu olmayıp İslam İnkılabı’nın 1979 yılında İran’da zaferinden sonra ümmetin birlik ve beraberliğini yeniden ihya çalışmalarına karşı, bu çabaları başarısız kılmak amacıyla küresel istkbar/emperyalizmin zamanımızdaki önderi ABD, sömürü sistemini ABD’ye miras bırakan İngiltere, İslam dünyasının kalbine yerleştirilen Siyonist Rejim ve bu üçlünün İslam dünyasındaki gönüllü ve kukla işbirlikçileri tarafından başlatılmıştır ve hala da sürdürülmektedir.
Amerikan İslam’ı ve İngiliz Şiiliğinin ne anlama geldiğini daha önce açıkladık (http://rasthaber.com/ingiliz-siiligine-tepki-amerikan-islamina-da-gosterilmelidir/) yeniden üzerinde durmaya gerek yok. Amerikan İslam’ı yerine “Amerikan Sünniliği“ teriminin kullanılması yanlış ve tehlikelidir. Amerikan İslam’ı İslam İnkılabına paralel olarak Sünni- Şii demeden İslam dünyasının her yanında, İngiliz Şiiliği ise şiiler arasında sahnelendi. Her ikisinin de prototipi önce Avrupa ülkeleri ve Amerika’da hazırlanıp bu ülkelerdeki İslam merkezlerinin desteklenmesi suretiyle hayata geçirildi ve bu virus daha sonra bu merkezlerin aracılığıyla hedef ülkelere aktarıldı.
İşin başında Batı ülkelerindeki merkezlerin İslam İnkılabı düşüncesinden koparılarak karşı cephede yer almaları işini, ayrı bir ifadeyle Amerikan İslam’ının yayılması görevini Suudi Rejimi ve Vahhabilik akımı üstlendi. Petro-Dolarların gücüyle başarı kaydedilince aynı yöntem İslam ülkelerinde de uygulamaya koyuldu. İslam İnkılabının zaferinden önce Suudilerin ve Vahhabiliğin İslam dünyasındaki –özellikle de Türkiye‘deki- menfur konumunu bilmeyen yoktur. Bugün ülkemiz de dahil birçok ülkede cemaatlerden tutun hükümetlere kadar çeşitli kesimlerin Suudilerle/Vahabilerle işbirliği boyutu Amerikan İslam’ının geldiği noktayı göstermesi açısından ibret vericidir.
İngiliz Şiiliği ise işin başında “velayet-i fakih“ doktrinine karşı aynı şeytani güçler tarafından Telaviv ve Londra’da hazırlandı, ve Londra’daki bazı Şii merkezleri tarafından Şia dünyasına aktarıldı. Irak merkezli bazı taklit merciilerinin Londra’daki temsilcilik ofisleri ve merkezleri maalesef bu akımın yayılmasına aracılık ve yataklık etti. Önceleri falanca taklit merciinin daha üstün(a’lem) olduğu iddiasıyla yayılan bu akım günümüzde müstekbir güçlerin İslam dünyasında ve özellikle de Şii bölgelerde truva atı görevi yapmaktadır.
Bu her iki komplo planı da aynı değerde tehlikelidir ve müslümanlar sünnisiyle şiisiyle bu tehlikeye karşı uyanık olmalıdırlar. İmam Hamanei’nin „İngiliz Şiiliği“ tabirini birkaç yıl önce sarih bir şekilde kullanması meselenin ortaya çıkış tarihi değildir. Belki sorunun halk tabanına yayılması aşamasında halk kitlelerini aydınlatmaya yöneliktir. Yoksa hem İmam Humeyni hem İmam Hamanei daha İslam İnkılabı’nın ilk yıllarından beri doğrudan veya dolaylı olarak daima bu tehlikeye dikkat çekmişlerdir. Bizim bu hususlara duyarlılığımız yeni olmayıp daha Türkiye’de gündeme gelmeden yıllarca önce Avrupa’daki çeşitli seminer ve konferanslarda tehlikenin boyutlarına dikkat çekmiş ve yazılar yazmış bulunuyoruz. Rasthaber sitesindeki yazılarımıza bu sitenin birkaç yıl arayla iki defa kapatılmasından dolayı maalesef ulaşılamamaktadır. Sadece bir örnek olması için aşağıdaki linke bakılabilir: http://tr.jamnews.ir/TextVersionDetail/271160
Konudan uzak olduğumuza dair iddialar doğru değildir. İngiliz Şiiliği Türkiye’de daha gündemde bile değilken biz Avrupa‘da yıllardan beri Londra kaynaklı bu sapkın düşünceye sahip kişi ve çevrelerle mücadele halindeyiz.

Allah(cc) Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
“Ey İman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa zarar verirsiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.“Hucurat/6

Ayet, müminlere hitaben duydukları bir haberi araştırmalarını emrediyor. İletişim çağında sosyal paylaşım siteleri haberin en hızlı yayılmasını sağlayan araçlardır. Ama bu iletişim kolaylığı ve süratin birtakım eksilerinin de olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Dolayısıyla sosyal medya üzerinden yayınlanan bir haber bir mümin kardeşimiz hakkında kesin yargıya varmamız için yeterli değildir.

Bu olayın polemik konusu yapılıp daha da vahim durumlar oluşmasına sebebiyet vermemek, siyonistlerin ekmeğine yağ sürmemek için herkesin duyarlı olması gerektiğini düşünüyoruz. Biz ilahi vazife gereği İngiliz Şiiliğine hizmet edenleri deşifre etmenin yanısıra onların oyunlarına alet olanları da uyarmayı kendimize bir görev biliyoruz.

Öncelikle malum olay ile ilgili yanlış bilgilerin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’de henüz gündeme gelmeden ve buna tepki gösterilmeden önce olaydan haberdar olduk. İnternette yayınlanan bir resimi bahane edip incelemeden araştırmadan saldırmak yerine Kur‘an’ın emri gereği araştırmak ve gerçekleri öğrenmek için doğrudan kendileriyle görüştük. Görüşmeye katılanların kendilerine ulaştık ve görüşmelerin mahiyetini öğrendik. Yanlış yaptıklarını hatırlattık. Bu arkadaşlar verdikleri cevapta İngiliz Şiiliği çevreleriyle uzaktan yakından bir bağları olmadığını, İngiliz Şiiliği ile alakalı bir tavır ve davranışlarının bulunmadığını, hatta bu oyundan habersiz olduklarını belirttiler. İnternette; email, whatsApp, facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde paslaşarak değil , Iğdır ve İstanbul‘da kendileriyle yüz yüze görüştük. Bu görüşme, ilk defa İngiliz Şiililerinin kendi televizyonlarında yayınlandı , sonra da resimleri internette servis edildi. Görüşenler ise daha sonra olacaklardan habersiz kendi sitelerinden yayınladılar.İngiliz uşaklarının servis ettiği görüşme bandı ve resminin arkasında bir oyun olduğunu açıkladık. Konunun üzerine fazla gidilmemesi gerektiğini, kasıtsız ama basiretsiz ve bilinçsizce sıradan bir ziyaret olduğunu hatırlattık. Bunun başka mecralara çekileceğini söyledik.
Şimdi konu, İngiliz Şiilerine ve onlarla görüşenlere tepki gösterilip gösterilmemesi konusu değildir, konu ingiliz şiilerinin servis ettiği tv kayıdı ve resim ile fitne çıkarmalarına karşı dikkatli olmaktır. Yani görüşenler, bu ziyaretlerinde İngiliz Şiiliğini benimseyecek bir davranışta bulunmamışlardır ama ingiliz şiileri bunu kullanmışlardır. Biz de bunu fark edip Türkiye’de dostları oyuna gelmemeleri için uyardık. Malesef bazı kardeşlerimiz acaleci davranarak konuyu incelemeden tepki gösterdiler ve Cuma hutbesindede de işaret ettiğimiz oyuna geldiler. Yoksa maksadımız, İngiliz şiiliğinin maşalarını ve onlarla görüşenlerin hatalarını savunmak veya temize çıkarmak değilidir.
Avrupa Ehlibeyt Alimler Birliği olarak bir bildir yayınladık, orada da ilahi vazifemiz gereği fitneye dikkat çektik.
http://rasthaber.com/ateab-birlige-cagirdi/

İnsanın aklına “bulanık suda balık mı avlanıyor“ düşüncesi geliyor. İngiliz Şiiliğini bahane edip birilerinden intikam mı alınmak isteniyor? Amacımız Amerikan İslam’ı ve İngiliz Şiiliğinin mahiyetini ifşa etmek ve her ikisine de gereken tepkiyi göstermeye dikkat çekmektir.

Aydınlatılması gereken sorulardan biri de; İngiliz Şiiliğinin maşalarıyla görüşenlere karşı bu kadar katı tavır alınırken Amerikan İslam’ını hakim kılan devlet kurumuyla irtibatta olmak neden maslahat oluyor?

Bizim mücadelemiz Amerikan İslam‘ı ve İngiliz Şiiliğine karşı aynı seviyede olmalıdır. Bunun yanısıra müstekbirlerin planlarını da iyi okuyup basiretli davranmaktır. Bizi kutuplara bölüp birbirimize karşı cepheleştirmelerine engel olmaktır.

Siyaset-din ayrılığını savunan düşünce, Batı istikbarı ile uyum içinde yaşayan bir düşünce, Batı insan hakları beyannamesini temel yasa olarak kabul eden düşünce, müstekbirlerle barış, uzlaşma ve kardeşce geçinmeyi öngören düşünce, dinin tağut rejimlerinin emrinde olmasına rıza gösteren düşünce, istikbara, zülme, sömürü ve işgale karşı direnişi rededen düşünce Amerikan İslam’ının nişaneleridir. Amerikan İslam’ını ilk defa Merhum İmam Humeyni gündeme getirmiştir.

İngiliz Şiiliği; Amerikan İslam’ına paralel olarak “velayet-i fakih“ düşüncesini devre dışı bırakmak isteyen bir zihniyet, dini merceiyeti zayıflatıp inzivaya sürüklemek isteyen bir zihniyet, tağutlara karşı kıyam, inkılap ve direnişe karşı bir zihniyet, istikbara karşı mücadele ve cihada karşı bir zihniyetten ibarettir. İngiliz Şiiliğini de ilk defa açık bir şekilde İmam Hamanei dile getirmiş ve tehlikelerine dikkat çekmiştir.

Son söz: Şeytanın hilelerinin sonu yoktur. Amerikan İslam’ına mücadele verilmesi gerekir, ama bu mücadelede dikkatli olunmazsa bazen onların oyununa gelinebiliyor. İngiliz Şiiliğine karşı mücadele verilmelidir, ama karşı tavır koyayım derken bazen şeytanın oyunlarına gelinebiliyor. Hepimizin dikkatli olması gerekir.

Sabahattin Türkyılmaz

Pazartesi, 30 May 2016 19:45

Kasım Süleymani, Irak’ta Ne Yapıyor?

Korgeneral Kasım Süleymani komutası altındaki İran’ın askeri danışmanlarının Irak’ta bulunması, bu ülkenin kanuni hükümetinin isteği üzere ve Irak ve bölgeyi istikrarsızlaştırıp güvensiz hale getiren teröristler ve radikallere karşı mücadele içindir.”


Irak El-Haşad El-Şabi Gönüllü Halk Güçleri Komutan Yardımcısı Ebu Mehdi El-Muhendis, “İranlı danışmanlar, savaşın başladığı andan itibaren bizim yanımızdaydılar” açıklamasında bulunarak; “Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’nin Irak’ta bulunması Bağdat’ın isteği üzerine gerçekleşti” dedi.

Irak Gönüllü Halk Güçleri Komutan Yardımcısı Ebu Mehdi El- Muhendis, cumartesi günü el-Sumaria News’e verdiği demeçte şu açıklamalarda bulundu:

“Özellikle değerli kardeşim Kasım Süleymani olmak üzere; İranlı danışmanlar çatışmaların başladığı günden itibaren bizim yanımızdaydılar. Kasım Süleymani’nin Irak’ta bulunması, hükümetin isteği ve Irak Silahlı Kuvvetler Komutanı’nın onayı ile idi.

Iraklılar sahip oldukları olanaklarla terörizmi bastırabilirler. Gönüllü Halk Güçleri hiçbir siyasi projenin peşinde değildir ve bizim hedefimiz pratik olarak siyasete destek vermektir.”

Irak Gönüllü Halk Güçleri Komutan Yardımcısı’nın bu açıklamaları Suudi yetkililerin Kasım Süleymani ve beraberindeki Kudüs Ordusu’nun Irakta bulunmasına ilişkin tepki göstermesinin hemen ardından gerçekleşti. Arabistan Dışişleri Bakanı Adil El-Cubeyr, geçen hafta Siyonistlerin yürüttüğü politikaya paralel olarak; “İran ordusu Suriye ve Irak halkıyla savaşıyor ve dünya genelinde yıkıcı operasyonlar gerçekleştiriyor. Sülaymani’nin ve ordunun Irak’taki girişimleri, bizim açımızdan kabul edilemez bir durumdur!” demişti.

Öte yandan; İran Dışişleri Bakanı Sözcüsü Hüseyin Cabir Ensari de cuma günü öğleden sonra El-Cubeyr’in İran ve Kasım Süleymani karşıtı saldırgan sözlerine cevap olarak şu açıklamalarda bulundu:

“Korgeneral Kasım Süleymani komutası altındaki İran’ın askeri danışmanlarının Irak’ta bulunması, bu ülkenin kanuni hükümetinin isteği üzere ve Irak ve bölgeyi istikrarsızlaştırıp güvensiz hale getiren teröristler ve radikallere karşı mücadele içindir.”


Velayet-i Fakih teorisi, beklenen büyük kurtarıcı Mehdi (a.f)’nin gaybetinde yönetimin “liyakat sahibi fakih” eliyle yürütülmesi ve “ilahi adalet devleti” (yani Mehdi (a.f) hükümeti) için zemin oluşturmayı amaçlar. Teori, bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında İmam Humeyni (r.a)’nin öncülük ettiği bir devrimle pratiğe dönüşmüştür.

 Allah’ın adıyla

Şu an Atlas Okyanusu kenarından Hint Okyanusu’nun diğer ucuna kadar İslam dünyası bir hercümerç içerisinde. İslam ülkelerinin her biri ya bir iç savaşla boğuşuyor ya diğer bir İslam ülkesindeki iç savaşın tarafı olmuş ya da terörün pençesinde inliyor durumda. Özellikle de Ortadoğu. İnsan ve “insanlık”ın kadim yurdu Ortadoğu hâlihazırda zulüm, kan ve gözyaşından oluşan bir ateş deryasına dönmüş vaziyette.

Tüm dünya Ortadoğu ile yatıp Ortadoğu ile kalkıyor: Askeri olarak müdahale edenler, siyasi olarak destek verenler, pay kapmaya rol çalmaya çalışanlar, kendince çözüm üretenler ve kendini vazgeçilmez görenler… Suriye vekalet savaşını “Suriye’nin dostları” adıyla Amerika öncülüğünde bir araya gelen yüz beş ülkenin birlikte kotardığını, Suriye vekalet savaşına seksen (bir başka rapora göre yüz yirmi) ülkeden “tekfirist cihatçı” katıldığını, P5+1 olarak adlandırılan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya’dan her birinin Akdeniz ve Arap Yarımadası civarında belli bir askeri varlığının yer aldığını, bölgede askeri olarak yer alamayan onlarca ülkenin siyasi, lojistik ve mühimmat yardımı ile mevzi edinmeye çalıştığını dikkate aldığımızda bölgedeki vahamet açığa çıkmış olmakta.

Şunu merak etmemek mümkün değil: Neredeyse tüm dünyanın bir tür müdahil olduğu Ortadoğu’da esas oyun kurucular kimdir? Ve bu oyun kuruculardan kim neyin peşindedir?

Hepimiz biliyoruz ki, Ortadoğu’da ki müdahil gücün ana eksenini “Batı Medeniyeti” bloku oluşturmaktadır. Avrupa, Kuzey Amerika ve Avusturalya ülkeleri ile İsrail’den oluşan Batı Medeniyeti içerisinde dünyada etkin ve söz sahibi pek çok ülke vardır. Amerika, Kanada, Fransa, Almanya, İngiltere ve İsrail bunların öncüleri olarak sayılabilir. “Batı Medeniyeti” blokunun bölgede birlikte iş tuttuğu bir dizi uşak ya da yandaş ülkenin olduğu da başka bir gerçektir. Mesela Suud, Katar, Ürdün, Mısır ve Türkiye’de bu gruptan ülkelerdir.

Peki, Batı Medeniyeti bloku içerisinde bunca aktör ve paydaş içerisinden oyun kurucu olan hangisidir? Sözü dolandırmaya gerek yok. Bu blok içerisinde mutlak hakim patron Amerika’dır. Zaman zaman diğer ortak ve paydaşların lokal itiraz, çıkış ve serzenişleri olsa da bu blokun yön ve yöntemini belirlemede Amerika mutlak bir rol ve etki sahibidir.

Amerika, Batı Medeniyeti’nden müttefiklerini bazen ortak bazen basamak olarak görmekte. Ancak İslam ülkelerinden olan müttefikleri Amerika için o anki pozisyon ve plana göre bazen maşa bazen yem ve bazen de ava gittiğini zanneden avdır!

Peki, Amerika Ortadoğu’da neyin peşinde? Amerika, küresel zorbalığın “firavunu” olarak bir “küresel sulta düzeni” kurma peşinde. Küresel sulta düzeni için Batı dünyasında gerekli düzen büyük oranda tesis edilmiş ve roller dağıtılmış durumda. Ancak mutlak olarak gerek siyasal gerek ekonomik ve gerekse stratejik olarak dizayn edilmesi gerekli bir coğrafya var: Ortadoğu.

Amerika’nın Ortadoğu’da ki ekonomik ve stratejik kaynakları kullanmak ve sömürmek istediği bir gerçektir. Ama Amerika’yı bölgeye tahakküm kurma çabasına iten esas neden bu değildir. Zira bölgedeki ülkelerin birkaç istisnası dışında neredeyse tamamı ya uşağı ya da yandaşıdır. Amerika’yı bölgeyi mutlak bir şekilde sil baştan dizayn etme çabasına mecbur eden neden: “Bölgede Amerika’nın küresel sulta sistemine karşı doğmuş ve yayılmakta olan alternatif bir dünya düzeni doktrinidir.”

Evet, Amerika’yı tüm paydaşlarını toparlayarak Ortadoğu’yu cehenneme çevirmeye iten neden: Batı Medeniyeti’nin resmiyette “Liberal Demokratik Dünya Düzeni” olarak adlandırdığı “küresel sulta ve sömürü” sistemine karşı alternatif bir dünya düzeni doktrininin teorik ve pratik olarak hayat bulmuş olmasıdır.

Amerika’nın Ortadoğu’da yapmak istediği esas hamle, bahsi geçen doktrini tüm Ortadoğu’yu etkilemeden ve buradan da dünyaya yayılmadan boğma çabasıdır. Diğer tüm askeri, siyasal, dinsel, ekonomik ve kültürel fitnelerin ana hedefi bu gayeye dönüktür.

Amerika’nın oyun kuruculuğu ve neyin peşinde olduğunu açıklarken ima ile diğer esas oyun kurucunun da kim olduğunu söylemiş olduk. Ortadoğu’da ki ikinci esas oyun kurucu “adalet, hürriyet, eşitlik” temelli bir dünya inşa etmeyi amaç edinmiş olan “İslam İnkılabı”dır. Amerika ve yandaşlarını sistemlerini sarsacağı ve dünyanın geleceğini belirleme planlarına engel olacağı korkusuyla boğmak istedikleri “İslam İnkılabı” ve onun yönetim felsefesi olan “Velayet-i Fakih” doktrinidir.

Velayet-i Fakih teorisi, beklenen büyük kurtarıcı Mehdi (a.f)’nin gaybetinde yönetimin “liyakat sahibi fakih” eliyle yürütülmesi ve “ilahi adalet devleti” (yani Mehdi (a.f) hükümeti) için zemin oluşturmayı amaçlar. Teori, bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında İmam Humeyni (r.a)’nin öncülük ettiği bir devrimle pratiğe dönüşmüştür.

Amerika, ilk günden itibaren İslam İnkılabı’nın ne manaya geldiğini biliyordu. On yıllarca bin bir hile ve desise ile doğmasına engel olmaya çalıştı. Bu çabası sonuçsuz kalınca onu boğmak için doğduğu gün boğmak için harekete geçti. Ancak “liyakat sahibi fakih”in ulvi ve dahiyane yönetimi ile adanmış inkılapçıların fedakarlıkları sayesinde İslam İnkılabı bugün dünyanın kaderini etkilemede esas oyuncu olmaya doğru ilerlemekte.

Öncelikle bölgede olmak üzere tüm kürede mazlum ve mustazaf kitleleri etkilemiş, onlara ümit aşılamış, yol açmış olan İslam İnkılabı’nın bölgesel etkileri üzerine birkaç cümle kurmalıyız ki, Amerika ve yandaşları niçin panikteler ve niçin Ortadoğu’dalar anlaşılmış olsun.

İslam İnkılabı’nın ilk artçıl dalgası Hizbullah’ı doğurdu. Hizbullah ise küresel sulta sisteminin vazgeçilmez parçası olacak olan “Büyük İsrail devleti” projesini örümcek ağı parçalar gibi parçalayıp tarihin çöplüğüne attı. İslam İnkılabı, Suriye ve Irak gibi ülkelerin sadece halklarını değil yönetimlerini de etkileyerek Ortadoğu’da anti-emperyalist, anti-siyonist bir “direniş hattı” kuşağının oluşmasını sağladı.

Ancak İslam İnkılabı’nın esas etkisi halklar üzerindedir. Ve bu etkinin derinliğini ölçmekte kolay değildir. Bugün Ortadoğu’da ırkı, dili, dini ve mezhebi fark etmeksizin kendini anti-emperyalist ve anti-siyonist olarak gören her kim varsa o, İslam İnkılabı’nın yansımasıdır. Velev ki kendisi bunun farkında olsun ya da olmasın. Bunun misali şudur ki, ırmağın aşağılarında sudan yararlananların kaynağı görüp görmemelerinin kaynağın hakikatini değiştirmeye etkisinin olmaması gibidir.

Ortadoğu’da iki esas oyun kurucu vardır: Amerika ve İslam İnkılabı. Diğer tüm ülkeler, örgütler, yapılar ve şahsiyetler bu iki oyun kurucunun etrafındaki paydaş ya da figüranlardır. Hakikat budur ve bu iki güç arasındaki savaş görünenden çok ama çok daha derin, stratejik ve kader belirleyici bir savaştır. Bu savaş yüzeysel bir bakış açısı ile ekonomik ve mevzi kapma yarışı gibi algılanabilir. Ancak bu büyük bir yanılsamadır. Bölgedeki tüm askeri, siyasal, sosyal, dinsel, ekonomik ve kültürel mücadelenin çok derin bir nedeni vardır. Bu savaşın ana nedeni: “Ortadoğu’nun geleceği ne olacak? Dünyanın geleceği ne olacak?” savaşıdır.

“Acaba binlerce yıldır insanlığa tahakküm eden güçlerin zorbalığının zirve noktası olan “küresel sulta düzeni” mi kurulacak yoksa “adalet, hürriyet, eşitlik” temelli bir dünyanın kapıları mı açılacak?” İşte tüm savaş bunun içindir!

Muntazar Musavi 

İran Hac ve Ziyaret Kurumu bir bildiri yayımlayarak; İranlı hacı adaylarının bu yılki hac merasimine katılıp katılamayacağına dair açıklamada bulundu.

İran Hac ve Ziyaret Kurumu tarafından yayımlanan bildiride şu ifadeler yer aldı:

“Biz her yıl olduğu gibi, bu yıl da hac merasimi için program koordine etmek üzere toplantılar düzenliyorduk ve şimdiye kadar haccın gerçekleştirilmesine dair hiçbir şüphe yoktu. Muazzam bir hac organizasyonu düzenlemekte kararlıydık.

Görüşmelerin ikinci turunda Arabistan sorumlularının verdikleri bütün sözlere rağmen, ikinci İran heyetinin seyahat vizesi 45 gün gecikmeyle ve yeni Suudi Arabistan Hac Bakanının atanmasından sonra imzalandı ve sonunda İran İslam Cumhuriyeti heyeti, yeni bakanın davetiyle 25.05.2016 tarihinde Arabistan’a hareket etti.

Bu turdaki görüşmelerde İran’da vize çıkartılması ve İran hacılarının İran İslam Cumhuriyeti uçaklarıyla taşınması ve geçen yıl yaşanan acı olaylar sebebiyle ‘İranlı hacıların güvenliği, onuru ve haysiyetinin korunacağının temin edilmesi’ şartıyla hacı gönderileceği belirtildi. Ama Arabistan’ın üst düzey yetkileri arasındaki tutarsızlık ve hac konusuna siyasi bakış sebebiyle bu taleplerimize olumlu cevap verilmemiştir.

Suudi Arabistan kendi medya propagandasına rağmen, iki ülke arasındaki siyasi atmosferin etkisi altında, Haccı siyasi konulara bağlayarak bu esasa göre, her yılki ortak anlaşma metnini değiştirmiştir. Bu yüzden Hac ve Haremi Şerifeyn’den siyasi yarar sağlayan ve İran halkının doğal hakkı olan Hac ibadetini yerine getirmelerine karşı çıkan ve Allah yolunun önüne engel koyan Arabistan’dır. Şu an Hac organizasyonlarını yapabilmek için yeterli zamanın kalmaması ve Arabistan’ın İran İslam Cumhuriyeti’nin haklı

taleplerini karşılamaması ve Suudi hükümetinin devam eden sabotajları sebebiyle, İran İslam Cumhuriyeti hacıları, bu yıl ki Hac merasiminden mahrum bırakılmıştır ve bunun bütün sorumlusu da Suudi Arabistan’dır.”


 İmam Hamenei, İslam İnkılabı’nın ilerleyişinin ve amaçlarının gerçekleşmesinin tek yolunun; ülkenin ciddi manada güçlü olması ve Cihad-ı Kebir, yani düşmanlara asla itaat etmemesi şeklinde olduğunu ifade etti.

İmam Hamenei, İslam İnkılâbı’nın amaçlarına ilişkin olarak şunları söyledi: “İslam İnkılâbı’nın hedefleri; İslam hâkimiyeti, özgürlük, bağımsızlık, sosyal adalet, genel refah, yoksulluk ve cehaletin kökten kazınması, batının ahlak, ekonomik, sosyal ve siyasi fesat saldırılarına direniş ve emperyalizm cephesinin hegemonyasına karşı dik duruş olmuştur.”

İmam Hamenei;  ‘Sulta Sistemi’ kurmayı ‘emperyalizmin doğası’ şeklinde tanımlayarak, “Şüphesiz İslam her türlü istikbar ve zulmü darmadağın eden bir amildir. Ancak İslam bir hükümet sistemi gibi kendisini gösterip; askeri, siyasi, ekonomik, kültürel ve medyadaki güç araçlarına sahip olduğu zaman, emperyalistler karşısında evrensel direniş başlatıp ve sultacılık cephesini dağıtabilir” dedi.

İmam Hamenei sözlerinin devamında; İnkılâbı korumanın ve devam ettirmenin, İnkılabı yapmaktan daha zor olduğunu ifade ederek geçen kırk yılda İslam İnkılabına karşı yapılan saldırıları ve savaşları hatırlattı.

“Biz bu savaşlara karşı yalnızca direniş ve sabırla zafer elde ettik. Düşmanlar ise kaybettiler” şeklinde uyarıda bulunan İmam Hamenei yumuşak saldırıları, dünya emperyalist cephesinin İslam İnkılabına karşı yeni savaş aşaması olduğunu belirterek; “Sürekli olarak uygulanan ekonomik ambargolar, siyasi saldırılar ve insanları aldatmak için yapılan yalancı reklamları bu savaşın yeni metotlarıdır” dedi.

İmam Hamenei; düşmanın saldırısının üçüncü aşamasını devletin içine sızmak olduğunu söyleyerek;“Emperyalist cephe sızma stratejisinde birkaç önemli hedefi karşısına almıştır. Bu hedefler; karar alma ve uygulama merkezlerini tesir altına almak, halkın inançlarını değiştirmek ve ülke yetkililerinin görüşlerini değiştirmektir” şeklinde açıklamada bulundu.

İmam Hamenei, emperyalistlere karşı direnmenin tek yolunun güçlenmek olduğunu vurgulayarak, Nükleer Müzakereleri hatırlatıp; “Eğer biz; %20 uranyum zenginleştirmesini yapamasaydık, 19 bin santrifüjü üretmeseydik, ağır su tesislerini kurmasaydık batılılar bu konuda bizim karşımızda oturup müzakere yapmazdı” dedi.

İmam Hamenei, hakiki inkılapçı olmanın şartlarını; “Takvalı, cesur, basiretli olmak, gerekli yerde açık sözlü davranmak, başkalarının kınamasından korkmamak, düşmanın cephesini düzgün ve detaylı bir şekilde araştırmak” şeklinde tanımladı.

İmam Hamenei sözlerinin sonunda; “İçinizde olan korku ve yenilgi hissinden sakının. Böyle olursa dışarıda da kaybedersiniz” dedi.