
کارگر
Malezya Dışişleri Bakanı İranda
İran Dışişleri Bakanı Zarif, Malezyalı mevkidaşıyla görüşmesinde iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini vurguladı.Tahran – İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif’in Malezyalı mevkidaşı Anife Aman’la bir araya geldiği belirtildi.
Zarif bu görüşmede, iki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilere değinerek, mevcut ilişkilerin artırılmasında hiç bir sakınca olmadığını bildirdi.
Nükleer anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ardından birçok ülkenin İran’la işbirliğini artırmak için çaba sarfettiğini ifade eden Zarif, Malezya’nın da bu fırsattan yararlanabileceğini belirtti.
Dışişleri Bakanı Zarif, İran İslam Cumhuriyeti’nin sahip olduğu kültürel miraslara değinerek, bir İslam ülkesi olarak Malezya’nın turizm alanında İran’la işbirliği yapabileceğini söyledi.
İki ülke arasındaki ilişkilerin artırılmasını olumlu karşılayan Malezya Dışişleri Bakanı da bu görüşmede, “Malezya ve İran İslam Cumhuriyeti ilişkileri, siyasi ve ekonomik alanlar ile İslam İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde eskisinden daha çok geliştirilebilir” ifadesini kullandı
.
Ruhani:Terörizmle mücadele için İslam ülkeleri birleşmeli
İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin bugün akşam saatlerinde Malezya Dışişleri Bakanı Anife Aman’la görüştüğü belirtildi.
İran ve Malezya’nın dini ortaklıkları ve ayrıca iki hükümet ve halkın arasındaki yakın görüşlere değinen Cumhurbaşkanı Ruhani bu görüşmede, “Biz her zaman iki ülke arasındaki ekonomik, bilimsel ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesini olumlu karşılamışız” dedi.
Ruhani, iki ülke arasındaki ortak ekonomik komisyonların kurulmasıyla Tahran-Kuala Lumpur işbirliğinin artırılacağını bildirdi.
Cumhurbaşkanı Ruhani sözlerinin bir bölümünde, “Bütün müslümanların yolu birdir. Bu yol Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) gösterdiği yoldur. Şu an İslam dünyası farklı sorunlarla karşı karşıyadır. Büyük İslam ülkeleri, düşmanlıkların azaltılması, sorunların çözülmesi ve İslam dünyasında barış ve istikrarın sağlanması için dini ve insani görevlerini yerine getirmelidir” ifadelerini kullandı.
Ruhani, “Günümüzde, gerçek İslam’la hiçbir ilgisi olmayan terör örgütleri cinayetlerini İslam ve cihat adına işliyorlar. Terörizmle mücadele için İslam ülkeleri birleşmelidir” şeklinde konuştu.
İran İslam İnkılabı Rehberi: Filistin’i savunmak, İslam’ı savunmanın simgesidir
Filistin İslami Cihat Genel Sekreteri ve beraberindeki heyet İslam inkılabı rehberi ile görüştü.
İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamaney Pazar günü Filistin İslami Cihat Genel Sekreteri Abdullah Ramazan ve beraberindeki heyete verdiği mülakatında bölgenin bugünkü şartları hakkında yaptığı kapsamlı bir değerlendirmede, cereyan halindeki değişimlerin gerçekte, batının Amerika liderliğinde bölgeyi İslam cephesiyle yapılan geniş ve kapsamlı bir savaş yoluyla ele geçirmek ve ona musallat olmak amacıyla başlattığı çabalarından kaynaklandığını belirterek şunları söyledi: Bugün bölgede başlatılan geniş kapsamlı savaş, 37 yıl önce İran İslam İnkılabı aleyhine başlatılan savaşın devamıdır ve bu mukabelede Filistin sorunu, asli ve merkezi konudur; İran İslam Cumhuriyeti ilk baştan Filistin’i korumayı kendine vazife bildiği gibi, gelecekte de bu vazifesini yapmaya devam edecektir.
İslam İnkılabı rehberi, İran İslam Cumhuriyetinin Filistin sorununa bakışının dönemsel olmadığına vurgu yaparak şunları söyledi: İslam İnkılabı zafere ulaşmadan önce ve mücadele döneminde Filistin’i desteklemek ve Siyonist rejim ile mukabele etmek konusu İmam Humeyni’nin r.a söylemlerinde defalarca beyan edilmiştir. İslam İnkılabı zafere ulaştıktan sonra da Filistin halkını desteklemek bizim ilk işlerimizden biriydi. Bu bakımdan Filistin şiarını savunmak doğal olarak İran İslam İnkılabının zatında olan bir şeydir.
Imam Hamaney konuşmalarına şöyle devam ettiler: İslam İnkılabı Amerika’nın bölgede en güçlü olduğu şartlarda zafere ulaştı; o dönemde görünürde tüm her şey Amerika’nın lehine gibi gözüküyordu; ama İslam İnkılabı, İslam toplumunun bedenine yeni bir ruh üfledi ve bölgenin şartlarını tamamen değiştirdi.
Imam Hamaney, İslam İnkılabına diz çöktürmek veya İslam düzeninin söylemlerinden vazgeçirmek için yapılan değişik ve geniş siyasi, medyatik ve ekonomik baskılara işaret ederek şunları söyledi: Bugün bölgede cereyan halindeki olaylar gerçekte Amerika ile İslam İnkılabının mukabelesidir.
İslam İnkılabı Rehberi, batı cephesinin Amerika’nın liderliğinde İslam cephesi karşısında başlattığı bu geniş kapsamlı savaşın asıl hedefinin bölgeye musallat olmak olduğunu belirterek şunları söyledi: Bölgedeki değişimleri bu açıdan inceleyip değerlendirmek gerekir; bu çerçevede Suriye, Irak, Lübnan ve Hizbullah bu kapsamlı ve geniş mukabelenin bir parçasıdır.
İslam İnkılabı Rehberi, Suriye’deki devletin Şii bir devlet olmadığına işaret ederek şu hatırlatmada bulundu: Buna rağmen İran İslam Cumhuriyeti Suriye devletini desteklemektedir; çünkü Suriye karşısında saf çekenler gerçekte İslam’ın aslıyla düşmandırlar ve Amerika ile Siyonist rejimin menfaatlerinin hizmetindedirler.
Imam Hamaney, Şii-Sünni çatışmasının Amerika ve istikbar güçlerinin planı olduğunu belirterek şunları söylediler: Bölgenin şimdiki şartlarındaki en önemli konu, çatışma halinde olan bu iki cephenin doğru bir şekilde tanınması ve kendimizin nerede olduğumuzun bilinmesidir; zira bu iki cephe arasındaki ayırt edici çizgi doğru olarak bilinmezse, istemeyerek de olsa İslam cephesinin karşısında saf tutabiliriz.
İslam İnkılabı Rehberi, Amerika ve onun takipçileri tarafından İslam düzeni aleyhine son yıllarda başlattıkları geniş ve sabıkasız yaptırımlara değinerek şunları söyledi: Bu yaptırımların asıl amacı, İran İslam Cumhuriyetini bulunduğu yoldan saptırmaktır, ama onlar bu hedeflerine ulaşamadılar ve gelecekte de ulaşamayacaklardır. Biz ilahi vadeler esasınca şuna inanıyoruz ki bu kapsamlı mukabelede zafere ulaşacağız ve bugüne kadar da hep başarılıydık. Nitekim düşmanların amacı İslam Cumhuriyetini ortadan kaldırmak idi, ama bugün İslam düzeni ayakta olmakla birlikte her geçen gün muhtelif alanlarda daha da ilerlemekte ve derinlemesine genişlik bulmaktadır.
Imam Hamaney, Filistin İslami Cihat Genel Sekreterinin Hizbullah’a yapılan baskılar hususundaki sözlerine değinerek şöyle konuştu: Lübnan Hizbullah’ı bu girişimler neticesinde zarar görmeyecek kadar güçlüdür ve bugün Siyonist rejimin Hizbullah karşısındaki korku ve vahşeti kesinlikle geçmişe göre çok daha fazladır.
İslam İnkılabı Rehberi, ilahi sünnetin hak cephesinin zaferi yönünde gerçekleşeceğine dair vurgu yaparak şöyle konuştu: İniş çıkışları da olsa bu zafer kesindir; elbette dökülmeler ve bunun yanında yeşermeler de vardır, ama Allah’ın dinine yardım edenlerin zaferine dair ilahi vade kesindir ve hilafı olamaz.
Bu mülakatın başında Filistin İslami Cihat Genel Sekreteri Abdullah Ramazan, İran İslam Cumhuriyetinin Filistin konusu karşısındaki tutum ve desteklerinden ötürü teşekkür ederek Gazze ve etrafında gerçekleşen son değişimler hakkında bilgilendirmede bulundu ve şöyle konuştu: Gazze halkı muhasara ve şartlar her geçen gün daha da zorlaşsa da sabit ve sağlam bir şekilde direnişe devam etmektedirler.
Abdullah Ramazan, Filistin direniş güçlerinin her geçen gün daha da hazır bir hale geldiklerini ve tasavvur edilemez bir güç ve kabiliyete ulaştıklarını belirterek şunları söyledi: Amerika ve takipçileri yaptıkları planlarında İran İslam Cumhuriyetinden gerçek olmayan bir çehre sunmak istiyorlar ve böylece Siyonist rejimi unutturma peşindeler. Aynı şekilde Şii-Sünni savaşı çıkararak bölgeyi parçalayıp bölmek istiyorlar; bu çerçevede Hizbullah’a olan baskıları artırmış durumdalar. Ama Filistin İslami Cihat Örgütü Bölgedeki değişimleri doğru değerlendirerek Amerika ve Siyonist rejim karşısında Hizbullah’a ve mukavemete olan desteği sürecektir.
ABNA24.COM
Güney Kore Cumhurbaşkanı İranda
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Güney Koreli mevkidaşı Parg Geun Hye ile görüştü.
Cumhurbaşkanı Ruhani, 3 günlük bir ziyaret kapsamında dün 1 Mayıs Pazar günü İran’a gelen Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye ile bir basın toplantısı düzenledi.
Ruhani, Güney Kore Cumhurbaşkanı’na “hoşgeldiniz” diyerek, Ortadoğu ve Doğu Asya’nın önemli ülkeleri olan İran ve Güney Kore ilişkilerinin büyük önem taşıdığını bildirdi.
Cumhurbaşkanı Ruhani “İran ve Güney Kore ilişkilerinin 54 yıllık geçmişinde inişli çıkışlı dönemlerin yaşanmasına rağmen bu ilişkiler genelde iyi bir düzeyde devam etmiştir” dedi.
Bu ziyaret kapsamında iki ülke arasında varılan önemli anlaşmalara değinen Ruhani, “İmzalanan önemli anlaşmalardan birisi İran-Güney Kore ticari ilişkilerinin köklü ekonomik ilişkilere dönüştürülmesidir” diye ekledi.
Cumhurbaşkanı Ruhani, “Bu büyük gelişmenin gerçekleştirilmesi için Güney Koreli firmalar İran’la ortak yatırım yapmaya gayret edecekler” diye söyledi.
Bugün İran ve Güney Koreli yetkililer arasında imzalanan 19 işbirliği protokolüne işaret eden Ruhani, “Şu an 6 milyar dolar değerinde olan iki ülkenin ticari ve ekonomik ilişkilerinde gelecekte 3 kat artış yaşanacaktır” açıklamasında bulundu.
Güney Kore bankası İran’daki ilk şubesini açtı
İran’a karşı uygulanan yaptırımların ardından İran’da temsilcilik açmak isteyen Güney Kore bankası WOORI BANK, İran Merkez Bankası’nın onayının ardından ilk Güney Kore bankası olarak İran’da temsilcilik açtı.
WOORI BANK’ın İran şubesinin açılışı bu bankanın üst düzey yöneticileri ve İran Merkez Bankası Başkanı Yardımcısının katılımıyla 2 Mayıs Pazrtesi günü Tahran’da gerçekleşti.
İran’ın Güney Kore’ye olan petrol ihracatı dört katına çıktı
Petrol Bakanı Bijan Zengene, Güney Kore'ye petrol ihracatında önemli artış yaşandığını ve yaptırımlar öncesinin 4 katına çıktığını bildirdi.
Güney Kore Enerji ve Ticaret Bakanı’yla yaptığı görüşme sonrası konuşan Petrol Bakanı Bijen Namdar Zengene, engellerin kalkmasının ardından geçen bu kısa zaman diliminde İran'ın Güney Kore'ye petrol ihracatının günlük 400 bin varile çıktığını söyledi.
Zengene, petrol, petro-kimya ve doğalgaz çıkarılması ve işlenmesi alanlarında da iki ülke ortak yatırımlarında artış olacağını bildirdi.
İmam Musa Kazım’ın ‘‘Şehadet’’ Yıldönümü Münasebetiyle
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Her kim babamın kabrini ziyaret ederse Allah Resulü (s.a.a) ve Ali b. Ebu Talib’i (a.s) ziyaret etmiş gibi olur. Başka bir yerde ise İmam Kazım’ın (a.s) kabrinin ziyaret edilme sevabını İmam Hüseyin’in (a.s) kabrinin ziyaret edilme sevabı gibi olduğunu açıklamıştır.
Kazım lakaplı Hz. Musa b. Cafer (Arapça: الإمام موسى الكاظم), Şiaların yedinci imamıdır. Hicretin 128. Yılında Ebva (Mekke ve Medine arasında) bir yerde dünyaya geldi. İmam Kazım (a.s) değerli babası İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şehadetinin ardından imamet makamına erdi. 148 yılından 183 yılına kadar 35 yıl Şiaların liderliğini yaptı. Hicretin 183. Yılında Recep ayının yirmi beşinde Bağdat’ta Sindi b. Şahik hapishanesinde zehirletilerek şehit edildi. Ehli sünnetin büyük ulemalarından İbn Hacer Heytemi (ö. 974) İam Musa Kazım’ın (a.s) ahlaki özellikleri hakkında şöyle yazmaktadır: Onda olan çok bağışlama ve hoşgörüden dolayı ona “Kazım” denilmiştir. Iraklılar arasında “Babu Kazai’l Havaic İndellah” (Allah katındaki hacetler kapısı) diye ünlüydü. Zamanının en abidi, en bilgini ve bağışta bulunanıydı.” Denildiğine göre 37 çocuğu olmuştur. En meşhur çocukları İmam Rıza (a.s), Ahmed b. Musa, Hamza b. Musa, Muhammed b. Musa’dır. En meşhur kızı ise Hz. Fatıma Masume’dir. Ondan sonra Şialar; İmamiyye, Fetahiyye, Vakıfiyye ve Navusiyye diye gruplara ayrıldılar.
Nesep, Künye ve Lakapları
Annesinin adı, Hamide Berberiyye’dir.
Künyeleri: Ebu İbrahim, Ebu’l Hasan, Ebu Ali’dir. Şeyh Mufid’in dediğine göre İmam Musa (a.s), “Abd-ı Salih” (Salih kul) diye tanınmıştır ve “Kazım” diye tavsif edilmektedir. Meşhur künyeleri: Ebu’l Hasan el-Evvel veya Ebu’l Hasan el-Mazi’dir. Züht ve ibadetinin çokluğundan “salih kul” diye meşhur olmuştur. Zalimlerin zulmü ve hasetçilerin hasedi karşısında öfkesini yenerek sabır gösterdiği için kendisine “Kazım” denilmekteydi. Şialar arasında “Babu’l Havaiç” (Hacetler kapısı) diye ünlüdür.
Doğumu ve Şehadeti
İmam Musa Kazım (a.s) hicretin 128 veya 129’unda Safer ayının 7’sinde Abva (Mekke ve Medine arasındaki) bölgede dünyaya geldi. Bazıları da Medine’de dünyaya geldiğini belirtmiştir.
İmam Musa Kazım’ın (a.s) şehadeti 25 Recep 183’te Bağdat’ta meydana gelmiştir
Orta boylu, nur yüzlü, buğday tenli, gür ve siyah renkli sakalı vardı.[9] Şeyh Saduk’un naklettiğine göre yüzüğünün üzerine “Hasbiyallah” (Allah bana yeter) yazılıydı.[10] Başka bir rivayette ise “el-Mülkü lillahi vahde” (Mülk Tek Allah’ındır) yazılıydı. Şeyh Müfid şöyle yazmaktadır: İmam Musa (a.s) en abid, en fakih, en çok bağışta bulunan ve insanların en üstünüydü.”
İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Vakitlerinizi dörde ayırmaya çalışın: Bir zamanı Allah ile münacata, bir zamanı iş ve çalışmaya, bir zamanı dini kardeşlerin ve ayıplarını sana söyleyen ve içinde senin hayrını dileyen kimselerle muaşerette bulunmaya ve bir zamanını da haram olmayan lezzetlerden istifade etmeye ayır.”
—el-Bihar, 78/321/18
İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her kimin iki günü eşit olursa aldanmıştır. Her kimin bugünü dünden daha kötü olursa mel’undur ve Allah’ın rahmetinden uzaktır. Her kim nefsinin yüceliklerini tanımaya çalışmazsa eksiklik içindedir. Her kim eksiklik içinde olursa ölüm kendisi için hayattan daha iyidir.”
—el-Bihar, 78/327/5
İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Nefsini her gün hesaba çekmeyen kimse bizden değildir. Eğer iyi bir iş yapmışsa Allah’tan daha fazlasını ister, eğer kötü bir şey yapmışsa Allah’tan bağışlanma diler ve dergahına yönelerek tövbe eder.”
—el-Kafi, 2/453/2
İmamet
Babası İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şehadetinin ardından hicretin 148. Yılında Şiaların imamet görevini üstlendi. İmamet süresi 35 yıldır. Her ne kadar İmam Cafer Sadık (a.s) Abbasi halifesinin İmam’ı (a.s) öldürmek için tezgahladığı komployu ortadan kaldırmak için halifenin de aralarında olduğu beş kişiyi kendisi için vasi tayin etmiş olsa da gerçek Şialar İmam Musa Kazım’ın (a.s) imametini kabul etmişlerdir.
İmametinin Delilleri
İmam Cafer Sadık’ın (a.s) güvendiği bazı has yaranları ve fakihler İmam Musa Kazım’ın (a.s) imametini ortaya koyan sözlerini nakletmişlerdir. Onlardan bazıları şunlardan ibarettir: Mufazzal b. Ömer Cu’fi, Muaz b. Kesir, Abdurrahman b. Haccac, Feyz b. Muhtar, Yakup Serrac, Süleyman b. Halit, Safvan Cemal.
Rivayette nakledildiğine göre İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah bana mahlûkların en üstünü olan bir oğul bağışladı.”
Veya başka bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Musa’ya duyduğum ilgime ortak olmasın diye başka bir çocuğumun olmamasını dilerdim.”
Çağdaş Halifeler
İmam Musa Kazım (a.s) kendi imameti döneminde Abbasi halifelerinden dördüyle çağdaş olmuştur:
Mensur Devanegi (hükümeti: k. 136-158)
Mehdi (Hükümeti: 158-169)
Hadi (Hükümeti: 169-170)
Harun Reşit (Hükümeti: 170-193)
Şiaların Bölünmesi
Bazı Şialar, İmam Cafer Sadık (a.s) daha hayatta iken oğlu İsmail’in imametine inanmaktaydılar! Kendisi İmam Cafer Sadık (a.s) hayatta iken ölmesine rağmen ölümüneinanmamış ve onu aynı şekilde imam olarak kabul etmişlerdir. İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şehadetinin ardından bir grup İsmail’in yaşamından ümidini kesmiş ve onun oğlu “Muhammed b. İsmail”in imam olduğuna inanmışlardır. Bu fırka İsmailiyye diye meşhurdur.
Bazıları ise İmam Cafer Sadık’ın (a.s) şehadetinden sonra Abdullah b. Eftah’ı takip etmiş ve ona tabi olmuşlardır. Bu gruba ise “Fetahiyye” denilmektedir. İmamın (a.s) asrında ortaya çıkan bir diğer fırka ise Navus adlı bir kişiyi takip eden “Navusiye” fırkasıdır.
İmam Musa Kazım’ın (a.s) şehadetinin ardından, İmam Rıza’nın (a.s) imametine inanmayan bazıları, İmam Musa Kazım’ın (a.s) imametinde tevakkuf etmişlerdir. Bu kişiler İmam Kazım’ın mehdi ve kaim olduğuna inandıklarından “Vakıfiyye” diye anılmaktadırlar.] Mehdiyet ve kaimiyet akımı, Şiaların temel ilkelerindendir ve Masumların (a.s) hadislerinden esinlenilerek elde edilmiştir. Kaim ve Mehdi adlı birisi Hz. Muhammed’ın (s.a.a) neslinden gelerek dünyayı adaletle dolduracaktır.
İmam Kazım Dönemindeki Şii Kıyamlar
Hüseyin b. Ali b. Hasan b. Hasan b. Ali b. Ebu Talib’in Abbasilere karşı başlattığı kıyam başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu kıyamın adı Şehit Fehh kıyamı diye meşhurdur. Her ne kadar İmam (a.s) kıyam emri vermemiş olsa da kıyamın şekillenmesinden haberdardı ve Hüseyin b. Ali ile irtibat halindeydi. Naaşı, cihadı ve şehadeti hakkındaki tavsiyeleri İmamın (a.s) Şehit Fehh’ın kıyamından haberdar dolduğunu ortaya koymaktadır.[20] Alevi seyyitlerinin gerçekleştirdiği diğer kıyamlar ise Yahya b. Abdullah ve İdris b. Abdullah’ın kıyamlarıdır.
Tutuklanması ve Hapse Atılması
İmam Kazım’ın (a.s) tutuklanmasının nedeni hakkında farklı görüşler nakledilmiştir ki bunlar İmam Kazım’ın (a.s) Şiaların yanındaki konum ve makamını ortaya koymaktadır. Tarih yazarlarının naklettiği rivayetlere göre Yahya b. Bermeki veya İmamın kardeşlerinden birinin Harun Reşit’in yanında iftira atması ve kötü sözler söylenmesinden dolayı imam tutuklanmıştır. İmam Kazım (a.s) iki kere Harun Reşit’in emriyle hapsa atılmıştır. Birinci zindan hayatının ne kadar sürdüğü bilinmemektedir, ancak İmamın şehadetine neden olan ikinci zindan hayatı 179 ila 183 yılları arasında gerçekleşmiştir.
Harun Reşit, İmam Musa Kazım’ı (a.s) hicretin 179. Yılında Medine’de tutukladı. İmam (a.s), zilhicce ayının 7’sinde İsa b. Cafer zindanı diye meşhur olan Basra’daki zindana atıldı. Daha sonra Bağdat’taki Fazıl b. Rabii zindanına intikal ettirdiler. Fazıl b. Yahya ve Sindi b. Şahik zindanları İmamın (a.s) ömrünün sonuna kadar yaşadığı zindanlardır.
Şehadeti Nasıl Gerçekleşmiştir
İmam Musa Kazım’ın (a.s) şehadeti Hicretin 183. Yılında Recep ayının 25’inde Bağdat’ta Sindi zindanında gerçekleşmiştir. İmam Musa Kazım’ın (a.s) şehadetinin ardından Sindi, İmamın naaşının Bağdat köprüsü üzerinde yere bırakılarak İmamın doğal yollardan öldüğünü insanlara ilan ettirmiştir.[24] İmam Kazım’ın (a.s) nasıl şehit olduğuna dair farklı görüşler ileri sürülmüştür. Tarihçi yazarların bir çoğu İmamın (a.s) zehirletilerek şehit edildiğine inanmaktadır. Tarihçilerin çoğuna göre İmam (a.s) Yahya b. Halit ve Sindi b. Şahik tarafından zehirletilerek şehit edilmiştir. Ancak bazı yazarlar ise şöyle demiştir: Halıya sarılmış ve boğularak şehit edilmiştir. Bir grup ise dökme kurşun hazırlanarak İmamın boğazına dökülmüş o şekilde şehit edildiğine inanmaktadır.
İmamın Türbesi ve Ziyaret Sevabı
Şialar, İmam Kazım’ın (a.s) şehadet haberini aldıktan sonra toplanarak İmamı Kureyş kabristanı diye meşhur olan Kazımeyn’de defnetmişlerdir. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: Her kim babamın kabrini ziyaret ederse Allah Resulü (s.a.a) ve Ali b. Ebu Talib’i (a.s) ziyaret etmiş gibi olur. Başka bir yerde ise İmam Kazım’ın (a.s) kabrinin ziyaret edilme sevabını İmam Hüseyin’in (a.s) kabrinin ziyaret edilme sevabı gibi olduğunu açıklamıştır.
Hatip Bağdadi’nin Açıklaması
Hatip Bağdadi, Hasan b. İbrahim Ebu Ali Hilal’den –Kendi zamanının Hambeli şeyhi- şöyle nakletmektedir: Her ne sıkıntıyla karşı karşıya gelsem Musa b. Cafer’in kabrinin yanında tevessül etmiş ve Allah Teâlâ istediğim şeyi bana kolaylaştımıştır.
Ashap ve Raviler
İmam Musa Kazım’dan (a.s) hadis naklederek güvenilir kitaplarda nakledilen çok sayıdaki ashap ve raviler bulunmaktadır. Şeyh Müfid şöyle demektedir: Yedinci İmam (a.s) zamanının en fakih insanı idi. İnsanlar ondan çok sayıda hadis nakletmişlerdir. Şeyh Tusi, İmam Kazım’ın (a.s) ravi ve ashabının sayısını 272 olarak açıklamıştır.
Hammad b. İsa
Ali b. Yaktin
Hişam b. Hikem
Ebu Salt b. Salih Harevi
Safvan b. Mihran
Safvan b. Yahya
Muhammed b. Ebu Amir İzedi
Aban b. Osman
Mufazzal b. Ömer.
http://tr.wikishia.net/view/%C4%B0mam_Musa_Kaz%C4%B1m_(a.s)
WİKİSHİA.NET
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü: Stratejimiz Türkiye ile işbirliğini artırmak
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cabiri Ensari, haftalık basın toplantısında gündemi değerlendirdi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Cabiri Ensari, yaptığı haftalık basın toplantısında, ABD’nin 2 milyar dolar değerinde İran mal varlıklarına el koymasıyla ilgili, konuyu araştırmak için İran Ekonomi Bakanı başkanlığında özel bir komitenin oluşturulduğunu belirterek, Dışişleri Bakanı Zarif’in Banki-mun’a yazdığı mektupa da değindi.
ABD'nin İran'daki menfaatlerini temsil ve koruma görevini yürüten İsviçre'nin Tahran Büyükelçisi’nin Dışişleri’ne çağrıldığını ifade eden Cabiri Ensari, “İran halkının hakkını geri almak için elimizden geleni yapacağız” dedi.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye’nin yaptığı İran ziyaretinin detaylarına işaret ederek, 7 Mayıs’ta da Türkmenistan Cumhurbaşkanı’nın İran’a geleceğini bildirdi.
Irak’taki son gelişmelerini de değerlendiren Cabiri Ensari, bu ülkedeki tüm siyasi gruplardan sakin olmalarını istedi.
Sözcü, “Irak halkının geçen yıllarda elde ettiği kazanımların korunması ve anayasının ön planda tutulması bu ülkedeki milli birlik ve kalkınmanın temelidir” diye ekledi.
İnkılap Rehberi’nin yüksek askeri danışmanı Tümgeneral Yahya Safevi’nin “Türkiye ile ilişkilerin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor” ifadesine değinen Cabiri Ensari, “İran’ın siyaseti Türkiye ile çok yönlü ilişkilerin geliştirilmesidir. Çünkü İran ve Türkiye eski tarihe sahip olan iki büyük ülkedir, ancak halihazırda bölge gelişmelerine yönelik İran ve Türkiye arasında görüş ayrılığı vardır” dedi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Türkiye’den gelen bazı açıklamaların mantık dışı olduğunu belirterek, bu açıklamarın bazı yanlış yorumlardan kaynakladığını, ancak bunun da ortak görüşlere varmakla giderilebileceğini söyledi.
İnkılap Rehberi İran ve Güney Kore ilişkileri Amerikan’ın etkisi altında olmamalı
İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye’yi kabul ettikleri görüşmede, iki ülke ilişkilerinin Amerika’nın etkisi altında olmaması gerektiğini söylediler.
İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, Tahran’da bulunan Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye’yi kabul ettikleri görüşmede, “İran ve Güney Kore ilişkileri Amerika’nın etkisi altında olmamalı” diye söylediler.
Ayetullah Hamanei, İran İslam Cumhuriyeti’nin Asyalı devletlerle yüksek seviyeli ilişkiler peşinde olduğunu belirterek, “Biz dış politikada kültürel ve tarihi ortaklıklar nedeniyle Asya’ya daha çok meyilliyiz ve bu nedenden dolayı Asya’nın gelişmiş ülkelerinden biri olan Güney Kore gibi ülklerle daha çok ortak işbirliği alanı ve fırsatı olduğunu düşünüyoruz” dediler.
İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, ayrıca bölge ve dünyada ceryan eden güvenlik sorunlarına dikkat çektiler ve “Eğer terör ile hakiki ve doğru bir şekilde mücadele edilmezse bunun gelecekte bertaraf edilmesi daha da zor olacaktır ve hiçbir ülke bu konuda güvende olamyacak” diye konuştular.
Ayetullah Hamanei, Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye’yi ile yaptıkları görüşmenin bir diğer kısmında ise, İran ve Güney Kore’nin uzun ve köklü bir ilişkiye sahip olduğunun altını çizerek, “İran ve Güney Kore ilişkileri Amerika’nın etkisi altında olmamalı” diye söylediler.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin de hazır bulunduğu görüşmede, Güney Kore Cumhurbaşkanı Parg Geun Hye ise İran’ın kendileri için istisnai bir ülke olduğunu belirterek, “iki ülke ilişkilerinin özellikle de ticari ilişkilerin gelecekte daha da genişlemesini ummaktayız” dedi.
İran Sinema Günleri, İstanbul’da başladı
İran Sinema Günleri, İstanbul’un Aydın Üniversitesi’nde başladı.
3 Mayıs gününden ve “Geri İade” filminin gösterimi ile Aydın Üniversitesi’nde başlayan İran Sinema Günleri önümüzdeki günlerde de devam edecek.
Açılış töreninde konuşan Aydın Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yadigar İzmirli, İran sinemasını dürüstlük ve samimiyet sineması olarak nitelendirdi ve “İran sineması az bütçeyle milyon dolarlık Hollywood sinemasına karşı dik bir dürüş sergileyerek dünya sinemasının en iyilerinden birisi olmayı başarmıştır” diye konuştu.
Prof. Dr. İzmirli ayrıca İran sinemasının Direniş Sineması olduğunu ve İran filmlerinin Şiirsel bir gösteri sanatı olduklarını kaydetti.
İran Sinema Günleri önümüzdeki günlerde de “Toprak ve Mercan”, “Azap”, “Resim Havuzu”, “Kesme Şeker”, “Kolay Gelsin”, “Ay Yüzünden Öp” ve “Uzun Yaz” adlı filmlerin gösterimi ile devam edecek.
Şemhani: İsrail tekfirci terör örgütlerinin stratejik ortağıdır
İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Şemhani, İsrail’i tekfirci terör örgütlerinin srtatejik ortağı olarak nitelendirdi.
Filistin İslami Cihat Hareketi Genel Sekreteri Ramazan Adbullah’ın bugün sabah saatlerinde Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şemhani ile bir araya geldiği belirtildi.
Filistin halkının Siyonist Rejim karşısında gösterdiği direnişe işaret eden Ali Şemhani, “Filistin’in tek zafer yolu İslami direniştir” dedi.
Amiral Şemhani, “İşgalcilik ve zulümde Siyonist Rejim sınır tanımıyor. Siyonist Rejim’in işgal altındaki topraklar hakkında ileri sürdüğü iddialar bu rejimin İslam ülkeleri için çok tehlikeli komplolar kurduğunu gösteriyor” diye ekledi.
İsrail’i tekfirci terör örgütlerinin stratejik ortağı olarak nitelendiren Şemhani, “İsrail tarafından terör örgütlerine gönderilen silah ve mühimmat, yaralanan teröristlerin tedavisi ve onlara verilen lojistik destekler müslümanların katliam edilmesi ve İslam ülkelerindeki çatışmaların şiddetlenmesi doğrultusunda atılan adımlardır” açıklamasında bulundu.
İnkılap Rehberi, İran hükümeti ve halkının Filistin’e verdiği destekten dolayı şükranlarını ileten Ramazan Abdullah da bu görüşmede, “Biz, yenilgiye doğru sürüklenen Siyonist Rejim’i resmen tanımıyor, İşgal altındaki Filistin topraklarının kurtarılışını engelleyen ve bu hakkı gözardı eden herhangi bir eylemi de kabul etmeyiz” şeklinde konuştu.
Hizbullah niçin hedefte?
Hizbullah, ülkenin kuzeydoğusunda, Suriye sınırında ve başka yerlerde IŞİD’le etkin bir şekilde savaşabilecek tek askeri güç gibi görünüyor. Aynı zamanda yüzbinlerce yoksul Lübnan vatandaşına sağlam bir sosyal ağ sunabilen tek oluşum. Mezhep çizgileri üzerinden derin bir şekilde bölünmüş bu ülkede Hizbullah ‘ötekilere’e elini uzatıyor.
Lübnan artık kendi ayaklarının üzerinde duramıyor. Bunalmış, korkmuş ve beş parasız halde.
Cephe hattında duran ülke, doğuda ve kuzeyde ‘İslam Devleti'ne (İD, eski adıyla IŞİD), güneyde düşman İsrail'e, batıda ise derin mavi denize bakıyor. Çoğu Suriyeli olan bir buçuk milyon Suriyeli, küçük ülke topraklarının her yerine dağılmış durumda. Ekonomisi çöküyor, altyapısı da çözülüyor. IŞİD Suriye sınırında, kelimenin gerçek anlamıyla yan kapıda; hatta bir ayağı Lübnan'ın içinde ve periyodik olarak ülkeye saldırıyor, bütün Lübnan şehirlerinde ve bütün kırsal alanlarda sayısız “uyuyan hücreler” oluşturuyor. Hizbullah IŞİD'e karşı savaşıyor, ancak görünen o ki Batı ve Suudi Arabistan IŞİD'i değil, Hizbullah'ı kendi jeopolitik çıkarlarının önündeki büyük tehdit olarak görüyor. Lübnan ordusu görece iyi eğitimli fakat iyi silahlanmış değil ve bütün ülke gibi ordusunun da para sıkıntısı çektiği biliniyor.
Bugünlerde Beyrut sokaklarında sık sık şu sözü duymak mümkün: “Bu vaziyet biraz daha devam etsin, bir darbe daha insin, bütün ülke çökecek, yanıp kül olacak.”
Batı'nın ve bölgesel müttefiklerinin istediği gerçekten bu mu?
Şimdi, üst düzey yabancı temsilciler birbiri ardınca Lübnan'ı ziyaret ediyor: BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Dünya Bankası Grubu Başkanı Jim Yong Kim ve AB dış politika şefi Federica Mogherini. Bütün yabancı ziyaretçiler, öngörülebilir bir şekilde ve soyut bir biçimde, IŞİD'in yakınlığı hakkında ve şu anda Lübnan'da yaşayan 1,5 milyon Suriyeli mültecinin kaderi hakkında “derin kaygılarını” ifade ediyor. Hepsi, “Komşu Suriye'deki savaşın küçük Lübnan üzerinde derin etkileri var” diye kabul ediyor.
Savaşı kimin tetiklediği ise hiçbir zaman ele alınmıyor.
Ve pek de çözüm getirilmiyor. Yalnızca çok az sayıda somut söz veriliyor. Söz verilen şeyler de yerine getirilmiyor.
Ban Ki-moon, Jim Yong Kim ve Beyrut'taki BM kuruluşlarının başkanları arasında gerçekleşen bir kapalı toplantıya katılan kaynaklarımdan biri “burada yeni, somut veya esin verici hemen hemen hiçbir şey tartışılmadı” yorumunu yaptı.
Sözde uluslararası toplum, Lübnan'ı derin ve süregiden krizlerden kurtarma yönünde çok az arzu gösteriyor. Nitekim pek çok ülke ve örgüt devamlı olarak Lübnan'ın boğazına sarılırken, ülkeyi “insan hakları ihlalleriyle” ve zayıf ve etkisiz bir hükümete sahip olmakla suçluyor. Onları en fazla rahatsız ediyor gibi görünen şey ise, Hizbullah'ın (yani pek çok Batı ülkesinin ve onların Arap dünyasındaki müttefiklerinin “terör listesine” koyduğu bir örgütün) ülke yönetimine katılmasına en azından bir düzeyde izin verilmesi.
Fakat Hizbullah, ülkenin kuzeydoğusunda, Suriye sınırında ve başka yerlerde IŞİD'le etkin bir şekilde savaşabilecek tek askeri güç gibi görünüyor. Aynı zamanda yüzbinlerce yoksul Lübnan vatandaşına sağlam bir sosyal ağ sunabilen tek oluşum. Mezhep çizgileri üzerinden derin bir şekilde bölünmüş bu ülkede Hizbullah ‘ötekilere'e elini uzatıyor, hem Müslüman hem de Hıristiyan partilerle ve hareketlerle koalisyonlar kuruyor.
O halde neden Hizbullah'ın bu kadar üzerine gidiliyor?
Çünkü ağırlıklı olarak Şii, ve Şii Müslümanlar Batı'nın Arap dünyasındaki neredeyse bütün müttefikleri tarafından düşman görülüyor ve hedef alınıyor. Hedef alınmasının yanısıra bazen doğrudan doğruya tasfiye bile ediliyor.
Hizbullah İran'ın sağ kolu olarak görülüyor, İran ise Şii ve kararlı bir şekilde Batı emperyalizminin karşısında, Rusya'nın, Çin'in ve Latin Amerika ülkelerinin çoğunun – ‘İmparatorluk' ve onun yandaşı devletler tarafından şeytanlaştırılıp provoke edilen ülkelerin – yanında duruyor.
Hizbullah hem İran'ın hem de Suriye'deki Beşar Esad hükümetinin yakın müttefiki. İsrail ne zaman Lübnan'a saldırsa Hizbullah İsrail'le savaşıyor ve yürütmek zorunda bırakıldığı muharebelerin çoğunu kazanıyor. Hareket Batı'nın, İsrail'in ve Suudi Arabistan'ın yayılmacı politikalarına açık bir husumet içinde ve liderleri aşırı derecede açık sözlü.
Lübnan'da yaşayanlar da dahil olmak üzere bölgedeki pek çok kişi, “ne olmuş yani?” diye soracaktır.
Angie Tibbs, son yıllarda Ortadoğu'da yaşanan olayları yakından izleyen Dissident Voice'un sahibi ve başyazarı. Tibbs, 2005'teki olaylarla bugünkü olaylar arasında kısa bir karşılaştırma yapmanın, durumun karmaşıklığını anlamak açısından temel önemde olduğuna inanıyor:
“1990'da iç savaşın sona ermesinden bu yana görünürdeki sükunetin, hareket etmeye devam eden ve gerçek veya hayali eski yaraların, eski hataların unutulmadığı ve affedilmediği bir yumuşak karnı gizlediği bir ülkede, Hizbullah'ın askeri ve siyasi başarısı en istikrar sağlayıcı etki oldu. 2005 yılında, eski başbakan Refik Hariri'nin ve beraberinde 20 kişinin ölümüne yol açan bombalı saldırı sonrasında ABD ve İsrail, tek bir kanıt kırıntısı sunmadan yüksek sesle ‘Suriye yaptı' demişti. Lübnan hükümetinin talebiyle ülkede bulunan Suriye askerleri, ABD'nin talimatıyla ülkeden çıkarıldı ve BM'nin 1559 sayılı kararı, Lübnan'daki bütün milis gruplarının silahsızlandırması gerektiğini de söyledi. Plan açıktı. Suriye silahlı kuvvetlerinin gitmesi ve Hizbullah'ın silahsızladırılmasıyla, Lübnan'ın güney sınırını tamamen savunmasız halde bırakacak iki adım gerçekleşecekti. Şu durumda İsrail'in içeri girip burayı ele geçirmesini kim engelleyecekti?”
Tibbs aynı zamanda, sözde uluslararası toplumun Lübnan'ı kasten savunmasız halde bıraktığı kanaatinde:
“Bugün benzer bir sinsi senaryo gelişiyor. Hizbullah Suriye'de IŞİD'le savaşmakla meşgul; Lübnan ordusu iyi eğitimli halde olsa da, iyi silahlanmış halde değil. Silah anlaşmaları iptal ediliyor, BM ve IMF ve gerçekte dünya uluslar topluluğu herhangi bir destek sunmuyor ve küçük Lübnan, bir milyonu aşkın Suriyeli mültecinin ağırlığı altında nefes alamıyor. Bu, İsrail'in ve Batı'nın vekil ordusu olan IŞİD'in Lübnan'ın içine girmesi ve ülkenin egemenliğinin çökmesi için mükemmel bir fırsat.”
Bu durumlara içerlenmiş olan bazı Lübnanlı liderler yaşananlara tepki gösterdi. Dışişleri Bakanı Cibran Bassil, Ban Ki-moon'un Beyrut'a ve Bekaa Vadisi'ne yaptığı iki günlük ziyarette kendisiyle görüşmeyi reddetti.
Lübnan'ın önde gelen gazetelerinden Daily Star, 26 Mart 2016 tarihinde şunları aktardı:
“Cumartesi günü Dışişleri Bakanı Cibran Bassil, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'un iki günlük bir ziyaretin ardından Beyrut'tan ayrılmasından birkaç saat sonra uluslararası toplumu Suriye mülteci krizine çifte standartla yaklaşmakla suçladı. Dışişleri Bakanı, Batrun'daki evinden telekonferans yoluyla düzenlediği basın toplantısında, ‘Savaş çıkarıyorlar, sonra da başkalarına, mültecilere insan hakları sözleşmelerine uygun şekilde evsahipliği yapma çağrısında bulunuyorlar' şeklinde konuştu.”
Lübnan çöküyor. Bir zamanların müsrif başkenti Beyrut bile daimi kararmaları, su kesintilerini ve çöp toplama dramlarını deneyimliyor. Ülke ekonomik açıdan keskin bir gerileme içinde.
Beyrut Amerikan Üniversitesi Maliye Bölümü'nde öğretim üyesi olan Dr. Salim Şahin, ülke hakkında genellikle en azından orta düzeyde iyimserdir. Ancak son gelişmeler onun iyimserliğini de aşındırdı:
“Her ne kadar Lübnan Merkez Bankası BDL tarafından yayınlanan uyum göstergeleri yakın zamanda ekonomik faaliyetlerde hafif bir iyileşme olduğunu ortaya koysa da, pek çok yetkili durumun daha fazla bozulması hakkında açık ikazlarda bulunuyor. Bölgesel jeopolitik gerilimler, Suriye'deki iç çatışma ve bunların ülke içindeki sonuçları, turizm, ticaret ve emlak sektörlerini etkiledi. HSBC'ye göre, Lübnan'ın dışarıya göç etmiş ve genellikle hükümetin borçları için gerekli nakiti temin eden en büyük toplululuğu, Körfez'deki kötüleşen koşullar nedeniyle yakın gelecekte daha yavaş bir oranda büyüyebilir. Ülke ekonomik durgunlukta altıncı yılına girerken, HSBC kısa vadede gerçekleşebilecek bir iyileşme hakkında halen şüpheci. Kamu bütçesi açığı şu anda yılda yüzde 20 oranında artıyor ve GSYİH büyüme oranı sıfıra yakın.”
Bir eğitimci ve aynı zamanda UNESCO'nun Beyrut'ta bulunan Arap Bölgesel Ofisi'nde kıdemli program uzmanı olarak görev alan Yayoi Segi, hem Suriye hem de Lübnan'da yoğun çalışmalar yürütüyor. Ona göre eğitim sektörü çırpınış içinde:
“Kamusal eğitim sektörü, ülkedeki erişim anlamında çok küçük: okul çağındaki nüfusun yalnızca yüzde 35'ine erişebiliyor. Eğitime ayrılan devlet tahsisatı yüzde 10'dan daha az, oysa dünya ortalaması veya nirengi noktası yüzde 18-20 düzeyindedir. Bölgede devam eden ve Lübnan'ın büyük bir mülteci akıntısına yer bulmak zorunda kaldığı kriz, durumu daha da karmaşıklaştırıyor. Kamu tarafından yapılan eğitim tedariği genişledi ve genişlemeye devam ediyor. Ancak durum kaliteyi etkiliyor ve artan sayıda korunmasız Lübnanlı öğrencinin okuldan ayrılmasına katkı yapıyor; eğitim hizmetleri Suriyeli mülteci çocukların ise ancak yüzde 50'sine ulaşabiliyor.”
BM kuruluşlarından biri için çalışan Nadine Georges Gholam (gerçek ismi bu değil), yakın zamanlarda kendini duygusuz, hatta umutsuz hissettiğini söylüyor:
“Özellikle şu son beş yılda Lübnan'da olanlar gerçekten de bunalım yaratan türden. Geçmişte öfkemi ve hayal kırıklığımı dillendirmek için aktif olarak protestolara katılırdım. Fakat artık bunun herhangi bir değişiklik yaratıp yaratmadığını, herhangi bir şeyi değiştirip değiştirmediğini bilmiyorum. Gözümüzün önünde işleyen bir hükümet yok. Sadece sekiz ayda üç yüz bin ton işlenmemiş çöp birikti. Mezhep çatışmaları var, bölgesel çatışmalar var… Daha ne olsun? Lübnan bu kadar basınca daha fazla dayanamaz. Her şey heba oluyor, çöküyor…”
“Fakat daha kötüsü henüz gelmedi. Yakın zamanda Suudi Arabistan, Lübnan'a yapacağı 4 milyar dolarlık yardım paketini iptal etti. Bu paketin Fransa'dan yapılacak büyük çaplı bir modern silah alımını finanse etmesi bekleniyordu ki, bu acil olarak ihtiyaç duyulan ve fazlasıyla gecikmiş bir şey. Tabi eğer Batı ve Suudi Arabistan IŞİD'le savaşma konusunda ciddiyse.”
“Suudi Arabistan Krallığı, Hizbullah'ın hükümette temsil edilmesi nedeniyle, Lübnan'ın (Hizbullah'ı terörist bir grup olarak tanımlayan) Arap Birliği'ndeki Batı müttefiklerini desteklemeyi reddetmesi nedeniyle ve Beyrut'un dış kısımlarındaki Refik Hariri Uluslararası Havaalanı'ndan iki ton uyuşturucu kaçırmaya çalışırken yakalanan bir Suudi prensini hâlâ hapiste tutması nedeniyle Lübnan'ı ‘cezalandırdı'.”
Bu anlar elbette, bu küçük ama onurlu ülke için en tehlikeli zamanlar. Suriye kuvvetleri, Rusya'nın büyük yardımıyla, Suriye şehirlerini birer birer IŞİD'in ve Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve öteki Batı müttefikleri tarafından desteklenen diğer terörist gruplardan kurtarıyor.
IŞİD Irak'a geçip oradaki destekçilerine katılmayı deneyebilir, fakat Irak hükümeti kendisine çeki düzen vermeye çalışıyor ve şimdi savaşmaya hazır. Aynı zamanda Moskova'yla görüşüyor ve Rusya'nın Suriye'de elde ettiği büyük başarıyı inceliyor.
IŞİD veya El Nusra için, zayıflamış ve neredeyse iflas etmiş Lübnan'a yönelmek en mantıklı adım olacaktır. Batı, Suudi Arabistan ve ötekiler de bunun kesinlikle farkında.
Aslında IŞİD halihazırda orada; Lübnan'ın gerçek anlamda bütün şehir ve kasabalarına ve kırsal bölgelerine sızdı. Bunu yapma ihtiyacı hissettiğinde, Şiilere, orduya ve başka hedeflere karşı saldırılar gerçekleştiriyor. He IŞİD hem de Nusra bunu yapıyor. Ve IŞİD'in hayali aşikar: denize erişimi olan, Lübnan'ın en azından kuzey kısımlarını içine alacak bir hilafet devleti.
Eğer Batı ve müttefikleri bu planları engellemek için hiçbir şey yapmıyorsa, bu onların bunu yapmak istememesinden kaynaklı.
Küçük Lübnan kendini, bütün Ortadoğu'yu ve Körfez'i tüketen bir siyasi ve askeri fırtınanın rüzgarlarının orta yerinde buluyor.
Geride bıraktığımız on yıllarda Lübnan büyük acılar çekti. Bu kez, eğer Batı ve müttefikleri zihniyetlerini değiştirmezse, yakında varlığı son bulabilir. Lübnan'ın hayatta kalmak için Suriye hükümetiyle ve İran, Rusya ve Çin'le daha yakın bağlar kurmak zorunda olduğu aşikar hale geliyor.
Bunu yapmaya cüret eder mi? Lübnan yönetimi içinde birleşik bir cephe yok. Batı yanlısı ve Suudi yanlısı hizipler, Batı çıkarlarına meydan okuyan bu ülkelerle kurulacak bir ittifaka karşı çıkacaktır.
Fakat zaman tükeniyor. Çok kısa süre önce Suriye'nin Palmira şehri IŞİD'den özgürleştirildi. Paradoksal bir şekilde, Lübnan'ın büyük tarihsel şehirleri Baalbek ve Biblos yakında düşebilir.
Andre Vltchek
Russia Today
Çev: Selim Sezer
Türkiye ve İran arasında 80 milyon euro'luk dev takas
Türkiye Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı, “TÜPRAŞ İran'dan petrol alacak buna karşılık 80 milyon Euro'luk ray vereceğiz” dedi.
Zonguldak-Karabük ve Irmak demiryolu hattının açılışı için Karabük'e gelen Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Karabük'te üretilen demiryolu raylarının İran ile petrol karşılığında takas anlaşmasına imza atıldığını ifade etti.
Binali Yıldırım şöyle konuştu:
“Geçen günler İran'a 80 milyon euroluk bir alışveriş ray satımı konusunu ifade ettik. Takas esasına göre öyle bir sözleşme de imzalattık. Şöyle olacak. İran'dan TÜPRAŞ petrol alacak buna karşılık da Karabük 80 milyon euro tutarında ray verecektir. Bu Karabük'ün bir yıllık işinin garantiye alınması demektir. Hem Karabük hem de ülkemiz için anlamlı ve önem arz ediyor” şeklinde konuştu.
Karabük'te kurulu bulunan Kardemir'den 46 bin ton ray aldıklarını ifade eden Bakan Binali Yıldırım, “Bugüne kadar Kardemir'den 46 bin ton ray aldık. Karabük sadece demir yolu yapmıyor Türkiye demiryolunun yenilenmesine öncülük yapan bir şehrimiz. Sadece bu projede kullandığımız Karabük'ün rayları üzerinde hareket edeceğiz. Bu önemli bir gurur vesilesidir. Bunları ya İtalya ya Finlandiya'dan yalvar yakar alıyorduk. Şimdi kimseye minnet etmiyoruz. Allah'a şükür. 50 yıldır dillerde destan olan hızlı treni de Allah bizlere nasip etti. Hızlı treni de ülkemizle buluşturduk. Hızlı tren hatları ilden ile yayılmaya devam ediyor. Şu ana kadar yaptığımız yapılan ve planlanan Türkiye'nin nüfusunun yarısına tekabül ediyor. 14 büyükşehiri hızlı trenle birbirine bağlamış olacağız” dedi.