کارگر

کارگر

Bir İran şirketi ile İtalyan şirketi arasında petrokimya alanında ve Nükleer Anlaşma sonrası ilk işbirliği sözleşmesi imzalandı.

Geçen hafta İtalya Dışişleri Bakanı Paolo Gentiloni ve İtalya Ekonomik Kalkınma Bakanı Federica Guidi’nin başkanlığında bir heyet Tahran’ı ziyaret ederek İran Petrol Bakanı Bijen Zengene ve İran Ekonomi Bakanlığı üst düzey yetkilileriyle görüşmüştü.

Bu heyetin ziyaretinin yanı sıra Zengene ile İtalyan petrol devi Eni’nin başkanı Claudio Descalzi arasında da bir görüşme gerçekleşti ve bu görüşmede İran petrolünün yeniden ihraç edilmesi ve bu İtalyan şirketinin İran’ın petrol sektöründe faaliyet etmesi konusu ele alındı.

Buna rağmen İran ile İtalyanlar arasında yeni petrol sözleşmelerinin imzalanması ambargoların tamamen kalkmasına bağlansa da bir ünlü İtalyan şirket İran’ın petrokimya sanayiinde yeni bir işbirliği sözleşmesi imzaladı. İtalyan Tecnimont firması yaptırımlar öncesi İran’ın petrokimya sektöründe faaliyet gösteren şirketlerdendi ve şimdi de yeni petrokimya projelerinde İranla yeni sözleşmeler imzalamayı planlıyor. İranlı yetkililerle Tecnimont şirketi arasında gerçekleşen müzakerelere istinaden bir ortak iş grubunun kurulması ve petrokimya sanayiinde yeni fırsatların ortaya çıkarılıp ve kullanılması bu müzakerelerin ana başlığıydı.

Perşembe, 13 Ağustos 2015 04:00

Zarif: Lübnan bir direniş modelidir

El Alem televizyonunun haberine göre Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil ile Beyrut’ta ortak bir basın toplantısı yapan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, her zaman Lübnan’ın yanında yer aldıklarını söyledi.

“İran açısından Lübnan bir direniş modelidir, nükleer müzakerelerde biz de direniş sergiledik” diyen Dışişleri Bakanı Zarif, Lübnan’ın farklı etnik, dini ve mezhebi kesimlerin birlikte yaşamı ve diyalogu açısından da bir örnek olduğunu söyledi.

Nükleer meselenin çözümünün bölge ülkelerinin işbirliği için uygun bir zemin yarattığını belirten Zarif, “nükleer anlaşma, siyonist rejimin bölgedeki cinayetlerini sürdürme bahanesini ortadan kaldırdı” dedi.

Bölgenin siyonist rejim ve aşırılık yanlılarının yarattığı tehlikenin tehdidi altında bulunduğunu vurgulayan Zarif, İran’ın tüm bölge ülkeleri ile işbirliğini güçlendirmek için herkese elini uzattığını söyledi.

Lübnan direnişini her zaman desteklediklerini ve bundan sonra da desteklemeye devam edeceklerini belirten Zarif, Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil’le görüşmesinin ardından Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah ile bir araya geldi.

İrna haber ajansı, Zarif-Nasrullah görüşmesinde Lübnan ve bölgesel sorunların görüşüldüğünü belirtirken Fars haber ajansı, Nasrullah’ın nükleer anlaşmadan dolayı İran’ı tebrik ettiğini; Zarif’in de yapılan anlaşmanın bölgesel gelişmeleri olumlu etkileyeceğini söylediğini bildirdi.

Lübnan’daki temaslarının ardından Suriye’ye geçen İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Şam’da Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad tarafından kabul edildi.

Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’le de görüşen Zarif’in Suriye’den İslamabad’a geçeceği açıklandı.

Lübnan ziyareti öncesinde Türkiye’ye geleceği açıklanan Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in Ankara ziyareti son anda ertelenmişti.

Zarif’in Türkiye ziyaretini erteleme sebebiyle ilgili çeşitli spekülasyonlar yapılırken, diplomatik kaynaklar, ertelemenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın randevu gündemini geciktirmesinden kaynaklandığını açıkladı.

Türkiye'ye Gelmedi Nasrallah İle Görüştü!
 
Türkiye ziyaretini erteleyen İran Dışişleri Bakanı, Lübnan'da Hizbullah Genel Sekreteri ile görüştü.

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Batı ile nükleer anlaşma sonrasında Suriye krizi ve ikili ilişkileri görüşmek için dün Türkiye'ye gelecekti. Ancak gezi son anda ertelendi.

Türkiye ziyareti iptal olan Zarif, Lübnan'a giderek Hizbullah Hareketi lideri Seyyid Hassan Nasrallah'la görüştü.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'na yakın kaynaklar ziyaretin 'teknik nedenlerle' gerçekleşemediğini belirtti. İran Dışişleri Bakanlığı'ndan bir yetkili resmi haber ajansı IRNA'ya yaptığı açıklamada, Zarif'in Ankara ziyaretinin, programındaki yoğunluk sebebiyle ertelendiğini söyledi.

Gezi iptalinin İran medyasında başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere Türk hükümetini Suriye konusunda suçlayıcı ve IŞİD'e destek veren politikalar yürüttüğü öne sürülen haberler sonrasına denk gelmesi dikkat çekti.

Anadolu Ajansı, 7 Ağustos'ta İran'da çıkan yorumlara karşı "İran medyasında Türkiye yalanları" başlığı altında bir haber yayınladı. "İran medyasında Türkiye ve özellikle Cumhurbaşkanı aleyhinde yoğun bir kampanya gözleniyor. İran yönetiminin izni ve bilgisi dahilinde süren yayınlarda, uluslararası kamuoyunda Türk yöneticiler ve Türkiye'nin dış politikasına ilişkin olumsuz bir algı yerleştirilmeye çalışılıyor" denildi. Haberlerden rahatsızlık duyan Erdoğan'ın da Zarif'e randevu vermediği öne sürülüyor. Ancak bu iddia resmen doğrulanmadı.

"DEMOKRASİ İŞGAL ORDUSUYLA GELMEZ"

SURİYE'de çözüm için dört maddeli bir plan öngören Zarif ziyaretini iptal ederken, dün Cumhuriyet Gazetesi'nde "İşgalci orduyla demokrasi gelmez" başlıklı bir yazısı yayınlandı.

Zarif, bölgedeki sorunların kaynağı olarak ABD'nin yıllar önce gündeme getirdiği 'Büyük Ortadoğu Projesi' olduğunu belirtti.

Zarif, IŞİD terör örgütünün de, ABD'nin 2003'te Irak'a saldırmasından sonra yaşanan kaos sayesinde büyüdüğünü öne sürdü. İranlı bakan, "Aşırıcı unsurlar Suriye krizinde bölgedeki birey, kuruluş ve hükümetlerden aldıkları destekle müsait bir ortam elde edip sahte davalarıyla dev bir yapıya dönüştü. Bugün bu unsurlar hatta kendi kurucularını ve desteleyenlerini bile tehdit eder hale gelmiştir" dedi.

Türkiye ziyareti iptal olan Zarif, daha önceden planlandığı üzere Lübnan'a giderek, Hizbullah lideri Hassan Nasrallah'la görüştü. Zarif ile Hizbullah lideri arasındaki görüşmede bölgesel konuların ele alındığı belirtiliyor.

Zarif ve Nasrallah, görüşmede bölgede yaşanan krizlerin çözüm yolu ve İran'ın Batı ile yaptığı nükleer anlaşma da konuşuldu.

Zarif, Nasrallah'tan önce Lübnan Başbakanı Tammam Salim ile de görüştü.

Cumartesi, 08 Ağustos 2015 00:51

Suriye’de gündelik yaşam

Suriye Enformasyon Bakanlığı’nın davetiyle Suriye’ye giden gazeteci Fehim Taştekin izlenimlerini aktardı.
SAVAŞLA BARIŞIK HAYAT

Suriye’de 2011’den beri ömür biçilen Esad yönetimi ülkenin belkemiği sayılan kentleri elinde tutuyor. Şam, Halep, Humus, Tartus ve Lazkiye’yi gezdik, günlük hayatın fotoğrafını çektik. Kontrol noktaları ve muhaliflerin kırsaldan attığı roketler sayılmazsa Şam’da hayat her şey normalmiş gibi akıyor. Devlet işliyor, maaşlar ödeniyor, belediye çalışıyor. Sünni’siyle Alevi’siyle konuştuğumuz insanlara göre bu artık rejimi değil Suriye’yi koruma savaşı. Bu yol hikâyesinde, cephe hattında ordu korumasında ilerleyen TIR’ları, bölünmüş Halep’i, devasa fabrikaların yağmalandığı Şeyh Neccar’ı, ‘Şebbiha’ diye anılan milisleri, milyonlarca Sünni göçmene güvenli liman olan Lazkiye ve Tartus’u, Suriye için savaşan Filistinlileri, Humus’taki korkunç yıkımı ve Türkçe türkülerle kederlenen Ermenilerin hikâyelerini bulacaksınız…

SURİYE Enformasyon Bakanlığı’nın davetiyle Şam’da Uluslararası Tekfirci Terör Konferansı’na katılmak üzere gece yarısı Beyrut’a indiğimizde mihmandarım bizi Suriye sınırına götürecek minibüse bindirirken “Bunlar Seyyid’in adamları, endişelenme” dedi. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’a adanmış iki genç. Hizbullah’ın marşları ve Hüseyniye ağıtlarıyla coşan sürücü Anti Lübnan Dağları’na son sürat sürdü. Yanındaki Ali Ekber Bero, sınır kapısı Mesna’da pasaport kontrolü için indiğimizde kolu ve boynundaki yara izlerini gösterdi: “Üç yıldır Suriye’de savaşıyorum.” 2012’de Şam’da Hz. Zeynep’in türbesini korumak için milis gücüne katılmış, ardından Kuseyr ve Kalamun cephelerinde savaşmış. Yaşı daha 22. Ali Ekber Lübnan ve Suriye’nin nasıl iç içe geçtiğinin küçük bir simgesi.

 

KARŞIMDA KASYUN DAĞI

Lübnan gümrüğünden sonra bir hayli uzun ara bölgeyi kat edip Suriye’ye VIP’ten girdik. Hizbullah ve Suriye ordusunun muhalif güçlere karşı savaştığı Kalamun bölgesi hemen kuzeyde. Sınırdan Şam’daki Dama Rose Oteli’ne kadar bize üç araçlık konvoy eşlik etti. Muhaberat’tan olduklarını söylemeye gerek yok. Elektrik kesintileri yüzünden karanlık bir Şam beklerken ışıklandırılmış caddeler ve parklardan geçip otele vardık. 2011 öncesi Dedeman’ın kullandığı devlete ait otelin tüm personeli ‘hoş geldin’ için ayakta! Yakındaki minareden yükselen Kur’an tilaveti ve ezan sesiyle sessizlik bozuldu. Odanın penceresini açtım, karşımda Şam’ı dikizleyen Kasyun Dağı. Habil ile Kabil’in kavga ettiği dağ. Halk Sarayı da orada. Ama Devlet Başkanı Beşşar Esad sarayda değil bulunduğum yakında bir mahallede kendi konutunda yaşıyor.

Ertesi gün Opera Evi’nde İran ve Lübnanlıların damgasını vurduğu konferanstayız. Bir Türk gazeteci ile konuşmak isteyen ne kadar çok meslektaşım varmış. Bunalıp öğleden sonra kaçtım. Fotoğraf makinesi ile dolaşmak için henüz izin kâğıdım yok, tek güvencem konferansta verilen tanıtma kartı. Yollarda kontrol noktaları var ama araç yığılmaları bezdirecek kadar değil. Belli yerlerde yayaların da çantalarına bakılıyor. Böylesi bir yerde fotoğraf makinesi yüzünden durduruldum, birkaç soruyla bırakıldım.

Kontrol noktasında askerler Mette çayının keyfini çıkartıyor. Arjantin’den gelen bu çay fincana dolduruluyor, su ilave ediliyor ve ucunda süzgeç olan metal çubukla içiliyor.
Çay deyip geçmeyin, bu biraz simgesel. Sahil ahalisi yani Lazkiye ve Tartuslular arasında çok yaygın. İnsanlar kendilerini mezhebiyle tanımlamaktan kaçınıyor; kimse kolay kolay ‘Aleviyim’ demiyor ama biri Matte içiyorsa hüküm veriliyor: “Evet kesin Alevi.” Tabii bu çayın tiryakisi sadece Aleviler değil. 

Kavurucu sıcakta sokaklar tenha. Birçok işyeri kapalı. Kepenkler Suriye’nin iki yıldızlı kırmızı, beyaz ve siyah bayrağındaki renklerle boyalı. Muhalifler kendi bayraklarını ilan edince bayrak hassasiyeti tavan yapmış ve yönetim 2012’de kepenkleri bayrak rengine boyattırmış. Güvenlik için konulan beton bariyerler de öyle.

 

HABER ÇOK, SATIŞ AZ

Şaalan semtinde bir gazete bayiine takıldım. Başköşeyi Vatan, El Baas ve Sevra gazeteleri almış. Yabancı gazeteler ve dergiler de satılıyor. Sipariş ettiği lavaşları torbaya yerleştiren Muvaffak Keyyal gazete satışından memnun değil, mutsuz da değil: “Savaştan önce günde 200-300 gazete satardım. Şimdi en fazla 100. Elhamdülillah ekmek parası çıkıyor.” Az ötede başkentin en eski semtlerinden Şağur’un parfümeri mağazasını kolaçan ettim, satış sorumlusu dert yandı: “Fiyatlar 8-10 kat arttı. Ambargo nedeniyle ürün temin edemiyoruz. Körfez’de üretilen ikinci kalite Fransız malları da artık gelmiyor.”

Kahve molası verdiğim Gemini Pastanesi’nin girişinde Beşar Esad’ın portresinin üzerinde ‘Maek’ yani ‘Seninleyiz’ yazılı. Bu, işyerlerinde en sık rastladığım poster. Naneli limonata polo içerken “Biz Şam’ı da biliriz, Ortadoğu’yu da” diye böbürlenenler için dev bir esere gözüm ilişti. Köşede 39 ciltlik ‘Büyük Şam Tarihi’ Suriyeli kimliğini  küçümseyenlere bir yanıt gibi duruyor.

 

İRAN DEĞİL HİZBULLAH

Şam’ı biraz daha arşınladıktan sonra girdiğim ‘3 Tavilat’ adlı mini lokantada milletin gözü, benim kaçtığım konferansı canlı yayımlayan televizyonda. Yan masada ‘okumuş adam’a “Nasıl buldun” diye sordum, çelişkili duyarlılığın ipuçlarını verdi: “İranlı konuşmacıların bu kadar olması beni rahatsız etti. Evet, İran’a müteşekkiriz ama Suriye’nin içişlerine müdahale eder diye de kaygılıyız.”

Peki, Hizbullah’ın müdahil olması? Onun yeri ayrı: “Onlar bu bölgenin insanları ve devlet değil örgüt. Bize bir şey dikte edemez.” 

Nasrallah’ın fotoğrafları her yerde ama İranlılardan herhangi birinin posterine rastlamadım.

“Ya Esad’ın durumu; İran ve Hizbullah olmadan Esad ayakta kalabilir mi?” İşte yanıtı:

“Esad’ın gidip gitmemesi Suriyelilerin meselesi. Şu aşamada giderse ordu dağılır ve terör örgütleri sadece Suriye’yi değil Türkiye ve Ürdün’ü de tehdit eder.” İran’a ‘kaygılı teşekkür’, Hizbullah’a ‘coşkulu teşekkür’ eden Suriyelilere başka yerlerde de rastladım. Gözlemlerimi paylaştığım İranlı gazeteci Hüseyin Murtaza ile din adamı Ali Mir Zai’nin yanıtı ortaktı: “İran direnişi destekliyor; Suriye’de solcu, sağcı ya da İslamcı iktidar olması bizi ilgilendirmiyor.”

Konferansın ikinci gününde öğlen sonrası seanslara katılmayıp yine Şam’ın sokaklarına çıktığımda istikamet Baas Partisi’nin kurulduğu Kemal Kahvesi’ydi. Yolda gitarını sırtlanmış, sakallı ve uzun saçlı bir gence rastladım. Objektifi doğrulttum, keyifle poz verdi. Onun da mekânıymış, gittik, oturduk. Adı Şadi el Hüseyni. Death metal çalıyor, dövmeciler için çizimler yapıyor. “Araplara benzemiyorsun” diye takıldım, “Çeçen’im” dedi. Suriye’deki Kafkasyalılar bu tür soyadlarını kullanmaz. “Annem Çeçen, babam Arap” diye açıklık getirdi. Mihmandarımın Alevi olduğunu öğrenince sohbeti birden kesti: “Sizinle konuşmam, bu adam Muhaberat’tan olabilir!” Neyse mihmandarımın öyle olmadığına ikna oldu. Bu kadar tepkili olmasının altında takip edilmesi yatıyor: “Daha 17 yaşındayken evimize kâğıt gönderip merkeze çağırdılar, sorguladılar, gözdağı verdiler. Çünkü müziğim, saçlarım ve sakalımla standartların dışına çıkıyorum. Muhaberat bunu otoriteye başkaldırı olarak görüyor. Şimdiye kadar 10 kez sorgulandım.” Şadi, Trablus’tan Mersin’e gemi bileti almış. Kaçma planının nedeni savaş değil müziği için bir mecra bulmak. Güneşin batışıyla kahvehanenin bahçesi tamamen doldu, nargileler fokurdamaya başladı.

 

İŞADAMININ TRAJEDİSİ

Otelde akşam yemeğinde aynı masada oturduğum Halepli işadamı Kemal Bankesli’ye kulak verdik; hikâyesi isyan sürecinin nasıl geliştiğini de özetliyor: “Muhalifler beni kaçırdı. 1 milyon Suriye Lirası fidye istedi. Reddettim. İşkence yaptılar, kollarımı kestiler, iki ayak parmağımı kırdılar. Sonunda grubun kadısı idamıma karar verdi. İnfaz sırasında liderleri “Dur” diyerek infazcının elini indirdi ama o sırada tetiği çektiğinden kurşun dizime isabet etti. Kendi aralarında ‘Bu adam bizden yana değil ama rejimin adamı da değil. Bizim için faydalı olabilir, idam etmeyelim’ diye konuşmuşlar. 4 saat kanlar içinde beklettiler, sonra akrabalarıma teslim ettiler.” 

Karşımda oturan kadın gazeteci Rula el Salih de yaralandıktan sonra bilek kemikleri ortaya çıkmış kardeşinin fotoğraflarını gösterip acılarını paylaştı: “Bu savaşta 35 akrabamı yitirdim. Oturduğum mahallede 185 kişi öldü.”
Şam’ın sokaklarında birçok binanın önünde ‘şehit’ fotoğraflarına rastlamak mümkün. Gün içinde uğradığım Radyo Televizyon Kurumu da kendi kayıplarını sergilemiş: Devasa panoda ölen 25 gazetecinin fotoğrafları sıralanmış. İç savaşın vurmadığı aile sanki yok. Kayıp bilançosu büyük ama yönetim bu konuda ketum. Opera Evi’nde kadın askeri doktor Hala Bilal’e ısrarla sorduğum halde “Vatan için ne kadar can verdiğimizin önemi yok” demekle yetindi.
Bu acılara rağmen insanlar yaşamlarına asılıyor. Dama Rose’da her gece bir düğüne denk geldim. Teras bölümünde ise sanatçı Mecide el Rumi Suriyelilerin sevdiği şarkılarla konukları eğlendiriyordu.

 

ESKİ ŞEHİR DİRENİYOR

Üçüncü gün artık Enformasyon Bakanlığı’nın yazılı izni elimde. Rahatça kentte fotoğraf çekebilirim. Fehhami bölgesinden başladım. Muhafazakâr bir semt. Pazar yeri kalabalık, sebze-meyve fiyatları üçe katlanmış. Maaşlar ise 5 yıldır aynı yerde sayıyor. Bir dükkan sahibi “Önceden herkes bolca alırdı, şimdi azar azar” dedi. Fiyat artışlarının iki temel nedeni şu: Mazot 17 liradan 140 liraya, benzin 40 liradan 150 liraya fırlamış. Ve çatışmaların olduğu bölgelerde tarımsal faaliyet azalmış.

Hamidiye Çarşısı’nda hediyelik eşya satan biri ise “Turist gelmediğinden krizin ilk yıllarında satışlarımız çok düştü. Şimdi yavaş yavaş açılıyor. Turist geldiği için değil. Çok sayıda Suriyeli yurtdışına çıktı. Onların yanlarına gidenler hediye götürüyor” dedi. Eski Şam’ın ziyaretçisi çok ama eskisi gibi canlı değil. Daracık sokaklarda ayakta kalamayan dükkânlardan bazıları fast food ya da kahveye dönüşmüş. Bana Şiraz halısını yok pahasına satmaya hazır bir dükkân sahibi muhtemelen o günü de siftahsız kapattı. Sıcakta daha fazla yürüyemedik, Bab Tuma yolunda Beyt el Ayli’de soluklanıp Şam dutundan meşrubatları kana kana içtik.

BUTİ, SELAHADDİN EYYÜBİ’NİN YANINDA

Suriye nereye giderse gitsin Selahaddin Eyyübi Türbesi ve Emeviye Camii ziyaretçisiz kalmıyor. Türbedeki yenilik şu: Nusra Cephesi’nin vaaz sırasında intihar saldırısıyla öldürdüğü Kürt alim Said Ramazan el Buti, Kudüs fatihi Selahaddin Eyyübi’nin yanına, aynı saldırıda ölen oğlu Ahmed Tevfik de türbenin dışında ilk Türk hava şehidi Üsteğmen Nuri, Yüzbaşı Fethi ve Üsteğmen Sadık’ın mezarının yanına gömülmüş. ‘Levant’ın şeyhi’ Buti, silahlı isyanı reddedip Erdoğan’dan krizin çözümü için yardım istemişti.

Hıristiyan, Şii ve Yahudilerin yaşadığı Bab Duma’da bildiğim mekânlardan Beyt el Şami’de yemek yedik. Sipariş listem aynı: Tabbuli (salata), cibni (peynirli tavuk), baba gannuş, humus, polo. Bab Tuma lokanta ve otele çevrilmiş konakları ve el işlemecilerin maharetlerini sergilediği dükkânlarıyla ünlü. Her şeye rağmen akşamları canlı müzik sokaklara taşmaya devam ediyor. Suriyeliler ölüm ile sevinci birlikte yaşıyor.

O LOKANTA KAPANMIŞ

Erdoğan’ın Esad’la yemek yediği Mithat Paşa Çarşısı’ndaki Khavali’nin halini merak ettim. Kilit vurulmuş. Köşedeki kuruyemişçi Mahmud Gassan’a sordum, “Burası iki kardeşe aitti, biri öldü, diğeri hastalandı. Çocukları yurtdışına gitti” dedi. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince duraksadı, sonra devam etti: “Türkiye’yi seviyorum. Erdoğan bu lokantaya geldi; kızı evlenmeden önce gelip bu çarşıdan alışveriş yaptı. İki ülke arasında güzel ilişkiler tesis edildi. Şimdi Erdoğan bize gönderdiği teröristlerle her şeyi mahvetti. Bu savaş sadece İsrail’e hizmet etti.“

VE SESSİZLİK BOZULUYOR

Elektrikler kesik Mithat Paşa karanlık. Bir köşeye üşüşmüş çocuklarla karşılaştım. Latin Kilisesi her yıl yaz kampı düzenlermiş. Çatışmalar artık buna engel. Onlar da kapalı çarşıyı gizemli bir oyun alanına çevirmişler. Gruplar halinde yarışan çocuklar belli yerlere bırakılan işaretler ve ellerindeki haritayla şifreleri çözüyor.

Hamidiye Çarşısı’nda ise uğramadan geçemediğim yer tarihi dondurmacı Bekdaş. Her zamanki gibi ana baba günü. Önceden duvarda ünlü ziyaretçilerin fotoğrafları vardı. Emine Erdoğan ve Ürdün Kralı Abdullah’ın fotoğrafları da asılıydı. Şimdi onların yerinde tek bir çerçeve var: Nasrallah’ın direnişe katkılarından dolayı gönderdiği teşekkür mektubu.

Güneşin batışıyla caddeler de şenleniyor. Akşamın son yürüyüşünü yaptığım Şaalan kalabalık, dükkânlar doluydu. Şam’ın gecelerinde sessizlik dördüncü gece bozuldu. Sabaha doğru kırsaldaki Cobar’a yönelik bombardıman uyutmadı. Muhalifler de Dahiyet el Esad bölgesine roket attı.

 

Emeviye Meydanı’nda savaştan eser yok

Silahlı gruplar Şam’a sarsıcı darbeyi 26 Eylül 2012’de Emeviye Meydanı’nda Genelkurmay karargâhına saldırarak vurmuştu. O günden itibaren rejim silahlı grupları Şam’ın merkezinden uzak tutmak için ciddi önlemler aldı. Yine de kentin doğusunda Guta, Duma ve Cobar’ı elinde tutan muhalifler zaman zaman roket atarak Şam’ı terörize edebiliyor.

hürriyet.  FEHİM TAŞTEKİN

İran Dışişleri Bakanı, ABD Cumhurbaşkanı Obama’nın dün yaptığı açıklamasına tepki göstererek “Geçen birkaç yüzyıldan beri devam eden bu tehlikeli alışkanlığınızdan vazgeçin” dedi.

İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, ABD Cumhurbaşkanı Barack Obama’nın dün yaptığı konuşmasına yanıt verdi.İran Dışişleri Bakanı Zarif’in cevabının satırbaşları söyle:

1- İran İslam Cumhuriyeti hiçbir zaman nükleer silah peşinde olmamıştır, dolayısıyla Viyana Anlaşması’yla İran’ın nükleer silahı elde etmesinin önlendiği ile ilgili iddia sadece Amerika içindeki muhalifler ve Siyonistler’i razı etmek için söylenmiştir.

2- Geçen yıllardaki gelişmeler radikalizm ve terörizmin bölgemizde yaygınlaşmasının nedeninin ABD ve onun bölgedeki bazı müttefikleri özellikle İsrail’in düşüncesizce yapılmış politika ve eylemleri sonucu olduğunu göstermiş ve bunun sonucunda da bölge ve dünya halkı için de savaş ve radikalizmden başka bir yararı olmamıştır.

3- Bölge gerçeklerini doğru şekilde tanımaya dayalı barış, güvenlik ve istikrar daima İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasının önceliği olmuş ve bazı ülkelerin tehlikeli çelişkilerinin tersine süreklilik ve bütünlük içerisinde bütün komşularla barış ve dostluk, halkın isteklerini destekleme ve dış saldırı, aşırıcılık, terörizm ve mezhepçilik gibi ortak tehditlerle mücadele etmek gibi temellere dayanmaktadır.

4- İran son dönemdeki nükleer müzakerelerdeki özgüven ve aklıselimle sahte krizlerin bile müzakere ve karşılıklı saygıya dayalı yolla çözülebileceğini gösterdi. Dolayısıyla tehlikeli ve itibarsız İranofobi projesinin temelleri yıkıldı ama İranofobi’yi canlandırmaya çalışmak ölümcül silahları satanlara inanılmaz kar sağlayabilir ve bölge ve dünyanın sınırlı kaynaklarını yoksulluk, cehalet ve adaletsizlikle mücadele etmek yerine göstermelik silahların sınırsız satılması yolunda heba edebilir.

5- ABD yetkililerine uygar dünyanın yüzyıla yakındır dış politika aracı olarak güç ve tehdit kullanımı seçeneğini bıraktığını ve onu gayri insani, yasadışı ve etkisiz bulduğunu duyuruyoruz. ABD ve dünya halkı bu ülkenin geçen 50 yıldaki savaşlarının mali hüsranlar ve dünyayı güvenliksiz ve istikrarsız hale getirmekten başka hiçbir yarar sağlamadığını söylemeye hakkı vardır. Şimdi ise geçen yüzyılların bu tehlikeli alışkanlığının bırakılma zamanıdır.

6- ABD’nin 1953 darbesini desteklemesi, Mukaddes Savunma’daki rolü, ABD yetkililerinin İran milletine hakaret etmesi ve bu halka karşı yapılan yaptırımlar İran halkının hafızasına kazınmış, ama bu halk Amerika halkıyla problem yaşamıyor. ABD, İran ve dünya halkının bakış açısı ve sloganlarının değişmesini istiyorsa kendi politika ve davranışlarını değiştirmek zorundadır.

7- Amerika’nın önceki hükümetleri hayali ve yanlış inançlara kapılarak önemli fırsatları kaybetmiş ama şimdi bu tarihi fırsat İran halkının güvenini kazanmak için kullanılmalıdır. İran halkı bütün, direnişli ve yüce gönüllüdür ve tehdit, dayatma ve yaptırım karşısında yiğitçe direnir. Bu yanlış politika on yıllarca bu halka karşı uygulanmış ve ABD için hiçbir getirisi olmamıştır. Şimdi bütün barış sevenlere büyük getirileri olan ve geçen iki buçuk yılda varılan yeni çözüm sürecinin devam etmesi ise müstesna bir fırsat sunmuştur.

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Arap ve Afrika bölgelerinden sorumlu yardımcısı Hüseyn Emir Abdullahiyan, “ABD ile IŞİD konusunda hiç bir görüşme ve işbirliğimiz yoktur” dedi.

İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Arap ve Afrika bölgelerinden sorumlu yardımcısı Hüseyn Emir Abdullahiyan, el-Alem Tv kanalına verdiği mülakatta İran İslam Cumhuriyeti temel politikasının komşu ülkelerle işbirliği yapmak olduğunu belirterek, nükleer meselesinin çözümünden sonra İran’nın bölge ve bölge ülkelerine daha çok dikkat etmesi gerektiğini söyledi.

Hüseyn Emir Abdullahiyan, İran İslam Cumhuriyeti’nin P5+1 grubu ile sadece nükleer program konusunda görüşüldüğünü söyleyerek, “İran Dışişleri Bakanlığı P5+1 grubu ile bölge ülkeleri hakkında görüşmek gündemimizde yoktu zira İran’a göre bölge meseleleri sadece bölge ülkeleriyle ilgilidir” dedi.

İran Dışişleri Bakanı Arap ve Afrika bölgelerinden sorumlu yardımcısı Hüseyn Emir Abdullahiyan konuşmasının devamında İran ve Suudi Arabistan ilişkilerinin şimdiki durumuna değinerek, “Bize göre Suudi Arabistan’ın bölge sorunlarını çözmede güç kullanıp zora başvurması bir stratejik hatadır. Biz Suudi Arabistan’ın ele aldığı bu siyasete karşı olduğumuza rağmen yine de Tahran ve Riayd ilişkilerinin normal hale gelmesini olumlu buluyoruz” diye ekledi.

Emir Abdullahiyan ayrıca İran ve Mısır ilişkilerine değinerek, “İran ve Mısır ilişkilerinde ne gerileme ne de ilerleme yaşanmıştır. Biz her zaman Mısır'la devamlı bir ilişki kurmayı olumlu karşıladık, fakat Mısır hükümeti İran'la ilişkilerini genişletmeye dair mevcut sorunlarını çözüp bu konu hakkında karar vermeli. Biz bu kararı Mısır hükümetinin kendisine bırakıyoruz” dedi ve İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgede IŞİD’le mücadele ve ayrıca Irak ve Suriye gibi IŞİD tehlikesiyle karşı karşıya kalan ülkelere yardım etmede ilk ülkelerden olduğunu belirterek, “ABD ile IŞİD konusunda hiç bir görüşme ve ortak işbirliğimiz yoktur. Bizim IŞİD’le de mücadelemiz Irak ve Suriye hükümetlerinin isteği üzerinedir. Gelecekte de terörizm tehlikesiyle karşı karşıya kalan ülkelere terörle mücadelede yardım edeceğiz” dedi.

Cumhurbaşkanı Ruhani, önceliklerinin Nükleer Anlaşma'dan sonra Azerbaycan Cumhuriyeti dahil bütün komşuların İran’da yatırım yapması olduğunu belirtti.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bugün Azerbaycan Cumhuriyeti Sanayi ve Ekonomi Bakanı ve İran-Azerbaycan Ekonomik İşbirliği Ortak Komisyon’un Azeri başkanı Şahin Mustafayev ile yaptığı görüşmede geçen iki yılda iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirerek “İki ülke çeşitli konularda daha ileri düzeyde bir ilişkiye ulaşmak için büyük potansiyele sahipler” dedi.

Nükleer Anlaşma’dan sonra dünyanın birçok şirketinin İran’da yatırım yapmak istediğiini belirten Ruhani “Önceliğimiz Azerbaycan dahil bütün komşularımızın yatırım yapmasıdır” dedi. Kuzey-Güney Koridoru’nun iki ülke arasındaki ilişkilerinde özel bir konuma sahip olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Ruhani “Azerbaycan, İran’ın Kafkasya bölgesiyle iletişiminde bir kapı rolü oynayabilir ve Azerbaycan da İran toprağından geçerek Fars Körfezi ve Umman Denizi’ne ve oradan dünyanın heryerine ulaşabilir, bundan dolayı bu potansiyeli kullanmak için işbirliğimizi geliştirmeliyiz” ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanı Ruhani ayrıca petrol ve doğalgaz sektörülerinin İran ile Azerbaycan ilişkilerini güçlendirebilecek bir başka alan olduğunu ve Hazar Denizi’nde ortak yatırım yapmanın diğer ortaklıkların yolunu açabileceğini savundu. Azerbaycan Cumhuriyeti Sanayi ve Ekonomi Bakanı Şahin Mustafayev de bu görüşmede Nükleer Anlaşma’dan dolayı İran’ı tebrik ederek “Azerbaycan Cumhuriyeti devletiyle milleti İran devletinin bu büyük başarısından dolayı çok memnundur ve eminiz ki bu anlaşma bölgede ve dünyada barış ile istikranın hayrına ve bütün milletlerin yararına olacaktır” diye konuştu.

Mustafayev, Azerbaycan Cumhurbaşkanı’nın İranlı mevkidaşı ile görüşmesinden sonra iki ülke işbirliğinin üst düzeye ulaştığına değinerek “Azerbaycan Cumhuriyeti bütün gücüyle İran ile enerji, ticaret, taşımacılık, sanayi, tarım, petrol, petrokimya ve bankacılık gibi sektörlerde ilişkilerini geliştirmek için çaba göstermektedir” diye ekledi.

Çarşamba, 05 Ağustos 2015 02:22

Meclis Başkanı: Amerika IŞİD’i kullanıyor

İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani, Amerika’nın IŞİD terör örgütünü kullandığını söyledi.

Laricani Tahran’da bulunan Sırbistan Dışişleri Bakanı İvitsa Daçiç ile yaptığı görüşmede Amerika’nın IŞİD terör örgütünü kendi hedefleri doğrultusunda kullandığını belirterek, “IŞİD’e karşı ciddi bir mücadelenin başlatılmaması bu terör örgütünü yaptığı korkunç cinayetleri tekrarlaması için tahrik ediyor ve bu da bölgenin zararınadır” dedi.

İran İslami Şura Meclisi Başkanı Laricani, Sırp bakanla bir araya geldiği görüşmede ayrıca İran ve Sırbistan arasında geçmişten var olan iyi ikili ilişkiler olduğunu hatırlattı ve “İran ve Sırbistan siyasi, ekonomi, sanayi ve bilimsel konularda beraber çalışabilir” dedi ve iki ülke siyasi yetkililerinin karşılıklı olark düzenledikleri ziyaretlerin artması gerektiğinin önemine vurgu yaptı.

Laricani ayrıca Daçiç ile Tahran’daki Meclis binasında bir araya geldiği görüşmede Balkan ülkeleri ve özellikle de Sırbistan’la olan ilişkileri pekiştirmenin İran İslam Cumhuriyeti yetkililerinin önceliği olduğunu belirtti.

Bu görüşmenin bir diğer bölünde ise Sırbistan Dışişleri Bakanı İvista Daçiç de İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgedeki konumu ve önemine dikkat çekerek, “Sırbistan, İran ile tüm alanlardaki ilişkilerini geliştirmek istiyor ve iki ülke meclislerinin ise bu doğrultuda atacağı adımlar büyük önem taşıyor” diye konuştu.

Sırp bakan ayrıca yakın bir gelecekte İran ve Sırbistan Karma Ekonomik Komisyonu düzenleneceğini bildirdi.

ABNA-İran’ın eski dışişleri bakanı ve İslam İnkılabı Rehberinin uluslararası danışmanı Ali Ekber Velayeti, İslam İnkılabı Rehberinin internet sitesine verdiği röportajda, Viyana anlaşması hakkında görüşlerini dile getirdi.  Müzakere timini açıkça desteklediğini belirten Velayeti, anlaşmaya varan süreçle ilgili önemli noktalara değindi.

Viyana müzakerelerinin ardından iç ve dış basında iki konu haberlerin baş köşesinde yer aldı ve üzerinde analizler yapıldı; birincisi, anlaşma sağlandıktan sonra İran’ın bölgesel politikalarının da değişeceğiydi ve ikincisi de İran’ın füze ve silah gücünün eksileceğiydi. İslam İnkılabı Rehberi, bayram hutbesinde her iki konuya da değinmiş ve bu hususta bazı açıklamalarda bulunmuşlardı.

Tabnak internet sitesinin bildirdiğine göre, İslam İnkılabı Rehberinin uluslararası danışmanı Ali Ekber Velayeti, İmam Hamanei’nin eserlerini koruma ve yayma bürosunun internet sitesiyle yaptığı röportajda, Viyana anlaşması başta olmak üzere Batı basınında oluşturulan gündeme dair açıklamalarda bulundu.

İslam İnkılabı Rehberi, bayram namazı hutbesinde nükleer müzakerelere işaretle, “İster bu metin tasvip edilsin ister edilmesin, ilahi kuvvet ve kudret sayesinde, hiçbir şekilde suistimal edilmesine izin verilmeyecektir” ifadesinde bulundu. Karşı tarafın, basın üzerinden ortam oluşturarak suistimal etmeye ve amaçlarına ulaşmaya çalıştığı görünmektedir. Bu konun içerdiği örnekler nelerdir?

Bana göre, Batılı tarafların özellikle Amerikalıların her zamanki gibi ortamdan ve müzakere metninden suistifade etmek isteyecekleri zaten başından itibaren de tahmin ediliyordu. Bunu gösteren örneklerden biri, ‘nihayetinde ekonomik baskılar etkili oldu ve İran müzakere masasına oturdu’ şeklinde propaganda yapmaya yönelmeleridir. Tabi kendileri de bunun yalan olduğunu biliyorlar, çünkü İslam İnkılabından sonra İran sürekli yaptırımların hedefi olmuştur. Zaten başından beri Amerikalılar İran’ı ekonomik muhasaraya almak için yaptırım silahını kullanmıştır. Şu noktanın hatırlanması da önemlidir; söz konusu yaptırımlar bizim için zorluklar getirmiş olsa da -ki bunu inkarda etmiyoruz – fakat bununla birlikte, daha fazla özgüven kazanmak, bağımsızlık yönünde hareket etmeye çalışmak ve dışa bağımlığı azaltmak için bir temrin olmuştur. Şüphesiz, üstatların, gençlerin ve uzmanların yetenekleri sayesinde kaydedilen askeri ve savunma alanındaki ilerlemeler, yaptırımların olumlu sonuçlarından biri olup kendine ittika etmenin neticesinde olmuştur. Şayet yaptırımlara maruz kalmamış olsaydık, yeterliliğin ve bağımsızlığın bu payesine yetişmezdik. Bazen olur ki insan bir şeyi kolayca ele geçirir ve füze, tank ya da uçak gibi bir savunma aracını üretmek için ilk aşamalarından başlayarak kendini zahmete atmaz ve en sade, en yakın olan ne ise onu seçer. Ama yaptırımlar neden oldu ki bazı sanayilerde kendimiz sıfırdan üretmeye başlayalım.

Çok açık söylüyorum, İran İslam Cumhuriyeti hiçbir surette savunma pozisyonlarından geri çekilmeyecektir. Defalarca da açıkladığı üzere, bütün kuvvetleler komutanı İmam Hamanei’nin bu husustaki politikası şudur: Savunma alanında hiç kimsenin müdahalesine, neye sahip olup neye sahip olmayacağımızı belirlemesine izin verilmez.

Nükleer meselesi, İran’a karşı yaptırımların daha da şiddetlenmesine neden oldu. Dolaysıyla biz de yeni çözüm yollarını bulmanın arkasına düştük. Petrol dışındaki ihracatların artırılması çözüm yollarından biriydi. Bir zaman Nizamın Maslahatını Belirleme Kurumu, ülkenin cari bütçesinin petrola olan bağımlılığını tedricen azaltıp sıfır düzeyine ulaştırmamız yönünde hareket etmek için bir yasa tasarısı tasvip etmişti. Fakat yaptırımlar şekillenmeye kadar uygulamaya konulmadı. Ama 1393 yılında petrol haricindeki ihracatlarımızın oranı eskiye kıyasla her zamankinden daha fazla artış gösterdiğine tanık olduk. İslam İnkılabı Rehberi tarafından iblağ edilen direniş ekonomisi politikaları da aslında yaptırım koşulları altında ayaklarımızın üzerinde durup ilerlememize yardımcı oldu ki ciddiyetle takip edilmeleri gerekir.

Bununla birlikte ambargo ortamı, sekiz yıllık savaş gibi büyük zorlukları da beraberinde getirmiştir. Savaşta ise kimse bize mermi dahi vermiyordu. Dışişleri bakanlığında olduğum sırada, bazı ülkelerden büyük zahmetlere katlanarak ancak mühimmat tehiye edebildiğimize bizzat tanık olmuştum. Hatta büyük zorluklara katlanarak dışişleri bakanlığı ile savunma bakanlığının işbirliği sayesinde Libya, Kuzey Kore ya da başka yerlerden otuz adet “Scud-B” füzesini alabilmiştik. Ve nihayetinde kendimiz füze üretimi ve yapımına doğru hareket ettik.

Dolaysıyla, ‘yaptırımlar İran’ın müzakere masasına oturmasına neden oldu’ şeklindeki ifadenin boş bir laftan ibaret olduğu açıktır. Eğer onların baskıları etkili olsaydı, bu gün İran’da bir santrifüj dahi bulunmaması gerekirdi. Oysa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde ilk kezdir İran gibi bir ülkenin beş altı bin aktif santrifüjü bulundurabileceğini ve zenginleştirme sürecini sürdüreceğinin tasvip edildiğini görüyoruz. Elbette ki bu, beklediğimiz o ideal nokta değildir fakat zenginleştirilmiş radyoaktif maddelerin üretiminin Birleşmiş Milletleri tarafından bizim için resmen tanınmış olması bile kendi başına büyük bir kazanımdır ve halkın direnişi sayesinde ancak elde edilmiş bir kazanımdır. Bu nedenledir ki korku ya da teslim olma nedeniyle değil, gücümüzden hareketle müzakere masasına oturduk. Nitekim İslam İnkılabı Rehberi de İran’ın müzakere ekibi için ‘cesur ve gayur’ tabirini kullanmışlardı.

Yapabilecekleri diğer bir suistimal de ‘İran’ın Amerika’yla müzakerelerinin kapısı açılmıştır’ demeleridir. Oysa İslam İnkılabı Rehberi devlet yetkilileriyle yaptığı açık ya da özel görüşmelerde, müzakerelerin nükleer mesele dışında başka bir meseleyi kapsamayacağını belirtmişlerdi. Nitekim bundan öncede zaruret gereği istisnai müzakereler yapmıştık. İran ve Amerika’nın Birleşmiş Milletler çatısı altında Afganistan konusu ve Taliban meselesiyle ilgili müzakeresi ya da Irak meselesinde yine Birleşmiş Milletler çatısı altında yaptığımız müzakereler örnek olarak verilebilir. Son olarak da Amerikalılar, İran’a duydukları ihtiyaç nedeniyle Suriye veya Yemen gibi bazı bölgesel konularda İran’la müzakere yapma temayülündeler fakat, İran’ın resmi yetkililerinden hiç kimseye bölgesel ya da ikili meselelerle ilgili Amerikalılarla diyaloga geçme konusunda İslam İnkılabı Rehberi tarafından izin verilmiş değildir. Zira onlara güvenilmeyeceğini göstermişlerdir. O halde Amerika’yla müzakerenin kesinlikle hiçbir temeli yoktur.

Amerikalı yetkililer, Viyana müzakereleri ve mutabakat metninin yazılmasından sonra İran’ın savuma gücünün düşürülmüş olduğunu yansıtıyorlar. Doğru mu?

Bakınız, açıkça söylüyorum, İran İslam Cumhuriyeti hiçbir şekilde savunma pozisyonlarından geri adım atmayacaktır ve ister sıvı yakıtlı olsun ister katı yakıtlı olsun;  kısa menzilli veya uzun menzilli olsun         maslahat gördüğü her türlü füzeyi –nükleer başlık alabilen füzeler dışında – üretecektir.

Bu konuda İslam İnkılabı Rehberinin defalarca açıkladıkları gibi savunma alanında hiç kimsenin neye sahip olup neye olmayacağımızı belirlemesine izin verilmez. Dayton’da Bosnalılara dayatılanın bir benzerini kabul etmek mümkün değildir. Clinton zamanında imzalanan Dayton anlaşmasında, Bosna hükümetinin kaç adet askeri araca, kaç tane havan topuna, ne kadar silah, mermi ve mühimmata sahip olabileceğini belirlediler. Yani bunu kendileri için tamamen belirlediler. Fakat İran askeri ve teçhizat bakımından bağımsız olduğu için karar almada bağımsızdır ve hangi silaha sahip olacağını veya olmayacağını kimse kendisine dikte edemez. İran İslam Cumhuriyeti, savuma için ne gerekiyorsa ona göre karar alır ve üretir; bu füze olabilir, savaş uçakları olabilir, uçaksavar, tank ve diğer zırhlı araçlarda olabilir.

Dolaysıyla savunma alanında, bazı açıklamalar yapmış olsalar bile İran hiçbir surette ne onların gelip askeri merkezlerimiz denetlemesine ne de İran’ın hangi tür silaha sahip olmasına dehalet etmelerine müsaade eder. İran, İslam İnkılabı Rehberinin fetvası gereği haram saydığı nükleer silah üretimi ve kimyasal bombalar gibi hiçbir zaman kullanmadığı kitle imha silahları dışında, geriye kalan silahları üretme konusunda asla tereddüt etmeyecektir. Şahap, Siccil vs. gibi füzelerde nükleer başlık takılması için asla üretilmedi. Bu nedenle, Viyana anlaşma taslağındaki maddelerin kapsamına girmez.

Bazı kimseler ve yayın organları, İran’ın bölgesel politikalarının bu anlaşmanın uygulanmasından sonra değişeceğini öne sürmek için yeni bir gündem oluşturmanın peşindeler…

İran politikaları asla değişmeyecektir. İran İslam Cumhuriyeti'nin direniş ekseni etrafında bölgenin savaşçılarına olan desteği eskisi gibi devam edecektir, hatta daha da güçlendirilecektir. İran İslam Cumhuriyeti, ister radikal olsunlar ister (Amerikalıların değimiyle) ılımlı olsunlar teröristlere ve teröre karşı Irak devletini ve halkını destekleme konusunda kararlıdır.

Dolaysıyla İran, başta kendisinin olmak üzere bütün ülkelerin hatta Batılı ülkelerin bile (tabi kendileri bunun farkında değiller) zararına olan terörizm olgusunun yayılmasına karşı Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen halklarını himaye etmek için hiçbir yardımı esirgemeyecektir.

‘Yaptırımlar İran’ın müzakere masasına gelmesine neden oldu’ önermesi, boş bir laftan ibarettir. Eğer onların baskıları etkili olsaydı, bu gün İran’da bir santrifüj dahi bulunmamalıydı. Oysa ilk kezdir Birleşmiş Milletlerde, İran gibi bir ülkenin beş altı bin aktif santrifüje sahip olması ve zenginleştirme sürecine devam etmesinin tasvip edildiğini görüyoruz. Bu konu kendi başına önemli bir kazanımdır ve sadece direniş sayesinde elde edilmiştir.

Biz bunun insani ve İslami bir görev olduğuna inanıyoruz. İlaveten, sınırlar dışında terörizmle mücadele etmek, aslında bir nevi İran İslam Cumhuriyeti'nin toprak bütünlünü ve siyasi hayatını savunma olarak da sayılır. Komşu ülkelerde ve etrafınızda olup bitene karşı sessiz kalıp oturarak düşmanın size yönelmesini bekleyemezsiniz. Önde hareket etmemiz gerekir ve ortak bir bölgesel hedef doğrultusunda terörizmle, Amerika ve yabancı güçlerin bölgeye müdahale etmesiyle mücadeleyi sürdürmeliyiz. Bu, İran İslam Cumhuriyeti'nin stratejik görevlerinin bir parçasıdır.

İslam İnkılabı Rehberi, Ramazan bayramı gününde yetkililerle görüşmesinde ulusal çıkarların dikkate alınmasını ve ona göre anlaşma metninin düzenlenmesi gerektiğini söylediler. Söz konusu düzenlemenin ölçütü ulusal çıkarlar olduğuna göre, bu ulusal çıkarlar nenelerdir? Ya da şöyle sorayım: İran İslam Cumhuriyeti, bir maslahat nedeniyle kötü bir anlaşmaya razı olur mu?

Asla! Kötü anlaşma, aklı başında hiçbir şahsın ve yetkilinin katlanamayacağı bir şeydir. Bir süre önce İslam İnkılabı Rehberi de, Amerikalıların ‘biz iyi bir anlaşmanın peşindeyiz’ şeklindeki sözlerinin doğru bir söz olduğunu ve bizimde aynı sözü kabul ettiğimizi açıklamışlardı. Fakat onlar yayılmacı amaçlarını takip ederken bizlerde ulusal çıkarlarımızı korumayı takip ediyoruz. Onlar, kötü bir anlaşmaya katlanmayacaklarını söylediler; onlara göre kötü anlaşmanın bir tanımı vardır, bize göre başka bir tanımı. Görünüşte bu noktada müşterekiz ama taraflardan her biri başka bir şeyi amaçlamaktadır. Biz diyoruz ki kötü anlaşma, o anlaşmadır ki 1 nükleer teknolojiyi bizden alsın; 2 bizi geliştirme ve araştırma alanında kısıtlasın; 3 savunma olanaklarımızı kötü etkilesin; 4 dünya ile serbest ekonomik ilişkiler geliştirmekten bizi mahrum etsin; 5 dünyanın başka ülkeleriyle bilimsel ve teknolojik ilişkiler kurmaktan bizi yoksun kılsın; ve 6 İran’ın ilerleme ve kalkınmaya odaklı geleceğinin önünde engel çıkarmak.  Kötü bir anlaşmanın bu tür özellikleri vardır.

İlk etapta bildiğimiz de müzakerecilerimizin ülkemiz ve ulusal çıkarlarımız için kötü bir anlaşmayla sonuçlanacak durumlara katlanmayacaklarına dair talimatıdır. Ülkemizde bu mutabakatı inceleyen yasal mercilerin ölçütü de, söz konusu olumsuz özellikleri kendisinden bulundurmamasıdır. Sonuçta görüşmelerde karşılıklı alıp verme mesele söz konusudur, diğer deyişle, ülkeler ya da 5+1’ye üye olan taraflar arasında yapılan siyasi görüşmelerde iyi bir anlaşma şudur ki söz konusu ilişkilerde ve anlaşmalarda İran milletinin maksimin düzeyde çıkarını sağlayarak olumlu bir mutabakata ulaşalım. Böylece bir kez daha İran İslam Cumhuriyeti'nin hiçbir surette kötü bir anlaşmaya kabul etmeyeceğini vurgulamak istiyorum. Bu, tasvip mi edelim yoksa başka bir karar mı ittihaz edelim diye bu metni inceleyen kimseler için genel bir ölçüdür.

Müzakere timinin performansı hakkında nihai değerlendirmeniz nedir?

Bendeniz otur yıla aşkındır müzakere timinin üyelerini ve sayın Dr. Zarif’i tanıyorum. Kendisi sahip olduğu ehliyetle birlikte İnkılap sorası yıllarda hem mütedeyyinliği, hem İran İslam Cumhuriyeti'ne bağlılığı, hem de performansı bakımından kendini geliştirmiştir. 598 müzakereleri ve bölge ülkeleriyle yapmış olduğumuz müzakereler de dahil ülkenin birçok kritik dönemlerinde birlikte çalıştığımız arkadaşlardan olmuştur. Müzakere timinin üyeleri de uzun yıllar boyunca dışişleri bakanlığında aktif çalışma yürütmüş ve ülkemizin uluslararası alanda en deneyimli kadrolardan olup ellerinden gelen bütün çabayı göstermişlerdir. Eğer yapılması gereken bir iş de kalmışsa, kesinlikle budan daha fazlasını yapamadıklarından dolayı kalmıştır. Bendeniz, bu alanda uzun yıllar boyunca faaliyet göstermiş ve gösteren biri olarak bu arkadaşlardan daha güçlü başka bir diplomatik ekip tanımıyorum. Ve bu gurup seçilirken en uygun olan seçim yapılmıştır.

  Bütün bunlarla birlikte, müzakere timinin performansında kuvvet ve zaaf noktalarının olması kuşkusuzdur, ayrıca onların kendileri de üzerinde anlaşmaya vardıkları metnin ideal ve sorunsuz bir metin olduğu iddiasında değiller. Müzakerelerin ve anlaşmanın doğası da böyledir. Anlaşma şöyle değil ki gidip karşı tarafa bir şey diyelim ve onlarda kabul etsinler. Oturmalıyız, tartılmalıyız, pazarlık yapmalıyız ve her iki tarafında bir şekilde razı olacağı ortak bir noktaya ulaşmamız gerekir. muhtemelen bir noktaya varırız ki bir şey karşı tarafın maslahatınadır ve başka bir şeyde bizim maslahatımızadır. Sonuçta her iki tarafın rızasını celp eden bir anlaşmaya varmamız gerekir.

İran’ın politikaları hiçbir surette değişmeyecektir. İran İslam Cumhuriyetinin direniş eksenine verdiği destek eskide olduğu gibi devam edecektir, hatta daha güçlendirilecektir. İran İslam Cumhuriyeti, ister radikal ister (Amerikalıların deyimiyle) ılımlı olsunlar teröristlere karşı Irak’ın devletini ve halkını himaye etmede kararlıdır.

İlk incelemesini yaptığım en son metin de sorunsuz değildir, bazı zaaf noktaları vardır ancak onların İran’ın ulusal çıkarlarını ve hukukunu gözetmek için tüm çabalarını seferber ettiklerinden kuşkum yoktur.

Amerikan basının anlaşma sonrası fiiliyatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zaten bası kesimlerin kendi şeytani planları var. Diğer bir deyişle, kendi rakiplerine karşı basını bir silah olarak kullanıyorlar. Basın ya da medya savaşının kendisi düşmanın bize karşı kullanmak için elinde bulundurduğu olanaklardan biridir. Onların medya imkanları bizden daha fazladır, bu nedenle bazen onların medyasında İran’ın itiraz ettiği bazı şeyler de söylemekte ya da yazılmaktadır. Başka bir deyişle, basından bir araç olarak istifade ediyorlar ve adilane ya da doğru olanı terviç etmek yerine daha çok bu araçtan kendi çıkarları doğrultusunda yararlanma peşindeler.

Buna göre, şu anki ortamda İran İslam Cumhuriyeti'nin basın mensupları hangi mesajı takip etmeliler?

Şüphesiz, İran İslam Cumhuriyeti'nin uluslararası alandaki performansı yüksektir ve 5+1’in bazı üyelerinden daha geri değildir. 5+1 ülkelerinin hiçbiri İran İslam Cumhuriyeti'nin bölgedeki iktidarına sahip değildir. İran İslam Cumhuriyeti'nin sayısız avantajları vardır. İslam Cumhuriyeti bu anlaşmayı teyit ya da ret edebilecek kararı alabilir. Başka bir deyişle, müşavere edenler eğer maslahat olmadığı sonucuna varırlarsa anlaşmayı reddederler ve reddedebilecek güçleri vardır. Yok eğer ulusal maslahata uygun olduğunu görürlerse teyit ederler. Dolaysıyla, İran İslam Cumhuriyetinin bölgede ilk sözü söyleyen ve uluslar arası alanda muktedir ve etkili bir ülke olduğunu basın mensupları unutmamalıdır. İran İslam Cumhuriyeti düzeyinde bir ülke –ki bize göre İran İslam Cumhuriyeti'nin kapasitesi şu ana kadar ortaya konulmuş olanının çok çok fevkindedir –müzakere masasının bir tarafında olurken dünyanın en güçlü ülkeleri sayılan altı güçlü ülkenin masanın diğer tarafında olması ve aynı zamanda İran’ın söz konusu güçlerle müzakere ederken hiçbir korku ya da yetmezliği hissetmemiş olması yakın tarihte görülmemiş bir şeydir.

Bu güç ve kuvvet de kesinlikle İslam İnkılabı düşüncesinden, özgüven ve izzet-i nefs halinin oluşmasından neşet ediyor ve İmam Hamanei’nin rehberliği sayesinde, dirayetle hareket ve gelişme halinde olup İran’ın iktidarını günbegün pekiştirmektedir.              

Çev: Mehmet Gönül

İslamcı Medyanın mezhep düşmanlığı sınır tanımıyor! Haber 7 İslamcı Haber Sitesi ve Yeni Akit isimli İslamcı Gazete dün gündeme BOMBA misali bu haberi düşürdü. “TAHRANDA Kİ TEK SÜNNİ CAMİSİNİ DE YIKTILAR”
 
Son derece tahrik kokan bu haberin amacı neydi, neden gerçeğe dayanmayan böyle bir haber “BOMBA” şeklinde verme gereği duydu?
 
Haberin İslamcı camiadan ve iktidara yakınlığıyla bilinen Haber 7 ile Yeni Akit gazetesi tarafından aynı anda servis edilmesi ve sosyal medyada paylaşması manidar ve kasıtlı bulundu. Özelikle Türkiye’de mezhep tartışmaları yapıldığı ve Şii-Alevi toplumuna yönelik tehditlerin boy gösterdiği bir dönemde gerçeklerden uzak böyle bir haberin yayınlanması “fitne” olarak değerlendiriliyor.
 
Haberin tamamı gerçeklerle bağdaşmadığı, bilakis İran’da sayısız Sünni camii olduğu biliniyor.
 
Peki, gerçekten de iddia edildiği gibi mi?
 
1- 2007 Yılına Kadar Tahran’da 9 Adet Sünni Camisi bulunmaktadır. Sünnilerin Yaşadığı Bölgelerde bulunan bu Camilerde Sünni Müslümanlar Özgürce İbadetlerini yapabilmektedir. Kimse Tahran’da 9 değil de neden 90Sünni Camisi Yok demesin. Çünkü Tahranın Geneline Yakını Şii’dir. Sünni Camileri, Sünnilere ait Mahallelerdedir.
 
2- İran’ın Genelinde Sünnilere ait 10.344 Sünni Camisi bulunmaktadır. Bu Rakam2007 Yılı Rakamıdır. Şimdi ki durum belki daha fazladır.
 
3- Aynı Zamanda İran genelinde Sünnilere ait Onlarca Medrese ve Dini Eğitim Merkezleri de bulunmaktadır.
 
İran’da durum böyleyken Yeni Akit Gazetesi neden böyle bir yalana başvurdu?
 
1- Yeni Akit Gazetesi, Yaptığı Haberin Kaynağını “Haber7″ olarak göstermiş.
 
2- Haber 7 ise yaptığı bu habere her hangi bir kaynak göstermemiş ve sadece Zahidan Kentinde Sünni bir Alimin Ayetullah Hamanei’ye yazdığı mektuptan bahsedilmiş.
 
3- Haber 7’nin bu haber içeriğinde kullandığı “Baskın Resmi” Yeni bir Resim değil.2015 Yılının Ocak Ayına, hatta daha öncesine ait olmak üzere İnternete düşmüştür. Örneğin; Resim Şii düşmanı bir sitede 18.01.2015Tarihinde kullanılmıştır. Söz konusu haberin içeriği de Camii Kapatma iddiası olmasına rağmen Kaynağı: BBC’dir. smile ifade simgesi
 
4- Haber 7’nin Kullandığı Diğer Resim’de Birinci Resim gibi Yeni değil çok, çok eskiye dayanan bir resimdir. Cemaat Halinde gözüken Resim İnternete 2014 Yılında düşmüş. Belki daha evvel. Biz 2014’ü rahatlıkla tespit ettik. Şimdi 2015 yılındayız.
 
5- Söz konusu İran olunca, Resimleri bir araya toparlayarak, Haber yapan Haber 7’nin Aynı Haber konusunda Arap siteleri ile zamanlaması çok ilginç. Çünkü Aynı 2 Resim, Yazılar değişken olmak üzere Arap Haber sitelerinde de yayına sokulmuş.
 
6- Yeni Akit bir adım daha ileri giderek, Haber7’den Kopyaladığı Haberin son kısmına şöyle bir cümle eklemiş: “Bilindiği gibi İran’da ufak sünni mescidleri var ancak büyük bir sünni cami yok.”
 
7- Yeni Akit Gazetesini Sünnilerin Yaşadığı Kürdistan, Urumiye, Senendeç ve diğer Bölgelere Davet etmek gerek. Böylesi Fasıkça Haber sunumu, bir toplumu, bir diğer topluma düşman etmekten başka bir işe yaramaz.
 
8- Yeni Akit ve Haber 7 Madem bu kadar Adil ve Cami Dostları iseler, kendileri aynı zamanda Arabistan’ın Katif Bölgesine derhal gitmeli ve orada ki Şiilerin Cami konusunda sıkıntılarını da haberleştirmelidir.
 
Tahran’da ki 9 Adet Sünni Camisinin Adresleri:
 
1- Sadıkiye Camisi. İkinci sadıkiye kavşağı üzerinde…
2- Tahran-ı Pars Camisi. Dilaveren caddesi üzerinde…
3- Kudüs şehri camisi. Eski cadde üzerinde…
4- Fars Körfezi Camisi. Fetih otobanı üzerinde…
5- Mescid-i Nebi camisi. Şehrek-i Daneş bölgesinde…
6- Heft Cub Camisi. Milarid caddesi üzerinde…
7- Vahidiye Camisi. Şehriyar üzerinde…
8- Nesim Şehr Camisi. Ekber Abad üzerinde…
9- Razi Abad Camisi. Şehriyar üç yolu üzerinde…
 
9- İran Genelinde Bölgelere Göre Sünni Camii Sayısı:
 
Sistan – Beluçistan: 3546. Sistan – Sünni Nüfus: 824.395
Fars: 212.
Kürdistan: 1760.
Kerman: 21.
Kermanşah: 341.
Gulistan: 1017.
Gilan: 89.
Hurmuzgan: 1032.
Batı Azerbaycan Eyaleti (Urumiye bölgesi): 1465
Buşehr: 106
Tahran: 9
Horasan: 746.
 
10- Söz konusu Haber Yeni bir Haber olmadığı gibi Şii Düşmanlarına ait bir takım sitelerde geçmiş yıllarda da yayınlanmıştır.

Ayrıca Bakınız: 

İran’da Kaç Milyon Sünni Yaşamakta ve Sünni Camii Sayısı Kaç?

Belgeyle Haber 7'nin İran Tahran’daki tek Sünni camisini yıktı yalanı

Batı Şeria'nın Nablus kenti yakınlarında yer alan Duma köyünde, Filistinli bir ailenin evi illegal Yahudi yerleşimcilerinin saldırısına uğradı.

Haaretz'in haberine göre, siyonistler molotof kokteylleri ile saldırırken evin duvarına da yazılamalar yaptı. Duvar yazılarında "intikam" ve "yaşasın Mesih" yazıyordu.

Saldırıyı Migdalim Yahudi yerleşiminden iki kişinin yaptığı belirtiliyor. İki ırkçı, duvar yazılamalarından sonra iki evin camına kırarak içeriye molotof kokteyli attı.

Evlerden birisi boş olduğu için orada can kaybı yaşanmadı. Bu evde, 1 buçuk yaşındaki Ali Saad Daobasa yanarak hayatını kaybetti.

Ali'nin babası Sa'ad, annesi Reham, ve 4 yaşındaki ağabeyi Ahmed ise yaralandı.

Siyonistlerin 18 aylık bebeği katletmeleri ardından Filistin’de kitlesel gösteriler yapılıyor.

Batı Şeria’nın el Halil kentinde siyonist rejim güçleri ile Filistinli gençler arasında çatışmalar çıktı.

Siyonist rejim güçleri Filistin medyasının gelişmeleri yansıtmasını engelliyor

Siyonist rejim güçleri Filistin medyasının gelişmeleri yansıtmasını engelliyor. Filistinli medya mensupları gözaltına alındı.

Siyonist askerlerin 18 aylık bebeği yakarak katletmesi ardından Filistinlilerin misilleme operasyonlarına karşı siyonist rejim işgal güçleri alarma geçirildi.