کارگر

کارگر

İslam İnkılâbı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney, mübarek Ramazan bayramı dolayısıyla ülke yetkilileri, İslam ülkelerinin tahran büyük elçileri ve halktan muhtelif kitleleri kabulünde yaptığı konuşmada, vahdet ve birlikteliğin, İslam dünyasının şifa verici reçetesi olduğunu bildirerek, bölgede var olan mevcut mezhebi ve etnik içerikli çatışma ve savaşın Müslüman halkların dikkatinin Siyonist İsrail rejiminin dağıtılması amacıyla planlandığına temasla, “İran İslam cumhuriyetinin bölge siyasetlerinin tamamen Amerika önderliğindeki dünya müstekbirliğinin siyasetlerinin karşı noktasındadır ve İran kesinlikle Amerika’ya güvenmemektedir. Çünkü Amerikan siyaset adamları sadakatsizlik ve insafsızlığın doruğundadır” dedi.

Mübarek Fıtr (Ramazan) bayramı dolayısıyla tebriklerini dile getiren İmam Hamanei, İslam dünyasının içinde bulunduğu üzücü duruma ve birlik ve dayanışmanın olmamasına temasla, bölgedeki mevcut tefrika ve ihtilafın doğal olmadığını ve (birileri tarafından) tahmil edildiğini, İslam âleminin din âlimleri, aydınlar, devlet adamları, siyasetçiler, elitler ve güzidelerinin bu tefrika ve ihtilaflarda İslam ümmetine yönelik hıyanet ellerin farkında olmaları gerektiğini söyledi.

İslam inkılâbı rehberi, bölge ülkelerinde Sünni ve Şii Müslümanların uzun yıllar birlik içinde yaşamalarına rağmen bugün gelinen noktada yaşanan ihtilaf ve çatışmaların normal olmadığını hatırlatarak, ''Eğer İslam ülkeleri vahdet içinde olsa ve müşterekleri üzerinde yoğunlaşsalardı kesinlikle dünya siyasetinde kendine has çok büyük bir güç olurdu ama büyük güçler kendi çıkarlarını ve Siyonist rejimin çıkarlarını korumak için İslam ümmetine bu ihtilaflar ve fitneleri dayatmışlardır'' dedi.

İslam devletleri içinden bazılarının gayrı meşru Siyonist rejime eğilim göstermelerine rağmen Müslümanların Siyonist İsrail rejimine karşı nefretlerini hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi İmam Hamaney müstekbir devletlerin İslam ülkeleri içinde de bazı münasebetsiz kimselerle işbirliğinde bulunarak mezhepsel savaşları planladıklarını ve el-Kaide ve IŞİD gibi cani örgütleri ortaya çıkardıklarını söyledi.

İmam Hamaney, Amerikalı bazı yetkililerin terör örgütü IŞİD'in oluşturulmasında Amerikan yönetimin rolünün olduğuna dair itiraflarına da temasla, IŞİD aleyhinde oluşturulan koalisyonun inandırıcı olmadığını belirterek; bölgede emperyalist güçlerin siyasetlerinin, açık bir şekilde haince olduğunu ve bunun herkes tarafından görülmesi gerektiğini söyledi.

İslam inkılâbı rehberi, İran İslam cumhuriyetinin bölge siyasetlerinin emperyalist ülkelerin siyasetlerinin tam tersine olduğunu belirterek; Irak konusuna temas etti ve ''Emperyalizmin Irak'taki siyaseti, halkın oyuyla iktidara gelen hükümetin devrilmesi, Irak'ta Şii ve Sünni Müslümanlar arasında çatışma çıkarılması ve sonuçta Irak'ın parçalanmasıdır. Ama İran'ın siyaseti ise, seçimle iktidara gelen hükümeti desteklemek, iç savaşları önlemek, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak ve mezhepler arası çatışmaları engellemektir'' dedi.

Suriye konusuna da değinen İslam inkılâbı rehberi, emperyalizminin Suriye'deki siyasetlerinin de, halkın iradesi dışında bir iradenin dayatılması ve Suriye yönetiminin devrilmesi yönünde olduğunu ama bu şom emellerini bu zamana kadar gerçekleştiremediklerini zira Suriye halkı ve devletinin bir bütün olarak başta Siyonistler olmak üzere her türlü entrikaya karşı direndiğini, İran Cumhuriyetinin ise, Siyonistler karşısında direnen bir devletin şiar, hedef ve mukavemetini İslam dünyası açısından bir ganimet bildiğini söyledi.

İmam Hamaney, “İran İslam cumhuriyeti, Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn gibi bölge meselelerinde kendi özel çıkarları peşinde değil bilakis bu ülkelerde asıl karar vericilerin halklar olduğuna ve başkalarının bu ülkelerde müdahalede bulunma ve karar verme hakkına sahip olmadıklarına inanmaktadır” ifadesini kullandı.

İslam İnkılâbı rehberi Lübnan’da müstekbirlik siyaseti ile İslam nizamı siyasetinin karşı karşıya geldiğini de hatırlatarak, başta Amerika olmak üzere müstekbirlik düzenin yıllar boyunca Lübnan topraklarının bir parçasının Siyonist İsrail rejimi tarafından işgal edilmesi karşısında onay içerikli sessiz kaldığını, fakat dünya düzeyinde en şerefli milli müdafaa gruplarından olan mümin, fedakâr bir grubun işgalci Siyonistler karşısında direniş göstermesi ve onları Lübnan topraklarından dışarı atmasıyla derhal bu grubu terörist gruplar listesinde ilan ettiğini ve onu yok etmeye çalıştığını söyledi.

İran İslam Cumhuriyetinin Lübnan direnişini desteklemesinin sebebinin, onlar saldırganlar karşısında gerçek bir direniş göstermeleri, yiğitlik ve fedakârlıkları olduğunu belirten İslam İnkılâbı Rehberi, “Amerikalılar, Lübnan direnişi terörist diye adlandırmakta ve İran’ı da Lübnan direnişine verdiği destekten dolayı terörist destekçisi olmakla suçlamaktadır hâlbuki gerçek teröristin ta kendisi, IŞİD’i oluşturan ve habis Siyonistlere destek veren Amerika’dır ve terörizme destek verdiği için yargılanması gerekmektedir” dedi.

Yemen meselesine ve bu bölgede de İran ile Amerikan siyasetlerinin çatıştığını belirten İmam Hamaney şöyle dedi: Yemen’de Amerika, ülkenin çok kritik bir döneminde siyasi kriz yaratmak amacıyla görevinden istifa ederek firar eden ve başka bir ülkeden kendi halkına yönelik saldırı düzenlemesini isteyen, Yemen masum halkı ve çocuklarının katliam edilmesini savunan bir cumhurbaşkanından himaye etmekte ve kendi halkını seçimler meselesini ağızlarına almasına dahi izin vermeyen en dikta, despot bir yönetimine dostluk eli vermekte ama buna karşılık tepeden tırnağa kadar seçimlerle iç içe olmuş İran İslam cumhuriyetini despot bir yönetim olmakla suçlamaktadır. Amerikalı siyaset adamları büyük bir insafsızlık içinde konuşmaktalar ve açıkça aleni gerçekleri utanmadan inkâr etmekteler. Şimdi ise Amerikalılara güvenilmeyeceği sözünden asıl maksatta da budur. Çünkü onların kesinlikle bir sadakati yoktur. Cumhurbaşkanı ve öteki yetkililerinin zahmete katlandıkları bu çetin nükleer görüşmelerde bile defalarca Amerikalıların sadakatsizliğine tanık olduk.”

İslam ülkelerinin sorunlarının çözümü ve İslam devletlerinin her birinin özelde reçetesinin vahdet ve bütünlüğün korunması olduğunu hatırlatan İslam İnkılâbı Rehberi, İran halkının da birleşik ve dayanışma içinde olması ve nükleer meselenin onların ihtilafa düşmesine yol açmaması gerektiğini, zira nükleer meselenin ilgili sorumlular tarafından takib edilmekte olduğunu ve yetkililerin de ülkenin milli çıkarları peşinde olduklarını söyledi.

Ülkede ihtilaf ve tefrikanın oluşturulması yönünde yabancı medyanın yoğun propagandalarına temas eden İmam Hamaney, bu çabalara karşı koymanın tek yolunun, genel ve milli takva olduğunu, iman, ilim, sanayi ve kültürün güçlendirilmesi yoluyla ülke içi iktidarın artırılması gerektiğini söyledi.

İslam İnkılâbı Rehberinin konuşmasından önce İslami İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani yaptığı konuşmada, mübarek Ramazan bayramı dolayısıyla dünya Müslümanlarına tebriklerini bildirerek, Ramazan ayının imanın sınanma ayı, direniş ayı, mukavemet ve sabır ayı olduğunu belirterek, “bu yılki Ramazan gönlü ve dil birlikteliği ayı ve pak ilahi fıtrata geri dönüş ayı olmuştur” ifadesini kullandı.

Bu yılki Ramazan ayında halkın hayır duaları sayesinde İran halkının müstekbir güçler karşısındaki 12 yıllık direnişinin meyvesini verdiğini belirten Ruhani, “Hükümet, İran halkının iradesi ve direnişi sonucu ve İslam İnkılâbı Rehberinin devamlı hidayetleriyle, nizamın tüm kurum ve organlarının desteği ayrıca diplomasi alandaki halkın evlatlarının mücadele ve fedakârlıkları sonucu belirlenen yol haritası uyarınca yüce İran halkının haklarını kabullendirmeyi başarmıştır” dedi.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ayrıca İran İslam cumhuriyeti diplomasi ve müzakere adına yeni modern bir gücü tüm dünyanın gözleri önünde sergilediğini hatırlatarak, bölge olaylarına temasla bu yıl Irak, Suriye, Yemen’den Filistin, Lübnan, Afganistan ve Pakistan’a kadar bölge ülkeleri ve komşu devletlerin bu yılki Ramazan’da çok zorluk çektiklerini, ancak İran İslam cumhuriyetinin iradesinin tüm mazlumları ve zalimler karşısında direnenleri desteklemek yönünde olduğunu bildirdi.

İran Dışişleri Sözcüsü Merziyye Efhem: Suruç’taki canice terörist eylemi şiddetle kınıyoruz.
İran Dışişleri sözcüsü Merziyye Efhem Suruç’ta yapılan saldırıyı kınadıklarını duyurdu. Efhem’in açıklamaları kısaca şöyle:

• Suruç’taki canice terörist eylemi şiddetle kınıyoruz. 
• Suruç’ta hayatını kaybedenlere dergah-ı ilahide mağfiret, yaralılara acil şifa diliyoruz.
• Canice terörist eylem gösterdi ki, failler, insanlık karşıtı hedefe ulaşmak için hiçbir şeyden çekinmiyor.

İran dışişleri sözcüsü Efhem’in açıklamasına göre geçen hafta Ruhani Erdoğan’ı arayıp IŞİD terörüne karşı ortak mücadele başlatmayı önermiş.

İran dışişleri sözcüsü Efhem’in beyanı önemli: Ruhani, Suruç’tan bir hafta önce Erdoğan’a IŞİD tehdidini ciddiye almak gerektiğini söylemiş.

İran hariciyesinin açıklamasına göre Ruhani’nin Erdoğan’a IŞİDe karşı Türkiye-İran girişiminin başlatılması önerisine neden cevap verilmedi?

Salı, 21 Temmuz 2015 12:26

BMGK’den Nükleer Anlaşma’ya onay

BM Güvenlik Konseyi geçen hafta İran ve P5+1 Grubu arasında varılan anlaşmanın karar tasarısını onayladı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bugünkü oturumunda geçen hafta İran ve P+1 Grubu arasında Viyana’da varılan Nükleer Anlaşma ile ilgili ABD’nin hazırladığı karar tasarısını oy birliği ile onayladı.

Amerika Birleşik Develetleri tarafından hazırlanan bu karar tasarısına göre, İran ve BMGK beş daimi üyesi ve artı Almanya’dan oluşan P5+1 Grubu arasında geçen hafta ve uzun soluklu müzakerelerin ardından üzerinde uzlaşılan Nükleer Anlaşma’ya vurgu yapılıyor ve BM Güvenlik Konseyi’nin bugüne kadar ve nükleer programı nedeni ile İran’a karşı aldığı tüm kararlar geçersiz kalarak iptal olacak.

Söz konusu karar tasarısı BMGK 5 daimi ve 10 geçici üyesinin tümünün oy birliği ile ve 15 oyla kabul edildi.

Almanya Başbkan Yardımcısı ve aynı zamnda Ekonomi ve Enerji Bakanı da olan Sigmar Gabriel ve beraberindeki üst düzey heyet Tahran’ı ziyaret ediyor.

Pazar günü öğleden sonra İran’a gelen Almanya Başbakan Yardımcısı ve Ekonomi ve Enerji Bakanı ve aynı zamanda hükümet ortağı Almanya Sosyal Demokrat Parti lideri Sigmar Gabriel ve beraberindeki 60 kişilik üst düzey heyetin üç günlük İran ziyareti sırasında başta enerji sektörü olmak üzere Nükleer Anlaşma sonrası iki ülke arasındaki ilişkiler ele alınacak.

Sigmar Gabriel liderliğindeki Alman heyetin bu ziyareti geçen hafta İran ve P5+1 Grubu arasında varılan Nükleer Anlaşma’nın ardından Tahran’a gelen ilk üst düzey ziyaret olma özelliğini taşıyor. Almanya’nın 60 kişilik heyeti ve Ekonomi Bakanı Gabriel’in Tahran’da bulunduğu üç günlük süre zarfında İran İslam Cumhuriyeti Enerji Bakanı Hamid Çitçiyan, Ekonomi Bakanı Ali Tayyibniya ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile görüşmesi bekleniyor.

Bu görüşmelerin ana maddesini İran ve Almanya arasında ve geçen yıllarda İran’a karşı uygulanan yaptırımlar nedeni ile gerileyen ticaret hacmini yeniden yükseltmek, Alman yatırımcıların İran pazarına ve özellikle de enerji sektörüne yönelik yatırımları ve petrokimya alnındaki yeni teknolojilerin İran’a aktarılması konuları oluşturuyor.

Ruhani:“Batılı tarafın da bağlı kalması şartıyla biz de verdiğmiz taahhütlere bağlıyız”
İran  İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Tahran'da Almanya Başbakan Yardımcısı ve aynı zamanda Enerji ve Ekonomi Bakanı olan Sigmar Gabriel ve beraberindeki  üst düzey heyeti kabulünde,  iktisadi ve kültürel  işbirliklerin,  karşılıklı  güven ve taahhütlerin  dakik olarak yürürlüğe girmesine zemin hazırladığını söyledi.

Hasan Ruhani, Almanya Sosyal Demokrat Partisi Lideri ve hükümet ortağı Sigmar Gabriel’i dün akşam Tahran’da kabul ettiği görüşmede, sorunların genelinin çözümünün temelinde karşılıklı güven ortamının  olduğunu  belirterek, bunun için ise taahhütlerin  dakik olarak yerine getirilmesi gerektiğini ve İran ile 5+1 Grubu arasında nükleer konuda varılan anlaşmanın İran ve Almanya arasında  iktisadi ve ticari  ilişkilerin kapsamlı bir şekilde gelişmesine vesile olacağını söyledi.

Cumhurbaşkanı Ruhani, Alman bakanla yaptığı görüşmenin bir diğer kısmında ise “Batılı tarafın da bağlı kalması şartıyla İran da verdiği taahhütlere bağlı kalacak ve verdiği sözleri yerine getirecektir” dedi. Ruhani, İran'ın bölgedeki stratejik konumuna temasla, İran'ın batıyı  doğuya bağlayan bir konumda olduğunu,  aynı şekilde  Orta Asya ülkelerinin serbest sularla bağlantı  yolu olduğu ve  diğer taraftan batıyı doğuya bağlayan koridor konumunda bulunduğunu belirterek; İran ve Almanya arasında yakın ilişkilerin bölgenin geneli ve Avrupa ilişkilerini daha da yakınlaştıracağını söyledi.

Söz konusu görüşmede Almanya Ekonomi ve Eenerji Bakanı Sigmar Gabriel de,  Almanya hükümeti ve işadamlarının bütün imkanlarını kullanarak iki ülke ilişkilerinin gelişmesinde  güçlü adımlar atacaklarını söyledi. Sigmar Gabriel ayrıca iki ülke arasında ilişkilerin  gelişmesinin  zor olmadığını  zira bunun için iki ülke arasında  ciddi potansiyelin olduğunu  hatırlatarak,  İran ve Almanya  halklarının  çok güçlü yeteneklere sahip olduklarını ve aynı zamanda  gelişmiş teknolojiye ilgileri olan halklar olduğunu belirtti.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani ayrı ayrı kutlama mesajları göndererek, İslam ülkeleri liderlerinin Ramazan bayramını kutladı.

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Ramazan bayramı dolayısıyla gönderdiği kutlama mesajlarında İslam ülkeleri liderleri, hükümet ve milletlerine  Ramazan bayramını tebrik etti.
Hasan Ruhani bu kutlama mesajlarında Ramazan bayramını insani pak fıtratlara dönüş bayramı ve her türlü şiddet ve aşırıcılıktan uzak durma şeklinde nitelendirip, bütün İslam ülkelerinin dayanışması ve vahdetiyle dünya çapında barış, huzur ve maneviyat, itidal ve akılcılık üzerine kalıcı güvenliğin sağlanmasını temenni etti.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İslam ülkeleri liderlerine gönderdiği bu kutlama mesajının sonunda ise, yüce Allah’tan dünya Müslümanları için izzet ve saadet temennisinde bulundu

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, bayram namazı hutbelerinde İran’ın müstekbir Amerika devletine karşı benimsediği siyasetlerin asla değişmeyecğini söyldiler.

MHA'nın İslam İnkılabı Rehberi Bilgilendirme Sitsi'nden ktardığı habere göre, Tahran’da kılınan Ramazan bayramı namazına imamlık eden İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei bayram namazı hutbelerinde “Müstekbir Amerika devletine karşı benimsediğimiz siyasetlerimiz asla değişmeyecektir” dediler.

İnkılap Rehberi geçen Cuma günü dünya genelinde ve özellik de İran’da Dünya Kudüs  Günü nedeni ile düzenlenen Siyonist karşıtı yürüyüşlerin ülke atmosferini etkilediğini söyledi ve “Bizim halkı özünden, sloganından, hareketinden ve ortaya koyduğu böylesi yüce cilvelerinden tanımak gerekiyor. Mübarek Ramazan ayı boyunca bölgede baş gösteren bazı hoş olmayan hadiseler vardı ve malesef ki bazı kötü eller mübarek Ramazan ayının tadını bölge halkı için kaçırdı ve Yemen, Bahreyn ve Filistin halkının bir çoğu zor günler geçirdi” diye konuştu.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, Tahran Ramazan bayramı namazı hutbelerinin bir diğer bölümünde ise İran ve P5+1 Grubu arasındaki nükleer müzakereler ve varılan nükleer anlaşmaya da değinerek, “İlk husus  bu uzun ve zorlu müzakere sürecinde rol alan tüm görevlilerden teşekkür hususudur. Sayın Cumhurbaşkanı ve özellikle de müzakere heyeti gerçekten çok çaba gösterdiler ve bu süreçte en iyi şekilde çalıştılar” dedi ve varılan nükleer anlaşma metninin yasal süreçten geçmesi gerektiğine ve İslami Şura Meclisi tarafından da onaylanması gerektiğine vurguda bulunarak, “Varılan bu metin ister Meclis’ten geçsin ve ister geçmesin, biz bölgedeki dostlarımızı kollamaktan ve savunmaktan vaz geçmeyeceğiz ve mazlum Filistin halkı, mazlum Yemen halkı, Suriye halkı ve hükümti, Irak halkı ve hükümeti, Bahreyn’ın mazlum halkı ve Lübnan ve Filistin’deki Direniş’in sadık mücahitleri hep bizim tarafımızdan desteklenecektir” diye konuştu ve “Yani her ne olursa olsun müstekbir Amerika devletine karşı benimsediğimiz siyasetlerimizde hiç bir değişiklik olmayacaktır” diye ekledi

Gerçekte Hz. Ali (aleyhi selam) ve Ehlibeyt (aleyhimu’s selam) Şiiliğinin içini oymak için İngiliz ve Amerika istihbaratları tarafından eğitilip Şiilerin içine gönderilen (görüntüde Kum’da, Necef’te ders okusalar bile) gulat zihniyetli sapkın Şiiler, Ehlibeyt mektebinin en önemli savunucusu ve koruyucuları olan müçtehitleri ve Ehlibeyt mektebinin temel direklerini hedef almaktadırlar. Geçtiğimiz yüzyıllarda Hıristiyanlar, Yahudiler ve Selefi Vahhabiler tarafından gündeme getirilerek tahrip edilmeye çalışılan müçtehitlik kurumuna yönelik saldırılar son yıllarda şekil değiştirerek mektepten gözüken sapkın gulatçılar tarafından yapılmaktadır.

Şia mektebinin İmam Mehdi’nin (Allah zuhurunu çabuklaştırsın) büyük gaybetinden sonraki en büyük koruyucuları olan müçtehitlere içeriden saldırılar, doğal olarak dış saldırılardan daha etkili olmaktadır. İmam Hüseyin, İmam Ali, Hz. Fatıma, Ehlibeyt sevgi ve muhabbetini bir araç olarak kullanan sapkın gulatçılar mektebi içeriden oymak için bu kutsallardan yararlanmakta ve mekteptenmiş gibi görünmektedirler. Vahhabilerin büyük önderi Muhammed Bin Abdulvahhab’ın İngilizler tarafından kullanılarak İslam’ın Ehlisünnet ekolünün içini oydukları gibi şimdi de aynı taktiği Şiiler üzerinden yapmaktadırlar. (İngilizler gerçi aynı taktiği aynı dönemlerde Bahailer aracılığı ile yapmaya kalktılar, ancak Şia müçtehitlerinin basireti ve yol göstermeleri ile başarıya ulaşamadılar) Vahhilerin önderi Muhammed Bin Abdulvahhab da İslam adına bir şeyler yaptığını zannediyor ve (bilerek veya bilmeyerek İngilizlerden aldığı destekle) ateşli bir şekilde İslam’ın içinde olmayan, İslam’a bulaşmış bidatleri temizleyeceğini, insanlara kutsal görünen kişilere (Peygamber, Ehlibeyt ve sahabe gibi önemli kişilere) tapmaktan vazgeçmeleri ve yalnızca Allah'a kulluk etmeleri gerektiğini, Allah’tan başka her şeyin bir kenara bırakılması gerektiği, tevessül edilmemesi, kabir ziyaretlerinin yasaklanılması, şefaatin söz konusu olmaması… gibi görüntüde saf ve katıksız bir İslam ve tevhide davet ettiğini zannetmesine rağmen gerçekte İslam’ın temellerine karşı saldırıya geçmişti. Görüntüde Allah için İslam için belki de bu iddialarını savunuyor ve bunun gerçekleşmesi için kendileri gibi düşünmeyen Müslümanların kanlarının, namuslarının ve mallarının helal olduğuna dair fetvalar vermekte ve yüzbinlerce masum Müslüman, vahhabiler tarafından bu şekilde şiddetli bir şekilde katledilmekteydi. Cennetü’l Baki mezarlığı tahrip edilmiş orada bulunan Ehlibeyt türbesi yerle bir edilmiş, önemli sahabelerin kabirleri yıkılmış, İmam Hüseyin’in Kerbela’da türbesine saldırılmış, Medine’de Peygamber Efendimizin kabri şeriflerine bile saldırmaya kalkmışlardır. İslam gerçeğini tarihi olarak ortaya koyan eski yaptılar ve yerler vahhabiler tarafından yıkılmış ve yerle bir edilmiştir…

Şimdi aynı zihniyete sahip olan vahhabilerin Şii versiyonu olan gulatçılar, kendi anlayışlarına göre tahrif edilmiş Ehlibeyt mektebini yeniden canlandırmak, katıksız, saf ve öz Ehlibeyt mektebini ortaya koymaya çalıştıklarını iddia etmektedirler. Ehlibeyt dışında her şeyi reddeden vahhabi Şiiler Kur’an’ın bile tahrif edildiğini, İslam’ın gerçek İslam olmadığını, onun da bozulduğunu iddia etmekte ve Öz Ehlibeyt mektebini kendilerinin bildiğini ve savunduklarını iddia etmektedirler. Ehlibeyt İmamlarının tek hakikat olduğunu ve onların bir şekilde Allah’ın bir parçası olduklarını iddia etmektedirler. Savundukları ilkelere bakıldığında bir nevi Ehlibeyte uluhiyet verdikleri görülmektedir. Allah’tan başkalarına uluhiyet vermek şirktir ve bu ilkeyi savunanların kafir olmasına neden olur. Bu düşünce Allah’ın en önemli kırmızı çizgisidir. Bu kişiler İngiltere’de yaşayan Abdulhalim el Gizzi denilen bir kişi tarafından etkilenmiş ve onun din ve Ehlibeyt mektebi karşıtı sözlerinin tesiri altında kalarak yoldan çıkmışlardır.

Bu kişiler Ehlibeyte feda olmak gerektiğini (İslam ve Kur’an’ın da görüşü bu yöndedir, ancak buradaki kasıt o değildir) ve onlar için kan vermenin, can vermenin gerekli olduğunu iddia etmektedirler (gerçekte de böyle olmalı, ancak buradaki hedefleri daha farklıdır). Dolayısıyla Ehlibeyt mektebinin içine 150-200 yıl kadar önce İngilizler tarafından atılan en büyük bidat olan kama ve zincir vurmayı savunmakta, bu şekilde Ehlibeyti savunduklarını iddia etmektedirler. Buna karşı gelen herkesi hain olmakla, mektebi anlamamakla itham etmektedirler. Kama vurmanın bidat ve haram olduğunu savunan müçtehitlere hakaretler etmekte ve lanet okumaktadırlar. Bu sapkınlara göre Kur’an ve Allah’ın emri olan Müslümanlar arası birlik ve vahdet haramdır ve ihanettir. Her kim Müslümanlar arasında vahdeti savunursa onlardan olur, onlar da kafir olduklarından bu Şiiler de kafir olmaktadır!! İmam Humeyni, İmam Hamaney, Ayetullah Hoi, Ayetullah Sistani… gibi müçtehitler bu görüşleri savunduklarından kafirdir, haindir!!! Dolayısıyla bu gulatçılar çok rahat müçtehitlere hakaretler edebilmekte ve hatta lanet bile okuyabilmektedirler. Şimdiye kadar hiçbir kafir ve münafığın açıkça cesaret edemedikleri küfür ve hakaretleri bu sapkın gulatçılar rahatlıkla edebilmekte ve halkın arasında dolaşabilmektedirler!!

Şia halkın kutsalları olan Ehlibeyt ve İmam Hüseyin (aleyhi selam) bunlar tarafından kullanılmakta ve halk bu isimlerle kandırılmaktadır. İmam Hüseyin için başvuruyoruz, bu onun için çok mu? O canını verdi, çocuklarını feda etti, biz başımızdan biraz kan akıtmışsak çok mudur? Diyerek halkın duygularını bu şekilde tahrik ederek kabartmaktadırlar. Ancak İmam Hüseyin’in düşmanları olan vahhabi selefiler bugün Irak’ta, Suriye’de, Pakistan’da, Afganistan’da, Yemen’de… Ehlibeyt taraftarlarını kesmekte ve İmam Hüseyin’e yaptıkları muamelenin aynısını onun taraftarlarına yapmaktadırlar. Bu sapkın gulatçıların kendi kanlarını akıtmaları yerine oradaki sapkın IŞİD ve Nusra gibi Ehlibeyt düşmanı katillerin kanlarını akıtmaları gerekmez mi? İnsanların kılıçlarını kendi kafalarına değil de IŞİD gibi Nusra gibi Ehlibeyt katillerinin başlarına vurmaları gerekmez mi? Her gün Şia kesen bu katiller, açıkça Muaviye, Yezit taraftarları olduklarını ve tüm Şiaların başlarını keseceklerini açıklamaktadırlar. Bu sapkın gulatçılar insanları aldatacağına ve Ehlibeyt mektebini bozmaya kalkacaklarına gidip onlarla savaşmaları, halkı onlara karşı uyarmaları gerekmez mi? İmam Hüseyin İslam için Kur’an için şehit olmadı mı? Bunların da İslam ve Kur’an için şehit olmaları gerekmez mi? Ehlibeyt İmamlarının hangisi başlarına kama vurmuş, sırtlarına zincirlerle dövmüşlerdir?! Veya Ehlibeyt imamlarının hangi yakın veya uzak ashabı bu bidati yapmıştır?! Ancak bu sapkınlar, bunu Ehlibeyt için yaptıklarını iddia ederek gerçekte Ehlibeyt mektebine darbe vurmaktadırlar. Açıkçası savundukları ve iddia ettikleri şeylere bakılırsa nasıl kama vurmak bir İngiliz icadı ise kendilerinin ve düşüncelerinin de bir İngiliz icadı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Müslümanlar arası birlik ve vahdet hem Kur’an’ın hem de Ehlibeytin emridir, ancak bu sapkın gulatçılar buna da karşı çıkmakta ve vahdeti savunan herkes bunlar tarafından tekfir edilmektedir. İslam’da ve Ehlibeyt mektebinde tam olarak ispatlanmamış, zayıf, meçhul hadislerle insanları aldatan sapkın gulatçıların tüm söylemleri Ehlibeyt mektebi düşmanları olan Amerika, İsrail, İngiltere ve Vahhabilerin söylemleri ile birebir örtüşmektedir. Bir çok hadisi kafalarına göre yorumlayarak insanları aldatan bu sapkınlar İslam’ı tam olarak bilmedikleri için İslam’ın gerçek sahipleri olan âlimlere düşmanlık gütmektedirler.    

Ehlibeyt mektebinin gerçek savunucu ve koruyucuları olan Şii müçtehitlerine hakaretler ederek lanet etmekte ve bir şekilde Müslümanları müçtehitlerden uzaklaştırarak Ehlibeyt mektebini tahrif etmeye kalkmaktadırlar.

Sünniliği içeriden yıkmak için Muhammed bin Abdulvahhab denen sapkın alimi kullanan İngilizler aynı plan ve projeyi yeniden (gerçi öz Muhammedî İslam olan Ehlibeyt mektebini yıkmak için her daim planlar ve projeler üreten İngilizler hiçbir zaman boş durmamışlardır) düzenleyerek Şia’nın içine atan İngilizler bu kez Amerika, İsrail ve Vahhabi Suudi Arabistan’dan da destek almaktadırlar. Şia’dan görünen mektebi iyi anlamamış, beyinsizleri bu yönde ilmi olarak beslemekte ve sözde gerçek Ehlibeyti insanlara tanıtmaktadırlar. Ehlibeytten başka her şeyin batıl, haram ve gereksiz olduğu, onlar için her şeyin feda edilmesi gerektiği, Ehlibeyti kabul eden herkesin mümin, kabul etmeyenlerin kâfir oldukları, Ehlibeyti kabul ederek Şia olsalar bile Hıristiyan, Yahudi ve Sünnilerin gerçek anlamda Şia olamayacakları… gibi İslam’da yeri olmayan sapkın görüşleri insanların dimağlarına atmaktadırlar. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamları tarafından Şiaları çıkmazdan ve yanlış yollara sapmaktan kurtarmaları için bizzat görevlendirilen müçtehitler, her daim kafir ve münafıkların karşısında durmuş ve Ehlibeyt mektebinin bozulmaması için mücadele etmişlerdir. Bizzat İmam Mehdi’nin (aleyhi selam) emri ve isteği ile Şiaların yol göstericileri olan Müçtehitlere dil uzatmak gerçekte İmam Mehdi’ye ve Hz. Peygambere dil uzatmaktır. Bunun da anlamı kişinin kafir olması ve dinden çıkmasıdır.

Müçtehitler İslam’ın hükümlerini yerli yerinde araştırarak İslam’ın özünü insanlara ulaştırmak için gecelerini gündüzlerine katmakta ve insanlara haramlara düşmemeleri ve farzlarını doğru bir şekilde yerine getirmeleri için yol göstermektedirler. Dolayısıyla gerçekte müçtehitlerin yaptıkları Peygamber ve İmamların yaptıkları ile aynıdır (bu yüzden müçtehitler, peygamberlerin varisi ve peygamberlik derecesinden yalnızca bir derece aşağıdadırlar) ve sevapları Allah katında mahfuzdur. Şia mektebi, tek amaçları Ehlibeytin sözlerinin doğru anlaşılması için çaba sarf eden müçtehitlere her zaman sahip çıkmış ve emirlerine uyarak mektebi bugüne kadar taşımışlardır. İngilizler ve batılı emperyalist güçler Şia mektebini ayakta tutan gücün müçtehitler olduğunu anladıkları ilk günden itibaren müçtehitlere saldırmakta, her daim müçtehitlerin itibarını zedelemek ve kötülemek için tüm fırsatlardan yararlanmaktadırlar. CIA, MI5, MI6 ve Mossad’ın yayınladığı raporlarda da bu gerçeklere açıkça temas edilmiş ve Şia mektebinin yıkılması için Velayeti Fakih ve Müçtehitlik kurumunun ortadan kaldırılması gerektiğine dair kesin görüşler ortaya konulmuştur. Bunun için yıllarca vahhabi-selefileri kullanan istihbarat örgütleri, son yıllarda Şia’dan görülen, ancak kendileri tarafından yetiştirilerek gizliden ve açıktan desteklenen (şu anda İngiltere ve Amerika’da kendi güdümlerinde olan onlarca sözde Şia kanalları yayın yapmakta ve Şia mektebinin kutsalları ve kırmızı çizgilerine saldırılmaktadır. Bu kanalları kuran ve besleyen Amerika ve İngiltere, yoksa Şia’nın dostu mu oldular? Şia’dan haz etmedikleri kadar hiçbir şeyden haz etmeyen Amerika ve İngiltere neden bu kanallara milyarlarca dolar para akıtmakta ve kuklalarını korumaktadır? Yoksa İngilizler Ehlibeyt İmamlarını, İmam Hüseyin’i, Kur’an’ı sevmeye mi başladı, yoksa bu kutsallara darbe vurmak için bu satılmış gulatçıları kullanarak Ehlibeyt mektebini içeriden yıkmaya mı çalışıyor?) gulatçıları da kullanmaya başladı. Bunun için yıllardır mektepten görülen, ancak mektebin özünü anlamamış, bağnaz, kullanılmaya müsait kişiler tespit edildi ve ardından Vahhabiliğin kurucusu Muhammed İbn Abdulvahhab’ın kullanıldığı gibi bu kişiler (Sadık Şirazi, Abdulhalim el Gızzi gibi) kullanılmaya başlandı. Bu kişiler maddi ve ekonomik olarak desteklenerek, güçlendirildi. Ardından bu kişiler çeşitli yollarla edindikleri paraları Ehlibeyt yolunda (Muharrem ayında, önemli veladet günlerinde, şehadet günlerinde ihsan vererek, yemekler dağıtılarak…) ve hayır işlerinde kullanmaya başladılar, zayıf ve yoksul halklara çeşitli bahanelerle yardımlarda bulundular. Bu şekilde halka güven verildi ve insanları kendi yanlarına çekmeye başladılar. İngiliz ve Amerikalıların yardımları ve projeleri çerçevesinde kurdukları televizyon, radyo, internet, gazete ve dergi yayınları ile insanlara Ehlibeytin yolunu sürdürdüklerini, onlar için feda olacaklarını anlatmaya çalıştılar. İnsanlar bu şekilde kandırıldı ve ağlarına düşürüldü. Daha sonra yavaş yavaş zehirlerini kusmaya başladılar ve yine Ehlibeyt adına Ehlibeyt mektebinin kutsallarına savaş açtılar. Kendi yanlarına çektikleri halk, çoğunlukla bilinçsiz ve mektebi iyi idrak edememiş avam kesim olduğu için istedikleri şekilde sözlerini bunlara kabullendirdiler ve rahatlıkla batıl sözlerini insanlara yutturdular. İçlerinden bazıları gerçeği görmüş ve yanlarından ayrılsalar da her geçen gün güçlenmiş ve Şia mektebinin en azılı düşmanlarına dönüşmüşlerdir. Her zaman iç düşman en tahrip edici ve yıkım getirici olmuştur. İç düşmandan daha azılı hiçbir düşman yoktur. Bunu bilen Amerika ve İngilizler son yıllarda bu taktiği her yerde uygulamaya koymuşlardır. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da ve son olarak Yemen, Lübnan, Mısır, Tunus, Libya… kısacası tüm Müslüman ülkelerde bu proje uygulanmaya konmuştur. Hem Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmak, düşman etmek, hem Sünni’yi Sünni’ye, hem Şia’yı Şia’ya hem de birbirlerine karşı savaştırmak ve birbirine düşürme projesi uygulanmaya konmuştur. Dolayısıyla bugün Irak’ta Suriye’de masum bir Müslüman öldürülüyorsa, Masum bir Şia öldürülüyorsa, masum bir Sünni öldürülüyorsa, aynı şekilde Türkiye’de, Pakistan’da… Şia ve Sünnilerin birbirlerine düşmeleri için projeler üretiliyorsa ve yine Şia içinden birileri çıkıp Şia’nın kutsallarına saldırıyorsa ve müçtehitlik gibi kırmızı çizgilerine hakaretler ediyorsa bunlar sebepsiz ve gelişi güzel yapılmamaktadır. Hepsi bir yerlerden kontrol edilmekte ve organize bir şekilde planlı ve projeli bir şekilde hareket edilmektedir.

Dolayısıyla şu anda İngiltere ve Amerika’dan yayın yapan Şia kanalları, Amerika ve İngiliz çıkarları için yayın yapmakta ve tek amaçları Ehlibeyt mektebini içeriden yıkıp yok etmektir. Eğer Şia mektebinin önderleri Ehlisünnetin değerlerine ve kutsallarına dil uzatmayın diyorsa, her kim böyle yaparsa Amerika, İsrail ve İngiltere’ye hizmet ediyor diyorsa bu sebepsiz değildir. Ehlisünnetin kutsallarından kabul edilen halifeler, Ayşe, Talha, Zübeyr gibi sahabelere dil uzatmak şu anda kimin işine gelmektedir? Suudi Arabistan ve aşırı radikal selefiler basiretsiz Şiaların bu türden hakaretlerini alıp Ehlibeyt mektebini karalamakta ve masum Şiaların öldürülmesi için bunları insanlara anlatmaktadırlar. Bugün Irak’ta, Suriye’de ve Pakistan’da eğer Şialar hunharca selefi vahhabiler tarafından katlediliyorlarsa bunun en önemli nedenlerinden birisi basiretsiz Şiaların bu türden söylemlerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla dünyanın çeşitli yerlerinde öldürülen Şiaların kanlarından bu tür basiretsiz Şialar da sorumludur…

ABNA24.COM

İslam inkılabı lideri İmam Hamaney, müzakere heyetini çalışmalarından ötürü takdir ettikten sonra bazı uyarılarda bulundu.
 

İmam Hamaney, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin kendilerine yazdığı mektuba cevaplarında zahmetlerinden ötürü teşekkür ettiğini, çabalarını takdirle karşıladığını ve müzakere heyetinin görüşmeleri bir sonuca bağlamasının önemli olduğunu ifade ettiler.

İmam Hamaney, bu altı ülke içinden bazılarının güvenilir olmadığını belirtirken: “Hazırlanan metin dikkatle okunmalı ve kanuni halini almalıdır. Onaylanması halinde ise karşı tarafın sözlerinde durmama ihtimalini göz önünde bulundurmalı ve tüm yollar kapatılmalıdır” ifadelerini kullandı.

İşte İslam İnkılabı Lideri İmam Hamaney’in Cumhurbaşkanı Ruhani’ye yazdıkları cevap mektubu:

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla

Saygıdeğer Cumhurbaşkanı

Öncelikle selamlarımı iletir ve çektiğiniz zahmetlerden ötürü teşekkür ederim. Öncelikle müzakere heyetinin sonsuz çaba ve yorucu çalışmalarından dolayı samimi bir şekilde teşekkürlerimi iletiyor ve çalışmalarınızı takdir ediyorum. Onların mükafatlandırılmalarını Allah’tan niyaz ediyorum.

Müzakerelerin sonuçlanması önemli bir adımdır. Şu halde hazırlanan metin dikkatle okunmalı ve kanuni halini almalıdır. Onaylanması halinde ise karşı tarafın sözlerinde durmama ihtimalini göz önünde bulundurmalı ve tüm yollar kapatılmalıdır.

Şunu biliyorsunuz ki bu altı ülkeden bazıları hiçbir şekilde güvenilir değildir.

Yüce milletimizden vahdet ve metanetlerini korumalarını ve bu şekilde ulusal menfaatlerimize ulaşacağımızı düşünüyorum.

Vesselamu aleyküm ve rahmetullah.

Seyit Ali Hamaney

Cuma, 17 Temmuz 2015 20:51

Uyuyan Dev Uyanıyor

İRAN’a yönelik ambargoların kalkmasını sağlayacak anlaşmanın yapılmasıyla dikkatler dev ülkenin kaynaklarına yöneldi. İran, şüphesiz dünyanın enerji süper güçlerinden biri.
 
 
Cam Haber Ajansı (JAM)-Dünyanın kanıtlanmış en büyük ikinci doğalgaz  ve dördüncü petrol rezervlerinin üzerinde oturuyor. İran, yıllık 10 milyar metreküplük doğalgaz ile Rusya’dan sonra Türkiye’nin ikinci doğalgaz tedarikçisi konumunda. Batının yaptırımlarına rağmen petrolde ise Türkiye’nin talebinin yüzde 30’una yakın bir bölümünü İran karşılıyor. İşte şimdi tüm bu dengeler değişebilir. Tüpraş’ın petrol alımını arttırması beklenirken, ilerleyen dönemlerde İran’dan aldığımız doğalgaz miktarının da artması ihtimaller arasında. Tabii bunun için önce İran’dan beklenen doğalgaz indiriminin alınması gerekiyor. The Bosphorus Energy Club Başkanı Mehmet Öğütçü, “Türkiye’nin, İran ile enerji konularında ortaklaşa çaba gösterilmesi, güven yaratılması, uluslararası yatırımcılar ile birlikte çalışılması, siyasi ve bürokratik pürüzlerin giderilmesini sağlamak üzere ortak bir üst düzey enerji işbirligi konseyi kurması faydalı olur” önerisi yapıyor.

İRAN PETROLÜ ARTACAK

Yıllarca süren zorlu bir sürecin ardından İran ile Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ve Almanya (P5+1 ülkeleri) arasında gerçekleştirilen nükleer müzakerelerde anlaşma sağladı. Yani İran’ın nükleer programını kısıtlaması karşılığında Tahran’a uygulanan ekonomik yaptırımlar hafifleyecek. Bu tarihi gelişmeden etkilenecek başlıca ülkelerden biri kuşkusuz komşusu Türkiye olacak. Türkiye, yaptırımlardan önce ithal ettiği petrolün yarısını İran’dan karşılıyordu. Ancak ambargo baskısı nedeniyle İran’dan aldığı petrol miktarını yarı yarıya azaltarak, Irak gibi ülkelere yöneldi. Tüpraş 2011’de 9.7 milyon ton ham petrol aldığı İran’dan, geçtiğimiz yıl 5.28 milyon ton ithal etti. Konuya yakın kaynaklar, İran petrolünün dünyadaki en kaliteli petroller arasında yer aldığına işaret ediyor ve Türkiye’nin İran’dan daha fazla ham petrol almasına kesin gözüyle bakıyor. Hatta Enerji Bakanlığı kaynakları, ambargo öncesindeki yüzde 50 seviyesinden bile daha fazla bir miktara çıkılabileceğini vurguluyor. Öte yandan, İran’a yönelik yaptırımların yumuşaması Türkiye’nin enerji ithalat faturasını da olumlu etkileyebilir. Uzmanlar, son dönemde Suudi Arabistan ve Irak’ın petrol ihracatını artırdığına işaret ederek, “Piyasaya bir de İran petrolü girerse fiyatlar düşecektir. Ucuz petrol ise Türkiye ekonomisi için olumlu bir haber” yorumunu yapıyor. Dün İran ile P5+1 ülkelerinin anlaşmaya vardığına dair haberler üzerine petrol fiyatları inişe geçti. Petrol fiyatlarındaki her 10 dolarlık düşüş Türkiye’nin cari açığını 5 milyar dolara kadar etkileyebiliyor.

ŞİRKETLER TAHRAN’DA OTELLERİ KAPATTI

Mehmet Öğütçü, anlaşmayı şöyle yorumluyor: “İran’ın doğalgaz ve petrolde potansiyelini tamamen harekete geçirmesi halinde, küresel oyun değiştiricilerden biri olması mümkün. Ardında yalnızca 1979’dan bu yana süregelen İslam Cumhuriyeti değil, binlerce yıllık Pers medeniyeti ve mirası var. Nükleer anlaşma çok önemli ama asıl İran’a yönelik yaptırımların aşamalı olarak nasıl kaldırılacağı, ülke içinde uluslararası yatırımlar için elverişli iklimin yaratılıp yaratılmayacağı, Rusya, Çin ve Körfez ülkeleri ile stratejik denklemin nasıl kurulacağı sorularına ikna edici yanıtlar da eşit derecede önemli. Dünya petrol ve gaz piyasasında talep durgunluğu, arzın beklenenden daha fazla artması, fiyatların düşmesi ve fiyat düzeylerinin belirlenmesinde alıcıların öne çıkması, yenilenebilir ve nükleer enerjinin, kayagazı ve petrolünün ticari hale gelmesi üretici ülkeleri ciddi şekilde zorluyor.  Böyle bir ortamda İran’a yaptırımlar kalktıktan sonra, sadece bundan 15-20 yıl sonrasını öngören ve cepleri derin olan şirketlerin yatırım düşüneceği söylenebilir. Tahran’da birçok uluslararası enerji şirketi otelleri kapatıp, durum değerlendirmesi, fırsaltarın incelenmesi sürecini çoktan başlattı. Ancak büyük sermaye yatırımlarının durduğu, hatta ertelendiği bir ortamda İran’a kısa sürede büyük fonların akmasını beklemek aşırı iyimserlik olur. Bence ilk etapta küçük ve orta ölçekli şirketler girecek, zemini yoklayacak ve büyük şirketlere yol açacaktır.”

TANAP’a İran gazı

ÖĞÜTÇÜ, Türkiye boyutuna yönelik ise “Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler Kasr-ı Şirin’den bu yana belli bir dengede yürüyor. Enerjide doğalgaz ticareti pürüzsüz olmadı. Hem Türk tarafı, hem İranlılar ‘al ya da öde’ gibi yükümlülüklerini zaman zaman yerine getiremediği için tahkime kadar gidildi. Şu anda Türkiye doğalgazda en yüksek fiyatı İran’a ödüyor. İran, şayet Türkiye alımlarını artırırsa, fiyatı düşürebileceğinin sinyallerini verdi. Hatta Güney Pars sahasından çıkacak gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya satma konusunda da istekli. Şahsen İran gazının öncelikle iç piyasada tüketileceğini, fazlasının Umman üzerinden LNG olarak ihraç edilebileceğini, daha sonra İran-Pakistan-Hindistan hattının devreye girebileceğini düşünüyorum. Türkiye pazarı İran için önemini korumaya devam edecek ama Avrupa’ya boru hattı üzerinden gaz ihracatı hem Avrupa’da talep daralması hem de İran fiyatının ekonomik olmayacağı gibi gerekçelerle mümkün görünmüyor. Belki jeopolitik nedenlerle bir miktar gaz TANAP üzerinden aktarılabilir. Türkiye’nin bölgesel enerji merkezi olma arzusunu gerçekleştirmede İran petrol, gaz ve elektriğinin önemli bir girdi olduğunu da akıldan çıkartmayalım. Elbette ki tüm bu karşılıklı bağımlılıklar iki ülkeyi siyasi ve ekonomik olarak yakınlaştıracak, bölgesel rekabet yerini bölgesel işbirliği projelerinin gerçekleştirilmesine bırakabilecektir” şeklinde konuşuyor. Enerji Bakanlığı kaynakları, daha fazla gaz alınması için İran’ın Türkiye’ye yönelik tavrında değişiklik olması gerektiğini de vurguluyor.

2018’den sonra

HAZAR Strateji Enstitüsü İstanbul Enerji Programı Koordinatörü Emin Emrah Danış, İran’ın 2011’de 3.6 milyon varil/gün olan petrol üretiminin yaptırımlar sonrası 2015’de 2.8 milyon varile kadar düştüğüne işaret ederek, “Yaptırımların İran’ın anlaşma kapsamındaki maddelere uyup uymama durumuna göre kademeli olarak kaldırılacak olması İran’ın petrol ihracatının kısa sürede artırmasına imkan vermeyecek. İran’ın yaptırımlar sonrası yaşadığı ekonomik sıkıntıları aşmada petrol ihracatı çok önemli bir araç olacak. Küresel ekonomi ve petrol talebinde hızlı bir toparlanma olmaması durumunda, önümüzdeki yıllarda İran kaynaklı ilave petrol arzının yaratacağı düşük fiyat sorunu İran için aynı zamanda önemli bir risk de olabilir” diyor.

Ambargo hemen kalkacak mı?

ANLAŞMANIN tam olarak uygulamaya konması aylar sürebilir ancak yaptırımların kaldırılmasının zamanla petrol zengini İran’ın enerji ihracatını etkinleştirmesine, ülkenin uluslararası finansmana erişimin kolaylaşmasına ve küresel yatırımcılara kapılarını açmasına yardımcı olması bekleniyor. Konuya yakın diplomatlar, ambargonun en azından Birleşmiş Milletler’in aralık ayındaki raporuna kadar kalkmayacağını, Uluslararası Atom Enerji Ajansı’nın ise 15 Aralık’ta bir rapor yayınlayacağını söylüyor. Batı ülkeleri tarafından uygulanan yaptırımlar; İran devletine ait petrol şirketleri, bu şirketlerle işbirliği yapan yabancı şirketler ve İran’ın ihraç ettiği petrolü taşıyan denizcilik şirketlerine yönelik ekonomik ve hukuki yaptırımlardan oluşuyor.

Türkiye’den ilk tepkiler

ENERJİ Bakanı Taner Yıldız, “İran önemli bir rezervdir. Enerji sektörü açısından baktığımızda ciddi doğalgaz ve petrol kaynaklarına sahip olan bir ülkedir. O ülkenin kaynaklarını gerek öncelikle bölge daha sonra da dünya için sunmak dünyadaki petrol fiyatları açısından son derece önemli olacaktır” değerlendirmesinde bulundu. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, İran nükleer anlaşmasının Türk ekonomisi için çok iyi bir haber olduğunu kaydetti ve anlaşmanın iki ülke arasındaki ticaret ve yatırımları artıracağını vurguladı. Kaynaklar, yabancı şirketlerin İran’a girmesiyle taşeron olarak Türk şirketlerin de girişinin hızlanacağını kaydediyor.

RAKAMLARLA İRAN’IN ENERJİ POTANSİYELİ

Dünya kanıtlanmış petrol rezervlerinde payı
Yüzde 9.3

Toplam petrol rezervleri 
157.8 milyar varil

2015’te günlük petrol üretimi
Ortalama 2.8 milyon varil

2015’te günlük petrol ihracati
1.1 milyon varil

İran petrolünün başlıca alıcıları
Çin, Güney Kore, Japonya, Hindistan, Türkiye ve Tayvan

Toplam doğalgaz rezervi
34 trilyon metreküp

Günlük doğalgaz üretimi
120 milyon metreküp

Denizlerde petrol tankerlerinde tuttuğu petrol miktarı 
20-30 milyon varil

İran petrol üretimini ne kadar artırabilir?
Ambargo kalkar kalkmaz 500 bin varil/gün

İran gaz ihracatında Türkiye’nin payı
Yüzde 90

Merve ERDİL

Hürriyet

İran ile Batılı devletler arasında Avusturya’nın başkenti Viyana’da gerçekleştirilen nükleer müzakerelerde anlaşma sağlandığı bildirildi. Dünyanın gözü, Almanya ve BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa’nın oluşturduğu P5+1 grubu ile İran arasında 17 gündür devam eden müzakerelerdeydi.
Reuters, İran’ın nükleer programını kısıtlaması karşılığında Tahran’a uygulanan yaptırımların hafifletilmesini öngören anlaşmanın taraflarca kabul edildiğini belirtti. Reuters’a konuşan İranlı bir diplomat, “Sıkı çalışma sonucunu verdi ve anlaşma sağladık” dedi. Ajansa göre, müzakereler hakkında bilgi sahibi olan Batılı bir kaynak da görüşmelerde anlaşmaya varıldığını doğruladı.

SİLAH AMBARGOSU 5 YIL DAHA KALACAK
Anlaşmanın detayları konusunda Reuters’a bilgi veren diplomatlar, BM’nin İran’a uyguladığı silah ambargosunun beş yıl daha yürürlükte kalacağını, füze yaptırımlarının da sekiz yıl kaldırılmayacağını belirtti.

Batılı bir diplomat, Associated Press’e yaptığı açıklamada, anlaşma kapsamında Birleşmiş Milletler müfettişlerinin İran’da, denetim amacıyla askeri tesislere girmeleri konusunda uzlaşma sağlandığını belirtti. Diğer taraftan anlaşma kapsamında, İran’ın BM tarafından gelecek askeri tesislere giriş talebini sorgulama hakkı bulunuyor.

Taraflar “nihai” görüşme için öğle saatlerinde Viyana’da bir kez daha masaya oturdu. Bu görüşmenin ardından anlaşmanın resmen duyurulması bekleniyor.