کارگر

کارگر

Pazar, 22 Şubat 2015 00:00

İslami Bir Devrimin Üç Özelliği

Bismillah

İslam dünyasında son yıllarda ortaya çıkan halk hareketleri hedefe ulaşıp ulaşmamaları bir yana çıkış noktaları bakımından hiç kuşkusuz adil bir toplum özleminin dışa yansımalarıdır. Adına ister İslami uyanış, ister Arap baharı ve ister demokratik talepler denilsin asıl amaç bu ülkelere hakim rejimlerin yıkılması, diktatörlerin iktidardan uzaklaştırılması ve yeni düzenlerin kurulmasıdır.

Her ne kadar açıkca ilan edilmemiş olsa da bu ülkeler Müslüman halklarının kendi dini inanç ve yaşantılarıyla uyum içinde bir düzeni arzuladıklarını kimse inkar edemez. Dini uyanış, bahar veya demokratik hayat talebleri tanımları asılda birbiriyle çelişke oluşturmaz. Çünkü sonuçta hak, hukuk ve adalet esaslı bir toplum düzeni talebi bu tanımların hepsiyle uyuşabilir.

Ancak arzulanan ile pratikte ortaya çıkan durum arasında maalesef hiç bir uyumluluk ve benzerlik bulunmuyor. Bu halk hareketlerinin nasıl temel amacından saptırıldığı, hangi faktörlerin bunda etkili olduğu, ne gibi eksikliklerden kaynaklandığı ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.

Müstekbir güçlerin halk kıyamlarını hedefinden saptırmak için uygulamaya koydukları komplo planları yanında lider kadrolarının eksiklikleri, zaafları ve hatta bazen hıyanetleri de dikkatlice incelemeye tabi tutulmaldır.

Bütün bunlara rağmen ülkemizde bu halk hareketleri konusunda kafa karışıklığının devam etmesinde çarpık dini anlayışlar yanında bu hareketlere yerli yersiz müdahil olan iktidar partisinin medya gücüyle kamuoyu oluşturma rolü de görmezden gelinemez.

Bu kıyamları İslami hareketler olarak tanımlıyorsak şimdilik şu ve bu ülke veya partiyi suçlamak yerine bu halk kıyamlarının mahiyeti üzerinde duralım. Bu hareketlerin her birinin çkış noktası, iktidara ulaşmada izlediği yöntem, müstekbir güçlerle girdikleri uzlaşmacı ilişkileri ve yenilgilerde suçu başkalarının üstüne atmak için öne sürdüğü bahane ve tevilleri ayrı ayrı incelemek yerine İslami bir kıyam veya devrimin temel ilkelerini beyan edersek bunların mahiyeti de kendiliğinden ortaya çıkar.

İslami bir devrimin taşıması gereken birçok özellikleri düşünülse de üç özellik vardır ki olmazsa olmazlardandır: İlahi hedefler taşıması, halk desteğine sahip olması ve müstekbirlere karşı durması.

İlahi olması: İslami bir devrim hareketi her şeyden önce meşrû olmalıdır. İslam’da meşruiyetin kaynağı Allah’tır. Allah’ın rızasının hedeflenmediği, insanların dünyevi refahı yanında uhrevi saadetini hedeflemeyen, toplumsal adaleti savunmayan devrimler ilahi olamaz. İlahi bir devrimin lideri veya liderlik kadrosunun da ilahi kriterlere göre meşrû olması ve salahiyet sahibi olmaları gerekir.

Makbuliyet: İslami bir devrim hareketinin temel ilkelerinden biri halk desteğine ve genel makbuliyete sahip olmasıdır. Sınırlı bir silahlı kadro veya servet/sermaye/medya çevrelerince yapılan iktidar değişiklikleri devrim değil, darbedir. Devrimin gerçekleşmesinde ve sürdürülmesinde halk desteğine sahip olmayan hareketlerin ayakta durması zaten mümkün değildir. Devrim, kendi nefislerini değiştirmiş; her türlü zorluğa, baskıya karşı direnmeye hazırlıklı olan halk kesimlerinin desteği ile hayatını sürdürebilir. Devrimin gerçekleşmesi ardından halkın oyunu, görüşünü dikkate almayan yönetimler yıkılmaya mahkumdur.

İstikbar ve emperyalizm karşıtlığı: İslami bir devrim hareketinin temel ilkelerinden biri müstekbir/emperyalist güçlerin sultasına karşı mücadeleyi göze alması ve baskılara karşı direnmesidir. Esasen devrimler emperyalist güçlere ve onların işbirlikçilerine karşı başlatılan hareketlerdir. Bugün İslam ülkelerine egemen rejimlerin çoğu ya doğrudan emperyalist güçlerin tayin ettiği kadrolardır ya da onların çok yönlü destekleriyle ve onların çıkarları doğrultusunda hükümet eden kadrolardır. Bu kukla kadrolara ve efendilerine karşı mücadeleye düşünce ve eylem planında hazırlıklı olmayan hareketler İslami devrim olarak tanımlanamaz ve er–geç hedefinden saptırılmaya, yenilgiye uğratılmaya mahkumdurlar.

Kısaca değindiğimiz bu üç ilkenin Kur’an ve Sünnette kanıtları, şahitleri vardır ve ehil kişiler bu kaynaklara ulaşabilir veya uzmanların eserlerine başvurabilirler. Bu üç ilkenin herhangi birinden yoksun halk hareketlerinin İslami meşruiyeti, makbuliyeti ve varlığını koruyabileceği tartışılabilir.

Bu ilkeleri göz önüne alarak İslam ülkelerinde son yıllarda vuku bulan hareketleri ve silahlı mücadeleleri yeniden değerlendirelim. İran’dan Afganistan’a, Filistin ve Lübnan’dan Tunus, Mısır ve Libya’ya, Suriye’den Yemen ve Bahreyn’e kadar İslam ülkelerinde son yarım asır içinde ortaya çıkan ve hala da devam eden halk hareketlerinin hangisi bu üç ilkeye göre şekillenmiş ve devam etmektedir?

Adı geçen ülkelerdeki devrim ve halk hareketlerini saydığımız bu üç temel ilkeye uyarlamayı ve yorumlamayı siz değerli okurlara bırakıyor ve görüşlerinizi bekliyorum.

ZTY

İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Liberman İsrail Televizyonu Kanal 2’deki ana haber bülteninde kendisine yöneltilen sorulara ilginç cevaplar verdi.

Liberman, Başbakan Netanyahu’nun ABD Kongresi’nde yapacağı konuşmanın kendisince doğru olup olmadığı sorulduğunda, “Başbakan’a not vermek için gelmedim buraya, ancak biz henüz Hamas konusunu bitiremedik. İran ile nasıl baş edebiliriz” dedi. İsrail Devlet adamı Menahem Begin’i örnek gösteren Liberman, Irak’taki nükleer santral imhasını kastederek “Behin Irak’taki atom santralini imha etmek istediğinde bir sabah kalktık ve o santralin yerinde olmadığını gazetelerden okuduk. Bu işin bir yerlerde konuşarak yapılabilmesi mümkün değildir. Suriye’deki nükleer santral örneğinde ise yine ne nutuklar ne de tartışmalar yaşandı. Yine bir sabah uyandığımızda Suriye’de atom santralinin yok edildiğini okuduk basında. Yani İran meselesi bizim konumuzdur ve Amerika’nın değil bizim derdimizdir. Kendi işimizi kendimiz görmeliyiz” diye konuştu.

Liberman, “Yani siz bizim İran’ın nükleer santralini vurmamız gerektiğini mi söylüyorsunuz?” sorusuna ise “Kısaca demek istediğim şudur İngilizce bir atasözü ile söyleyeyim. ‘If you want to shoot shoot, don’t talk’ (Vuracaksan vur konuşma)” yanıtını verdi.

Basında yer alan bilgilere göre, Obama yönetimi, Natanyahu’nun kongredeki konuşmasına tepki olarak ABD’deki en büyük Yahudi organizasyonu olan AIPAC’ı boykot etmeyi planlıyor. Ayrıca, Ortadoğu konusunda uzman gazeteciler ile konuşma ve Netanyahu ile olan ilişkileri anlatacak bir röportaj vermeyi planlamakta olduğu da belirtiliyor.
 

Cuma, 20 Şubat 2015 00:00

GAFLET

‘’Asra yemin olsun ki insanlar, hüsrandadır’’ Bu sûre Rabbimizin bizleri uyardığı çok ehemmiyetli bir sûredir.

 

Bu sûre, çoğumuzun ezberinde olan ve sürekli hafızalarımızda okuduğumuz (veya   okuyup ta geçtiğimiz dersek daha gerçekçi oluruz) bir sûredir. Ama bu sûre üzerinde düşündük mü acaba bizler hiç?

 Nefsini şeytanın esaretinden bir türlü kurtaramayan insanoğlu, ne     yazık ki Rabbimizin diğer ayetleri gibi, bu ayetleri de, okuyup geçiyor. Peki Rabbimiz burada bize ne diyor acaba?

Gelin kafamızdaki tüm dünyevi telaşeleri bir an olsun bir taraf bırakıp, nefsimizin dizginlerini bir anlık da olsa Rahman’ın eline vererek (her ne kadar zor olsa da Rabbimizden yardım isteyerek) bu ulvi ayetleri bir mütalaa edelim.

Evet şimdi kendimizi bu moda aldıysak, bu ayetleri bir daha okuyalım. ‘’Asra yemin olsun ki insanlar hüsrandadır’’ şimdi tüylerimizin ürperdiğini, bütün vücudumuzun titrediğini ve bu ayetler karşısında azda olsa sarsıldığımızı, umarım hissetmişizdir. Çünkü Rabbimiz bize hüsranda olduğumuzu öyle bir söylüyor ki, yemin ediyor. Yani işin ehemmiyetini bize kavratmak için sadece hüsrandasınız demeyip, ‘’yemin olsun ki hüsrandasınız’’  diyor.

Peki nasıl hüsrandayız veya Rabbimiz hüsran derken neyi kastediyor acaba?  Bunu ise sûrenin devamında bize anlatıyor;

‘’Ancak iman edenler, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.’

Evet, işte hüsrandan kurtulmanın yolunu, Rabbimiz bize gösteriyor. İman, amel, tebliğ ve direnme(sabır). Kur’an, o kadar muazzam bir kitap ki, tabiri caizse bizim hastalığımızı teşhis etmekle kalmayıp, tedavisi için bir nevi ilaçta yazıyor.

Kur’an’ı bizler, aslında insanın kullanma kılavuzu olarak tabir etsek yanılmış olmayız sanırım. Allah(cc), bizleri yaratmış, yaratmakla kalmayıp bizlerin dünyadan istifade edeceğimiz her şeyi, bize ücretsiz olarak vermiş. Ama bununla da yetinmemiş, bizlerin tabiri caizse kullanma kılavuzumuzu da yanında vermiş. Hatta bu kılavuzları bizlere açıklayacak peygamberler imamlar, veliler de göndermiştir. Buna rağmen bizler, çoğu zaman nankörlük edip ‘’Allah niye bana da şunu vermiyor? Şundan benimde olsun’’ gibi serzenişlerde bulunuyoruz. Asr sûresine dikkatlice bakınca Allah (cc), bizim şu anki durumumuzu ve bu durumdan kurtulmanın yolunu göstermiş.

Şimdi vicdanen düşünelim. Rabbim bu kadar (sınırsız) verdiği nimetlerle yetinmemiş ve bunları nasıl kullanacağımızı da göstermiş. İnsan, bütün bunlar karşısında şunu söylemekten kendini alamıyor; ‘’Allah daha ne yapsın?’’

Peki bunca nimet karşısında biz ne yapıyoruz? Bunu da Allah (cc) bize söylüyor:

Hüsran-itaatsizlik-bencillik-münafıklık-Allah’a şirk koşmak vs …

Ne diyordu Rabbim; İman, salih amel, Hakkı tavsiye, sabrı tavsiye…

Peki bizler, iman yerine inançsızlık, salih amel yerine boş işler. Hakkı tavsiyeye gelince, maalesef o bizden çok uzak. Sabır hakeza aynısı.

Peki ama bize, bu ilahi ayetleri açıklayanlarda böylemi? Peygamberler, İmamlar…

Hz. Muhammed (s.a.v) değil miydi ki, savaş meydanlarında defalarca yalnız kalmış, ancak yine de boyun eğmemişti. Yine o kutlu insan değil miydi ki, birçok maddi ve manevi işkencelere maruz kalmış, doğduğu yeri terk etmek zorunda kalmış ve bütün bunlar karşısında tek bir adım geri atmamıştı.

Yine bir diğer kutlu insan İmam Hüseyin (as) değil miydi ki;

‘’Dedem Muhammed’in dini benim ölmemle ayakta kalacaksa, öyleyse ey kılıçlar gelin başımı bedenimden ayırın’’ diyen veya ‘’Biz zillete boyun eğmeyiz’’ deyip, o yolda kendini feda eden.

Asrımızda ‘’ Ey Müslümanlar, kıyam edin’’ diye haykıran ve tıpkı Peygamberimiz (s.a.v) gibi sürgün ve işkencelere boyun eğmeyen ve ‘’Şirk ve küfür var oldukça, mücadelede vardır. Mücadele var oldukça bizde varız’’ diyen İmam Humeyni (ra) değil miydi?

Yine asrımızda ‘’ Düşman boşuna zahmete katlanmasın; düşmanın tüm silahları, Kur’an’a dayanan İslam Cumhuriyeti karşısında hiç bir işe yaramaz.’’ Deyip yine bu yolda, emsalsiz zulüm ve işkencelere maruz kalan İmam Ali Hamaney değil miydi?

Demek ki bu ilahi kitapları okuyup da, bu kitapları uygulayan saydıklarımız gibi binler, hatta yüzbinler belki milyonlar vardır…

Bu örneklerde bizler, Allah (cc)’nun uyguladığı iman, salih amel, hakkı tavsiye ve sabrı görüyoruz. Ancak bizler, bu ilahi şahısları örnek almak yerine maalesef çoğu zaman şuursuzca eleştirme
küstahlığında bulunuyoruz. Yani kendimiz iman etmediğimiz gibi, imanın veya islamın havariliğini yapan, hakiki imanı elde edip tüm kâinata meydan okuyan bu yüce zatları eleştiriyoruz.

Evet sonuç olarak yine diyorum ki Rabbim daha ne yapsın? Ve bu kadar gafletimize rağmen hâlen bizlere, şu beyanda bulunuyorsa; ‘’Ancak tövbe edip halini düzelterek gerçeği söyleyenler başka. İşte ben onları bağışlarım. Ben çok merhamet ediciyim. Tövbeleri çokça kabul ederim.’’ Bizim ne yapmamız lazım? Bence bizlerin bir an evvel ve sürekli Rabbimizden af ve mağfiret dilemesi ve O’na hamd etmeyi bir an bile olsa akıldan çıkarmaması gerekir.

Rabbimin bizlere gerçek imanı, ihlası, sabrı, islami bir yaşantıyı nasip edip, islam yolunda bir nefer olmayı bizlere bağışlamasını niyaz ederim. Vesselam…

Hüseyin Serdengeçti

Bir törende konuşan General Selami, bugün İranlı bilim adamları bilimsel cihat çerçevesinde uzaya uydu gönderdiğini, bu başarıları en ağır yaptırımlar altında elde ettiklerini belirtti.

General Selami, ancak Batı binlerce nükleer bombayı kendi hakkı gördüğü halde müslümanların nükleer enerjiden barışçıl amaçlı yararlanmalarına bile tahammül edemediğini kaydetti.

Batı düşüncesinde en alçak davranışlar en şık ve en modern davranış sayıldığını kaydeden General Selami, Batı’nın iddia ettiği insan hakları diktatör üreterek başka ülkelere ihraç ettiğini, bu şom düşünce insani fıtratla asla bağdaşmadığını vurguladı.

Tahran Üniversitesi’nde “Seyyid Kutub’un Eser ve Düşünceleri” konulu iki günlük bir panel düzenledi.

Son dönem İslam dünyasının yetiştirdiği önemli fikir adamlarından ve Mısır’da dönemin iktidarı tarafından idam edilen şehid Seyyid Kutub’un düşünce, eser ve İslam dünyasındaki etkileri Tahran Üniversitesi’nde gerçekleşen iki günlük panelde ele alındı.

Dünya Müslümanlarının ve Mustazaflarının Rehberi Seyyid İmam Ali Hamaney’in Üniversiteler Temsilciliği tarafından Tahran Üniversitesi’nde düzenlenen panelde, Seyyid Kutub’un yaşadığı dönemde İslam dünyasında mevcut sorunlara çözüm aradığı, bu çerçevede ortaya koyduğu fikir ve düşüncelerden dolayı dönemin Mısır iktidarı tarafından tehdit olarak görüldüğü, bundan dolayı idam edilerek ortadan kaldırılmak istendiği; ancak düşünce ve eserleriyle İslam dünyasını etkilediği belirtildi.

Türkiye’de Said-i Nursi ve Nur Hareketi, Mısır’da İhvan Hareketi ve Hasan El-Benna gibi hareket ve fikir-siyaset adamları üzerinde çalışmalar yürüten ve bu hareketleri yakından takip eden Seyyid Hadi Hosrovşahi panelde yaptığı konuşmada, “Seyyid Kutub’un Mısır ve diğer Arap ülkelerinde başlayan ve diğer İslam ülkelerini de etkisi altına alan ‘Yeniden İslami Düşünce’ hareketinde inkâr edilemez bir yeri vardır” dedi.

Seyyid Kutub’un İslam dünyasının uyanışında kilit bir rol oynadığının altını çizen Huccetulislam Hamid Parsiyan, “Seyyid Kutub’un bir çok eseri Farsça’ya tercüme edildi. Tercüme edenlerden biri de İmam Ali Hamaney’dir. Seyyid Kutub’un fikirleri İran’da geniş bir yankı bulmuştur” şeklinde konuştu.

Akademisyen Dr. Davut Fireyhi ise yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Kutub’un hayatını üç başlıkta değerlendirebiliriz. Bu üç başlıktan biri, eğitim için gittiği ABD dönemidir. Seyyid Kutub için ABD dönemi çok önemlidir. Çünkü bu dönemde fikri gelişim yaşıyor. Mısır hükümetinin bursu ile ABD’ye giden Kutub, orada yaptığı çalışmalarda Mısır hükumetine muhalif bir tavır sergiliyor. Ayrıca, ABD’de kaldığı dönemde batı medeniyetini de yakından tanıma imkanına sahip oluyor. Eserlerine bakıldığında, Kutub’un batı medeniyetini şiddetle eleştirdiğini görürsünüz. Kutup, 1953 yılında 45 yaşında İhvan hareketine resmen katılıyor. Bu dönemi ise Kutup, ‘yeniden doğdum’ ifadesi ile tanımlıyor.

Toplumun yaşantısı üzerine ciddi araştırmalar yapıyor, cahiliyye konusunda ciddi kafa yoruyor, humanizmi modern cahiliyye olarak görüyor.”

Seyyid Kutup’un İslam’ın canlı ve diri olmasını ve hakim olmasını isteyen bir düşünür olduğunu ifade eden Huccetulislam Ahmed Rahdar ise, “Seyyid Kutub, İslam dünyasının sorunlarını yakından takip eden bir düşünürdü. Kutub, İslam’ın yeniden canlı ve diri olmasını ve hakim olmasını istiyordu. Bundan dolayı uzun mesai harcadı. İdam edildiği 1966 yılına kadar eksilmeyen bir tempo ile çalıştı. Bir çok eser yazdı. Bu eserler bir çok dile çevrildi ve bu münasebetle İslam dünyasını eser ve fikirleriyle etkiledi” dedi.

Panelin yapıldığı salonda açılan stantta Seyyid Kutup’un Farsça’ya tercüme edilmiş eserleri satışa sunuldu. Üniversite öğrencileri Kutup’un kitaplarına yoğun ilgi gösterdi.

Irak cumhurbaşkanı birinci yardımcısı, İran İslam cumhuriyetinin Irak’ta IŞİD terör örgütünün ilerlemesinin önlenmesindeki rolünden dolayı takdir ve teşekkürde bulundu.

İrna’nın bildirdiğine göre Irak Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı ve Irak eski başbakanı Nuri Maliki  İran cumhurbaşkanı birinci yardımcısı İshak Cihangiri ile yaptığı görüşmede, IŞİD terör örgütüne karşı mücadelede İran İslam Cumhuriyetinin zamanında ve her hangi bir şart ileri sürmeksizin Bağdat hükümetinin yanında yer almasına değinerek, İran’ın bu katkısının hem de zamanında olmaması durumunda şimdi Bağdat ve Erbil’in düşmüş olabileceğini söyledi.

Bölge düzeyinde sürdürülmekte olan bir takım komplolara da değinen Maliki, bir takım bölge yönetimlerinin batının da desteğiyle bölgede etnik ve mezhebi anlaşmazlık ve fitneyi daha da artırmaya  çalıştıklarını söyledi.

 

 

Yakın gelecekte akıllı yara bandları sayesinde, doktorlar yaranın iyileşme durumunu ve kullanılan ilaçların dozunu daha kolay denetleyebilecek.


Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, Harvard Üniversitesi’nden İranlı doktor Ali Hademhüseyni ve Birmangam Üniversitesi’nden doktor Babak Ziyayi’nin başkanlığında yürütülen çalışmaların bitmesi ve sonuçlanmasıyla, doktorların artık yaraları bandajlamak için akıllı yara bandı kullanmaları mümkün olacak.

Harvard Üniversitesi hocası ve akıllı yara bandı projesi başkanı doktor Ali Hademhüseyni’ye göre, yakın gelecekte ve bu projenin sonuçlanmasıyla beraber, artık doktorlar yaraların bandajında akıllı yara bandı kullanabilecek ve böylelikle de yaranın iyileşmesiyle ilgili ve ya gerekli olan ilaçların dozu ve miktarı konusunda bandajlanan bölgeyi doğrudan görmeden, karar verebilecek ve tedaviye başvurabilecekler.

Bu tür yara bandlarının barındırdığı bir çeşit sensör ve ilaç sayesinde bandajlanan yara bölgesiyle ilgili bilgileri aktarma kabiliyetine sahip olacak.

Doktor Ali Hademhüsyni, bu yara bandının üretim ve kullanım aşamasına geçmesi halinde, en çok yanma, şeker hastalığı sonucu veya yatak yaraları için kullanılacağını ve bu konuda çok yararlı olmasını beklediklerini belirtti.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei, Doğu Azerbaycan iline mensup çeşitli halk kesimlerinden binlerce kişiye hitaben yaptığı konuşmada ülkede egemen ekonomik şartlar hakkında uyarılarda bulundu ve direniş ekonomisinin hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı.


İmam Hamenei ülkedeki ekonomik problemlerin nedenlerini irdelerken, bunlardan birinin, İran'a dayatılan savaş sonrasında emperyalist güçlerin, İran'ın bölge ve dünya çapında etkin bir ekonomik kutuba dönüşmesini önlemek için yaptıkları planlar olduğunu hatırlatarak şunları söyledi: ‘Batılılar ve özellikle de Amerika'lılar, çeşitli yöntemlere başvurarak İran'ın bölge ülkeleriyle olan büyük ekonomik faaliyetlerini baltalamaya başladılar ve İran'ın çeşitli irtibat yolları ile petrol ve gaz hatlarını dışlamaya çalıştılar. Yani pratikte nükleer faaliyetler meselesinden çok öncelerde sessiz sedasız bir şekilde başlattıkları yaptırımlar, bugünkü ekonomik karşılaşmaya dek uzayıp geldi. Bu yüzden, ülkedeki mevcut şartlar ve ekonomik sorunları analiz ederken, Amerika ve onun yandaşı olan bir kaç Avrupa ülkesinin oluşturduğu düşmanın plan ve proğramlarını göz ardı etmemek gerekir.'
İnkılap Rehberi, emperyalist cephenin yoğun çabalarına ilave olarak ülke ekonomisinin petrolcü ve devletçi yapısından büyük sıkıntılar çekildiğini belirterek şu değerlendirmede bulundu: ‘Ham petrol satışı ve bu gelirlerin ülkenin cari meselelerinde harcanması, tağut rejiminden miras kalan ve telafi edilemez hasarlara yol açan bir tutumdur. Bu metod, çok kolaya kaçan bir para kazanma yoludur ve kimi yetkililer çeşitli zamanlarda bu kolay paradan yararlanma yolunu tercih etmişlerdir.'

İmam Hamenei, direniş ekonomisinin gerek ambargolar sırasında ve gerekse ambargolar olmaksızın zaruri olduğunu vurgularken, bunun uluslararası sarsıntılar karşısında bundan etkilenmeyecek bir ekonomik bünyenin düzenlenmesi anlamına geldiğini belirtti ve şöyle konuştu: ‘Eğer ülke ekonomisinin temelleri halkın kapasitesine ve yerli üretime dayalı olarak güçlendirilirse artık ablukalar ve petrol fiyatlarının düşüşü karşısında mateme bürünmeyiz. Bu yüzden, petrol ekonomisinden çıkılması ve ülke bütçesinin petrol gelirlerine olan bağımlılığının kesilmesi büyük önem taşımaktadır.'
İslam İnkılabı Rehberi, bu bağlamda üretim ve ticaret sürecindeki vergilerin dengelenmesi, üretimde randımanın arttırılması, yerli kaynaklardan maksimum düzeyde yararlanılması, israftan kaçınılması, kaçakçılığın önlenmesi ve kamu kaynaklarının heba edilmemesinin ne denli öneme sahip olduğunun altını çizdi.

İmam Hamenei, emperyalist cephenin İran milleti aleyhindeki ambargoyu en üst düzeyde kullandığını ifade ederek konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘Onların bu girişimlerindeki hedefi, İran milletini küçük düşürmek, bu milletin ve İslam nizamının yeni İslam uygarlığına yönelik büyük hareketini duraksatmaktır. Şuna inanmaktayım ki hatta eğer nükleer faaliyetler konusunda onların dikte ettikleri istekleri yerine getirsek bile yine de ambargolar kaldırılmayacaktır. Zira onlar inkılabın özüne muhaliftirler.'
İslam İnkılabı Rehberi konuşmasının sonunda İran halkının sağlam bir iradeye sahip olduğunu ve İslam Cumhuriyeti'nin, ilgilendiği her meselede yılmaz azmini göstermiş olduğunu kaydederek şunları dile getirdi: ‘İran'ın İŞİD'le ciddi olarak mukabelede bulunması buna bir örnektir. Amerika ve yandaşlarının bu terörist grupla mücadele ettiği şeklindeki yalan ve oyunları ise göz önündedir. Amerika'lılar bizim dışişleri bakanlığımıza bir mektup göndererek, İŞİD'i desteklemediklerini iddia ettiler. Oysa bir kaç gün sonra Amerika'nın İŞİD'e yaptığı askeri yardımların fotoğrafları yayınlandı !'

İslam İnkılabı Rehberi’nin beyanatı, dış basında geniş yankı buldu

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei'nin ABD'nin tehditleri ve AB'nin yeni yaptırımlarıyla ilgili dünkü açıklamaları, dünya basınında geniş yankı buldu.
Dünya ve bölge basını, İmam Hamanei'nin Batı'yı yaptırımla tehdit ettiğini aktardı.
Reuters haber ajansı, İslam İnkılabı Rehberi'nin sözlerine yer vererek,  İmam Hamanei'nin Çarşamba günü yaptığı açıklamada, nükleer programı yüzünden küresel yaptırıma rağmen İran'ın direneceğine vurgu yaptığını, İran'ın uluslararası baskılara doğalgaz ihracatını düşürmekle karşılık verebileceğini ifade ettiğini duyurdu.
Reuters,  İmam Hamenei'nin, İran halkının da Batı'ya yaptırım uygulayabileceğini belirttiğini yansıttı.
Ekonomi odaklı haber ajansı Bloomberg de, Ayetullah Hamenei'nin Batı'yı petrol satışını durdurmakla tehdit ettiğini yazdı.
Bloomberg,  İmam Hamanei, İran'a yönelik uluslararası yaptırımların devam etmesi halinde, bu ülkenin de, petrol ve doğalgaz akışını ihracatını durduracağı uyarısında bulunduğunu ekledi.
Lübnan'da yayınlanan Star Dayly Gazetesi de, İslam İnkılabı Rehberi'nin ABD ve Batı'nın yaptırımlarına karşı koyma zaruretiyle ilgili önemli sözlerine işaretle,  İmam Hamanei'nin Batı'yı uyardığını yazdı.
Aynı Gazete, İslam İnkılabı Rehberi'nin Tebriz halkıyla yaptığı görüşmedeki konuşmasının bazı bölümlerine yer verdi.
Siyonist rejim basını da,  İmam Hamenei'nin Batı'yı doğalgaz yaptırımıyla tehdit ettiğini kaydetti.
Petrol ve doğalgaz odaklı Amerikan Plats enformasyon sitesi de, İslam İnkılabı Rehberi'nin gerekirse, doğalgaz yaptırımı uygulayacaklarına ilişkin sözlerine yer verdi.

Diplomatlar Yemen’i niçin terk ediyor? Amaç bir müdahaleye zemin hazırlamaksa böylesi bir senaryo Yemen’i birkaç parçaya bölebilir. IŞİD’in eline geçmek üzereyken bütün uyarılara rağmen Musul Başkonsolosluğu’nu boşaltmayan Türkiye, Yemen Büyükelçiliği’ni kapatıyor.

Tıpkı Türkiye’nin diplomatik misyonuna yönelik herhangi bir tehdit yokken ‘bir kurtarma operasyonu’ ile Şam büyükelçiliğini kapattığı gibi. Türkiye, Musul’da konsolosluk çalışanlarının rehine alınmasından ders çıkardığı için mi Sana’da erkenden hareket etti? Sanmıyorum. Burada başka bir hikâye var. Evet, Türkiye’den giden silahlar nedeniyle Yemenliler arasında bir hassasiyet olduğu doğru. Bu hassasiyeti dikkate alan bir refleksle elçilik kapatıldıysa bu adımın bugün değil Husiler eylülde Sana’yı ele geçirdiğinde atılması gerekmez miydi? Bu adım, Suudi Arabistan’ın dümen suyundaki Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve ABD’nin başını çektiği Batı blokunun elçileri çekme kararının ardından geldi. Peki, 2011-2012’de yaşananları selamlayanlar bugün neden Sana’yı terk ediyor? Arap Baharı ya da ‘devrim süreci’ denen hikâyenin devamında aktörler değiştiği için. Malum İran’ın dümen suyuna gireceği korkusuyla Şii çoğunluğun yaşadığı Bahreyn’de KİK’in askeri müdahalesiyle Sünni hanedanın koltuğu garantiye alınmıştı. Doğulusuyla Batılısıyla tüm ‘devrimciler’ bu ikiyüzlülüğü içine sindirmişti. Yemen’de de İran’ın potansiyel müttefiki olan Husiler değişimi zorlayan aktör haline gelince benzer bir tepki verildi. Şimdi İran’ın heyecanla ‘devrim’ diyerek alkışladığını ötekiler ‘darbe’ diyerek yeriyor. Burada İran’ın çok dürüst ve mezhebi saiklerden uzak davrandığını söylemek niyetinde değilim. Bölgesel nüfuz savaşlarının Yemen’de nasıl nüksettiğini anlatmaya çalışıyorum. 

GEÇİŞ SÜRECİ İÇİN MÜDAHALE

 Malum Amerikan-Suud ortaklığı, Yemen’de halktan gelen değişim baskısını 2012’de Ali Abdullah Salih’in yerine yardımcısı Abdurabbu Mansur Hadi’yi geçirerek savuşturmuştu. Ama bu gerçek bir devrim değildi. Olup biten Suudilerin vekâlet düzenini ve Amerikan nüfuzunu sürdürecek bir operasyondan ibaretti. Husilerin silahlı gücü Ensarullah, Güney Yemenli solcular ile ordunun bazı unsurlarının desteğiyle başkente gidip 21 Eylül’de Hadi’ye ulusal uzlaşı hükümetinin kurulmasını öngören Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı imzalatmıştı. Hadi bu anlaşmanın gereğini yerine getirmeyince Husiler birçok kenti ele geçirip kontrol alanlarını genişletti. Kriz, birinin darbe ötekinin devrim dediği noktaya şöyle vardı: – Husi ilerleyişini durduramayan Suudilerin has adamı General Ali Muhsin el Ahmer 22 Eylül’de ülkeden kaçtı. -Yemen’in altı bölgeye ayrılmasını öneren anayasa taslağı ve Husi karşıtlarının silahlandırmaktan bahseden ses kasetiyle tepki çeken devlet başkanlığı sekreteri Ahmed Avad bin Mübarek 19 Ocak’ta gözaltın alındı. Aynı gün Cumhurbaşkanlığı Muhafızları Komutanı’nın karargâhtaki silahları Husi karşıtı kabilelere nakletme girişiminin ardından Ensarullah başkanlık sarayını ele geçirdi. – Bir nevi ev hapsinde tutulan Hadi’ye Ulusal Barış ve Katılım Anlaşması’nı yerine getirilmesine yönelik 4 maddelik çözüm planı sunuldu. – Buna karşın Hadi, Başbakan Halid Mahfuz Bahhah ile birlikte 22 Ocak’ta istifa etti. Ensarullah lideri Abdulmelik Husi, Hadi ve başbakanın görevde kalmasını istediklerini ama bu ikilinin yönetim boşluğu doğurmak için istifa ettiğini savundu. – Krizden çıkmak için ulusal diyalog çalışmaları sonuç vermeyince Ensarullah, 6 Şubat’ta hükümet ve parlamentoyu fesheden hamleyi yaptı. 2 yıllık geçiş sürecinde ülkeyi yönetmek üzere eski vekillerin de yer aldığı 551 kişilik bir ‘ulusal geçiş konseyi’nin oluşturacağı, bu konseyin devlet başkanının yetkilerini kullanmak üzere 5 kişilik başkanlık konseyi belirleyeceği, bu 5 kişinin hükümeti tayin edeceği ve 17 üyeli ‘yüksek güvenlik konseyi’ kurulacağı ilan edildi. Bu bildiriyi bu süreçte Husilerle gizli ittifak kurduğu öne sürülen Ulusal Kongre Partisi ve Husilerin müttefiki olan güneyliler reddetti. Ancak Husilerin yaptığı teknik olarak ‘darbe’ olsa da ne 5 kişilik konsey, ne hükümet ne de güvenlik konseyine kendi adamlarını atamış değil. Zaten nüfusun yüzde 40’ını oluşturan Zeydi toplumuna mensup Husilerin siyasi gücü iktidarı tek başına sırtlanmaya yetmez. Bu yüzden geçiş dönemi için ısrarla uzlaşı ve katılım çağrısı yapıyorlar. Daha sonraki müzakerelerde de her partiden bir temsilcinin başkanlık konseyine girmesi, parlamentonun korunması, şura meclisinin üye sayısının 200’den 300’e çıkarılması ve parlamento ile genişletilmiş şura meclisinin yeni hükümeti ataması benimsendi. 

DÖRT KAMP 

Bu gelişmeler ülkeyi 4 kampa ayırdı: Bir tarafta önemli ölçüde orduyu arkasına alan Husiler, diğer tarafta Suud destekli Sünni aşiretler, bu karmaşada doğu ve güneyde mevzi kazanan Kaide, başlangıçta Ensarullah ile birlikte hareket eden ama sonradan bağımsızlıktan bahsetmeye başlayan Güney Yemenli ayrılıkçılar. Aden’de artık 1990’daki birleşme ile varlığına son veren eski Güney Yemen Halk Cumhuriyeti’nin bayrakları dalgalanmaya başladı. Husilere muhalif bazı vekiller de güneyin merkezi Aden’de üstlenmiş durumda. Niyetleri Husiler gitmezse başkenti buraya taşımak. Sünni kesimlerde Husilerin gücünü İran’a borçlu olduğu iddiası dillendirilse de Yemen ordusunun tutumu manzaraya farklı bir boyut katıyor. Şöyle ki Husilerin ilan ettiği 17 kişilik Yüksek Güvenlik Konseyi’nin başkanlığına feshedilen hükümetin Savunma Bakanı Mahmud Subhi getirildi. Konseyin üyeleri arasında İçişleri Bakanı Celal Rişavi, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Hayran, Ulusal Güvenlik Kurulu Başkanı Hasan el Ahmedi, Güvenlik Politikaları Merkezi Başkanı General Halid Sufi de yer aldı. Bu bileşim ordunun genel eğilimini anlatıyor. Buna karşın ordunun bazı unsurlarının Sünni kesimlere silah verdiği söyleniyor.

Husi karşıtı kampta Kaide dışında Ortadoğu’da bazı ezber bozucu ittifaklar da görüyoruz. Suudi Arabistan’ın Mısır’da varlığını bitirmek için uğraştığı Müslüman Kardeşler’in (İhvan) Yemen kolu Islah Partisi burada Husilerin başdüşmanı. Aslında Suud-İhvan ortaklığı Husilerin tetiklediği dönemsel bir ittifak değil. Kısa bir arkaplan bilgisinde fayda var: Suudi Arabistan’ın kurulmasının üzerinden çok geçmeden Yemen bu yeni ülkenin arka bahçesine dönüştü. Riyad komşusundaki siyasi süreçlere her müdahil oldu. Ali Abdullah Salih de 1978’de iktidara gelirken koltuğunu Ahmer aşireti ve Suudi desteğine borçluydu. Ahmer aşiretinin siyasi kolu Islah Partisi de Salih’in en kritik müttefikiydi. Suudi Arabistan, yardım ettiği Salih’i dövmekten de geri durmadı. Salih, Suudilerden ilk zılgıtı Kuveyt’i işgal eden Saddam Hüseyin’i desteklediği zaman yedi. Suudi Arabistan 1 milyona yakın Yemenli işçiyi sınırdışı ederek ve 1994’te Güney Yemen’deki iç savaşta güneylilere destek vererek Salih’i cezalandırdı. Halbuki 1990’da Güney ve Kuzey Yemen’in birleşmesinde Suudilerin rolü az değildi. Eski Savunma Bakanı Sultan bin Abdulaziz, 2011’de ölünceye kadar yaklaşık 50 yıl Yemen dosyasından sorumlu Suudi yetkiliydi. Ahmer aşireti ile Salih arasındaki ittifak 2011’de gösteriler patlak verdiğinde bozuldu. Suudiler Yemen’i yörüngede tutabilmek için Salih’i kızağa alan formülü devreye sokarken yeni dönemde Ahmer aşireti, Islah Partisi ve Islah Partisi’nin kurucularından General Ali Muhsin el Ahmer öne çıktı. Salih sonrası yeni siyasi dengeler, Yemen üzerindeki gizli el Abdülaziz’in ölümü, Kral Abdullah’ın ‘Yemen özel komitesi’ni feshetmesi ve Riyad’ın Mısır’da İhvan’a darbeyi finanse etmesi nedeniyle Islah ile ilişkilerin soğuması Suudilerin Yemen üzerindeki kontrol gücünü zayıflattı. Husilerin son darbesi de Suudi Arabistan’da Kral Abdullah’ın ölümünün ardından yeni Kral Selman saraydaki operasyonlarla meşgul olduğu döneme denk geldi. Şimdi Suudiler Yemen’de oyunu yeniden oynamak istiyor. Bunu yaparken de bölgesel ve uluslar arası müttefiklerini harekete geçirmeye çalışıyor. Yeni kralın ilk sınav yeri Yemen. Birilerinin de yeni krala kur yapma ihtiyacı var. 

KAİDE PALANLANIRKEN SANA’YI TERKETMEK

 Bu süreçte Kaide, silah temin ettiği bazı Sünni aşiretlerle güç birliğine gidip petrol bölgesinde gücü arttırırken Batılı ülkeler ve müttefiklerinin Sana’dan çekilmesi kötüye işaret. Sonuçta 2012’de yetki devrine rağmen bu ülke ne siyaset ve ekonomi ne de güvenlik açısından kendi mecrasını bulamadı. Reformların yapılamadığı, yolsuzluğun sürdüğü ve siyaseti belli aşiretlerin elinde döndüğü anormallikler ortamında Husiler yükseldi. Böylesi bir ülkeyi düze çıkartacak şey ne Husileri sahneden silmek için KİK’in BM Güvenlik Konseyi’nden istediği askeri müdahale ne de siyasi ve ekonomik tecrittir. Ulusal uzlaşı bu krizin yegâne ilacı. Madem ki Ensarullah ‘uzlaşı’ davetinde ısrarlı o halde uluslararası aktörleri Husilerin niyetini test etmekten alıkoyan nedir? Belki bunun için Husilere yaptıkları baskının bir benzerini Ahmer ve Islah için de yapmaları gerekir. Aksi halde Yemen nüfuz savaşlarına kurban gidiyor. Asıl çabalar uzlaşı için harcanmazsa güneyin ayrılmasıyla ülkenin yeniden bölünmesi ve güneydoğu bölgesinde Kaide’nin kendine emirlik kurması yakındır. Bu arada güney bağımsızlık için sabırsızlanıyor ama Kaide’nin güçlendiği yerler eski Demokratik Güney Yemen Cumhuriyeti’nin sınırlarında yer alıyor. Yani merkezi otorite kaybolduğunda Kaide’den Güney Yemenlilere sıra gelmeyebilir. Yemen’deki Kaide tehdidi Batı’yı da vuracak şekilde büyümeye devam ederken ABD’nin bu belaya karşı potansiyel ortak olarak öne çıkan Husileri tepelemesi çok manidar gelmiyor. İran’a yakınlıklarına ve ‘Amerika’yla ölüm’ sloganlarına rağmen Husilerle ortaklık mümkün. Sorun İran etkisinden duyulan korku ise Suudilerin arzuladığı türden bir müdahale Tahran’ı işin içine daha fazla sokabilir ve patlak verecek vekalet savaşının sonu gelmez, Suriye’de gelmediği gibi.

radikal



E-Mailiniz
Yorumunuz

Diyala vilayeti konseyinde güvenlik komisyonu başkanı Sadık el-­Hüseyni, büyük bir ABD uçağının el­-Dayiniyye ve Hamrin bölgeleri üzerinde uçtuğunu ve IŞİD militanlarına yardımlar attığını açıkladı.


El­-Anbar Operasyon Komutanlığı’ndan bir kaynak pazartesi günü (16.02.2015), kimliği belirsiz savaş uçaklarının pazar (15.02.2015) gece el-­Remadi doğusunda el-­Cerayişe köyünde IŞİD’ın kontrol altında tuttuğu bölgelere balonlar attığını açıkladı.

Uçakların radikal örgüt militanlarının aydınlatma fişekleri attıktan sonra yardımları attığına dikkati çekti. Kaynak, 2. Alay’a bağlı 4. bölüğün örgütün mevzilerine 11 balon atıldığını gözlemlediğini sözlerine ekledi.

Diyala vilayeti konseyinde güvenlik komisyonu başkanı Sadık el-­Hüseyni, büyük bir ABD uçağının el­-Dayiniyye ve Hamrin bölgeleri üzerinde uçtuğunu ve IŞİD militanlarına yardımlar attığını açıkladı. El-Hüseyni, Şubat ayı içerisinde uluslararası koalisyona ait 2 uçağın Irak’ın kuzeyinden gelerek Hamrin’e bağlı Seyyid Mübarek bölgesine 30 IŞİD militanı indirdiğini açığa çıkarmıştı.