
کارگر
‘‘Sumar’’ Füzesi dengeleri İran lehine çevirdi
Ray-ül Yevm Gazetesi Siyonist rejim uzman ve bilirkişilerinden naklettiği haberde şöyle yazdı: İran’ın yeni taktik ve kabiliyetlere sahip ‘‘Sumar’’ adlı füzesi İsrail’i menziline almış durumda. Füzenin menzilinin duyurulması İran siyasetinin göze çarpar bir şekilde değişikliğe gidileceği haberini veriyor.
İran Devlet Televizyonu Haber Kanalı ‘‘IRINN’’in verdiği habere göre, Siyonist ‘‘Yedioth Ahronoth’’ gazetesi ‘‘Sumar’’ füzesi hakkında verdiği haberde, füzenin olağanüstü özellik ve kabiliyetlerine değindi. Gazete ‘‘Sumar’’ füzesinin düşük İrtifâ’da 100 metreye kadar inerek hareket ettiğini ve radara yakalanmadığını, yüzlerce kg ağırlığında patlayıcı madde taşıyabildiğini, hızının saatte 800 km, uzunluğunun ise 6 metreye vardığını ve nükleer başlıklı balistik bir füze olduğunu yazdı.
Ray-ül Yevm Gazaetesi’nin ‘‘Sumar’’ füzesi hakkındaki haberi:
Ray-ül Yevm Gazetesi, İran’ın yerli yapım ‘‘Sumar’’ füzesinin Rusya’nın sahip olduğu ‘‘Kh 55’’ füzesine benzerlik teşkil ettiğini belirterek şunları yazdı: ‘‘Tal Inbar’’ adlı Siyonist füze uzmanına göre, İranlılar geçmişte ispatladıkları gibi Silah sistemi simülasyonu ve üretiminde çok büyük yeteneklere ve kabiliyetlere sahipler, tüm bunlar insanı İran’ın böyle bir füze geliştirdiğine inanmak zorunda bırakıyor.
‘‘Tal Inbar’’ Uzay Stratejik Araştırmalar Enstitüsü İHA Merkezi Başkanı ‘‘Fisher Hrtzylya’’ın ‘‘Sumar’’ füzesinin bombardıman uçaklarından dahi fırlatabileceğini söylediğini aktardı. İran ‘‘Sumar’’ füzesini fırlatabilmesi için ‘‘Sukhoi 24’’ bombardıman uçağına sahip. İran’ın geliştirdiği yeni teknoloji ‘‘Sumar’’ füzesini, karadan ve denizden de fırlatma imkânı sağlıyor.
Sumar Cruise Füzesi
Siyonist rejim kanal 10 televizyonu askeri uzmanlarından ‘‘Alun Ben David’’ şunları söyledi: İsrail bu tür füzeleri etkisiz hale getirmenin yollarını arıyor, İsrail Ordusu 2015 veya 2016 yılının başlarında bu güce ulaşacak.
Şayet ‘‘Sihirli Değnek’’ füze sistemi uzmanlarından olan şahsın bahsettiği çalışma, ABD ve Siyonist rejim arasında ortaklaşa yürütülen kısa menzilli Cruise füzelerini takip ve imha etme projesi olabilir.
Siyonist rejimin sahip olduğu füze imha sistemi “Hyts” İran’ın ‘‘Şahap 3’’ balistik füzelerini engellemek ve imha etmek için geliştirilmiş bir füze savunma sistemidir, ancak ‘‘Şahab 3’’ füzesi, ‘‘Sumar’’ füzesinden daha düşük irtifada ve daha hızlı hareket edebilen bir füze sistemidir. Siyonistler resmi açılamalarında “Hyts” füze savunma sistemi üzerinde yapılan tüm denemelerin başarısızlıkla sonuçlandığını itiraf ediyorlar.
Askeri alanda siyasi uzman olan ‘‘Alun Ben David’’ şunları söylüyor: İranlıların yayımladığı fotoğraflara bakılacak olursa ‘‘Sumar’’ füzesinin benzerlerine oranla 200 kg’dan daha küçükbaşlıklar taşıyabileceği anlaşıyor bu da ‘‘Sumar’’ füzesinin nükleer başlık taşıyamayacağını gösteriyor. Fakat ‘‘Sumar’’ füzesi “GPS” cihazı sayesinde uzaktan kontrol edilebiliyor buda hedefi başarılı bir şekilde vurmasına yardımcı oluyor.
‘‘Alun Ben David’’ açıklamasının sonunda şunları ekledi: ‘‘Sumar’’ füzesi uzun menzilli ve hedefini şaşmadan vurabilen özelliğe sahip, ancak bir evi vurabilecek kadar dakik ve net değil. Hedeften sapma ihtimali % 10’lardan daha fazla, buda İran için hayati önem taşımakta ve İran’ı Ortadoğu ve bölgedeki silahlanma yarışında önemli bir yere ulaştırmış bulunmakta. ‘‘Sumar’’ füzesinin bölgeye gelmesi, İsrail için çok büyük önem taşımakta, İsrail böyle bir füzeyle baş edebilmek için hazırlanmalı.
Obama Kongre'ye yüklendi Müzakerelere karışmayın
47 Amerikalı senatörün İran'a hitaben yazdıkları mektuba tepki gösteren ABD Cumhurbaşkanı, senatörlerden nükleer müzakerelere karışmamalarını istedi.
MHA'nın haberine göre, 47 Amerikalı senatörün İran'a yazdıkları mektubun alışıldığın dışında olduğunu belirten ABD Cumhurbaşkanı Barack Obama, dün yaptığı bir açıklamada bu süre içerisinde sadece İran ile yapılan müzakerelerin anlaşma ile sonuçlanıp, sonuçlanmayacağı konusuna odaklandığını belirtti.
Obama yaptığı açıklamada, herhangi bir anlaşmaya ulaşılması durumunda, bu haberi Amerika halkı ile paylaşacaklarını söyledi.
Beyaz Saray Sözcüsü de geçtiğimiz gün senatörlerin İran'a yazdıkları mektubun, İran ile yapılan müzakere çarkına çomak sokmak niteliği taşıdığını belirtmişti.
Joe Biden, ABD senatörlerinin mektubunu eleştirdi
ABD Cumhurbaşkanı Yardımcısı, 47 Amerikalı senatörün İran'a yazdıkları mektubu sert bir dil ile eleştirdi.
MHA'nın haberine göre, yaptığı açıklamada kendisinin de 36 yıl boyunca senatör olduğunuhatırlatan ABD Cumhurbalkanı Yardımcısı Joe Biden, 47 senatörün mektup yazmalarının doğru olmadığı ve senatörlere yakışmadığını belirtti.
Biden bu konu ile ilgili yaptığı açıklamada, "47 senatörün 9 Mart tarihinde İran'a göndedikleri ve ABD cumhurbaşkanını bu uluslararası müzakere sürecinde güçsüzleştirmek amacı ile yazılan bu mektup, ona saygı duyduğum bir kuruluşa hiçbir şekilde yakışmadı" dedi.
Zarif: Senatörlerin mektubu, ABD'ye güvenilmemesi gerektiğini gösterdi
17.Uzmanlar Konseyi Oturumu'nda konuşan İran Dışişleri Bakanı, nükleere müzakerelere verdiği desteklerden dolayı İran İnkılap Rehberi'ne teşekkürlerini sundu.
MHA'nın haberine göre, 17.Uzmanlar Konseyi Oturumu (Meclis-i Hübregan)'nda konuşan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, konuşmasının başında nükleer müzakerelere verdikleri desteklerden dolayı İran İnkılap Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei'ye şükranlarını sundu.
Açıklamasının devamında dülmanların yürüttükleri İslamofobi ve İranofobi çalışmalarına da dikkat çeken Zarif, düşmanların özgürlük adı altında terör örgütlerine destek verdiklerini belirtti. Zarif, 47 ABD Kongresi senatörünün İran'a hitaben yazdıkları mektuba da dikkat çekerek, "Tarihte benzeri olmayan ve tamamen diplomasi dışı olan bu mektup, Amerika'nın güvenilmez olduğunu tekrar gösteriyor. Müzakereler anlaşma ile sonuçlanır, vey sonuçlanmaz ise, yine de kazanan taraf İran olacaktır. Bu yıllar içerisinde, hiçkimsenin geri alamayacağı ve Amerika'nın da itiraf ettiği büyük bir onur özgüven kazandık. Batının ise tek sermayesi, yaptırım ve BM'ye baskı uygulamaktır ki bu silahlarını İslam Devrimi'nin ilk başından itibaren kullanmışlardır ve yeni bir şey değildir " dedi.
Zarif konuşmasının devamında, "Son aylar içerisinde yapılan müzakerelerde, İran İslam Cumuriyeti'nin yapıcı diplomasının yardımı ile, bazı müzakere taraflarının görüşlerini değiştermeyi başardı. Amerika ile müzakereler, ABD Kongresi'ndeki bazı aşırıcı güçler nedeni ile zor olsa da, Allah'ın yardımı ve halkımızın desteği ile müzakerelerin iyi bir şekilde sonuçlanmasını amaçlıyoruz" dedi.
İsrail’in tamamı Hizbullah füzelerinin menzilinde
Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı, Siyonist İsrail Rejimi topraklarının tamamının Hizbullah ve Gazze halkının sahip olduğu füzelerin menzilinde olduğunu belirtti.
Devrim Muhafizları Ordusu bilgilendirme bürosundan aktarılan habere göre, İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı General Muhammed Ali Caferi, Ramhormoz şehrinin şehitlerini anma merasimini anma merasiminde yaptığı konuşmada, Filistin’de işgal olunmuş toprakların tümünün Hizbullah Hareketi ve Gazze halkının sahip olduğu füzelerin menzilinde olduğunu belirtti.
General Caferi, İsrail Ordusu elinde bulundurduğu dünyanın en gelişmiş silahlarıyla, ne kadar çalışsa ve çaba gösterse de Lübnan ve Gazze sınırlarına giremediğini hatırlattı ve “Bu ne tür bir güçtür ki bölgenin en teçhizatlı ordusunu durdura bilmeyi başarmıştır? Neden Gazze’ye giremiyorlar? Bugün işgal olunmuş Filistin topraklarının tamamı Hizbullah Hareketi ve Gazze halkının sahip olduğu füzelerin menzilinde ve bu da İsrail’in düşeceği ve yıkılacağı anlamına gelmekte, zaten Siyonistler kendileri de bunu biliyor, ama hiç bir şey yapamıyorlar” diye konuştu.
General Kasım Süleymani Komutasında IŞİD’e Zülfikar Operasyonu
BBC: Operasyonun adı ‘‘Zülfikar’’ Parola ‘‘Lebbeyk Ya Resulallah’’ (s.a.a) komuta eden Kasım Süleymani. Bu başarı Irak Ordusu ve Şii milisler adına tarihe geçecek.
Irak Hükümeti, Devrik Lider Saddam Hüseyin’in doğum yeri olan Tikrit’i IŞİD terör örgütünden kurtarmak için geniş çapta bir temizlik operasyonu başlattığını duyurdu. Ordu birlikleri Tikrit etrafındaki birçok bölgeyi tamamen kontrolü altına aldı.
BBC Farsça, İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin opersyonu komuta etmek için Selahaddin iline geldiğini duyurdu. General Kasım Süleymaniyi taşıyan uçağın Selahaddin ili havaalanına iniş yaptığı gelen habaerler arasında.
Yerel kaynakların bildirdiğine göre, Gönüllü Şii Halk Güçleri Tikrit’e 2 km yakınlıktaki bölgeleri IŞİD terör örgütünden geri aldığını doğruladı. IŞİD terör örgütü, sivil halkı siper olarak kulanarak Tikrit’in şehir merkezine doğru geri çekilmek zorunda kaldı. Irak Hükümeti tarafından yapılan açıklamada, operasyona 30 bin kişinin katıldığı belirtildi. Irak Ordusu 3 koldan Operasyonu yürütüyor.
Irak Başbakanı Haydar Elibadi Selahaddin ilinde IŞİD terör örgütüyle savaş için hazırlık yapan askeri komutanlarla bir araya geldi. Irak Başbakanı, IŞİD terör örgütüyle işbirliği içerisindee olan Sünni kabile ve aşiretlerin IŞİD’den desteklerini çekmeleri halinde affedileceklerini duyurdu.
Irak Devlet Televizyonu, IŞİD terör örgütü militanlarının Selahaddin ili etrafına yayıldıklarını ve Tikrit’i terkettiklerini duyurdu. Elimize ulaşan haberlere göre, Irak Ordusu ve Gönüllü Şii Halk Milisleri IŞİD terör örgütüyle savaşmak için Tikrit’e doğru ilerliyorlar.
Garip Bir Dünya Ve Garip Bir Ülke
Garip bir dünyada garip bir ülke olan Türkiye! Neden garip bir Türkiye diyecek olursanız kendisine üstün bir kimlik belirliyerek bir dünya devleti olarak kabul eder ve meydanlarda slogan atarak kendini dev aynasında görür.
Ama Süleyman Şah türbesini ve ordaki görevli bulunan askerleri kurtarmak için terör örgütü dediği gerilladan yardım diler. Gariplik şu ki kendini dünya liderliğine hazırlayan ve o aynada gören bir devlet IŞİD çetesinin korkusundan ecdadının mezarını korumakta olan askerini korumaktan aciz. Bir atasözü var tilki vadiyi boş görünce buranın aslanı benim der. Bu bir fırsat değerlemesi değildir belki bir hakikatın ortaya çıkmasıdır. Çünkü kibirli ve gururlu konuşmalarla aldatmış olduğu yüzde ellilik bir kitlenin meydan kabadayılarının nasıl boş bir kovan olduğunu görmesi ve tanımasıdır. Dün hakaretvari tavır takınan ve terör örgütü dediği PYD’den yardım dilemesiyle dünya devletleri arasında nasıl bir puan alacağını düşünmek gerekir.
Evet! Bugün bu operasyonla düşmüş oldukları durumu İlahi bir ceza olarak görüyorum.
’’Her kim de, hidayet yolu kendisine iyice belli olduktan sonra, Resulullah'a muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yola tabi olursa, Biz onu döndüğü yolda bırakırız. Fakat ahirette kendisini cehenneme koyarız. Orası ne fena bir varış yeridir!’’ 4/115
Amerikancı bir Müslüman olarak meydanlarda kahramanlık taslayanların nasıl bir utanç durumuna düştüğünü herkes çok açık bir şekilde görmektedir. Yukarıdaki ayette Resul'e muhalefet ederek Amerikancı bir yol takip edildiğinden verilmiş İlahi bir cezadır.
21. Asr'a "Muhammedi İslam"ı dünyaya yeniden tanıtan ve müminlerin yolunu açık ve net belirleyen İslam İnkılabı'nı bırakıp büyük şeytanın yolunu takip eden ve Allah’ın askerlerine şeytan diyen, alçalanları bugün ne kadar utanç duruma düştükleri görülmekte; Allah intikamını böyle almıştır.
2012 tarihinde üçgün içinde Şam’a gideceklerini ve Emevi Camii'sinde namaz kılacak olanlar Süleyman Şah türbesini IŞİD’in elinden kurtaramıyacak kadar aciz olan bir devletin kahramanlık destanı yazması yüz kızartıcı değilmi? Ama ne yazık ki hakikatleri görmeyen bu başarsız operasyona Türkiye'de yaşamakta olan insanlar alkış tutarak zafer kutlamaları yapmaları garip bir olay değilmi?
Evet! Kahraman Türk ordusu 35 yıl savaştığı gerilladan yardım dilemesi ne kadar kof olduklarına delil değilmi? Evet! Artık bir Kürt kimliğini Türkiye hükümetinin PYD’den yardım dilemesiyle varlığını imzalamıştır. Artık Kürt kimliği devlet olarak Türkiye tarafından kabul görmüştür ve yakın bir tarihte Kürt coğrafyasının belirleneceğinede bir işarettir. Çünkü düne kadar Kobane’nin düşüp hezimete uğramasını bekleyenler askerlerini ve atalarının mezarını kurtarmak için Kürt gerillasından yardım dilemesi onun gücünü kabul etmesi anlamını taşımaktadır.
Ne gariptir atalarıyla övünüp duranlar atalarının kemiklerini yakacak olan IŞİD’in elinden kurtarmak için gerillanın yardımıyla mezarını eşerek var olan çürümüş kemiklerini torbalara doldurarak kendi sınırlarına getiren ve bunun adınıda operasyon olarak övgüyle anlatanlara ve dinleyenlere garip varlıklar demek doğru bir ifade değilmi acaba?
Karşıda hiçmi hiç bir direniş olmadığı halde şu saatte veya bu saatte düğmeye basıldı diyerek operasyon başlatılmıştır kahramanlığı gülünç değilmi?
Ey iman edeler! Şeytanın ve şeytanın müttefiklerinin adımlarını takip etmeyin çağırısını bize yapan Allah’ın davetine kulak verin, şu Amerikancı İslam'ı kullanarak sizin İslami kimliğinize zarar verenlerden uzak durun ve müminlerin gittiği yolu takip edin!..
Muhammed Avci
Zarif, NBC’ye konuştu “Kimsenin güvenini kazanmak zorunda değiliz”
İran Dışişleri Bakanı, Amerikan NBC Kanalı’na verdiği röportajda, “Biz sadece tek aşamalı bir anlaşmanın peşindeyiz” dedi.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre, İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile İsviçre’nin Montrö şehrinde düzenlediği görüşmenin ardından, Amerikan NBC Kanalı’na verdiği röportajda, İran’ın kimsenin güvenini kazmak zorunda olmadığını ve kendilerinin sadece tek aşamlaı bir Nükleer Anlaşma istediklerini bildirdi.
Zarif, NBC muhabirinin, “Sayın bakan, siz bir kaç günden beri buradasınız ve yoğun bir müzakere süreci yaşanıyor, bu gelişmeler müzakerelerin tıkandığını mı yoksa ilerlediğinin bir göstergesi mi?” Sorusu üzerine,
“Tabi ki bu bizim çok ciddi olduğumuzun ve bir sonuca ulaşmayı istediğimizin bir göstergesi. Biz müzakreler sürcinde devam eden teknik görüşmelerin seviyesini yükseltmeyi önerdik ve bunun için ise bizim tarafımızdan, Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salehi ve ABD tarafından ise enerji bakanı bu görüşmelere katıldı ve bu gerçekten çok önemli bir gelişmeydi ve bu nedenden dolayı da teknik açıdan iyi ve yararlı ilerleme katedildi. Bu tur görüşmelerde çok ilerleme sağlandı ama nihayi ve kalıcı bir sonuca ulaşmak için hala uzun bir yolumuz var” diye yanıt verdi.
Röportajın devamında, NBC muhabiri ABD içerisinden ve daha fazlasıysa İsrail ve özellikle de Netanyahu tarafından Nükleer Müzekereler sürecine baskı kurulduğunu ve İsrail Başbakanı’nın Salı akşamı Amerikan Kongresi’nde gerçekleştirdiği konuşmasında İran’a karşı ağır suçlamalar yönelttiğini sormasıyla ilgi, Dışişleri Bakanı Zarif, “Sayın Netanyahu, 1992 yılından bu yana hep İran’ın 2 veya 3 yıl içerisinde nükleer silaha ulaşacağını ve elde edeceğini iddia edip durdu, bunların en sonu da 2012 yılında BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmaydı ve kendisi orada İran’ın gelecek bir yıl içerisinde nükleer bomba üreteceğini iddia etti. Sanki Netanyahu her daim İran’ın nükleer bombaya ulaşmak ve elde etmek için 1 yıllık zamanı varmış gibi göstermeye devam edecek. O haldeki biz nükleer silahların bize veya başka bir ülkeye barış getireceğine inanmıyoruz” dedi.
ESKİ HİkAYELERİN GÜNÜMÜZDEKİ GERÇEĞİ 1
Nemrutlaşan sinekler
“Sineğin biri kendini fevkalade bir şey sanırdı . Kendi kendine : “Şüphesiz ki ben bu devrin zümrüdü anka kuşuyum, benden daha üstün kimse olamaz.” derdi. Bir gün bir eşeğin sidiğinin içinde bulunan bir saman çöpüne kondu. Eşeğin sidiğini uçsuz bucaksız bir deniz, saman çöpünü gemi, kendini de kaptan sandı…
- “İşte bu bir okyanus, bu da benim mükemmel gemim, ben de dünyanın denizler aşan en büyük kaptanıyım.” diye karar verdi kendi kendine gururlandı koltuklarını kabarttı. ”
(MEVLANA)
Bazen bir hikaye ve hatta bir tek cümle koskoca bir hakikati üzerine söz söylenmeye gerek kalmayacak şekilde mükemmel olarak izah eder. Mütekebbirleşenlerin durumunu tasvir eden yukarıdaki hikayede olduğu gibi, hakikat aslında çok açık olduğundan sadece görmek isteyenlere ışık tutmak yeterli olacaktır. Gözlerini ve gönüllerini zihinleri ile birlikte karanlıklara mahkum edenlere sunulacak bu ışık, belki de dünya hayatlarını zindana çeviren bu insanların ahiretlerini nurlandırmalarına neden olabilecektir. Kendilerinde yitirdikleri özgüven ve bu özgüvensizlikten kaynaklanan aşağılık kompleksinin yarattığı çaresizlikten dolayı, yeryüzünde kibirlenerek saltanatlarını sürdüren zalimlere muhtaç olduklarını düşünen bu zayıf bırakılmışlar, zalimlerin asıl yüzlerini fark ettiklerinde belki de onların kibrinin kaynağının, zayıf bırakılmış ve kölelere devşirilmiş halkların gücü olduğunu anlayacak ve yeryüzündeki zulüm saltanatını devirip mazlumların iktidarına zemin oluşturabileceklerdir.
Bu yüzden bu devirdeki mücadelenin temelini “dostu ve düşmanı tarif” oluşturmalıdır diye düşünüyoruz. Zira düşman ya dost kılığında dolaşmakta ya da kendi gücünü Allah’ın (c.c.) gücünden daha fazla göstererek korku ile hükmetmektedir. Hem korku duvarının hem de dost maskesinin düşmesi düşmanın iyi tanınmasına bağlıdır. Ki düşmanımızın en büyük gücü ve aynı zamanda en büyük zaafı sahip olduğu kibridir. Çünkü bu kibir, gücü elinde bulunduranların iktidarlarını sürdürmek için hem kendileri gibi zulümden nemalananlarla işbirliği yapıp saltanatlarını sürdürmelerine ve en ufak bir itirazı dahi sert bir biçimde bastırmaktan çekinmemelerine neden olmakta, hem de her mütekebbir gibi “ilahlaştıklarını” düşünecek seviyeye ulaşıp azmalarına, herşeyi kontrol etme arzusuyla çırpınmalarına, bu yüzden de kimseye güvenemeyen paranoyak ve sürekli yanlışlar yapmaya başlayan kişilikler haline gelmelerine vesile olmaktadır.
Nemrut gibi “hayat veren ve öldüren benim” (Bakara 258) diyecek kadar azan mütekebbir zorbalar, “(gurur ve kibirle) kendilerine zulmederek girdikleri bağlarında (iktidar koltuklarında); bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam” (Kehf 35) deseler de aslında“kibirlenenlerin yeri ne kötüdür” (Nahl 29) bilmezler. Onlara “Allah’tan başka ilah yoktur, denildiği zaman kibirle direnmelerinden”(Saffat 35) ötürü “deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir”(A’raf 40) “Kibirlerini yenemeyip sırt çevirenler”(Müddesir 23) “kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmedikleri için, aşağılık maymunlara”(A’raf 166) çevrilmişlerdir. Bu zalimlerin insan suretinde ortada dolaştıklarına aldanmayın, hesabın sorulacağı gün nasıl yaşadılarsa o suretle haşrolacaklarından, aralarında bolca maymun olduğu gibi türlü hayvanlar, vahşi yaratıklar ve domuzlarda peydah olacaktır elbet.
İstedikleri kadar “yeryüzünde böbürlenerek yürüsünler, ne yeri yarabilecek ne de boyca dağlara ulaşabilecek”(İsra 37) kudrete sahip olmayan ve “insanların en çok nefret edileni” (Resulullah s.a.a.) olan bu mütekebbirler, kibre kapıldıkları için “düşük” kimselerdir. (İmam Ali a.s.) Bunlar “kıyamet günü karınca suretinde haşrolunurlar. İnsanlar onları yüce Allah’a itinasızlıkları sebebiyle ayakları altında çiğnerler”(Resulullah s.a.a.) “Dünü nutfe, yarını leş olan bu mütekebbirlere şaşmak”(İmam Ali a.s.) gerekir. Tüm dünyayı ele geçirseler dahi “her nefsin tadacağı ölümden”(Al-i İmran 185) kaçışları olmayacaktır. Ve “kalplerinde kibir bulunduğu için cennete giremeyeceklerdir”(İmam Cafer a.s.)
Tüm bu ayet ve hadisler mütekebbirlerin durumunu açıklamakla ve onları bekleyen sonun ne olduğu konusunda bizlere bilgi vermekle beraber, aslında bu tür zalimlerin bu dünyadaki zulümlerinden bezmiş mazlum halklara ilahi adaletin eninde sonunda haklarını bunlardan alacağını da müjdelemekte ve eğer bu kibir sahiplerine uyup da yoldan çıkmazlar ve mücadeleden vazgeçmezlerse, bir gün karınca gibi bu zalimleri ayakları altına alıp ezeceklerini de muştulamaktadır.
Cehennemle müjdelenen bu mütekebbir zalimler, özellikle büyük şeytanın desteği ile musallat oldukları halkları, değersiz ve her türlü zulme müstehak yaratıklar olarak gördükleri için sürekli azarlamakta, ezmekte, hakaret edip onların gururunu yerle yeksan etmektedirler. Kendi burunlarından kıl aldırmamakta ısrarcı olan mütekebbir takımı, halkların şerefini ve izzetini ayaklara altına almaktan, hem dünyalarını hem de ahiretlerini berbat edecek türlü şer yolları ile halkları kendilerine el açmaya mecbur bırakmaktan çekinmemekte bu mecburiyet(!) üzerinden de saltanatlarını sağlamlaştırmaktadırlar. Bunlar hiçbir halka zerrece değer vermeyen, iktidarda oldukları halkların değil, siyonizmin mensubu olan ve güçlerini siyonist çevrelerden alan “süfyanilerdir.”
Israrla zulümleri ile halkları hissettirmeden ezen rejimleri tasvir etmek için kullandığımız “süfyani” tabirini tam anlamıyla hak eden sistemlerin, adı , sanı, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun hizmet ettikleri mahfilleri aynı olan iktidarlarının kullandığı dile dikkat edilirse, şeytanın kibrini kimlere miras bıraktığı hakkında fikir sahibi olunabilinir. Mazlumların gözyaşları, kanları, emekleri ve çöreklendikleri toprakların tüm zenginliklerini peşkeş çektikleri büyük şeytan ve siyonist rejimin destekleri ile kurdukları kibir dağının zirvesinden halka “bakan”larla bunların “baş”ında olanların, yönettikleri insanları kendilerine ait köleler olarak gördükleri, sürekli olarak kullandıkları “benim” sözcüğüyle aşikar olmuştur. Öyleki “benim” vatanım, “benim” halkım, “benim” işçim, “benim” köylüm vb. tamlamalarla kibirlerini ikrar eden, kendilerince eksiklikleri “tamlayan”ların şerrinden nasibini almayan hiçbir kesim kalmamıştır.
“Süfyani sistemlerin” iktidarları, kendi malları olarak gördükleri vatan topraklarını kendilerinin varoluş sebebi olan siyonizme sunarken, bu toprakların asıl ve asil sahiplerine köle muamelesini reva görmekte, hakkını aramak isteyenlere “ananı da al git” diyecek kadar sevecen(!) davrandıkları için, meydanlarda sistemlerine oy toplamaktan da geri kalmamaktadırlar. Rüşvetleri bile milyar dolarları bulan bu “süfyanilerin” mal varlıklarının hesabı yapılamazken, hala halkın aldığı asgari ücrete “iyi para” diyerek göz koymaları, kibir deryasının bu “usta” yüzücülerinin halkları, asgari ücrete dahi layık görmediklerinin işaretidir de aynı zamanda. İlahlıklarını uşakları aracılığıyla ilan edecek kadar ileri giden ve “rahmetim gazabımı aşacak” demek densizliği ile kibir dağını fethetmiş bulunan “süfyaniler”, adeta halklara bakarken “siz aslında bana layık değilsiniz, ben alemlere hükmedecek ilahım” tavrını takınmakta, bağırmaktan, küfretmekten, emretmekten imtina etmemektedirler.
“Ben size izin vermeden iman mı ettiniz”(A’raf 123) diyen firavunun bugünkü torunu olan “süfyaniler”, “günah işleme özgürlüklerine(!) müdahale edilmesinden” rahatsız olurken, halkların hakkını arama, şerefli, izzetli, onurlu ve insanca yaşama özgürlüğünü hiçe saymakta, meydanlara çıkan halkların çocuklarını birbir öldürmekten adeta zevk duymaktadırlar. Nasıl ki Firavun kendi saltanatını sürdürmek için bütün erkek çocukları öldürmekten çekinmediyse, bugünün “süfyanileri” daha ileri giderek kız erkek demeden iktidarda bulundukları halkların gelecek neslinin ahlakını bozarak, hedeften uzaklaştırarak, türlü bağımlılıklara düçar ederek, manen öldürmekle iktidarlarının geleceğini garanti altına almaya çalışmaktadırlar. Zira iktidarları kibirlerinin kaynağıdır ve mütekebbirlerin bu iktidarı bırakma niyetleri yoktur. Ellerinde tuttukları dünyalıkları ve yaslandıkları büyük şeytan olmasa zerrece güçleri bulunmayan mütekebbir “süfyaniler”, kişilik olarak hiçbir değerleri ve yetenekleri olmayan, ağızları iyi laf yapan münafık olmaktan başka meziyetleri bulunmayan, halk arasında “yolda görsem selam vermem” tabirinin muhatabı varlıklardır. Kendileri de bunu bildikleri için türlü yalakalıklarla, ve ruhlarını satarak elde ettikleri gücü ve kibri kaybetmemek adına bütün zulümleri işlemekten geri durmazlar.
Adeta “Nemrutlaşan sinekler” olan süfyaniler, kendilerini dünyanın en büyük denizinde yüzen, dünyanın en büyük gemisinin kaptanı zannetseler de “sinek” olarak mide bulandırmaktan başka bir değerleri yoktur. Yine bu sinekler birgün burunlarına kaçacak bir sinek yüzünden başlarını duvarlara vura vura helak olmaktan kurtulamayacaklardır. Bizler biliyoruz ki her devrin Nemrudu’nun karşısında onun putlarını kıracak bir İbrahim bulunacaktır. Allah’a (c.c.) hamdolsun ki bu devrin, ayaklarında binlerce dolarlık ayakkabıları bulunan Nemrut soylularının karşısında da yamalı terlikle putları kırmaya gelen İbrahim’in (a.s.) nesli bulunmakta ve bu kibir budalalarının, bizlere değer diye yutturdukları dünyalıkları ellerinin tersiyle itenlerin izzete, şerefe, onura ve şahsiyete nasıl ulaştıklarını ispatlamaktadırlar.
Kuran derinliğinden bir damla 3
اعوذ بالله من الشیطان الرجیم
وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ إِنَّ اللَّهَ یَأْمُرُکُمْ أَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً قَالُوا أَتَتَّخِذُنَا هُزُوًا قَالَ أَعُوذُ بِاللَّهِ أَنْ أَکُونَ مِنَ الْجَاهِلِینَ ﴿٦٧﴾ قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّکَ یُبَیِّنْ لَنَا مَاهِیَ قَالَ إِنَّهُ یَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لافَارِضٌ وَلا بِکْرٌعَوَانٌ بَیْنَ ذَلِکَ فَافْعَلُوا مَاتُؤْمَرُونَ ﴿٦٨﴾ قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّکَ یُبَیِّنْ لَنَا مَالَوْنُهَا قَالَ إِنَّهُ یَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ صَفْرَاءُ فَاقِعٌ لَوْنُهَا تَسُرُّ النَّاظِرِینَ ﴿٦٩﴾ قَالُوا ادْعُ لَنَا رَبَّکَ یُبَیِّنْ لَنَا مَاهِی إِنَّ الْبَقَرَتَشَابَهَ عَلَیْنَا وَإِنَّا إِنْشَاءَاللَّهُ لَمُهْتَدُونَ ﴿٧٠﴾ قَالَ إِنَّهُ یَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لاذَلُولٌ تُثِیرُ الأرْضَ وَ لا تَسْقِی الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لاشِیَةَ فِیهَا قَالُوا الآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ فَذَبَحُوهَا وَ مَاکَادُوا یَفْعَلُونَ ﴿٧١﴾ وَإِذْ قَتَلْتُمْ نَفْسًا فَادَّارَأْتُمْ فِیهَا وَ اللَّهُ مُخْرِجٌ مَا کُنْتُمْ تَکْتُمُونَ ﴿٧٢﴾ فَقُلْنَااضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا کَذَلِکَ یُحْیِی اللَّهُ الْمَوْتَى وَ یُرِیکُمْ آیَاتِهِ لَعَلَّکُمْ تَعْقِلُونَ(73
Surenin 67 ila 73. ayetlerinde inek macerası şöyle anlatılıyor: İsrailoğullarından biri esrarengiz bir şekilde öldürülüyor, ancak maktulün katili bir türlü bulunamıyor ve bu durum İsrailoğulları aşiretleri arasında anlaşmazlık ve çatışmalara yol açıyor. Aşiretler bu husumeti sonlandırmak için Hz. Musa'ya baş vuruyor ve meseleyi aydınlatmasını istiyor.
Hz. Musa (sa) yüce Allah'a dua ediyor. O sırada nida geliyor: Ey Musa bi ineği kes, kanından birazını maktulün üzerine dök, maktul yeniden canlanacak ve katilinin kim olduğunu anlatacaktır. Sürekli bahana aramakta ün yapan İsrailoğulları ise her defasında ineğin özellikleri hakkında sorular sormaya başlar, örneğin şöyle sorar: Ey Musa, Allah'tan sor, bu inek nasıl bir inek olmalı? Hz. Musa sorar ve nida gelir: ne yaşlı ve ne de genç olsun, ikisinin arasında olsun. İsrailoğulları yine sorar: inek hangi renkten olsun? Yine nida gelir: açık sarı olsun, öyle ki insanları onu görünce heyecana gelsin. İsrailoğulları yine inek hakkında daha fazla bilgi istemeye devam eder. Yine nida gelir: Öyle bir inek olsun ki yeri sürmek için kullanılmamış olsun. Böylece İsrailoğullarının tüm soruları cevaplanır ve sonunda ineğin nasıl bir inek olacağı ortaya çıkar. Bu inek pak ve salih bir ailede yetişen kimsesiz yoksul bir insana aittir.
İsrailoğulları mecburen yüklü bir bedel ödeyerek ineği satın alır. İnek kesilir ve kanı maktulün üzerine dökülür. Maktul yüce Allah'ın izni ile dirilir ve katilinin kim olduğunu söyler. Bakara suresine ayrıca Fustat-ul Kur'an da denir. Fustat çadır ve gölgelik anlamına da gelir. Bir çadır bir ailenin fertlerini bir arada topladığı gibi bu sure de Kur'an-ı Kerim'in hükümlerinin büyük bir bölümünü içerir. Surede namaz, oruç, Ramazan ve Hac ibadeti gibi bir çok farizanın hükmünü içerir. Bakara suresi ayrıca tevhid, maad, insanın yaratılışı, İsrailoğullarının öyküsü, Hz. Musa'nın yaşamı, Yahudiler ve Hristiyanların öyküsü, kıblenin Beytulmukaddes'ten Kabe'ye ve Mescid-i Haram'a değiştirilmesi ve bazı ilahi sınavları anlatır. Bundan başka Bakara suresinde kısas, haram yiyecek ve içecekler, infak, cihad, kadınlar ve boşanma ile ilgili hükümler, faizin men edilmesi ve diğer bir çok sosyal ve ahlaki konuları içerir.
Rivayetlerde ayet-ul kürsi'nin Kur'an-ı Kerim ayetlerinin zirvesi olduğu ve herkes bu ayetlere okumaya tavsiye edildiği beyan edilmiştir. Allah resulü (sav) İmam Ali'ye (sa) hitaben şöyle buyurmuştur: Kur'an-ı Kerim üstün kelam ve kelamların efendisidir ve bu kitapta Bakara suresi de Kur'an-ı Kerim surelerinin efendisini ve yine Bakara suresinde ayet-ul Kürsi ayetleri diğer ayetlerden daha üstündür.
Bu surenin nazil olmasının ardından yeni yeni kurulan İslam toplumunun bazı gereksinimleri karşılanmış oldu ve Müslümanlar kendi aralarında ve yabancılarla ilişkilerini nasıl düzenleyeceklerini öğrenmeye başladı. yine dedik ki, bu surede fıkhi ahkam, medeni yasalar ailevi konularla ilgili izdivaç ve boşanma gibi hükümler ve yine bazı ticari yasalar ve kurallar ve özellikle veresiye veya borç üzerine yapılacak alış verişler ve rübe temelli ticaret ve diğer bazı konular yer aldığını ifade ettik.
Hz. Adem'in yaratılışı ve iblisin yüce Allah'ın mahlukların efendisi Adem'e secde edilmesi ile ilgili emrine karşı çıkması, Bakara suresinin gerçekten ibret verici öykülerinden biridir. Belki de bu surenin geniş çapta konuları kapsaması ve geniş çaplı öğretileri yüzünden yüce Allah bu sureyi Kur'an-ı Kerim surelerinin efendisi olarak adlandırdı ve kim bu sureyi sıkça okursa büyük bereketlerle vadetti. Kur'an-ı Kerim bu surede yaratılış sürecinin bir çok işaretlerine işaret ederek tevhidin önemini gündeme getiriyor ve bir kaç ilginç misalle maaddan ve insanların kıyamet gününde yeniden dirileceklerinden söz ediyor ve bu konuya açıklık getiriyor. Bu örneklerden biri Hz. İbrahim tarafından öldürülen ve daha sonra yüce Allah'ın iradesi ile yeniden dirilen kuşların öyküsüdür.
Yüce Allah'ın sevdiği peygamberi Hz. Üzeyr'in öyküsü gerçekten dinlemeye değer bir öyküdür. Bu öyküye göre o hazret bir yolculuğunda yanında aldığı biraz yiyecekler atı üzerinde seyahat etmektedir. Hz. Üzeyr bir köyün kenarından geçerken orada köyün müthiş bir şekilde darmadağın olduğunu ve köy halkının çürümüş cenazeleri ve kemikleri ortada kaldığını fark eder. Bu manzara Hz. Üzeyr'i çok şaşırtır ve büyük bir şaşkınlık içinde: yüce Allah bu ölüleri nasıl diriltebilir, diye kendi kendine sorar. O sırada yüce Allah Hz. Üzeyr'e ölülerin kıyamet gününde nasıl yeniden dirilteceğini aydınlatmak için o hazretin canını alır. Yüz yıl sonra yüce Allah Üzeyr'i yeniden canlandırır ve ardından sorar: Sen ne kadar süre bu çölde kaldın? Üzeyr biraz önce orada olduğunu düşünerek hemen karşılık verir: bir gün ve belki de daha az bir süre. O sırada nida gelir ve Üzeyr'e bunun böyle olmadığı, kendisi yüz yıldan beri burada bulunduğu anlatılır ve kendisinde yanına aldığı su ve yiyeceklere bakması ve bu süre içerisinde hiç değişmediğini görmesi emredilir. Yine Üzeyr'e ölümü üzerinden yüz yıl geçtiğini bilmesi için merkebine bakması emredilir, çünkü merkebinin vücudu tamamen dağılmış ve çürümüştür. Bu öykü Bakara suresinin 259. ayetinde şöyle anlatılır: Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; "Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!" dedi.
أَوْکَالَّذِیمَرَّعَلَىقَرْیَةٍوَهِیَخَاوِیَةٌعَلَىعُرُوشِهَاقَالَأَنَّىیُحْیِیهَذِهِاللَّهُبَعْدَمَوْتِهَافَأَمَاتَهُاللَّهُمِائَةَعَامٍثُمَّبَعَثَهُقَالَکَمْلَبِثْتَقَالَلَبِثْتُیَوْمًاأَوْبَعْضَیَوْمٍقَالَبَلْلَبِثْتَمِائَةَعَامٍفَانْظُرْإِلَىطَعَامِکَوَشَرَابِکَلَمْیَتَسَنَّهْوَانْظُرْإِلَىحِمَارِکَوَلِنَجْعَلَکَآیَةًلِلنَّاسِوَانْظُرْإِلَىالْعِظَامِکَیْفَنُنْشِزُهَاثُمَّنَکْسُوهَالَحْمًافَلَمَّاتَبَیَّنَلَهُقَالَأَعْلَمُأَنَّاللَّهَعَلَىکُلِّشَیْءٍقَدِیرٌ ﴿٢٥٩﴾
Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. "Bir gün yahut daha az" dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi. Bakara suresinin diğer bazı ayetleri tarihi olaylardan söz eder ve özellikle Yahudilerin ve İsrailoğullarının öyküsü ve tutumlarını ve uygulamalarını anlatır. Bu surede gündeme gelen konulardan biri, İsrailoğullarını Hz. Musa'ya yönelik eziyetleri ve sürekli bahane aramalarıdır. İşin ilginç tarafı, günümüzde bile dünyada siyonistler olarak bilinen radikal Yahudilerin aynı o dönemde Hz. Musa'ya yaptıkları gibi ahitlerine bağlı kalmamak, üstünlük taslamak, sultacı ve işgalci huyları ile tanınmalarıdır.
Bu sure işte bu kavmin bu tür özelliklerini en iyi şekilde ortaya koyuyor. Kuşkusuz İslam peygamberine (sav) nazil olan Kur'an-ı Kerim, vahyin duru pınarından gelen ilahi kelamdır ve yüce ilahi hakikatlere dayanır. Bu surede yüce Allah Kur'an-ı Kerim'in mucizesini ve azametini anlatılır ve ayetleri inkar edenlerden eğer yapabiliyorlarsa Kur'an-ı Kerim gibi bir ayet veya sure getirmesini ister. Gerçi tarih boyunca bir çokları Kur'an-ı Kerim'in ayet ve surelerine benzer ayet ve sureler getirmeye çalışmıştır, fakat bu işte hiç bir zaman başarılı olamamıştır. Nitekim şimdi de bu semavi kitap asırların ardından hiç bir tahrife uğramaksızın beşeriyete miras kalmış ve her zaman tazeliğini korumuştur. Kur'an-ı Kerim hikmetli öğretilerinde insanların iyi kötü, her türlü amelleri kendilerine döneceğini vurgular. Bundan başka yüce Allah'ın bu kitapta belirlediği her hüküm gerçekte insanların maslahatı için getirilmiştir.
Nitekim Bakara suresinin 183. ayetinde de şöyle buyurur:
یَا أَیُّهَا الَّذِینَ ءَامَنُوا کُتِبَ عَلَیْکُمُ الصِّیَامُ کَمَا کُتِبَ عَلَى الَّذِینَ مِنْ قَبْلِکُمْ لَعَلَّکُمْ تَتَّقُونَ
Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Bakara suresinin ayetlerinin devamında oruçla ilgili hükümler yer alıyor ve hasta veya güçsüz insanları ve oruç tutmanın onları zor durumda bırakacak kimseleri bu yükümlülükten mazur görüyor. Surenin 185. ayeti Ramazan ayının önem ve azametini bu ayda Kur'an-ı Kerim'in resulüllah efendimize (sav) nazil oluşuna bağlıyor. Bu ayette yüce Allah şöyle buyuruyor:
Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir. Bakara suresinin 186. ayetinde ise yüce Allah şöyle buyuruyor:
وَإِذَاسَأَلَكَعِبَادِيعَنِّيفَإِنِّيقَرِيبٌأُجِيبُدَعْوَةَالدَّاعِإِذَادَعَانِفَلْيَسْتَجِيبُواْلِيوَلْيُؤْمِنُواْبِيلَعَلَّهُمْيَرْشُدُونَ
Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.
Kur'an-ı Kerim'in en faziletli ayetleri ise 255. ayetidir ve ayet-ul kürsi olarak ün yapmıştır. Rivayetlerde ayet-ul kürsi'nin Kur'an-ı Kerim ayetlerinin zirvesi olduğu ve herkes bu ayetlere okumaya tavsiye edildiği beyan edilmiştir. Allah resulü (sav) İmam Ali'ye (sa) hitaben şöyle buyurmuştur: Kur'an-ı Kerim üstün kelam ve kelamların efendisidir ve bu kitapta Bakara suresi de Kur'an-ı Kerim surelerinin efendisini ve yine Bakara suresinde ayet-ul Kürsi ayetleri diğer ayetlerden daha üstündür.
اللّهُ لاَ إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْحَیُّ الْقَیُّومُ لا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلا نَوْمٌ لَّهُ مَا فِی السَّمَوَاتِ وَمَا فِی الأَرْضِ مَن ذَا الَّذِی یَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ یَعْلَمُ مَا بَیْنَ أَیْدِیهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلا یُحِیطُونَ بِشَیْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاء وَسِعَ کُرْسِیُّهُ السَّمَوَاتِ وَالأَرْضَ وَلا یَؤُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِیُّ الْعَظِیمُ
Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur. İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.) O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez.
O, yücedir, büyüktür. Müfessirlere göre ayet-ul kürsi'nin önemi içerdiği derin ve değerli kavramlar içindir ve bu da yüce Allah'ın yegane oluşu ve yeryüzüne ve göklere mutlak hakimiyeti ile ilgilidir. Çünkü yüce Allah varlık aleminin başlangıç noktasıdır ve her şey yüce Allah'la sonuçlanır. O zaman varlık alemi ezelden beri yüce Allah'a bağlıdır ve ebediyete dek yine O'na bağlı kalacaktır. Yüce Allah Kayyum'dur. Kayyum sözcüğü, kendi zatına kaim olmak demektir. Bu ayette insanların dinlerini seçmelerinde hür olduklarına ve bu konuda hiç bir zorlamanın söz konusu olmadığına vurgu yapılır.
Ruhani'nin katılımı ile 5 Mart, İran Ulusal Ağaç Dikme Günü kutlandı
İran Ulusal Ağaç Dikme Günü tüm İran genelinde düzenlenen törenler ile kutlandı.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de sabah saatlerinde düzenlenen bir törenle katılarak, yeni bir ağaç dikti ve doğayı koruma konusuna dikkat çekti. Ruhani bu törende yaptığı konuşmada, istikrarlı bir yaşamın, doğal çevreyi korumaya bağlı olduğunu vurguladı.