
کارگر
Reisi: EKO bölgede ekonomik işbirliğine dair hala en ilgili teşkilat
İslami İran Cumhurbşkanı Reisi: "EKO'daki işbirliğin olumlu süreci, üye ülkeleri EKO kalıbında bölgesel ilişkilerini daha da güçlendirmeye teşvik ediyor. Buna göre EKO hala bölgede ekonomik işbirliğine dair en ilgili bir teşkilat" dedi.
Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi bugün, Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te düzenlenen EKO 16. Zirve Toplantısında yaptığı konuşmasında, İran İslam Cumhuriyetinin EKO ve faaliyetlerini kayıtsız, şartsız desteklediğini belirterek "EKO'da işbirliği ortamının artması için daha fazla kaynak ve nerjimizi seferber etmekte kararlıyız" diye vurguladı.
Cumhurbaşkanı Reisi daha sonra "EKO'daki işbirliğin olumlu süreci, üye ülkeleri EKO kalıbında bölgesel ilişkilerini daha da güçlendirmeye teşvik ediyor. Buna göre EKO hala bölgede ekonomik işbirliğine dair en ilgili bir teşkilat" diye konuştu.
Ayetullah Reisi, işgalci İsrail'in Gazze'de işlediği cinayetlerle ilgili olarak ve de mazlum Gazze halkından yana yaptığı konuşmasının ilk bölümünün kapanışında, 1-2 dakika için konuşmasını keserek, salonda bulunanları Gazze şehidlerinin ruhlarına Fatiha okumaya davet etti.
Reisi: İslam ülkeleri katil İsrail'le olan siyasi-ekonomik ilişkilerini kesmeli
İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) toplantısı sırasında görüştü ve Filistin'deki gelişmeler bu görüşmenin ana eksenini oluşturdu.
Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi, Tacikistan ve Özbekistan'a yaptığı ziyaretlerini tamamlayıp, Tahran'a döner dönmez Mehrabad havaalanında ziyaretlerinin sebep ve hedefleriyle ilgili olarak muhabirlere bilgi verdi.
Cumhurbaşkanı Reisi, Özbekistan ziyaretinin amacıyla ilgili bazı ayrıntılara değinerek "Özbekistan ziyaretimizin hedefi ECO Zirve toplantısına katılmaktı. ECO, üye ülkelerin birbiriyle irtibatta olmaları için önemli bir teşkilat" diye konuştu.
Reisi daha sonra "Toplantıda gündeme getirilen şey, transit konusuydu. Bölge için ticaret konusu başta olmak üzere, ticaretin kolaylaştırılması önemli bir mesele olarak ele alındı" dedi.
Ayetullah Reisi konuşmasının devamında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Rdoğan'ın ECO zirve toplantısında Filistin'le ilgili iyi bir tavır sergilediğini belirterek "Ben, bu tavırın da tek başına yetmediğini, icra ve uygulama da olması gerektiğini vurguladım. Milletler kendi yetkililerinden caydırıcılık oluşturmalarını bekliyor" ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanı Reisi daha sonra şöyle devam etti: "Siyonist İsrail karşısında caydırıcılık yaratabilecek bir husus, son günlerde İslam İnkılabı Liderinin vurguladığı gibi Siyonist İsrail ile siyasi-ekonomik tüm ilişkilerin kesilmesidir. Böyle bir tavır caydırıcılık açısından büyük oranda etkili olabilecektir" diye vurguladı.
- Gazze halkına insani yardım akışı ve İran ve diğer bazı Müslüman ülkelerden yapılan insani yardım ve kamu yardımı sevkiyatlarının sınır kapısında durdurulması konusunda ciddi şikayetler var.
Reisi ayrıca, Filistin meselesine gösterilen ilgilerin girişim ve uygulamaya dönüşmesini temenni ediyorum" dedi.
"Washington, İsrail'e Hangi Silahları Gönderdiğini Gizliyor"
ABD'li siyasi haber portalı The Intercept, Washington’un İsrail'e aktarılan silahların türü ve miktarı hakkındaki ayrıntılı bilgileri, Gazze Şeridi'ndeki sivil ölümlerle ilişkilendirilmemek amacıyla gizlediğini duyurdu.
Portala konuşan Washington merkezli Quincy Sorumlu Hükümet Yönetimi Enstitüsü Uzmanı William Hartung, ABD yönetiminin Gazze Şeridi'nde Amerikan silahlarının kullanılması nedeniyle yaşanan sivil ölümlerine dikkat çekmek istemediğini vurgularken, bu nedenle de İsrail'e askeri yardım konusunda detaylı veri vermediğini söyledi.
Sputnik'in haberine göre, Hartung, ABD'nin İsrail'e günlük olarak sağladığı yardımlarda hangi silahları sağladığına ilişkin kasıtlı şeffaflık eksikliğinin, Beyaz Saray yönetimin İsrail'in bu silahları savaş suçları işlemek ve Gazze'deki sivilleri öldürmek için ne ölçüde kullandığı konusunda kamuoyundan gizleme politikasıyla bağlantılı olduğuna dikkat çekti.
Ukrayna'ya gönderilen silahlar açıklanırken, İsrail'e ne gönderildiği gizleniyor.
The Intercept’e verdiği demecinde, Washington’un Ukrayna’ya gönderdiği silah ve mühimmat ile ilgili verileri her tedarik sürecinde aktardığını anımsatan Hartung, "Hangi silahların gönderildiğine dair verilerin sağlanmasının İsrail'in operasyonel güvenliğine herhangi bir zarar vereceği iddiası, Gazze'yi ablukaya alan İsrail'e sağlanan silah türleri ve bunların kullanımına ilişkin bilgileri sınırlamaya yönelik bir kılıftır.
Washington, Ukrayna'ya silah tedariği konusunda sürekli ayrıntılı bilgi yayınlıyor ancak İsrail'e askeri yardım konusunda çok az bilgi veriyor. Amerikalı yetkililer bunu, Yahudi devletinin güvenliğine zarar verme konusundaki isteksizliği ile açıklıyor olsa da bu bir kılıftır” dedi.
The Intercept, ayrıca bölgede tecrübesi olan emekli bir ABD Deniz Piyade komutanının, isminin gizli kalması kaydıyla yaptığı açıklamasını paylaştığı haberinde, Washington’un, İsrail ordusunun kentsel muharebe operasyonları yürütürken ne tür araçlar kullandığına ve hangi ABD silahlarını kullandığına dair bilgi yayınlamak istemediğin bildirirken, “Sivil kayıplara yol açma ihtimali oldukça yüksek. Pentagon, miktarın yanı sıra İsrail'e sağlanan spesifik silahlara ilişkin bilgileri de saklıyor” ifadelerini kullandı.
Hamas'tan ABD çıkışı: Gazze Filistin'in özel meselesidir hiçbir güç bu gerçeği değiştiremez
Hamas Sözcüsü Abdullatif Kanu, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby'nin dün Hamas'ın Gazze Şeridi'nin geleceğinde denklemin bir parçası olamayacağı, buradaki yönetim şekline dair istişarelerin devam ettiği yönündeki ifadelerine tepki gösterdi.
HAMAS'TAN GAZZE AÇIKLAMASI
Hamas Sözcüsü Abdullatif Kanu, Telegram sayfasından yaptığı açıklamada, "Gazze'yi veya topraklarımızın bir kısmını yönetmek; halkımızın, Filistin'in özel meselesidir ve sahadaki hiçbir güç bu gerçeği değiştirmeyi veya kendi iradesini dayatmayı başaramaz." ifadesini kullandı.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby'nin dün Hamas'ın Gazze Şeridi'nin geleceğinde denklemin bir parçası olamayacağı, buradaki yönetim şekline dair istişarelerin devam ettiği yönündeki açıklamalarını değerlendiren Kanu, "Kirby'nin Gazze'de Hamas sonrası durumla ilgili konuşmasının bir hayalden ibaret olduğunu, Filistin halkının direniş güçleriyle kenetlendiğini ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin ettiğini" ifade etti.
Kanu, Hamas'ın ulusal bir kurtuluş hareketi ve Filistin halkının temel ayrılmaz bir parçası olduğunu, tüm yasa ve normlara uygun olarak işgale karşı direnme, mücadele etme hakkına sahip olduğunu belirtti.
Hamas Sözcüsü, Filistin'in haklı davasını tasfiye ve tehcir planlarını başarısızlığa uğratan Filistin halkının, kendi topraklarında sarsılmaz bir şekilde durduğunu ve kimsenin planlarını hayata geçirmesine izin vermeyeceğini vurguladı.
Gazze'de 33'üncü gününe giren çatışmalara ilişkin ise Kanu, İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın, halen Gazze Şeridi'ni geçmeye çalışan İsrail askeri araçlarına, tanklarına, ordusuna ağır kayıplar verdirdiğini, İsrail güçlerinin Kassam Tugayları'nın darbeleri karşısında gerilediğini ifade etti.
Kanu, İsrail'in öncekiler gibi bu mücadeleyi de kaybedeceğini, çatışmanın başlangıcı 7 Ekim sabahında nasıl başarısız olduysa, sonunda da amacına ulaşamayacağını kaydetti.
ABD’nin Korkusu Türkiye-İran Birlikteliği
ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in Ankara ziyaretini değerlendiren uzmanlar, son dönemde Türkiye ve İran arasında gelişen diplomatik adımlara dikkat çekti. Uzmanlar, ABD ve İsrail cephesinin Türk-İran birlikteliğinden endişe duyduğunun altını çizdi.
Önceki gün Ankara’ya gelen Blinken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüştü. Yaklaşık 2 buçuk saat süren görüşme sonrasında ortak bir açıklama yapılmazken Blinken Türkiye'den ayrılırken havalimanında değerlendirmede bulundu. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre Fidan, görüşmede ABD’li mevkidaşı Blinken’a, İsrail’in Gazze’de sivilleri hedef almasının ve insanları yerlerinden etmesinin önlenmesi, acilen tam ateşkes ilan edilmesi gerektiğini vurguladı. Diğer yandan Fidan-Blinken görüşmesini Aydınlık’a değerlendiren uzmanlar, ABD Dışişleri Bakanının Türkiye'den istediğini alamadığı değerlendirmesini yaptı.
'BİRLİKTELİĞİ BOZMA NİYETİ'
Emekli Jandarma Binbaşı, Siyaset Bilimci Doç. Dr. Ali Fuat Gökçe de şu değerlendirmelerde bulundu:
"Çatışmalar başladıktan bir ay sonra yapılan bu ziyaret çok ilginç. Bugüne kadar Türkiye'yi bu süreçten dışlamak isteyen ABD ve İsrail olduğunu görüyoruz. Türkiye'yi yok saymaya çalıştılar. Ama bunun bu şekilde gelişmeyeceğini de gördüler. Önce dışlayıcı bir politika ardından da Türkiye'yi kullanma politikasına geçmek istediler. Blinken isteklerinin dışında bir de Türk-İran birlikteliğini bozmak niyetiyle de gelmiş olabilir. Çünkü İran Dışişleri Bakanının ziyareti ardından İran Cumhurbaşkanının Türkiye’yi ziyaret edecek olması ABD'yi oldukça telaşlandırdı."
'İSTEKLER FARKLI'
ABD'nin Türkiye'den bazı talepleri olduğunu aktaran Gökçe şöyle devam etti:
"Bana göre bu isteklerden biri Hamas'ın liderlerine, yöneticilerine destek verilmemesi olabilir. Bununla ilgili Türkiye’nin tavrı nettir. Türkiye'ye Filistinli mültecilerin alınması konusunda teklifi de olabilir. ABD'nin Türkiye'den istediğini alamadığı net şekilde ortaya çıkmıştır bu ziyarette. Belirli konularda uzlaşılmış olsa basın açıklaması yapılabilirdi. Blinken buradan istediği sonucu alamadı. Amerika'nın istediği farklıydı. Türkiye'nin istediği farklıydı."
'AMERİKA İLE ÇIKARLARIMIZ ÖRTÜŞMÜYOR'
İstanbul Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Uzmanı Dr. Eray Güçlüer, Aydınlık’ın Fidan-Blinken görüşmesi üzerine sorduğu soruya karşılık şu yanıtı verdi:
"Sadece Gazze meselesinde değil, Türkiye’nin Amerika'ya tavrıdır bu. Çünkü artık Türkiye ile Amerika'nın çıkarlarının uyuşmadığı, politikalarının örtüşmediği dönemdeyiz. Blinken'ın ziyaretinde bu görüntüyü izledik biz. ABD bu ziyaretten hiçbir şey alamadı. ABD'nin istedikleri ile bizim düşündüklerimiz örtüşmüyor. Türkiye artık boyun eğecek bir pozisyonda değil. Ortadoğu'nun en güçlü ülkesi. Türkiye Amerika'ya hayır dedi. ABD'nin istediği bölgesel bir savaş. Bu bölgesel savaşa Türkiye’nin de dahil olmasını istiyor. Türkiye istemediği bir savaşın içinde olmayacağını, böyle bir bölgesel savaşın tarafı olmayacağını söyledi. Bu bizim için önemli."
'BATAKLIĞINA SAPLANABİLİRLER'
Blinken'ın Türkiye ziyaretinde neyle karşılaşacağını bile bile geldiğini kaydeden Güçlüer şunları söyledi:
"Çünkü Türkiye'siz bir denklem kurulamıyor. Gelmek zorundaydı. Geldi, cevabını alıp gitti. Türkiye olası bir bölgesel savaşı engellemek noktasında gayretlerine devam edecek görünüyor. Türkiye'nin şu anki tavrı, izlediği politika doğrudur. İran Cumhurbaşkanı da Suudi Arabistan'a gidiyor. Aslında yıllardır iki rakip ülke. Suudi Arabistan'ın bunu kabul etmesi de çok önemli. Türkiye de zaten bölgedeki temaslarını aktif şekilde yürütüyor. Amerika bir paradoksun içine girmiş gibi bir durum söz konusu. Bir bölgesel savaş çıkarayım derken Amerika bir bataklığın içine de saplanabilir. Vietnam'da olduğu gibi."
‘TÜRK MİLLETİNİ BUNLARLA KANDIRAMAZSINIZ’
Vatan Partisi Genel Sekreteri Özgür Bursalı, Blinken'ın Türkiye ziyaretine ilişkin sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı. Bursalı, "Blinken gelirken apron aydınlatılmadı", "Cumhurbaşkanı Ayder'den mesaj verdi", "Hakan Fidan ABD Dışişleri Bakanının öpme hamlesini geri çevirdi" şeklinde yapılan yorumları hatırlatarak, "Türk milletini bunlarla kandıramazsınız" dedi. Bursalı şu açıklamayı yaptı:
"Yapılacak işler bellidir. Türkiye-Suriye derhal işbirliği yapacak. ABD güdümlü terörün kökü kazınacak. İncirlik-Kürecik üsleri TSK'nın tam denetimine verilecek. Yanlış Ukrayna siyasetinden vazgeçilecek. Kıyı bankalarına kaçırılan 500 milyar dolar geri getirtilecek. NATO'dan çıkılacak.
‘İRAN DÜŞMAN DEĞİL’
Akşam gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz, İran’ın Türkiye’nin düşmanı olmadığını vurgulayarak şu mesajı paylaştı: “Beyler, İran düşman değil karıştırmayın. Bölge devletlerinin baş düşmanı ABD’dir. Türkiye’nin de dahil. Gazze’deki katliamı ABD nezaretinde İsrail yapıyor. Nükleer denizaltılarıyla, savaş/uçak gemileriyle sadece İran’ı değil, diğer bölge devletlerini de tehdit ediyor. Kulağa hoş gelen ABD ninnileri uyutmaya, ayrıştırmaya, yalnızlaştırmaya, hedef şaşırtmaya yarar.”
İKİ ÜLKE ORTAK CEPHE
ABD, Batı Asya’dan Asya Pasifik’e kadar bölgede planlarına taş koyan kuvvetleri hedefe koyuyor. Bunun başında da Türkiye, Rusya, Çin ve İran geliyor. İran’ın ekonomik ilerleyişini baltalamak için 44 yıldır ambargo ve yaptırımlarla hedef alan Washington, toplumsal kışkırtma olaylarıyla da İran’da sistem değişikliği arayışını sürdürüyor. Tıpkı Türkiye’ye yönelik Fethullah Gülen Terör Örgütü’nü himaye ettiği gibi sözde İranlı muhalifleri de fonluyor. Ayrıca özellikle PKK’nın İran kolu PJAK başta olmak üzere Kürdistan Özgürlük Partisi PAK, İran Kürdistan Demokrat Partisi İKDP ve İran Kürdistanı Devrimci Emekçiler Topluluğu Komele gibi Irak’ın kuzeyinde faaliyet yürüten terör örgütlerini İran’a karşı kullanıyor. Bölge ülkelerinin İran ile ilişkilerini bozmak için İran içindeki Türkleri ayaklandırma projesi olan “Güney Azerbaycan kurma” hayalini MOSSAD eliyle hayata geçirmeye çalışıyor. ABD aynı zamanda İran’ın askeri yöneticileri ve önde gelen bilim insanlarına suikastler düzenliyor. İran’ın askeri atılımını engellemek için nükleer silah konusunu bahane olarak kullanıyor. Avrupa’da kimi ülkeleri de peşine takarak ‘İnsan hakları ve özgürlük’ kılıfı altında İran’ı dünyada tecrit etme ve yalnızlaştırma politikası uyguluyor.
ABD GÜDÜMLÜ TEHDİTLERİ BERTARAF ETME YOLU
Askeri, siyasi ve ekonomik açıdan sürekli İran içişlerine müdahaleci anlayışı benimseyen ABD’nin Tahran ve Ankara’ya yönelttiği birçok tehdit ortak. Irak ve Suriye’ye yönelik ABD müdahalelerinin bir sonraki adımında Türkiye ve İran bulunuyor. Atlantik cephesinden yükselen tehditleri göğüsleme konusunda Türkiye ile İran’ın daha sağlam sırt sırta vereceği döneme çoktan girildi. Ekonomiden askeri işbirliğine birçok alanda el ele verme zorunluluğu kaçınılmaz olarak iki ülke önünde duruyor. Türkiye İran’dan daha fazla gaz ve petrol alabilir, Türkiye de İran’ın donanmasını güçlendirecek birikimini paylaşabilir. İran, ilaç sanayisinden birçok alanda teknolojik atılıma sahip. Bu alanlardaki üretimler için Türkiye, geniş bir pazar olma potansiyelini barındırıyor. İki ülke, milli sermayedarları için büyük imkanları bünyesinde taşıyor. İpek Yolu İnisiyatifi kapsamında da iki ülke kazan kazan zincirini sağlamlaştırabilir. İran ile Türkiye, Suriye krizinin çözümü, PKK/PYD’nin başının ezilmesi, ABD’nin Suriye ve Irak işgaline son vermede anahtar konumda yer alıyor. Doğu Akdeniz’de ABD’nin yaptığı askeri yığınak ilk etapta Türkiye’yi hedef alsa da İran’ın da ön cephelerinden birisidir. Türkiye’ye oradan gelecek bir saldırı İran’da da hissedilecektir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanıtılması meselesi de Tahran’ın önüne koyulabilecek önemli gelişmelerden birisidir. Yani toplamda Türkiye ve İran, Kafkaslar’dan Umman Denizi’ne, Filistin’den Doğu Akdeniz’e geniş bir alanda işbirliği imkânı bulunuyor./aydınlık
Hizbullah'ın İsrail'e saldırıları ve Türkiye ile İran'ın işbirliğinin önemi
Hizbullah’ın Siyonist İsrail rejimine saldırıları, daha geniş çaplı savaşın başlama olanağı, Aksa Tufanı operasyonunun dünya kamuoyu üzerindeki etkisi, İran ve Türkiye’nin işbirliğinin önemi başlıkları Ulusal Kanal İran Temsilcisi Gürkan Demir ile röportajımızda değerlendirildi.
Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları ve daha geniş çaplı bir savaşın çıkma olanağını değerlendiren Ulusal Kanal İran Temilcisi Gürkan Demir İRNA Türkçe servisine konuştu.
Aksa Tufanıyla birlikte yenilmez İsrail, yenilmez ABD algısı aniden çöktü
7 Ekim tarihinden beri yaşadıkları paniği hala üzerlerinden atlatabilmiş değiller. Hollywood sinemasının yarattığı "yenilmez İsrail" , "yenilmez ABD" algısı bir sabah aniden çöktü. Bu sarsıntı sadece Tel Aviv ve Washington'da değil, yıllardır bu ülkelerin hizmetkârı gibi davranan kimi Avrupa başkentlerini de derinden etkiledi. Aslında Filistin direniş güçleri, ABD ve İsrail'e atıfla muktedir bir güç olarak kabul edilen bir rüyayı sona erdirdi. Klişe bir örnek vardır. "Köşeye sıkışan kedi tırmalar." Bu tırmalama kedinin sıkışmışlıktan nasıl çıkacağını bilemeden gelişigüzel patilerini savurmasıdır. En nihayetinde bu tırmalama bazı yaralar oluşturur ama o kedinin o an yaşadığı panik, korku ve mağlubiyet sabittir. Bugün İsrail'in savunmasız sivillere yönelik, hastane, okul, dini mekanlar fark etmeksizin saldırılar düzenlemesi köşeye sıkışan kedi misali tırmalamaktan başka bir şey değildir. Keza ABD'nin ne olduğunu anlayamadan tek seçenek olarak bölgeye askeri güç yığınağı yapması da bunun bir parçasıdır. 7 Ekim akşamı olmasa bile birkaç gün içinde Tel Aviv'e Filistin bayrağı dikileceği korkusunu derinden yaşadılar. Ve bütün bunlar Filistinli direniş güçlerinin, azim, kararlılık ve inanmışlığının sonucu oluştu. Geldiğimiz nokta itibariyle operasyonun ilk günleri ortaya atılan “İsrail istihbaratının bundan kesin haberi vardı” gibi yaklaşımların çok da bir kıymetinin olmadığı anlaşıldı. Şüphesiz uzun süredir Filistin direniş grupları tarafından yapılan hazırlık İsrail’in dikkatini çekmiştir. Yani Hamas, 3 kilometre menzilli füzelere sahipken, 250 kilometreyi bulan füze üretimine başlamış olması herhalde herkesin dikkatini çeker. Ama öyle anlaşılıyor ki Tel Aviv güç sarhoşluğu veya bir başka deyişle güç zehirlenmesi yaşadığı için 7 Ekim senaryosuyla karşılaşmanın yakın tarihte olmasını beklemiyordu.
- Aksa Tufanı operasyonundan sonra Türkiye’nin tutumu nasıldı?
Bazı başkentler gibi Ankara da 7 Ekim sabahı ve birkaç günlük zaman içinde tam olarak ne olduğunu anlamakta zorlandı. Aksa Tufanı Operasyonu’nda kısa sürede elde edilen başarı ve operasyonun devam etmesi sonrası Ankara sahadaki gelişmeleri daha yakından anlamaya başladı. Her geçen gün İsrail saldırılarına verilen tepkinin ve Hamas’a verilen desteğin dozu söylemde artsa da eylemde daha somut adım beklentileri var. Ve Ankara (Ak Parti hükümeti) henüz halktan yükselen somut adım çağrılarına tam manasıyla karşılık verebilmiş değil. İsrail, Türkiye’den diplomatlarını çekti, vatandaşlarına Türkiye’ye gitmemeleri yönünde seyahat uyarısında bulundu. Yaptırımları Ankara’dan Tel Aviv’e beklerken tam tersi oldu. Ankara, İsrail ile yapılması gündemde olan gaz anlaşmalarının askıya alındığını duyurdu. Bu hayata geçirilmesi zor olan projeler için zaten enerji harcamak anlamsızdı. Kaldı ki projeler hayata geçirilseydi de işte son 25 gündür yaşadığımız gibi İsrail elde ettiği mali kaynakları bombaya, füzeye çevirip Filistinlilerin üzerine yağdırıyor. Türkiye süreç için kazan kazan yaklaşımı sergilese de Filistin’in Türkiye’nin güvenliği için de bir ön cephe olduğunu düşünürsek “kazan kazan” değil, “kaybet-kazandır” süreci başlardı.
Türkiye Hamas’a karşı kara propagandalara dur dedi
Ankara, Atlantik cephesi tarafından yürütülen “Hamas eşittir Terörist” algısına kara propagandasına karşı önemli bir çıkış yaptı. Bu süreçte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Hamas siyasi liderliğiyle görüştü. Daha fazla gecikilmeden Türkiye, Hamas yetkililerini Ankara’da ağırlamalı, sürece verdiği desteği ve Hamas hangi katkıyı istiyorsa onu vermeye hazır olduğunu bu görüşmede açıkça bir kez daha ilan etmelidir. Mitingler, gösterileri yürüyüşler şüphesiz önemli ancak elinde yaptırım gücü olan devlettir, devleti de şu an yöneten hükümetin bir an evvel daha somut adımlar atması gerekmektedir.
Hizbullah İsrail’in korkulu rüyasıdır
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun korkulu rüyası Lübnan Hizbullah’ının sürece dâhil olmasıdır. Çünkü daha önce İsrail’in Hizbullah’a karşı yaşadığı bir mağlubiyet var.
Bunun yanı sıra bölgedeki direniş güçleri arasında düzenli orduya en yakını Hizbullah, en nitelikli ve nicelikli insan gücüne sahiptir. İnsan gücüyle birlikte, havada, karada ve denizde en etkin, caydırıcı silahları da elinde bulundurmaktadır. Hizbullah’ın dâhil olması işgal topraklarının kurtarılmasında önemli bir etkiye sahip olacaktır. Yani haritaları değiştirecek bir adım kapasitesindedir. Aynı zamanda bir yandan güneyde Gazze cephesiyle meşgul olan İsrail’in kuzeyde de açılacak yeni bir cepheyi kaldıracak güç ve imkânı yoktur. Zaten ABD’nin bölgeye getirdiği askeri güç de bunu açıkça ortaya koymaktadır. İsrail’in yalnız başına bağımsız Kudüs’te Filistin bayrağı çekilmesini engelleyecek kudrete sahip olmadığını bilen Washington yönetimi bu adımları atmaktadır. Tabi sürecin başından beri Lübnan Hizbullah’ının alacağı tavır tartışılıyor. Bana göre burada birkaç ince çizgi var. İlki, Filistin direniş güçlerinin kendi öz güçleriyle İsrail’e yaşatacakları başarısızlıkları dünyaya göstermek, ikincisi burada elde edilecek kazanımlar sayesinde kısa vadede ateşin bölgeye yayılmamasını sağlamak, üçüncüsü İsrail’in tüm gücüyle Gazze’ye yönelik baskı uygulamasını engellemek (İsrail bazı güçlerini olası tehditlere karşı Lübnan sınırında tutuyor) dördüncü ise olası bir savaş durumu için öncü adımların atılması…
Hizbullah İsrail’in sınır boylarındaki teknik alt yapısını çökertiyor
Öncü adımlardan kastım Lübnan İsrail sınırında 7 Ekim’den bu yana karşılıklı yaşanan atışlar. Hizbullah burada, İsrail’in sınır boylarındaki teknik alt yapısını çökertmeye dönük bir taktik izliyor. Sınırı izleyen elektronik sistemlerin tahrip edilmesi, sınırda konuşlu birliklerin yıpratılması ve en nihayetinde de alınacak bir savaşa dâhil olma kararıyla hızla İsrail içlerine doğru ilerleyebilmek. Son ince çizgi de Lübnan Hizbullah’ına yönelik dışarıdan gelen “savaşa dâhil ol, artık neyi bekliyorsun” baskısıdır.
Hizbullah ne zaman İsrail’e tam saldırı düzenleyecek?
Hizbullah liderliğinin Filistin davasına verdiği tam destek herkesçe malum. Savaş kararı alınacaksa bunun en doğru zamanda ve koşulda geleceğini bilmeliyiz. Liderliğin, günü birlik, duygusallıktan uzak bir politika izlediği görülüyor. Ancak eğer ki o zaman gelir ve ıskalanırsa bu kez direniş cephesinin gücü, birliği, Siyonizm ve emperyalizme karşı olan mücadelesi tartışma konusu olacaktır ve eleştiri okları yoğunlaşacaktır.
Türkiye ve İran’ın güvenliği birbirine bağımlıdır
Atlantik cephesi içinde kalarak Türkiye’nin bölgeye ve kendisine yönelik Atlantik kaynaklı tehditleri engellemesi mümkün değildir. Türkiye’nin güvenliği İran’dan İran’ın güvenliği Türkiye’den geçmektedir. Her iki ülke yöneticileri de bu bilinçle hareket etmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
O halde buna uygun adımlar gerekmektedir. ABD’nin İran’a olası bir doğrudan müdahalesi (Sahadaki gelişmeler bunun kısa sürede olacağını göstermiyor.) karşısında Ankara’nın tavrı mutlak suretle Tahran’dan yana olmalıdır. Keza ABD benzer tehditleri Türkiye’ye de yöneltiyor. Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Yunanistan topraklarına yaptığı askeri yığınak da Türkiye’nin de hedefte olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
İsrail ve ABD’nin hedefinde Türkiye de var
Türkiye’yi olağanüstü tehdit olarak gördüğünü ilan, Türk SİHA’sını vuran ABD, İsrail için öncelikli tehdidin Türkiye olduğunu savunan Tel Aviv* var karşımızda. Bu tablo karşısında da Tahran’ın amasız fakatsız Ankara’nın yanında yer alması gerekmektedir. Bunun için iki ülkenin birbirine daha fazla güven verecek iş birliklerini geliştirecek adımlara ihtiyaç var. Örneğin, bugünlerde bir kez daha gündeme gelen İncirlik askeri üssü ve Kürecik Radar Üssü’nün Türk ordusunun tam denetimi altına alınması için daha ne bekleniyor? Ya da Güney Kafkasya’da oluşan yeni dönemde iki ülke iş birliği içinde daha fazla elini taşın altına koymalıdır. Suriye’de Türkiye ile İran arasına nifak sokmak için ortaya atılan ve dedikodulara neden olan “İran Türkiye’ye karşı faaliyet yürütüyor, Şam’ın Ankara ile anlaşmasını engellemek istiyor” gibi iddialar konusunda kamuoyuna daha fazla bilgiler verilmelidir. Türkiye’nin de hala anlamsızca sürüncemede kalan Suriye ile üst düzeyde doğrudan temas ve iş birliklerini kurma sürecini hızlandırması gerekiyor. Irak sahasında da iki ülkenin birlikte atacağı çokça adım bulunuyor. En başında da ABD destekli PKK/PJAK’ın kökünün kurutulması, Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlamlaştırılması gibi… Hal böyle olunca direniş cephesindeki örgütler, Siyonizm ve emperyalizm üzerine daha güçlü ve daha kararlı yürüyebilir. Son olarak Ankara, böylesine kritik bir süreç içinde Beyrut’u görmezden gelen bir hava içinde. Türkiye ile Lübnan Hizbullah’ının sahadaki gelişmelere dair doğrudan görüşme trafiği başlatması da sürece olumlu katkı verecektir.
Atlantik cephesinin tehditleri yükselirken Türkiye’nin ittifak birikimi içinde yer alan İran, Rusya ve Çin gibi kuvvetlere dirsek atmak Türkiye’nin bütünlüğüne ve geleceğine döşenen bir dinamittir. Ne zaman Türkiye, Atlantik kuvvetiyle karşı karşıya gelse bazı kara propaganda süreci başladığına şahit oluyoruz. Rusya ile Suriye’de iş birliği yoğunlaşıyor hemen ardından “Rusya bizi çevreliyor, Rusların sıcak denize inme hayalleri gerçek oluyor” kampanyası başlıyor. Çin ile ticari ilişkiler ne zaman ivme kazansa BBC yalanlarına sarılarak “Uygurlara soykırım” tartışması yoğunlaştırılıyor. Batı Asya’da Türkiye ve İran’a yarayacak gelişme olsa bu kez de “İran Güney Kafkasya’da taş koyuyor, Güney Azerbaycan’ı kuracağız, İran PJAK’ı destekliyor” gibi söylemler baş gösteriyor.
Hizbullah’a karşı yürütülen kara propagandaların arkasında ne var?
Son olay ise Filistin meselesi üzerinden yaşanıyor. Türkiye’deki kimi basın yayın organları ve İyi Parti, CHP gibi siyasi partiler sürekli olarak Siyonizm ve emperyalizm karşısında yer alan kuvvetlere taş atmaya başlıyor. Aslında tam da kendilerine biçilen bozgunculuk görevini yerine getiriyorlar. Hamas’ın terör örgütü olduğu iddiası dile getirenler olduğu gibi Lübnan Hizbullah’ının eski genel sekreterlerinden Suphi Tufeyli’nin İran karşıtı çıkışları manşetlere konu yapılmaya başladı. Türkiye’deki maalesef mezhepçi bir şekilde süreci alan kimi çevrelerde, özellikle de Tufeyli’nin açıklamaları üzerinden İran’ı hedef alıp, Tahran’ı kenara itme çabası var. Kaldı ki Tufeyli, son derece şaibeli bir konuma sahip. Hizbullah üzerinde bir etkisi olmadığı gibi, onun adına konuşacak bir örgütsel bağlılığı da yok. Ne Filistin’de ne Güney Kafkasya’da ne Körfez’de, ne Irak’ta ne Suriye’de ne Doğu Akdeniz’de İran’ı kenara iterek Türkiye’nin kazanım sağlayacağı bir cephe yoktur. Bu sadece İran için değil Çin ve Rusya için de geçerlidir. ABD etrafına topladığı kuvvetlerle Türkiye’ye namlu gösterirken Türkiye’yi yalnızlaştıracak, ittifak birikiminden mahrum bırakacak propaganda Türkiye’ye en büyük zararlardan birini verir. Bir yanda bunlar yaşanırken diğer yanda şunu da görmekte yarar var ki Türkiye’de bu bozguncu fikirler karşılık bulmakta her geçen gün daha da zorlaşıyor ve bu fikirlerin kamuoyunu etkileme gücü zayıftır. Çünkü ABD kaynaklı tehdit her geçen gün artıyor, bu tehdide karşı bölgesel iş birliğinin önemi de her geçen gün yükseliyor. Türkiye’de bulunan bugünkü siyasi iktidar bu tehditler karşısında çelişkiler yaşasa da halk özellikle de 15 Temmuz’dan sonra süreci çok iyi tahlil edebiliyor.
İran'dan Uluslararası Topluma İsrail'in Nükleer Silah Programını Durdurma Çağrısı
İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi, "İran, uluslararası toplumun İsrail rejiminin tehlikeli açıklamalarını kınamasını ve nükleer silah programını durdurması için bu rejime baskı yapmasını istiyor" dedi.
İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Emir Said İrevani, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e ve güvenlik konseyinin dönemsel başkanına yazdığı mektupta, “Güvenlik Konseyi'nin dikkatini İsrail rejiminin kuşatma altındaki Gazze Şeridi'ndeki savunmasız ve masum sivillere karşı nükleer silah kullanma tehdidine çekmek istiyorum” dedi.
İrevani’nin gönderdiği mektupta şu ifadelere yer verildi:
“Gazze'deki savunmasız Filistin halkı sürekli İsrail askeri saldırısına, vahşi cinayetlere, ve toplu cezalara maruz kalıyor. Bunların hepsi uluslararası insan haklarının açık ihlalidir. Şimdi de haydut İsrail rejiminin nükleer tehdidiyle karşı karşıyalar. Endişemizi daha da artıran ise Siyonist rejiminin sözde kültür mirası bakanının ortaya attığı son iddiadır.
İsrail rejiminin yetkililerinin nükleer silah kullanma tehdidine sadece iki ay içinde ikinci kez başvurması son derece üzücüdür. Siyonist rejimin Başbakanı Binyamin Netanyahu, daha önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 78. oturumunda yaptığı konuşmada, İran'a karşı nükleer silah kullanımına ilişkin açık tehditlerde bulunmuştu.
Nükleer silahları kullanmak veya sadece tehditte bulunmak sadece uluslararası hukukun açık bir ihlali değil, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Şartı'nın, özellikle de Madde 2(4)'ün içerdiği temel ilkelerin de açık bir ihlalidir.
İran, uluslararası toplumdan İsrail rejiminin tehlikeli açıklamalarını kınamasını ve nükleer silah programını durdurma ve kitle imha silahlarına ilişkin tüm ilgili uluslararası anlaşma ve sözleşmeleri tam olarak yerine getirmesi için rejime baskı yapmasını istiyor.”/mehr
Abdullahiyan: ABD, Ateşkes Mesajı Gönderdi
İran, ABD’nin kendilerine İsrail ve Filistin arasında ateşkes istediklerine dair mesaj gönderdiğini açıkladı.
İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan gazetecilere yaptığı açıklamada; "ABD, 3 gün önce başka bir ülke aracılığıyla bize ateşkes istediği yönünde mesaj gönderdi. Ancak uygulamada Gazze'deki soykırımı ve savaş suçlarını destekliyorlar" dedi.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın Irak ziyaretini değerlendiren Abdullahiyan, Blinken'ın başkent Bağdat'ta çelik yelek giyerek görüntü vermesini eleştirerek, "Bu, ABD'nin bölgedeki gerçek rolünü göstermektedir. ABD'nin kısa zaman içerisinde bölgedeki politikasından vazgeçmesini ve işgalci rejimi desteklemeyi bırakmasını umuyoruz" ifadelerini kullandı.
Tarafsız Ezanlar ve Şerefsiz Soylular!
İslam ülkelerindeki bazı yönetimlerin siyasi ve ekonomik ilişkiler bir yana, Siyonistlerin suç ve cinayetlerine kayıtsız kalması bile açık bir ihanettir. Hem ezan okuyup hem de İslam düşmanlarıyla oturup kalkamazsınız!
Hüseyin Şeriatmedari kaleme aldığı makalesinde şunları yazdı:
1- Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya, Siyonist rejimin mazlum Gazze halkının katledilmesindeki vahşi suçlarını sadece resmi olarak desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda mali yardım ve silah göndererek vahşi Siyonistlere dolaylı değil doğrudan ortak oluyorlar. Amerika ve Avrupa ülkelerinin liderlerinden birinin işgal altındaki Filistin'e gidip Siyonist rejimin soykırımına tam destek verdiğini beyan etmediği ve gazetecilerin kameraları önünde bu rejimin cellatlarına sarılmadığı bir gün, bir hafta yok. Peki savaşın bu tarafında neler oluyor?
2- İslam ülkelerinden beklenen en az ve en gerekli davranış, Siyonist rejimle siyasi ve ekonomik ilişkileri kesmeleri ve İsrail'e, ABD'ye ve onu destekleyen birçok Avrupa ülkesine petrol ve gaz ihraç etmekten kaçınmalarıdır. Bu arada İran İslam Cumhuriyeti'nin hesabı ayrı ve açıktır. Çünkü İsrail'in tarihten silinmesi önerisi, İmam'ın bakışı ve tavsiyesiydi ve bu, İran İslam İnkılabı ve Rehberi tarafından ciddiyetle takip edilmiş ve takip edilmektedir. İran İslam Cumhuriyeti tüm direniş güçlerini ve Siyonist rejime karşı duran herkesi desteklediğini açıkça ve cesaretle ilan etmiştir ve bunu da bugüne kadar yapmıştır. Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti'nin Siyonist rejimle hiçbir siyasi ve ekonomik ilişkisi bulunmamaktadır.
3- Artık beklenen ve başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm ülkelerin İslami ve insani görevi, öncelikle vahşi İsrail ile tüm siyasi, ekonomik ve turistik ilişkilerini kesmesi, ikinci olarak da İsrail'e, Amerika'ya ve bu barbar rejimi destekleyen diğer ülkelere petrol, gaz ve gıda maddeleri ihraç etmekten kaçınmasıdır. Eğer İslam ülkeleri iddialarında dürüstse ve liderlerin açıklama ve röportajlarında da vurguladıkları gibi Siyonistlerin soykırımını durdurmak istiyorlarsa bu konuda yapılabilecek en az ve en temel eylem İsrail'e ve ortaklarına, yani Amerika ve Avrupa'ya petrol, gaz ve gıda maddeleri ihracatını kesmektir.
4- Dünya petrol ve doğalgazının yaklaşık %45'i Fars Körfezi'nden ihraç edilmektedir. Fars Körfezi tarafında İran, Umman, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Bahreyn olmak üzere sekiz ülke yer alıyor. Bu ülkelerin hepsi İslam ülkesidir ve eğer bugünden itibaren İsrail'e ve destekçilerine petrol ve doğalgaz ihracatını kesmeye karar verirlerse, Siyonist rejim ve onu destekleyen ülkeler ağır ve kırılgan bir felaketle karşı karşıya kalacaktır. Buna sadece bir örnek verecek olursak, dün ABD televizyon kanalı C.N.B.C, bir belgeselinde, Hürmüz Boğazı kapatılırsa petrol fiyatının 250 dolara (mevcut fiyatın neredeyse üç katı) çıkacağını söyledi.
5- Fars Körfezi'nin yanı sıra Babülmendep Boğazı ve Süveyş Kanalı da İslam ülkelerinin elindedir ve Amerika, Avrupa ve Akdeniz kıyılarına giden petrol ve gaz (LNG) taşıyan gemilerin Fars Körfezi'nden çıktıktan sonra Babülmendep Boğazı ve Süveyş Kanalı'ndan geçmeleri gerekiyor, aksi takdirde Afrika kıtasının güneyini geçmek için çok daha uzun bir mesafe kat etmeyi seçmek zorunda kalıyorlar ki bu hem zarar verici hem de çok pahalıdır.
6- Babülmendep ve onun devamı olan Süveyş Kanalı, Suudi Arabistan, Yemen, Mısır, Sudan, Eritre, Cibuti ve Somali olmak üzere 7 ülkenin mülkiyetindedir. Bu ülkelerin tamamı İslam ülkeleri arasındadır ve sadece Eritre’nin %63'ü Hristiyan, %36'sı Müslümanlardan oluşmaktadır ve Hristiyanlar Siyonistlerin barbarca suç ve cinayetlerinden hiçbir zaman kurtulamamıştır. Gazze Şeridi'nde Hıristiyanlara ait kilise ve hastanelerin bombalanması bunun en güncel örneği olarak gösterilebilir.
Geçtiğimiz hafta İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, hekimane ve hesaplı bir şekilde ve her zaman olduğu gibi Siyonist rejime petrol, gaz ve gıda ihracatının kesilmesinin gerektiğini vurguladı ve Cuma akşamı direnişin lideri Seyyid Hassan Nasrallah da bu eylemlerin gerekliliğini ve önemini vurguladı.
7- İslam ülkelerindeki bazı hükümetler, Siyonist rejimin mazlum Gazze halkına karşı işlediği vahşi suçları şiddetle kınıyor! Öte yandan, ülkelerinin halkının açıkça belirttiği taleplerinin aksine, gaspçı ve çocuk katili İsrail'e petrol ve gaz ihraç etmekten sakınmıyor ve hatta bu ülkelerin bir kısmı da hala İsrail'le siyasi ve ekonomik ilişkilerini sürdürüyor ve bırakın siyasi ve ekonomik ilişkiyi bu ülkelerin Siyonistlerin suç ve cinayetleri karşısında kayıtsız kalması bile açık bir ihanettir.
Hem ezan okuyup hem de İslam düşmanlarıyla oturup kalamazsınız. Tıpkı kıymetli devrimci şair Ahmed Babai’nin şu şiirinde dediği gibi:
Minarelerin yetkisini
Hiçbir zaman tarafsız ezanlara vermeyelim
Tarafsız ezanlar
Şerefsiz soyluların mirasıdır…
İsrail'in Soykırımı, Hizbullah'ın Manevrası, Hamas'ın Sınavı
Hizbullah savaş ilan etmeden derinliğini kendisinin belirlediği bir savaş yürütüyor. Bunun teşekküllü bir savaşa dönüşmesini kaçınılmaz görse de bunu önlemenin ABD’nin elinde olduğunu söylüyor. Blinken, Amman’da Arap dışişleri bakanlarına “insani mola” için çalıştığını anlatırken kalıcı ateşkes taleplerine olumlu yanıt vermedi. Yani ABD henüz İsrail’i durdurma noktasında değil. Savaşı bölgeselleştirecek bombanın pimi çekilmiş, atılması da an meselesi.
Hamas’ın 7 Ekim baskınını soykırım için fırsata çeviren İsrail’in durdurulmaması halinde savaşın bölgeselleşme riski her geçen gün artıyor. Kritik eşiğe gelinip gelinmediğini görmek için tüm taraflar Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 3 Kasım’daki konuşmasına kilitlenmişti. Nasrallah, Hamas’ın beklediği türden bir savaş için düğmeye basmazken İsrail’i kuzeyde yormaya devam edecekleri mesajı eşliğinde kırmızı çizgilerini hatırlattı. Savaştan sorumlu tuttuğu ABD’nin tehditlerine meydan okudu.
Savaş deklarasyonu çıkmadı, zaten beklenmiyordu ama konuşma savaşsız savaş halinin süreceği anlamına geliyor.
Nasrallah’ın ‘Direniş Ekseni’nin durumu ve Hamas’ın 7 Ekim baskınına dair çift yönlü okumaya açık mesajları vardı ki bunlar caydırıcılık inşa etmeye dönük sert uyarıların gölgesinde kaldı.
Yarın daha net konuşulacak bazı şeylerin beklemeye tahammülü yok. Baskın ve savaşın gidişatı Hamas’ı çevreleyen denklemi hayli karmaşık hale getiriyor. Hamas ile ‘Direniş Ekseni’ arasındaki ilişkiler Suriye’deki karmaşa sırasında türbülansa girmişti. Müslüman Kardeşler, Esad yönetimine karşı vekalet savaşında Batı-Körfez blokunun vekil gücüne dönüşürken Hamas da siyasi bürosunu Şam’dan Doha’ya taşıyarak Suriye’ye sırtını dönmüştü. Suriyeliler bunu arkadan hançerleme olarak görüyor. İsrail de Golan cephesinden IŞİD’in Suriye yapılanması Nusra Cephesi ve diğer İslamcı örgütleri destekledi. Hizbullah ise 2013’te Suriye savaşına girerek Sünnî-Selefî-Cihadî örgütleri pek çok cephede ezdi. Böylece Lübnan’a cihatçı sıçramayı da önledi. Türkiye ve Katar’ın gazıyla Şam’dan çıkan Siyasi Büro Şefi Halid Meşal’i kızağa alan Hamas’ın nedamet göstermesi, Hizbullah’ın Filistin davasını ayrı tutma hassasiyeti ve İran’ın stratejik davranma kararına bağlı olarak ilişkiler tamir edildi. Müslüman Kardeşler’e “hain tabiatlı” demeyi sürdüren Esad yeni sayfa açılmasına karşıydı.
Ve birlik görüntüsü oluşmuşken Hamas 7 Ekim’de ‘Direniş Ekseni’nden bağımsız, diğer dostlarından da habersiz tek taraflı bir hareket geliştirdi. Hatta saldırı planı Gazze’deki Hamas liderliği ve İzzeddin Kassam Komutanlığı’nda dar bir çevrede tutuldu ve Doha-İstanbul merkezli siyasi liderlere de karartma uygulandı.
Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin baskını İstanbul’da televizyondan görüp şükür namazı kılması, Ankara’nın panikle Hamas liderlerini Türkiye’den göndermesi, İran dini lideri Ali Hamaney’in ilk konuşmasında üç kez saldırıyla ilgilerinin olmadığını vurgulaması, yeterince inandırıcı gelmese de Hamas kaynaklarının baskının sadece sınıra yakın askeri kışlayı hedef almak için tasarlandığını, sınırlar yıkılınca operasyonun genişlediğini ve kontrolden çıktığını, takas için 20 kadar rehine hedeflenirken savaşçıların 200’ün üzerinde rehineyle döndüğünü söylemesi ve nihayetinde Nasrallah’ın epey sessiz kaldıktan sonra savaşın 27’nci gününde çıkıp bütün kararların Hamas tarafından alındığını vurgulaması herkesi zorlayan çetrefilli bir tablonun oluştuğunu gösteriyor.
Ama İsrail soykırım yaparken 7 Ekim değerlendirmesinin sonraya bırakıldığı görülüyor.
Yine de Hamas, Hizbullah’tan İsrail’i dümdüz edecek bir başka tufan bekliyordu.
***
Tabii saldırı kendinden bağımsız planlanıp uygulansa da Hizbullah eli kolu bağlı durmadı; 8 Ekim’den itibaren işgal altındaki Şeba bölgesinde İsrail’in gözetleme kuleleri, radarları, kamera sistemleri ve devriye araçlarını vuran kontrollü bir çatışma stratejisini devreye soktu.
ABD bir taraftan İsrail’i “kuzeyden cephe açılmasına yol açacak şekilde Hizbullah’ı kışkırtacak hesapsız bir şey yapma” diye baskılarken diğer taraftan uçak gemilerini Akdeniz’e gönderip siyasi-diplomatik kanalları devreye sokarak ikinci ve üçüncü cepheleri önlemeye çalıştı.
Beyrut, Tahran ve Şam’a farklı kanallardan uyarılar gitti. Amerikalılar Lübnan hükümetini, ordusunu ve istihbaratını markaja alıp Hizbullah’ı dizginlemeleri için baskı yaptı. Yine de Hizbullah, İsrail’in yanıtlarına bağlı olarak angajmanın derinliği ve genişliğini kademe kademe artırdı. Neredeyse tüm güney sınırından İsrail’i vurmaya başladı. İlk başlangıçta hayli tehditkar giden ABD, müdahaleler korkulan düzeye yani teşekküllü savaş haline geçmediği için Hizbullah’ın iyi kalibre edilmiş kontrollü çatışma stratejisini ‘kabul edilebilir’ bulma eğilimine girdi.
Bu noktada Hamas’tan sitemkâr açıklamalar gelmeye başladı. Hamas’ın siyasi büro üyesi Musa Ebu Merzuk, El Cezire’nin Hizbullah’tan ne bekledikleri sorusuna “Kendimize güveniyoruz ve tüm dostlarımızı bu çatışmada bize katılmaya davet ediyoruz ancak başkalarını yargılayamayız. Herkesin takdir ettiği ölçüde katılmasını istiyoruz” yanıtını verdi. Sorular tekrarlanınca Merzuk bu kez “İnsanlar bu savaşta müttefiklerimizden çok şey bekliyordu” dedi. Bu yanıt bir hayal kırıklığı olarak yansıtıldı.
Beklentinin yükseltilmesinde Hizbullah’ın ‘Nasrallah kararını verdi’ izlenimi yaratan videosu da etkili oldu. Bu video 2019’daki çöküşten beri ekonomisi tepetaklak giden Lübnan’daki iç durumu ve bölgesel dengeleri de gözeten Nasrallah’ın ‘belirsizlikler’ üzerine kurulu caydırıcılık stratejisiyle uyumsuzdu.
***
Nasrallah ağırlıklı olarak ABD’yi hedef alsa da ‘Direniş Ekseni’nin durumuna dair bazı kritik noktalara değindi. 7 Ekim baskının Hamas ve Filistin'deki diğer direniş grupları tarafından gerçekleştirildiğini belirtip “Yüzde 100 Filistinlilerin kararıydı. Komşu ülkelerle hiçbir ilgisi yoktur. Yaşananlar, İran'ın direniş grupları üzerinde herhangi bir vesayetinin olmadığını teyit etmiştir" dedi. Bu söz ilk bakışta Lübnan ve İran’ı koruma çabası olarak görülebilir. Aynı zamanda Hamas’a örtülü bir mesaj olarak da değerlendirilebilir. Hamas’ın kendi kararı olduğu vurgusu ‘tek taraflı karar aldığına göre hesabını ve hazırlığını ona göre yapmıştır’ diye tevil edilebilir.
Batı-Körfez ekseni Hizbullah’ı “Lübnan’ı yakma” diye dizginlemeye, diğer taraf da “ne pahasına olursa olsun cephe aç” diye bastırdığı için Nasrallah bu konuya biraz detaylı girdi. Nasrallah aslında 8 Ekim itibariyle savaşa girdiklerini belirterek “İslami direniş yalnızca sınırda bulunanların hissedebileceği gerçek bir savaş yürütüyor. Bu operasyonlar, düşman arasında bölgenin savaşa sürüklenebileceği ihtimaline dair panik ve korku yarattı. Bu gerçekçi bir olasılıktır ve düşman bunu dikkate almalıdır” dedi.
Nasrallah güney sınırlarında İsrail’in 1948’ten bu yana görmediği bir yanıtla karşılaştığını vurgulayıp ‘tatmin etmeyen’ çatışmanın sonuçlarını anlattı:
- “Direniş İsrail ordusunun üçte birini Lübnan sınırına çekmeyi başardı.”
- “İsrail deniz gücünün yarısı Lübnan ve Hayfa'nın karşısında konuşlandı.”
- “İsrail füze savunmasının yarısı Lübnan'a yöneldi."
Bunun anlamı; Hizbullah kontrollü çatışma stratejisiyle İsrail’in gücünü bölüp Gazze’ye yüklenmesini önlüyor.
Hizbullah’ın geçen hafta yayımladığı bir bilançoya göre de 8 Ekim’den bu yana 105 askeri nokta ve 9 tank-zırhlı hedef alındı; 120 asker öldü ya da yaralandı; sınırı izleyen 33 radar ve 40 kamera imha edildi; işgal altındaki 28 yerleşim yerindeki 65 bin yerleşimci boşaltıldı.
Hizbullah’ın kendi kayıpları 60’ı geçti.
Nasrallah Irak, Suriye ve Yemen’de direniş eksenindeki güçlerin sürece dahil olduğunu da hatırlattı.
Irak ve Suriye’de ABD’nin bulunduğu 11 üsse onlarca kez roket ve kamikaze İHA saldırıları oldu. Yemen’de Ensarullah’ın attığı füzeler ise Kızıldeniz’deki Amerikan gemileri ya da Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunmasını aşabilirse İsrail’e doğru yol alıyor. Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunması mevcut haliyle İsrail’e çalışıyor.
Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin kritik dönemde Beyrut’ta olduğu da dikkate alınırsa bütün bu cephelerin koordineli hareket ettiği söylenebilir. Fakat Hizbullah uzmanları Lübnan-İsrail cephesinde bütün inisiyatifin Nasrallah’ta olduğunu vurguluyor.
Bölgedeki hareketlilik "İsrail durmazsa savaşın alacağı boyutu göstermeye" ve ABD’yi farklı bir tutuma zorlamaya yönelik.
ABD ısrarla İran’la savaş istemediğini belirtirken Tahran’ın yanıtı da “Biz de istemiyoruz ama durumun kontrolden çıkmaması ABD’nin elinde” diye özetlenebilir.
***
Hedefleri “saldırının durdurulması” ve “direnişin Gazze'de zafer kazanması” diye koyan Nasrallah resmen savaş ilan eden taraf olmaktan kaçınıyor ama ciddi bir uyarıyı da peşi sıra ekliyor: “Güney Lübnan cephesi tüm seçeneklere açık.”
Savaşın genişlemesi konusunda iki kırmızı çizgi çekti:
- Gazze'deki gidişat
- İsrail’in Lübnan'a karşı eylemleri.
Nasrallah spesifik olarak Lübnan’da sivillerin ölmesi halinde “sivile karşı sivil” denklemine döneceklerini belirtti. (Ve dün İsrail üç çocuğu öldürünce Hizbullah ağır bir yanıtın geleceğini duyurdu.)
Haftalarca Batı-Körfez blokunun bütün girişimlerine rağmen Nasrallah’tan “cephe açmayacağım” sözü alınamamıştı. Belirsizlik stratejisi sürdürülürken tepkilerden kırmızı çizgilerin tarifi çıkıyordu:
- Kara harekâtının başlaması.
- Direnişin çökmesi. (Denilen şuydu: Gazze düşerse sıra Lübnan’a gelir, buna izin verilemez.)
- Lübnan topraklarının saldırıya uğraması.
Kara harekâtı kısmen başlarken kırmızı çizgi Nasrallah’ın ‘gidişata bağlı’ ifadesiyle başka bir belirsizliğe bürünüyor.
Lübnan’ın saldırıya uğraması konusunda angajman şöyle işleye geldi:
Hizbullah vurduğunda İsrail misilleme yapıyor. Ya da İsrail vurduğunda Hizbullah misilleme yapıyor. Eğer Lübnan’da başka bir direniş grubu atış yapar da İsrail, Lübnan’ı bombalarsa Hizbullah buna da misilleme yapıyor. Bu salvoların çapı kademe kademe büyüse de iki taraf hala kontrollü gidiyor.
***
Nasrallah’ın İsrail’den ziyade ABD’ye verdiği mesajlar daha kritikti. Gazze’deki savaştan sorumlu tuttuğu ABD’yi mesajlarının odağına koydu. “Amerikalılara sesleniyorum” deyip ekledi: “Tehditlerin hiçbir işe yaramadı. Akdeniz'deki filolarınız bizi korkutmuyor. Onlar için de hazırlık yaptık. Bizi tehdit ettiğiniz gemilerinizi batıracağımızı bütün samimiyetimle söyleyeceğim. Siz Amerikalılar, İsrail'i durdurabilirsiniz, çünkü bu sizin saldırganlığınız. Bölgede bir savaş başlarsa bunun bedelini ödeyeceksiniz. Tekneleriniz ve askerleriniz hedef alınacak."
Simgesel bir atış daha yaptı: “Amerikalıları 1980’lerin başında yenilgiye uğratanlar çocukları ve torunlarıyla hala burada.”
23 Ekim 1983’te Lübnan iç savaşı sürürken Beyrut tam kuşatma altındaydı. ABD Deniz Piyadelerinin konuşlandığı kışlaya bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 241 asker öldü, 60 asker yaralandı. İki dakika sonra Fransız askerlerinin kaldığı 8 katlı bina hedef alındı; 58 Fransız asker öldü, 15 asker yaralandı. Sorumluluğunu İslami Cihad Hareketi üstlendi. Yani bugünkü Hizbullah. ABD ‘Biz de zaten gidiyorduk’ minvalinde bir tutumla yanıt vermeden tası tarağı topladı.
Nasrallah bölgedeki Amerikan askeri varlıklarını ve çıkarlarını açıkça tehdit etmiş oldu.
Hizbullah lideri denklemi tersinden kurarak bölgesel savaşı önleme yükümlülüğünü ABD’ye yüklüyor. Nasrallah ikinci konuşmasını 11 Kasım’da yapacak. Lübnanlı gazeteci Ali Haşim “Bu, Nasrallah'ın ABD ve diğer etkili aktörlerin çatışmayı kontrol altına alması için belirlediği süreyi temsil ediyor. O zamana kadar farklı bir ton olabilir” diyor.
İsrail ordusunu çok iyi analiz eden, gerilimi nerede nasıl tırmandıracağına ve nerede duracağını kendisi belirleyen Nasrallah mevcut tabloda psikolojik savaş üstünlüğünü koruyor. Muğlaklık siyasetiyle muhatabını geriyor ve sınırlıyor.
Hizbullah, Nasrallah’ın konuşmasından bir gün sonra Cel el Alem’de İsrail karargahını cehenneme çeviren bir saldırının videosunu yayımladı. Bunun dışında 4 yerde daha İsrail askeri hedefleri vuruldu. İsrail misilleme olarak Lübnan sınır köylerini bombaladı. Fakat Cel el Alem’deki patlamalarla ilgili İsrail tarafındaki sessizlik ya da görmezden gelme hali hayli dikkat çekiciydi.
İsrail 2006’daki Lübnan yenilgisinden beri Hizbullah’ı ciddiye alıyor. Nasrallah’ı pür dikkat en fazla onlar dinliyor. İsrailli askeri uzmanlar 2006 savaşında Hizbullah’ın 15 füzesi, 40 bin savaşçısı olduğunu, bunları 10 kat artırdığını tahmin ediyor. Füze sayısını 150 bin hatta 200 bin olarak veren uzmanlar da var.
Merkava tanklarını etkisiz hale getiren Kornet füzelerini kullanıyor. Rus yapımı Katyuşaların yanı sıra füze stoku Fetih 110, Bedir 313, Zilzal-I, Zilzal-II füzeleriyle dolu. Suriye'den temin edilen gemi savar Yakhont füzelerine de sahip. Hizbullah İsrail’in elindekilerle asla kıyaslanamayacak derecede eski teknoloji ürünü tank ve zırhlı araçlarını da ara sıra sergiliyor. Bunlara istihbarat ve kamikaze İHA’larını da eklemek gerekiyor.
***
Pentagon Nasrallah’ın konuşmasını “Hizbullah tırmandırmayacak” diye yorumlamayı tercih etti. Bölgeye üçüncü kez giden Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Lübnan Başbakanı Necip Mikati’ye gösterdiği liderlik için teşekkür etti. Nasrallah’a teşekkür edecek hali yok ya!
Lübnan’da ise pek çok taraf ‘direkten döndük’ diye seviniyor. Hizbullah’a kendini tutması çağrılarında başı çeken Dürzi lider Velid Canbolat konuşmayı ‘gayet gerçekçi’ bulmuş.
Özetlersek Hizbullah savaş ilan etmeden derinliğini kendisinin belirlediği bir savaş yürütüyor. Bunun teşekküllü bir savaşa dönüşmesini kaçınılmaz görse de bunu önlemenin ABD’nin elinde olduğunu söylüyor. Blinken, Amman’da Arap dışişleri bakanlarına “insani mola” için çalıştığını anlatırken kalıcı ateşkes taleplerine olumlu yanıt vermedi. Yani ABD henüz İsrail’i durdurma noktasında değil. Savaşı bölgeselleştirecek bombanın pimi çekilmiş, atılması da an meselesi. İsrail kara harekâtını genişletmekte ısrar ederse bölgesel hesaplar bu dehşet dengesini daha ne kadar tutabilir?