کارگر

کارگر

Cumartesi, 11 Kasım 2023 06:53

Büyük ve Küçük Günahlar

Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız ve sizi şerefli ve güzel bir yere sokarız.(Nisa/31)

Ayetin Açıklaması"Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi bağışlarız."Ayetin orijinalinde geçen "tectenibû=kaçınırsanız" kelimesi, "ictinab", o da "cenb" kökünden gelir. "Cenb" insan vücudunun yan kısmı demektir. İstiare yolu ile bundan fiil yapılmıştır. Çünkü insan bir şeyi isteyince yüzü ve vücudunun ön kısmı ile ona döner. Buna karşılık bir şeyi istemeyip terk edince, ona yanını çevirir ve böylece ondan uzaklaşır. Dolayısıyla "ic-tinab" terk etmek demektir. Râgıp el-İsfahanî, "Bu kelime terk etmekten daha güçlü bir anlam taşır." diyor. Bunun sebebi kelimenin istiare yolu ile türetilmiş olmasıdır. "Canib=taraf", "Cenibe=güdülen, yanda giden" ve "ecnebi=yabancı" kelimeleri de bu kökten gelir.

Yine ayetin orijinalinde geçen "nukeffir=örteriz" kelimesi "tekfir", o da "küfr" kökünden türemiş ve anlamı "örtmek"tir. Kur'an'da genellikle günahların affedilmesi anlamında kullanılır.

Yine ayette geçen "kebair=büyükler" kelimesi, "kebîre" kelimesinin çoğuludur; aynen "measi=günahlar" vb. sıfatlar gibi isim yerine kullanılan bir sıfattır. Büyüklük anlam olarak izafî (=göreceli, nispî) bir kavramdır ve bir küçük şey ile karşılaştırılarak ortaya çıkar. Bu gerçekten hareket edilerek, "Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden" ifadesinden, yasaklanan günahlar içinde küçük günahların da olduğu sonucuna varılmıştır. Buna göre bu ayetten iki sonuç çıkıyor:

Birincisi: Günahlar küçük veya büyük olarak ikiye ayrılır.

İkincisi: Ayetin orijinalinde geçen "seyyiat=kötülükler" kelimesi, karşılıklılık ilişkisine bağlı olarak küçük günahlar anlamına gelir.

Evet. İsyan ve azgınlık, mahlukun yüce Allah karşısındaki zayıflığı göz önüne alındığında, nasıl olursa olsun büyük bir olay ve önemli bir iştir. Yalnız bu değerlendirmede, karşılaştırma bir günahla başka bir günah arasında değil, insan ile onun Rabbi arasında yapılıyor. Böyle olunca, bir bakış açısına göre her günahın büyük olması ile başka bir bakış açısına göre bazı günahların küçük olmaları arasında çelişki yoktur.

Bir günahın büyük oluşu onunla ilgili yasaklamanın önemlilik derecesi ile ortaya çıkar. Bu da diğer günaha ilişkin yasaklama ile karşılaştırılarak anlaşılır. Ayetteki "size yasak edilen" ifadesinde bu noktaya yönelik işaret veya delâlet olduğu söylenebilir. Yasaklamanın önemlilik derecesi ise, onunla ilgili hitabın ısrarlı ve şiddet yüklü oluşu veya cehennem azabı ve başka ceza tehdidine bağlanması ile anlaşılır.

"Sizi şerefli ve güzel bir yere sokarız." Ayetin orijinalinde geçen "mudhalen=yer" kelimesi ism-i mekândır. Burada ondan cennet veya yüce Allah'a yakınlık makamı kastediliyor ki, bu ikisi de sonuçta aynı kapıya çıkar.

BÜYÜK VE KÜÇÜK GÜNAHLAR
ve günahların bağışlanması üzerine"Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız…" ayetinin günahların büyük ve küçük olarak ikiye ayrıldığına delâlet ettiği şüphesizdir, ki ayette küçük günahlar, "kötülükler" olarak adlandırılmıştır. Şu ayet de içerik bakımından bu ayetle aynıdır: "Kitap (insanların amel defterleri) ortaya konmuştur. Suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. Bir yandan da: 'Vay hâlimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmaksızın (yaptıklarımızın) hepsini sayıp dökmüş.' derler."(Kehf, 49) Çünkü günahkârların amel defterinin içeriğinden duydukları korku, küçük ve büyük kelimelerinden maksadın küçük ve büyük günahlar olduğunu gösterir.

"Seyyie=kötülük" kelimesi içerik ve sahip olduğu yapı açısından acı ve üzüntü yüklü olay veya davranış demektir. Bu yüzden kimi zaman meydana gelmeleri insanı üzen olaylar ve musibetler anlamında kullanılır. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Başına gelen kötülük (musibet) ise nefsindendir." (Nisâ, 79) "(Müşrikler) senden iyilikten önce kötülüğü (azabı) çabucak istiyorlar." (Ra'd, 6)

Kimi zaman da günahların sonuçları, dünya ve ahirete ilişkin dış etkileri anlamında kullanılır. Şu ayetlerde olduğu gibi: "Sonunda yaptıklarının cezası onlara ulaştı." (Nahl, 34) "Yaptıklarının kötü sonuçları başlarına gelecektir." (Zümer, 51) Ancak bu anlam, gerçekte daha önceki anlama dönüşür. Kötülük kelimesi kimi yerde de günahın kendisi anlamına gelir. Şu ayette olduğu gibi: "Kötülüğün cezası onun gibi bir kötülüktür." (Şûrâ, 40)

Günah anlamına gelen kötülük hem büyük, hem de küçük günahlar için kullanılır. Şu ayette olduğu gibi: "Yoksa kötülükler işleyenler ölümlerinde ve sağlıklarında kendilerini iman edip iyi işler yapan kimseler ile bir tutacağımızı mı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar." (Câsiye, 21) Bu anlama gelen daha birçok ayet vardır.

Kötülük kelimesi bazen de küçük günahlar anlamında kullanılır. Bunun örneği incelemekte olduğumuz "Eğer size yasak edilen günah-ların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız." ayetidir. Çünkü büyük günahlardan kaçınıldığı farz edildiği takdirde geriye küçük günahlardan başka kötülük kalmaz.

Kısacası, bu ayetin günahların kendileri arasındaki karşılaştırmaya dayalı olarak iki gruba ayrıldıklarına delâlet ettiği şüphe edilmemesi gereken bir gerçektir.

Şüphe edilmemesi gereken bir başka gerçek de bu ayetin, Allah'ın lütfunu vurguladığıdır. Çünkü bu ayet ince bir ilâhî ilgi ile müminlere, bazı günahlardan uzak durdukları takdirde diğer bazı günahlarının affedileceğini, kötülüklerinin örtüleceğini duyuruyor. Bu nedenle ayetin verdiği mesaj, küçük günahlara ilişkin bir kışkırtma, bir özendirme değildir. Böyle düşünmek anlamsızdır. Çünkü ayet büyük günahları terk etmeye, şüpheye yer vermeyecek kesin bir dille çağırıyor. Oysa "nasıl olsa küçüktür" diye önem vermeyerek ve umursamayarak küçük günah işlemek, bu niteliği ile bir azgınlık ve Allah'ın emrine önem vermeme örneğine dönüşür ki, bu büyük günahların en büyüğüdür. Tersine bu ayet, kötülüklerin bilgisizliğe dayalı zaaf üzere yaratılan insan tarafından, cahilliğinin ve nefsinin kışkırtmasının etkisi ile her an işlenebilecekleri gerçeği göz önünde bulundurularak affedilecekleri vaadini veriyor.

Buna göre ayetin mesajı, günahların affedileceğini vadeden tövbeye davet edici ayetlerle aynıdır. Meselâ şu ayet gibi: "De ki: Ey kendi nefislerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki o, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir. Rabbinize dönün…" (Zümer, 53-54) Şimdi "Bu ayet tövbe kapısını açarak ve tövbe müjdesi ile kalpleri rahatlatarak insanları günah işlemeye teşvik ediyor" demek nasıl doğru değilse, incelediğimiz ayet için de böyle bir iddiada bulunmak aynı gerekçe ile yersiz olur. Tersine bu tür seslenişler ümitsiz kalplere ümit aşılayarak onlara hayat verir.

Bu söylediklerimizden anlaşılıyor ki bu ayet, büyük günahların tanınmasını, hangileri olduğunun bilinmesini engellemiyor. Yani ayet, "Madem ki, büyük günahların neler olduğunu bilmiyorsunuz, o hâlde bu günahlara girmemek ve onları işlemenin sonuçları ile karşı karşıya kalmamak için bütün günahlardan sakınmak zorundasınız." demek istemiyor. Böyle bir anlam ayetin içeriğinden uzaktır. Tersine ayetten an-laşılan şudur: "Bu ayetin muhatapları büyük günahların neler olduğunu biliyorlar ve onlar hakkındaki yasaklamalardan bu mahvedici kötülükleri diğerlerinden ayırt ediyorlar."

En azından şöyle denebilir: "Bu ayet büyük günahları bilmeye ve tanımaya çağırıyor ki, yükümlüler onlardan sakınmaya gereken önemi versinler ve bunun yanı sıra diğer günahları da küçümsemeye kalkış-masınlar. Çünkü daha önce söylediğimiz gibi böyle bir küçümseme ve umursamazlık büyük günahlardan biridir."

Daha açıkçası, insan büyük günahların neler olduğunu bildiği takdirde, onları ayırt edip belirlediğinde, onların çiğnenmeleri hâlinde asla göz yumulmayacak yasaklar olduklarını bilmiş olur ve bunların affedilmesinin ancak kesin bir pişmanlıkla ve kararlı bir tövbe ile mümkün olduğunu göz ardı etmez. Bu bilginin kendisi ise, insanın uyanmasını ve günahlardan kaçınmasını gerektirir.

Şefaate gelince, o her ne kadar bir gerçek olsa da onunla ilgili olarak daha önce yaptığımız incelemelerde söylediğimiz gibi, o Allah'ın emrini hafife alanlara, tövbe ve pişmanlıkla alay edenlere fayda sağlamaz. Şefaate güvenerek günah işlemek ise yüce Allah'ın emrini hafife almak, onu umursamamaktır. Bu da şefaat imkânını kesinlikle ortadan kaldıran, helâk edici bir büyük günahtır.

Bu açıklamalarla daha önce değindiğimiz bir gerçek açıklık kazanmış olur. O gerçek şudur: Günahın büyüklüğü onunla ilgili ısrar ve tehdit şeklinde gerçekleşen yasaklamanın şiddetinden anlaşılır.

Şimdiye kadar söylediklerimizden, büyük günahlar hakkında ileri sürülen diğer görüşlerin mahiyeti ve ne gibi bir duruma sahip oldukları ortaya çıkar. Bu görüşlerin sayısı çoktur. Onların bazıları şunlardan ibarettir:

1- Büyük günahlar, Allah'ın ahirette onlarla ilgili azaplarını ilan ettiği ve dünyada da haklarında had cezası belirlediği günahlardır.

Bu görüşe yapılacak itirazımız şudur: Bilindiği gibi küçük bir günahı tekrar tekrar işlemenin kendisi de büyük günahlardandır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Tövbe etmekle büyük günah, tekrar tekrar işlemekle küçük günah olmaz." Bu hadis Sünnî[1] ve Şiî kanallardan[2] nakledilen sahih bir hadistir. Oysa şeriat tekrar tekrar küçük günah işleme suçu için herhangi bir had cezası belirlemiş değildir. Kâfirleri dost edinmek ve faizcilik de Kur'an'da yasaklanan en büyük günahlardandırlar; ama onlara ilişkin bir had cezası belirlenmemiştir.

2- Büyük günah, yüce Allah'ın Kur'an'da cehennem ateşi ile cezalandıracağını ilan ettiği günahlardır. Bu görüşü savunanların bazıları Kur'an'a sünneti de ekliyorlar.

Bu görüşe yönelik itirazımız şudur: Bunun tersinin genel hüküm olduğuna ilişkin bir delil yoktur. Yani Kur'an'da veya Kur'an ile sünnette cehennem ile cezalandırılacağı ilan edilmeyen her günahın küçük günah olduğunu söyleyemeyiz.

3- Büyük günah, dini hafife alma, onu umursamama mesajı veren her günahtır. Bu görüş İmam-ul Haremeyn tarafından ileri sürülmüş ve Fahr-i Razî tarafından da onaylanmıştır.

Bu görüşe yönelik itirazımız şudur: Bu tutum haddi aşma ve ölçüleri çiğneme göstergesidir ki, o da büyük günahlardandır. Ama böyle bir yaklaşımla yapılmamış bile olsalar, aslında büyük olan günahlar vardır. Yetim malı yemek, evlenilmesi yasak kadınlarla zina yapmak ve gerekçesiz olarak bir mümini öldürmek gibi.

4- Büyük günah, sonradan eklenen arızî bir nitelik gerekçesi ile değil de kendi öz nitelik yüzünden yasaklanan kötülüktür. Bu görüş bir önceki görüşün mukabili gibidir.

Buna karşı itirazımız şudur: Haddi aşmak ve Allah'ın emrini hafife almak gibi tutumlar her ne kadar arızî niteliklerdir; ama yine de büyük günahlardandır ve bu sıfatlar bir günaha eklendiklerinde, onunla birleştiklerinde o günah helâk edici büyük günahlardan biri olmaktadır.

5- Büyük günahlar, Nisâ suresinin başlangıcından otuzuncu ayetinin sonuna kadar değinilmiş olan günahlardır. Bu görüşü savunan sanki şunu kastediyor: "Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız…"ayetinde ifade edilen büyük günahlarla, bu surenin daha önceki ayetlerinde açıklanan akrabalık ilişkilerini kesmek, yetim malı yemek, zina etmek gibi günahlara işaret ediliyor.

Buna yönelik itirazımız ise, bu görüşün ayetin mutlak ifadesi ile bağdaşmayacağı şeklindedir.

6- Allah tarafından yasaklanan her kötülük büyük günahtır. İbn-i Abbas tarafından savunulduğu ileri sürülen bu görüş, öyle sanıyorum ki Allah'a karşı çıkmanın önemli bir günah olduğu gerçeğine dayanıyor.

Bu görüşe karşı şu itirazı ileri sürüyoruz: Daha önce söylediğimiz gibi günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrılması günahların birbirleri ile karşılaştırılması ile oluyor. Bu görüş ise, bir kul olan insanın tutumu ile bütün varlıkların Rabbi olan Allah'ı karşılaştırmayı dayanak noktası olarak alıyor. "Kebaire ma…=eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden…" ifadesindeki izafetin (=tamlamanın) açıklama amacı taşıdığını sanan bazı kimselerin bu görüşe yakınlık göstermeleri mümkündür. Fakat ayetteki izafeti bu anlamda kabul etmek doğru değildir. Çünkü o zaman ayetin anlamı, "Eğer bütün günahlardan kaçınırsanız, günahlarınızı bağışlarız." şeklinde olur. Oysa eğer bütün günahlardan kaçınılırsa, ortada affedilecek herhangi bir kötülük kalmaz. Eğer bu ifadeden ayetin inişinden önce müminler tarafından o güne kadar işlenen günahların affedileceği kastedildiği ileri sürülürse, o zaman bu ayet sadece inişi sırasında yaşayan bazı kimseleri ilgilendirmiş olur ki, bu da ayetin görünürdeki genel üslûbu ile bağdaşmaz. Bununla birlikte genelliği üzerinde durulursa, o zaman ayetin anlamı şöyle olur: "Eğer siz bütün günahlardan kaçınmaya karar verir de fiilen onlardan kaçınırsanız, sizin daha önceki günahlarınızı affederiz." Bu, örneği çok az olan veya hiç olmayan nadir bir durumdur. Bu yüzden ayetin genelliğini bu değerlendirmeye yorumlamak doğru değildir. Çünkü yüce Allah'ın özel koruması altında olanlar dışında kalan insanlar günahtan ve hatadan salim olamazlar. Buna iyice dikkat ediniz.

7- Küçük günah, cezası sahibinin sevaplarından az olan günahtır. Büyük günah da cezası sahibinin sevaplarından çok olan günahtır. Bu görüşün Mutezile mezhebi tarafından savunulduğu söylenmiştir.

Bu görüş karşısında söylenecek söz şudur: Bu görüşe ne bu ayet, ne de başka bir ayet delâlet etmiyor. Evet günahların sevaplar karşısında silinebileceği Kur'an ayetleri ile sabit olan bir gerçektir; fakat bu bütün günahlar için değil belli olmayan bazı günahlar için geçerlidir. İster bu işlem Mutezile mezhebinin savunduğu görüş şeklinde olsun, ister öyle olmasın. Bu tefsir kitabının ikinci cildinde sevapların günah-la yok olmasının anlamı geniş bir şekilde incelenmişti.

Bu görüşün savunucuları, büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde küçük günahların Allah tarafından affedilmesinin gerekli olacağını, küçük günah sahiplerini sorumlu tutmanın güzel olmayacağını ileri sürmüşlerdir ki, bu ayetin buna da delâlet etmediği kesindir.

8- Küçüklük ve büyüklük iki itibarî sıfat olup, her günaha arızî olarak eklenebilirler. İnsanın Allah'ın emrini hafife alarak veya alaya alarak ya da umursamayarak işlediği her günah büyüktür. Fakat eğer aynı günah öfkeye kapılarak, korkuya yenilerek veya şehvetin baskısı altında kalarak işlenirse, büyük günahlardan kaçınmak şartı ile affa uğrayacak küçük bir günah olur.

Sözü edilen bu ek sıfatlar, inatçılık ve Allah'a karşı gelme başlıkları altında toplanabilecek sıfatlar oldukları için bu görüşü şöyle özetlemek mümkündür: Dince yasaklanan her türlü kötülük eğer inatla ve Allah'ın emrini bile bile çiğneyerek işlenirse, o günah büyük olur. Aksi takdirde işlenecek her günah, inattan ve Allah'ın emrini bile bile çiğnemekten kaçınılması şartı ile affa uğrayacak bir küçük günahtır.

Bu görüşün savunucularından biri şöyle diyor: "Her kötülükte, Al-lah'ın ilan ettiği her yasaklamada, bir veya birkaç büyük günah ya da bir veya birkaç küçük günah vardır. Her günahtaki en büyük günah yasağı ve emri umursamamak, yükümlülüğü önemsememektir. Günahı tekrar tekrar işlemek de bu kategoriye girer. Çünkü tekrarcasına bir günahı işleyen kimsenin, emri ve yasağı önemsemesi, umursaması söz konusu o-lamaz. Nitekim yüce Allah: 'Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız (yani size yasaklanan her büyük günah ve kötülükten kaçınırsanız), sizin kötülüklerinizi bağışlarız.' (Yani günahlarınızın küçüklerini affeder, onlardan sizi sorguya çekmeyiz.) buyuruyor."

Bu görüşte şu tutarsızlık vardır: Herhangi bir günahın Allah'a karşı gelinerek yapılmasının onu büyük günah hâline getirmesi, büyüklüğün ölçüsünü sadece bu anlayışla sınırlı görmeyi gerektirmez. Aksi takdirde bu arızî sıfatların hiçbirini üzerinde taşımayan bazı günahların sırf kendi nitelikleri yüzünden büyük günah sayılmamaları gibi bir durum ortaya çıkar. Oysa yabancı bir kadına bakmaya nispetle akraba ile zina yapmak, bir kişiyi dövmeye nispetle onu gerekçesiz olarak öldürmek ister sözü edilen arızî sıfatları taşısınlar, ister taşımasınlar iki büyük günahtırlar. Evet, işlenen günaha söz konusu arızî ve helâk edici sıfatlar eklendikçe, bu sıfatlara bağlı olarak yasaklama şiddetlenir ve günah daha da büyük olur. Buna göre nefsin arzusuna kapılarak, şehvete yenilerek ve cahillik yüzünden yapılan bir zina, bu günahın ağırlığını umursamayarak ve onu mubah sayarak yapılan zina gibi değildir.

Şu da var ki, "Eğer her günahın büyüğünden kaçınırsanız, sizin yaptığınız o günahın küçüğünü affederiz." şeklindeki bir anlam seviyesiz bir anlamdır. "Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi bağışlarız." ayetinin içeriği ile söz akışının ahengi bakımından bağdaşmaz. Bu açıktır; kelam üslûpları ile azıcık ünsiyeti olan herkes bunu fark eder.

9- Bu görüşlerden biri de Gazalî'den nakledilen[3] ve bu konudaki görüşleri bir araya getirdiği izlenimini veren şu görüştür: "Günahlar birbirlerine nispetle büyük ve küçük diye ikiye ayrılırlar. Yabancı bir kadına bakmaya nispetle evlenilmesi yasak olan iffetli bir kadınla zina yapmak gibi. Gerçi bazı günahlar, helâk edici bazı sıfatların eklenmesi ile büyük hâle gelirler. Örneğin küçük bir günahı işlemek, her ne kadar aslında büyük olmayan bir günahtır; ama tekrar tekrar işlemek gibi bir sıfatın ona eklenmesiyle büyük olur."

"Bu söylenenlerden ortaya çıkıyor ki, günahlar birbirleri ile karşılaştırıldıklarında, yapılan kötülüğün kendisine ve eylemin cürümüne göre küçük ve büyük diye ikiye ayrılırlar. Sonra bu günahlar, onlardan doğan sonuçların ve meydana gelen vebalin sevapları yok etme hususunda bıraktıkları etki bakımından da ikiye ayrılırlar. Şöyle ki, eğer günahlar sevaplara galip gelerek onlardan fazla olursa, sevapların silinmesine, yok olmasına ve eğer az olursa, sevapların eksilmesine yol açarlar. Dolayısıyla bu durumda kendilerine denk miktardaki sevapların yok olması ile yok olurlar. Çünkü her itaatin insanın nefsi ve vicdanı üzerinde güzel bir etkisi olur. Bu etki o vicdanın makamının yükselmesini, Allah'tan uzaklık pisliğinden arınmasını ve cahillik karanlığından kurtulmasını gerektirir. Tıpkı bunun gibi her günahın da insanın nefsi üzerinde kötü bir etkisi olur. Bu etki de az önce söylediğimizin tersi olan sonuçları doğurur. Yani nefsin seviyesini aşağılara indirir, onu Allah'tan uzak kalmanın çukuruna ve cahilliğin karanlığına düşürür."

"Yaptığı ibadet ve itaat sayesinde nefsi için belli ölçüde nur ve temizlik hazırlamış olan insan bir miktar günah işlediği zaman, bu günahın karanlığı ile ibadetin nuru mutlaka birbiri ile çatışacaktır. Eğer bu çatışmada günahın karanlığı ve kötülüğün vebali ibadetin nurunu yenir, ona karşı üstün gelirse, ibadetin nurunu giderir ve sevapları yok eder. İşte bu durumda o günah büyük günah olur. Yok, eğer ibadet kendisinde bulunan nur, saflık ve temizlik ile günahlara galip gelirse, cahilliğin karanlığını ve günahın kirini giderir. Yalnız bu giderme sırasında günahın karanlığına denk miktardaki ibadet nuru da kaybolur. Fakat ibadetin geride kalan nuru ve saflığı nefsi aydınlatmaya ve arındırmaya devam eder. İşte günahlar ile sevapların birbirlerini yok etmelerinin anlamı budur. Bu, küçük günahların affedilmesinin ve kötülüklerin örtülmesinin anlamının ta kendisidir. İşte bu tür günahlar, küçük günahlardır."

"Bir de kötülüklerin ve iyiliklerin cezaları ve sevapları bakımından denk olmaları şıkkı var. Akıl, ilk bakışta bunu muhtemel görebilir. Bu şık, insanın günahsız ve sevapsız bir boş sayfa gibi farz edilmesinin, nefsinin hem karanlıktan ve hem de nurdan pay almamış olmasının varsayılmasının mümkün olmasını gerektirir. Fakat, "(İnananların) bir bölümü cennette ve bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir." (Şûrâ, 7) ayeti bu şıkkı geçersiz kılmaktadır." Gazalî'nin sözlerinden özetle aktardığımız alıntı burada sona erdi.

Fahr-i Razî bu görüşü, kendisine göre batıl olan Mutezile mezhebinin ilkelerine dayandığı gerekçesi ile reddetmiştir. Fakat el-Menar tefsirinin sahibi, kendi tefsirinde Razî'ye şiddetle karşı çıkarak şöyle diyor:

"Eğer günahların kendilerinin küçük ve büyük diye ikiye ayrılmaları Kur'an'da açık bir şekilde yer alsaydı İbn-i Abbas'ın bu ayrıma karşı çıkması mantığa sığar mıydı? Hayır, sığmazdı. Hatta Abdurrezzak'ın rivayetine göre İbn-i Abbas'a, 'Büyük günahlar yedi tane midir?' diye sorulduğunda, 'Onlar yetmiş taneye daha yakındır.' karşılığını veriyor. Said b. Cubeyr ise bu cevabın, 'Onlar yedi yüz taneye daha yakındır.' şeklinde olduğunu nakletmiştir. Ama günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrılmasına karşı çıkan görüş, Eş'arî mezhebine nispet verilmiştir."

"Galiba onların arasından bu görüşü savunanlar, mezkur sözleri tevil etme yolu ile de olsa Mutezile mezhebinin görüşüne karşı çıkmak istemişlerdir. Bu gayret İbn-i Fevrek'in sözlerinden anlaşılıyor. Bu zat Eş'arîlerin görüşlerini düzelterek şöyle demiştir: "Allah'a karşı işlenen günahların hepsi büyük günahtır. Yalnız bazılarına küçük ve bazılarına büyük denmiş olması, göreceli (izafî) bir adlandırmadır.[4] Mutezile mezhebi ise günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrıldığını söylüyor; fakat bu görüş doğru değildir." İbn-i Fevrek daha sonra bu sözlerinin devamında tefsirini yaptığımız ayeti, anlamına uzak düşecek biçimde tevil etmiştir."

"Acaba sırf Mutezile mezhebine, hem de doğru görüşleri hakkında bile olsa, karşı çıkmak için ayetler ve hadisler tevil edilebilir mi?! Bu, garipsenecek bir durum değildir. Çünkü mezhep taassubu birçok zeki ilim adamını, zekâlarının kendilerine ve ümmetlerine yarar sağlamasından alıkoymuştur. Bu taassup, o ilim adamlarının eserlerinin gerçeği araştırmayı engelleyen tartışmalarla dolmasına yol açarak Müslümanlar için fitne kaynağı olmalarına sebep olmuştur. Nitekim Razî'nin, Gazalî'den yaptığı aktarmaları ve taassup sonucu onun sözlerini nasıl reddettiğini, ona bu konuda verdiği cevabı aşağıda göreceksiniz. Halbuki Razî nerede, Gazalî nerede? Muaviye nerede, Hz. Ali (a.s) nerede?" el-Menar tefsirinden yapılan alıntı burada sona erdi. el-Menar'ın yazarı daha sonra bu sözlerini, Gazalî'den ve Razî'den yaptığımız nakillere değinerek bağlıyor.

Fakat bize göre, Gazalî'nin görüşleri her ne kadar genel olarak yerinde ise de şu bakımlardan tutarsız ve yanılgılıdır:

Birinci tutarsızlık: Gazalî'nin sevapların ve cezaların birbirlerini götürmesi, galip gelen tarafın diğerini yok etmesi yolu ile günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrıldığı yolundaki görüşü, sözlerinin başında yaptığı ve günahların kendi niteliklerine ve cürümlerine dayanılarak ikiye ayrılmalarını öngören görüşü ile her zaman uyuşmuyor. Çünkü özü itibarı ile büyük olduğu kesin olarak bilinen birçok günahın, bu günahları işleyen kimsenin çok sayıdaki sevabı ile karşılaşarak yok olmaları ve sevapların onlara galip gelmeleri mümkündür. [Bu ise açık bir çelişkidir. Çünkü Gazalî'nin görüşüne göre büyük günah olduğu kesin olarak bilinen bir eylemin bu durumda küçük bir günah kısmına girmesi gerekir.] Yine buna karşılık küçük bir günahın insan nefsinde kalan daha az ve daha küçük bir sevap birikimi ile karşılaşabileceği de farz edilebilir. [Dolayısıyla küçük bir günah, kendisinden daha az olan sevabı yok eder ve büyük günah kısmına girer.] Böylece bu iki ayrı kritere göre yapılmış ayırıma dayanan küçük ve büyük günahlar farklı kategoride yer alabilirler. Yani bir günah birinci ayırıma göre küçükken ikinci ayırıma göre büyük olabilir. Bazı günahlarda da bunun tersi olabilir. Sonuç olarak bu iki ayırım arasında uyum ve örtüşme yoktur.

İkinci tutarsızlık: Gerçi günahlar ile sevapların sonuçları arasında çatışma olduğu belirli oranda sabittir; fakat bu durum Kur'an ve sünnet kaynaklı dinî deliller yolu ile genel olarak asla ispatlanmış değildir. Kur'an ve sünnet kaynaklı hangi delil, genel anlamda günahların cezaları ile ibadetlerin sevaplarının birbirlerini götürüp karşılıklı yok olmaya yol açacaklarını kesin olarak kanıtlıyor?

Gazalî'nin nefsin nurlu ve yüce hâlleri ile karanlık ve alçak hâlleri hakkında yaptığı ayrıntılı incelemede de durum aynen böyledir. Bu hâllerde de eğer çoğunlukla çatışma ve birbirini götürüp karşılıklı yok olma varsa da bu her zaman ve genel olarak böyle değildir. Çünkü kimi zaman fazilet ile rezillik her ikisi de kendi yerlerinde kalır ve bu kalıcılıkta uzlaşmaları olur. O zaman insan nefsi sanki bir bölümü fazilete ait ve öbür bölümü rezilliğe ait olmak üzere ikiye ayrılır. Böyle durumlarda bakarsın ki, bir Müslüman adam faiz yer, başkalarının malını yutmaktan geri kalmaz, malını yediği mazlumun yardım isteğine kulak vermez; fakat farz namazları kılmakta gayretli olur, huşu konusunda titizlik gösterir. Başka bir Müslüman da kan dökmekten, onun-bunun ırzına geçmekten çekinmez, toplumun huzurunu bozmaktan geri durmaz; fakat ibadetler ve sadakalar konusuna tam bir ihlâsla sarılır.

Günümüzün psikologları bu duruma kişiliklerin eşleşmesi (çifte kişilik) adını verirler. Bu durum birden çok kişiliğin ortaya çıkıp birbiri ile çatışmasından sonra görülür. Bu da şöyle olur: İnsandaki farklı nefsanî eğilimler ilk başta daima birbirleri ile çatışırlar, zıtlaşma ve çekişme yolu ile birbirlerine karşı başkaldırırlar. İnsan bu yüzden sürekli iç sıkıntı çeker. Fakat sonunda [her iki eğilimin tekrarlanmasıyla] meleke hâline gelirler ve böylece insanın nefsine yerleşirler. [Durum böyle olunca artık aralarında zıtlaşma ve çatışma söz konusu olmaz, sonuçta] birbirleriyle uzlaşır, eşleşir ve uyuma geçerler. O zaman insanda oluşan bu iki şahsiyetten biri ortaya çıkınca öbürü saklanır ve ortaya çıkan eğilimin ayaklanarak avının üzerine çullanmasına göz yumar. Az önce verdiğimiz örneklerde görüldüğü gibi.

Üçüncü tutarsızlık: Bu görüşe göre küçük günahların affedilmesinde, büyük günahlardan kaçınmanın rolünün hiçe sayılması gerekir. Çünkü bir adam düşünelim büyük günah işlemiyor; fakat bu günah işlememe, nefsinin temayülüne ve günahı işlemeye gücü yetmesine rağmen onu yapmaktan kaçındığı için değildir. Tersine o günahı yapmaya gücü yetmediği için onu yapamıyor. Bu kimsenin işlediği iyiliklerin sevabı, günahlarının cezasından fazla olması hasebiyle günahları ister istemez yok olup gider. Bu da günahların affedilmesi demektir. Buna binaen bu durumda artık büyük günahlardan kaçınmanın önemli bir rolü olmamış olur.

Gazalî, İhya-ul Ulum adlı eserinde şöyle diyor: "Eğer kişinin gücü ve iradesi varken büyük günahlardan kaçınırsa, ancak o zaman bu kaçınması küçük günahlarını affettirir. Tıpkı şunun gibi: Adam bir kadını elde etmiş; istese ırzına geçebilir. Fakat nefsini zinadan alıkoyuyor ve sadece kadına bakmakla veya dokunmakla yetiniyor. Bu adamın gösterdiği gayretle kendisini zinadan alıkoymasının kalbini nurlandırma-daki etkisi, o kadına bakmanın kalbinde meydana getireceği karanlıktan daha baskındır. İşte küçük günahları affettirmenin anlamı budur."

"Ama eğer adam iktidarsızsa veya zina yapmaması, zorunlu bir acizlikten ileri geliyorsa veya zina yapma gücünde olmakla birlikte ahi-ret korkusu ile bundan vazgeçmiş ise, bu durum kesinlikle günahları affettirmeye elverişli olmaz. Yine birini düşünelim ki, canı içki içmek istemiyor. Mubah bile olsa içmeyecek. Böyle biri eğer içki öncesinde işlenmesi âdet olan şarkı ve saz dinlemek gibi küçük günahları işlemişse, içki içmemesi yüzünden bu küçük günahları affedilmez. Evet bir adam düşünelim ki, içki içmeyi ve saz dinlemeyi canı istiyor; fakat gayret göstererek kendini içkiden uzak tutuyor, buna karşılık nefsinin saz dinleme isteğine engel olmuyor. Bu durumda o kimsenin içki içmemek için gösterdiği gayret, nefsiyle ettiği cihat, saz dinleme günahının kalbinde meydana getirdiği karanlığı giderebilir. Bunların hepsi ahiretle ilgili hükümlerdir." Gazalî'den naklettiğimiz alıntı burada sona erdi. (c.11, s.177)

Yine Gazalî başka bir yerde şöyle diyor: "Kalpte meydana gelen her karanlık, ancak o kötülüğün karşıtı ve zıttı olan bir iyiliğin meydana getireceği nur sayesinde ortadan kalkabilir. Birbirlerinin karşıtı olan zıtlarda ise hiç kuşkusuz bir nevi uyumluluk söz konusudur. Bundan dolayı her kötülük sadece aynı cinsten bir iyilikle yok edilmelidir. Böylece o iyilik, yapılan kötülüğün karşıtı olur. Çünkü beyaz [ancak onun kendi cinsinden olan] siyahla giderilir; sıcaklık veya soğuklukla değil. Bu aşamalı şekilde hareket edip nuru icat etme yöntemi, günahları silme yolunda izlenilen en ince ve dakik yöntemdir. Çünkü bu yola ümit bağlamak [ve günahları bu şekilde yok etmek], bir tür ibadete devam etmekten daha doğru ve güvenilirdir. Gerçi yalnız bir tür ibadete devam etmek de günahları yok etmede etkilidir." Gazalî'den yapılan alıntı burada son buldu. (c.11, s.200)

Görüldüğü gibi Gazalî'den yaptığımız bu alıntılar, kötülükleri (küçük günahları) yok eden faktörün, büyük günahlardan uzak durmak, onlardan kaçınmak olduğuna delâlet ediyor. Oysa yukarda aktardığımız görüşüne göre bu, gerekli değildir.

Bu konuda ayetlere dayanılarak söylenebilecek olan geniş kapsam-lı söz şudur: İyilikler ile kötülükler genel anlamda birbirlerini yok ederler. Fakat her iyiliğin her kötülük üzerinde veya her kötülüğün her iyilik üzerinde, onu eksilterek veyahut tamamıyla yok ederek etkili olduğu iddiası, herhangi bir delile dayanmıyor. Sevap ve ceza ile ilgili Kur'anî gerçekleri anlama konusunda iyi bir yardımcı olan insanın ahlâkî ve nefsanî durumlarını göz önünde bulundurmak, bizim bu sözümüze delildir.

Büyük ve küçük günahlara gelince, daha önce söylediğimiz gibi tefsirini yapmakta olduğumuz bu ayetten anlaşıldığına göre, bunların büyüklüğü ve küçüklüğü birbirleri ile karşılaştırılarak ortaya çıkar. Yabancı bir kadına bakmaya göre öldürülmesi haram olan birini öldürmek veya nefsin arzusuna uyarak içki içmeye göre içki içmeyi helâl sayarak içki içmek gibi. İşte bu karşılaştırmaya göre bazı günahlar küçük ve diğer bazıları büyüktür. Ancak bu ayırımın, günahlarla sevapların birbirlerini götürme ve tamamen yok etme meselesi ile hiçbir bağlantısı yoktur.

Bunların yanı sıra ayetten anlaşılan bir diğer husus da şudur: Yüce Allah, büyük günahlardan kaçınanların önceki ve sonraki bütün kötülüklerini, küçük günahlarını affedeceğini vaat ediyor. Ayetin mutlak ifadesinden anlaşılan budur. Diğer taraftan bu da bilinen bir gerçektir ki, böyle bir kaçınmadan anlaşılan şudur: Her mümin elinden geldiğince büyük günahlardan kaçınmalı ve yapma imkânına sahip olduğu günahlardan uzak durmalıdır. Çünkü ancak böylesine bir uzak durmaya "günahtan kaçınma" denir. Yoksa dünyada varolan büyük günahların bütününden kaçınarak uzak durması söz konusu değildir. Çünkü büyük günahların listesini üstün körü bir şekilde gözden geçiren bir kimse, bu günahların tümüne eğilim gösteren ve onların hepsini yapmaya gücü yeten bir insanın dünyada bulunmayacağından veya bulunsa bile yok denecek derecede ender olacağından şüphe etmez. Ayeti bu basitliğe indirmeye sağduyu razı olmaz.

Buna göre ayetin anlamı şudur: Kim ki, yapabileceği ve canının çektiği büyük günahlardan kaçınır ve bu günahlar kendisinden kaçınma imkânına sahip olduğu günahlar türünden olursa, Allah onun küçük günahlarını örter, affeder. Bu küçük günahlar ister kaçındığı büyük günahlarla aynı türden olsun, ister olmasın fark etmez.

Acaba bu küçük günahların affı, doğrudan doğruya büyük günahlardan kaçınmanın bir sonucu mudur? Yani büyük günahlardan kaçınmak, başlı başına küçük günahları affettiren bir ibadet midir? Nitekim tövbe etmek böyledir. Yoksa insan büyük günah işlemeyince, Allah onu küçük günahlar ve iyi ameller ile baş başa mı bırakır? Yani küçük günahları gideren gerçekte iyi ameller midir? Nitekim yüce Allah, "İyilikler, kötülükleri giderir." (Hûd, 144) buyuruyor. Acaba bu ikisinden hangisi denebilir? "Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi (küçük günahlarınızı) bağışlarız." ayetinden anlaşıldığına göre kaçınmanın affettirmede rolü vardır. Aksi hâlde Hûd suresinde yer alan, "İyilikler kötülükleri giderir." ayeti gibi bir şart cümlesine yer vermeye gerek duyulmaksızın burada da "itaatler küçük günahları affettirir" diye ifade edilmesi veya "yüce Allah, ne olursa olsunlar küçük günahları affeder" şeklinde bildirmesi daha uygun olurdu.

Bir günahın büyük olduğu ise, o günahla ilgili yasağın şiddeti veya cehennem ya da cehennem ateşine yakın başka bir ceza ile cezalandırılacağının ilan edilmesi ile bilinir. Bu tehditler ister Kur'an'da yer alsın, isterse sünnette fark etmez. Çünkü bu konuda sınırlama getirmek [yani Kur'an'la sınırlamak] hiçbir delile dayanmamaktadır.

Ayetin Hadisler Işığında Açıklamasıel-Kâfi'de yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile cezalandıracağını gerekli kıldığı günahlardır." (c.2, s.276, h:1)

Men lâ Yahzuruh-ul Fakih ve Tefsir-ul Ayyâşî adlı eserlerde İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle nakledilmiştir: "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile tehdit ettiği günahlardır." (el-Fakih, c.3, s.373, h:14, Tefsir-ul Ayyâşî, c.1, s.239, h:114)

Sevab-ul A'mal adlı eserde verilen bilgiye göre İmam Cafer Sadık şöyle buyuruyor: "Allah'ın cehennem ateşi ile cezalandıracağını bildirdiği günahlardan kaçınan kimse eğer mümin ise, Allah onun küçük günahlarını affeder ve kendisini onurlu bir yere yerleştirir. Cehennem azabına çarpılmayı gerektiren yedi büyük günah şunlardır: Öldürülmesi haram olan bir insanı öldürmek, ana-babaya asi olmak, faiz yemek, Müslüman olduktan sonra kâfir olmak, iffetli bir kadına zina iftirası atmak, yetim malı yemek, savaş cephesinden kaçmak." (s.158, h:1)

Ben derim ki: Büyük günahların sayılarına ilişkin Şia ve Ehl-i Sünnet kanallı rivayetlerin sayısı çoktur. Bunların bazılarına yer vereceğiz. Yer vereceğimiz bu rivayetlerde şirk ve Allah'a ortak koşmak, yedi büyük günahın biri olarak sayılmıştır. Yalnız bu rivayette şirk yedi büyük günahın biri olarak yer almıyor. Şayet şirk büyük günahların en büyüğü olduğu için, İmam (a.s) bu günahı en büyük yedi günah listesine almamış olabilir. Nitekim İmamın, "…eğer mümin ise…" sözü bu hususa işaret etmektedir.

Mecma-ul Beyan tefsirinde verilen bilgiye göre Abdulazim b. Abdullah-il Hasanî, Ebu Cafer Muhammed b. Ali'den (a.s), o da babası Ali b. Musa Rıza'dan (a.s) rivayet ettiğine göre İmam Musa Kazım şöyle buyurmuştur: "Amr b. Ubeyd-il Basrî, İmam Sadık'ın (a.s) yanına geldi. Selam verip oturduktan sonra, 'Onlar ki, büyük günahlardan ve çirkin şeylerden kaçınırlar.' (Şûrâ, 37) ayetini okudu ve sustu. İmam ona, 'Niçin sustun?' diye sordu. Amr, 'Büyük günahları Allah'ın kitabından öğrenmek istiyorum.' dedi. Bunun üzerine İmam Sadık (a.s) şöyle dedi: Tabi ey Amr! [1-] Büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Allah, kendisine şirk koşmayı affetmez.' [Nisâ, 48]'Kim Allah'a şirk koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar. Onun varacağı yer de cehennemdir.' [Mâide, 72]

[2-] Sonra Allah'ın rahmetinden ümit kesmek gelir. Çünkü yüce Allah: 'Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah'ın rahmetinden sadece kâfirler ümit keser.' [Yûsuf, 87] buyuruyor.

[3-] Sonra Allah'ın tuzağından emin olmak gelir. Çünkü yüce Allah: 'Hüsrana uğrayanlar dışında hiç kimse Allah'ın tuzağından emin olamaz.' [A'râf, 99] buyuruyor.

[4-] Büyük günahlardan biri de ana-babaya asi olmaktır. Çünkü yüce Allah, ana-babaya asi olan kimseyi 'bedbaht bir zorba' olarak nitelendirmiş ve şöyle buyurmuştur: 'Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir zorba yapmadı. Zorba ve kötülük düşkünü biri olmaktan uzak tuttu.' [Meryem, 32]

[5-] Büyük günahlardan biri de öldürülmesi haram olan bir insanı haksız yere öldürmektir. Çünkü yüce Allah, 'Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir.' [Nisâ, 93] buyuruyor.

[6-] Namuslu ve iffetli kadınlara zina iftirası atmak, zina isnadında bulunmak. Çünkü yüce Allah, 'Namuslu, hiçbir şeyden haberi olmayan mümin kadınlara zina isnadında bulunanlar, dünyada ve ahirette lânetlenmişlerdir ve onlar için çok büyük bir azap vardır.' [Nûr, 23] buyuruyor.

[7-] Yetimlerin malını yemek. Çünkü yüce Allah, 'Yetimlerin mal-larını haksızla yiyenler…' [Nisâ, 10]buyuruyor.

[8-] Savaştan kaçmak. Çünkü yüce Allah, 'Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya başka bir bölüğe ulaşma dışında o gün kim kâfirlere arka çevirirse, muhakkak ki o, Allah'ın gazabına uğramış olarak döner. Onun varacağı yer cehennemdir. Orası ne kötü bir varılacak yerdir.' [Enfâl, 17] buyuruyor.

[9-] Faiz yemek. Çünkü yüce Allah şöyle buyuruyor: 'Faiz yiyenler, ancak şeytan tarafından çarpılmış kimseler gibi ayağa kalkarlar.' [Bakara, 275] 'Eğer (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Allah ve Resulü tarafından açılan bir savaştan haberiniz olsun.' [Bakara, 279]

[10-] Büyücülük ve sihir. Çünkü yüce Allah, 'Oysa onlar büyü satın alanın ahirette hiçbir nasibi olmayacağını biliyorlardı.' [Bakara, 102] buyuruyor.

[11-] Zina etmek. Çünkü yüce Allah, 'Kim bunları yaparsa, günahı(nın cezasını) görür. Kıyamet günündeyse azabı kat kat arttırılır ve alçaltılmış olarak ebediyen azapta kalır.' [Furkan, 69] buyuruyor.

[12-] Yalan yere yemin etmek. Çünkü yüce Allah, 'Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedele satanların ahirette hiçbir (sevap) payı olmaz.' [Âl-i İmrân, 77] buyuruyor.

[13-] Ganimet mallarında yolsuzluk yapmak. Çünkü yüce Allah, 'Kim (ganimet mallarına) hıyanet ederse, kıyamet günü hıyanet ettiği şeyle gelir.' [Âl-i İmrân, 161] buyuruyor.

[14-] Farz olan zekâtı vermemek. Çünkü yüce Allah, 'O gün (biriktirdikleri altınlar ve gümüşler) cehennem ateşinde kızdırılacak ve onlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak.' [Tevbe, 35] buyuruyor.

[15-] Yalancı şahitlik ve şahitlik yapmaktan kaçınmak. Çünkü yüce Allah, 'Kim şahitliği gizlerse, (bilsin ki) onun kalbi günahkârdır.' [Bakara, 283] buyuruyor.

[16-] İçki içmek. Çünkü yüce Allah onu putlara tapmakla denk saymıştır.

[17-] Bilerek namazı veya başka bir farzı terk etmek. Çünkü Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: 'Kim bilerek namazı terk ederse, Allah'ın ve Peygamberin zimmeti (güvencesi) dışında kalır.'

[18-19-] Ahdi bozmak (verdiği sözü tutmamak) ve akrabalık bağını koparmak. Çünkü yüce Allah, 'Onlara (ahdi bozan ve akrabalık bağını koparanlara…) lânet ve kötü bir yurt vardır.' [Ra'd, 25] buyuruyor.

İmam Musa Kâzım (a.s) devamla şöyle buyurdu: "Daha sonra Amr b. Ubeyd, hüngür hüngür ağlayarak İmam Sadık'ın (a.s) yanından ayrıldı ve ayrılırken de şöyle dedi: Kendi görüşüne dayanarak fetva verenler ile fazilette ve ilimde size rakip çıkanlar (sizinle tartışmaya kalkışanlar) helâk oldu." (c.2, s.84, Usûl-i Kâfî, c.2, s.285, h:24)

Ben derim ki: Buna yakın bir rivayet de Ehl-i Sünnet kanallarından İbn-i Abbas'a dayandırılarak nakledilmiştir.[5] Yukarıda zikrettiğimiz rivayetten iki sonuç çıkıyor:

1) Büyük günahlar, kesin ve şiddetli bir dille yasaklanan günahlardır. Bu yasaklamadaki kesinlik ise, ya ifadenin belirgin ve tekitli olmasından veya cehennem ateşi ile cezalandırılacağının bildirilmesinden anlaşılır. Ayrıca bu yasaklama, Kur'an veya sünnet kaynaklı da olabilir. Nitekim İmam Sadık'ın (a.s) delil gösterme örneklerinde bu gerçek or-taya çıkıyor.

İmamın bu açıklamalarından "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile cezalandıracağını gerekli kıldığı günahlardır." şeklinde el-Kâ-fi'de yer alan hadis ile "Büyük günahlar, Allah'ın cehennem ateşi ile tehdit ettiği günahlardır." şeklindeki Men lâ Yahzuruh-ul Fakih'de ve Tefsir-ul Ayyâşî'de yer alan hadisin de ne anlama geldiği anlaşılıyor. Dolayısıyla cehennem ateşini gerekli kılmak veya cehennem ateşi ile tehdit etmek ifadeleri genel nitelikli olup, insanın gerek Kur'an'da gerekse Peygamberimizin (s.a.a) hadislerinde açıkça veya ima yolu ile belirtilen bu günahlar sayesinde cehennem ateşine atılacağını açıklamaktadırlar.

Bu konuda İbn-i Abbas'a dayandırılan rivayetin de böyle olduğunu sanıyorum. Yani İbn-i Abbas da bu günahların cehennem ateşi ile tehdit edilmesinden, Kur'an'da veya hadiste bu yolda bir açık ifadenin veya imânın bulunmasını kastetmiş olmalıdır. Nitekim İbn-i Abbas'ın Ta-berî tefsirinde yer alan "Büyük günahlar, yüce Allah'ın cehennemle, gazapla, lânetle veya azapla noktaladığı günahlardır." şeklindeki sözü de bunu gösterir. (c.5, s.27)

Bundan anlaşılıyor ki, İbn-i Abbas'ın Taberî tefsirinde veya başka kaynaklarda yer alan "Allah'ın yasakladığı her kötülük büyük günahtır." şeklindeki sözü, büyük günah kavramına farklı bir anlam vermek maksadı taşımıyor. Bu ifade daha önce söylediğimiz gibi sadece insanın Allah'ın yüceliği karşısındaki küçüklüğüne dayanarak bütün günahların büyüklüğünü vurgulamayı amaçlıyor.

2) Okuduğumuz ve aşağıda okuyacağımız bazı rivayetlerde büyük günahlar bazı sayılarla sınırlandırılıyor. Ehl-i Sünnet kanallarından gelen bazı rivayetlerde bu sayı kimi zaman yedi, kimi zaman sekiz, kimi zaman da dokuz olarak veriliyor. Nasıl ki Ehl-i Beyt'ten nakledilen bu rivayette görüldüğü gibi bu sayı yirmi olarak gösteriliyor. Hatta bazı başka rivayetler bu sayıyı yetmişe çıkarıyor. Bütün bunlar, günahın büyüklük derecesinin farklılığını gözetme maksadı taşır. Nitekim İmam Sadık'ın (a.s) büyük günahları sayarken "Büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk koşmaktır." demesi bu söylediğimizin delilidir.

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Buharî, Müslim, Ebu Davud, Neseî ve İbn-i Ebu Hatem Ebu Hüreyre'den şöyle aktarırlar: "Resulullah buyurdu ki: 'Yedi helâk edici günahtan kaçının.' Sahabelerin 'Bunlar nelerdir ya Resulallah?' diye sormaları üzerine Resul-i Ekrem (s.a.a) söz-lerine şöyle devam etti: Allah'a ortak koşmak, haklı bir gerekçe olmaksızın Allah'ın haram kıldığı bir cana kıymak, büyücülük, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, kötülüklerden habersiz mü-min ve iffetli kadınlara zina iftirası atmak." (c.2, s.146)

Yine aynı eserde İbn-i Habban ve İbn-i Mürdeveyh, Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o da babasından, o da dedesinden şöyle rivayet ettiğini aktarırlar: "Peygamberimiz (s.a.a) Yemen halkına farzları, sünnetleri ve diyetleri içeren bir mektup yazarak onu Amr b. Hazm ile Yemenlilere gönderdi. Mektubu götüren Amr şöyle diyor: Bu mektupta şöyle deniyordu: Kıyamet günü Allah katında büyük günahların en büyüğü Allah'a şirk koşmak, haklı bir gerekçeye dayanmaksızın mümin bir kimseyi öldürmek, savaş gününde (cepheden) kaçmak, ana-babaya asi olmak, iffetli bir kadına zina iftirası atmak, büyücülük öğrenmek, faiz yemek ve yetim malı yemektir." (c.2, s.146)

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde verilen bilgiye göre Abdullah b. Ahmed'in Zevaid-uz Züht adlı eserinde Enes b. Malik'den Peygamberimizin (s.a.a) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Benim şefaatim, ümmetimin büyük günah işleyenleri içindir. Arkasından da, 'Eğer size yasak edilen günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin kötülüklerinizi bağışlarız.' ayetini okudu." (c.2, s.145)

_________________________________________
[1]- [ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.146]
[2]- [el-Fakih, c.4, s.11, h:1]
[3]- Fahr-i Razî bu görüşü kendi tefsir kitabında (Tefsir-ul Kebir, c.10, s.75) Gazalî'nin "İhya-ul Ulum" adlı kitabının özetinden nakletmiştir.
[4]- Bu göreceli olma durumu, günaha yönelik niyetlerin farklılığından kaynaklanır, günahların birbirine olan nispetlerinden değil.
[5]- [ed-Dürr-ül Mensûr, c.2, s.148]

Cumartesi, 11 Kasım 2023 06:50

İran İslam İnkılâbı ve Filistin Meselesi

 İslam inkılâbının başarıya ulaşması dünyanın değişik bölgelerindeki Müslümanların yeniden İslami meselede esas kabul etmelerine neden oldu.

    1979 yılında İran'da İslam inkılâbının gerçekleştiği dönemde; Filistin meselesi İslami yönü yitirmiş ve farklı yönlere çekilerek, değişik ideolojilere kapılmıştı. Fakat İslam inkılâbının başarıya ulaşması dünyanın değişik bölgelerindeki Müslümanların yeniden İslami meselede esas kabul etmelerine neden oldu. Dolayısıyla Filistin hareketleri de inkılâptan etkilenerek, mücadelelerinde İslami esaslara tutunduklarını rahatça söyleye biliriz. Ayrıca İran İslam inkılâbı dünya çapında Filistin meselesini Müslümanların en önemli sorunu olarak tanıttı ve İslami öğretiler sayesinde bu sorunun üstesinden gelineceğini açıkladı.[1]

Filistin İslami Cihad hareketinin önderi bu hususta şöyle demektedir: "Filistin halkını, İmam Humeyni'nin gerçekleştirmiş olduğu inkılâp kadar ümitli kılmamıştır. İnkılâbın başarıya ulaşmasıyla Filistin halkı ve biz kendimize geldik, Amerika ve İsrail'i yene bileceğimize inandık."[2]

İmam Humeyni (r.a) Filistin direnişinde iki önemli etkiyi bırakmıştır: Birincisi, direniş ve mücadelenin İslami yöne doğru çekilip, İslami esaslara göre yapılması ve ikinci; dünya Müslümanlarının Filistin sorunun her Müslüman'ın sorunu olduğunu anlayarak, Filistinlilere destek çıkmasıdır. Dolayısıyla hiç şüphesiz İslam inkılâbı ve İran halkının bağımsızlığı ve İslami öğretilerin topluma hâkim olması için vermiş olduğu mücadele Filistinlilere büyük bir ders olmuştur ve onların çok etkilenmelerini sağlamıştır.[3]

İslami Cihad'ın kurucusu ve rehberi şehit Dr. Şikaki, İslam inkılâbının Filistin halkının direnişindeki etkilerini şu şekilde açıklamaktadır: "İslam inkılâbı başarıya ulaşmadan önce biz tam bir ümitsizliğe kapılmış halde, yeis içerisindeydik. Amerika gibi bir süpergüçün desteğini alan Siyonist rejimi hiçbir şekilde yenemeyeceğimiz ve direnişimizin sonun zafer olmayacağını zannediyorduk. İmam Humeyni (r.a) inkılâbını gerçekleştirmekle, Ortadoğu'nun en güçlü ordusuna sahip ve tüm müstekbir devletlerin desteğini alan şahlık rejimini yumruklarla devirmesiyle; ümitli olduk, rüyalarımızın gerçekleşeceğine inandık. Kesin iman ettik ki; inkılâbı ve harekât halindeki bir İslam, şahı devirdiği gibi, şahları, zalimleri ve tağutları da devire bilir, böylece Filistin'de özgürlüğüne kavuşabilir.

İşte bu asaleti ve değeri İmam Humeyni bize vermiştir ve bugün o merhum imamın yerinde bulunan Ayetullah Hamanei de İmam'ın yolunu devam ettirmekte ve bizlere ümit vermektedir. İran ve İran halkına çok teşekkür ediyoruz. Biliyoruz, Filistin mücadelesini ve direnişini desteklediği için ne kadar sorunlarla karşılaşmışlar. Tüm ambargo, iç ve dış politikadaki sorunlar, dünya devletlerinin baskısına rağmen yine de bizim yanımızda yer almışlar."[4]

80'li yılların başına kadar, İslam dinin toplumsal ve siyasi yapısı bilinmemekteydi, insanlar ve uluslar arası arenada din sadece Allah ile kul arasındaki bir bağın adı olarak algılanıyordu. Ama inkılâbın gerçekleşmesiyle, İslam'ın nasıl toplumsal refah ve güveni getirdiği, ezilmiş halklara nasıl özgürlüklerini kazandırdığı tüm dünyada bilindi. Dolayısıyla siyasal İslam batı için en önemli ve onların menfaatlerini tehlikeye sokan başlıca konu oldu.[5] Bu yüzden de İslam inkılâbını yıkmak için her türlü planı yaptılar, her alanda saldırmaya başladılar.[6]

Ortadoğu ve dünyanın değişik bölgelerinde halklar siyasal İslamı araştırıp, kabul edip, pratiğe dökmeye çalıştılar. Sonuçta İslam inkılâbı; İslami direniş harekâtlarının İslami olmayan örgütlerden daha üstün ve etkili olduğunu ispatlamanın yanı sıra, global anlamda diğer iki önemli tesirde de bulunmuştur:

1- Solcu ve milliyetçi örgütlerinde İslami öğretilerden etkilenmeleri ve İslami esaslar ile hareket etmelerini sağladı.

2- İslami pragmatizme yakın olan İslami örgütlerin, siyasi takiyeden kurtularak daha çok pratiksel olmalarını sağladı.[7]

İslam inkılâbı ile 80'li yılların başına kadar tüm İslam coğrafyasında kabul görmeye başlayan laiklik düşüncesinin ve dinin siyasetten ayrı olduğu inancının ne kadar yanlış olduğu anlaşıldı. Müslümanlar İslam dinin siyasetten ayrı olmadığı ve birçok siyasi öğreti-hükmünün bulunduğunun farkına vardırlar.

İran İslam inkılâbının başarıya ulaşmasıyla, hem devletlerin bazında hükümetlerin öz kimlikleri olan İslami yönetime dönmeleri gerektiği fikri sunulmuş oldu ve hem de halklar ve direniş örgütleri kurtuluşun ve bağımsızlığın yalnızca İslam'a sarılmakla kazanıla bileceğini anladılar. Dolayısıyla özellikle de Filistin'de inkılâp sonrası İslami direniş örgütlerinin kurulduğunu, bunların kesinlikle Siyonistler ile müzakereye yanaşmadıklarını gördük.[8]

Ayrıca İslam memleketi denildiği zaman yani halkı Müslüman olan bir devlet olarak bu ismi vermek yanlıştır. İslam memleketi, Allah'ın hükümlerini toplumda icara eden, ilahi şeraiti uygulayan ve her şeyini İslami öğretilere göre şekillendiren devlettir.[9] Bunu günümüzde herkese ameli olarak gösteren de İran İslam inkılâbı olmuştur, böylece İslami Medine-i fazile ütopya olmaktan çıkarak reel hale gelmiştir.

John Esposito, İslam dinin siyasi olması, ekonomi, kültür, sosyal ve politik alanda bu kadar gelişmesinin; sudandan Endonezya'ya kadar Müslümanların direnişe kalmasının en büyük sebebi olarak İran İslam inkılâbını bilmektedir. Ki böylece İslam bir köşeye terk edilmiş İslam olmaktan çıkarak global anlamda en önemli güçlerden biri haline gelmiştir.[10]

 

İmam Humeyni Ve Filistin Meselesi

İmam Humeyni'nin (r.a) en önemli düşüncesi ve sürekli üzerinde çalıştığı; Siyonizm ve özellikle İsrail ile mücadele edilmesi gerektiğidir. İmam Humeyni'nin (r.a) kendisine edinmiş olduğu en büyük dert olan Filistin sorunu, inkılâbın başarıya ulaşmasıyla birlikte başlayan bir şey değildir. İnkılâptan 15 yıl önce Filistinli direnişçilerle görüşmüş, maddi-manevi her türlü desteğe hazır olduklarını ilan etmişti. İmam Humeyni (r.a) Filistin sorunun sadece Filistin halkının sorunu olmadığı tüm Müslümanların meselesi olduğunu defalarca beyan etmiştir.

İran'da İslami direnişin devam ettiği günlerde gazetecilerle yapılan bir toplantıda şöyle buyurmuşlardı: "bizim şaha karşı kıyam etmemizin en önemli nedenlerinden biri de onun İsrail'i sınırsız desteklemesidir. Siyonist rejim kurulduğu ilk günden itibaren şah, işgalcilere her türlü yardımı yaptı, Müslümanlar Siyonistlerle savaşırken, o Müslümanların petrolünü çalarak İsrail'e veriyordu. İşte benim de şaha muhalif olmamın nedenlerinden biri budur."

İmam Humeyni (r.a) içte Şaha karşı kıyam etmenin ve direnmeyi en önemli amaç biliyordu, dışta ise Filistin sorunu imam için çok önemliydi. İmam Humeyni'nin (r.a) dış politikadaki esası Filistin'dir. Defalarca şöyle demiştir:

"Siyonist rejimin Müslümanlar tarafından resmen kabul edilmesi, ortak ilişkilerin kurulması ve Siyonistlerin desteklenmesi, Müslümanlar için bir faciadır. Siyonistlerin karşında durmak tüm Müslümanlara ilahi bir farzdır. Siyonistlerle işbirliği yapan Müslüman gözükenlerden Allah'a sığınıyorum."

"Ben Filistinli devlet başkanlarına sesleniyorum, artık İsrail ile müzakereleri bırakın, onlarla görüşmelerini kesin. Bunların zarardan başka hiçbir faydası olmayacaktır. Mazlum Filistin halkının kurtuluşu sadece kendilerine güvenerek, Allah'a dayanarak, silahlı mücadeleye girişmeleri, ölüm pahasına bile olsa İsrail ile savaşmalarındadır. Şunu artık kesin kabul edin, ne batı size yardım edecektir ve ne de doğu, Allah'a iman edip, elinize silahı alarak İsrail ile savaşın."

 

İmam Humeyni Ve Kudüs Günü

İmam Humeyni'nin (r.a) konuşmalarını topluca inceleyip, yayınlamış olduğu bildirilere baktığımızda; Kudüs gününün tüm dünya Müslümanlarının ve küresel bir günü olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. İmamın ramazan ayının son cumasını Kudüs günü olarak ilan etmesi, aslında mezhep, fırka ve kavim gözetilmeksizin tüm Müslümanların ortak değeri olduğundan, Müslümanların birliğini sağlam noktasında çok önemlidir. İmam tüm Müslümanların kabul ettiği Filistin sorunu Kudüs günüyle canlı tutmaya çalışmakla vahdeti de oluşturmuştur. Merhum İmam'ın seçmiş olduğu gün de çok önemlidir; zira Ramazan ayını tutan dünya Müslümanları bu ayda dua, nefis tezkiyesi ve ibadet ile tarif edilmez bir maneviyata ulaşmışlardır, dolayısıyla ramazanın son cumasında İslam için bir şeyler yapma isteği onlarda belirmiştir. Böylece imamın sözü çok daha etkili olarak kalplere yerleşmiş, İslam âlemi tarafından kabul görmüştür.

Kudüs günün nasıl bir gün olduğu ve neyi amaçladığını bizzat İmam Humeyni'nin (r.a) sözlerine baktık mı çok daha güzel anlayacağızdır. Merhum imam buyuruyor:

" Benim dünya Müslümanlarından ve İslam devletlerinden istediğim tek şey; işgalci Siyonistlerin ve destek verenlerin biran önce yenilgiye uğramaları için birlik ve beraberlik içinde olmalarıdır. Müslümanlar birleşin. Dünya Müslümanlarını mübarek Ramazan ayının son cuması yani Kadir gecelerinin bulunduğu günleri Kudüs günü olarak kabul etsinler. Bu günde dünya Müslümanları birleşerek bu programla uluslar arası alanda Filistinlilerin kanuni haklarını savunsunlar. Böylece Filistin halkının kaybedilmiş hakları onlara geri kazandırılsın…"

"Kudüs günü global bir gündür ve sadece Kudüs ile sınırlı değildir. Kudüs günü aslında dünyanın tüm ezilmiş halkların kıyam edip bağımsızlıklarını kazanmaları, Amerika ve diğer güçlerin zulmü altında ezilenlerin onlara karşı gelerek haklarını savunmaları gereken bir gündür. Bugünde dünya mustazafları, müstekbirlerin karşısında durmalı ve burunlarını yere sürtmeliler. Kudüs günü münafıklar ile gerçek inançlıların belli olduğu gündür; inanlar bu günde görev ve sorumluluklarının farkına varırlar ve gereğini yaparlar ama münafıklar yani Amerika'nın gölgesi altında olanlar, Siyonistlerle işbirliği yapanlar ve Müslümanların izzetini düşünmeyenler bu günde duyarsızdırlar, hatta engellemeye çalışırlar. Kudüs günü; hepimiz himmetli olması ve Kudüs'ün özgürlüğü için mücadele edilmesi gereken gündür, çabalayalım ki, Kudüs kurtulsun, Lübnan halkı kurtulsun…"

"Kudüs günü sadece Filistinlilere özel bir gün değildir, İslam günüdür. İslam hükümetinin günüdür, tüm Müslüman memleketlerinde İslam bayrağının dalgalanması gereken bir gündür."

"Müslümanlar bugünde yürüyüşler düzenlemeli, feryat etmeli ve sloganlar atmalıdır. Bunların faydasız olduğunu sanmayın, evet sadece ben feryat etsem belki faydasızdır, ama dünya Müslümanları topyekûn haykırdılar mı hiç şüphesiz çok faydalıdır ve etkisini gösterecektir."

 

Ayetullah Hamanei Ve Filistin Meselesi

Rehber Ayetullah Hamanei'nin; Filistin sorunu karşısında tutumu ve konuşmalarını incelediğimizde sanki karşımızda imam Humeyni'yi (r.a) görmekteyiz ki onun gibi, Müslümanların vahdeti, Filistin ve dünyanın ezilmiş halkları için mücadele etmektedir.

Ayetullah Hamanei, rehberliğe seçildiği ilk günden, günümüze kadar her fırsatta Filistin'in dünya Müslümanları için en önemli ve başıca sorun olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla da Filistin davasını desteklemek, maddi-manevi, kültürel ve politik alanlarda yanlarında yer almak her Müslüman'a farzdır, diye buyurmuştur.

Aynı şekilde, tüm dünya Müslümanlarını, özellikle toplumun önde gelen düşünür ve devlet adamlarını Kudüs meselesi üzerinde durmaya çağırmaktadır. Zira bugün Siyonist rejim, bütün Müslümanların ortak kutsal değeri olan Kudüs'ü Yahudileştirmeye ve orada bulunan Mescidul Aksa'yı da tahrip etmeye çalışmaktadır. Bunun mukabilinde durmak, sesimizi yükseltmek gerekmektedir, sessiz kalmak asla caiz değildir.

İmam Hamanei 1998 yılında Tahran'da şeyh Ahmet Yasin ile yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Filistin halkı Müslüman bir halktır, dolayısıyla İslami savununa, İslam'dan bahseden ve Filistin halkının izzetini düşünen kimseler, bu halkın gerçek temsilcileridir. Hedefi İslam olmayan ve Filistin halkını zelil eden kimselerin böyle bir temsilciliğe hakları yoktur."

"İran halkı ve politikacıları şimdiye kadar Filistin'in yanında yer almış ve İsrail'in karşısında durmuştur, bundan sonrada bu konumunu koruyacaktır. Her ne kadar Filistin yanında yer almak uluslararası alanda İran devleti için birçok sorunları beraberinde getirse de, biz İslam için çekilen bu sıkıntıları ilahi bir nimet olarak görmekteyiz. Biz sonuna kadar Filistinli direnişçileri hem politik ve hem de askeri alanda destekleyeceğiz ve ne kadar baskı uygulanırsa uygulansan bundan asla vazgeçmeyiz."

 

[1] Hamza İmrai, İnkılâbı İslamii İran Ve Conbeşhayi İslami, Tahran, Merkezi Esnadı İnkılâbı İslami,1383,s:226.

[2] Hamza İmrai, İnkılâbı İslamii İran Ve Conbeşhayi İslami, Tahran, Merkezi Esnadı İnkılâbı İslami,1383,s: 227.

[3] Cemile Kediver, İntifada, Hamas, Mukavimeti İslami, Tahran, İntişaratı İttilaat,137,s:25.

[4] Hasan Hamayar, Fethi Şikaki Kist?, Tahran,Neşri Şahid,1386,s:90- 91.

[5] do cue pinto,aria (jan.2001)," Political Islam and the united state: a study us policy towards Islamic movements in the Middle East" ,international affaire vol77.no1. p183

[6] Mclean, iain (1996) ,The concise oxford dictionary of Politics, oxford university press, p252

[7] Muhammed Bakır Haşmetzade, Tesiri İnkılâbı İslami Ber Keşverhayi İslami, Tahran, İntişaratı Ferheng Ve Endişe,1385,s:73- 74.

[8] Menucehr Muhammedi, Baztabı Cehani-i İnkılâbı İslami, Tahran, İntişaratı Ferheng Ve Endişei İslami,1385,s: 249.

[9] Rıdvan Esseyid, İslam-ı Siyasi, Tercüme: Mecid Muradi, Tahran, İntişaratı Baz, 1383,s:94.

[10] Esposito, John. L (spring1991),"the Persian gulf war ,Islamic movements and the new world order" the Iranian journal of international affairs, vol.3,no1.pp3-17

 ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcü Yardımcısı, bu ülkenin Irak ve Suriye'deki askeri güçlerinin son 3 haftada en az 40 kez saldırıya uğradıklarını açıkladı.


ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcü Yardımcısı Sabrina Sing dün akşam yaptığı bir açıklamada, Direniş güçlerin Suriye ve Irak'ta Amerikalı güçlerin bulunduğu karargahlara karşı saldırılarının arttığını söyledi. Düzenlediği bir basın toplantısında konuşan Sing bu konuda "Biz bu tür saldırıların arttığını görüyoruz. Fakat önemli bir zarar görmedik. Oradaki altyapılarımız dikkate değer oranda bir zarar görmedi" şeklinde konuştu. Pentagon Sözcü Yardımcısı Sing ayrıca, geçen Ekim ayının ortalarından bu yana Amerika'nın Irak ve Suriye'deki üslerine saldırı düzenlemekle suçlanan Direniş gruplarına karşı ABD'nin caydırıcılığı olup olmadığına ilişkin bir soru üzerine "Bizim caydırıcı gücümüz inanılmayacak derecede güçlüdür" diye iddia etti.

 

Irak İslami Direniş, ABD'nin Harir üssüne saldırdı
Irak İslami Direniş, Amerikan işgal güçlerine karşı saldırılarının devamı olarak dün akşam ABD'nin yeni bir karargahına saldırdı.

Irak basın yayın organları daha önce, Ameriklı askerlerin bulunduğu Ayn-ül Esad karargahının yeniden saldırıya uğradığını bildirmişlerdi.

"El Meyadin" Kanalının haberine göre, Irak İslami Direniş konuyla ilgili yayınladığı bildirisinde "Irak İslami Direniş mücahitleri, Amerikalı Harir karargahını 2 insansız hava aracı (İHA) ile hedef aldılar ki direkt hedefe isabet ettiler" diye kaydetti.

 İslami İran Cumhurbşkanı Reisi: "EKO'daki işbirliğin olumlu süreci, üye ülkeleri EKO kalıbında bölgesel ilişkilerini daha da güçlendirmeye teşvik ediyor. Buna göre EKO hala bölgede ekonomik işbirliğine dair en ilgili bir teşkilat" dedi.


 Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi bugün, Özbekistan'ın başkenti Taşkent'te düzenlenen EKO 16. Zirve Toplantısında yaptığı konuşmasında, İran İslam Cumhuriyetinin EKO ve faaliyetlerini kayıtsız, şartsız desteklediğini belirterek "EKO'da işbirliği ortamının artması için daha fazla kaynak ve nerjimizi seferber etmekte kararlıyız" diye vurguladı.

Cumhurbaşkanı Reisi daha sonra "EKO'daki işbirliğin olumlu süreci, üye ülkeleri EKO kalıbında bölgesel ilişkilerini daha da güçlendirmeye teşvik ediyor. Buna göre EKO hala bölgede ekonomik işbirliğine dair en ilgili bir teşkilat" diye konuştu.

Ayetullah Reisi, işgalci İsrail'in Gazze'de işlediği cinayetlerle ilgili olarak ve de mazlum Gazze halkından yana yaptığı konuşmasının ilk bölümünün kapanışında, 1-2 dakika için konuşmasını keserek, salonda bulunanları Gazze şehidlerinin ruhlarına Fatiha okumaya davet etti.

 İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT) toplantısı sırasında görüştü ve Filistin'deki gelişmeler bu görüşmenin ana eksenini oluşturdu.


 Cumhurbaşkanı Ayetullah Seyyid İbrahim Reisi, Tacikistan ve Özbekistan'a yaptığı ziyaretlerini tamamlayıp, Tahran'a döner dönmez Mehrabad havaalanında ziyaretlerinin sebep ve hedefleriyle ilgili olarak muhabirlere bilgi verdi.

Cumhurbaşkanı Reisi, Özbekistan ziyaretinin amacıyla ilgili bazı ayrıntılara değinerek "Özbekistan ziyaretimizin hedefi ECO Zirve toplantısına katılmaktı. ECO, üye ülkelerin birbiriyle irtibatta olmaları için önemli bir teşkilat" diye konuştu.

Reisi daha sonra "Toplantıda gündeme getirilen şey, transit konusuydu. Bölge için ticaret konusu başta olmak üzere, ticaretin kolaylaştırılması önemli bir mesele olarak ele alındı" dedi.

Ayetullah Reisi konuşmasının devamında, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Rdoğan'ın ECO zirve toplantısında Filistin'le ilgili iyi bir tavır sergilediğini belirterek "Ben, bu tavırın da tek başına yetmediğini, icra ve uygulama da olması gerektiğini vurguladım. Milletler kendi yetkililerinden caydırıcılık oluşturmalarını bekliyor" ifadesini kullandı.

Cumhurbaşkanı Reisi daha sonra şöyle devam etti: "Siyonist İsrail karşısında caydırıcılık yaratabilecek bir husus, son günlerde İslam İnkılabı Liderinin vurguladığı gibi Siyonist İsrail ile siyasi-ekonomik tüm ilişkilerin kesilmesidir. Böyle bir tavır caydırıcılık açısından büyük  oranda etkili olabilecektir" diye vurguladı.

- Gazze halkına insani yardım akışı ve İran ve diğer bazı Müslüman ülkelerden yapılan insani yardım ve kamu yardımı sevkiyatlarının sınır kapısında durdurulması konusunda ciddi şikayetler var.

 Reisi ayrıca, Filistin meselesine gösterilen ilgilerin girişim ve uygulamaya dönüşmesini temenni ediyorum" dedi.

 

 

ABD'li siyasi haber portalı The Intercept, Washington’un İsrail'e aktarılan silahların türü ve miktarı hakkındaki ayrıntılı bilgileri, Gazze Şeridi'ndeki sivil ölümlerle ilişkilendirilmemek amacıyla gizlediğini duyurdu.

Portala konuşan Washington merkezli Quincy Sorumlu Hükümet Yönetimi Enstitüsü Uzmanı William Hartung, ABD yönetiminin Gazze Şeridi'nde Amerikan silahlarının kullanılması nedeniyle yaşanan sivil ölümlerine dikkat çekmek istemediğini vurgularken, bu nedenle de İsrail'e askeri yardım konusunda detaylı veri vermediğini söyledi.

Sputnik'in haberine göre, Hartung, ABD'nin İsrail'e günlük olarak sağladığı yardımlarda hangi silahları sağladığına ilişkin kasıtlı şeffaflık eksikliğinin, Beyaz Saray yönetimin İsrail'in bu silahları savaş suçları işlemek ve Gazze'deki sivilleri öldürmek için ne ölçüde kullandığı konusunda kamuoyundan gizleme politikasıyla bağlantılı olduğuna dikkat çekti.
Ukrayna'ya gönderilen silahlar açıklanırken, İsrail'e ne gönderildiği gizleniyor.

The Intercept’e verdiği demecinde, Washington’un Ukrayna’ya gönderdiği silah ve mühimmat ile ilgili verileri her tedarik sürecinde aktardığını anımsatan Hartung, "Hangi silahların gönderildiğine dair verilerin sağlanmasının İsrail'in operasyonel güvenliğine herhangi bir zarar vereceği iddiası, Gazze'yi ablukaya alan İsrail'e sağlanan silah türleri ve bunların kullanımına ilişkin bilgileri sınırlamaya yönelik bir kılıftır.

Washington, Ukrayna'ya silah tedariği konusunda sürekli ayrıntılı bilgi yayınlıyor ancak İsrail'e askeri yardım konusunda çok az bilgi veriyor. Amerikalı yetkililer bunu, Yahudi devletinin güvenliğine zarar verme konusundaki isteksizliği ile açıklıyor olsa da bu bir kılıftır” dedi.

The Intercept, ayrıca bölgede tecrübesi olan emekli bir ABD Deniz Piyade komutanının, isminin gizli kalması kaydıyla yaptığı açıklamasını paylaştığı haberinde, Washington’un, İsrail ordusunun kentsel muharebe operasyonları yürütürken ne tür araçlar kullandığına ve hangi ABD silahlarını kullandığına dair bilgi yayınlamak istemediğin bildirirken, “Sivil kayıplara yol açma ihtimali oldukça yüksek. Pentagon, miktarın yanı sıra İsrail'e sağlanan spesifik silahlara ilişkin bilgileri de saklıyor” ifadelerini kullandı.

Hamas Sözcüsü Abdullatif Kanu, Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby'nin dün Hamas'ın Gazze Şeridi'nin geleceğinde denklemin bir parçası olamayacağı, buradaki yönetim şekline dair istişarelerin devam ettiği yönündeki ifadelerine tepki gösterdi.

HAMAS'TAN GAZZE AÇIKLAMASI
 Hamas Sözcüsü Abdullatif Kanu, Telegram sayfasından yaptığı açıklamada, "Gazze'yi veya topraklarımızın bir kısmını yönetmek; halkımızın, Filistin'in özel meselesidir ve sahadaki hiçbir güç bu gerçeği değiştirmeyi veya kendi iradesini dayatmayı başaramaz." ifadesini kullandı.

Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Stratejik İletişim Koordinatörü John Kirby'nin dün Hamas'ın Gazze Şeridi'nin geleceğinde denklemin bir parçası olamayacağı, buradaki yönetim şekline dair istişarelerin devam ettiği yönündeki açıklamalarını değerlendiren Kanu, "Kirby'nin Gazze'de Hamas sonrası durumla ilgili konuşmasının bir hayalden ibaret olduğunu, Filistin halkının direniş güçleriyle kenetlendiğini ve kendi kaderlerini kendilerinin tayin ettiğini" ifade etti.

Kanu, Hamas'ın ulusal bir kurtuluş hareketi ve Filistin halkının temel ayrılmaz bir parçası olduğunu, tüm yasa ve normlara uygun olarak işgale karşı direnme, mücadele etme hakkına sahip olduğunu belirtti.

 Hamas Sözcüsü, Filistin'in haklı davasını tasfiye ve tehcir planlarını başarısızlığa uğratan Filistin halkının, kendi topraklarında sarsılmaz bir şekilde durduğunu ve kimsenin planlarını hayata geçirmesine izin vermeyeceğini vurguladı.

Gazze'de 33'üncü gününe giren çatışmalara ilişkin ise Kanu, İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın, halen Gazze Şeridi'ni geçmeye çalışan İsrail askeri araçlarına, tanklarına, ordusuna ağır kayıplar verdirdiğini, İsrail güçlerinin Kassam Tugayları'nın darbeleri karşısında gerilediğini ifade etti.

Kanu, İsrail'in öncekiler gibi bu mücadeleyi de kaybedeceğini, çatışmanın başlangıcı 7 Ekim sabahında nasıl başarısız olduysa, sonunda da amacına ulaşamayacağını kaydetti.

Çarşamba, 08 Kasım 2023 09:06

ABD’nin Korkusu Türkiye-İran Birlikteliği

 ABD Dışişleri Bakanı Blinken’in Ankara ziyaretini değerlendiren uzmanlar, son dönemde Türkiye ve İran arasında gelişen diplomatik adımlara dikkat çekti. Uzmanlar, ABD ve İsrail cephesinin Türk-İran birlikteliğinden endişe duyduğunun altını çizdi.
 Önceki gün Ankara’ya gelen Blinken, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile görüştü. Yaklaşık 2 buçuk saat süren görüşme sonrasında ortak bir açıklama yapılmazken Blinken Türkiye'den ayrılırken havalimanında değerlendirmede bulundu. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre Fidan, görüşmede ABD’li mevkidaşı Blinken’a, İsrail’in Gazze’de sivilleri hedef almasının ve insanları yerlerinden etmesinin önlenmesi, acilen tam ateşkes ilan edilmesi gerektiğini vurguladı. Diğer yandan Fidan-Blinken görüşmesini Aydınlık’a değerlendiren uzmanlar, ABD Dışişleri Bakanının Türkiye'den istediğini alamadığı değerlendirmesini yaptı.

 

'BİRLİKTELİĞİ BOZMA NİYETİ'

Emekli Jandarma Binbaşı, Siyaset Bilimci Doç. Dr. Ali Fuat Gökçe de şu değerlendirmelerde bulundu:

"Çatışmalar başladıktan bir ay sonra yapılan bu ziyaret çok ilginç. Bugüne kadar Türkiye'yi bu süreçten dışlamak isteyen ABD ve İsrail olduğunu görüyoruz. Türkiye'yi yok saymaya çalıştılar. Ama bunun bu şekilde gelişmeyeceğini de gördüler. Önce dışlayıcı bir politika ardından da Türkiye'yi kullanma politikasına geçmek istediler. Blinken isteklerinin dışında bir de Türk-İran birlikteliğini bozmak niyetiyle de gelmiş olabilir. Çünkü İran Dışişleri Bakanının ziyareti ardından İran Cumhurbaşkanının Türkiye’yi ziyaret edecek olması ABD'yi oldukça telaşlandırdı."

'İSTEKLER FARKLI'

ABD'nin Türkiye'den bazı talepleri olduğunu aktaran Gökçe şöyle devam etti:

"Bana göre bu isteklerden biri Hamas'ın liderlerine, yöneticilerine destek verilmemesi olabilir. Bununla ilgili Türkiye’nin tavrı nettir. Türkiye'ye Filistinli mültecilerin alınması konusunda teklifi de olabilir. ABD'nin Türkiye'den istediğini alamadığı net şekilde ortaya çıkmıştır bu ziyarette. Belirli konularda uzlaşılmış olsa basın açıklaması yapılabilirdi. Blinken buradan istediği sonucu alamadı. Amerika'nın istediği farklıydı. Türkiye'nin istediği farklıydı."

'AMERİKA İLE ÇIKARLARIMIZ ÖRTÜŞMÜYOR'

İstanbul Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Uzmanı Dr. Eray Güçlüer, Aydınlık’ın Fidan-Blinken görüşmesi üzerine sorduğu soruya karşılık şu yanıtı verdi:

"Sadece Gazze meselesinde değil, Türkiye’nin Amerika'ya tavrıdır bu. Çünkü artık Türkiye ile Amerika'nın çıkarlarının uyuşmadığı, politikalarının örtüşmediği dönemdeyiz. Blinken'ın ziyaretinde bu görüntüyü izledik biz. ABD bu ziyaretten hiçbir şey alamadı. ABD'nin istedikleri ile bizim düşündüklerimiz örtüşmüyor. Türkiye artık boyun eğecek bir pozisyonda değil. Ortadoğu'nun en güçlü ülkesi. Türkiye Amerika'ya hayır dedi. ABD'nin istediği bölgesel bir savaş. Bu bölgesel savaşa Türkiye’nin de dahil olmasını istiyor. Türkiye istemediği bir savaşın içinde olmayacağını, böyle bir bölgesel savaşın tarafı olmayacağını söyledi. Bu bizim için önemli."

'BATAKLIĞINA SAPLANABİLİRLER'

Blinken'ın Türkiye ziyaretinde neyle karşılaşacağını bile bile geldiğini kaydeden Güçlüer şunları söyledi:

"Çünkü Türkiye'siz bir denklem kurulamıyor. Gelmek zorundaydı. Geldi, cevabını alıp gitti. Türkiye olası bir bölgesel savaşı engellemek noktasında gayretlerine devam edecek görünüyor. Türkiye'nin şu anki tavrı, izlediği politika doğrudur. İran Cumhurbaşkanı da Suudi Arabistan'a gidiyor. Aslında yıllardır iki rakip ülke. Suudi Arabistan'ın bunu kabul etmesi de çok önemli. Türkiye de zaten bölgedeki temaslarını aktif şekilde yürütüyor. Amerika bir paradoksun içine girmiş gibi bir durum söz konusu. Bir bölgesel savaş çıkarayım derken Amerika bir bataklığın içine de saplanabilir. Vietnam'da olduğu gibi."

‘TÜRK MİLLETİNİ BUNLARLA KANDIRAMAZSINIZ’

Vatan Partisi Genel Sekreteri Özgür Bursalı, Blinken'ın Türkiye ziyaretine ilişkin sosyal medya hesabından bir paylaşım yaptı. Bursalı, "Blinken gelirken apron aydınlatılmadı", "Cumhurbaşkanı Ayder'den mesaj verdi", "Hakan Fidan ABD Dışişleri Bakanının öpme hamlesini geri çevirdi" şeklinde yapılan yorumları hatırlatarak, "Türk milletini bunlarla kandıramazsınız" dedi. Bursalı şu açıklamayı yaptı:

"Yapılacak işler bellidir. Türkiye-Suriye derhal işbirliği yapacak. ABD güdümlü terörün kökü kazınacak. İncirlik-Kürecik üsleri TSK'nın tam denetimine verilecek. Yanlış Ukrayna siyasetinden vazgeçilecek. Kıyı bankalarına kaçırılan 500 milyar dolar geri getirtilecek. NATO'dan çıkılacak.

‘İRAN DÜŞMAN DEĞİL’

Akşam gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz, İran’ın Türkiye’nin düşmanı olmadığını vurgulayarak şu mesajı paylaştı: “Beyler, İran düşman değil karıştırmayın. Bölge devletlerinin baş düşmanı ABD’dir. Türkiye’nin de dahil. Gazze’deki katliamı ABD nezaretinde İsrail yapıyor. Nükleer denizaltılarıyla, savaş/uçak gemileriyle sadece İran’ı değil, diğer bölge devletlerini de tehdit ediyor. Kulağa hoş gelen ABD ninnileri uyutmaya, ayrıştırmaya, yalnızlaştırmaya, hedef şaşırtmaya yarar.”

İKİ ÜLKE ORTAK CEPHE

ABD, Batı Asya’dan Asya Pasifik’e kadar bölgede planlarına taş koyan kuvvetleri hedefe koyuyor. Bunun başında da Türkiye, Rusya, Çin ve İran geliyor. İran’ın ekonomik ilerleyişini baltalamak için 44 yıldır ambargo ve yaptırımlarla hedef alan Washington, toplumsal kışkırtma olaylarıyla da İran’da sistem değişikliği arayışını sürdürüyor. Tıpkı Türkiye’ye yönelik Fethullah Gülen Terör Örgütü’nü himaye ettiği gibi sözde İranlı muhalifleri de fonluyor. Ayrıca özellikle PKK’nın İran kolu PJAK başta olmak üzere Kürdistan Özgürlük Partisi PAK, İran Kürdistan Demokrat Partisi İKDP ve İran Kürdistanı Devrimci Emekçiler Topluluğu Komele gibi Irak’ın kuzeyinde faaliyet yürüten terör örgütlerini İran’a karşı kullanıyor. Bölge ülkelerinin İran ile ilişkilerini bozmak için İran içindeki Türkleri ayaklandırma projesi olan “Güney Azerbaycan kurma” hayalini MOSSAD eliyle hayata geçirmeye çalışıyor. ABD aynı zamanda İran’ın askeri yöneticileri ve önde gelen bilim insanlarına suikastler düzenliyor. İran’ın askeri atılımını engellemek için nükleer silah konusunu bahane olarak kullanıyor. Avrupa’da kimi ülkeleri de peşine takarak ‘İnsan hakları ve özgürlük’ kılıfı altında İran’ı dünyada tecrit etme ve yalnızlaştırma politikası uyguluyor.

ABD GÜDÜMLÜ TEHDİTLERİ BERTARAF ETME YOLU

Askeri, siyasi ve ekonomik açıdan sürekli İran içişlerine müdahaleci anlayışı benimseyen ABD’nin Tahran ve Ankara’ya yönelttiği birçok tehdit ortak. Irak ve Suriye’ye yönelik ABD müdahalelerinin bir sonraki adımında Türkiye ve İran bulunuyor. Atlantik cephesinden yükselen tehditleri göğüsleme konusunda Türkiye ile İran’ın daha sağlam sırt sırta vereceği döneme çoktan girildi. Ekonomiden askeri işbirliğine birçok alanda el ele verme zorunluluğu kaçınılmaz olarak iki ülke önünde duruyor. Türkiye İran’dan daha fazla gaz ve petrol alabilir, Türkiye de İran’ın donanmasını güçlendirecek birikimini paylaşabilir. İran, ilaç sanayisinden birçok alanda teknolojik atılıma sahip. Bu alanlardaki üretimler için Türkiye, geniş bir pazar olma potansiyelini barındırıyor. İki ülke, milli sermayedarları için büyük imkanları bünyesinde taşıyor. İpek Yolu İnisiyatifi kapsamında da iki ülke kazan kazan zincirini sağlamlaştırabilir. İran ile Türkiye, Suriye krizinin çözümü, PKK/PYD’nin başının ezilmesi, ABD’nin Suriye ve Irak işgaline son vermede anahtar konumda yer alıyor. Doğu Akdeniz’de ABD’nin yaptığı askeri yığınak ilk etapta Türkiye’yi hedef alsa da İran’ın da ön cephelerinden birisidir. Türkiye’ye oradan gelecek bir saldırı İran’da da hissedilecektir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanıtılması meselesi de Tahran’ın önüne koyulabilecek önemli gelişmelerden birisidir. Yani toplamda Türkiye ve İran, Kafkaslar’dan Umman Denizi’ne, Filistin’den Doğu Akdeniz’e geniş bir alanda işbirliği imkânı bulunuyor./aydınlık

Hizbullah’ın Siyonist İsrail rejimine saldırıları, daha geniş çaplı savaşın başlama olanağı, Aksa Tufanı operasyonunun dünya kamuoyu üzerindeki etkisi, İran ve Türkiye’nin işbirliğinin önemi başlıkları Ulusal Kanal İran Temsilcisi Gürkan Demir ile röportajımızda değerlendirildi.

Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları ve daha geniş çaplı bir savaşın çıkma olanağını değerlendiren Ulusal Kanal İran Temilcisi Gürkan Demir İRNA Türkçe servisine konuştu.


Aksa Tufanıyla birlikte yenilmez İsrail, yenilmez ABD algısı aniden çöktü

7 Ekim tarihinden beri yaşadıkları paniği hala üzerlerinden atlatabilmiş değiller. Hollywood sinemasının yarattığı "yenilmez İsrail" , "yenilmez ABD" algısı bir sabah aniden çöktü. Bu sarsıntı sadece Tel Aviv ve Washington'da değil, yıllardır bu ülkelerin hizmetkârı gibi davranan kimi Avrupa başkentlerini de derinden etkiledi. Aslında Filistin direniş güçleri, ABD ve İsrail'e atıfla muktedir bir güç olarak kabul edilen bir rüyayı sona erdirdi. Klişe bir örnek vardır. "Köşeye sıkışan kedi tırmalar." Bu tırmalama kedinin sıkışmışlıktan nasıl çıkacağını bilemeden gelişigüzel patilerini savurmasıdır. En nihayetinde bu tırmalama bazı yaralar oluşturur ama o kedinin o an yaşadığı panik, korku ve mağlubiyet sabittir. Bugün İsrail'in savunmasız sivillere yönelik, hastane, okul, dini mekanlar fark etmeksizin saldırılar düzenlemesi köşeye sıkışan kedi misali tırmalamaktan başka bir şey değildir. Keza ABD'nin ne olduğunu anlayamadan tek seçenek olarak bölgeye askeri güç yığınağı yapması da bunun bir parçasıdır. 7 Ekim akşamı olmasa bile birkaç gün içinde Tel Aviv'e Filistin bayrağı dikileceği korkusunu derinden yaşadılar. Ve bütün bunlar Filistinli direniş güçlerinin, azim, kararlılık ve inanmışlığının sonucu oluştu. Geldiğimiz nokta itibariyle operasyonun ilk günleri ortaya atılan “İsrail istihbaratının bundan kesin haberi vardı” gibi yaklaşımların çok da bir kıymetinin olmadığı anlaşıldı. Şüphesiz uzun süredir Filistin direniş grupları tarafından yapılan hazırlık İsrail’in dikkatini çekmiştir. Yani Hamas, 3 kilometre menzilli füzelere sahipken, 250 kilometreyi bulan füze üretimine başlamış olması herhalde herkesin dikkatini çeker. Ama öyle anlaşılıyor ki Tel Aviv güç sarhoşluğu veya bir başka deyişle güç zehirlenmesi yaşadığı için 7 Ekim senaryosuyla karşılaşmanın yakın tarihte olmasını beklemiyordu.

- Aksa Tufanı operasyonundan sonra Türkiye’nin tutumu nasıldı?

Bazı başkentler gibi Ankara da 7 Ekim sabahı ve birkaç günlük zaman içinde tam olarak ne olduğunu anlamakta zorlandı. Aksa Tufanı Operasyonu’nda kısa sürede elde edilen başarı ve operasyonun devam etmesi sonrası Ankara sahadaki gelişmeleri daha yakından anlamaya başladı. Her geçen gün İsrail saldırılarına verilen tepkinin ve Hamas’a verilen desteğin dozu söylemde artsa da eylemde daha somut adım beklentileri var. Ve Ankara (Ak Parti hükümeti) henüz halktan yükselen somut adım çağrılarına tam manasıyla karşılık verebilmiş değil. İsrail, Türkiye’den diplomatlarını çekti, vatandaşlarına Türkiye’ye gitmemeleri yönünde seyahat uyarısında bulundu. Yaptırımları Ankara’dan Tel Aviv’e beklerken tam tersi oldu. Ankara, İsrail ile yapılması gündemde olan gaz anlaşmalarının askıya alındığını duyurdu. Bu hayata geçirilmesi zor olan projeler için zaten enerji harcamak anlamsızdı. Kaldı ki projeler hayata geçirilseydi de işte son 25 gündür yaşadığımız gibi İsrail elde ettiği mali kaynakları bombaya, füzeye çevirip Filistinlilerin üzerine yağdırıyor. Türkiye süreç için kazan kazan yaklaşımı sergilese de Filistin’in Türkiye’nin güvenliği için de bir ön cephe olduğunu düşünürsek “kazan kazan” değil, “kaybet-kazandır” süreci başlardı.

Türkiye Hamas’a karşı kara propagandalara dur dedi
 Ankara, Atlantik cephesi tarafından yürütülen “Hamas eşittir Terörist” algısına kara propagandasına karşı önemli bir çıkış yaptı. Bu süreçte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Hamas siyasi liderliğiyle görüştü. Daha fazla gecikilmeden Türkiye, Hamas yetkililerini Ankara’da ağırlamalı, sürece verdiği desteği ve Hamas hangi katkıyı istiyorsa onu vermeye hazır olduğunu bu görüşmede açıkça bir kez daha ilan etmelidir. Mitingler, gösterileri yürüyüşler şüphesiz önemli ancak elinde yaptırım gücü olan devlettir, devleti de şu an yöneten hükümetin bir an evvel daha somut adımlar atması gerekmektedir.


Hizbullah İsrail’in korkulu rüyasıdır
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun korkulu rüyası Lübnan Hizbullah’ının sürece dâhil olmasıdır. Çünkü daha önce İsrail’in Hizbullah’a karşı yaşadığı bir mağlubiyet var.

 

 Bunun yanı sıra bölgedeki direniş güçleri arasında düzenli orduya en yakını Hizbullah, en nitelikli ve nicelikli insan gücüne sahiptir. İnsan gücüyle birlikte, havada, karada ve denizde en etkin, caydırıcı silahları da elinde bulundurmaktadır. Hizbullah’ın dâhil olması işgal topraklarının kurtarılmasında önemli bir etkiye sahip olacaktır. Yani haritaları değiştirecek bir adım kapasitesindedir. Aynı zamanda bir yandan güneyde Gazze cephesiyle meşgul olan İsrail’in kuzeyde de açılacak yeni bir cepheyi kaldıracak güç ve imkânı yoktur. Zaten ABD’nin bölgeye getirdiği askeri güç de bunu açıkça ortaya koymaktadır. İsrail’in yalnız başına bağımsız Kudüs’te Filistin bayrağı çekilmesini engelleyecek kudrete sahip olmadığını bilen Washington yönetimi bu adımları atmaktadır. Tabi sürecin başından beri Lübnan Hizbullah’ının alacağı tavır tartışılıyor. Bana göre burada birkaç ince çizgi var. İlki, Filistin direniş güçlerinin kendi öz güçleriyle İsrail’e yaşatacakları başarısızlıkları dünyaya göstermek, ikincisi burada elde edilecek kazanımlar sayesinde kısa vadede ateşin bölgeye yayılmamasını sağlamak, üçüncüsü İsrail’in tüm gücüyle Gazze’ye yönelik baskı uygulamasını engellemek (İsrail bazı güçlerini olası tehditlere karşı Lübnan sınırında tutuyor) dördüncü ise olası bir savaş durumu için öncü adımların atılması…

Hizbullah İsrail’in sınır boylarındaki teknik alt yapısını çökertiyor
Öncü adımlardan kastım Lübnan İsrail sınırında 7 Ekim’den bu yana karşılıklı yaşanan atışlar. Hizbullah burada, İsrail’in sınır boylarındaki teknik alt yapısını çökertmeye dönük bir taktik izliyor. Sınırı izleyen elektronik sistemlerin tahrip edilmesi, sınırda konuşlu birliklerin yıpratılması ve en nihayetinde de alınacak bir savaşa dâhil olma kararıyla hızla İsrail içlerine doğru ilerleyebilmek. Son ince çizgi de Lübnan Hizbullah’ına yönelik dışarıdan gelen “savaşa dâhil ol, artık neyi bekliyorsun” baskısıdır.

Hizbullah ne zaman İsrail’e tam saldırı düzenleyecek?
Hizbullah liderliğinin Filistin davasına verdiği tam destek herkesçe malum. Savaş kararı alınacaksa bunun en doğru zamanda ve koşulda geleceğini bilmeliyiz. Liderliğin, günü birlik, duygusallıktan uzak bir politika izlediği görülüyor. Ancak eğer ki o zaman gelir ve ıskalanırsa bu kez direniş cephesinin gücü, birliği, Siyonizm ve emperyalizme karşı olan mücadelesi tartışma konusu olacaktır ve eleştiri okları yoğunlaşacaktır.

 

Türkiye ve İran’ın güvenliği birbirine bağımlıdır
Atlantik cephesi içinde kalarak Türkiye’nin bölgeye ve kendisine yönelik Atlantik kaynaklı tehditleri engellemesi mümkün değildir. Türkiye’nin güvenliği İran’dan İran’ın güvenliği Türkiye’den geçmektedir. Her iki ülke yöneticileri de bu bilinçle hareket etmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.

 

O halde buna uygun adımlar gerekmektedir. ABD’nin İran’a olası bir doğrudan müdahalesi (Sahadaki gelişmeler bunun kısa sürede olacağını göstermiyor.) karşısında Ankara’nın tavrı mutlak suretle Tahran’dan yana olmalıdır. Keza ABD benzer tehditleri Türkiye’ye de yöneltiyor. Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Yunanistan topraklarına yaptığı askeri yığınak da Türkiye’nin de hedefte olduğunu açıkça ortaya koyuyor.

İsrail ve ABD’nin hedefinde Türkiye de var
 Türkiye’yi olağanüstü tehdit olarak gördüğünü ilan, Türk SİHA’sını vuran ABD, İsrail için öncelikli tehdidin Türkiye olduğunu savunan Tel Aviv* var karşımızda. Bu tablo karşısında da Tahran’ın amasız fakatsız Ankara’nın yanında yer alması gerekmektedir. Bunun için iki ülkenin birbirine daha fazla güven verecek iş birliklerini geliştirecek adımlara ihtiyaç var. Örneğin, bugünlerde bir kez daha gündeme gelen İncirlik askeri üssü ve Kürecik Radar Üssü’nün Türk ordusunun tam denetimi altına alınması için daha ne bekleniyor? Ya da Güney Kafkasya’da oluşan yeni dönemde iki ülke iş birliği içinde daha fazla elini taşın altına koymalıdır. Suriye’de Türkiye ile İran arasına nifak sokmak için ortaya atılan ve dedikodulara neden olan “İran Türkiye’ye karşı faaliyet yürütüyor, Şam’ın Ankara ile anlaşmasını engellemek istiyor” gibi iddialar konusunda kamuoyuna daha fazla bilgiler verilmelidir. Türkiye’nin de hala anlamsızca sürüncemede kalan Suriye ile üst düzeyde doğrudan temas ve iş birliklerini kurma sürecini hızlandırması gerekiyor. Irak sahasında da iki ülkenin birlikte atacağı çokça adım bulunuyor. En başında da ABD destekli PKK/PJAK’ın kökünün kurutulması, Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlamlaştırılması gibi… Hal böyle olunca direniş cephesindeki örgütler, Siyonizm ve emperyalizm üzerine daha güçlü ve daha kararlı yürüyebilir. Son olarak Ankara, böylesine kritik bir süreç içinde Beyrut’u görmezden gelen bir hava içinde. Türkiye ile Lübnan Hizbullah’ının sahadaki gelişmelere dair doğrudan görüşme trafiği başlatması da sürece olumlu katkı verecektir.

Atlantik cephesinin tehditleri yükselirken Türkiye’nin ittifak birikimi içinde yer alan İran, Rusya ve Çin gibi kuvvetlere dirsek atmak Türkiye’nin bütünlüğüne ve geleceğine döşenen bir dinamittir. Ne zaman Türkiye, Atlantik kuvvetiyle karşı karşıya gelse bazı kara propaganda süreci başladığına şahit oluyoruz. Rusya ile Suriye’de iş birliği yoğunlaşıyor hemen ardından “Rusya bizi çevreliyor, Rusların sıcak denize inme hayalleri gerçek oluyor” kampanyası başlıyor. Çin ile ticari ilişkiler ne zaman ivme kazansa BBC yalanlarına sarılarak  “Uygurlara soykırım” tartışması yoğunlaştırılıyor. Batı Asya’da Türkiye ve İran’a yarayacak gelişme olsa bu kez de “İran Güney Kafkasya’da taş koyuyor, Güney Azerbaycan’ı kuracağız, İran PJAK’ı destekliyor” gibi söylemler baş gösteriyor.

Hizbullah’a karşı yürütülen kara propagandaların arkasında ne var?
 Son olay ise Filistin meselesi üzerinden yaşanıyor. Türkiye’deki kimi basın yayın organları ve İyi Parti, CHP gibi siyasi partiler sürekli olarak Siyonizm ve emperyalizm karşısında yer alan kuvvetlere taş atmaya başlıyor. Aslında tam da kendilerine biçilen bozgunculuk görevini yerine getiriyorlar. Hamas’ın terör örgütü olduğu iddiası dile getirenler olduğu gibi Lübnan Hizbullah’ının eski genel sekreterlerinden Suphi Tufeyli’nin İran karşıtı çıkışları manşetlere konu yapılmaya başladı. Türkiye’deki maalesef mezhepçi bir şekilde süreci alan kimi çevrelerde, özellikle de Tufeyli’nin açıklamaları üzerinden İran’ı hedef alıp, Tahran’ı kenara itme çabası var. Kaldı ki Tufeyli, son derece şaibeli bir konuma sahip. Hizbullah üzerinde bir etkisi olmadığı gibi, onun adına konuşacak bir örgütsel bağlılığı da yok. Ne Filistin’de ne Güney Kafkasya’da ne Körfez’de, ne Irak’ta ne Suriye’de ne Doğu Akdeniz’de İran’ı kenara iterek Türkiye’nin kazanım sağlayacağı bir cephe yoktur. Bu sadece İran için değil Çin ve Rusya için de geçerlidir. ABD etrafına topladığı kuvvetlerle Türkiye’ye namlu gösterirken Türkiye’yi yalnızlaştıracak, ittifak birikiminden mahrum bırakacak propaganda Türkiye’ye en büyük zararlardan birini verir. Bir yanda bunlar yaşanırken diğer yanda şunu da görmekte yarar var ki Türkiye’de bu bozguncu fikirler karşılık bulmakta her geçen gün daha da zorlaşıyor ve bu fikirlerin kamuoyunu etkileme gücü zayıftır. Çünkü ABD kaynaklı tehdit her geçen gün artıyor, bu tehdide karşı bölgesel iş birliğinin önemi de her geçen gün yükseliyor. Türkiye’de bulunan bugünkü siyasi iktidar bu tehditler karşısında çelişkiler yaşasa da halk özellikle de 15 Temmuz’dan sonra süreci çok iyi tahlil edebiliyor.

  İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi, "İran, uluslararası toplumun İsrail rejiminin tehlikeli açıklamalarını kınamasını ve nükleer silah programını durdurması için bu rejime baskı yapmasını istiyor" dedi.

 İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Emir Said İrevani, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e ve güvenlik konseyinin dönemsel başkanına yazdığı mektupta, “Güvenlik Konseyi'nin dikkatini İsrail rejiminin kuşatma altındaki Gazze Şeridi'ndeki savunmasız ve masum sivillere karşı nükleer silah kullanma tehdidine çekmek istiyorum” dedi.


İrevani’nin gönderdiği mektupta şu ifadelere yer verildi:
“Gazze'deki savunmasız Filistin halkı sürekli İsrail askeri saldırısına, vahşi cinayetlere, ve toplu cezalara maruz kalıyor. Bunların hepsi uluslararası insan haklarının açık ihlalidir. Şimdi de haydut İsrail rejiminin nükleer tehdidiyle karşı karşıyalar. Endişemizi daha da artıran ise Siyonist rejiminin sözde kültür mirası bakanının ​​ortaya attığı son iddiadır.


İsrail rejiminin yetkililerinin nükleer silah kullanma tehdidine sadece iki ay içinde ikinci kez başvurması son derece üzücüdür. Siyonist rejimin Başbakanı Binyamin Netanyahu, daha önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 78. oturumunda yaptığı konuşmada, İran'a karşı nükleer silah kullanımına ilişkin açık tehditlerde bulunmuştu.


Nükleer silahları kullanmak veya sadece tehditte bulunmak sadece uluslararası hukukun açık bir ihlali değil, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Şartı'nın, özellikle de Madde 2(4)'ün içerdiği temel ilkelerin de açık bir ihlalidir.


İran, uluslararası toplumdan İsrail rejiminin tehlikeli açıklamalarını kınamasını ve nükleer silah programını durdurma ve kitle imha silahlarına ilişkin tüm ilgili uluslararası anlaşma ve sözleşmeleri tam olarak yerine getirmesi için rejime baskı yapmasını istiyor.”/mehr