کارگر

کارگر

  Siyonist İsrail’in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarında 12 bin tondan fazla patlayıcı kullandığı, bunun da yaklaşık bir atom bombasının gücüne eşit olduğu duyuruldu.
 

Gazze'deki hükümetin medya ofisinden İsrail'in saldırılarına ilişkin açıklama yapıldı.

Açıklamaya göre, çocuk katili Siyonist rejim 7 Ekim'den bu yana Gazze'ye 12 bin tondan fazla patlayıcıyla saldırı düzenledi, kilometrekare başına yaklaşık 33 ton patlayıcı düştü.

Gazze'ye düşen toplam patlayıcının gücüne dikkat çekilen açıklamada, Siyonist İsrail'in Gazze'de şu ana kadar kullandığı patlayıcı miktarının neredeyse ABD'nin 2. Dünya Savaşı'nda Japonya'nın Hiroşima kentine attığı atom bombasının gücüne eşdeğer olduğu vurgulandı.

Açıklamada, Gazze Şeridi'ndeki konutların yarısına denk gelen 183 binden fazla konutun zarar gördüğü, bunlardan 28 bininin tamamen yıkıldığı veya oturulamaz durumda olduğu aktarıldı.

Siyonist rejimin saldırıları sonucu hayatını kaybedenlere dair ise 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'nde 2 bin 360'ı çocuk, 1421'i kadın olmak üzere 5 bin 791 kişinin şehit olduğu, 16 bin 297 kişinin yaralandığı bilgisi verildi.

Açıklamaya göre ayrıca 18 gündür devam eden saldırılarda İsrail, Gazze'de 644 aileden çoğu kadın ve çocuk 4 bin 292 kişiyi şehit etti.

Siyonist rejimin saldırıları nedeniyle Gazze Şeridi'ndeki her 100 kişiden biri şehit oldu veya yaralandı.

Açıklamaya göre, Siyonist rejimin saldırıları nedeniyle 75 kamu kurumu ve onlarca hizmet tesisi ağır hasar aldı.

İbadethanelerin de hedef alındığına işaret edilen açıklamada, "Saldırılarda, 35 cami tamamen yıkıldı, 3 kilisede ağır hasar meydana geldi." ifadesi kullanıldı.

Siyonist İsrail'in saldırılarında fosfor bombası gibi uluslararası yasaklı mühimmat kullandığı belirtilen açıklamada, "hayatını kaybedenlerin vücudunda yanıklar ve uzuvlarında erimelere rastlandığı" vurgulandı.

Açıklamada, ismi verilmeden bazı Batılı medya kuruluşlarının Siyonist İsrail'den taraf olmaları kınanırken, bu kuruluşların "Gazze'de çocuk, kadın, yaşlı ve sivillerden oluşan mağdurların karşısında celladın yanında yer aldığı" belirtildi.

Gazze Şeridi'ne yönelik yardımların önemine işaret edilen açıklamada, Refah Sınır Kapısı'nın sürekli açık tutulması gerektiği, yardım ve yakıt girişinin engellenmemesinin yanı sıra yaralıların Gazze dışında tedavi almasına imkan sağlanması çağrısı yapıldı.

Açıklamaya göre ayrıca, Gazze Şeridi'nin nüfusunun yüzde 70'ine tekabül eden 1 milyon 400 bin yerinden edilen kişi, 100'ü Gazze kenti ve Gazze'nin kuzeyinde olmak üzere 222 barınma merkezine sığındı.

Öte yandan Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA), Siyonist İsrail saldırıları nedeniyle abluka altındaki Gazze Şeridi'nde 600 bin kişinin yerinden edildiğini duyurdu.

UNRWA "Doğu Kudüs dahil Gazze Şeridi ve Batı Şeria'daki Durum: Savaşta 17 Gün" adıyla bir rapor yayımladı.

Raporda, 7 Ekim'den bu yana devam eden Siyonist İsrail saldırılarının ardından Gazze'de 600 bin kişi yerinden edildiği, bu kişilerin UNRWA'ya ait 150 sığınakta barındığı aktarıldı.

Son 24 saatte 10 bin kişinin daha yerinden edildiği kaydedilen açıklamaya göre, Gazze'nin orta kesiminin yanı sıra Han Yunus ve Refah bölgelerinde yaklaşık 430 bin Filistinli yerinden edildi.

Gazze'ye 21 Ekim'den bu yana 54 tır yardım ulaştırıldığı, yardım tırlarında gıda, su ve ilacın olduğu ancak yakıt sağlanamadığı bilgisine yer verilen raporda, yakıt temin edilemediği takdirde UNRWA'nın yakıtının "2 gün sonra tükeneceği" uyarısı yapıldı.

BM Genel Sekreteri Guterres, İsrail'in saldırılarına tepki gösterdi. Guterres,'Hamas'ın İsrail'e saldırılarının durup dururken başlamadığını belirtti. Guterres, "Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz kalıyor' dedi.


Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres, Hamas'ın İsrail'e saldırılarının durup dururken başlamadığını belirtti. Guterres, "Filistin halkı 56 yıldır boğucu bir işgale maruz kalıyor. Topraklarının sürekli olarak yerleşim yerleri tarafından yutulduğunu, ekonomilerinin tıkandığını, insanlarının yerinden edildiğini ve evlerinin yıkıldığını gördüler. İçinde bulundukları zor duruma siyasi bir çözüm bulma umutları yok oluyor” dedi. 

İSRAİL'DEN GUTERRES'E TEPKİ
İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen ve İsrail’in BM Daimi Temsilcisi Gilad Erdan, Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarının durup dururken başlamadığının kabul edilmesi gerektiğini vurgulayan  Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres'e tepki gösterdi.  
 

İsrail-Filistin arasındaki çatışmaları ele almak üzere toplanan BM Güvenlik Konseyi’nde BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırılarının durup dururken başlamadığını ifade etmesine İsrail tepki gösterdi. İsrail Dışişleri Bakanı Eli Cohen, "Genel Sekreter, hangi dünyada yaşıyorsunuz? Kesinlikle burası bizim dünyamız değil” ifadelerini kullandı.

Cohen ayrıca sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “BM Genel Sekreteri ile görüşmeyeceğim. 7 Ekim katliamından sonra dengeli bir yaklaşıma yer kalmadı. Hamas gezegenden silinmeli” dedi.

Çarşamba, 25 Ekim 2023 07:56

Kafkasya’da İşbirliği zamani

İran’daki ‘Güney Kafkasya’da Kalıcı Barış ve İstikrarın Tesisine Yönelik Bölgesel İşbirliği Platformu’ toplantısında ortaklığı geliştirme kararlılığı vurgulandı. Anlaşmazlıkların barışçıl yolla çözülmesi ve komşu ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı çağrısı yapıldı.


Türkiye, İran, Rusya, Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri Bakanları 3+3 mekanizması kapsamında Tahran’da bir araya geldi. 5’li görüşmenin yanı sıra Bakanlar arasında ikili temaslar sağlandı. Aynı zamanda konuk ülkelerin dışişleri bakanları İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi tarafından ayrı ayrı kabul edildi. Reisi bu görüşmelerde İran’ın bölge ülkelerin toprak bütünlüğünü kendi toprak bütünlüğü olarak gördüklerini vurguladı. Dışarıdan müdahalenin bölgesel barış ve istikrara zarar verdiği değerlendirmesinde bulunan Reisi, İsrail ve onun zulümlerine destek veren ABD’nin bölge ülkelerinin gerçek dostu olmayacağını kaydetti. Ardından İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan kameralar karşısına geçti. “Gerçekleştirdiğimiz zirvenin sloganı ‘Güney Kafkasya’da barış, işbirliği ve kalkınma zamanıdır.’” diyen Abdullahiyan, Azerbaycan ile Nahçıvan’ı birbirine bağlayacak yolun İran’dan geçmesi için Bakü ile el sıkıştıklarını hatırlattı.

AZERBAYCAN VE NAHÇIVAN İRAN’DAN BAĞLANACAK
Yaklaşık 3 ay önce Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Bakü’de yaptığı görüşmeyi hatırlatan Abdullahiyan, “Aliyev, Güney Kafkasya’nın sınırlarını ve jeopolitiğini değiştirmeye niyetlerinin olmadığını söyledi. Ayrıca Zengezur’un ulaşım güzergahına ilişkin olarak iki ülke arasında İran’dan Nahçıvan’a kadar bir koridorun oluşturulması kararlaştırıldı. Bu projenin hayata geçirilmesi için iki ülkenin ilgili şirketleri ve uzman bakanlıkları çalışıyor.” dedi. Güney Kafkasya’da istikrarlı barış ve güvenliğe en kısa sürede tanık olmayı umdukları bir platform sağlandığını ifade eden Abdullahiyan, “Ermenistan’ın, Azerbaycan’ın Karabağ üzerindeki egemenliğini tanıması ve Azerbaycan’ın Karabağ’da yaşayan Ermenilerin güvenliğinin sağlanmasını ve korunmasını ana sorumluluk olarak ilan etmesi, olumlu bir adımdır. Bu zirve sonrası Güney Kafkasya’da artık zorbalık dilinin olmayacağını umut ediyorum. Türkiye’de yapılacak toplantının ardından bu toplantıları Bakü ve Erivan’da yapmak istiyoruz.” değerlendirmesi yaptı.

 
 

‘BARIŞ SÜRECİNE İVME KAZANDIRACAK’
Türk Dışişleri Bakanlığı, 5’li toplantıya dair yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, “Bakanımız toplantıda Türkiye’nin kalıcı barışın sağlanması için bölgesel sorunları diyalog yoluyla çözmekten yana olduğunu, bu oluşumun (3+3) bölge ülkelerinin kendi sorunlarını kendilerinin çözebileceğini uluslararası topluma göstermesi açısından da önem taşıdığını, bölgede işbirliği ve dostluğun önündeki engellerin kalkmasının memnuniyet verici olduğunu, bölgesel huzur ve istikrarın yolunun Azerbaycan-Ermenistan arasında imzalanacak kapsamlı bir barış anlaşmasından geçtiğini, bölgesel ulaştırma bağlantılarının açılmasının normalleşme ve barış süreçlerine ivme kazandıracağını vurguladı.” denildi.

ANLAŞMAZLIKLAR ADIM ADIM ÇÖZÜLÜYOR
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da toplantı sonrası gazetecilere değerlendirmeler yaptı. Bakü ve Erivan’ın Karabağ’ın Azerbaycan’a ait olduğu konusunda hemfikir olduğunu dile getiren Lavrov, “Çözülmemiş asıl sorun da buydu. İhtilaf büyük ölçüde çözüldü.” diye konuştu. Lavrov, geriye, bir barış anlaşması hazırlanması, sınırların çizilmesi ve hiçbir engel olmaksızın ulaşım bağlantılarının sağlanması başta olmak üzere ilişkileri tamamen normalleştirmeye yönelik pratik adımların kaldığını kaydetti. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov bu açıklamalarının yanı sıra İsrail-Filistin meselesine çözüm için Türkiye’nin gündeme getirdiği garantörlük önerisi hakkında da konuştu. Türk mevkidaşı Hakan Fidan’dan bu konuyu somutlaştırmasını istediğini bildirdi.

 

ZİRVEDE KABUL EDİLEN 9 MADDELİK BİLDİRİ
Bildiriye göre;

 Görüşmelerde, bölgede güven ve işbirliği ortamının genişletilmesi ve güçlendirilmesi amacıyla “3+3” bölgesel mekanizmasının düzenli toplantılarının devam ettirilmesi değerlendirildi.
 Alınan karar ile bir sonraki “Güney Kafkasya’da Kalıcı Barış ve İstikrarın Tesisine Yönelik Bölgesel İşbirliği Platformu” toplantısının diplomatik kanallar aracılığıyla koordine edilecek bir tarihte, Türkiye’de yapılması konusunda mutabakata varıldı.
 Anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümlenmesine, siyasi bağımsızlığa, toprak bütünlüğüne, belirlenmiş sınırların dokunulmazlığına, tehdit veya kuvvete başvurmanın engellemesi ile insan haklarına saygı konularına vurgu yapıldı.

 
 
 Karşılıklı güvenin, ulusların refahının ve bölgenin istikrarının güçlendirilmesinde ekonomik işbirliğinin olumlu rolünün vurgulandı.
 Eğitim, bilim, turizm, kültür ve spor alanlarında kültürel işbirliğinin ve ortak projelerin uygulanmasının önemine değinildi.
 Bölgede istikrarlı barışın ve ekonomik kalkınmanın sağlanması amacıyla ikili ve çok taraflı istişare ve etkileşimlerin güçlendirilmesi yönünde karar verildi
 Bölgedeki tüm ülkeler arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ve gelişmesi yönündeki mevcut süreçler memnuniyetle karşılandı.
 Toplantının sonuçları olumlu olarak değerlendirilmekte ve sonraki toplantılar Gürcistan’ın eşit katılımına açıktır
 Toplantıda, Gazze’deki durum da görüşüldü, masum sivillerin hedef alınmasına derhal son verilmesi gerektiği vurgulandı.

 İddiaya göre İsrail 1967’de işgal edip 1982’de bıraktığı Sina Yarımadası’nın kuzeyindeki “Yamit” adlı yerleşim merkezinin Filistinlilere tahsis edilmesini öneriyor. İsrail burayı terk ederken yıkmıştı. Katar’dan istenilen şey ise finansman. İsrail her seferinde Gazze’de binlerce binayı yıkar, Katar yeniden inşa için kesenin ağzını açar. Böylece İsrail’in cebinden bir kuruş çıkmaz.


Holokost’tan kurtulan Dr. Gabor Mate ailesinin katledildiği Auschwitz'in dikenli tellerinin güçlü bir orduyla korunan bir Yahudi devletinin sınırlarıyla değişmesinin hayalini kuruyordu. İntifada sırasında Batı Şeria’ya gittikten sonra hayalinin Filistinli nüfusa kâbus yaşattırmadan ve onları sürmeden olamayacağını anladı. Bunu itiraf ederken artık idealist bir Siyonist değil hakikatin tanığıydı. Auschwitz'in dikenli telleri Filistinlileri insanlıktan çıkartan duvarlara ve bariyerlere dönüştü.
İsrailli kurucu liderlerin içinden çıktığı Haganah, İrgun ve Stern gibi örgütlerin terör eylemleriyle başlayıp 1948’den itibaren kurumsallaşan işgal ve göçertme siyaseti kesintisiz devam ediyor. Yahudiler 1948’i İsrail’in doğuşu ve yeniden diriliş yılı olarak kutlarken Filistinliler Nekbe’nin (Büyük Felaket) yasını tutuyor. Sürgün, katliam, gasp, mülksüzleştirme, abluka, tecrit, hayat damarlarını kurutma, hapis, kötü muamele ve apartheid uygulamalarıyla zamana yayılmış ya da ağır çekimde ilerleyen bir soykırım yaşıyor. 7 Ekim 2023’te Hamas’ın düşmanına dönüştüğü bir zaman kesiti, İsrail’in 75 yıllık suç sicilini temize çekmek ve etnik temizlikte yeni bir sayfa açmak için kullanılıyor. “Hamas eşittir IŞİD” diyen bir propagandayla İsrail-Filistin sorununun tarihsel bağlamlarını iptal eden yeni bir anlatı inşa ediliyor. Bunun Gazze için düşünülen “nihai çözümü” mümkün kılacağı düşünülüyor.
7 Ekim’deki kanlı kesit, İsrail’e desteğini fazla açık edemeyen ‘utangaç’ ve ‘çekingen’ tayfanın dilinin çözülmesine yaradı. Hamas’ın dünyası Filistin davasına gönül vermiş farklı din, inanç ve görüşten pek çok insanın katılabileceği bir gelecek değil. En önemli destekçisi Hizbullah bile Hamas’ın ait olduğu Müslüman Kardeşler çizgisindeki örgütlerle Suriye’de yıllardır çatışıyor. Filistin Hamas’tan ibaret de değil. Hamas’ın yerinde seküler ya da solcu bir örgüt olsa da Filistinlilerin “terör” ile ilişkilendirildiği durum değişmeyecek. İsrail’in varlığını kabul edinceye dek Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) de terör örgütü muamelesi gördü. Elbette Filistin davasında bayrağın sol-seküler hareketlerden İslamcılara geçmesi İsrail’in uluslararası alandaki sıkışmışlığını hafifletti. Aşırı güç kullanımında İsrail’in ayağına dolanan ipler çözüldü. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) örneğinde olduğu gibi işgale karşı direndiği sürece herhangi bir Filistinli oluşumun ‘terör örgütü’ muamelesi görmeme şansı yok. Burada durup “Sahi Hamas’ın yükselişinde İsrail’in rolü neydi” diye tekrar tozlu raflara dalabilirsiniz. 1980’lerde Gazze’de “askeri vali” olarak görev yapmış emekli Tuğgeneral Yitzhak Segev’in FKÖ ve El Fetih’i dengelemek için camilere para dağıttıklarına ve Hamas’ı kendi elleriyle yarattıklarına dair sözlerini hatırlayabilirsiniz. Ya da o vakitler Gazze’de dini işlerden sorumlu yetkili Avner Cohen’in "Büyük bir üzüntüyle belirtmeliyim ki Hamas İsrail'in eseridir" sözlerini. İşgal altındaki toprakları bölme ve Filistin davasını parçalama stratejisinin bir parçasıydı bu. Fakat intifada yıllarıyla birlikte köprülerin altından çok kan aktı. Şimdi direnişin bambaşka bir yüzü var. Cohen daha sonra yönetime rapor yazıp “Yeni gerçeklik yüzümüze sıçramadan canavarı parçalamanın yollarını bulmaya odaklanın” diye tavsiyede bulunuyor. İsrail’in bulduğu yol, Hamas’ı Gazze’ye hapsedip bütün bölgeye demir parmaklıklar geçirmek oldu.
Filistin davası her şeyiyle kendine özgü unsurlar barındırıyor. Çelişki ve açmazlarla dolu sayfalarına rağmen Filistin insanların canları, malları, kariyerleri ve unvanları pahasına el vermekten kendini alamadığı bir dava. Tuttuğu eli yakan bir dava!
İşgale karşı sivillere yöneldiğinde kınanmayı hak eden direnişin şiddetini, sürekli katliamlar yapan ve terör icra eden bir devletin sistematik saldırganlığına eşitleyenlerin vicdanları hakkaniyete değil başka bir şeye hizmet ediyor: Her türlü suç karşısında İsrail’i dokunulmaz kılan mekanizmaya. Bu mekanizma küresel çapta medya organlarından hükümetler ve parlamentolara, üniversite ve araştırma kuruluşlarından devasa şirketlere uzanan çok güçlü bir yığınağa sahipken öteki mahallede kendini “mazlum” olarak konumlandıranların teveccühüne kalmış da değil. Her platformda insanların yüzüne çarpılan “İsrail’in kendini savunma hakkı” söylemi kendilerine ölme hakkından gayri hak tanınmayan Filistinliler lehine bütün sesleri susturmaya kadir. İnsanları topyekûn cezalandıran gaddarca bir savaşa karşı ateşkes çağrısı yapmak bile yersiz bulunuyor. “Bunun zamanı mı, İsrail daha öldürme ve yok etme hakkını sonuna kadar kullanamadı ki!”
Eski Başbakan Naftali Bennett elektrik, su, yakıt ve gıdadan mahrum bırakılan Filistinlilerin insani durumuna dair üç soru soran Sky News muhabirini azarlıyor: "Bana cidden siviller hakkında soru sormaya devam mı ediyorsun? Senin sorunun ne? Nazilerle savaşıyoruz. Düşmanlarıma elektrik veya su vermeyeceğim."
Savunma Bakanı Yoav Gallant’nin dediği gibi “İsrail insansı hayvanlarla savaşıyor.” Amerikalı Senatör Lindsay Graham da buna kutsiyet katıyor: “Dini bir savaşın içindeyiz. Ve özür dilemeden İsrail’in yanındayım.” Kongre’de Gazze’de taş üstünde taş bırakılmasın diye hazineyi boşaltmaya hazır senatörden geçilmiyor.
Bu fırtınada Filistin’e düşen bir kez daha yok olmaktır. 7 Ekim 2023 kesiti çoktan “İkinci Nekbe” için reddedilemez bir gerekçeye dönüştürüldü. Filistin’in Kristal Gecesi (Kristallnacht) sanki.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog “Sorumlu olan orada yaşayan bütün bir ulustur. Sivillerin olaya dahil olmadığı söylemi doğru değil. Ayaklanabilirlerdi. Bir darbeyle Gazze'yi ele geçiren o şeytani rejime karşı savaşabilirlerdi" diyerek etnik temizliğin mantıki çerçevesini koydu.
İsrail ordusu da Gazze’nin kuzeyinde yaşayanlara güneye gitmeleri için 24 saat süre verdi. BM’ye göre 1,1 milyon insanın yerinden edilmesi ciddi trajedilere yol açmadan mümkün değil. Tahliye ültimatomu BM kurumları, okullar, sağlık merkezleri, klinikler ve sığınakların boşaltılmasını da içeriyor. Kaçacak yer yok.
Fakat İsrail’in asıl planı Filistinlileri Gazze Şeridi’nden Mısır’a itmek. “Refah Kapısı” ismiyle müsemma olacak. Bir ara “Mısır Gazze’yi ilhak etse de kurtulsak” diye akıl yürütenler de vardı. Şimdi Filistinlileri kemiksiz Mısır’a teslim etmeyi düşlüyorlar. Eski Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Başbakan Benyamin Netanyahu’nun dış politika danışmanı Danny Ayalon, Gazze’deki insanlardan ne istediklerini El Cezire yayınında dürüstçe izah etti:
"Bu çok iyi düşünülmüş (bir plan). Bu, onlara ‘Sahillere gidin, boğulun’ dediğimiz bir şey değil. Tanrı korusun. Sina çölünde sonsuz bir alan var. Fikir, bizim ve uluslararası toplumun yiyecek ve suyun olduğu çadır kentler kuracağımız açık alanlara gitmeleri."
Bunun ilk kez olmadığını belirtip milyonlarca Suriyelinin Türkiye’ye sığınması örneğini veriyor. Dahiyane fikir. Kudüs’ten, Yafa’dan sürdük Gazze’ye, oradan da çöle! Ayalon bunun geçici olacağını savunuyor. Hamas’ın kökünü tünellerden itibaren kazıdıktan sonra Filistinliler Gazze’ye dönebilir! Taş üstünde taş bırakılmayacak Gazze’ye.
Nekbe’de Ayalon’un sattığı türden bir geçiciliğe yer yok. Bugün kuzeyi terk ederken bile yol üzerinde topluca kıyılan Filistinliler kendilerini neyin beklediğini çok iyi biliyor. O yüzden “İkinci Nekbe’ye izin vermeyeceğiz. Bir daha asla” diyorlar.
Birinci Nekbe’de ne olmuştu ki! 15 bin kişi öldürülmüş, 675 yerleşim merkezi yok edilmiş ve 760 bin Filistinli sürülmüştü. Bugün farklı ülkelere dağılmış Filistinlilerin sayısı 6 milyonu buluyor. BM “Bugün yaklaşık 5,9 milyon Filistinli mülteci UNRWA hizmetlerinden yararlanma hakkına sahiptir” diyor. Doğu Kudüs ve Batı Şeria'daki Filistinli nüfusu 3.2 milyon. İsrail’de kalanların sayısı 2 milyon. Gazze Şeridi’nin nüfusu 2.3 milyon. 1948 ve 1967’de yerinden olan hiçbir Filistinli evine dönemedi. Gazze’de hedeflenen de geri dönüşü olmayan bir etnik temizlik. Boşalan Gazze’de sığınak delici bombalarla kıyamet gününden bir sahne bırakmayı kafaya koymuş durumdalar.
Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, İsrailli kaynaklara dayanarak, İsrail’in Mısır ve Katar’ı kafasındaki plana ikna etmeye çalıştığını öne sürüyor. İddiaya göre İsrail 1967’de işgal edip 1982’de bıraktığı Sina Yarımadası’nın kuzeyindeki “Yamit” adlı yerleşim merkezinin Filistinlilere tahsis edilmesini öneriyor. İsrail burayı terk ederken yıkmıştı. Katar’dan istenilen şey ise finansman. İsrail her seferinde Gazze’de binlerce binayı yıkar, Katar yeniden inşa için kesenin ağzını açar. Böylece İsrail’in cebinden bir kuruş çıkmaz. 2009, 2012, 2014 örnekleri ortada. Anlaşılan bu sefer Katar’a “Binaları Gazze’ye değil Yamit’e dik” diyorlar. Gazze’yi aç, susuz, elektriksiz, yakıtsız ve ilaçsız bırakmanın amacı hayatı dayanılamaz kılıp insanları göçertmek. Şimdilik “Kuzeyden güneye gidin, bakın oranın suyunu açtık” diyorlar. Muhtemelen ikinci aşamada, “Yallah Sina’ya” diyecekler. Fakat Mısır yönetimi “Gazzeliler yerlerinde kalsın” mesajı veriyor. Mısır’ın önünde Ürdün ve Lübnan örnekleri duruyor. Orta Doğu barışı sağlanmadan Filistinlilerin ihracı sorunu coğrafi olarak genişletiyor. 1970’de Ürdün’de Kara Eylül olayları ya da Lübnan’daki iç savaşın tetiklenmesi ve ardından gelen İsrail işgalleri Filistinlilerle birlikte Filistin sorununu sınırların dışına itmekten kaynaklandı. Ayrıca Müslüman Kardeşleri 2013 darbesiyle başından atan Mısır için on binlerce silahlı kadrosu olan Hamas’a kapılarını açmak çok berbat bir fikir olabilir.
Fakat beri tarafta Gazze’de operasyonun genişlemesi ve derinleşmesi bölgesel savaş riskini de artırıyor. Lübnan sınırında Hizbullah, İsrail’in ordusunun enerjisini bölecek şekilde kontrollü çatışma taktikleri kullanıyor. İki taraftan kayıplar artıyor. Bölgeye iki uçak gemisi gönderip üçüncü taraflara gözdağı veren ABD’nin caydırıcı olma ve savaşı Gazze ile sınırlama çabasına karşın İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron aracılığıyla durumun bu şekilde devam etmesi halinde çatışmaların yayılacağı uyarısını iletti. Bağdat, Beyrut ve Şam’ı turlayan İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan da “direniş güçlerinin bütün seçenekleri masada tuttuğu” bilgisini paylaştı. Bazıları ABD’nin İsrail’i dizginleme çabasına bazıları sivil ve askeri kanat arasındaki bölünmeye işaret ediyor. İsrail ordusunda kara harekâtının olası feci sonuçlarına dair kaygıların öne çıktığı, bu yüzden hareket emrinin geciktiği aktarılıyor.
Gazze’de haftalarca ateş altında kalmış bir gazeteci olarak Filistinlilerin direnme iradesinin hafife alınmaması gerektiğini söylemek istiyorum. “Falan güç, falan ülke bizimleyse…” diye bir hesabı olmayan Filistinliler. İsrail kendi içinde aşırı sağ ve dinci zehirlenme yaşarken bu gerçeği kaçırdı. İsrail 7 Ekim 2023 parantezini kendi içinde kolayca kapatamayabilir.

Fehim Taştekin

 Firavun ve tarihin firavunları sonunda boğuldular ve hepsi helak oldular ve görünen o ki, tüm Siyonistlerin Müslüman milletlerin eliyle yok edileceği ve yeryüzünün onların varlığından temizleneceği gün çok uzak değil. Bu hikâye yarım kalmamalı ve kalmayacaktır.


Keyhan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Şeriatmedari, kaleme aldığı makalesinde şunları yazdı:
1- Siyonistlerin özelliklerine ve davranışlarına kısaca bakıldığında, onların iddia ettiklerinin aksine Hz. Musa'nın takipçisi olmadıkları gibi aynı zamanda o peygamberin öğretilerinin tam tersi oldukları, onların eylem ve davranışlarının, Musa Peygamber zamanında Mısır'ın zorba ve kan döken kralı Firavun ‘un eylem ve davranışlarıyla tamamen örtüştüğü açıkça görülmektedir. Bu nedenle Siyonistlerle Yahudiler arasında bir fark olduğu bilinmelidir.
Mesela Kuran'ın yanı sıra Tevrat'ta da Firavun ‘un çocuk katili olduğu belirtiliyor. Kur’an’ın birçok suresinde Firavun ‘un bu korkunç cinayetinden bahsedilmektedir.
Örneğin A’raf Suresi’nin 141. Ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “Hani Firavun ‘un adamlarından sizi kurtarmıştık. Onlar sizlere işkencenin en kötüsünü yapıyorlardı; oğullarınızı öldürüyorlar, kızlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda rabbinizden büyük bir imtihan vardır.”
Tevrat'ta da Firavun ‘un çocukları öldürmesi aynı bu şekilde açıkça vurgulanmaktadır.
2- Çocukları öldürmek her zaman Siyonistlerin (Yahudilerin değil) suç teşkil eden davranışlarından biri olmuştur.
Mevcut belgelere göre Siyonistler, sahte İsrail devletinin kuruluşundan bu yana bu korkunç suç ve cinayeti, Kana, Sabra ve Şatilla'da ve geçtiğimiz günlerde mazlum Gazze halkına yönelik gerçekleştirdiği alçakça saldırılarda defalarca işlemiştir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, bahsedeceğimiz nedenden dolayı Firavun sadece erkek çocuklarını öldürmüş, kız çocukları ve kadınlarla işi olmamıştır. Ancak Siyonistler kız ve erkek bütün çocukları ve tüm kadınları katletmiş, yani cinayet ve kan dökme konusunda kana susamış cani Firavun’un üstüne çıkmıştır.
3- Kâhinler, Firavun zamanında, onun zulmünü ortadan kaldıracak, köleleştirdiği mazlum halkı onun kanlı pençesinden kurtaracak bir erkek çoğunun (Hz. Musa a.s) dünyaya geleceğini haber vermişlerdi. Siyonistler de benzer bir hedefle ve Firavun ‘la aynı doğrultuda çocukları katletmektedir. Bu birçok örnekten sadece birkaçından bahsedecek olursak son Aksa Tufanında yaşanan çocuk ve kadın katliamına değinebiliriz.
Siyonist rejimin Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir’in şu açıklamasına dikkat edin. Batılı gazetecilerden biri, el Mamadani hastanesinin bombalanmasında çok sayıda çocuğun öldürüldüğünü söyleyerek ona itiraz ettiğinde, ona şöyle diyor: “Bu çocuklar daha sonra terörist güçlere (!) Hamas için canlarını feda edecek savaşçılara dönüşecekler!” Bu tam da Firavun'un Mısırlı çocukları katletmesinde izlediği hedefin aynısıdır!
4- Slogan ya da abartı olmaksızın sadece eldeki delil ve belgelere dayanarak, çocuk katili ve cani Siyonist rejimin o kirli ömrünün sona geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Aksa Tufanı Operasyonu, Siyonist rejimi yere seren ağır ve yıkıcı bir darbedir ve İnkılap Rehberi İmam Hamanei’nin de ifade ettiği gibi, "Gaspçı Siyonist rejim hem askeri hem de istihbarat açısından telafi edilemez bir yenilgi almıştır.”
Şunu da söylemek gerekir ki, bundan birkaç yıl önce Siyonist rejimin o dönemki başbakanı Naftali Benet, işgal altındaki Filistin'de yaşayan Siyonistlere hitaben yazdığı 53 sayfalık mektubunda İsrail hükümetinin(!) 7 yıl içinde düşeceğini açıkça belirtmişti.
5- Siyonist rejimin kesin olarak yıkılacağına işaret eden birçok delil arasında, ABD ve Avrupa hükümetlerinin liderlerinin endişe ve kafa karışıklığına da değinebiliriz. Son birkaç günde onlardan birçoğu hemen işgal altındaki Filistin'e gidip, gaspçı İsrail'e mali, siyasi ve silah desteklerini vurguladılar! Bu durum, Vahşi Batı'nın 40 yıl önceki durumu ile bugün karşı karşıya olduğu koşullar karşılaştırıldığında, Amerika ve Batılı hükümetlerin iniş ve gerileme eğrisi üzerinde hızlı hareket ettiğini açıkça göstermektedir. Burada sadece bir örnekten bahsedeceğiz. Okuyun ve karşılaştırın!
6- 1962 yılı ekim ayında (61 yıl önce), Eski Sovyetler Birliği orta menzilli balistik füzelerini Küba'ya konuşlandırdı. Bu eylemi Amerika’nın topraklarına yönelik bir tehdit olarak gören dönemin ABD hükümeti, Sovyetler Birliği'ne füzeleri toplaması gerektiği konusunda ültimatom verdi ve o zamanın süper gücü olan eski Sovyetler Birliği, ABD’nin tehdidine teslim oldu ve...
Şimdi Amerika'nın o günkü durumuyla bugünkü durumunu karşılaştırın. ABD, o günün ikinci süper gücünü bir ültimatomla geri çekilmeye zorladı ama bugün Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya vs... hepsi direniş güçlerinden sadece biri olan Hamas'a karşı savaşmak ve onları tehdit etmek için tüm güçleriyle sıraya girmiş durumda ve hiçbir şey yapmıyorlar. Bu arada ABD Başkanı Joe Biden'ın açıklamaları diğerlerinden daha komik!
Şu noktayı da belirtmek gerekir ki Firavun ve firavunun takipçileri sonunda boğuldular ve hepsi helak oldular ve görünen o ki, tüm Siyonistlerin Müslüman milletlerin eliyle yok edileceği ve yeryüzünün onların varlığından temizleneceği gün çok uzak değildir. Bu hikâye yarım kalmamalı ve kalmayacaktır.

Hüseyin Şeriatmedari

 Rey el-Yevm Gazetesinde yer alan bir makalede, Siyonist rejimin Gazze Şeridi'ne yönelik ağır bombardımanının nedenleri değerlendirildi ve bu makalede şu ifadeler yer aldı:
 

İsrail'in Gazze'ye yönelik ağır bombardımanındaki öfkesinin sırrı, "Kayıp hazinedir" ve İsrail umutsuzca onu bulmaya çalışmaktadır. İsrail’in bölgeyi değiştirmeyi amaçladığı ve şimdi bunları değiştirmek zorunda kaldığı planlar ve haritalardan oluşan İsrail’in gizli ve güvenlik bilgileri direnişin elindedir. Peki direnişin ele geçirdiği şey tam olarak nedir?

Aksa Fırtınası operasyonunun ilk günü olan 7 Ekim'den bu yana Gazze, tüm bölgenin uzun yıllardır görmediği yoğun bombardımana maruz kalıyor. İşgalci İsrail savaş uçaklarının geride bıraktığı yıkım haddi aşmış durumda hatta bundan "İkinci Hiroşima" olarak bahsediliyor.

Bu ağır bombardıman ve yıkımın nedeni, sadece Filistin direnişinin gücünün artması, Gazze çevresindeki sınırların ve kasabaların içine girmeyi ve işgalci güçlerle doğrudan savaşmayı başarması ve hatta İsrail ordusu ve istihbarat servislerindeki güvenlik ve askeri şahsiyetlerin esir alınması değildir, bu konunun içinde başka sırlar vardır.

Direnişin bu sürpriz saldırısından saatler sonra Siyonist rejim medyası, direnişin eline geçen bu çok gizli ve tehlikeli güvenlik hazinesine odaklandı. Ancak kısa bir süre sonra İsrail rejiminin güvenlik servisinin doğrudan emriyle, konunun tehlikeli ve gizli olması nedeniyle bu dosya hakkında konuşulması yasaklandı.

Konuyla ilgili ilk analizler, Kassam Tugayları savaşçılarının, bu tehlikeli hazineyi, Aksa Tufanı operasyonu sırasında Gazze'ye komşu askeri merkezlerden birinin içinden ele geçirerek tamamen gizli bir şekilde Gazze'ye naklettiklerini gösteriyor.

Kassam Tugaylarının bazı komutanları ve sözcüsü de üstü kapalı bir şekilde bölgenin genel çehresini değiştirecek ve İsrail rejimini zor durumda bırakacak bir hazinenin ele geçirildiğinden bahsetti.

Peki bu hazine nedir?

“Gazze’deki yeraltı tünelinin haritası, önemli askeri merkezler, İsrail rejimi yararına çalışan casusların sayısı ve yerleri ile hedef bankası". Bunlar, pek çok analist ve gözlemcinin Hamas'ın eline geçtiğine inandığı bir hazinenin ayrıntılarıdır ve bir koz olarak, Hamas için Gazze çevresindeki kasabalarda operasyon sırasında yakaladığı esirlerden çok daha güçlüdür.

İşgalci Siyonistler, Filistin direnişinin elindeki esirleri aradıklarını iddia ediyorlar ama gerçek şu ki, onların asıl endişesi bu güvenlik hazinesi ve bu nedenle bu bilgiyi ele geçirmek ya da yakmak için tüm bölgeyi yok ediyorlar.

Öte yandan, Independent gazetesi de bu konuya değindi ve Hamas hareketinden bir kaynaktan naklen, “Bu hareket, güçlerinin Gazze sınırındaki Siyonist merkezlere saldırmasıyla birlikte stratejik bir güvenlik hazinesini ele geçirdi” açıklamasında bulundu.

Bu kaynak şunları söyledi: ‘Hamas'ın saldırısının olduğu gün İsrail istihbarat ve casusluk servisi subayları, Filistin direnişi hakkında bilgi elde etmek amacıyla işgal altındaki topraklarda çalışan Gazzeli işçilerle görüşmeye hazırlanıyordu ki Hamas savaşçılarının onların ofislerine saldırıp dosyalarına ve bilgisayar sistemlerine el koymasıyla neye uğradıklarını şaşırdılar.

Bu sistemler, şifresini çözmesi ve analiz etmesi aylarca sürecek kadar çok bilgi taşıyor. Bu olay, Erez geçiş kapısına yapılan saldırı sırasında meydana geldi ve direniş güçleri, işgal altındaki topraklarda Filistinli işçilerin kullandığı geçiş noktasında bulunan İsrail casusluk teşkilatından subayları tutukladı.

Hamas, Siyonist istihbarat servisiyle iş birliği yapanların isim listesini, onlarla iletişim yollarını, Gazze'deki faaliyet şekillerini ve yerleşim yerlerini ele geçirdi.’

Hamas’a bağlı bu kaynak, İsrail casuslarını tutuklamak için savaşın bitmesinin beklendiğini, bunun askeri saldırı kadar etkili bir güvenlik saldırısı olduğunu vurguladı.

Filistin'in Ankara Büyükelçisi Dr. Faed Mustafa, Aydınlık'ın sorularını yanıtladı. ‘İsrail, sanki sadece HAMAS'la savaşıyor gibi davranıp suçlarını kapatmak istiyor’ diyen Mustafa, Filistinlilerin birleşerek mücadele ettiğini vurguladı.


Filistin Büyükelçisi Dr. Faed Mustafa, Gazze’de yaşananlar, ABD ve İsrail’in tutumu hakkında mesajlar verdi. Önce Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün düzenlediği "Aksa Tufanı ve Filistin'de Son Durum" başlıklı konferansta konuşan Mustafa daha sonra Aydınlık’ın sorularını yanıtladı.

Son durum hakkında bilgi veren Büyükelçi Mustafa, şimdiye kadar 4 bin şehit ve 20 bin yaralı olduğunu söyledi.

 
 

Uluslararası kararlara rağmen İsrail'in bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına engel olduğunu, Filistin halkının hiçbir zaman zulüm yapmadığını ifade eden Büyükelçi, "17 yıl uyguladığı ağır ambargodan sonra İsrail Gazze'de ne olmasını bekliyordu?" diye sordu. İsrail'in yaptığının tam bir soykırım olduğunu ve hiçbir savaş hukukunda yeri olmadığını belirten Büyükelçi, konuşmasının devamında şu bilgileri paylaştı:

'BATI İKİYÜZLÜ DAVRANIYOR'
"Hiçbir insani malzemenin kullanılamaması tam bir cinayettir. Ve bunu bütün dünyanın gözü önünde yapıyorlar. Batı, insan hakları ve hukuktan bahsediyor ama konu Filistin olunca ikiyüzlü davranıyorlar. Biden ve birçok Avrupa ülkesinin destek için İsrail'i ziyaret etmeleri taraf olduklarını gösteriyor. Yalnızca İsrail'in kayıpları için üzülmek, İsrail'e yüz verip onların her yaptığını onaylamaktır.

'ARAP VE İSLAM DÜNYASI BİRLİK OLMALI'
"Arap ve İslam ülkelerinin bu Batılı ülkelere karşı tam bir birlik içinde olması ve Filistin'e sahip çıkması lazım. Bizi destekleyenlerin seslerinin çıkmasının tam zamanıdır. Siyasi olarak hakkımızı vermemek bu durumun daha da sürmesine neden olacaktır. "İsrail, Gazze'deki insanları göçmen yapıp Sina'ya yerleştirmeye çalışıyor. Birinci aşamada başaramazlarsa ikinci aşamada yine insanları göçmen yapmak istiyorlar. Aynı zamanda ABD'nin 2 bin kişilik özel askeri birlik gönderecek olması, İsrail'in Gazze'ye girmek istemesinin işaretidir. Netenyahu Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda konuşma yaparken Filistin'in hiç olmadığı bir harita göstererek tüm Filistin'i işgal etmek istediğini zaten göstermişti.

 ‘GERİ DÖNMEYECEĞİZ’
Filistin'in haklarını tanımadan bölgede barış olmaz ve bu böyle sürer gider. Filistin konusu adalet, vicdan ve hukuk konusudur. İsrail'de insanlar da yaptıklarına karşıdır.

İsrail ve destekçilerine karşı bütün haklarımızı alana kadar mücadele edeceğiz. Bütün Filistin bir bütün olarak bir el olduk. Biz kırılmadık ve kırılmayacağız.

 “Askeri olarak İsrail bizden daha güçlü olabilir ama biz de iman olarak daha güçlüyüz. Biz aynı zamanda kutsal emanet olan Kudüs'ü de koruyoruz. Bütün şehitlerimize rağmen geri dönmeyeceğiz.”
Konuşmasının ardından izleyicilerin sorularını da yanıtlayan Büyükelçi Mustafa, çarpıcı bilgiler verdi:

 ‘YARDIMLAR MISIR’DA BEKLİYOR’
Filistin'e yapılan uluslararası yardımlar ne durumda?
Mısır 'kapılar kapanmadı' diyor ve İsrail beş defa bombaladığı için orası kullanım dışı kalmıştır. Birçok ülkenin gönderdiği ve özellikle Türkiye'nin gönderdiği yardımlar Mısır'ın Ariş kentinde bekliyor ve İsrail yardımların girmesine izin vermiyor. İsrail bıktırarak ve insanları daha zor duruma düşürerek göçe zorlamayı amaçlıyor, adeti böyledir. Bütün dünyadan insani yardımların bölgeye ulaşması için girişimde bulunmasını, siyasi çözüm ve Filistin devletinin sınırlarının tanınması için girişimde bulunmasını bekliyoruz.

‘BM’YE ÜYELİĞİMİZİ ABD VE İSRAİL ENGELLİYOR’
 Filistin'in BM'ye üyelik başvurusu ne gibi engellerle karşılaşıyor?
2011'de BM'de tam üyelik için talepte bulunduk. ABD devreye girerek, başka ülkelere de baskı yaparak üyeliğimizi engelliyor. Gözlemci olarak projemizi sunduk ve birçok devlet bunu destekledi. Bütün bu baskılar İsrail'in özel isteğidir. Bu da söz konusu Filistin olduğunda Batı ülkelerinin ikiyüzlülüğünü gösteriyor. Bu ikiyüzlülük yüzünden şimdiye kadar tam üyelik olmadı.

 Rusya'nın Filistin yaklaşımını ve BM Güvenlik Konseyi’ni acil toplantıya çağırmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Rusya'nın görüşü Türkiye'nin görüşlerine çok çok yakındır. Ve bunun çözümü Rusya'ya göre başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasıdır.

Katliamı kınadılar. Rusya bütün taraflarla görüşerek çözüm için elinden geleni yapıyor. Putin, Netanyahu ve Mahmut Abbas'ı arayarak çözüm için çalışmaktadır. Fakat İsrail kimseyi dinlemiyor. Batı ülkeleri Rusya'nın bu konuda çözüm bulmaması için ellerinden geleni yapıyor. BM'de Rusya'nın önergesi veto edildi.

‘HAMAS’TAN ÖNCE DE İSRAİL AYNIYDI’
 HAMAS konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
HAMAS Filistin'in bir parçasıdır. İsrail'e karşı bir direniş hareketidir. İsrail, sanki sadece HAMAS'la savaşıyor ve sadece HAMAS'a endeksliyor gibi davranıp suçlarını kapatmak istiyor. İsrail Batı’ya "Siz nasıl IŞİD'le savaşıyorsanız biz de HAMAS'la savaşıyoruz" mesajı veriyor. Bütün suçu HAMAS'ın üzerine yıkarak kendini temize çıkarmak istiyor ama bu doğru değil.HAMAS'la bazı partiler arasında fikir değişikliği olabilir. Nitekim Türkiye'de de partiler arasında fikir ayrılıkları var. Düşünün ki HAMAS 1987'de ortaya çıktı. 36 sene olmuş. İsrail, Filistin konusuna nasıl bakıyordu HAMAS ortaya çıkmadan önce? 1947'den bu yana İsrail haklarımızı hukukumuzu veriyor muydu, HAMAS'tan önce verdiler mi? Şimdi de HAMAS'ı bahane edip bütün Filistinlilere soykırım yapıyorlar. Gazze bölgesinde HAMAS'la ilgisi olmayan yerleşim yerlerini dahi yıktılar.

Olayların buraya gelmesinde şunu yapmasaydık dediğiniz bir şey oldu mu?
Biz Filistinliler siyasi olarak şimdiye kadar bunu çözmedik diye kendimizi suçlamıyoruz. Uluslararası kamuoyundan çözüm bekledikçe bazı konularda hayal kırıklığına uğradık. Bazı devletlerden bizden taraf olmalarını bekliyorduk. Tek bir bayrak altında toplanamadık. Bütün Uluslararası kararlara olumlu baktık. Bütün bu durumların açık ve tek suçlusu İsrail'dir.

Büyük İsrail Projesi kapsamında çok bedel ödedik. Buna rağmen kırılmadık ve mücadele etmeye devam ediyoruz.

‘İSRAİLLİ ELÇİLER GÖRÜŞMEK İSTEDİ, GÖRÜŞMEDİM’
 Ankara'da İsrail Büyükelçiliği ile temasınınız oldu mu?
8,5 senedir Türkiye'deyim ve İsrail büyükelçiliğinden birçok elçi ve diplomat benimle görüşmek için başvurdu. Hiçbirisiyle görüşmedim ve gerek de duymadım. Çünkü bunu, iki devlet arasında normalleşme var diye kullanırlar.

 Bu savaşın kazananı kim olacak?
Bu savaş hak ve batıl arasında, zalim ve mazlum arasında bir savaştır. İsrail bizden silah olarak güçlü olabilir, ama biz onlardan inanç, vicdan ve ahlak olarak daha güçlüyüz.

Bizim de kendi vatanımızda hür bir şekilde yaşamaya hakkımız var. Bu meselenin çözümü savaş değil, evet. Güvenli bir yaşam istiyorlarsa biz de aynı haklara sahibiz. Bizim hepimizi göçmen yapsalar bile bu mücadele haklarımıza kavuşana kadar bitmeyecek.

Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye, Gazze'de yaşanan çatışmaların bölgesel bir savaşa dönüşebileceğini vurguladı. Heniyye, Filistin halkı ile Arap ve İslam dünyasını sokağa çıkıp Gazze'yi savunmaya davet etti.


Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye, İsrail'in Gazze'ye yönelik süren saldırıların bölgesel bir savaşa dönüşebileceği uyarısında bulundu.

 

BÖLGESEL SAVAŞA DÖNÜŞEBİLİR 
 Heniyye, yayımladığı video kaydında, Gazze, Batı Şeria ve Lübnan cephesinde İsrail'le yaşanan çatışmalar ile siyasi gelişmeleri değerlendirdi.

ABD ile bazı Avrupa ülkelerinin, manevi destek için İsrail'e ziyaretlerde bulunduğunu anımsatan Heniyye, Washington yönetiminin tüm bu çabalarına rağmen "Gazze'ye saldırılar konusunda İsrail'e bölgesel ve uluslararası destek sağlama ve Araplara, tehciri kabul ettirme"de başarılı olamadığını belirtti.

Tüm baskılara rağmen Arap ve İslam ülkelerinin Filistinlilerin tehcir edilmesi konusundaki tavrının çok net olduğunu kaydeden Heniyye, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Birliğinin toplantılarında da bunun vurgulandığını ifade etti.

 
 

GAZZE'Yİ SAVUNUN

Başta Mısır olmak üzere Arapların ve İslam ülkelerinin tehcire karşı duruşunu öven Heniyye, bu duruşun desteklenmesi çağrısı yaptı.

Heniyye, ABD yönetiminin, diğer cepheleri saf dışı bırakma ve insanları İsrail'in yalanlarına inandırma konusunda da başarılı olamadığını aktardı.

Hamas lideri, "Gazze'ye yönelik bu vahşi saldırıların, yıkımın ve kan dökmenin devam etmesi durumunda, bunun, bölgesel bir savaşa dönüşebileceği uyarısı yaptıklarını" kaydetti.

 Geçen günlerde Arap ve İslam dünyasından pek çok yetkiliyle bir araya geldiklerini söyleyen Heniyye, bu görüşmelerde, "çözümün ancak işgalin son bulması ve başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasıyla mümkün olduğunu dile getirdiklerini ve işgalci komutanların işledikleri suçlardan ötürü yargılanmasını ve Gazze'ye bir an evvel yardımların ulaştırılmasını talep ettiklerini" dile getirdi.

Heniyye son olarak, Filistin halkı ile Arap ve İslam dünyasını cuma günü "Gazze'ye saldırılar dursun, tehcir ve alternatif vatana hayır" sloganıyla sokağa inmeye çağırdı.

Çarşamba, 18 Ekim 2023 09:26

Hissedilemeyen Varlıklar

 Büyüleyici, şahane ve muazzam bir yapı gördüğümüzde, mühendis ve mimarının, kendi alanında üstün bir yetenek taşıdığını ve yapıda gördüğümüz uyum ve düzenden hareketle, yapımcısının bilgi sahibi olduğunu kolaylıkla anlarız.

Bismillahirrahmanirrahim

   Otomobil, uçak, bilgisayar gibi teknoloji ürünleri de, bunların buluş veya yapımında katkısı olan bilge mucit, uzman ve mühendislerin varlığını ortaya koymaktadır. Bu kanıya varmak için adı geçen şeylerin mucit veya yapımcılarını ille de gözle görmemiz gerekmiyor; görsek bile onların ilim ve bilgilerini duyu organlarımızdan biriyle kavramamız mümkün değildir.

Bununla birlikte onların ilim ve bilgi sahibi olduklarına inanmaktayız. Bunun sebebi nedir? Mezkûr eserlerde gördüğümüz uyum, ahenk ve düzen, yapımcılarının ilim ve bilgilerini kanıtlayan yegâne sebeptir. Bu örnekle vurgulamak istediğimiz, "Varlığına inandığımız her şeyin, görülen ve hissedilen türden olması gerekmiyor" sonucudur. Çünkü duyu organlarının hiçbiriyle algılanamayan varlıklar, ancak eserlerinin tanıklığıyla algılanabilir. Akıl nimetinden nasibini alan herkes, bir eseri ve taşıdığı düzeni gördüğünde, akıllı ve bilge bir yapımcısı ve düzen vericisi olduğunu az bir tetkikle anlayabilir.

Demek oluyor ki, varlıklar iki kısımdır:

1- Duyu organlarının herhangi biri aracılığıyla algılanabilen varlıklar.

Bu türden olan varlıkların bazılarını göz ile görüyor, bazılarını kulak ile işitiyor, bir kısmını burun ile kokluyor, bir kısmını dil ile tadıyor ve diğer bir kısmını ise, derimizle yoklayarak soğukluk ve sıcaklığını, sertlik ve yumuşaklığını algılıyoruz.

2- Duyu organlarının hiçbiriyle algılanamayan ve sadece eserlerinin tetkikiyle var oldukları anlaşılabilen varlıklar.

Bu başlık altındaki varlıkların yapıları aynı olmayıp değişiklik arz eder. Şimdi bu tür varlıkları örneklendiriyoruz:

Elektrik: Elektrik akımını sağlayan bir kabloya bakmak ile taşıdığı elektrik yükünü göremeyiz. Ancak lambanın yanması gibi elektriğin eserini görmekle varlığını anlayabiliriz. Elektrik gücü, doğrudan gözle görülememesiyle birlikte varlığı da inkâr edilemez.

Yer çekimi: Elinizde bulunan bir kitabı bırakacak olursanız, yere düşecektir; yer onu kendine çekecektir. Duyu organlarımızla doğrudan hissedemediğimiz bu güç nedir? Bu çekim gücü, görülemeyen, ancak eseri aracılığıyla varlığı anlaşılabilen varlıklardandır.

Mıknatıs: Mıknatısı bir demir parçasına yaklaştırdığımızda, zahirde iki metal parçasından başka bir şey görülmemektedir. Ancak mıknatısla demir arasındaki yakınlaşmayı görerek iki metal arasında bir çekim alanının varlığını algılarız.

Görülmeyen ışınlar: Güneşin beyaz renkli ışını, üç yanlı bir kristalden geçirilecek olsa, kristalin diğer tarafında yedi renk (kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor) görülecektir. Kırmızı öncesinde ve mor ötesinde başka bir renk görülmez. Oysaki bilim adamları, gözün ışın göremediği yerde de ısı ve kimyasal eserlere sahip ışınların var olduğunu anlamış ve bu ışınları "kızıl ve mor ötesi" ışınlar olarak adlandırmışlardır.

Miladî 1800 yılında “Herschell” adında bir fizikçi ve astronom, gözün gördüğü ışınlar dışında bir ışının olup olmadığını araştırmaya koyuldu. Termometreyi, mordan kırmızıya kadar yedi ışın görülen bir perdenin üzerinde sırayla gezdirip sırayla renklerin ısılarını ölçtü. Kızıl ötesine varınca, termometrenin daha çok ısı gösterdiğini gördü. Böylece "kızıl ötesi" adında görülmeyen bir ışının varlığı ve görülen ışınlardan daha çok ısı ürettiği kesinleşti. İnsan, kızıl ötesi ışını gözüyle görememiş olmasına rağmen, varlığının eseri olan ısıyı hissederek keşfetmiş oldu.

Aynı yıllarda “Wilaston” adlı başka bir bilim adamı, kimyasal bir madde olan gümüş klorürü bileşiğinden bir miktarını mor ötesi ışına tutunca, hiç beklemediği bir şeyle karşılaştı. Mor ötesinde hiçbir ışın görülmezken, gümüş klorürü siyaha çeviren bir etkenin var olduğunu gördü.

Daha sonra bilim adamları, bu ışının kimyasal etkisi sonucu vücut derisinin güneşte renk değiştirdiğini anladılar.[1] Böylece mor ışını ötesinde, gözle görülmeyen başka bir ışının da varlığı kesinleşti ve bu ışın, mor ötesi ışın olarak adlandırıldı.

İşitilmeyen sesler: Ses ötesi sesler olarak bilinen nice sesler vardır ki bunlar, tıp ve sanayi alanında kullanılmaktadır. Bu seslerin varlığı ancak eserlerinden anlaşılmaktadır.

Algılama: Herkes kendisini, var olduğunu bilmekte ve kendisi dışındaki mevzular hakkında da birtakım ardı arkası kesilmeyen algılamalarını aşağıdakilere benzer cümlelerle ifade etmektedir:

En zor matematik problemini çözdüm.

Filân teori hakkında çok düşündüm ve doğru olduğunu anladım...

Aynı zamanda insan, bildiğinin bilincindedir. Yani bildiğini bilmektedir. İdrak ve algılama, gözle görülen veya kulakla duyulan bir şey değildir. İnsan, hiçbir duyu organıyla algılama gerçeğini hissedemez; ancak diğer duyu organlarıyla birlikte onun varlığını da algılar. Diğer insanlar da duyu organları aracılığıyla onu algılayamaz ve varlığını, ancak eserlerinden anlayabilirler. Meselâ bir bilim adamı, bilimsel bir analizde bulunduğu zaman "Meseleyi anlamış ve algılamıştır" sonucuna varılır. Veya bir bilim adamına, "Matematikten anlar mısınız?" diye sorulduğunda, "Evet, anlarım" diyorsa, bildiklerinin bilincinde olduğu anlaşılır.

Tasavvur ve hayal: İnsan, hayal âleminde istediği her şeyi yaratabilir. Dış dünyada, yapımı yıllarca zaman, binlerce araç gereç, tonlarca malzeme ve yüzlerce işçi gerektiren “Eyfel kulesi” gibi bir kule ve hatta kat kat daha büyüğü, hem de hiçbir zahmete katlanmadan, hayal âleminde bir lahzada yapılabilir. Dahası, dış dünyada var olmayan “yedi başlı dev” gibi efsanevî varlıkları da hayal âleminde yaratmak mümkündür.

Görülmez ve duyulmaz olgular türünden olan bütün bunlar, hayal âleminde gerçekleşirken, bunların varlığından kimse haberdar olamaz. Bu olguların hayalî varlığı, ancak eserlerinden veya sözlerden anlaşılabilir.

Sevgi, nefret ve karar: Herkesin hoşlandığı, nefret ettiği ve karar vermek zorunda olduğu şeyler vardır. İnsan, sevdiği her şeyi yapmaya ve hoşlanmadığı her şeyden sakınmaya ve uzak kalmaya karar verir.

Kimse doğrudan doğruya başkasının kararını, neyi sevdiğini ve neyi sevmediğini bilemez. Bu bilgi, ancak eser ve tepkiler kanalıyla edinilebilir. Çünkü ne sevgi, ne nefret ve ne de karar, duyu organlarıyla algılanacak türden olgular değildir.

Hayat: Karşımızda duran sevimli bir civciv, birden havuza düşüp ölür ve öldükten sonra da hiçbir hayat belirtisi görülmez. Nasıl bir değişim gerçekleşti ki canlı olduğu bir lahza öncesindeki gibi hareket etmiyor?

Bunu şöyle izah etmek mümkün: Canlı her varlık, yaşadığı sürece bir güce sahiptir. Bu güç ancak ölümle ondan ayrılır. Buna "hayat" denmektedir. Hayat, duyu organlarıyla hissedilir bir şey değildir. İnsan sadece hareket, beslenme, büyüme... gibi hayat belirtilerini gözlemler ve bu gözlemlerine dayanarak da "hayat" denen bir olgunun var olduğunu anlar. Bu sıralanan tartışmasız bilimsel gerçekler, duyu organlarıyla algılanan varlıklar dışında birtakım varlıkların var olduğunu ve bunların, ancak eserleri aracılığıyla anlaşılabileceğini kanıtlamaktadır.

Buna binaen, görülmeyen bir şeyi, “sırf görülmüyor” diye inkâr etmek doğru değildir. Çünkü görülmemekle mevcut olmamak farklı şeylerdir. Bir şeyin var olduğunu anlamak, sadece duyu organlarının algılaması ile sınırlı değildir. Akıl da bir şeyin varlığını, o şeyin eserlerine dayanarak anlayabilir. Meselâ, bahsi geçen ve ancak eserleriyle tanınan bilimsel gerçeklerin varlığını kimse inkâr edemez.

Allah'ın da bu gerçekler gibi olduğunu söylemek istemiyoruz. Çünkü Allah, bunların ötesinde bir hakikattir; eşsiz ve benzersizdir. Anlatmak istediğimiz, bu varlıkların var olduğunu eserlerinden anladığımız gibi Allah'ın var olduğunu da eserlerinden anlayabileceğimizdir.

Durum bundan ibaretken, duyu organlarından biri olan gözle Allah'ı göremeyen ve bundan dolayı da inkâr yolunu seçenlerin akıl ve düşünce gözleri kördür. Aklın hükmü gereği şunu biliyoruz ki, Allah'ın eserlerinden olan yaratılışın dakik düzeni etrafında düşünmekle Allah'ın varlığı anlaşılabilir.

"Aç kalbinin gözünü de can göresin,

Görülmeyen şeyleri yekten göresin."

Çünkü her varlıkta Allah'a kılavuzlayan nişaneler vardır.

Burada gözden uzak tutulmaması gereken daha zarif ve önemli nokta, Allah'ın kudret eserlerinde -dünya ve dünyadaki varlıklar- tefekkür etmenin, Allah'ın varlığına kılavuzlayacağıdır. Aynı zamanda, Allah'ın eseri, belli bir yer, zaman ve konuyla sınırlı olmayıp bütün evreni kapsamına aldığından ötürü evrenin her zerresi Allah'ın ayetini taşımakta ve O'nun hiçbir varlığa benzemeyen, eşsiz, sınırsız, ebedî, bütün kemal vasıflarına malik ve her türlü eksiklikten münezzeh bir hakikat olduğunu da kanıtlamaktadır.

Sonuç itibariyle, Allah'ın eserlerini incelemekle şu iki nokta anlaşılmış olacaktır:

1- Bütün eserlerin sahibi olan evrenin yaratıcısının varlığı.

2- Eserlerinin belli bir zaman ve mekânla sınırlı olmayışı ve bundan hareketle de O'nun sınırsız bir varlık ve bütün kemallerin sahibi bir hakikat olduğu.

Ancak insan, bu varlığın hakikatini anlamaya kadir değildir.

Sekizinci İmam Hz. Rıza'nın (a.s) hadimi Muhammed b. Abdullahi Horasanî şöyle anlatır: İmam Rıza (a.s), huzurunda oturan bir grup insanla sohbet ediyordu. Bu esnada Allah'ı inkâr edenlerden biri geldi. İmam Rıza (a.s) ona hitapla şöyle buyurdu:

— Eğer sizin dediğiniz gibi Allah, peygamber, hesap ve kitap meselesi yoksa -ki mutlaka vardır-, bizim namaz, oruç, zekât ve imanımızın bize bir zararı olacak mı?

Adam susup kaldı. İmam (a.s) şöyle buyurdu:

— Ama eğer bizim dediğimiz -kesinlikle Allah, din, ahiret ve kıyamet vardır- gerçekleşirse, o zaman siz bedbaht ve helâk olmaz mısınız?

Belli ki, bu dünya ötesinde bir âlemin var olabileceğini düşünen herkes, bedbaht ve helâk olmamak için aklın hükmüne uyarak dine inanmalı ve emirlerini hayatına aksettirmelidir.

İnkârcı:

— Sizin inandığınız Allah nasıl ve nerededir?

İmam (a.s):

— Senin soru şeklin yanlıştır. Çünkü Allah, mekânı olmaksızın, mekânı yarattı ve niteliği olmaksızın, nitelik ve keyfiyeti yarattı. Allah bu tür sorularla tanınamaz; O, duyu organlarının hiçbiriyle algılanamaz ve hiçbir şeyle de kıyaslanamaz.

İnkârcı:

— Eğer duyuların hiçbiriyle algılanamıyorsa, demek ki öyle bir şey yoktur.

İmam (a.s):

— Ne kadar da dar görüşlüsün! “Duyuların Allah'ı algılamaktan âcizdir” diye O'nun ilâhlığını inkâr mı edeceksin?! Oysa biz, Allah'ı idrak etmekteki âciz ve güçsüzlüğümüzü görünce, O'nun kesinlikle rabbimiz ve ilâhımız olduğuna inanıyoruz.

İnkârcı:

— Allah ne zaman var oldu?

İmam (a.s):

— Allah'ın ne zaman olmadığını sen söyleyecek olsan, ne zaman olduğunu ben söyleyeceğim. Yani Allah, zaman öncesi var olup zamanı da O yaratmıştır.

İnkârcı:

— Allah'ın varlığını kanıtlayan delil nedir?

İmam (a.s):

— Kendime bakıyorum da, bedenimin uzunluk ve genişliğine ne bir şey ekleyebiliyor ve ne de bir şey azaltabiliyorum; sağlık ve hastalığım hususunda da elimden bir şey gelmiyor (hasta olduğum zaman iyileşmek istesem bile bu, benim isteğimle olmuyor). Ayrıca güneşin, yıldızların, yerin, göğün, kısaca evrenin düzenini görüyor ve hem bedenimin, hem de evrenin, bilgi ve kudret sahibi bir yaratıcısı olduğunu anlıyorum. [2]

 

---------

[1]- Understanding Light' by Tanonhaum, Spillman.

[2]- Usûl-u Kâfi, c. l, s. 78.

 

Çarşamba, 18 Ekim 2023 09:20

Şeytanın Vesveseleri

Başka birisi Ben onu hayır ameller yoluyla kandırabilirim. deyince, Şeytan İşte sen bu işi becerebilirsin, dedi.

   İmam Cafer-i Sadık (a.s)'dan şöyle nakledilmiştir: Beni İsrail içerisinde bir adam vardı ki asla dünyaya kendini bulaştırmamıştı. Bir gün Şeytan kendi avenesini yanına çağırarak şöyle dedi: İçinizden kim bu adamı aldatabilir? Birisi Sen bu işi bana bırak. dedi . Şeytan sordu: Onu nasıl aldatmayı düşünüyorsun? O da Kadınlar yoluyla. dedi.  Şeytan Hayır sen bu işi beceremezsin. Zira o kadınlarla haşir neşir olmadığı için bu hile onu kandıramaz. dedi. Bir diğeri Ben onu şarap ve ayyaşlık yoluyla kandırabilirim. dedi. Şeytan yine Hayır dedi. Zira o bu tür şeylere meyleden birisi değildir.  Başka birisi Ben onu hayır ameller yoluyla kandırabilirim. deyince, Şeytan İşte sen bu işi becerebilirsin. dedi.  Ardından onun ibadet ettiği yere geldi. Karşısına geçip namaza durdu. Abid olan şahıs uyuduğu zamanlarda dahi o uyumuyor ve zahirde ibadete devam ediyordu. O adam ibadetten yorulup istirahat ettiğinde dahi, o şeytan askeri  yine ibadete devam ediyordu. Bunu gören abid kendisini onun yanında oldukça değersiz görmeye başladı ve bilahare yanına gidip ona sordu: Ey Allah'ın kulu, ne yaptın ki ibadet etmeğe böylesine güç kazandın?  Şeytan askeri cevabını vermedi tekrar sordu yine cevabını vermedi. Üçüncü defa yine sorunca, şu cevabı verdi: Ey Allah'ın kulu ben bir günah yaptım; sonra ondan tevbe ettim. Şimdi ne zaman o günahı hatırlıyorsam, ibadet yapmaya daha çok güç kazanıyorum.  Bunu duyan abid  Hangi günahı işledin, söyle de ben de yapayım ve namazıma ibadete daha bir güç kazanayım. Şeytan, dedi ki kalk ve şehre git; filan meşhur fahişeyi sor ve ona giderek iki dirhem ver ve onunla zinada bulun. Adam ben iki dirhemi nereden bulayım dedi. Ben dirhemin ne olduğunu bile bilmiyorum. Şeytan ona iki dirhem verdi; o da üzerindeki abayı başına çekerek şehre geldi. Kadının evini halka sordu. İnsanlar da herhalde kadına öğüt vermek istiyor zannıyla kadının evini kendisine gösterdiler. Eve gidince iki dirhemi verip isteğini iletti. Kadın da hazırlanmaya başladı. Bu arada adamın durumu dikkatini çekti ve Şu ana kadar senin durumunda olan biri benim yanıma gelmemişti. Kendinden biraz bana bahseder misin? dedi. O da bu işten hedefini kendisine anlattı. Kadın Ey Allah'ın kulu dedi, günahı terk etmek, tevbe etmekten daha kolaydır. Herhalde sana bu telkinde bulunan şeytanmış. İnsan şekline girerek seni kandırmak istemiş. Şimdi yerine dönersen onu yerinde bulamazsın. Abid kadının bu öğüdü üzerine geri döndü. Kadın ise, aynı gece vefat etti. Sabah olduğunda kapısına şu cümlenin yazıldığını gördüler: Filanın cenazesine hazır olun; zira o cennet ehlidir. İnsanlar şüpheye kapılıp üç gün cenazesini kaldırmaktan çekindiler. Allah-u Teala zamanın Peygamberi Hz. Musa'ya vahiy indirerek, Filan kadının cenazesine hazır ol ve ona namaz kıldır. İnsanlara da ona namaz kıldırmalarını söyle. Zira ben, filan kulumu günahtan koruduğu için onu bağışladım ve cenneti ona farz kıldım.