
کارگر
İslâm Kanunları Her Zaman Günceldir
Bazen şöyle deniyor: İslâm, Kur'an'ın indiği çağda var olan insanla ilgili bütün meseleleri ele aldığı için, onun o çağın toplumunu gerçek mutluluğa ve o günkü insanları bütün özlemlerine kavuşturmaya yeterli olduğunu kabul edelim. Fakat zamanın geçmesi ile insan hayatının yolları değişti. Bugünkü uygarlığın kültürel ve sanayi hayatı, on dört yüzyıl öncesinin doğal ve ilkel araçları ile sınırlı basit hayatına benzemez.
İnsan uzun ve yorucu çalışmaları sonucunda öyle bir uygar tekâmül ve gelişme düzeyine ulaştı ki, eğer bu gelişmişlik düzeyi bir kaç yüzyıl öncesinin seviyesi ile karşılaştırılırsa bu, iki benzemez türün birbiri ile karşılaştırılması gibi olur. O çağdaki hayatı düzenlemek için konan kanunlar, bugün karmaşık ve ileri düzeydeki hayatın ihtiyaçlarını nasıl karşılayabilir? Bu hayat düzeylerinden biri nasıl öbürünün yüklerini taşıyabilir?
Cevap: Söz konusu iki çağ arasında meydana gelen hayat biçimi farklılığı, hayatın genel hususları ile ilgili değildir. Bu farklılık örnekler ve uygular açısından geçerlidir. Başka bir ifade ile insan, besleneceği gıdaya, giyilecek elbiseye, barınacağı ve içinde oturacağı bir eve, kendisini ve yüklerini taşıyacak, bir yerden başka bir yere ulaştıracak araçlara, fertleri arasında yaşayacağı bir topluma, soy artışını sağlayacak ilişkilere; ticari, iş-işçi ve benzeri münasebetlere muhtaçtır. Bunlar değişmez genel ihtiyaçlardır. İnsan bu fıtratın, bu bünyenin sahibi oldukça ve bu insanî hayatı var oldukça, ihtiyaçlar aynı kalacaktır. İlk insan ile bu günkü insan bu ihtiyaçlar açısından eşit düzeydedir.
Söz konusu iki çağ arasındaki farklılık, insanın maddî ihtiyaçlarını gidermek için yararlandığı araç örnekleri, farkına vardığı ihtiyaç örnekleri ve bu ihtiyaçları giderme araçları bakımındandır.
Meselâ ilk insan bulabildiği meyvelerle, bitkilerle ve av etleri ile basit ve sade biçimde besleniyordu. Bugün ise keşifleri ve orijinal buluşları sayesinde bu ilkel maddelerden binlerce çeşit yiyecek ve içecek hazırlıyor. Bu yiyecek ve içecek çeşitleri tabiatına faydalı olan birçok özelliklere, göz zevkini okşayan değişik renklere, tat alma duygusunun hoşlandığı çeşitli tatlara, dokunmada yararlık sağlayan çeşitli biçimlere, sayılması zor başka birçok niteliklere ve hâllere sahiptirler. Birinci guruptaki yiyecekler ile ikinci guruptaki yiyecekler arasında müthiş fark vardır. Ama bu müthiş farklılık, onların hepsinin insanın açlığını gidermek ve istek ateşini söndürmek için yararlandığı gıdalar olmalarına yönelik bir farklılık değildir.
İnsanın söz konusu dönemlerin ilkinde taşıdıkları genel inançlar nasıl bu dönemin bir yüzyıldan öbür yüzyıla değişmesi ile değişmeyip ilk dönemdeki öbürüne uyarlandı ise, İslâm'da fıtratın çağrısı ve mutluluğun isteği uyarınca ortaya konan genel kanunlar da ortadan kalkmaz. Bir aracın yerine başka bir aracın geçmesi, bu genel kanunların değişmesi için gerekçe olamaz.
Fıtratın özü ile uyum korundukça, bu konuda bir değişme ve sapma olmadıkça, genel İslâmî kanunlar için değişme söz konusu olamaz. Fakat eğer kanunlar ile fıtratın özü arasında bağdaşmazlık olursa, İslâm sistemi bu kanunlara uymaz. Bunların eski çağda veya yeni çağda olmaları bu bakımdan fark etmez.
Bir de zaman zaman meydana gelen ve doğal olarak hızla değişen güncel olaylara ilişkin cüzî hükümler vardır. Maliye, savunmaya ilişkin güvenlik, ulaşım ve haberleşmeyi kolaylaştırma yolları, belediye hizmetlerine ilişkin düzenlemeler ve bunlara benzer hükümler gibi. Bunlar devlet yetkilisinin ve hükümeti elinde bulunduran kimsenin inisiyatifine bırakılmıştır.
Devlet yetkilisi yetki alanı içinde bir aile reisi konumundadır. Devlet yetkilisi, bir aile reisinin evinde tasarrufta bulunabildiği gibi, bu konularda karar verip kararını yürütmekle yetkilidir. Buna göre devlet yetkilisi (veliyy-i emr) toplumun içindeki ve dışındaki savaşa, barışa, maliyeye ve maliye dışı alanlara ilişkin toplumsal meselelerde toplumun yararını gözeterek ve Müslümanlarla istişare ettikten sonra karar verebilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Yapacağın iş hakkında onların görüşlerini al. Ama karar verince artık Allah'a dayan." (Âl-i İmrân, 159) Bütün bunlar kamu işleri hakkındadır.
Bunlar sürekli biçimde biri ortaya çıkarken öbürü kaybolan, çıkarların ve sebeplerin değişmesi ile değişen cüz'î (ayrıntılara ilişkin) hükümler ve kararlardır. Bunlar Kur'an'ın ve sünnetin kapsadığı ve yürürlükten kalkmalarına imkân olmayan ilâhî hükümlerden başkadır.
İslâm Toplumunun Önderi
İslâm toplumunun önderliği (velayet-i emri) Peygamberimizin uhdesine bırakılmıştır. Kur'an-ı Kerim açık bir dille ona itaat etmenin, direktiflerine uymanın farz olduğunu bildirmiştir.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin." (Teğâbun, 12)
"Biz sana bu hak içerikli kitabı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın gösterdiği gibi hüküm veresin." (Nisâ, 105)
"Peygamber, müminler için kendilerinden daha önde gelir." (Ahzâb, 6)
"De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki; Allah sizi sevsin." (Âl-i İmrân, 31)
Kur'an'da bunlar gibi çok sayıda ayet var. Bu ayetler Peygamberimizin İslâm toplumuna yönelik velayetinin ya bazı ya da bütün yönlerini içerir.
Bu konuda araştırmacının gayesini tatmin edecek yöntem, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) hayatını inceleyip doyurucu miktarda nazarî bilgi almak, arkasından ahlâk, ibadet, muamelât, siyaset, diğer, ilişkiler ve uygulamalar alanlarında inen ayetlerin tümüne başvurmaktır. İlâhî vahyin zevkinden süzerek elde edilen bu delil, bir iki cümlelik sözlerde bulunmayacak derecede yeterli dile ve tatmin edici açıklamaya sahiptir.
Burada araştırmacının özen göstereceği bir başka ince nokta vardır: İbadetleri yapmayı, cihat emrini yerine getirmeyi, hadleri ve kısasları uygulamayı ve diğer İslâm hükümlerini içeren ayetlerin çoğunda hitap bütün müminlere yöneltilmektedir, sadece Peygamberimize hitap edilmemektedir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Namazı ayakta tutun." (Nisâ, 77)
"Allah yolunda infak edin." (Bakara, 195)
"Oruç tutmak üzerinize farz kılındı." (Bakara, 183)
"Sizden; hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk olsun." (Âl-i İmrân, 104)
"Allah yolunda cihad edin." (Mâide, 35) "Allah için gerektiği gibi cihad edin." (Hac,78)
"Zina eden erkek ve kadının her birine yüz kırbaç vurun." (Nûr, 2)
"Hırsızlık eden erkeğin ve kadının ellerini kesin." (Mâide, 38)
"Kısasta sizin için hayat vardır." (Bakara, 179) "Şahitliği, Allah için yapın." (Talâk, 2)
"Ve topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın." (Âl-i İmrân, 103)
"Dinin gereklerini yerine getirin ve onun hakkında ayrılığa düşmeyin." (Şûrâ, 13)
"Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan önce daha nice peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi eğer o ölür ya da öldürülürse, topuklarınız üzerinde geri mi döneceksiniz? Kim iki topuğu üzerinde geri dönerse, Allah'a hiçbir zarar vermeyecektir. Şükredenleri ise Allah ödüllendirecektir." (Âl-i İmrân, 144)
Bu konuda bunların dışında daha birçok ayet vardır.
Bu ayetlerin hepsinden çıkan sonuç şudur: Bu din Allah'ın insanlara yüklediği toplumsal bir boyadır. O, kulların kâfir olmalarına razı değildir. Dinin gereklerinin yerine getirilmesi, insanların tümünün gerçekleştireceği bir görevdir. O hâlde toplumun işleri, toplumu oluşturan insanların omuzlarındadır.
Bu konuda bazı fertlerin diğerlerine göre ayrıcalığı ve özelliği yoktur. Peygamber ile başkaları bu konuda eşittir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ben, erkek olsun, kadın olsun, içinizden çalışan hiçbir kimsenin yaptığını boşa çıkarmam." (Âl-i İmrân, 195) Bu ayetin kayıtsız-şartsız ifadesi gösteriyor ki, İslâm toplumunun unsurlarının toplumlarının kendisi üzerindeki etkisi hem teşriî, hem de tekvinî açıdan O'nun tarafından göz önünde tutuluyor ve O bu etkiyi boşa çıkarmıyor. Yüce Allah başka bir ayette de şöyle buyuruyor: "Allah, yeryüzünü dilediği kullarına miras bırakır. İyi son, (günahlardan) sakınanlar içindir." (A'râf, 128)
Evet; Peygamberin (s.a.a) omuzlarında dine çağrı, yol gösterme ve eğitme görevleri vardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Peygamber onlara Allah'ın ayetlerini okur, onları kötülüklerden arındırır, onlara Kitabı ve hikmeti öğretir." (Cuma 2) Resulullah (s.a.a), ümmetin işlerini yürütmek, dünyada ve ahirette önderliklerini üstlenmek ve hayatta oldukça onlara liderlik yapmak için Allah tarafından belirlenmiştir.
Fakat burada araştırmacılar tarafından göz ardı edilmemesi gereken nokta şudur: Bu yol, Allah'ın malını taht sahibi sultanın haracı sayan, Allah'ın kullarını onun köleleri kabul eden, köleleri saydığı Allah'ın kullarına dilediği gibi davranan, onlar üzerinde istediği gibi hükmeden saltanat egemenliği yolundan başka bir yoldur. Yine bu yol, maddî yararlanma esasına dayanan demokratik veya antidemokratik bir toplumsal yöntem de değildir. Bunlar ile İslâm arasında benzeşmeye, aralarında özdeşlik kurulmasına engel, açık ayrılıklar vardır.
Bu farklılıkların en önemlilerinden biri şudur: Söz konusu toplumlar maddî çıkar esası üzerine kuruldukları için istihdam ve sömürme ruhu iliklerine işlemiştir. Bu da insan tahakkümü sistemini doğurur. Bu sistemde her şey insanın iradesine ve keyfî davranışlarına bağlanmıştır. Hatta insanın kendisi bile başka bir insanın iradesi altındadır. Egemen insanın diğer insana el atması, istediği gibi onu eli altına alması ve ondan beklediği her şeyi elde etmesi mubah sayılır.
Bu, geçmiş yüz yıllardaki keyfî monarşi yönetimidir ki bugün uygar toplum kılığında ortaya çıktı. Bu durumu güçlü milletlerin zayıf milletlere yaptıkları zulümlerde ve haksızlıklarda görüp durduğumuz gibi, onların tarih tarafından kaydedilen kötülükleri ile ilgili hatıralarımızla da sabittir.
Geçmiş yüzyılların bir firavunu, bir Kayseri veya bir Kisrâsı (bir imparatoru) baskılarla, entrikalarla zayıflar üzerinde meramını, istediği ve arzu ettiği gibi yürütürdü. Sonra da eğer canı mazeret beyan etmek isterse bütün bu yaptıklarının saltanatın gereği olduğu, ülke yarına olduğu, devletin temelini güçlendirmek için yapıldığı mazeretine sığınırdı. Yaptıklarının onun dehasının ve üstün kişi oluşunun hakkı olduğuna inanırdı. Kılıcını bu sözde hakkının delili olarak gösterirdi.
Bugünde eğer güçlü milletler ile zayıf milletler arasındaki siyasî ilişkileri derinliğine incelersen, tarihin ve tarihî olayların geri geldiğini ve gözlerimiz önünde tekrarlandığını görürsün. Yalnız geçmişteki tek adama dayalı biçim, şimdilik toplumsal biçim ile yer değiştirdi. Ama ruh aynı ruh, keyfî arzu aynı keyfî arzudur. Oysa İslâm'a gelince, onun yolu bu keyfî arzulardan uzaktır. Onun delili, Peygamberimizin fetihlerindeki ve anlaşmalarındaki uygulamalarıdır.
İslâm dışı toplumların yöntemleri ile İslâm yöntemi arasındaki başlıca farklardan bir başkası da şudur: İnsanlık tarihi boyunca görüldüğü ve belgelendiği üzere toplumların kesimleri arasında, sonu fertler arası kargaşaya varan ayrıcalıklar mutlaka vardır. Toplum kesimleri arasındaki servet, mevki, makam ayrıcalıkları sonuçta toplumlarda kargaşa belirmesini kaçınılmaz kılar. Fakat İslâm toplumunun kesimleri arasında benzeşme vardır. Birbirleri arasında öncelik, üstünlük, övünme ve seçkinlik yoktur. İnsanın mayasının isteği ve vazgeçilmez arzusu olan farklılık, sadece takvadadır ve bunun belirleyicisi insanlar değil, Allah'tır. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ey insanlar, biz sizi bir erkek ile bir kadından yarattık. Sizi milletlere ve halklara ayırdık ki, tanışasınız. Allah katında en üstün olanınız, kötülüklerden en çok sakınanınızdır." (Hucurât, 13) "İyiliklerde birbiriniz ile yarışın." (Bakara, 148)
Buna göre İslâm'da yöneten ile yönetilen, amir ile memur, reis ile reisin emri altındakiler, özgür insan ile köle, erkek ile kadın, zengin ile fakir, büyük ile küçük eşit konumdadır. Dinî kanunların haklarında yürütülmesi ve sosyal olaylarda aralarında sınıf farklılıklarının olmaması açısından bu saydıklarımızın hepsi birdir. Peygamberimizin uygulamaları bunun delilidir. Selâm ve övgü bu uygulamayı yapanın üzerine olsun.
Bu önemli farklardan biri de şudur: İslâm'da yürütme gücü, toplumda ayrıcalıklı ve seçkin bir zümrenin tekelinde değildir. Tersine bu güç toplumun bütün fertlerine yaygındır. Buna göre herkes hayra çağırmakla, iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla yükümlüdür. İslâm toplumunun yöntemi ile diğer toplumların yöntemleri arasında daha birçok farklılıklar vardır ki, bunlar dikkatli araştırıcıların gözünden kaçmaz.
Bunların hepsi Peygamberimizin hayatında böyle idi. Peygamberimizden sonra toplum yönetiminde iki görüş belirdi. Müslümanların çoğunluğu toplumda bir halifenin Müslümanlar tarafından seçilmesi yöntemini benimserken, Şiî Müslümanlar halifenin Allah ve Peygamber tarafından nasla belirlendiğini, bu halifelerin kelâm kitaplarında ayrıntılı biçimde anlatıldığı üzere on iki İmam olduğu görüşünü savunmuşlardır.
Fakat bu görüş ayrılıkları bir yana, Peygamberimizden (s.a.a) ve zamanımızda olduğu gibi Hz. Mehdi'nin gaybetinden sonra İslâm hükümetinin işi Müslümanlara bırakıldığı tartışmasızdır. Kur'an'dan bu konuda çıkan sonuca göre toplumun önderini Peygamberimizin uygulamaları uyarınca belirleme yetkisi Müslümanların elindedir. Bu da krallık veya imparatorluk değil, imamlık sistemidir. Belirlenen önderin Müslümanlara yönelik uygulamaları şöyle olmalıdır:
Hükümleri değiştirmeksizin korumak. Temel hükümler dışında, daha önce belirtildiği gibi, güncel ve yerel olaylarda istişare ilkesini benimsemek. Bu konudaki delil, "Sizin için Peygamberde uyulacak güzel bir örnek vardır." ayetinin yanı sıra, daha önce değindiğimiz Peygamberimizin önderliğini vurgulayan ayetlerin bütünüdür. ehlader
Allame Tabatabi
Ölüm; Kum Saatinin Bittiği An
Hiç bilmeyiz ve hiç düşünmeyiz; insan nadiren yaşar, nadiren yaşadığını da nadiren bilir. Acaba ölüm de nadiren yaşanılır mı? İnsan, yaşamında bazen ölüp sonra yine yaşar mı? Bilmem, ama ölümün kesin yaşanılacağı malumumuzdur.
Ölümün bir kenarı var, bir ucu bucağı, bir sesi, soğukluğu, başı, sonu, artısı eksisi ve ölümün bir nuru var yahut zulmeti… Tanıdığım bazıları öldüğünde yüzleri nurlandı, yüzlerindeki acı ve yaşlılık izleri gitti, yerini düğün arifesindeki gelinlerin temiz tebessümü aldı…
Bazıları az yaşar, bazıları çok. Uzun bir ömür veya kısa, ama bitiyor! Ne zaman, kaç yaşında ölüm düşünülmeye başlanılır, bilmem; lakin düşünülür, insan kaçmak istese de kaçamaz, bazen gelir akla. Bazense arzulanır; ölümün tadını, yüzünü bilmeden insan ona kavuşmak ister.
Peki, ölüm neden istenilir? Bazıları Sevgiliye kavuşmak, ebedî olmak için can atar ölüme. Yaşam onlar için ayrılık diyarıdır; oysa ölüm, sevgilileri birleştiren en kısa ve en güzel yol.
Hafıza! Şikâyeti hicran çe mi-koniy?
Der hicr vesl başed-o der zulmet-est nur
Hafız! Hicranda bunca sızlanma niye?
Ayrılıkta kavuşma var, karanlıktadır nur
Bazıları yaşamda acı çektikleri için ölümü ister, ölümü yokluk bildikleri için… Ölüm varlık âleminden, yani acılar diyarından tamamen kopup yokluk âleminde huzura kavuşmaktır… Peki ya ölüm sonrası yokluk değil de daha sonsuz, daha büyük ve daha elemli bir yaşam varsa?! Çocukluğumdan beri, bunların hâlini hep merak etmişimdir, bir ateistin duasını merak ettiğim gibi… Ne kadar korkunç ve aynı zaman da gülünç, insanın inanmadığı bir yere yolcu olması…
Ölüm bir yokluk (!). Öyle zannediyor inançsızlar ve korkuyorlar. Oysa ölüm kadar yeniden diriliş de sabit bir gerçek. Eşyanın perde önüne “inançsız” bir bakış açısıyla bakınca, çok şey gibi kıyamet saati de korkunç. Bilinmeyene karşı duyulan dehşet gibi. Fakat varlığa “iman” adesesinden nazar edince ölüm de, kıyamet sahneleri de bir başka harika, bütün hâdiseler kadar harika. Manası derin, geniş, yüksek ve büyük bir takdir-i ilâhîdir o.
Evet, iman bir cennet; dünyada da, ukbada da. Küfürse malum… Şimdi semanın yerlilere son mesajından bir kitabe, bir hitabe ile tefekküre ve muhasebeye çekilme zamanı: “İnsanların hesaba çekilecekleri vakit çok yaklaştı; ama onlar hâlâ koyu bir gaflet içinde haktan yüz çevirmekteler.” (Enbiyâ, 21/1)
Genelde insan pek ölümü istemez, hatta ölümün adı geldiğinde “konuyu değiştir” der. İnsan ölümü istemez, zira arzularıyla dünyaya bağlanmıştır. Bu kadar çok sevdiği dünya ve mafihadan nasıl vazgeçsin, nasıl da bırakıp ukbaya hicret etsin? Gerçek hayatın için ne gönderdin ki şimdi de bu yolculuğa çıkmak isteyesin? Tek amacı dünya olan insan ölümden korkar, geceleri kâbus dolu rüyalardır ölüm onun için. Fakat istese de, istemese de bu yolculuğa çıkmak zorunda. Çünkü ölüm insanların alınlarına vurulmuş bir damga gibidir, asla silemez ve asla temizlenmez.
Ölüm aslında korkunç değil, ölümü korkunç yapan bizim amellerimizdir. Gerçekte ölüm insanın mükemmelleşme yolunda gidişatının bir parçasıdır, tekâmüle ait bir aşama. Allah insanı mutlak kemale ulaşması için yarattı, hiçbir şekilde bu mutlak kemale ulaşmak tam anlamıyla dünyada mümkün olamaz, ne dünya buna müsaittir ve ne de fiziksel “ben”imiz. Eşref-i mahlûkat (s.a.a) şöyle buyuruyor:
“İnsan uykudadır, ölür ve uyanır.”
İşte bu esnada namaz, nasıl uyanacağını ve nasıl çok bağlandığı bu dünyadan kopacağını öğretiyor insana. Aynı şekilde oruç da bu gücü insana vermektedir. İnsanın erken uyanmasını sağlayan bu iki etkenin aksine, insanın daha derin uykuya dalmasını sağlayan etken de, dünyevî arzu ve isteklerdir. Bunu yüce Allah Yahudileri muhatap kılarak bizlere şöyle bildiriyor:
“Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Her biri de arzular ki, bin sene yaşasın.” (Bakara, 2/96)
Yahudilerin en belirgin özelliği, ölümden çok korkmalarıdır; zira çok yaşamak isterler. Dünyada uzun yıllar yaşamayı arzulamak, Kur’ân kültüründe beğenilmeyen, kötü özelliklerden biridir. Dünyada çok yaşamak önemli değil, önemli olan nasıl yaşamaktır. Sınava girdiğimizde soruları on dakikada yahut altmış dakikada yapmanın hiçbir farkı olmadığı gibi.
Evet, ölüm, bizim zihinlerimizde bir yıkılıştır, bir dağılıştır; tıpkı korkunç bir deprem gibi, her şeyi yerle bir eden tufan gibi. Tabi ilk etapta hayale gelen görüntüler bunlar. Fakat aslında bir kuruluştur o, kusursuz bir kuruluşun ilk merhalesi. Yani fani dünya malzemelerinden, baki bir âlem inşa etmek. Su bulanmadan durulmaz. Hamur yoğrulmadan ekmek olmaz. Dünyada birbirine karışık vaziyette bulunan hayır ve şer, hayırlılar ve şerliler de kıyametle tam hallaç olur ve sonra yeniden haşirle tamamen birbirlerinden ayrılırlar. Olaya bu aslî yönüyle bakmak gerek. Ne muhteşem, ne mükemmel bir icraat! Zira ölüm zorluklar ve acılar diyarından mutluluk diyarına geçiştir; kıyamet de adı üstünde yeniden dirilme, ayağa kalkma, kurulma, bina edilme demek.
Kıyamet vakti deyince, hayalde beliren genel sahneler… Önce yürekleri yırtan bir sayha kopar! Tüm varlık âlemi, canlı cansız her şey dehşete düşer. Sonrasında mı? Tüm çekimini kaybeden güneş sistemi birbirine girer, her şey paramparça olur, düzen, intizam bozulur, yerle gök, arşla ferş darmadağın olur. Samanyoluları ipi kopan tesbih misali saçılır, galaksiler, yıldızlar, güneşin cazibesini kaybetmesiyle yörüngesinden çıkan gezegenler birbirleriyle çarpışırlar ve parça parça olur aylar, dünyalar… Ve derken her şeyi yerle bir eden ıslık ıslık kasırgalar, dağları söküp fırlatan tufanlar, karaları yutan deniz dalgaları, dört bir yandan fışkıran lavlar, cehennem gibi kaynayan magmalar, her yeri saran alev alev yangınlar, yeryüzünü yeraltına katıp karıştıran depremler… Ağrı dağı bile denizde boğulur. Sonrasında okyanuslar bir kazan misali kaynatılır. Tüm bunlarla birlikte bir ömür insanın uğruna kanlar akıttığı, gurur ve kibirle övündüğü apartmanlar, saraylar, abideler tuz buz olur; ne kilise kalır, ne havra ve ne de cami. Enkazlar altında kalan canlar, şak şak yarılan yollar, ekinler gibi yanan ormanlar, bir anda silinip giden tarihî ümranlar, köyler, kentler ve devletler…
Anneler çocuğunu düşürür, bebeler annesinin delirişini görür, baba evladını öylece koyup kaçar; fakat “fe eyne tezhebun?”, ne bir kaçış yeri ve ne de firar mahalli bırakılmıştır. Ödü kopar insanın, çığlıklar ser verir, biri düşer, biri kalkar, biri karnını tutar, herkes şaşkın, herkes hezeyan, heyecan ve feveranlarla. Ne mal fayda verir, ne evlat, ne şu, ne bu. Hızır bile yetişemez “Eyne’l-Meferr?/Yok mu kaçıp sığınılacak bir yer, yok mu?” çağrılarına. Herkes birbirinden kaçar. Yalnız bir Nebi (s.a.a) var; herkes kendi derdinde, O herkesin derdinde.
Böylece herkes ölür, mukarreb melekler bile. Yerler cansız insan cesetleriyle dolar. Bir saniye önce şiddet-i zuhurundan göremediği hakikatı, âyân-beyân müşahede eder. Dağılan bedeniyle, bedenindeki gözüyle değil, ruhuyla, yani kendisiyle. Muhteşem kâinat, muhteşem bir enkazdır artık…
Sonrasında mı? Ya sağ ehlindensin ya da sol. İnsanlar ve cinler bu iki ana gruptur. Her ikisinin de sağcıları ve solcuları vardır. Sağ ehli, yani cennetlikler, sol ehli yani cehennemlikler.
Sağ ehlinden bazıları sorgusuz sualsiz, bazıları uçarak, bazıları yürüyerek, bazıları yavaş yavaş, bazıları da yüzüstü sürünerek girer cennete. Sol ehli ise cehennem yolcusudur; kimileri sorgusuz sualsiz, kimileri yaka-paça, kimileri elinde kelepçe, ayağında pranga, kimileri sürünerek, kimileri herkesin önünde rezil rüsva edildikten sonra, kimileriyse ateşten zincirlere vurularak…
Kur’ân’ın ve Peygamber’in sözü aşikâr olur, böylece gerçek hayat başlar, ebediyen sürecek bir yaşam. Cennet ve cehennem kapıları bir daha açılmamak üzere mühürlenir ve içindekiler sonsuz olurlar; ya ebedî saadet veya ebedî şekavet içinde. Ama herkesin (cennetliklerin de, cehennemliklerin de) dudağında aynı kelime: Keşke, ah keşke!
Keşke ötede hiç “keşke” demeyeceklerden olabilsek! Şair ne hikmetli söyler:
Yâ men bi dünyâhu’şteğal / Kad ğarrahû tûlu’l-emel
Eve lem yezel fî gafletin / Hattâ denâ minhü’l-ecel
el-Mevtü ye’tî bağteten / Ve’l-kabru sundûku’l-amel
Isbir alâ ehvâihâ / Lâ mevte illâ bi’l-ecel.
Ey kendi dünyasıyla meşgul olan kişi!
Tul-i emel aldattı senin gibilerini
Öyle gaflet içinde yüzüp gitmedi mi?
Ta ki eceli ona gizlice yaklaşıverdi
Ölüm zaten (şok gibi) apansızın gelir
Kabir ise amellerin sandığıdır
Kabrin korkularına göster sabır
Zira ölüm ancak ecel ile olur.
Siyonist Diplomat: Beklentilerin Aksine Yaptırımlar İran'ın Çökmesine Neden Olmadı
Siyonist bir diplomat, İran'a yönelik yaptırım politikasının başarısızlığını itiraf ettiği bir makalede, bu rejimin Viyana'da yaptırımların kaldırılması görüşmeleri hakkındaki tutumunu değerlendirdi.
Siyonist diplomat Alon Bancas Pazar günü Haaretz gazetesinde yayınlanan bir makalede, Siyonist rejimin politika ve eylemlerinin İran'ın nükleer programının mevcut gidişatını veya bu konuda olası bir anlaşmayı etkileyebilecek düzeyde olmadığını yazdı.
Alon Bancas şu ifadelerde bulundu: ‘Tel Aviv rejiminin ilk hatası, yaptırımların İran hükümetinin çöküşüne yol açabileceğini düşünmesiydi, ancak yaptırımlar beklentilerin aksine bu amacı gerçekleştirmedi.
Buna tüm yaptırımlar dâhildir; yani hem 2015 nükleer anlaşmasından önce uygulanan yaptırımlar hem de ABD'nin 2018'de Nükleer Anlaşmadan çekilmesinden sonra uygulanan yaptırımlar.
Tüm yaptırımların güvenlik varsayımı, İran'daki egemen rejimi ortadan kaldırabileceğiydi. Ancak bu varsayım hedefe bin ışık yılı uzaklıktadır.’
Bu Siyonist diplomat, Siyonist rejimin ikinci hatasını, bu rejimin Rusya ve Çin'in İran'la karşı karşıya gelmesi varsayımı olarak değerlendirdi ve şunları yazdı: ‘Çin ve Rusya'nın sonunda sabrının tükeneceği ve İran'ın nükleer programının gelişmesini engelleyeceği varsayımı yanlıştı. Rusya ve Çin'in İran'ın nükleer programının askeri kısmını geliştirmekte ısrar etmedikleri doğrudur. Ancak, ABD'nin girdiği herhangi bir askeri çatışmadan her iki ülkenin de çıkar sağlayacağı bilinmelidir.’
Bu İsrailli diplomat, İsrail’in İran’ın askeri nükleer programını tek tehdit olarak varsaymasını bu rejimin üçüncü hatası olarak değerlendirdi. Alon Bancas, bölgedeki İran yanlısı grupları nükleer bombadan daha tehlikeli olarak nitelendirdi ve şunları yazdı: ‘Nükleer anlaşma imzalansa bile İran bu grupları desteklemekten vazgeçmeyecek ve bu politikanın devam etmesi İsrail'e daha ağır zararlar verecektir.
İran'ın bölgesel politikası ve direniş gruplarına destek konusunun nükleer anlaşmaya dâhil edilmemesi, Siyonist rejimi aynı şekilde tehlikeye atıyor.
İran'ın nükleer silah üretmesini şu ana kadar engelleyen tek faktör, Tahran'daki karar vericilerin böyle bir niyetinin olmamasıdır. Aksi takdirde, şimdiye kadar hiçbir şey onu durdurmadı.’
Bu Siyonist diplomat ayrıca, Tel Aviv ve Washington arasında İran'ın nükleer programı konusundaki anlaşmazlığa da değindi ve şu iddialarda bulundu: ‘ABD nükleer silaha sahip bir İran'ı kabul etmeye hazırlanıyor. Ancak İsrail'in resmi tutumu, İran'ın nükleer programının askerileştirilmesinin bu rejim için varoluşsal bir tehdit olacağını ve Batı Asya'da bir nükleer silahlanma yarışı yaratacağını vurgulamaktadır. Öte yandan İran'ın müttefik grupları İsrail'e yönelik saldırılarını giderek artırıyor.
Tel Aviv rejiminin ikiden fazla seçeneği ve çözüm yolu yok; birincisi, ya nükleer anlaşma İran'ın nükleer programının bütünlüğünü yok edecek ya da İsrail rejimi askeri bir saldırıda İran'ın nükleer programını yok edecek ve bu her iki seçeneğin de Amerika Birleşik Devletleri ve Tel Aviv’i destekleyen ülkeler de dâhil olmak üzere dünyada alıcısı yok.’
Bu Siyonist diplomat yaptırımların başarısız olduğunu itiraf ederken, ABD hükümetinin İran Temsilcisi Robert Malley daha önce 4 Ağustos'ta bir televizyon programında İran'a maksimum baskı ve yaptırım uygulama planının korkunç bir şekilde başarısız olduğunu itiraf etmişti.
Öte yandan, Pazartesi günü öğleden sonra Avusturya'nın Viyana kentinde İran'a yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin müzakereler devam ederken, Siyonist haber kaynakları dün bu rejimin dışişleri bakanının bu müzakereleri engellemek amacıyla Fransa ve İngiltere'ye gittiğini açıkladı.
Aliyev: İran ile İlişkiler Daha Da Gelişecek
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi ile gerçekleştirdiği görüşmeyi değerlendirdi.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, dün akşam basın mensuplarına yaptığı açıklamada, İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi ile gerçekleştirdiği görüşmeyi değerlendirerek, "Dost ve kardeş ülke olarak (Türkmenistan’da) ikili ilişkiler konusunda görüş alışverişinde bulunduk. Bundan sonra ilişkilerimizin her alanda geliştirilmasine karar verdik.” dedi.
Aliyev, “Halklarımız kardeş halklardır, ülkelerimiz kardeş ülkelerdir ve bugün (Aşkabat’taki görüşmelerde) ele alınan konular İran-Azerbaycan ilişkilerinin çok üst düzeyde olduğunu bir kez daha göstermiş oldu." ifadesini kullandı.
İran, Azerbaycan ve Türkmenistan arasında imzalanan doğalgaz sözleşmesine ilişkin Aliyev, şunları konuştu:
"Belge imzalandı, bu çok önemli. Bu tarihi bir sözleşmedir. İran-Azerbaycan ilişkilerinin ne kadar derin olduğunu bir kez daha gösteriyor. Azerbaycan Türkmenistan doğalgazını İran üzerinden alacak. Bu, üçlü işbirliği için çok uygun bir zemin hazırladı ve bu konuda iyi niyetimizi gösteriyor. İmzalanan sözleşme , ekonomik ve enerji güvenliği açısından büyük önem taşımaktadır.”
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Türkmenistan'daki temaslarını tamamlayarak dün akşam Bakü'ye döndü.
Tahran’la Bakü’yü ayırma senaryosu bozguna uğradı
Azerbaycan Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı Şahin Mustafayev’in Tahran’ı ziyaret edecek olması, gözlemcilerce Tahran’la Bakü’yü ayırma senaryosunun bozguna uğratıldığı şeklinde yorumlandı.
Bu ziyaret, son günlerde iki ülke arasında bazı yanlış anlaşılmaların yaşanmasının ardından Azeri üst düzey bir yetkilinin İran’a yaptığı ilk ziyaret sayılıyor.
Mustafayev’in Tahran’da Yol ve Şehircilik, Petrol ve Dışişleri Bakanları ile görüşmesi bekleniyor.
Haberi duyan gözlemciler, bu gelişme Tahran’la Bakü’yü ayırmak isteyen siyonist İsrail gibi çevrelerin senaryoları suya düştüğünü gösterdiğini belirtiyor.
14. Uluslararası nücum ve astrofizik olimpiyatlarıİranlı öğrenciler 9 madalya kazandı
İranlı öğrenciler 14. Uluslararası nücum ve astrofizik olimpiyatlarında 9 madalya kazandı.
Muhabirimizin haberine göre, İranlı öğrenciler 14. Uluslararası nücum ve astrofizik olimpiyatlarında 9 madalya kazandı.
Colombiya’nin ev sahipliğinde ve çevrim içi yöntemi ile düzenlenen ve 48 ülkenin katıldığı bu rekabetlere katılan İranlı öğrenciler 2 altın, 5 gümüş ve 2 bronz madalya ve bir de onur diploması kazandı.
İran ve Fransa Cumhurbaşkanları telefonda görüştü
İran İslam Cumhuriyeti ve Fransa Cumhurbaşkanları, yaptıkları telefon görüşmesinde Nükleer Anlaşma ve P4+1 grubu ile Avrupa Birliği toplantısı hakkında fikir alışerişinde bulundu.
Bir buçuk saatlik telefon görüşmesinde İran İslam Cumhuriyeti ve Fransa'nın ikili meselelerinin yanı sıra, İran ile Batı arasında Viyana'da devam eden nükleer müzakereleri ele alındı.
Cumhurbaşkanı Reisi bu telefon görüşmesinde yaptığı açıklamada, 'İran nükleer konusundaki taahhütlerine her zaman bağlı kaldı ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu defalarca İran'ın bağlılığını teyit etti.
Yaptırımların kaldırılması için müzakerelerin başlamasına da değinen Cumhurbaşkanı Reisi, 'Müzakerelere kapsamlı bir ekip gönderilmesi, İran'ın bu müzakerelerdeki ciddi iradesini gösteriyor dedi.
Reisi, Fransa Cumhurbaşkanı'nı, müzakereleri sonuçlandırmak ve İran'a yönelik yaptırımları kaldırmak için Viyana'daki diğer ülkelerle birlikte çalışmaya çağırdı.
Cumhurbaşkanı Reisi, 'Yaptırımlar İran'ı ilerleme yolunda durduramadı ve bugün tüm dünya Nükleer Anlaşma'yı ihlal edenlerin kim olduğunu biliyor ve yükümlülüklerine geri dönmeliler' diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Reisi, ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı'na baskıcı yaptırımların kaldırılması, Amerikalılar ve Avrupalılar tarafından verilen taahhütlerin yerine getirilmesi için çalışma çağrısında bulundu.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise ABD'nin Nükleer Anlaşma'dan çekilmesini kınayarak, 'Nükleer Anlaşma'yı ortak sorumluluğumuz olarak görüyoruz ve her zaman tüm tarafları bu anlaşma çerçevesine geri döndürmeye çalışıyoruz. Bu konuda ABD Başkanı Biden ile görüştüm ve bir sonuca varmak için görüşmeleri sürdürmeye kararlıyız. Fransa olarak, sorunların çözümünde ilerleme kaydetmek için İran ile görüşmeleri sürdürmek istiyoruz' dedi.
Reisi: Tahran – Ankara ilişkileri iki milletin ve bölgenin lehinedir
İran ve Türkiye cumhurbaşkanları Aşkabat’ta düzenlenen EKO liderler zirvesinin kulisinde bir görüşme gerçekleştirdi.
Görüşmede Reisi ve Erdoğan, iki ülke arasında ikili ve bölgesel meselelerde işbirliği ve koordinasyonu geliştirmek, iki milletin ve bölgede barış ve istikrarın yararına olacağını vurguladı.
Görüşmede Reisi, Tahran ve Ankara arasındaki ticari ve iktisadi ilişkileri geliştirme kapasiteleri şimdiki seviyenin çok ötesinde olduğunu belirterek, iktisadi ilişkileri geliştirme yolunu kolaylaştırmaları gerektiğini, bunun için tercihli tarifelerin yeniden gözden geçirilebileceğini ifade etti.
Cumhurbaşkanı Reisi ayrıca İran, Azerbaycan ve Türkiye arasında yakın ilişki ve işbirliği önemli olduğunu vurgulayarak, her üç ülkenin arasında büyük kültürel, dini ve inanç bağları bulunduğunu, bu ilişkilerin bozulmasına müsaade etmemeleri, bilakis daha da güçlendirerek ortak düşmanları hüsrana uğratmaları gerektiğini vurguladı.
Görüşmede Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Ankara yönetimi İran İslam Cumhuriyeti ile ikili ve bölgesel işbirliğini geliştirmeyi ve güçlendirmeyi zaruri gördüğünü belirterek, başta iktisadi alanlar olmak üzere ikili ilişkilerde büyük bir sıçrama gerçekleştirebileceklerini kaydetti.
Emir Abdullahian:İran ve Türkiye bölge gelişmelerinde önemli rol ifa ediyor
Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahian, İran ve Türkiye iki bölgesel büyük güç olarak bölge gelişmelerinde inkar edilemeyecek rolleri söz konusu olduğunu vurguladı.
Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian instagram hesabında Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmesi hakkında yaptığı açıklamada, kardeşi Çavuşoğlu’nu Tahran’da ağırlamaktan mutluluk duyduğunu ve önemli istişarelerde bulunduklarını belirtti.
Emir Abdullahian, görüşmede iki ülke arasındaki ilişkileri daha da geliştirmek üzere uzun vadeli bir yol haritası tedvin edilmesi konusunda mutabakata vardıklarını, bu yol haritası iki Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmasını amaçladıklarını kaydetti.
Emir Abdullahian ayrıca Çavuşoğlu ile sınır meseleleri, göçmenler, terör, su kaynakları ve diğer bazı önemli bölgesel ve küresel konuları ele aldıklarını ifade etti.
Nükleer Görüşmelerde Planlar ve Beklentiler
29 Kasım 2021 Viyana’da altı aylık bir aradan sonra İran ile 4+1 grubu (4 BMGK üyesi ve Almanya) arasında nükleer görüşmeler yeniden başladı.
ABD 2015 yılında imzalanan KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasından çıktığı için görüşmelere doğrudan katılamayacak ve ABD böylece müttefiklerinin görüşmelerle ilgili vereceği raporlarla yetinecek. ABD’nin İran Özel Temsilcisi Robert Malley’in ifadesiyle İranlılar bu süreçte Amerikalılarla ayrıca görüşmeyi reddettiler. Robert Malley sözlerinin devamında “Daha önce de İranlılara ilettiğimiz üzere iki ülke temsilcilerinin yüz yüze görüşememesi durumunda bu görüşmelerden bir sonuç beklemeleri boşunadır” tehdidinde (veya aczinde) bulundu.
İran’ın takındığı dik duruş ve ABD İran Özel Temsilcisinin açık ifadeleri de gösteriyor ki, İran görüşmelerde Hasan Ruhani dönemindeki gibi aceleci davranmayacak ve öyle hemen sonuç alma gibi bir niyeti de yoktur. Zaten İran ile ABD arasındaki görüşmelerden kesin ve somut bir sonuç beklemek bunca tecrübeden sonra hayalcilik olur. Görünen o ki, İran bu süreçte belli ve kalıcı garantiler alana kadar herhangi yeni bir taahhüt altına girmeyecektir. İran’ın eli bu görüşmelerde ABD’den daha güçlüdür. Çünkü KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasından çıkan ABD, anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmesine rağmen bu anlaşmadan herhangi bir fayda görmeyen İran’dır.
Taraflar görüşme masasına oturur ve birbirine geçici tavizler verirse bile bu nihai sonuca varmak, anlaşmak olarak algılanmamladır ve gerçekte böyle bir irade ve beklentileri de yoktur. Bu iyimser sonuç sadece taraflardan birinin yenilgiyi kabul etmesi ve teslim olmasıyla mümkün olabilir ve ufukta böyle bir şey görünmediğine göre kimsenin boş beklentiler içine girmesine gerek yoktur.
Yirmi yıla yakın süreden beri devam edegelen nükleer görüşmeler deneyimi gösterdi ki, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkta yaptırımlar ABD’nin elindeki en etkili silahtır. Sabırlı duruşu ve baskılara, kuşatmalara karşı direnişi ise İran’ın elindeki en etkili silahtır.
ABD’in Görüşmelerden Beklentisi
Amerikan tarafı baskıyı artırmak, İran'ın nükleer teknoloji dalında ilerleme sürecini sekteye uğratmak, İran’ın füze-savunma teknolojisi ile bölgesel nüfuzunu sınırlamayı görüşmeler gündemine eklemeyi planlıyor. Nitekim geçmişte (2015) önce KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasını imzalayıp sonra (2018) geri çekilmesiyle on yıl süreyle bu amacına ulaştı denilebilir. Çünkü İran bu anlaşma çerçevesinde karşı tarafın dürüstlüğünü denemeden taahhütlerini yerine getirip nükleer teknolojisini büyük çapta durdurmuşken ABD, İran aleyhindeki yaptırımları kaldırma taahhütlerini yerine getirmediği gibi onlarca yeni yaptırım uygulamaktan da çekinmemiştir.
Donald Trump zamanında anlaşmadan tek taraflı çekilen ve İran aleyhindeki yaptırımları daha da şiddetlendiren ABD’de 2020 yılında yapılan seçimlerde işbaşına gelen Joe Biden hükümetinin anlaşmaya dönmeye dair istekli görünmesi ve hatta Avrupalı dostlarını da yanına alarak İran’a görüşmelere dönme baskısı uygulaması pişmanlık duyduğu için değil, zirvesine varmış yaptırımların etkisinin zamanla azaldığını gördüğü ve yeni görüşmeler bahanesiyle İran’ı yeniden bir on yıl daha oyalamak istediği içindir. Yoksa İran’ın nükleer silah peşinde olmadığını, böyle bir niyeti olsaydı bunu pekala başarabileceğini ABD herkesten çok daha iyi biliyor.
ABD uyguladığı yaptırımların başarılı olacağına, İran’ın nükleer teknolojisini ve genel olarak gelişmesini durdurabileceğine güvense asla ve kat’a yeniden görüşmeler yapılmasına istekli olmazdı. İnişli çıkışlı sinus eğrisine benzeyen yaptırımların etkisi daima aynı düzeyde kalmadığı için belli bir süre sonra şatafatlı sözcükler altında yeni taktiklere başvurulması gerekir. İşte ABD İran üzerindeki baskıları sürdürme stratejisinde yeni bir taktik olarak görüşme masasına oturmakta ısrar etmektedir ve başka çaresi de yoktur. Masa üzerinde başka seçeneklerimiz (askeri!) de var sloganları da eskimiş manevralardan ibaret olup İran tarafından artık ciddiye alınmamaktadır. Bu propagandalar 15-20 yıl öncelerde etkili olabilirdi belki, ama günümüz şartlarında ABD’nin böyle bir güç ve cesareti olduğuna artık kimse inanmıyor. Afganistan kaçan, Irak’tan çıkmaya hazırlanan, Suriye’den nasıl çıkacağının hesaplarını yapan ve en yakın müttefikleri yanında bile eski heybeti kalmamış bir ABD’nin İran’a askeri saldırıda bulunmanın ne gibi korkunç sonuçlar doğuracağını hesaplamaması mümkün değildir.
Çin ve Rusya’nın Görüşmelerden Beklentisi
Rusya ve Çin’in görüşmelerin başlamasına bu kadar istekli görünmenin ötesinde teşvik edici olmaları ve Batı’dan daha çok KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasını ihya etmeye çalışmaları bu iki ülkenin kendi çıkarları çerçevesinde değerlendirilmelidir.
Çin ve Rusya’nın KOEP’i yeniden hayata geçirmekle güttükleri asıl hedef, ABD ile yakın bir gelecekte uzlaşması mümkün görünmeyen İran’ı bir yandan kontrol edilebilir bir ülke durumuna sevk etmek öte yandan İran üzerindeki yaptırımlar baskısını kaldırarak veya en azından azaltarak bu ülkeye ihtiyaç duyduğu silahları satmak (Rusya), İran’ın enerji kaynaklarından rahatça yararlanmak (Çin) ve ikili ilişkileri artırarak İran’ı kendi yanlarına çekmektir.
Yoksa bu iki ülkenin İran’ı ABD ve onun çizgisinde hareket eden ülkelerin çengelinden kurtarmak veya uluslararası hukuk ve kuralları ayakta tutmak peşinde olduklarını düşünmek safdilliktir. İsrail’in Filistin halkına yönelik cinayetleri, İran’ın nükleer bilim adamları ve nükleer tesislerine yönelik doğrudan ve Suriye’de İran’ın etkili olduğu üslere dolaylı saldırıları ve Suudilerin mazlum Yemen halkına karşı sürdürdüğü cinayetleri karşısında sessiz kalmaları, görmezden gelmeleri, cani ve katil rejimlerle ilişkilerini her gün daha çok geliştirmeleri bu görüşümüzün en açık kanıtıdır.
İran’ın Görüşmelerde Beklentisi ve Üstün Konumu
ABD’nin hangi niyet ve planlar peşinde koştuğunun farkında olan İran tarafı ise görüşmelerden elle tutulur bir sonuç alamayacağını artık anlamış bulunuyor. İran’ın amacı artık gaddar düşmandan insaf beklemek yerine yaptırımlarla birlikte yaşamak, ekonomisini ayakta tutmak, gelişmesini bu şartlarda sürdürmek ve uluslararası kurallara uymakta kayıtsız kaldığına (buna sulta sistemine katılmamak da denilebilir) dair içte ve dışta sürdürülen kamuoyu baskısını azaltmak için görüşmelere eğilim göstermektedir. Çünkü İran bunca deneyimden sonra rahat bırakılmayacağı bilinciyle nükleer teknolojisinin bir bahane olarak kullanıldığının farkındadır.
Masa başında güçlü olmanın önemine binaen İran Viyana’da başlayan görüşmelere bu defa elinde güçlü kozlarla gitmiş bulunuyor. ABD’nin KOEP’ten çıkmasından sonra Avrupalı anlaşma taraflarının iki yıllık oyalama taktiklerini ve anlaşmayı uygulamak için herhangi bir girişimde bulunmadıklarını unutmayan İran taahhütlerini yerine getirmiş taraf olarak alacaklı durumdadır. Her şeyden önce uğradığı zararların telafi edilmesini isteyecektir, en azından öne çıkan durumun bir daha tekrarlanmaması için birtakım garantiler isteyecektir.
Hepsinden önemlisi İran son bir yılda uranyum zenginleştirme faaliyetlerine hız vererek %60 düzeyinde 25 Kg kadar uranyum zenginleştirmeyi başarmış ve nükleer silah veya başlık için gerekli olan %90’lık zenginleştirme düzeyine ulaşmak için en fazla bir ay gibi bir süreye ihtiyacı bulunmaktadır. Başını ABD ve İsrail’in çektiği müstekbir güçleri en fazla da bu gelişme kaygılandırmaktadır. İran görüşmelerde bu kozunu da masaya yatıracak, zenginleştirmeyi durdurma karşılığında yaptırımların kaldırılmasını talep edecektir. ABD ve müttefikleri İran’ın taleplerine kısmen de olsa olumlu yanıt vermek zorundadırlar. Mevcut durumun sürmesi durumunda bundan zarar görecek taraf uluslararası sulta sistemidir. Çünkü sıkıntıları göğüslemeye alışmış ve istiklali için şimdikinden daha zor şartlara hazırlanan İran’a daha fazla ne yapabilirler ki?
ABD’nin başını çektiği Batı ve hatta dost görünüp kendi çıkarları peşinde olan öteki görüşme tarafı ülkelerin nükleer teknoloji de dahil İran’ın bilimsel ve teknolojik ilerlemesine tahammülü yoktur. İran’ın yeni bir uygarlık tesis etmek, bölge dışı güçlerin -İsrail de buna dahil- sultasına son vermek, İslam dünyasının dirilişine katkıda bulunmak ve benzeri niyet ve planlarından habersiz değiller ve bunun gerçekleşmesini geciktirmek için İran’a geçici de olsa birtakım ödünler vermek zorunda görmekteler kendilerini.
Bu durum daha ne kadar böyle devam eder? Nisbî bir denge kurulana kadar, İran’ın güçlenmesi, önemli alanlarda kendine yeterli duruma gelmesi ve ABD’nin tek başına bir halt edemeyeceği zamana kadar...
Ziya Türkyılmaz
İran Nükleer Anlaşması Görüşmeleri Viyana'da Yeniden Başladı
Avusturya’nın başkenti Viyana’da İran nükleer anlaşması görüşmeleri, Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi adına AB Dış İlişkiler Servisi Genel Sekreter Yardımcısı ve Siyasi Direktörü Enrique Mora başkanlığında yaklaşık 5 aylık bir aranın ardından taraf ülkelerin diplomatlarının katılımıyla yeniden yapılıyor.
'Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP)' olarak adlandırılan nükleer anlaşmanın tam olarak uygulanması ve Mayıs 2018’de tek taraflı olarak anlaşmadan ayrılan ABD’nin dönüşünün görüşüleceği toplantıya Almanya, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya ve İran’dan üst düzey yetkililer katıldı.
AB Dış İlişkiler Servisi Genel Sekreter Yardımcısı ve Siyasi Direktörü Mora, toplantı öncesinde sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "KOEP’i tekrar rayına oturtabilmek için müzakerelerin 7. turu için Viyana’ya döndük" ifadesini kullandı.
Mora, çalışmaların sürdüğünü aktararak, dün İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bageri Keni, Çin'in Birleşmiş Milletler (BM) Viyana Ofisi Nezdinde Daimi Temsilcisi Büyükelçi Wang Qun ve Rusya’nın BM Viyana Ofisi Nezdinde Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mikhail Ulyanov ile bir araya geldiğini, toplantının sonrasında da Avrupalı ve ABD’li temsilcilerle görüşeceğini kaydetti.
Bu arada AB Dış İlişkiler Servisi Viyana Delegasyonundan yapılan açıklamada, Mora'nın toplantı sonrasında basın açıklaması yapacağı bildirildi.
İran nükleer anlaşmasının yeniden tam anlamıyla uygulanmasını sağlamak ve ABD’nin anlaşmaya dönüşünün ele alındığı 'Viyana müzakereleri' olarak bilinen görüşmelerin 6’ncı turu 20 Haziran’da yapılmıştı.
İran’da iktidarın değişmesi nedeniyle görüşmelere ara verilmişti.
Bakıri: Viyana görüşmelerine yasa dışı yaptırımların kaldırılması için ciddi bir iradeyle girdik
İran'ın baş müzakerecisi Ali Bakıri Keni, Viyana'daki yeni müzakere turunun arifesinde, yasa dışı ve baskıcı yaptırımları kaldırmak için güçlü bir irade ve hazırlıklarla müzakerelere başlaklarını söyledi.
Pazar gecesi Çin ve Rus delegasyon başkanları ve Ortak Komisyon'a başkanlık eden Avrupa Birliği Dış Eylem Servisi genel sekreter yardımcısı Enrique Mora ile görüştükten sonra İRNA ve İran Radyo Televizyon Kurulu muhabirlerine açıklamalarda bulunan Bakıri, 'Yeni müzakere turu başlamadan önce, müzakerelere katılan bazı taraflarla istişarelerde bulunduk. Dün ve bugün İranlı uzman heyetler, Rus ve Çinli uzman heyetlerle faydalı görüşmeler gerçekleştirdi' dedi.
Rus ve Çin delegasyonlarının başında bulunan Rusya ve Çin büyükelçilerinin Viyana merkezli uluslararası kuruluşlarla İran İslam Cumhuriyeti temsilciliğinde kendisi ile görüştüğünü kaydeden Bakıri, bu görüşmelerde hem Rusya hem de Çin ile İran-P4+1 müzakerelerinin başlamasına hazırlanmak ve 29 Kasım'da Viyana'da başlayacak olan dördüncü tur müzakerelerin yanı sıra çeşitli ve faydalı görüşmeler yaptıklarını ifade etti.
İran İslam Cumhuriyeti'nin yasa dışı ve baskıcı yaptırımları kaldırmak için ciddi bir irade ve güçlü hazırlıklarla müzakerelere geldiğini söyleyen Bakıri, 'İran İslam Cumhuriyeti heyetinin bileşimi, İran İslam Cumhuriyeti'nin, Amerikalıların İran halkına karşı yasa dışı ve baskıcı yaptırımlarını kaldırmak için ciddi adımlar atma kararlılığını ve ciddiyetini göstermektedir' diye konuştu.
Dışişleri Bakan Yardımcısı, bu görüşmelerin İran İslam Cumhuriyeti'nin bu yaptırımları kaldırma hedefine ulaşmada etkili bir rol oynamasını umduğunu dile getirerek, Viyana'daki yeni tur müzakerelerin süresi hakkında, 'Bu tur müzakerelerde ana odak ve öncelik, yaptırımların kaldırılması konusu olacak ve kural olarak, bu tur müzakerelerin süresi tahmin edilemez' diye ekledi.
İran Tüm Yaptırımların Kaldırılmasını İstiyor
Reuters'e konuşan bir İranlı yetkili, İran ile 4+1 Grubu arasında bugün başlayan görüşmelere işaretle, ABD'nin tüm yaptırımları kaldırması gerektiğini belirtti.
Reuters haber ajansına konuşan İranlı bir yetkili, Tahran'ın nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasına ilişkin şartlarını açıkladı.
Viyana görüşmelerine yakın İranlı kaynak, İran'ın nükleer anlaşmanın yeniden canlanması için şartının ABD'nin yaptırımlarının kaldırılması olduğunu ifade etti.
Reuters İran ile küresel güçler arasında bugün Viyana'da 2015 tarihli nükleer anlaşmayı kurtarmak için görüşmelerin yeniden başlayacağına işaretle, İran'ın taleplerinin ABD'li ve Avrupalı diplomatlarca gerçekçi olmadığını ileri sürdü.
Reuters'e konuşan İranlı yetkili, Tahran'ın taleplerinin net olduğuna işaretle, Amerikalılar başta olmak üzere diğer tarafların nükleer anlaşmanın yeniden canlanmasını isteyip, istemedikleri için karar vermeleri gerektiğini, bu anlaşmadan çekildiği için onların dönmesi ve tüm yaptırımları kaldırmaları gerektiğini vurguladı.
Bakıri: Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu herhangi bir siyasi baskıya boyun eğmemelidir
Dışişleri Bakan Yardımcısı ve nükleer müzakerelerdeki başmüzakereci Ali Bakıri Keni, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun teknik yapısını koruması ve herhangi bir siyasi baskıya boyun eğmemesi gerektiğini söyledi.
Al Jazeera'ya verdiği demeçte açıklamalarda bulunan Bakıri Keni, 'Diğer taraf anlaşmaya uymazsa nükleer politikamızdan geri çekilmemiz için hiçbir neden yok. ABD'nin nükleer anlaşmanın yeni gerçekliğini kabul etmekten başka seçeneği yok' dedi.
Odak noktasının Viyana görüşmelerinin ciddiyeti olması gerektiğini vurgulayan Bakıri Keni, 'Odak noktamız acımaız yaptırımları kaldırmaktır. Nükleer faaliyetlerimizi nükleer anlaşma hükümlerine göre sürdürecek ve geliştireceğiz' ifadesini kullandı.
Yaptırımların kaldırılması konusunda garanti istediklerini kaydeden Bakıri Keni, 'Washington bunu Viyana görüşmelerinde sağlamalıdır. Eğer nükleer anlaşma İran'ın bundan yararlanacağını garanti etmezse, nükleer anlaşmanın penceresi sonsuza kadar açık kalmayacak' diye belirtti.
Bakıri Keni, Amerikalıların tutumuna ilişkin olarak ise, 'ABD hükümetinin mesajları çelişkili ve gündeminde hala Trump'ın politikası var. Öte yandan bölgesel meseleler sadece bölge ülkeleri arasında tartışılmalıdır' diye ekledi.