کارگر

کارگر

İbn Teymiye diyor ki: “Ali bin Ebu Talib’i, Abdurrahman b. Mülcem adlı bir harici öldürdü. O, (İbn Mülcem) insanların en âbidlerinden ve ilim ehlinden idi.” (Minhacu’s-Sunne, c. 5, s. 47)

 Ali'nin (a.s) Kazavete (Fetva ve Hüküm Verme) Layık Olduğunu İnkâr Etme 

İbn Teymiyye Resûlullah'ın (s.a.a.) “Ali, sizin en iyi kazavette bulunanınızdır” hadisi hakkında “Hüküm vermenin gereği, ilim ve dindir. Şu halde bu hadis doğru değildir, senedi yoktur ve bu hadisle istidlal (delillendirme) yapılamaz” demektedir. (Minhacu's-Sunne, c.4, s.138) 

Yine bu rivayet hakkında şunu yazmıştır: “Bu doğru olmayan, senedi bulunmayan ve kendisiyle hüküm verilemeyecek bir hadistir. Hiç kimse bu hadisi ne meşhur sünen kitaplarında, ne müsnedlerde ne sahih ve ne de zayıf senetle nakletmiştir. Bunu rivayet eden kimse meşhur bir yalancıdır.” (Minhacu's-Sunne, c. 7, s. 512) 

Oysaki Muhammed bin İsmail Buharî, Ehl-i Sünnet'in Kur'an'dan sonra en sahih saydığı kitabında Ömer bin Hattab'ın ağzından şöyle yazıyor: “İbn-i Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir: Ömer dedi ki, bizim en iyi Kur'an okuyanımız Übey ve en iyi kadımız da Ali'dir.” (Sahihu Buharî, c. 5, s.149) Eğer Muhammed bin İsmail Buharî'nin kitabı, en meşhur kitap ve naklettiği senedler sahih değilse, bu da demektir ki İbn Teymiyye'ye göre Ehl-i Sünnet'in Kur'an'dan sonraki en sahih kitabı değerden yoksundur ve yalancıların rivayetleriyle doludur. 

İbn Mülcem'i Savunması

İbn Teymiyye, sadece Emirü'l-Müminin'e (a.s.) aleni düşmanlık yapmakla kalmamış, O'nun şehid edilişini bile savunur mahiyette sözler söylemiştir. 

İbn Teymiyye Minhacu's-Sunne'de şunları yazıyor: 

“Ali'yi öldüren kişi, namaz ve oruç ehliydi. Kur'an okuyordu ve Ali'yi öldürmesi Allah'ın ve Peygamberin rızası amacına matuftu ve her ne kadar bu akidesiyle sapmışsa da, bu işi Allah ve Resûlü'nün muhabbetini elde etmek için yaptı.” (c.1, s. 153) Yine diyor ki: “Ali bin Ebu Talib'i, Abdurrahman b. Mülcem adlı bir harici öldürdü. O, (İbn Mülcem) insanların en âbidlerinden ve ilim ehlinden idi.” (Minhacu's-Sunne, c. 5, s. 47) 

İbn Teymiyye'nin, İbn Mülcem'i nasıl methettiğini görüyorsunuz! Oysaki yüce Peygamber (s.a.a.) onu insanların en şerlisi olarak ve Semud'un devesini öldürenler cinsinden şeklinde vasfetmiştir. 

“Doğru sözlü ve doğruları konuşan Peygamber bana haber verdi ki; başıma darbe yemedikçe ve sakallarım kafamdan akan kanla kızıla boyanmadıkça bu dünyadan göçmeyeceğim. Bu esnada mübarek sakallarını tuttu. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: Ey Ali! Bu ümmetin en şerlisi seni katledecek, tıpkı Semud halkının en şerlisi olan falanca oğlunun Allah'ın devesin katletmesi gibi.” (Müsnedu Ebu Ya'la, c.1, s. 431; Mucemu'l-Kebir, Taberanî, c. 8, s. 38; Kenzu'l-Ummal, Muttaki el-Hindî, c. 13, s 192; Tarihu Medineti Dimeşk, İbn Asakir, c. 42, s. 543) 

“Hz. Emirü'l-Müminin (a.s.) buyuruyor ki: Doğru sözlü ve doğruları konuşan Peygamber bana haber verdi ki, bu ümmetin en şerlisi beni şehadete ulaştıracak.” Heysemî bu konudaki rivayeti naklettikten sonra şöyle yazıyor: Ahmed, Taberani ve Bezzaz onu özet bir şekilde nakletmiştir ve bu hadisin ravilerinin hepsi sikadır. (Mecmeu'z-Zevâid, c. 9, s. 136) 

İbn Teymiyye'nin Emirü'l-Müminin'in (a.s.) Savaşları Hakkındaki Görüşleri

 İbn Teymiyye Minhacu's-Sunne 'de şöyle yazıyor: 

“Bu rafizîlere şöyle denilse, eğer nasıbîler size deseler ki: ‘Ali Müslümanların kanını helal gördü ve onlarla Allah ve Resûlü'nün izni olmadan kendi saltanatı için savaştı. Zira Resûlullah şöyle buyurdular: ‘Müslümanlara küfretmek fasıklık, onlarla savaş ise küfür sebebidir. Benden sonra ikinci kez kâfir halinize dönmeyin, çünkü sizden bir grubunuz diğer bir grubun boynunu vuracaktır.' Öyleyse bu sebepten dolayı Ali kâfirdir!' Bu durumda sizin deliliniz (rafizîler) onların (nasıbîler) bu delilinden daha güçlü olmayacaktır. Çünkü onların istidlal ettikleri rivayet sahihtir. Ve yine diyorlar ki (nasıbîler) halkı öldürmek fesattır. O halde her kim halkı kendine itaat ettirmek için öldürürse, yeryüzünde bozgun ve fesad çıkarma kastı vardır, bu ise Firavunun durumu gibidir. Allah Teâlâ diyor ki: 'Bu ahiret yurdudur, onu yeryüzünde bozgunculuk ve fesad çıkarmayan kimseler için kıldık ve akıbet muttakilerindir. Şu halde her kim yeryüzünde bozgunculuk ve fesad çıkarırsa, ahirette de ehli saadetten olamayacaktır.' Bu ise Sıddık'ın (Ebu Bekir) mürtedlerle ve zekât vermeyenlerle yaptığı savaş gibi değildir (yani onun savaşı fesad için değildi). Doğrusu Ebu Bekir onlarla sadece Allah ve Resûlü'nün itaati altına almak için savaşmıştır, kendisine itaat ettirmek için değil. Zekât onlara vacipti, dolayısıyla kendisine itaat edilmesi için savaşan kimsenin tersine, onlara zekâtın vacipliğini kabul ettirmek ve kendilerinden zekâtı almak için savaştı.” (c. 4, s. 499-500) 

Başka bir yerde de şunu söylüyor: “Ali, kendisine itaat edilmesi, halkın canı ve malında tasarrufta bulunmak için savaşmıştır. Şu halde bu, nasıl olur da din adına savaş olarak adlandırılabilir? Ebu Bekir ise İslam'dan çıkan kimselerle, kendilerine Allah'ın vacip ettiği şeyi terk edenlerle, sadece ve sadece Allah ve Resûlü'ne itaat edilmesi için savaşmıştı. Bu savaşlar (İmam Ali'nin savaşları) din için değildir.” (Minhacu's-Sunne, c. 8, s. 330) 

Hâlbuki Hz. Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kendisine vermiş olduğu ilimle bütün bu savaşların ileride vuku bulacağını görmüş ve Emirü'l-Müminin'e (a.s.) Nâkısîn, Kâsıtîn ve Mârıkîn ile savaşmasını emretmiştir. Hatta Ayşe ve Zübeyr gibi kimseleri de bu savaşlarda bulunmamaları konusunda uyarmıştı. 

Birçok Ehl-i Sünnet uleması bu bağlamda "Haveb'in köpekleri" rivayetini nakletmiştir. İbn Hacer Askalanî, Fethu'l-Bârî kitabında şunları yazmıştır: “İkrime, İbn Abbas'tan nakletmiştir ki, Resûlullah (s.a.a.) hanımlarına hitaben şöyle buyurdu: Sizden hanginiz kıllı bir deveye binecek ve hareket edecek, Haveb'in köpekleri de ona havlayacak? Onun sağındaki solundaki birçok insan öldürülecek ve o ise sonunda kurtulacaktır.” Hadisi naklettikten sonra şöyle ekliyor: "Bezzaz bu rivayeti nakletmiştir ve ravileri itimad edilecek kimselerdir." (c.13, s. 45-46) 

İbn Kesir Dimeşkî Selefî, kitabı el-Bidâye ve'n-Nihâye'de şöyle yazmıştır: “Ayşe Haveb'e vardığında oranın köpeklerinin sesini işitti ve dedi ki: Bu seferden vazgeçip dönmekten başka çaremiz yoktur, çünkü Allah Resûlü (s.a.a.) biz hanımlarına şöyle buyurdu: Sizden hanginize Haveb'in köpekleri havlayacaktır? Zübeyr dedi ki: Bu seferden geri dönmen nasıl mümkün olur? Oysaki Allah'ın senin varlığınla insanlar arasında barış yaratması umut ediliyor.” 

Hadisi naklettikten sonra ekliyor: “Bu rivayetin senedi, Müslim ve Buharî'nin sıhhat şartlarını taşımaktadır ve sahihtir. Ancak onlar bu hadisi nakletmemiştir.” (İbn Kesir, c. 6, s. 236) Bu olay Ehl-i Sünnet'in birçok kitabında nakledilmiştir, onlardan bazıları: Müsnedu Ahmed, c. 6, s. 52 ve 97; Müstedrek, Hakim Nişaburî, c. 3, s. 120; El Musannef, İbn Ebî Şeybe el-Kufî, c. 8, s. 708; Müsnedu İbn Raheviye, c. 3, s. 892; Müsnedu Ebî Ya'la, c. 8, s. 282; El Fayik fi Ğeribi Ehâdis, Zemahşerî, c. 1, s. 353; Mevaridü'z-Zaman, Heysemî, s. 453; Kenzu'l-Ummal, c. 11, s. 197 ve 334, Siyeru A'lami'l Nubela, Zehebî, c. 2, s.177; Ensabu'l-Eşraf, Belazurî, s.224; Mucemu'l -Buldân, Hemevî, c. 2, s. 314; Tarihu Yakubi, c. 2, s.181; Tarihu Taberî, c. 3, s. 475... 

Bu rivayette görüldüğü üzere, Peygamber bu rivayetten haberdar idi ve Ayşe ve taraftarlarını böylesi bir savaşa karşı uyarmıştı. Bu durum bize bu savaşta onların batıl, Emirü'l-Müminin'in ise hak olduğunu göstermektedir. Yine birçok rivayette, Hz. Peygamber'in Zübeyr'i bu savaşa karşı uyardığı, hatta ona zalim dediği nakledilmiştir. Hakim Nişaburî diyor ki: “Harb bin Ebu'l-Esved Dı'li dedi ki, Zübeyr Hz. Ali'ye karşı isyan ettiği zaman, Ali (a.s.) ona hitaben şöyle buyurdu: Allah aşkına söyle, acaba Resûlullah'ın (s.a.a.) sana söylediği şeyi hatırlıyor musun: Sen Ali'yle savaşacak ve ona zulmedeceksin. Zübeyr tam bir utanmazlıkla şöyle cevap verdi: O dediğin şeyden -veya sözden- haberim yok, unutmuşum. Sonra Zübeyr geri döndü.” 

Hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: "Harb bin Ebu'l-Esved'in bu hadisi sahihtir." (Müstedrek, c. 3, s. 366) Hakim Nişaburî birkaç hadis naklettikten sonra bu konuda şunları ekliyor: “Emirü'l Müminin'den (a.s.) nakledilen bu hadisler sahihtir, her ne kadar Buharî ve Müslim rivayeti bu senetlerle nakletmemişse de.” (Müstedrek, c. 3, s. 367) Yine şöyle diyor: "Zübeyr'in, Ali'ye ikrar verip onaylaması bu rivayetlerle sınırlı değildir, başka rivayetler de Zübeyr'in ikrar ve itirafını teyit ediyor." 

Ali ile Savaş, Allah ve Resûlü ile Savaştır 

Birçok Ehl-i Sünnet kaynağında, Allah Resûlü'nün (s.a.a.) Ali (a.s) ile savaşan, tıpkı benimle savaşmış gibidir, dediği rivayet edilmiştir. Ehl-i Sünnet'in altı sahih hadis kitabından biri sayılan İbn-i Mace Sünen'inde şöyle yazmıştır: “Resûlullah İmam Ali'ye, Fatıma'ya, Hasan ve Hüseyin'e şöyle hitap etmiştir: Ben sizin savaştığınız kimseyle savaşırım, sizin sulh ettiğiniz kimseyle de sulh ederim.” (Sünenu İbn Mace, c. 1, s.166, hadis 142; Müstedrek (Hakim) c. 3, s. 149; Zehebî de bu rivayeti Müstedrek'in özetinde zikretmiştir. Aynı şekilde Taberanî, Mu'cemu'l-Evsat, c. 5, s. 182; Mu'cemu Kebir, c. 3, s. 40; Usdu'l-Ğabe, İbn Esir, c. 5, s. 522; el-Bidâye ve'n-Nihâye, İbn Kesir, c. 8, s. 40) Cassas bu hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: “Şu halde her kim onlarla (Ehl-i Beyt ile) savaşırsa, Allah ve Resulü'yle de savaşmıştır demek yersiz olmaz.” (Ahkâmu'l -Kur'an, c. 2, s.508) 

İbn-i Teymiyye ve fikirdaşlarının, Ebu Bekir zamanında ona zekât vermek istemeyen Müslümanları kâfir ve mürted kabul etmesi, ama on binlerce Müslümanın canını haksız yere alan ve kanlarını akıtan kimseleri sadece mürted olarak görmemekle kalmayıp müctehid olduklarını ve sevap kazandıklarını söylemesi şaşılacak şeydir! Hem de bu rivayette Ali (a.s.) ile savaşanlar, Allah ve Resûlü'yle savaşmış gibidirler denmesine rağmen. Allah ve Resûlü ile savaşanlar ise Müslümanların icmasıyla kâfirdirler! 

Allah Resûlü'nün Emriyle Nâkısîn, Kâsıtîn ve Mârikîn ile Savaş

İbn Teymiyye Minhacu's-Sunne kitabında şöyle diyor: "Ali'nin (a.s.) Cemel ve Sıffın'daki savaşları Allah Resûlü'nün emriyle değil, kendi şahsi görüşüyle yapılmıştı." (c. 4, s. 496) 

Oysa ki bir çok Ehl-i Sünnet kitabında yer alan rivayetlerde, Resûlullah'ın (s.a.a.) İmam Ali'ye (a.s) bizzat onlarla savaşması için emir verdiği nakledilmiştir. Hakim Nişaburî bu konuda şunları yazmıştır: "Ebu Eyyub Ensari, Ömer bin Hattab'ın hilafeti döneminde şöyle demiştir: Allah Resûlü (s.a.a.) Ali b. Ebu Talib'e Nakısîn, Kasıtîn ve Marikîn ile savaşmasını emretti." (Müstedrek, c. 3, s.139) 

Yine aynı şekilde İbn Kesir Dimeşkî el-Bidâye ve'n-Nihâye'de, İbn Esir Usdu'l-Ğabe'de şunları yazmıştır: 

"Ebu Said Hudrî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Resûlü (s.a.a.) bize nâkisler, kâsitler ve mâriklerle savaşmamız emrini verdi. Dedim ki: Ey Allah'ın Resûlü! Bize savaşmamızı emrettiğin bu güruh kiminle savaşacaklar? Buyurdu ki, Ali b. Ebu Talib ile. Ammar da Ali'yi korurken şehadete ulaşacaktır." ( Usdu'l-Ğabe, c. 4, s. 32; el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 7, s. 339; Menâkıbu Harezmî, s. 190; Tarihu Dimeşk, İbn Asakir, c. 42, s. 471) 

Aynı şekilde Hatib Bağdadî şöyle yazıyor: 

"Alkame ve Esved naklediyorlar ki Ebu Eyyub, Sıffın Savaşı'ndan döndüğü zaman onu görmeye gittik ve dedik: 

'Ey Ebu Eyyub, Allah Teâlâ sana ikramda bulundu ve Muhammed (s.a.a.)senin evine misafir oldu ve devesi senin evinin önünde oturdu. Bütün bunlar diğerlerine nasip olmayan bir makama sahip olmana sebep olmuştu. Ama boynuna kılıcını asıp, Allah'ı birleyen (la ilahe illallah diyen) kimselerle savaşman senden beklenilmeyecek bir şeydir.'

Ebu Eyyub onlara cevaben şu ‘darbul meseli' (atasözü) örnek göstererek dedi ki: 'İnne raide la yukezzib ehleha", 'Kervanın rehberi, kervandakilere yalan söylemez.' (Raid kervanın su işleriyle ilgilenen kişiye denir. Kervandakilere su bulamadım diye yalan söylerse, kendini ve kafiledekileri susuzluktan helak etmiş olur.) Aynı şekilde Yüce Peygamber (s.a.a.) de bize Ali (a.s) ile savaşan üç grup halkla; Nâkisîn, Kâsitîn ve Mârikîn ile savaşmamızı emretti. Nâkisîn, Talha ve Zübeyr'in taraftarlarıydı ve Cemel Savaşı'nın ateşini yakmışlardı, onlarla savaştık. Muaviye ve Amr b. As'ın taraftarları olan Kâsıtîn ile de savaştık. Şimdi ise yollarda bizi bekleyen Mârikînler ile savaşa döndük. Hurmalıklarda ve nehir kenarlarında mevzilenmişler, onlarla savaşacağız. Allah'a yemin olsun ki, şu anda onların nerede olduklarını bilmiyorum, ancak Allah'ın yardımıyla onlarla da savaşacağız!

 Ebu Eyyub şöyle dedi: Allah Resûlü'nün Ammar'a şöyle dediğini işittim: 'Ey Ammar! Bağî (günahkâr, hakka isyancı) bir grup seni, hak yolunda olduğun, hakkın da senin yanında olduğu bir halde şehid edecektir. Ey Ammar Yasir! Ne vakit Ali'nin bir yola ve diğerlerinin de başka bir yola adım attığını görsen, sen Ali'nin yolundan git, O'nun takip ettiği yolu izle! Çünkü O seni asla yanlış yola götürmez ve seni Hak yolundan saptırmaz. Ey Ammar! Her kim Ali'yi korumak ve düşmanlarını öldürmek için kılıcını kuşanırsa, Allah Teâlâ kıyamet gününde onun boynuna inciden yapılmış iki gerdanlık asacak ve onu bu ilahi ziynet ile süsleyecektir. Her kim de Ali'nin düşmanlarına yardım etmek ve Ali'yi katletmek için kılıcını kuşanırsa, Allah Teâlâ kıyamet gününde ateşten yapılmış iki gerdanlığı onun boynuna asacaktır.' 

Ebu Eyyub'un konuşması burada son bulunca biz onu onaylamak ve teşvik etmek kastıyla şöyle dedik: Evet bu makam senin için yeterlidir ve arzu ediyoruz ki Allah seni taşıdığın böylesi niyetlerinden dolayı rahmetine ve lütfuna kavuştursun." (Tarihu Bağdad, c. 13, s. 188; Tarihu Medineti Dimeşk, c. 42, s. 472)

 Devam edecek...

 medyasafak.com

 

Sözlükte Takiyye / Şia Büyükleri Açısından Takiye / Şeyh Ensari açısından takiye / Şeyh Mufid açısından takiye / Emin-i İslam Tabarsi açısından takiye / Takiye ve Nifak Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar / Takiyenin Caiz Olduğuna Dair Deliller / Kur’ansal Deliller / Hadis İçerikli Deliller / Peygamber Efendimizin Siyer ve Tutumu / İcma / Akli Delil / Şia’nın Takiyeye Yönelmesinin Kök ve Faktörleri / Şeri Hüküm Açısından Takiyenin Taksim Edilmesi / Teklifi Hüküm / Farz Takiye / Müstahap Takiye / Mubah Takiye / Haram Takiye / Vaz’i Hüküm…

 

RAST HABER - Dini bir terminoloji olan takiyye, akideyi ibraz etme yahut has delillerden dolayı kalbi inancına aykırı olarak bir şey yapmaya denir. Sözlük anlamında takiye, “korumak”, “sakınmak” ve “gizlemek” anlamlarına gelir.[1] İslami kaynaklarda ise, başkalarının zararından kendisini korumak için hakka aykırı olarak ona söz veya eylemle muvafakatini ibraz etmektir.[2] Şeyh Mufid’in[3] ifadesi ile ise dini veya dünyevi zararlardan korunmak için muhalifler karşısında hakkı gizlemek ve ona inandığını saklamaktır.[4] Takiyede, hakkı izhar etmek ve şirk ve batılı gizlemek olan nifakın aksine, müminin kendisine veya başkasına gelebilecek can yahut mali zarardan korkmasından dolayı hakikati izhar etmekten sakınmasıdır.[5] Kur’an ayetleri, hadisler ve akli deliller takiyenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Takiyeyi makul ve haklı kılacak ukalai amaçlardan birisi de takiye eden birey veya toplumların zalimlerin saldırısından korunması, hapis, sürgün, ölüm, mallarına el konulması ve yasal haklarından mahrum kalma gibi tehlikelerden korunmasıdır.

Takiye konusu, hicretin ilk yıllarından itibaren mütedavil fıkhi ve kelami konularındandı. Zira bir taraftan geçmiş İmami âlimlerden bir çoğunun “et-Takiye”[6] adı altında kitaplar telif ettiğini, öte yandan naklolduğuna göre Hariciler gibi bazı fırkaların, takiyenin caiz olduğu görüşüne kail olduklarını görmekteyiz.[7] Ma’mun’un halifeliğindeki mihnet döneminde, tarihçilerin[8] naklettiklerine göre bazı alimler halifenin tehdit ve korkusundan “Kur’an’ın yaratıldığı” tezini görüntüde kabul etmek zorunda kalmaları gibi konular takiyenin uygulandığının örneklerindendir.

Şiaların, öteki İslam Mezheplerinden daha çok takiyeye yöneldikleri meşhur olmuştur. Bu yönelimin nedenini bazı Şia fırkaların batıni unsurlarında ve çeşitli toplumsal, kültürel, ekonomik vb. gibi baskılarda aramak gerekir. Bazı Ehli Sünnet yazarları, takiyeyi Şiaların zaaf noktalarından saymış, Şia ulemaları da bu eleştirilere cevap vermişlerdir.[9]

Sözlükte Takiyye

Lügatçiler tarafından yapılan tanımların toplamından bu sözcük hakkında şöyle denilebilir: takiye sözlükte korumak, sakınmak ve gizlemek anlamındadır.

Firuz Abadi’nin Kamusu’l Muhit Kitabında

Firuz Abadi şöyle demektedir: اتقيت الشي‏ء، وتقيته أتقيه...حذرته Kendimi onun zararından uzak tuttum.[10]

İbn Menzur’un Lisanu’l Arap Kitabında

İbn Menzur Lisanu’l Arap kitabında şöyle demektedir: وقاه الله وقایة و واقیة، ای صانه Birisi Vakahullah… diyorsa onun maksadı “Allah onu korudu”dur. [11]

Cevheri’nin Es-Sihah Kitabında

Cevheri şöyle demektedir: والتقاة: التقيّة(Kur’an’da zikredilen) “tukate” sözcüğü takiye anlamındadır.[12]

Şia Büyükleri Açısından Takiye

Şeyh Ensari

Başkalarının zararından kendisini korumak için hakka aykırı olarak ona söz veya eylemle muvafakatini ibraz etmektir.[13]

Şeyh Mufid

Dini veya dünyevi zararlardan korunmak için muhalifler karşısında hakkı gizlemek ve ona inandığını saklamaktır.[14]

Emin-i İslam Tabarsi

Takiye, can korkusuyla kalbin gizlediği bir şeyi dille izhar etmektir.[15]

Takiye ve Nifak Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar

İkisi arasındaki benzerlik şudur; her ikisinde de insan inanmadığı bir şeyi gizlemektedir, ancak nifakta takiyenin aksine gerçekleşen şey, imanı izhar etmek ve şirk ve batılı gizlemektir. Takiyede ise mümin kendisi veya başkasına yönelik can tehlikesi veya şiddetli mali zarardan korunmak için kalben inandığı bir hakikati gizlemesidir.[16]

Takiyenin Caiz Olduğuna Dair Deliller

Takiyenin caiz olduğuna dair çok sayıda Kur’an ayetleri, Hadisler ve akli deliller zikredilmiştir.

Kur’ansal Deliller

Takiye sözcüğü direk olarak doğrudan Kur’an’da zikredilmemiştir, ama türevleri ve mefhumu bazı ayetlerde zikredilmiştir. İslami kaynaklarda takiyenin caiz olduğuna ve hatta ıstırar durumlarında farz olduğuna delalet eden çok sayıda ayete istinat edilmiştir. [17]

Al-i İmran Suresi, 28. Ayet

لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرينَ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنينَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ فى شَیْءٍ اِلَّا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰیةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَصيرُ

“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle takiye etmeniz (sakınmanız) başka. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır.”

Bu ayet tüm Müslümanlara hitap etmektedir. Bu tıpkı, Müminlerin sadrı İslam’da müşriklerin eziyet ve zorluklarıyla karşı karşıya kalıp, onlara itaat etmekten men olunmaları, ancak ıstırar, zorunluluk ve onlardan korku durumlarında, takiyeye amel etmelerinin caiz olmasıyla aynıdır [18] Müfessirler, Şia[19] ve Ehli Sünnet[20]âlimleri bu ayetten takiyenin caiz olduğunu istidlal etmişlerdir.

Nahl Suresi 106. Ayet

مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ايمَانِه اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْايمَانِ وَلٰـكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظيمٌ ;

“Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.”

Bu ayet, Müşriklerin işkencelerinden kurtulmak için Ammar b. Yasir ve (küfür izhar ederek) takiye yapması hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) Ammar’ın bu davranışını onaylayarak bir daha böyle bir durumla karşı karşıya kalması halinde aynı işi bir daha yapması gerektiğini söylemiştir.[21]

Gafir (Mümin) Suresi, 28. Ayet

وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ايمَانَهُ اَتَقْتُلُونَ رَجُلًا اَنْ يَقُولَ رَبِّىَ اللّٰهُ وَقَدْ جَاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْ وَاِنْ يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ وَاِنْ يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذى يَعِدُكُمْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدى مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ

“Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: Siz bir adamı «Rabbim Allah'tır» diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiğinin (azâbın), bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.”

Mümin Suresi’nin, 28. Ayeti, Firavun ailesinden olan bir mümin hakkındadır. Firavun taraftarlarından bazıları Hz. Musa’nın öldürülmesini önerdiğinde, Firavun ailesinden olup imanını gizleyen mümin bir adam onları bu tutumlarından vazgeçirmiştir. [22]

Başka Ayetler

Istırar, zorluk ve güçlükle ilgili ayetlerden örneğin Bakara Suresi’nin 173, 185 ve 195. Ayetleri, En’am Suresi’nin 145. Ayeti, Nahl Suresi’nin 115. Ayeti ve Hac Suresi’nin 78. Ayeti; takiyenin has yerlerde caiz veya farz olduğuna delalet edebilir.[23] takiyenin caiz yahut gerekli olduğunu ispat etmek için hadislerde de zikredilen ayetler veya başka ayetlerden yararlanılmıştır. [24]

Hadis İçerikli Deliller

Takiyenin caiz olduğuna çok sayıda hadis delalet etmektedir.[25] Tıpkı takiye, müminlerin en üstün işlerindendir, ümmetin ıslahına neden olur ve din onsuz kâmil olmaz, hadisi.[26] Takiyenin meşru olduğuna ve hatta has durumlarda farz olduğuna vurgu yapan hadislerin[27] yanı sıra ıstırar ve zorunluluk durumlarında takiyenin caiz olduğunu tasrih eden hadisler [28] ve ilk şeri hükümlerin zaruret durumlarında kaldırılacağına delalet eden hadisler -örneğin “ref’ hadisi” ve “la zarar hadisi”[29] gibi- takiyenin ruhsatına delalet eden en önemli delillerdendir.[30] Yalan ve tevriyeyi (Bir anlatım inceliği elde etmek için birden çok anlamı olan bir sözün yakın anlamının değil de uzak anlamının kullanılması sanatı.) has yerlerde caiz kılan deliller, örneğin “kitman”la ilgili hadisler de takiyenin meşruiyetine delalet etmektedir.[31] Bazı fıkhi kaynaklar, ikrahla ilgili hadisleri de takiyenin bazı mısdaklarından saymışlardır. [32]

Peygamber Efendimizin Siyer ve Tutumu

Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) Medine’ye muhaceretinden sonra bazı muhacirlerin, Mekke’ye geri dönerek mallarını getirmek için Peygamber efendimizden (s.a.a) müşriklerin rızayetini kazanmak maksadıyla kalbi temayüllerinin aksine bazı sözcükleri kullanmak için izin istedikleri ve Peygamberimizin de bu isteye olumlu yaklaştığı nakledilmiştir.[33] Peygamberimizin ashabından ve tabiinden de farklı yerlerde sözlü veya eylemlerinde takiyeyi kabul ettiğine delalet eden haberler nakledilmiştir. Örneğin İbn Abbas,[34] İbni Mesut,[35]Cabir b. Abdullah Ensari,[36]Ebu Derda[37]ve Said b. Musayyeb gibi. [38]

İcma

Şia kaynaklarında icma, takiyenin delillerinden birisidir.[39]Ehli Sünnet kaynaklarında da bazı durumlarda takiyenin caiz olduğuna dair icmanın olduğu iddia edilmiştir.[40]

Akli Delil

Takiyenin caiz olduğuna dair akli delil, akıl sahiplerinin siyeridir. Şöyle ki akıl sahiplerinin katında her koşul altında zararı defetmek caiz ve hatta zaruri bilinmektedir.[41]Bu delilin dayanağını kabulle, takiye Şialara mahsus olmaktan ve hatta Müslümanlara mahsus olmaktan çıkar. Salihlerin ve peygamberlerin yaşamında takiyenin örnekleri İslami metinlerde yer almıştır. Örneğin Hz. İbrahim’in kâfirlere davranışı, Hz. Yusuf’un Mısır’da kardeşleri ile konuşması, Firavun’unun eşi Asiye binti Mezahim’in gizli ibadetleri; Hz. Musa ve Hz. Harun’un Firavun ile karşı karşıya kalma şekli ve Ashab-ı Kehf’in[42]takiyesi. Mezkur metinlerde bu tarihe tekit edilmesi, takiyenin ıstırar yerlerinde fıtri ve akılsal olduğuna delalet etmektedir.

Müslümanın Müslümana Takiye Etmesi

Her ne kadar bazı ayet ve hadislerde takiye, Müslümanın Kâfire karşı yaptığı takiye olsa da fakihler ve müfessirlerin tasrihi ile takiye bu yerlere mahsus değildir. O yerlerden birisi de Müslümanların birbirine karşı takiye etmesidir.[43]Çok sayıda Ehli Sünnet alimi örneğin Şafii, bir Müslümanının canını korumak için bir başka Müslümana karşı takiye yapabilmesinin meşru olduğunu sarahaten söylemiştir.[44]

Şia’nın Takiyeye Yönelmesinin Kökleri ve Faktörleri

Takiye öğretisinin Şialar arasında nasıl çıktığı ve yayıldığı hakkında şunlar söylenebilir:

1. Bazıları, Şialar arasında batını unsurların bulunmasının takiyenin oluşmasına neden olduğunu söylemişlerdir. Batını öğretilerde, her zahirin gerisinde bir batın yatmaktadır ve dinin hakikat ve batını has bir grup için beyan edilmiştir.

2. Bazıları ise zorlu dışsal etkenlerin Şialar arasında takiyenin oluşmasında etkili olduğunu söylemişlerdir. Tarihi kaynakların tanıklığıyla, Şia mezhebi hayatı boyunca çeşitli yönlerden sosyal, kültürel ve siyasi zorluklar çekerek baskı altında kalmıştır. İmam Hasan’ın (a.s) barış anlaşmasından sonra, Muaviye valilerine Şialara karşı çok sert ve katı davranmalarını emrederek Hz. Ali’ye (a.s) minberlerde lanet okumaları talimatını verdi. Bu tutum Emeviler döneminde az çok Ömer b. Abdulaziz dönemine kadar devam etti.[45]Abbasiler döneminde ise daha farklı formatlarda devam etti. Örneğin Abbasi halifesi Mütevekkil’in Şiaları katledip zindanlara atmasının yanı sıra Şiaların İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaretine bile gitmelerini yasaklamış ve İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini tahrip etmiştir. İbn Sukkeyt’i İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e karşı muhabbetini ibraz ettiği için feci bir şekilde katletmişti.[46]Dolayısıyla, Şia Ehlibeyt İmamları (a.s) kendi ve Şiaların canlarını korumak ve Şia toplumunun dağınıklığını önlemek ve yok olmaması için takiyeyi gerekli bilmişlerdir. İmam Musa Kazım’ın (a.s) emri ile Harun Reşit’in veziri olan Ali b. Yaktin’in takiyesi, bu kategorideki örneklerdendir.[47]

Şeri Hüküm Açısından Takiyenin Taksim Edilmesi

Teklifi Hüküm

Takiye çeşitli yönlerden taksim edilmiştir.[48]Şeyh Mufid, onu hükmüne göre (farz, haram, müstahap) taksim etmiştir. Örneğin can korkusu durumunda onu farz, mali korku durumunda ise onu mubah saymıştır.[49]

Farz Takiye

Takiyenin farz olduğu yerler, hadisler ve fakihlerin fetvalarına göre, ıstırar ve zorunluluğun sıdk ettiği yerlerdir.[50]Fakihler açısından[51]farzın önemli şartı, hadislerin ifadesiyle[52]kendisi, akrabaları veya yakınlarının can veya namus korkusu olduğu yerlerde.

Müstahap Takiye

Şeyh Ensari, müstahap takiyenin mısdakı olarak sair mezhep mensuplarıyla iyi geçinmek ve onlara karşı adabı muaşerete riayet etmek, hastalarını ziyaret etmek, ölülerini teşyi etmek, camilerinde ve namazlarında hazır bulunmak olarak saymıştır.[53]Mütahhir kaynaklarda, bu tür takiyeyi hadislerin[54]tabirine binaen “müdara takiye” olarak adlandırmışlardır. Şöyle ki öteki Müslümanlarla hatta müşriklerle bile iyi geçinerek toleranslı davranarak ileride karşılaşabilecek muhtemel zararlardan korunmak için muhabbetlerini kazanmak.

Mubah Takiye

Şeyh Mufid, mali zarar korkusu olduğu durumlarda takiye etmeyi mubah saymıştır.[55]Fahri Razi de malı korumak için takiyeyi caiz bilmiştir.[56]

Haram Takiye

Fakihler, hadislere istinaden, bazı yerlerde takiyeyi haram bilmişlerdir. Örneğin şeriat açısından riayet edilmesi çok önemli olan ve takiye edilmesiyle dini temellerin yıkılmasına neden olacak farz ve haram hükümlerde. Örneğin: Kur’an’ı mahvetmek, Kabe’yi ortadan kaldırmak ve zorunlu hükümleri nefyetmek veya dinin esaslarını yahut mezhep esaslarını nefyetmek, takiyenin yapılmasıyla kan dökülmesine ve ölümle sonuçlanacağı yerlerde.[57]Şarap içmek, abdestte ayakkabı üzerine mesh etmek ve İmamlardan[58](a.s) hoşlanmadığını ibraz etmek gibi. Bazı fakihler ise, zaruret yerleri dışında takiye etmeyi haram saymışlardır.[59]

Vaz’i Hüküm

Fakihler vaz’i hükümlerde takiye babı altında yapılan ibadetler hakkında şöyle demişlerdir: eğer takiye edilen şey ibadet ise kişinin takiye üzerine yaptığı ameli takiyeyle yaptığı ibadet koşulları bertaraf olduktan sonra yeniden yapması (iade etmesi veya kaza etmesi) gerekli değildir. Başka bir ifadeyle, fakihler, takiye üzerine yapılan ibadetlerin geçerli olduğuna inanmaktadırlar.[60]

KAYNAKLAR

· Kur’an-ı Kerim

· Al-i Kaşifu’l Gıta, Muhammed Muhsin, Eslu’ş Şia ve Usuluha, Alau Al-i Cafer baskısı, Kum, 1415.

· Alusi, Mahmud b. Abdullah, Ruhu’l Maani, Beyrut, Daru İhyau’t Turas el-Arabi,

· İbn Ebu’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, baskı, Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim, Kum, 1404.

· İbn Cevzi, el-Muntezem fi Tarihi’l Muluk, baskı, Muhammed Abdulkadir Ata ve Mustafa Abdulkadir Ata, Beyrut, 1412 / 1992.

· Askalani, İbn Hacer, Fethu’l Bari, Şerhi Sahihu’l Buhari, Beyrut, Daru’l Marifet.

· İbn Hazm, el-Muhalla, baskı, Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut, Daru’l Celil.

· İbn Hambel, Musnedu’l İmam Ahmed b. Hambel, Kahire, 1313, Ofset baskısı, Beyrut.

· İbn Hallakan, İbn Menzur, Muhammed Ebu Zuhre, el-İmamu’s Sadık: Hayatuhu ve Asruhu, Arauhu ve Fıkhuhu, Kahire, 1993.

· İbn Menzhur, Muhammed b. Mukerrem, Lisanu’l Arab, c. 15, Daru’l Fikr – Daru Sadır, Beyrut.

· Emin, Muhsin, Nakzu’l Vaş-Şia ev, eş-Şia Beyne’l Hakaik ve’l Evham, Beyrut, 1403 / 1983.

· Emini, Abdulhüseyin, el-Gadir fi’l Kitabi ve’l Sünnet ve’l Edeb, c. 1, Beyrut, 1387 / 1967.

· Ensari, Murtaza b. Muhammed Emin, et-Takiye, Fars Hasun baskısı, Kum, 1412.

· Bahrani, Yusuf b. Ahmed, el-Hadaiku’n Nazire fi Ahkami’l Itre-i Tahire, Kum, 1363 – 1367.

· Buhari Cu’fi, Muhammed b. İsmail, Sahihi Buhari, İstanbul, 1401 / 1981.

· Sa’lebi, Ahmed b. Muhammed, Kısasu’l Enbiyau’l Musemma, Araisu’l Mecalis, Beyrut, el-Mektebetu’s Sakafiye.

· Cessas, Ahmed b. Ali, Kitabu Ahkamu’l Kur’an, İstanbul, 1335 – 1338, Beyrut Ofset baskısı, 1406 – 1986.

· Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sihah: Tacu’l Lügat ve Sihahu’l Arabiyye, c. 6. Muhakkik: Attar, Ahmed Abdul Gafur, Daru’l İlm lilmulabin, Beyrut.

· Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia.

· Halebi, Ali b. İbrahim, es-Siyretu’l Halebiye, Beyrut, 1320, Ofset baskısı.

· Humeyni, Ruhullah, er-Resail, Kum, 1385 ş.

· Humeyni, Ruhullah, el-Mekasibu’l Muharreme, Kum, 1374 ş.

· Subhani, Cafer, el-İnsaf fi Mesailu dam fiha’l Hilaf, Kum, 1381 ş.

· Şubber, Abdullah, el-Usulu’l Asliye ve’l Kavidu’ş Şariyye, Kum, 1404.

· Şerefuddin, Abdulhüseyin, Ecvibe Mesail Carullah, baskı, Abduzehra Yasiri, Kum, 1416 / 1995.

· Şemsu’l Eimme Serehsi, Muhammed b. Ahmed, Kitabu’l Mebsut, Beyrut, 1406 / 1986.

· Şehristani, Muhammed b. Abdulkerim, el-Milel ve’n Nihel, baskı Muhammed Seyyid Kilani, Beyrut, 1406 / 1986.

· Muhammed b. Mekki Şehid-i Evvel, el-Beyan, baskı, Muhammed Hasun, Kum, 1412.

· Muhammed b. Mekki Şehid-i Evvel, el-Kavaid ve’l Fevaid: Fi’l Fıkhi ve’l Usul ve’l Arabiye, baskı, Abdulhadi Hekim, Necef, 1399 / 1979, Kum Ofset baskısı.

· Tabatabai, Tabarsi; Tabari, Tarih-i Tabari, (Beyrut)

· Tabarsi, Fazıl b. Hasan, Mecmeu’l Beyan fi Tefsiru’l Kur’an, Muhakkik ve Muallik: Haşim Resuli ve Fazlullah Yezdi Tabatabai, Nasır Husruv, Tahran, 1372.

· Tusi, Muhammed b. Hasan, et-Tibyan fi Tefsiri’l Kur’an, baskı Ahmed Habib Kuseyr Amuli, Beyrut.

· Tusi, Muhammed b. Hasan, el-Fihrist, baskı Cevad Kayyumi, Kum, 1417.

· Gazali, Muhammed b. Muhammed, İhyau Ulumu’d Din, Beyrut, Daru’n Nudve el-Cedid.

· Fazıl Mikdad, Mikdad b. Abdullah, el-Levami’l İlahiye fi’l Mebahisi’l Kelamiye, Baskı, Muhammed Ali Gazi Tabatabai, Kum, 1380 ş.

· Fahri Razi, Muhammed b. Ömer, et-Tefsiru’l Kebir ev, Mefatihu’l Gayb, Beyrut, 1421 / 2000.

· Firuz Abadi, Muhammed b. Yakup, el-Kamsu’l Muhit, Beyrut, 1407 / 1987.

· Kasımi, Muhammed Cemalettin, Tefsiru’l Kasımi, el-Musamma Mahasinu’t Tevil, baskı Muhammed Fuad Abdulbaki, Beyrut, 1398 / 1978.

· Kurtubi, Muhammed b. Ahmed, el-Camiu’l Ahkamu’l Kur’an, Beyrut, 1405 / 1985.

· Kuleyni, Usul-u Kafi.

· Meclisi, Biharu’l Envar.

· Muhakkik Kereki, Ali b. Hüseyin, Resailu’l Muhakkiku’l Kereki, baskı Muhammed Hasun, c. 2, Risale 8: Risale fi’t Takiye, Kum, 1409.

· Maraği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l Meraği, Beyrut, 1365.

· Muzaffer, Muhammed Rıza, Akaidu’l İmamiye, Kum.

· Mufid, Muhammed b. Muhammed, Evailu’l Makalat fi’l Mezahibu ve’l Muhtarat, baskı Abbaskuli Savacdi (Vaiz Cerendabi), Tebriz, 1371, Kum Ofset baskısı.

· Mufid, Muhammed b. Muhammed, Tashihu İ’tikadau’l İmamiye, baskı Hüseyin Dergahi, Beyrut, 1414 / 1993.

· Musevi Bocnurdi, Hasan, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, baskı Mehdi Mehrizi, ve Muhammed Hüseyin Dirayeti, Kum 1377 ş.

· Neccaşi, Ahmed b. Ali, Fihrist Esma Musnefi eş-Şiatu’l Muşteher, Ricalu’n Neccaşi, baskı Musa Şubeyri Zencani, Kum 1407.

· Nesefi, Abdullah b. Ahmed, Tefsiru’l Kur’anu’l Celil, El-Musamma bi-Medariku’t Tenzil ve Hakaiku’t Tevil, Beyrut, Daru’l Kitabu’l Arabi.

· Nişaburi, Ali b. Ahmed Vahidi, Esbabu’n Nuzulu’l Ayat, Kahire, 1388 / 1968.

--------------------------------------------------------------------------------

[1]— Firuzabadi, El-Kamusu’l Muhit, “veka” sözcüğü

[2]— Ensari, el-Fakih, s. 37

[3]— Tashih-u İtikadatu’l İmamiye, s. 137

[4]— Başka tanımlar için Bkz. Şemsu’l Eimme Serehsi, c. 24, s. 45; İbn Hacer Askalani, c. 12, s. 279; Ebu Zuhre, s. 188

[5]— Fazıl Mikdad, El-levamiu’l ilahîye fi’l mebasihu’l kelamiye, s. 377; Emin, Nakzu’l Veş-Şia, s. 185

[6]— Örnek için Bkz. Neccaşi, s. 38, 58, 253, 330, 340, 351, 354, 391, 396; Tusi, el-Fihrist, s. 58, 112

[7]— Şehristani, el-Milel ve’n Nihel, c. 1, s. 124 – 125

[8]— Örneğin Bkz. Tabari, c. 8, s. 631 – 6645

[9]— Örneğin Bkz. Emin, Nakzu’l Veş-Şia, s. 184 – 204; Şerefuddin, Ecvibetu’l Mesail Carullah, s. 61 – 66; Muzaffer, Akaidu’l İmamiyye, s. 84 – 86

[10]— Firuz Abadi, el-Kamusu’l Muhit, c. 4, s. 646

[11]— İbn Menzur, Lisanu’l Arab, c. 15, s. 504

[12]— Cevheri, es-Sihah Tacu’l Lugat ve Sihahu’l Arabiye, c. 6, s. 25 – 27

[13]— Ensari, et-Takiye, s. 37

[14]— Mufid, Tashihu İtikadatu’l İmamiye, s. 137

[15]— Tabaresi, Mecmeu’l Beyan fi tefsiri’l Kur’an, c. 2, s. 729

[16]— Fazıl Mikdad, El-levamiu’l ilahîye fi’l mebasihu’l kelamiye, s. 377; Emin, Nakzu’l Veş-Şia, s. 185

[17]— Örnek olarak Bkz. Fazıl Mikdad, s. 377- 378

[18]— Tusi, Fahri Razi, Nesefi, Suyuti, Tabatabai, ayetin açıklaması

[19]— Örnek olarak Bkz. Tusi, et-Tibyan; Tabatabai, ayetin açıklaması

[20]— Örnek olarak Bkz. Zamahşeri, Alusi, Maraği, Kasimi, ayetin açıklaması

[21]— Vahidi, Nişaburi, s. 190; Zamahşeri, Tabarsi, Kurtubi, ayetin açıklaması

[22]— Bkz. Tusi, Tabarsi, Kurtubi, Suyuti, ayetin açıklaması

[23]— Bkz. Tusi, Tabarsi, Suyuti, ayetin açıklaması

[24]— Bkz. Hurrü Amuli, es-Siyretu’l Halebiye, c. 16, s. 203 – 204, 206, 212 – 214; Meclisi, Biharu’l Envar, c. 72, s. 393 – 394, 396, 408, 418, 421, 430, 432

[25]— Bkz. Musevi Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, c. 5, s. 53

[26]— Bkz. Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 217 – 221; Meclisi, Biharu’l Envar, c 72, s. 394, 397 – 398, 423

[27]— Örnek olarak Bkz. İbn Hambel, Müsnedu’l İmam Ahmed b. Hambel, c. 5, s. 168; Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 218, hadis: 8; Meclisi, Biharu’l Envar, c. 72, s. 421, 428

[28]— Örnek olarak Bkz. Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 214 – 218

[29]— Bkz. İbn Hambel, Müsnedu’l İmam Ahmed b. Hambel, c. 1, s. 313, c. 5, s. 327; Kuleyni, el-Kâfi, c. 5, s. 280, 292 – 294; Meclisi, Biharu’l Envar, c. 5, s. 303

[30]— Kurtubi, el-Camiu’l Ahkamu’l Kur’an, Nahl Suresi, 106. Ayetin açıklaması; Ensari, et-Takiye, s. 40; Emin, Nakzu’l Vaş-Şia, s. 189; Musevi, Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fikhiyye, c. 5, s. 54 – 55

[31]— Bkz. Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 221 – 226; Gazali, İhyau Ulumu’d Din, c. 3, s. 137; Emin, Nakzu’l Vaş-Şia, s. 188 – 189

[32]— Örnek olarak, Humeyni, el-Mekasibu’l Muharreme, c. 2, s. 226 – 227

[33]— Bkz. Halebi, es-Siyretu’l Halabiyye, c. 3, s. 51 – 52

[34]— İbn Hacer Askalani, Fethu’l Bari c. 12, s. 279

[35]— İbn Hazm, el-Muhalla, c. 8, s. 336

[36]— Şemsu’l Eimme Serehsi, Kitabu’l Mebsut, c. 24, s. 47

[37]— Buhari Cu’fi, Sahih Buhari, c. 7, s. 102

[38]— Bkz. Emini, el-Kadir fi’l Kitabi ve’s Sünneti ve’l Edeb, c. 1, s. 380

[39]— Örnek olarak Bkz. Muhakkik Kereki, Resaiulu’l Muhakkik el-Kereki, c. 2, s. 51; Musevi Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, c. 5, s. 50

[40]— Örnek olarak Bkz. Kurtubi, el-Camiu’l Ahkamu’l Kur’an, Al-i İmran Suresi, 28. Ayet

[41]—Fazıl Mikdad, El-levamiu’l ilahîye fi’l mebasihu’l kelamiye, s. 377; Emin, Nakzu’l Veş-Şia, s. 182

[42]— Bkz. Sa’lebi, Kısasu’l Enbiya, s. 69, 166; Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 215, 219, 230 – 231; Meclisi, Biharu’l Envar, c. 72, s. 396, 407, 425, 429

[43]— Bkz. Fahri Razi, et-Tefsiru’l Kebir, Al-i İmran Suresi, 28. Ayetin açıklaması ve Musevi Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, c. 5, s. 75

[44]— Subhani, el-İnsaf fi Mesailu dam fiha’l Hilaf, c. 2, s. 330 – 331

[45]— Bkz. İbn Ebu’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 11, s. 43 – 46

[46]— Tabari, Tarihu’t Tabari, c. 9, s. 185; İbn Cevzi, el-Muntezim fi Tarihi’l Muluk ve’l Umem, c. 11, s. 237

[47]— Bkz. Al-i Kaşifu’l Gıta, Eslu’ş Şia ve Usuluha, c. 315 – 316; Emin, Nakzu’l Ve’ş-Şia, s. 198 – 200

[48]— Takiyenin taksimatı konusunda Bkz. Şehid-i Evvel, el-Kavaid ve’l Fevaid, kısm, 2. S. 157 – 158; Humeyni, Er-Resail, c. 2, s. 174 – 175; Ayrıca el-Mekasibu’l Muharreme, c. 2, s. 236

[49]— Mufid, Evailu’l Makalat fi’l Mezahibi ve’l Muhtarat, s. 135 – 136

[50]— Bkz. Mufid, a.g.e ve Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 214 ve Şubber, el-Usulu’l Asliyye ve’l Kavaidu’ş Şariyye, s. 321 – 322 ve Humeyni, er-Resail, c. 2, s. 176

[51]— Bkz. Mufid, Evailu’l Makalat fi’l Mezahibi ve’l Muhtarat, s. 96; Humeyni, el-Mekasibu’l Muharreme, c. 2, s. 242 – 244

[52]— Bkz. Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 203

[53]— Ensari, et-Takiyye, s. 39 – 40

[54]— Örnek olarak Bkz. Meclisi, Biharu’l Envar, c. 72, s. 396, 401, 417 – 418, 438 – 441

[55]— Mufid, Evailu’l Makalat fi’l Mezahibi ve’l Muhtarat, s. 135 – 136

[56]— Fahri Razi, et-Tefsiru’l Kebir, Al-i İmran Suresi, 28. Ayetin açıklaması

[57]- فَاِذا بَلَغَا لدم فَلا تَقیّةdeliline göre

[58]— Mısdaklar konusundaki tartışmalar ve daha geniş açıklamalar için Bkz. Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 215 – 217, 234; Humeyni, el-Mekasibu’l Muharreme, c. 2, s. 225 – 227; yine, er-Resail, c. 2, s. 177 – 184

[59]— Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 214; Şubber, El-Usulu’l Asliyye ve’l Kavaidu’ş Şariyye, s. 321

[60]— Ensari, et-Takiye, s. 43 ve Musevi Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, c. 5, s. 55 – 57 ve Humeyni, er-Resail, c. 2, s. 188 – 191

 

 

Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de Nurcular grubu üye 41 kişi gözaltına alındı.

APA haber ajansının bildirdiğine göre Fethullah grubuna bağlı kişilerin ev ve iş yerlerinden çok miktarda yasak yayınlar ve ses kasetleri ele geçirilmiştir.

Gözaltına alınanların önemli bir kısmının savcılık soruşturması sonrası serbest bırakıldığı, ama bu gruptan 9 kişinin halen gözaltında bulunduğu açıklanmıştır.

Bu kişilere karşı operasyonun Türkiye başbakanı Erdoğan'ın Bakü ziyaretinden kısa bir süre sonra yapılması ise dikkatlerden kaçmamıştır.

Erdoğan Bakü temasları sırasında Gülen cemaatinin bu ülkedeki faaliyetlerinden kaygısını dile getirmişti.

İrib

 

Salı, 15 Nisan 2014 12:25

İran bilim üretmede dünya 16.sı

İslam dünyası bilimler kaynağı-ISC sitesi, İran'ın dünya çapında bilim üretmede 16. sırada yer aldığını duyurdu.

Haber merkezinin bildirdiğine göre İslam dünyası bilimler kaynağı ISC sorumlusu Cafer Mehrdad dün yaptığı açıklamada, İran'ın 2014 yılında bilim üretme alanında 16. sırada yer aldığını söyledi.

Cafer Mehrdad İran'ın 2014'ün başından beri 2 bin 813 makale ile bu seviyeye ulaştığını belirterek, Amerika, Çin, İngiltere, Almanya, Japonya, Fransa, Kanada, İtalya, İspanya ve Hindistan'ın dünyanın ilk 10 bilim ülkesi olduğunu, ardından Avustralya, G. Kore, Hollanda, Brezilya, İsviçre ve Tayvan'ın da 10 ila 15. sırada yer alıklarını ifade etti.

ISC sorumlusu ayrıca söz konusu süreçte İsviçre, Türkiye, İsveç, Belçika, Polonya, Rusya, Danimarka, İskoçya ve Portekiz'in d 17 ila 25. sıralarda olduğunu söyledi.

 

 

Allah’ın adıyla…

AKP-Cemaat kavgasında birçok iddianın yanında birçok da suçlama ortaya atıldı. AKP iktidarı süresince birbirlerine omuz vererek büyüyen bu iki yapının suçlamaları da, “içeriden” olması hasebiyle dikkate değerdir.

Ancak suçlamalar birbirlerini kesmemiş olacak ki, birbirlerini, en azından “kerih” bildikleri düşünce, inanç ve ülkeler üzerinden de vurmaya başladılar… Bazen bu suçlamalar tek taraflı ( İsrail dostluğu, ABD güdümlülüğü gibi) bazen de bunlardan her ikisinin de “kerih” gördüğü düşünce, inanç ve ülke üzerinden de olmakta… Bunun en bariz örneği Şia ve İran üzerinden yapılan suçlamalar…

Cemaatin İran ve Şia düşmanlığı belli… Bu konuda kendilerinin de hiçbir çekinceleri yok ve bu düşmanlığı en yüksek perdeden ifade ediyorlar… Hatta öyle ki, ülkemiz için birinci tehlikenin “Acem oyunları” olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyorlar.

AKP cenahı ise, zihin altında yuvalanmış bu “kerih inanç sahipleri” konusunda daha temkinli, daha siyaset diline uygun konuşmaya çalışırken, baskın zihin altı düşüncenin de etkisiyle falsolar verebilmekteler…

Burada konumuz Cemaat değil. Çünkü dediğimiz gibi onların Şia ve İran konusunda “düşmanlıkları” gizli değil ve bunu açıkça ifade etmekten de çekinmiyorlar. Ama AKP cenahı, “kuşdili ile” konuşmaya çalışırken, oldukça zor durumlara da düşebiliyor… Seçim öncesi Başbakan Erdoğan’ın Cemaat ve Şia arasında “Takiye” kıyaslaması yaparken, Cemaat suçlamak için sıraladığı olumsuz sıfatlarla ilgili kullandığı üslup, Şia toplumunda infiale sebep olmuştu… Neden Cemaati suçlamak isterken “Şia” gündeme getiriliyor sorusu ise bütün çıplaklığı ile orta yerde duruyor… Cemaati takiye üzerinden vurmak isterken, Şia’nın “takiye inancını da” sorgulamak ve bunu “politik argümanlarla yapmak” politik dilde ne kadar geçerlidir, o ayrı bir konu, ama laikliğe vurgu yapan bir partinin hele de“inançlar” alanında uluorta görüş serdetmesi, bazen onulmaz yaralar açabiliyor…

AKP’nin bu dilin ne kadar sakıncalı olduğunu fark ettiğini ve bunu terk ettiğini düşünüyorduk, ama gördük ki böyle değilmiş… AKP yandaşı olduğunu gizlemeyen ve “yandaş” bir gazetede pervasız yazılar yazan Hilal Kaplan’ın yazısı, yine Cemaat-Şia kıyası üzerine… (1) Yazısında “Şii yayılmacılığından” söz eden ve Şia ile benzer yanların olmasını neredeyse “züll” addederek reddeden Kaplan’ın yazısında da Şia’ya ince göndermeler var… Hilal Kaplan yazısında öyle bir dil kullanmış ki, Cemaat’e mi vurmak istiyor, Şia’yı mı hedef alıyor, belli değil… Mesela şu paragrafa bir bakın:

“İslam Dünyası Şii yayılmacılığı karşısında başını kaldırmış Türkiye'ye bakarken, Filistin'de Nasrallah'ın posterleri indirilip Erdoğan'ın posterleri asılırken, İran'ın ve Hizbullah'ın bayrakları indirilip Türkiye bayrakları asılırken Erdoğan'ın Şii yayılmacılığına çanak tuttuğunu söylemek insafsızlık değilse nedir?”

Sayın Kaplan’ın bu paragrafında bahsettiği “Şii yayılmacılığı” iddiası, tam da Cemaatin “Acem oyunları” diye dikkat çektiği “tehlikenin” başka bir ifadesi değil mi? “İslam Dünyası” Şii yayılmacılığı tehlikesi ile boğuşuyor öyle mi? Ve “En Kahraman AKP” bu tehlikeye karşı İslam Dünyasının umut bağladığı kurtarıcı!... Peki soralım Hilal Hanım’a, Filistin neden Nasrallah’ın posterlerini asmıştı da şimdi indiriyor? İran ve Hizbullah bayrakları neden Filistin semalarında dalgalanıyordu da, o bayraklar indirilip Türk Bayrakları asılıyor? Bütün bunlar “Şii yayılmacılığını” önlemek için mi idi? O zaman önceden bu posterlerin, bu bayrakların varlığı “Şii yayılmacılığına çanak tutmak” olarak mı algılanmalı? Eğer Filistin “Şii yayılmacılığın” yeni farkına vardıysa, o zaman Halit Meşal’in, daha geçenlerde “İran ile ilişkileri yeniden canlandırmak” istemesine ne diyeceğiz? (2) Filistin yeniden “Şii yayılmacılığına” çanak mı tutuyor?

Devam edelim.

Hilal Hanım, AKP’yi affedilmez “İran ve Şia yanlısı” suçundan kurtarmak için çırpınmaya devam ediyor. Kendi tespitleri mi, yazısında ismini zikrettiği “Serhat Sondahhak”’ın “kıyasından” mı aldığı çok da belli olmayan karşılaştırmada da Şia inançları konusunda “inceden” vuruşlarına devam ediyor:

“Gülenciler ise Gülen'in sözlerini, Şia'daki imamlar gibi tartışmasız kabul etmektedir. Ciddi bir itikadi problem teşkil eden 'Cebrail parti kursa, ona oy vermem' demesi gibi sözleri bile tevil edilmekte, Gülen'in her sözü şartsız, sorgusuz şekilde adeta masumiyet makamındaymışçasına kabul edilmektedir.

Takıyye - Tedbir: Şia'ya şüpheyle bakılmasına sebep olan en önemli sebep hiç şüphesiz takıyyedir. Ehli Sünnet'e göre sadece can korkusu ile kafire yapılması gereken takıyye, Şia inancında ise her durumda geçerli olabilir.

Gülen cemaatinin yılladır uyguladığı 'tedbirin' Şia'nın takkıye anlayışından farkı var mıdır? Takıyyenin isminin tedbir diye değiştirilmesi dışında ikisi arasında değişen nedir? Bürokrasideki 'abi'lerin tedbir için içki içtiği, eşlerinin tedbir için tesettürden çıktıkları gibi anlattıkları birçok olay tedbir denilen garabet inancın boyutlarını ortaya koymaktadır. Siyasi olaylara baktığımızda ise 7 Şubat ve 17 Aralık olaylarında Gülencilerin 'Bunların bizimle ilgisi yok' demesi takıyye değil de nedir? “

Takiye-Tedbir benzerliğine geçmeden önce bir konuya değinelim. F.Gülen’in “Cebrail parti kursa ona oy vermem” sözü gerçekten facia bir söz. Ama bizzat AKP mensuplarının Başbakan için benzer söylemleri yok mu? Örnek mi istiyorsunuz? İşte örnekler:

1- AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin; “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile inanın bence ibadettir. Ben bunu söylüyorum" dememiş miydi? (3)

2- AKP Aydın İl Başkanı İsmail Eser, Başbakan Erdoğan’ı “peygamber” ilan etmemiş miydi? (4)

3- Eski Bakanlardan Egemen Bağış, “Başbakanın doğduğu şehirler bile mübarektir” dememiş miydi? (5)

4- Başbakan’ın bizzat kendisi “rahmetimiz gazabımızı aşacaktır” dememiş miydi? (6)

5- Rize Çayeli Belediye Başkanı “Başbakanın çıkacağı televizyon yere konmaz” demedi mi? (7)

6- AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Başbakan için “O ilelebet, Türkiye’nin ezeli ve ebedi başkanıdır” demedi mi? (8)

7- AKP Düzce Milletvekili Fevzi Arslan “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider var. İşte bunun önünü kesmek istediler” demedi mi? (9)

Başbakan için şiirler yazıp “Tayyip’i üzmek, Allah’ı üzmektir” diyen vatandaşları AKP’yi bağlamayacağından saymıyorum… Yiğit Bulut’un “Başbakan benim Atam’dır” sözünü saymıyorum.

Şimdi yukarıya aldığımız ifadelerin, F.Gülen’in ifadelerinden geri kalır yanı var mı?

Takiye konusuna gelince…

Takiye’nin İslam’da var olan bir tutum olduğu tartışılmaz. Bu konuda Kur’an’da da apaçık ayetler vardır. Mesela;

“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah ile hiçbir ilişkisi kalmaz. Ancak kafirlerden gelecek bir tehlikeye karşı (takiyye ederek) onlardan korunmanız icap ediyorsa, o başka.” (Al-i İmran :28)

Hilal Hanım da yazısında takiye’nin Sünnilikte de var olduğunu, ancak sadece “can korkusu” varsa yapılabileceğini söylüyor. Biz burada takiyenin “ilmi” açıklamasına girmeyeceğiz, onu ehline bırakalım. Ama Hilal Hanım’a bazı sorularımız olacak:

1- Yukarıya alıntıladığımız Başbakanı kutsayan ve iman açısından tehlikeli söz ve söylemlere karşı başta kendileri olmak üzere, AKP ya da yandaşlardan bir tepki gelmiş midir? (Burada Erdoğan’ı peygamber ilan eden Aydın il başkanına bizzat başbakan’ın tepkisini ve Düzce Milletvekili Fevzi Aslan’ın “kastımı aştım” açıklamasını hariç tutuyoruz.)

Neden tepki göstermediniz? Bu davranışınız da sizin deyiminizle “takiye” değil midir? Yoksa “ölüm korkusu” vardı da ondan mı “takiye yaptınız?

2- Fethullah Gülen’in, yazınıza da alıntıladığınız 'Hz. Peygamber temessül buyurdu, rüya değil, Türkiye'nin meselesini filancalara bıraktık biz, bakış bu, şimdi hakkınızda nebinin hüsnü zannı bu…'. Sözü yeni söylenmiş bir söz değildir. Yıllar önce söylenmiştir. Bunun gibi, “Peygamber Türkçe olimpiyatlarına geldi” veya “Ben Cebrail’i çok severim. Kendisi hiç görmediğim, tanımadığım bir melektir… Cebrail parti kursa ona da oy vermem” sözleri de öyle… İyi de sizler o zamanlar neden bu sözlere tepki göstermemiştiniz? Hele “Peygamber Türkçe olimpiyatlarına geldi” sözü çok da eski değil… AKP ile “al gülüm ver gülüm” devam ederken söylenmişti… Bir tepkiniz oldu mu? Neden? Bu da “takiye” değil mi? Yoksa yine “ölüm korkusu” vardı da ondan mı “takiye” yaptınız?

3- Başbakan’ın Mısır Tahrir meydanında yaptığı konuşmada “sizlere laikliği tavsiye ediyorum” sözlerine ne diyorsunuz? Siz mi takiye yapıyorsunuz, yoksa Başbakan mı? Neden?

4- F.Gülen’in “Başörtüsü teferruattır” sözüne bir tepkiniz olmuş muydu? Şimdi değil tabi, aranızın “çok iyi” olduğu dönemde!... Neden sessiz kaldınız da, aranız bozulunca sözün vahametini keşfettiniz?

5- 2006 yılında Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin “Türban, Türkiye’de yüzde 1.5'lik kesim için bir sorun.. Bizim gündemimizde halkın sadece yüzde 1.5′inin gündeminde olan bir konu öncelikli olarak yoktur. Bizim önceliğimiz türban değil işsizliktir..” (10) demişti. Acaba aynı sözü bu gün de söyleyebilir mi? Neden? Acaba o zaman mı “takiye” yapıyorlardı, yoksa şimdi mi?

6- Başbakan’ın yukarıdaki M.Ali Şahin’in sözünün sorulması üzerine söylediği “Ormanı düşünelim, oradaki birkaç ağacı değil. Birkaç ağaç üzerinden hareket edersek yanlış yaparız. Nitekim kamuoyu araştırmalarının neticeleri çok açık, net ortadadır. Yani bunlara bakarak değerlendirmeleri yaparsak Türkiye kazanır, kaybetmez..." (11) sözü için de yukarıdaki soru aynen geçerlidir: O zaman mı “takiye” yapılıyordu, şimdi mi?

7- Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün eşi Hayrünnisa GÜL’ün, başörtüsü ile ilköğretime( o zamanlar 8.sınıfa kadar ilk öğretim sayılıyordu) giden bir kız çocuğu için söylediği "Bu konuda yaşanan bir cehalet varsa ortadan kaldıracağız. İlkokul öğrencisinin kendi isteğiyle başörtüsü takması sözkonusu olamaz. Bu konuda karar verecek yaşa geldiğinde kararını verir" (12) sözü için ne diyorsunuz? Yine aynı konuda zamanın Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun ““İlkokullarımızda özellikle örtülü olarak eğitim görme talebiyle karşılaşmış olmamızı zamanlama açısından manidar buluyorum”ve AKP Milletvekili ve İnsan Hakları Komisyonu başkanı Zafer Üskül’ün “Bu durum devam ederse, çocuğu ailesinin elinden alırız!” (13)sözleri için? Bu sözleri şimdi söyleyebilirler mi? O zaman mı „takiye“ yapılıyordu, şimdi mi?

8- Devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı’nın bu haberi ancak diğer haber organlarında çıktıktan bir gün sonra görüp gerekçe olarak da haberdeki bu unsuru muhabirlerin atladığını söylemesi ne idi?... (14)

9- Bülent Arınç’ın, Mavi Marmara olayı için İsrail’e hükümet tarafından ateş püskürtüldüğü bir zamanda, F.Gülen’in „İsrail’den izin alınmalıydı“ sözü üzerine „Hocam söylemişse doğru söylemiş“ şeklinde çark etmesi „ ne anlama geliyordu? Önceki tavrı mı doğruydu, sonraki tavrı mı? Yoksa „takiye“ mi yapıyordu?

10- Başbakan Erdoğan’ın zamanında F.Gülen için dizdiği övgüler ne idi? O zaman mı takiye yapıyordu, şimdi mi?_

11- AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in “Cemaat Hükümeti ele geçirecekmiş. Buna kargalar bile güler” sözü için ne diyorsunuz? (15) O zaman mı takiye yapıyordu, şimdi Cemaate ateş püskürerek mi?

Söylenecek çok söz var. Ama maalesef yine bir köşe yazısının sınırlarını çoktan aştık…Sonuç olarak şunu söyleyelim. AKP’nin ve yandaşlarının bir inanç grubu özelde de Şia için kullandığı üslup oldukça itici… Hele yandaş yazarların!...

Elbette yandaş yazarlar, mesela Hilal Hanım Şia’yı sevmek zorunda değil… Ama ikide bir AKP gibi bir “siyasi partiyi” öveceğim ya da “savunacağım” diye halkın bir kesiminin inancı hakkında böylesine itici ve aşağılayıcı dil kullanılması ne kadar etik?

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 

(1) http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/gulen-sia-benzerligi/51254

(2) http://www.internethaber.com/hamas-yonunu-irana-cevirdi-598967h.htm

(3) http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/07/20/basbakana.dokunmak.bile.bence.ibadettir/623516.0/

(4) http://www.izleneo.com/basbakanimiz-bizim-icin-adeta-ikinci-peygamber-gibi/

(5) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22567341.asp

(6) http://www.gazeteport.com.tr/haber/162957/bizim-rahmetimiz-gazabimizi-asacak

(7) http://www.izleneo.com/basbakanin-ciktigi-televizyon-yere-konmaz-sacmaligi/

(8) http://www.sosyalmuhalefet.com/hangisi-soylu/

(9) http://www.timeturk.com/tr/2014/01/16/ak-parti-li-vekil-erdogan-allah-in-butun-vasiflarini-uzerinde-toplayan-bir-lider.html#.U0g75jjNsdU

(10) http://www.haber3.com/akp-turbani-nasil-asil-sorun-yapti-haberi-333439h.htm

(11) http://www.haberturk.com/gundem/haber/5241-erdogandan-sifreli-mesajlar

(12) 8.11.2010, Star Gazetesi, http://www.gazetea24.com/haber/aa-hayrunnisa-gulu-es-gecti_5296.html

(13) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/16112623.asp

(14) http://www.gazetea24.com/haber/aa-hayrunnisa-gulu-es-gecti_5296.html

(15) http://siyaset.milliyet.com.tr/bu-iddiaya-kargalar-bile guler/siyaset/siyasetdetay/20.02.2012/1505571/default.htm ve http://www.youtube.com/watch?v=pBtt0mj0Syw)

 

MUHSİN KÜÇÜKER

İran savunma bakanı Tuğgeneral Hüseyin Dehkan, Azerbaycan Cumhuriyeti'ni savunma alanındaki ihtiyaçlarını temin etmeye hazır olduklarını söyledi.

İran savunma bakanı Tahran'da Azerbaycan Cumhuriyeti savunma bakanı orgeneral Zakir Hasanov'la görüşmesinde, iki ülke arasında kültürel, dini ve diğer alanlardaki ortaklıklara temas ederek; iki ülke halklarının dost ve kardeş olduklarını bildirdi ve "iki ülkenin bölgesel ve uluslararası meselelere bakışındaki ortak nokta son derece önemlidir'' dedi.

İran savunma bakanı, İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti sınırlarını dostluk ve kardeşlik sınırları olarak nitelerken, ilişkilerin artması ve yapıcı işbirliklerin artması gereğine de temasla; iki ülke sınırlarında güvenliğin tam olarak hakim olduğunu söyledi.

Tuğgeneral Dehkan, terörizm ve aşırıcılığın bölgenin güvensizliği ve sebatsızlığı konusunda çok ciddi bir tehlike ve tehdit olarak nitelerken, bölge ülkeleri ve dünyanın terörizmle mücadelede ortak hareket etmelerinin zaruri olduğunu ve bu konuyu öncelikli programları arasına almaları gerektiğini bildirdi.

Azerbaycan savunma bakanı Hasanov da, iki ülke arasında tarihi, kültürel, siyasi ve dini ortaklıklara temasla; İran'ın bölgenin güçlü bir ülkesi olduğunu ve aynı zamanda Azerbaycan cumhuriyetinin dostu ve komşusu olduğunu ve bundan dolayı da Bakü'nün Tahran ile her alanda ilişkileri güçlendirmeye önem verdiğini söyledi.

Azerbaycan cumhuriyeti savunma bakanı, İran İslam Cumhuriyetinin nükleer enerji faaliyetlerine destek verdiklerini belirterek, ayrıca İran ve 5+1 grubu arasında nükleer konuda varılan ön anlaşmayı tebrik etti ve 'Umarım, bu konuda nihai anlaşma sağlanır' dedi.

 

Pazar, 13 Nisan 2014 06:00

Eğer iddialar doğruysa !....

Dünyada bağımsız, özgür gazetecilik denilince ilk akla gelen isimlerden biri, Amerikalı Seymour Hersh‘tür. Kuşkusuz Hersh’ün “iyi gazeteci” olmasının defalarca tescillenmiş olması, her haberinin kayıtsız şartsız doğru olacağı anlamına gelmez. Fakat iddialı bir haberin altında eğer onun imzası varsa, o habere şu ya da bu nedenle burun kıvırmanın, hele bu mesleğin esaslarından olan “haber kaynaklarıyla ilişki“ konusunda Hersh’e ders vermeye kalkmanın hiçbir inandırıcılığı ve anlamı yoktur. Dolayısıyla Amerikalı gazetecinin, geçen yıl 21 Ağustos günü Şam‘ın doğu banliyölerinden Guta‘da meydana gelen kimyasal saldırıdan El Kaide ile ilişkili El Nusra Cephesi‘ni sorumlu tutan ve bu örgütün de sarin gazına Ankara‘nın yardımlarıyla ulaştığını iddia eden haberini ciddiye almak durumundayız.

İki senaryo

Hersh’e yönelik yalanlamaların hiçbiri onun haberinin yarattığı etkiyi azaltmadı; tam tersine, yalanlamaların zayıflığı Amerikalı gazetecinin doğru yazdığının göstergesi olarak algılandı. Onun haberini doğrulayacak veya yalanlayacak haber kaynaklarına sahip değilim, ancak son birkaç aydır yaşanan bazı gelişmelerden hareketle kabaca iki senaryonun söz konusu olabileceğini düşünüyorum:

1) Gerçekten Ankara, Hersh’ün yazdığı gibi Washington’ı Suriye’de savaşa sokmak için o kimyasal saldırıya bulaştı. Bunun farkında olan Amerikan yönetimi, stratejik açıdan bir dizi konuda işbirliği içinde olduğu Türkiye’yi kaybetmemek için, olaydan sorumlu gördüğü Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘a karşı, nihai amacı tasfiye olan bir yıpratma süreci başlattı;

2) Guta saldırısında Ankara’nın hiçbir alakası olmamasına rağmen başka nedenlerle Erdoğan ve Fidan’dan kurtulmak isteyen Washington yönetimi, onları yıpratmak uğruna böyle spekülasyonların dolaşıma girmesine izin verdi, hatta bunu teşvik etti.

MİT krizine yeniden bakmak

Hersh’ün yazısından sonra, geçen yıl eylül ayında (yani Guta olayından kısa bir süre sonra) BM Genel Kurulu için New York‘ta bulunan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül‘e değişik platformlarda sık sık Ankara’nın Suriye’de El Kaide ve özellikle El Nusra ile ilişkili olup olmadığının sorulmuş olması (http://www.rusencakir.com/Terorle-mucadele-konusunda-ofanstan-defansa/2118) daha fazla anlam kazanıyor.

Hersh’ün yazısından sonra, geçen yıl ekim ayı başında Wall Street Journal‘da çıkan “Türkiye’nin istihbarat şefi Suriye’de kendi yolunu çizdi“ başlıklı yazının (http://rusencakir.com/Hakan-Fidan-hakkinda-yazilanlara-alti-serh/2137) satır arası mesajları daha da netleşiyor.

Hersh’ün yazısından sonra, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu‘nun makamındaki dörtlü Suriye zirvesinin ortam dinlemesinin kayıtlarının neden seçimlere birkaç gün kala dolaşıma sokulmuş olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Yine Hersh’ün yazısından sonra Suriye sınırında MİT tırlarının durdurulması olaylarına, dolayısıyla 17 Aralık sürecine, özellikle sürecin zamanlamasına, buradan hareketle Fethullah Gülen cemaatinin küresel ilişkilerine yeniden bakmak gerekiyor. Hatta daha geriye gidip 7 Şubat 2012 günü patlak veren ve ana hedefi Hakan Fidan olan MİT krizini yeniden değerlendirmek de isabetli olacaktır.

Fidan’ın daha Suriye meselesi gündemde değilken hedef alınmış olmasından hareketle sorunun sadece El Kaide ile ilişki zemininde anlaşılamayacağı da açıktır.

Bununla birlikte, El Kaide hakkında epey araştırma yapmış, kafa yormuş bir gazeteci olarak şunu vurgulamak isterim: Herhangi bir devletin yapacağı en vahim hatalardan biri El Kaide’yi kullanacağını sanması ve buna kalkışmasıdır. (http://rusencakir.com/El-Kaideyi-kullanmaya-kalkan-yaniyor/2071)

Yine bir devletin başına gelebilecek en büyük tatsızlıklardan biri de, hiç ilgisi olmamasına rağmen adının El Kaide ile birlikte anılmasıdır.

Ankara’nın bir an önce, El Kaide ile doğrudan ya da dolaylı ilişki iddialarını hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde geçersiz kılması şart.

vatan

 

Pazar, 13 Nisan 2014 05:55

Sarin iddialarında ikinci dalga

Suriye’deki sarin saldırısının gerisinde Türkiye’nin olduğu iddiasını Independent muhabiri Fisk de yazdı. Erdoğan’ı ‘diktatörleşmekle’ suçlayıp Saddam ile kıyasladı

Ünlü ABD’li araştırmacı gazeteci Seymour Hersh’ün Suriye’deki sarin saldırılarının gerisinde Türkiye’nin olduğu iddiasının artçı dalgası geldi. Ünlü Britanyalı gazeteci Robert Fisk, Hersh’ün iddialarını irdeleyen yazısında, şunları dile getirdi: ‘’Ağustos 2013’te Şam’ın Doğu Guta varoşunda yüzlerce sivili öldüren sarinin Türkiye’den geldiğini ilk iddia eden elbette Suriye hükümetiydi. Onların iddiasına göre, İslamcı gruplarca Batı’nın Esad’ı suçlayıp stratejik silahlarını ona çevireceği umuduyla kullanılmıştı. The Independent gazetesi olarak, Suriye’deki saldırıları soruşturduğumuzda, Rus kaynaklar sözkonusu kimyasalların Esad’a satılmadığını vurgulamıştı. Bunlar Moskova’nın Kaddafi döneminde Libya’ya sattığı stoklardan geliyordu.’’

O dönemde görüştüğü Suriyeli yetkililer ve Esad’a yakın bir kişiliğin ‘’Sarinin Türkiye üzerinden isyancılara nakledildiğine dair resmi kanıtları kimsenin kaale almamasından yakındığını’’ anlatan Fisk, şunları aktardı: “Sürekli olarak, Türkiye’nin güneyinde polisin sarin olarak tanımladığı kimyasal madde taşımakla suçlanan Nusra’nın 10 adamı hakkındaki 130 sayfalık iddianameye atıf yapıyorlardı . Grubun elebaşısı Haytam Kassab, savcının 25 yıl hapis istediği mahkemeye çıkarıldı, ama daha sonra ‘yargılanmak üzere’ serbest bırakıldı. Adamların hepsi ortadan kaybolurken, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi tutuklamaları gözardı ederek -neredeyse Saddamvari bir kanaatle -’sarin’in ‘antifriz’ olduğunu iddia edecekti.” 

KENDİNE ROL MODELİ’

Hersh’ün ‘’Guta’daki sarinin, Britanya’da incelendiği ve Suriye ordusununcephaneliğinden gelmediğinin teyit edildiği’’ iddiasını hatırlatan Fisk, bu gelişmelerin Erdoğan’ın Obama ile ilişkisini tehlikeye soktuğuna dikkat çekti. Makalesine ‘’Ortadoğu’nun model ‘güçlü adamından’ teneke diktatöre’’ başlığını atan Fisk, ‘’Erdoğan, Obama’nın en sevgili müttefiklerinden biriydi... Tam da ABD’nin Osmanlı’nın Arap kısmında kılavuz ve Esad’ı devirebilecek isyancılara kanal olması bakımından güveneceği adamdı’’ dedi. Türkiye’nin Arap dünyası için ‘rol modeli’ ilan edildiğini hatırlatan Fisk, şunları söyledi: ‘’Kürtlere hala kötü muamele eden, 1915 Ermeni soykırımını inkar eden, 2007’de sokak ortasında Ermeni gazeteci Hrant Dink’i öldürenlerin yargılandığı davayı bile ıskartaya çıkaran bir ülke, gerçekten de, Müslüman aleminin onaylayarak bakacağı ayna görevi görebilir miydi? Eh, sonunda maske düştü. ‘’ Erdoğan’ın yerel seçim ardından yaptığı konuşmayı ‘’Türkiye’nin boynu kıldan ince medyasına ancak Saddam’ın ağzından çıkabilecek sözlerle tehditler savurdu. Türkiye’nin yapabileceği tek rol modellik, yine Türkiye için rol modelliğiy-di’’ diye yorumlayan Fisk, ‘’Erdoğan, Catch 22’deki Yossarian gibi, çok tuhaf bir kişilik. Siyasi megalomanyanın işaretleri var’’ dedi. ‘’YouTube’a yasak gelmesine yol açan’’ Dışişlerinde ‘’Suriye’ye saldırma bahanesi yaratma’’ toplantısına ait olduğu iddia edilen kayıtla ilgili ‘’Hükümet ‘Manipülasyon’ diye haykırdı. Ona ne şüphe... Amerikalılar ne yaparsa yapsın, Türkiye’nin Suriye savaşına müdahil olması devam edecek’’ diye yazdı.

TARAF

 

İran devrim muhafızları Komutanlığı Uzay ve Hava Güçleri Komutanı Yarbay Emir Ali Hacızade; direniş halkasınından Suriye'yi düşürme planlarının çökertildiğini belirtti.

Şehitleri anma münasebetiyle düzenlenen törende yaptığı konuşmada Hacızade; Suriye devletini yıkmak ve kendi çıkarları doğrultusunda oluşumlar teşkil etmek için 86 devletin kol kola verdiğine, fakat tüm çabalarının başarısızlıkla sonuçlandığına dikkat çekti.

Hacızade; Suriye, ırak ve Afganistan'daki istikrarsızlık ve şiddetin ana sebebinin ABD ve bölgedeki taşeronları olduğunun altını çizdi.

 

Ricâl ilminde Ehl-i Sünnet’in en büyük âlimi sayılan İbn-i Hacer Askalanî, yine Ehl-i Sünnet’in en muteber ricâl kitabı olan Lisanu’l-Mizan’da şöyle yazmaktadır: “İbn-i Teymiyye, Allame Hillî'ye cevap vereyim derken kendini o kadar kaptırdı ki bu durum Ali b. Ebî Talib'in (a.s.) makamını düşürmesine neden oldu.” (c. 6, s. 319)

Sefine Hadisini İnkâr 

Ehl-i Beyt'i Tâhirîn hakkında Şia ve Ehl-i Sünnet kitaplarında nakledilen meşhur rivayetlerden biri de 'Sefine Hadisi'dir. Ancak İbni Teymiyye ve fikirdaşları söz konusu hadisi inkâr etmeye çalışmıştır. İbn Teymiyye Minhâcu's-Sünne kitabında şöyle yazmaktadır: “Resûlullah'ın kelâmı olduğu söylenen ‘Benim Ehl-i Beytimin misali, Nuh'un gemisi gibidir' rivayetinin sahih senedini bilmiyorum ve bu sened, kaynak rivayet kitaplarının hiçbirinde de bulunmamaktadır. Bu rivayeti nakleden herkes, bunları nakleden diğerleri gibi ‘gece yarısı odun toplayan kimselerdir' (yalan söylediklerine kinaye). Onların nakli bu rivayetin zayıflığını arttırıyor.” (c.7, s. 395) 

Oysa ki pek çok ravi bu hadisi nakletmiştir, ez cümle: 1- Emirül-Müminin, 2- Ebu Zer, 3- Abdullah bin Abbas, 4- Ebu Said el-Hudri, 5- Ebu Tufeyl, 6- Enes bin Malik, 7- Abdullah bin Zubeyr, 8- Seleme bin Ekva vs… 

Yine birçok Ehl-i Sünnet âlimi muteber kitaplarında bu rivayete yer vermiştir, örneğin: 1- Ahmed bin Hanbel, 2- Bezzar, 3- Ebu Ya'la, 4- İbn Cerir-i Taberî, 5- Nesaî, 6- Taberanî, 7- Darakutnî, 8- Hakim Nişaburî, 9- İbn Merduye, 10- Ebu Naim İsfehanî, 11- Hatib Bağdadî, 12- Ebu Muzaffer Sem'anî, 13- İbn Esir, 14- Muhibb Taberî, 15- Zehebî, 16- İbn Hacer el-Askalanî, 17- Sehavî, 18- Suyuti, 19- İbn Hacer Mekkî, 20- Muttaki Hindî, 21- Şeyh Aliyul Karî, 22- Munavî… 

Eğer bu kimselere "hattabu'l-leyl” (gece odun toplayanlar; doğru yanlış ayırt etmeden rivayetleri cem edenler) denebilirse, biz de İbn Teymiyye'nin bu sözünü canı gönülden kabul etmeye hazırız. 

Emirü'l-Müminin'e (a.s.) İftira 

Ricâl ilminde Ehl-i Sünnet'in en büyük âlimi sayılan İbn-i Hacer Askalanî –ki bu nedenle Ehl-i Sünnet'in ricâl ilmindeki en yüksek derece olan “hafız” unvanıyla anılmaktadır-yine Ehl-i Sünnet'in en muteber ricâl kitabı olan Lisanu'l-Mizan'da şöyle yazmaktadır: “İbn-i Teymiyye, Allame Hillî'ye cevap vereyim derken kendini o kadar kaptırdı ki bu durum Ali b. Ebî Talib'in (a.s.) makamını düşürmesine neden oldu.” (c. 6, s. 319) 

O, Emirü'l-Müminin'e (a.s.) dil uzatmada çok ileri gitmişti. İbn-i Hacer el-Askalanî muteber kitabı Ed-Dureru'l-Kamine'de (c. 1, s.155) de İbn Teymiyye'den şöyle nakletmektedir: “Ali (haşa) 17 yerde hataya düşmüş ve Kur'an nassına karşı gelmiştir.” 

Yine İbn-i Hacer şöyle yazmıştır: 

“Ehl-i Sünnet'in büyüklerinin İbni Teymiyye hakkında farklı görüşleri vardır. Bazıları onun ‘Akidetu'l-Hemeviyye' adlı kitabında Allah Teâlâ için el, ayak, bacak ve suret tayin ettiği için tecsime düştüğünü (Allah'ın cisim olduğuna inanmak) söylemiştir. Bazıları onun, Peygamber'e (s.a.a.) tevessül ve istiğaseye (yardım dilemek) muhalefeti yüzünden –ki bu nübüvvet makamını değersizleştirmek ve Hz. Peygamber'in azametini yok etmek sayıldığından- onu zındık saymıştır.” 

Devamında şöyle yazıyor: 

“Bazıları da Emirü'l-Müminin aleyhindeki çirkin sözleri nedeniyle onu münafık addediyorlar. Çünkü o şöyle demiştir: ‘Ali b. Ebu Talib hilafeti elde etmek için defalarca kez çaba göstermiş, ancak kimse ona yardım etmemiştir. Onun yaptığı savaşlar din için değil, reislik talebi içindi. Ebu Bekir'in İslam'ı, çocukluk döneminde Müslüman olduğundan dolayı Ali'nin İslam'ından daha değerlidir! Aynı şekilde Ali'nin Ebu Cehil'in kızına talip olması da onun için büyük bir eksiklik idi.' İbn-i Teymiyye'nin bütün bu konuşmaları, onun nifakının nişaneleridir. Çünkü yüce Peygamber Ali'ye şöyle buyurmuştur: Münafıklardan başkası sana düşmanlık etmez.” 

Bu yazılanlar bir Şiî âlimin görüşleri değil, Şia'ya karşı özel bir taassubu olan İbn-i Hacer Askalanî'nin sözleridir. İbn Teymiyye, yine Minhac's-Sünne kitabında -Allame Emini'nin dediği gibi bu kitabın adını Minhacu'l-Bid'at koymak gerek- şöyle yazmıştır: “Şafiî ve Mervezî büyük bir kitap yazmış ve onda Ali'nin, Müslümanların kendisiyle amel etmediği sözlerini toplamışlardır. Çünkü diğer sahabenin sözleri Kur'an ve Sünnet'e daha yakındır.” 

O Ali (a.s.) ki, hayatının ilk anından son nefesini verene dek Hz. Peygamber'in (s.a.a.) yanında olmuş ve Yüce Peygamber (s.a.a.) O'nu, Hakkın şahidi olarak tanıtarak şöyle buyurmuştu: “Ali Hak iledir, Hak da Ali iledir”. 

Bu rivayeti birçok Ehl-i Sünnet büyüğü sahih olarak nakletmiştir, işte bunlardan bazıları: Heysemi, Mecmeu'z-Zevâid kitabında (c.7, s. 235) (hadisi naklettikten sonra “Ebu Ya'la ve sika kimseler de rivayet etmiştir”, der), Hakim Nişaburî el-Müstedrek ala's-Sahiheyn kitabında (c. 3, s.124) (şöyle diyor: Bu hadis müsellem şartıyla sahihtir), Tarihu Bağdad, (c. 14, s. 322), İbn Kuteybe Dineverî - el İmame ve's-Siyase (c.1, s. 98), Fahru'r-Razî, Tefsiru Kebir, (c.1, s. 205), el Mahsul (c. 6, s. 134) vs... 

Hz. Peygamber (s.a.a.) İmam Ali'yi bazen de Kur'an'ın benzeri olarak zikrederek şöyle buyurmuştur: “Ali Kur'an'ladır, Kur'an da Ali ile. Bunlar Kevser Havuzu'nun başında bana kavuşuncaya kadar birbirlerinden ayrılmazlar.” Bu rivayeti Hakim Nişaburî el-Müstedrek ala's-Sahiheyn'de naklederek şöyle demiştir: “Bu rivayetin senedi sahihtir ve ravisi Ebu Said Teymî -adı Ukeysa'dır- güvenilirdir. Ancak Buharî ve Müslim rivayeti Sahih'lerine almamışlardır.” 

Acaba böyle birinin sözleri, ömrünün üçte ikisinden fazlasını şirk içinde, puta taparak, kumar oynayıp şarap ve müzik ile geçiren kimsenin sözlerinden daha değersiz olabilir mi? 

İbn-i Teymiyye'nin, Emirü'l-Müminin Hakkındaki Çirkin Sözleri 

İbn Teymiyye Minhacu's-Sünne'de şöyle diyor: 

“Ehl-i Sünnet'in yol ve yöntemi bu baptaki doğru ve müstakim yoldur (fırkaların çoğu onun görüşünü kabul ediyorlar). Ama siz (Şiîler) kendinizle çelişmektesiniz. Bunun delili de şudur ki, Haricîler ve diğerleri Ali'yi kâfir ya da fasık bilmekteler, Mutezilîler ve Mervanîler de onun adaletinden şüphe duyuyorlar. Eğer size, ‘Ali'nin imanının, onun imam olduğunun ve adaletinin delili nedir?' diye sorulsa, verecek cevabınız yoktur.” 

Onun bu sözleri, Allah'ın Kur'an'da açık bir şekilde ‘mümin' olarak hitap ettiği ve hatta ‘veli' ve halkın yöneticisi olarak gösterdiği kişiye karşı apaçık bir düşmanlıktır. Allah Teâlâ Maide suresi 55. ayette buyuruyor ki: "Sizin dostunuz, sahibiniz, ancak Allah'tır ve Peygamberidir ve inananlar, namaz kılanlar ve rükû ederken zekât verenlerdir." Bu ayet birçok Ehl-i Sünnet ulemasının itiraf ettiği üzere İmam Ali (a.s.) hakkında nazil olmuştur. Kadı İzzeddin el Îcî ( ö. h. 756) bu konuda şöyle diyor: “Bütün müfessirler bu ayetin İmam Ali (a.s.) hakkında nazil olduğu konusunda icma etmiştir.” (El Mevâkıb fi İlmi'l-Kelâm, s. 405) 

Saadeddin Taftazanî de şöyle açıklıyor: “(Bu ayet) müfessirlerin ittifakıyla, Ali b. Ebu Talib hakkında, rükû halindeyken yüzüğünü ihtiyacı olan bir fakire bağışladığında nazil olmuştur.” (Şerhu'l-Mekâsid fi ilmi'l-Kelâm, c. 5, s. 270)

Alaaddin Ali bin Muhammed Hanefi de -Kuşçu adıyla meşhurdur- bu konuda şöyle diyor: “Bu ayet, müfessirlerin ittifakıyla, Ali b. Ebu Talib (a.s.) hakkında, namazda rükû halindeyken dilenciye yüzüğünü bağışladığı esnada nazil olmuştur.” (Şerhu Tecridi'l-Akaid, s. 368) 

Alusî ise şöyle diyor: “Muhaddis ve müfessirlerin çoğu, bu ayetin Ali (a.s.) hakkında nazil olduğuna inanmaktadır.” (Ruhu'l-Meânî, c.6 s. 168) 

İmam Ali'nin (a.s.) Hz. Peygamber'den (s.a.a.) sonra O'nun yerine Ümmetin velisi ve ilk halife olarak tayin edilip edilmediği ayrı bir konudur ve kendi yerinde açıklanıp ispat edilmiştir. Ancak bu ayetlerin en azından Emirü'l-Müminin'in (a.s.) imanını ispatladığından şüphe edilemez! Ancak İbn-i Teymiyye'nin İmam Ali'ye (a.s.) ve O'nun faziletlerine olan hasedi onu böylesi sözler sarfetmeye mecbur etmiştir. 

Emirü'l-Müminin'in en azından sahabeden biri olduğu, sizin de sahabeleri sadece mümin olarak tanımakla kalmayıp istisnasız hepsini adil saydığınız sabittir. Yoksa O sahabeden değil mi? Ya da bütün sahabe adil değil midir ya da onların iman ve adaletine dair bir delil yok mudur? 

İbn Teymiyye: İçkinin Haram Kılınması Ayeti Emirü'l-Müminin Hakkında İndi! 

İbn Temiyye, yine Minhacu's-Sünne ‘de şöyle yazmıştır:

 “Allah Teâlâ, Ali hakkında şu ayeti nazil etmiştir: ‘Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın.' Çünkü namazını hatalı kılmıştı!” (c. 4, s. 65) 

Oysaki Şia ve Ehl-i Sünnet bu ayetin Ömer b. Hattab hakkında nazil olduğu konusunda ittifak etmiştir. Öte yandan muhataplarımız Vehhabîler olduğu için, biz sadece onların kitaplarından birkaç delille yetinecek ve Şia kaynaklarında geçen nakil ve rivayetlerden sarfınazar edeceğiz. 

Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden Zemahşerî -ki Zehebî Siyeru A'lamu'n-Nubela kitabında (c. 20, s. 191) onu çokça övüp ‘allâme' olarak vasfetmiştir- Rebiü'l-Ebrâr adlı eserinde şöyle yazmıştır: 

“Allah Teâlâ şarap konusunda üç ayet nazil etmiştir. Birinci ayet: "Senden şarap ve kumar hakkında sorarlar", demek ki, bir grup Müslüman şarap içiyordu ve bir grubu da bunu terk etmişti. Onlardan biri içki içmiş olduğu halde namaza durdu ve saçma sapan sözler söyledi. Bunun üzerine ayet nazil oldu: "Ey iman edenler sarhoşken namaza yaklaşmayın." Yine de bazı Müslümanlar içki içmeye devam ediyorlardı. Ta ki Ömer bin Hattab içki içip, devenin çene kemiğiyle Abdurrahman bin Avf'ın başını yarana ve sonra da oturup Bedir'de öldürülenler (kâfirler) için Esved bin Abduyağus'un şiirini okuyana dek. Şiir cesetleri Bedir kuyusuna atılan müşrikler için söylenmişti! Haber, Allah'ın Resulü'ne (s.a.a.) abasını yere sererken ulaştı. Hz. Peygamber sinirli bir şekilde dışarı çıktı ve Ömer'e vurmak için yerden eline bir şey aldı. Ömer de Resûlullah'ı görünce ‘Allah'ın ve Resulü'nün gazabından, Allah'a sığınırım' dedi. İşte o esnada Allah Teâlâ bu ayeti nazil etti: ‘Şeytan, şarap ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak ister ancak, vazgeçtiniz artık değil mi?' (Maide 91). Ömer ayeti işitince vazgeçtim dedi.” (c.1, s. 398) (ayrıca Tarihu'l-Medeniyye, İbn Şebbe, c. 3, s. 863)

 Buradaki nakle göre Ömer bin Hattab ‘intehina=vaz geçtim' demiş olmakla birlikte, içki içmekten tam olarak vazgeçtiği kesin değildir. Çünkü Ehl-i Sünnet ulemasının itirafıyla, cahiliye döneminden kalma bu âdetini bir müddet daha sürdürmüştür. 

Malikîlerin imamı olan Malik bin Enes kitabı Muvatta'da (bazı Ehl-i Sünnet uleması bu kitabı altı Sahih arasında göstermiştir) şöyle yazmıştır: “Abdurrahman bin Kasım'dan (nakledilmiştir): Ömer'in kölesi Eslem, Abdullah bin Ayyaş Mahzumî'yi Mekke'ye giderken gördüğünü ve yanında da nebiz (hurmadan yapılan bir içki) bulunduğunu söyledi. Eslem ona şöyle dedi: Bu Ömer'in sevdiği içkidir. Abdullah bin Ayyaş bunun üzerine büyük bir kabı nebizle doldurdu ve Ömer'e getirip önüne koydu. Ömer o kabı dudağına yaklaştırdı, sonra kafasını kaldırarak: Bu iyi bir içecektir, dedi ve içti.” 

Nebiz'i lügatçiler şöyle tanımlıyorlar: "Ona nebiz deniliyor; hurma ve kişmişi, bir kaba veya deri tuluma koyarak üzerine su ilave etmek suretiyle yapılıyor. Sonra onu fermente olmaya bırakıyorlar ve sarhoş edici bir hal alıyor." (Tacü'l-Arus, c. 5, s. 500, nebiz maddesi). 

Muhyiddin Nevevî el-Mecmu kitabında şöyle yazıyor: "Şarap necistir. Çünkü Allah Azze ve Celle buyurmuştur: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir..." Bu yüzden onu içmek haramdır. Tıpkı kan gibi necistir. Nebiz meselesine gelince, o da haramdır. Çünkü o da şarap gibi katılaşmıştır ve insanı sarhoş etmektedir. Bu yüzden tıpkı şarap gibi necistir." (c. 2, s. 563) 

İlginç olan halife Ömer'in ömrünün son anlarına kadar içki içmekten vazgeçmemiş olmasıdır. Hatta ölüm anında bile kendisine içki getirmelerini istediği kayıtlıdır. Ehl-i Sünnet'in büyük âlimlerinden İbn Sa'd muteber kitabı Tabakâtu'l-Kubra'da şöyle yazıyor: "Abdullah bin Ubeyd bin Amir'den (naklolunmuştur); Ömer bin Hattab hançerlendiği zaman, halk ona dedi ki: "Ey müminlerin emiri, eğer bir şey içebilirsen iyi olur. O da bana nebiz verin, dedi. Nebiz onun en çok sevdiği içkiydi. Abdullah der ki, nebiz onun yaralarından kanla karışık dışarı akıyordu." (Tabakâtu'l-Kubra, Muhammed bin Sa'd, c. 3, s. 354; Tarihu Medineti Dimeşk, İbn Asakir, c. 44, s. 430, az bir farkla Es-Sünenu Kubra, Beyhaki c. 3, s. 113; Fethu'l-Bârî, İbn Hacer, c. 7, s. 52; Musannef, İbn Ebî Şeybe Kufî, c. 5, s. 488; El İstîâb, İbnu Abdilberr, c. 3, s .1154 ve onlarca muteber Ehl-i Sünnet kaynağında) 

Emirü'l-Müminin'in (a.s.) İlmî Konumunu İnkâr Etmesi 

İbn-i Teymiyye, birçok meselede Emirü'l-Müminin'in (a.s.) ilmî konumunu zan altına sokmak ve öte yandan da Ebu Bekir ve Osman gibi diğerlerinin ilmî mertebelerini yüksek göstermek için büyük çaba göstermiştir. O şöyle yazabilmiştir mesela: "Meşhur olan görüşe göre Ali, ilmini Ebu Bekir'den almıştır." (Minhacu's-Sünne, c. 5, s. 513) 

Fakat aynı Ebu Bekir, her bedevi Arabın bildiği "fakiheten ve ebba"nın (meyveler ve otlaklar, meralar, hayvanların yediği otlar) (Abese, 31) manasını yıllar sonra bile anlamamıştı. Ebu Bekir'e "ve ebba" ayetini sorduklarında (cevap veremedi, zira ebb kelimesinin manasını bilmiyordu) şöyle dedi: "Eğer Allah'ın Kitabından bir ayetin manasını bilmeden söylersem hangi gökyüzü başıma gölge eder, hangi yeryüzü beni üzerinde barındırır?" (Durru'l Mensur, Celaleddin Suyutî, c. 6, s. 317) 

Biz konuyu fazla uzatmamak için Emirü'l-Müminin'in (a.s.) sahabenin en âlimi olduğunu ispat eden birkaç delile değinmekle yetineceğiz, bu konuda daha fazla bilgi almak isteyen dostlarımız daha ayrıntılı kitaplara müracaat edebilirler. 

Birçok Ehl-i Sünnet âlimi Hz. Peygamber'in (s.a.a.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: 

"Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır. Kim ilim isterse kapıdan girsin." (Mucemu'l-Kebir, Taberânî, c. 11, s. 55; Usdu'l-Ğabe, İbn Esir, c. 4, s. 22; Tarihu Bağdad, Hatip Bağdadî, c. 3, s.181, Camiu's-Sağir, Suyutî, c.1, s. 415 ve c. 3, s. 60) Hakim Nişaburî de Müstedrek'inde (c. 3, s. 126-127) bu rivayeti birkaç yolla nakletmiş ve sahih olarak nitelemiştir. Aynı şekilde Muttakî Hindî de Kenzu'l-Ummal'de (c.13, s.149) hadisi nakledip sahih olduğunu söylemiştir. 

Ali (a.s.) "Beni kaybetmeden önce bana soru sorun" diyecek kadar iddialı konuşan tek kimsedir. Ne ondan önce, ne de ondan sonra hiç kimse böylesi bir iddiada bulunmaya cüret edememiştir. Birçok Ehl-i Sünnet âlimi bu konuda şöyle yazmıştır: "Sahabeden Ali bin Ebu Talib dışında hiç kimse (her ne istiyorsanız) bana sorun dememiştir." (Emirü'l-Müminin'in, beni kaybetmeden bana her istediğinizi sorun, rivayetine işaret edilmektedir.) (Müstedrek, Hakim, c. 3, s.122; Tarihu Medineti Dimeşk, İbn Asakir, c. 42, s. 387; el-Menâkıb, Harezmî, s. 329; Fezâilu's-Sahabe, Ahmed b. Hanbel, c. 2, s. 646; Usdu'l-Ğabe, İbn Esir, c. 4, s. 22; Tezhibu'l Esmâ ve'l-Luğat, Nevevî, c. 1, s.317; Menâkıbu Harezmî, s. 90) 

İbn-i Abbas'tan bir nakle göre o şöyle diyordu: "Allah'a and olsun ki, Ali b. EbuTalib'e ilmin onda dokuzu verilmiştir ve yine and olsun Allah'a ki O, geriye kalan onda birde de sizinle ortaktır." (el-İstîâb, İbn Abdilberr, c. 3, s. 1104; Usdu'l-Ğabe, İbn Esir, c. 4, s. 22, Sebilu'l-Hudâ ve'r-Reşâd, Salihî eş-Şâmî, c. 11, s. 289; Yenâbiu'l-Mevedde li zevi'l-Kurbâ, Kunduzî, c. 1, s. 213; Tefsiru Salebî, s.52; Tezhibu'l-Esmâ ve'l-Luğat, Nevevî, c. 1, s. 317) 

Buharî Tarihu'l-Kebir'inde şöyle yazıyor: "Ata'dan Ayşe'nin şöyle dediğini duydum: Ali,insanlar içinde Sünnet'i en iyi bilen kimsedir." (Tarihu'l Kebir, Buharî, c.2, s. 255 ve c. 3, s. 228; Tarihu Medineti Dimeşk, İbn Asakir, c. 42, s. 408 vs...) 

Devam edecek...