کارگر

کارگر

Cumhurbaşkanı Ruhani, Ganalı mevkidaşı ile düzenlediği basın toplantısında, “Dünya, Filistinlilerin evlerine dönmesini bekliyor” dedi.

Ruhani, Tahran’a gelen Gana Cumhurbaşkanı John Dramani Mahama ile bugün bir basın toplantısı düzenledi.

Cumhurbaşkanı Ruhani, İran ve Gana arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, iki ülkenin de büyük potensiyellere sahip olduğunu bildirdi.

Aşırıcılık ve terörizmle mücadele kapsamında tüm ülkelerin gayret etmesi gerektiğini vurgulayan Ruhani, bugün Gana Cumhurbaşkanı ile yaptığı görüşmelerde de aynı konuların ele alındığını duyurdu.

Görüşmelerde, Filistin ve bölgesel sorunlarn da gözden geçirildiğini ifade eden İran Cumhurbaşkanı, bölgedeki sorunların çözümü yönünde ülkelerin işbirliği içinde olmalarını istedi.

Cumhurbaşkanı Ruhani, ayrıca “Dünya halkı Filistinlilerin evlerine dönmesini ve mutlulukla bir yaşam sürdürmesi bekliyor” ifadesini kullandı.

John Dramani Mahama da bu basın toplantısında, İnkılap zaferinin 37. yıldömünden dolayı tebriklerini ileterek, “Ben, nükleer anlaşmadan sonra ilk Afrikalı lider olarak İran’a geldiğimden onur dumaktayım” dedi.

Filistin meselesine de değinen Gana Cumhurbaşkanı, “Biz, Filistin halkının kendi ülkelerinde huzurla yaşamalarını istiyoruz. Bütün dünya ülkeleri bu konuya hoşgörü ile yaklaşmalıdır” şeklinde konuştu.

Iran ve Gana 2 işbirliği protokolü imzaladı

Söz konusu işbirliği protokolleri İran İslam Cumhuriyeti Hasan Ruhani ve Gana Cumhurbaşkanı John Dramani Mahama’nın katılımı ile ve iki ülkenin üst düzey yetkilileri tarafından imzalandı.

Işbirliği protokolleri, iki ülkenin tarım konulu işbirliğine yönelik olarak İran Tarım Cihadı Bakanı ve Gana Tarım Bakanı arasında imzalandı.

 

İran İslam İnkılâbı Lideri Rehber İmam Hamanei, Suriye Meselesinin çözümüne ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. Amerika ve Avrupa’nın Suriye halkı için vazife belirleyemeyeceğini belirten İmam Hamanei, Suriye’nin geleceğini bizzat Suriye halkının belirlemesi gerektiğini vurgulayarak; “Suriye meselesinin çözümü, bağımsız ülkelerin daha fazla işbirliği yapmasına ve birbirlerine yaklaşmasına bağlıdır” dedi.

Önceki gün Gana Cumhurbaşkanı John Dramani Mahama’yı kabul eden İmam Hamanei, Gana Cumhurbaşkanı ile gerçekleştirdiği görüşmede İslam İnkılâbının ilk yıllarından itibaren İran’ın Afrika ülkeleriyle işbirliğinin artmasından yana olduğuna ifade ederek şöyle konuştu:

“Zorba güçler, İran ile Afrika’nın sıcak diyaloğuna karşı olup genellikle savaşların, çatışmaların ve terörist grupların beslenme kaynağıdırlar. Ancak bütün bu sorunların ilacı, bağımsız ülkelerin birbirine yaklaşması ve işbirliklerinin artmasındadır. Böylesine yüksek hacimli gelişmiş silahlar ve son derece yüksek miktarda paralar nasıl teröristlerin eline ulaşıyor? Bütün sorunların kaynağı, başını Amerika’nın çektiği ve Siyonist rejimin de şer odağı olduğu zorba güçlerdir.”

İslam Cumhuriyetinin Suriye meselesindeki sabit siyasetini “barış taraftarlığı” olarak niteleyen Rehber Hamaney; “Biz sürekli bu meselenin Suriye halkının faydasına olacak şekilde sonuçlanması için çalıştık. Çünkü bir ülkenin dışından o ülkenin halkı için tedavi reçetesi yazılamayacağına inanıyoruz” şeklinde konuştu.

İmam Hamanei sözlerinin devamında bazı Afrikalı şahsiyetlerin sömürgecilere karşı özgürlük mücadelesi vermesini takdir ederek; “Bu seçkin şahsiyetler, Afrika kimliğini dünyada yüceltmişlerdir” dedi.

Öte yandan, Gana Cumhurbaşkanı John Dramani Mahama, İran’ın zengin medeniyetine ve bilim alanlarındaki liderliğine değinerek İmam Hamaneyi’nin sözlerini; dünyayı, barış dünyası kılmak için teşvik edici olarak niteledi.

Mahama İmam Hamanei ile gerçekleştirdiği görüşmede Filistin meselesine ilişkin şu açıklamalarda bulundu: “Filistin halkının acıları bütün milletleri tedirgin etmiştir. Birbirimizle işbirliği yaparak Filistin halkının haklarını savunmalıyız.”

Sözlerinin devamında terörist grupların Afrika ve Asya’nın batısındaki faaliyetlerinde değinen Gana Cumhurbaşkanı Mahama, İran’ın terörizme karşı ciddi mücadelesini takdir ederek şöyle konuştu: “İran’ın dış siyaseti tam anlamıyla milletlerin kendi kaderlerini belirlemesi hususuna ve milletlerin sahip olduğu haklara saygı gösterme üzerine kuruludur. İran’ın terörizmle mücadelede etkin olmasıyla Suriye krizinin çözülmesini ümit ediyoruz.”

Sözlerinin sonunda İran’ın Gana’ya yaptığı insani yardımlardan ötürü şükranlarını sunan Mahama: “İran İslam Cumhuriyeti’ne, Afrika halkından taraf olup bu kıtadaki özgürlükçü hareketlere özellikle de güney Afrika’nın Anti–Apartheid Hareketine (Güney Afrika’daki Irkçılığa Karşı Hareket) yaptığı kayda değer destekleriyle etkin rol üstlenmesinden ötürü şükranlarımı sunuyorum” dedi.

Pazar, 14 Şubat 2016 03:34

Mina faciası davası takip ediliyor

Hac ve Ziyaret işlerinde Veliyyi Fakih Temsilcisi, Mina faciasının takib edildiğini bildirdi.
Mina faciasında hayatını kaybedenlerin de şehit statüsüne alınmasıyla ilgili bugün Hac ve Ziyaret Kurumu ile Şehitler Vakfı arasında varılan anlaşmanın imza töreninde konuşan Hac ve Ziyaret işlerinde Veliyyi Fakih Temsilcisi Huccetul İslam Seyyid Ali Gazi Askeri, Mina faciasının hukuk açısından takip edilmesi meselesinin muhtelif kurumların en önemli gündemlerinden olduğunu ve meselenin uluslararası kurum ve mahkemelerde takip edildiğini söyledi.

Mina faciasının tüm dünya müslümanları için çok acı bir olay olduğunu ve bu meseleden kolayca vazgeçilemeyeceğini belirten Hac ve Ziyaret işlerinde Veliyyi Fakih Temsilcisi Gazi Askeri, bu facianın boyutlarının aydınlatılması yönünde şimdiye kadar bini aşkın röportaj verildiğini söyledi.

Mina'da hayatlarını kaybedenlerin "Mina Şehitleri" olarak isimlendirildiklerini belirten Hac ve Ziyaret işlerinde Veliyyi Fakih Temsilcisi, artık onların da İslam İnkılabı, nükleer ve haremin müdaafiileri gibi şehit statüsüne alınacaklarını bildirdi.

Bilindiği üzere 24 Eylül 2015 Hac merasimi sırasında Kurban bayramı günü Şeytanı taşlamaya giden hacılardan binlercesi Suudi rejiminin kifayetsizliği ve yetersiz organizasyonu sonucu çıkan izdiham'da hayatını kaybetmiş ve maalesef Suudi rejimi bu olaya kayıpların sayısının artması ardından müdahale etmiştir. Bu facia'da öteki ülkelerden gelen hacıların yanı sıra 464 de İranlı hacı hayatını kaybetmişti.

Bir çokları günümüz dünyasında kadınların toplum içinde kendi insani konumlarını elde ederek, üzerlerine düşen vazifeyi yerine getirdiklerini düşünüyorlar.

Oysa meşhur tarihçi Will Dourant batı dünyasında kadınların 19. asrın başına kadar kendi bir çok haklarından mahrum olduğunu belirtmektedir. Fakat mukaddes İslam dini kendi doğuşunun ilk başından itibaren kadınları kendi insani hukuk ve kerametiyle müjdelemiş bunun için de İslam tarihinde tüm insanlığa örnek kadınların ortaya çıktığını ve insanların hak ve hakikat yoluna davet edilmesinde büyük çabalarda bulunduklarını görmekteyiz. Nitekim bugün vefat yıl dönümü olan Hz. Zeynep (s.a) İslam tarihinde ortaya çıkmış ve tüm dünyaya şöhreti yayılan bu üstün kadınlardan biridir.

Ehl-i Beyt'in 4. İmamı Hz. Seccad (a.s) Hz. Zeynep ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:

"O büyük ve yüceydi. Zira dünyayı kendisi için büyük görmedi."
Fakat Hz. Zeynep'in hayatında ölümsüz olarak baki kalan asıl husus o yüce İslam kadınının İslam'ın kaderi ve insanlık toplumları üzerindeki büyük etkisiydi. Onun hayatındaki bu aşama Hz. İmam Hüseyin as.ın Kerbela'da Yezid orduları tarafından kuşatılarak, eşit olmayan adaletsiz bir ortamda şehid edilmesi ardından başladı. Kendi evlatları ve yakınlarının bir bir düşman tarafından kalleşçe şehid edilmesine tanık olduğu ve kendi yüreğinde insanların sadakatsizlik ve yalan vaatlerinden kaynaklanan derin yaraların bulunduğu bir ortamda Hz. Zeynep tüm zorluklara göğüs gererek Allah Teala'ya tevekkül edip ondan medet umarak bir sabır abidesi konumuna gelmiş ve üstün dirayet ve engin görüşlülüğü sayesinde esirler kafilesine öncülük ederek, Kerbela kıyamının mesajını dünyaya iletmek uğrunda çaba sarf ediyordu.
Hz. Zeynep'in iffet ve takvası o derecedeydi ki bazen evden dışarı çıktığı zaman kardeşleri İmam Hasan veya İmam Hüseyin as. ona eşlik etmekteydiler. Ama aynı hanım zamanı geldiğinde ve gerektiğinde Kerbela mesajcısı olarak toplumun tüm erkeklerini susturacak şecaatte hutbeler okuyor hakikatin olduğunu gafletteki insanlara açıklıyordu. Zeynep konuştuğu zaman halk Hz. Ali'nin konuştuğunu zannediyorlardı. Bu ise kadınla ilgili olarak İslam da var olan bir takım kanun ve kuralın kadının toplum içinde inzivaya itilmesi ve onu insani haklardan mahrum bırakmak olmadığını göstermektedir. Bilakis Allah Taala kadının fiziksel yapısına uygun olarak bir takım vazifeleri kadın için belirlemiştir.
Kerbela vak'asından sonra Hz. Zeynep, Kûfe, Şam ve Medine şehirlerinde kalabalık kitlelere hitaben okuduğu hutbelerde Allah Taala'ya hamt ve senada bulunduktan sonra, İslami değerler karşısında ilgisiz kaldıkları için halkı sert bir ifadeyle azarlayarak şöyle buyurmaktaydı:
"Ey Kûfeliler! Boş lafgüzarlık, hile ve düşmanlıktan başka bir şey elinizden gelmiyor sizin. Yeşil arazi üzerindeki bataklıkta yeşeren yemyeşil otlak gibisiniz. Çok ağlamalı ve az gülmelisiniz. Bu cinayetin utancı sizin üzerinize çökmüş ve bu utanç lekesini asla kendi üzerinizden silip atamayacaksınız.Peygamberlerin en sonuncusunun oğlu ve Cennet gençlerinin efendisinin öldürme utancını doğrusu nasıl kendi üzerinizden silip atabilirsiniz?
Üstün insani özellikleri kendinde taşıyan ve yorulmak bilmez bir irade ve azme sahip olan Zeynep sa. Kerbela vakıası mesajcısı olarak İmam Hüseyin sa.in hareketinin mesajını daha sonraki nesillere iletti ve İmam Hüseyin (as)'ın kıyamının bir ilham kaynağı olarak günümüze kadar devam etmesine büyük katkıda bulundu.
Hz. Zeynep bugün şuurlu, imanlı, etki uyandırıcı bir kadın sembolü olarak günümüz kadınlar için örnek teşkil etmekte. Zira o İmam Ali (as)'ın kızı ve Resulullah efendimizin torunu olma özelliğini kendinde taşıyor. İçinde bulunduğu konum onu saptırmadığı gibi hayatın dış şatafatlı görüntüsü onu kendine esir etmedi.
Hz. Zeynep'in adını işitmeyen, onun fedakarlıklarını bilmeyen çok az insan bulunur bu dünyada. O, Ali ve Fatıma (s.a)'nın evinde eğitim aldı ve ilim kapıları kendi yüzüne açıldı. Kendi zamanının kadınlarına hocalık yapmakta ilim ve ahlak öğretmekteydi. Kocası Abdullah'ın evinde yiğit evlatlar yetiştirdi, "Avn" ve "Muhammed" Kerbela faciasında İmam Hüseyin (a.s)'ın yanında savaşarak şehid olan iki oğlunun adıdır.
Hz. Zeynep (s.a)'nın bu girişimleri ardından Medine valisi Yezide bir mektup yazarak şöyle dedi: Onun halk içerisindeki varlığı halkın yönetime karşı isyana yeltenmesine sebep olmaktadır. O, dirayetli, akıllı ve hitabesi güçlü bir kadındır. Kendi yandaşları ile Hüseyin'in intikamını almaya azmetmiştir."
Bu mektup üzerine Yezid, Hz. Zeynep'in halktan uzaklaştırılması emrini verdi. Ve gözetim altında tutulması için Şam'a getirtilen Yezid burada da büyük bir yiğitlik örneği sergileyerek okuduğu ateşli hutbeleriyle Yezid iktidarının İslam zıddı girişimlerini ve İmam Hüseyin (as) ve yaranını şehid etmelerini lanetledi.
Meşhur batılı yazar Frişler İmam Hüseyin ve İran isimli kitabında şöyle yazıyor:
"Kûfe de Zeynep'in okuduğu hutbe, onca musibet ve zorlukların, kendi azizlerini kaybetmenin o yüce kadını dize getiremediğini ve iradesiz kılamadığını göstermektedir. Halbuki okuduğu o sert ifadeli hutbe anında kendisinin de öldürülmesi imkanı fazlaydı."
Hz. Zeynep (sa)n'ın kendi zamanının diktatörü karşısındaki kıyam ve direnişi dikkate değer önemli bir husustur. O Allah Teala'ya karşı olan derin iman ve bağlılığı sayesinde Yezid hükümetinin ihtişam ve kudretini hiçe saydı ve en ufak bir korku hissetmeksizin böyle zalim bir yönetime karşı alenen mücadele sürdürdü. Bu ise tüm alemin kadınlarının örnek alması için çok önemli bir konudur. Toplumun kaderi karşısında yükümlülük hissetmek ve müdahalede bulunmak, zor anlarda tedbirde bulunmak ve planlı hareket etmek bizlerin Hz. Zeynep'ten öğrendiğimiz değerler arasındadır.
Allah'ın sonsuz rahmet ve selamı o yüce kadına olsun

Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı AK Partili Mehmet Sekmen, Erzurum ile kardeş kent olan İran'ın Tebriz kenti arasındaki ilişkilerin sürekli geliştiğini söyledi.

Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı AK Partili Mehmet Sekmen, Erzurum ile kardeş kent olan İran'ın Tebriz kenti arasındaki ilişkilerin sürekli geliştiğini söyledi.

İki kent arasında uçak seferleri başlatmak için girişimlerde bulunduklarına işaret eden Başkan Sekmen, "Dünyanın sıkıntılı bir dönemden geçtiği zamanda bu iki kentin kardeşliği örnek gösteriliyor" dedi.

Erzurum ve Tebriz Büyükşehir Belediye Başkanları arasında 2011'de imzalanan 'kardeşlik protokolü'nün ardından iki kentteki sivil ve resmi kurumlarla sivil toplum kuruluşları birbirlerini tanımak için karşılıklı seferler düzenledi.

İmzalanan protokolle Erzurum'un tarihi Tebrizkapı semtindeki iki işyeriyle Tebriz'deki işyerleri takas edildi. Erzurum'da Tebriz, Tebriz'de de Erzurum'un kültür ve sanatını yansıtan ürünler sergilenerek pazarlandı. Sanatçıların yoğun trafiği iki kent halkını birbirine daha da yakınlaştırdı. Tebrizli sanatçılar, Çifte Minareli Medrese arkasındaki Tebrizkapı Sanat Çarşısı'nda bulunan Kültür ve Turizm reyonlarını yeniledi.

Tebriz'e ait ipek halı, kilim, bakır işlemeciliği, minyatür, seramik, cam mozaik sanatlarından oluşan ürünlerin sergilendiği Kültür ve Turizm Bürosu'nun açılışını Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen, İran İslam Cumhuriyeti Erzurum Başkonsolosu Hüseyin Kasımi, Vali Yardımcısı M. Levent Kepçeli, Atatürk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Takkaç, Büyükşehir Genel Sekreter Yardımcısı Ünsal Kıraç, Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Mehmet Emin Öz yaptı.

Necip Fazıl Kısakürek'in eserini Farsça'ya, Tebrizli Şair Şehriyar'ın divanını da Türkçe'ye çevirerek yayınlatacaklarını belirten Başkan Mehmet Sekmen şunları söyledi:

"Kardeş ülke İran'ın Erzurum'da geleneksel el sanatlarını sergilemesi, basit gibi gelebilir ama bizim birlik ve beraberliğimize, kardeşliğimize vesile olacak hususlardır. Dünyanın sıkıntılı bir dönemden geçtiği zamanda bu iki kentin kardeşliği örnek gösteriliyor.

Biz iki ülke böyle bir açılış yapıyoruz. Dostluklarımızın pekişmesine vesile olur. Yakında Tebriz, Urmiye ziyaretimiz olacak. Maksadımız gidiş- gelişleri küçük uçaklarla daha kısa süreye indirmek. Erzurum'dan Tebriz, Nahçıvan, Tiflis, Urmiye arasında seferler olacak. Erzurum'a gelenler de buradan Antalya, Trabzon'a gidebilecek. İnanıyorumki hava yolu ulaşımı büyük bir aktivite sağlar. Gidiş- gelişler artar. Artık insanımız uzun süre karayolu ile bir yere gidip gelmek istemiyor."

Törende bir konuşma yapan Vali Yardımcısı M. Levent Kepçeli ise " Tebriz bizim öz memleketimiz. Bir gövdeden çıkan iki baş gibiyiz. İki ayrı başımız olabilir. Farklı düşünceler olabilir. Ama aynı gövdeyi paylaşan iki baş gibiyiz. Büyükşehir belediye başkanımız böyle güzel bir komplekste size yer ayırarak bu birlikteliği bence taçlandırmış oldu" diye konuştu.

İran İslam Cumhuriyeti Erzurum Başkonsolosu Hüseyin Kasımi, Erzurum ile Tebriz arasındaki ilişkilerinin güçlendirilmesi için önemli adımlar atıldığını bildirdi. Başkonsolos Hüseyin Kasımi, Erzurum'daki eskiyen reyonu İranlı sanatçılarından yardım alarak yenilediklerini, İran el sanatlarını sergilemekten mutlu olduklarını belirtti. İran'a ait sanat ve kültürün Erzurum'da tanıtılacağına işaret eden Sanatçı Hacer Babazade, el sanatları hakkında protokole bilgi verdi.

Pazar, 14 Şubat 2016 03:19

Türkiye ile İran Anlaştı

Türkiye ile İran, ekonomik ve ticari ilişkileri ilerletmek için temas içinde. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Türkiye'ye gelecek. 3. YSDİK toplantısına Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan birlikte başkanlık edecek.

Suriye sorununda ihtilaf içinde olan Türkiye ile İran, yaptırımların kalkmasından sonra iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkileri ilerletmek için temas içine girdi.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, cumhurbaşkanlarının başkanlığında yapılacak 3. Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği toplantısı çerçevesinde Türkiye'ye gelecek.

Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu da, İran'a resmi bir ziyarette bulunacak. İran'daki yeni pazar nedeniyle TÜSİAD da, bu ülkeye bir heyet gönderecek.

İran'ın Ankara Büyükelçisi Alireza Bikdeli, görevinin sona ermesi nedeniyle gazetecilere bu akşam büyükelçilikte bir veda resepsiyonu verdi. Bikdeli, sohbeti sırasında Türkiye ile İran arasında ilişkilerin daha ileri noktalara taşınması için yapılan temaslar konusunda da bilgi verdi. Buna göre; İran Dışişleri Bakanlığı Asya ve Pasifik'ten Sorumlu Bakan Yardımcısı İbrahim Rahimpur, hafta içinde Dışişleri Bakanlığı'nda temaslarda bulundu. Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile Rahimpur başkanlığında yapılan heyetler arası toplantılarda, 2016 ziyaret programları üzerinde de mutabakata varıldı. Toplantı, yaklaşık 5 saat sürdü. 2016 yılının ilk yarısı içinde Başbakan Davutoğlu İran'a resmi ziyarette bulunacak.

İran Cumhurbaşkanı Ruhani de, Türkiye'ye gelecek. 3. YSDİK toplantısına Ruhani ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan birlikte başkanlık edecek. Aynı dönem içinde Türkiye - İran Karma Ekonomik Kurul toplantısı da Ankara'da yapılacak. Toplantıların tarihleri önümüzdeki günlerde netleştirilecek.

Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği de, yaptırımların kalkmasının ardından önemli bir pazar haline dönüşen İran'a ziyerette bulunacak. Bu ziyaretin takviminin önümüzdeki hafta içinde netleştirilmesi bekleniyor.

Büyükelçi Bikdeli, "Yaptırımların olduğu dönemde bile 23 milyar dolar bir ticaret hacmini tecrübe ettik. 35 milyar dolarlık ticaret hacmi ulaşılabilir bir rakamdır. Tahkim sonuçlandı. Bundan sonra enerji alanındaki işbirliğimiz hızlanarak devam edecek. Yaptırımlar döneminde Türkiye, İran halkının yanında yer aldı. Bunu unutmayacağız. Bir an önce harekete geçmeniz ve bu büyük pazarı rakiplerinize kaptırmamanız lazım" dedi.

Büyükelçi Bikdeli, soru üzerine diplomatik bir dille Türkiye'nin İsrail ile ilişkilerini düzeltmemesi gerektiğini de söyledi. Bikdeli, Suriye'de terör örgütü PYD'nin faaliyetleri konusunda ise Türkiye'nin endişelerini anladıklarını dile getirdi. Bikdeli, Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerden ise tedirgin olmadıklarını ifade etti.

Onmilyonlarca İranlı, İslam İnkılabı’nın 37. yıldönümünü İslam Cumhuriyeti’nin dört bir yanında coşkuyla kutluyor.

İran halkı bugün tüm ülkede muhteşem yürüyüşlere katılarak, İslam inkılabının zaferinin kudret ve dayanışmalarını bir kez daha tüm dünyaya gösterecektir.

Rahmetli İmam Humeyni ve İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei’ye itaat eden ve büyük bir cesaretle dünya müstekbirleri karşısında direnen bir halkın bir kez daha 11 Şubat yürüyüşlerine geniş katılımıyla İslam nizamına olan sevgi ve bağlılıklarını bir kez daha sergileyecekler.

İran halkının İslam İnkılabının asıl sahipleri olduğunu ve kendi muktedir elleriyle bu inkılabı gelecek nesillere teslim etmelerini ispatlayacaklardır.

Bugün 11 Şubat yürüyüşlerinde İran halkının kendi milyonluk hareketiyle, İslam ve İnkılap düşmanlarını her zaman için meyus edecektir.

Tahran’da düzenlenecek kutlama merasimlerinde, paraşütle atlama, gösteriye katılanların üzerlerine güller serpme yanı sıra, devrim aşamalarını yansıtan sanatsal portreler yanı sıra, Amerikan yönetiminin İran halkına yönelik katliam fotoğraflarla terörist örgütlerin Suriye ve Irak’ta işledikleri çirkef katliamları yansıtan fotoğrafların sergileneceği kültür odaları kurulacaktır.

Ayrıca merasimde Cumhurbaşkanı Ruhani konuşma yapacaktır.

İran’daki İslam Devrim Zaferinin 37. Yıldönümü miting ve kutlamalarını yerli ve yabancı olmak üzere 5 bin 200 gazeteci ve foto muhabir dünyaya aktaracaktır.

Perşembe, 11 Şubat 2016 04:18

Nasr kruz füzesi Ordu’ya teslim edildi

Savunma Bakanlığı, havadan fırlatılan ‘Nasr’ kruz füzesinin ilk seri üretimini İran Ordusu Hava Kuvvetleri’ne teslim etti.

İran Savunma Bakanı General Hüseyin Dehgan ve Ordu Hava Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Şahsefi’nin katılımıyla Savunma Bakanlığı Hava-Uzay Sanayi Kurumu tarafından seri üretimi yapılan havadan fırlatılan ‘Nasr’ kruz füzesinin ilk serisi Ordu Hava Kuvvetleri’ne verildi.

Füzelerin teslim töreninde açıklama yapan General Dehgan, İran İslam Cumhuriyeti Hava Kuvvetleri Günü’nü tebrik ederek, “Savunma Bakanlığı Hava-Uzay Sanayi Kurumu bilim adamları ve uzmanları, cihat ruhuyla Silahlı Kuvvetlerin stratejik gereksinimlerini karşılıyor” dedi.

Inkılap Rehberi Ayetullah Hamanei’nin buyruklarının uygulanması yönünde Silahlı Kuvvetlerin her açıdan güçlenmesi gerektiğini kaydeden General Dehgan, bu yolda kimsenin İran’I önleyemeyeceğinin altını çizdi.

Havadan fırlatılan ‘Nasr’ kruz füzesinin ayrıntıları hakkında bilgi veren General Dehgan, bu füzenin belirlenen hedefleri yok etmekte çok büyük kabiliyetler taşıdığını ve her türlü savaş uçağına yerleştirilebilecek esneklikte olduğunu söyledi.

Savunma Bakanlığı Hava-Uzay Sanayi Kurumu yöneticileri ve uzmanlarına da teşekkür eden General Dehgan, İran Ordusu Hava Kuvvetleri’nin de bu projenin hayata geçmesindeki rolünü de takdir etti.

Suriye’de ki vekâlet savaşı başladığı günden bugüne, birileri Şam’da Emevi Camiinde namaz kılamamışlarsa, bunu İranlı askeri danışmanlara ve Hizbullah’a borçludurlar.
 
Suriye’de ki vekâlet savaşı başladığı günden bugüne, birileri Şam’da Emevi Camiinde namaz kılamamışlarsa, bunu İranlı askeri danışmanlara ve Hizbullah’a borçludurlar.

Bir zamanlar Erdoğan ve Esad arasında su sızmazken, ailece Bodrum’da tatil yaparlarken, ne hikmetse bir gecede Erdoğan’ın dostum Esad diye hitap ettiği şahıs, Esed oluverdi.

Elbette hikmeti açık ve net olarak ortada, büyük Osmanlı hayallerine kapılan zevatlar, ABD dönüşü yaptıkları açıklamada; artık bundan böyle Milli Görüş gömleğini çıkardıklarını ve Büyük Ortadoğu Projesi ‘‘BOP’’a eşbaşkanlığa soyunduklarını ilan ediyorlardı.

Suriye ile aralarının açılmasının ve düşürülen Türk savaş uçaklarının Suriye toprakları içinde vurularak düşürülmesinin ardından, Şamil Tayyar gibi bazı AKP’li milletvekilleri 3 saate Şam’a varacaklarını ve Emevi Camiinde namaz kılacaklarını haykırmaya ve savaş çığırtkanlığı yapmaya başladılar.

Verilen eşbaşkanlık görevini tam anlamıyla yerine getirebilmek için angajman kurallarında değişikliğe giden AKP hükümeti, Suriye’ye misliyle karşılık vererek askeri uçak ve helikopterlerini düşürdü ve Esad’a karşı açıkça savaş ilan etti.

Suriye satrancında ABD, Batı, Sünni Arap şeyhleri ve Siyonist rejim safında yer almayı benimseyen AKP hükümeti, müttefiklerinin yardımıyla Libya’da Kaddafi rejimini devirmeyi başardıkları senaryoyu, Suriye’de uygulamaya çalıştılar.

Çünkü Siyonist rejim, Suriye hükümeti ve Beşar Esad’ı devirerek, Şii hilali olarak bilinen direniş cephesinin belini kırmak istiyordu. Zira Lübnan Hizbullah’ı ve Hamas’a silah Suriye üzerinden gitmekteydi.

Siyonist rejim, İran’ın Şii direniş örgütü olan Hizbullah’a ve Sünni direniş örgütü olan Hamas’a, silah göndermesine bir türlü engel olamıyordu.

Siyonist rejim silah sevkiyatının önünü alabilmek için, Şii hilalinin belini kırmak istiyordu. İşte bu bağlamda, Suriye üzerinde oynamak istedikleri senaryoyu uygulamaya başladılar.

Dünyanın dört bir yanından topladıkları hapishane kaçkınları, eroinman, esrarkeş, kiralık katil ve müebbet yemiş cellâtları, adını Irak Şam İslam Devleti ‘‘IŞİD’’ olarak koydukları Tekfirci-Vahabi ideolojiye sahip teşkilat altında Suriye’ye soktular.

Hedefleri Suriye’yi üçe bölerek, Şii hilalinin belini kırmak ve direniş örgütlerine silah akışını önlemekti.

İlk başlarda dünyanın dört bir yanında ki Sünniler, hatta Türkiye’de Akif Beki ve Cübbeli Ahmet gibileri, IŞİD terör örgütünü bir Sünni Devrimi olarak lanse etmeye çalıştılar, işi daha da ileriye götürerek İstanbul Fatih Camiinde Suriye’de kazanılan zaferler için lokum dağıttılar ve verilen şehitler için gıyabi cenaze namazı kıldılar. Hâlbuki IŞİD denen terör örgütünün Sünnilikle ve İslam ile uzaktan yakından ilgisi yoktu.

Ama ne hikmetse İsmailağa Cemaati mensubu Cübbeli Ahmet gibi zatlar, medyada Alevi Esad Sünnilere baskı uyguluyor veya Şii Maliki hükümeti Sünnilere zulüm ediyor diye bas-bas bağırmaya başladılar. Saf, temiz yâda akıldan yoksun insanları, IŞİD saflarına katmak için büyük çaba sarfetmeye özen gösterdiler, özellikle Konya’dan IŞİD terör örgütü saflarına katılan çok oldu.

İş o kadar ilerledi ki Suriye ordusu IŞİD terör örgütüyle baş edemez oldu, tekfirci teröristler Suriye’ye Alevi boğazlamaya geldiklerini söylüyorlardı. Her geçen gün masum insanlar, Ehlibeyt sevgisini yüreklerinde taşıdığı için boğazlanmaya başladı, canları malları ve namusları Suudi-Vahabi müftülerce helal kılındı.

Tam bu esnada yıllarca Siyonist rejime kan kusturmuş Seyit Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah, gün geçtikçe artan Alevi ve Şii katliamlarına dayanamayarak, Suriye’ye müdahil oldu. O güne kadar dillere destan olan işgalci Siyonist rejime diz çöktüren Hizbullah, Bakir Bozdağ gibi AKP’liler tarafından bir gecede Hizbuşşeytan ilan edildi.

Bu IŞİD denen terör örgütüne o kadar güvendiler ki İstanbul gibi metropol şehirlere yerleşmelerine ve yuvalanmalarına göz yumdular. Bir taraftan Türkiye’ye sığınmaya çalışan Suriyeli mülteciler, diğer taraftan yeteri kadar hizmetin verilememesi, Suriyeli mültecilerin tüm Türkiye’ye dağılmalarına neden oldu.  İstanbul’un her köşesi en lüks turistik yerlerinden tutun, arka mahallelerine kadar Suriyeli oldukları ama gerçekte ne oldukları belirsiz insanlarla doluverdi.

Özellikle Bağcılar ve Esenyurt kimliği belirsiz insanların yurdu yuvası oldu, takriben her evin bodrumu Esad karşıtı ve IŞİD taraftarı insanların hücre evi oldu. Suriye ile 900 km olan sınırlarımız zaten tamamen açık, sağolsun THY da herkes gibi dünyanın dört biryanından IŞİD terör örgütüne katılmak için Türkiye’ye ve oradan da karayoluyla Suriye’ye geçip IŞİD’e katılmak isteyen militanları taşıyarak, üzerine düşen görevi en iyi şekilde yerine getirdi.

Suriye sınırında içi silah dolu ve Suriye’ye gönderilmek üzere depolanan tırlar jandarma tarafından yakalandı. Tırların MİT’e ait olduğu söyleniyordu. Sözde MİT tırları Türkmenlere gidiyormuş.

Yahu görünen köy kılavuz istemez, şimdi Türkiye’nin, AKP hükümetinin, Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun, MİT’in, bazı tarikat ve cemaatlerin, Esad’ın gitmesi için her şeyi yaptığı günışığı gibi ortada. Son olarak Yayladağı Türkmenlerinden dolayı Ülkücülerde bu koalisyona katıldı.

Türkiye’nin izlemiş olduğu Suriye siyasetinde yanıldığı ve hata yaptığı herkes tarafından bilinmekte.

Başını ABD ve Siyonist İsrail’in çektiği Emperyalist güçler, Esad’ı devirip BOP için Suriye’yi üç parçaya bölmeyi kafalarına koymuştu. Esad tecrübesiz Suriye ordusuyla IŞİD terör örgütüne karşı koyamıyordu, İranlı askeri danışmanlar ve Hizbullah’ın olaya müdahil olmasıyla birlikte, tek çarenin halkı silahlandırıp eğitmekten geçtiği kanısına vardılar.

Bu büyük görev İran devrim muhafızları Kudüs orduları komutanlarından General Hamedani’ye verildi. General Hemadani, Suriye halkına kısa sürede gerekli silahlı eğitimi vererek, 100 bin kişilik gönüllü halk komitesi kurmayı başardı ve Suriye düşmekten kurtuldu. Lübnan Hizbullah’ı da bir taraftan Suriye ordusuna destek veriyordu. General Hamedani bu uğurda canınıda feda etti ve şehitlik makamına terfi etti.

Ama tüm bunlara rağmen baş edilemiyordu, çünkü Emperyalizm Suriye savaşını bir Sünni-Şii savaşı olarak lanse etmişti. Başını Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin çektiği Sünni blok’ta, körfezde ki Arap ülkeleri ve müttefikleri olan ABD, Batı ve Siyonist rejim, karşı taraftaysa Şii hilali olarak adlandırılan İran, Irak, Yemen ve Lübnan Hizbullah’ı vardı. Acaba gerçektende ortada bir Sünni-Şii savaşı mı vardı? Hayır, kesinlikle hayır, ama Sünni camiayı ve devlet yöneticilerini buna inandırmışlardı. Sünni blok o kadar kendini kaptırmıştı ki Şii hilali denilen grup, IŞİD ile başedemez oldu. Olaya Rusya’da dahil oldu ve dengeler tamamen değişti. Emperyalist güçler Türkiye’ye Rus uçağını düşürttürerek, Türkiye’yi de Suriye savaşına sokmaya çalıştılar, elbette tecrübeli Putin soğukkanlı davranarak ve karşılık vermeyerek oyuna gelmedi. Her geçen gün biraz daha kan kaybeden tekfirci IŞİD terör örgütü, bugünlerde kurduğu Hilafet devletini Libya’ya taşımaya hazırlanıyor.

Sonuç: yüz binlerce masum ve günahsız insan öldü. Şii hilalinin belini kıramadılar, iykide kıramadılar çünkü eğer kırsaydılar sıra Sünni blok’a gelecekti.

Burada asıl eleştirim Türk devlet yöneticileri ve milletinin (hepsi değil tabi) hiçbir şey olmamış gibi davranmaları, hani bir atasözü var ya; Bana dokunmayan yılan bin yaşasın veya karnım tok olsun da gerisi önemli değil. Yine hiçbir şey olmamış gibi AKP’ye oy veriyorlar tek başına iktidara getiriyorlar ve….ve….ve…AKP hükümetinin siyasetleri ülkeyi bölünmeye götüren siyasetlerdir. BOP’ un gerçekleşmesi için sadece Suriye, Irak, Yemen veya Lübnan değil Türkiye ve İran’ın da bölünmesi gerekmekte.

İşte bu yüzden 80 milyon Türkiye’nin tüm fertlerine görev düşmekte, kimse bana ne diyemez, çünkü bugün Suriyelinin, Iraklının, Yemenli’nin veya Lübnanlının başına gelen yarın benimde başıma gelecek.

Can Polat


İran’da İslam İnkılabı yapılmadan evvel, İran, yani Şahlık rejimi ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiklerindendi.
 
İran’da halk hareketleri oluşmaya başladığı ilk günden itibaren, bölgedeki sadık müttefikini kaybetmek istemeyen ABD, istihbarat ajanları vasıtasıyla Şahlık rejimine her türlü desteği verdi.


   Hareketin önde gelen isimleri, ABD istihbaratı desteğiyle terör ediliyor, ya da rejimin hapishanelerinde zalimce işkencelere maruz kalıyordu.
En masum gösteriler bile kanla bastırılmaya çalışılıyor, her gün insanlar sokaklarda öldürülüyordu.
Bütün bu zulümlere rağmen, Allah’a tevekkül eden bu inanmış insanlar davalarından vaz geçmiyor. Sokaklarda kol gezen ölüme aldırmadan, kitleler halinde meydanlara akın ediyor ve zalimin, zalimliğini haykırmaya devam ediyorlardı.


   Şahlık rejimine olan öfkelerini, devlete ve rejime destek veren, onlar gibi düşünmeyenlere yönlendirmiyorlardı.
Dünyanın gözü önünde öldürülüyorlardı onlar, ama kimseden bize silah verin, bu katil ve zalim rejime karşı savaşalım gibi bir talepleri yoktu.


   Tek dayanakları, Allah’a olan imanları, Liderlerine bağlılıkları ve davalarına inanmışlıklarıydı.
İmam Humeyni’ye öylesine inanmış öylesine bağlanmışlardı ki; İmam onlara sokağa çıkın dediğinde, hasta yatağında olan yaşlılar bile yatağını sokağa taşıttırıyor, sen hastasın çıkma diyen yakınlarına, bu harekete fiili katkıda bulunamıyorsam, en azından evde yatacağıma sokakta yatar ve belki de bu yolda Şehadete erme şerefine ulaşabilirim diyorlardı.


   Aslında her günü, her dakikası, her anı, kahramanlıklarla dolu, destanlar yazılıyordu İRAN sokaklarında.
Öyle sıradan şeyler değil bunlar, tarihe ışık tutacak, mazlum milletlere örnek olacak, bu günlere, yarınlara geleceğe ışık tutacak özgürlük mücadelesi modeli, örneği bırakıyorlardı bizlere.
   Zalime karşı kıyam ederken başka zalimlerin boyunduruğuna girmeden, hakkı adaleti isterken başkasının hakkına girmeden, öldürüldüğü halde kimsenin kanına girmeden yürütülen haklı bir davanın, haklı kalan kahramanlarıydı onlar.


   Devrime ulaşmak için her şey mubahtır anlayışı yoktu onlarda.
Hakka ulaşmak için haklı kalmak ve başkalarının hakkını gözetmek esası, olmazsa olmazdı onlar için.
O günkü dünya koşullarında, ABD müttefiki bir rejimi yıkmak için, Sovyet rejiminden yardım almak çok zor değildi.
Oysa, İmam Humeyni önderliğindeki devrim hareketi; ‘’La Şarkiyye, La Garbiyye, İslamiyye, İslamiyye..’’ sloganıyla dünyaya yeni bir ufuk açıyordu aslında.


   Emperyalizmin ve Siyonizm’in tamamına karşı top yekun bir hareket başlatılmıştı İran’da.
Bu hareket, O günkü, bu günkü ve gelecekte İslam ümmetine, ezilenlere yol gösteriyordu.
Başınızdaki zalim rejimleri, başka zalimlere tabi olarak, onların sizi silahlandırması ve kendi devletinize ve milletinize karşı kurşun sıkarak değil, zulme karşı hep beraber ayağa kalkarak ve öldürülseniz de bu mücadeleden vaz geçmeden ama elinizi,kardeş kanına bulamadan, haklı sözünüzü haykırarak devam edin.


   Allah’a tevekkül edin ve inanın. Allah’tan başka güvenilecek, yaslanılacak güç kuvvet aramayın, mesajı veriyordu bizlere.
Zira, zahiri güçler ne kadar büyük olursa olsun, en üstün olan Allah(cc)’ın gücüdür.
   İran İslam İnkılabını engelleyemeyen, Siyonist ve emperyalistler, bölgesel işbirlikçileri Saddam’ı devreye sokarak, İnkılabı daha yerleşmeden yok etmeyi hedeflediler.


   Ordusunun kullandığı tüm silahlar ABD menşeili ve mühimmatı da ABD ye bağlı olan İran, daha savaş başladığında zahiren yenilmiş olarak değerlendiriliyordu.
   İmam Humeyni önderliğindeki İslam İnkılabı, bütün bu zorluklara rağmen, gayretle çalıştı ve Allah’a tevekkül eti. Herkes İran’ın pes edeceğini düşünürken, İran kendi savaş sanayisini kurup geliştirdi bir taraftan.
Durup dururken İran İslam İnkılabına savaş ilan eden Saddam ve ona bölgede her türlü desteği veren Arap krallıklarının mezhepleri asla gündem edilmedi.


   İmam Humeyni dahil hiçbir Ayetullah, Sünni Saddam veya Sünni Arap krallıları demedi.
Çünkü; onların ne fikrinde ne de literatüründe böyle bir şey yoktu.
Saddam’ı, İran’a saldırtan Sünniliği ya da Sünnilik değildi.
Ona iktidarını sağlayan efendilerinin vazifelendirmesi ve İnkılabın, halkına örnek teşkil etmesi korkusuydu. Arap krallıklarının sorunu da aynıydı.
Zira; Şah Rıza Pehlevi de Şii kökten gelen biriydi ama ne Saddam ne de Arap kralları bundan rahatsız değillerdi.
Çünkü; aynı mayadan besleniyorlar ve iktidarlarını aynı merkeze borçluydular. Kısacası aynı kapının kuluydu hepsi.
İran İslam devriminden sonra içeriden karıştırılarak yıkılmak istendi olmadı.
Saddam’la savaştırılarak yıkılmak istendi olmadı.


   İmam Humeyni ebedi hayata irtihal ettikten sonra , Devrim gazisi Ayetullah Seyyid Ali Hameney’in Rehberlik makamına gelmesiyle güç kavgası beklentileri boşa çıkan Siyonist ve emperyalistler, ambargolarla İran İslam İnkılabını zaafa uğratmaya çalıştılar ama başaramadılar.
   İmam Hamaney önderliğinde, büyük gayretle çalışan, İslam İnkılabı evlatları, her gün yeni bir gelişme kat ederek, İran’ı modern çağın büyük devletleri arasına katacak Nükleer güce kavuşturdular.
İran’ın varlığını engellemeye çalıştıkça güçlenerek çıktığını gören başta ABD olmak üzere Siyonist ve emperyalist odaklar, bölgesel farklı hesaplara yöneldiler.


   İran İslam devrimi etkisi altında kalan bölge halklarının, işbirlikçi rejimler açısından tehdit oluşturduğunu, bunu önlemek için birşeyler yapılması gerektiğini iyi analiz etmişlerdi.
Önceleri İran yayılmacılığı diye, bir Şii hilal iddiası ortaya attılar.
   Amaçları, bölgede mezhebi bakış açısını öne çıkararak, halkın ümmetçi bakışını mezhebi eksene kaydırmaktı.
Daha sonra, despot rejimlere karşı oluşmuş öfkeyi kullanarak bir yalancı ‘’Arap Baharı’’ furyası oluşturdular.
Böylece, halkın rejimlere karşı olan öfke gazı alınmış olacak ve bu vesileyle İran etrafındaki halk hareketleri bir şekilde İran’a taşınacak, bu da olmaz ise mezhep faktörü devreye sokularak İran bölgede yalnızlaştırılacak ve yıpratılacaktı.
   Şimdiye kadar yaşanmış olan süreçte, bütün bu olumsuzluklara rağmen İran İslam İnkılabı Rehber İmam Hamaney önderliğinde,  Nükleer varlığını BM Güvenlik konseyine tescil ettirmek gibi büyük bir zafer elde etmiş durumdadır.


   Bölgede istikbalini Hakka ve Halka dayalı gücünde gören İran gücüne güç katarak yoluna devam ederken, ABD’yle  hareket ederek karlı çıkma peşinde olanlar, zahiri güce tevekkül edenler, bu bataktan kurtulabilmenin hesaplarıyla meşguldürler.
Hakka bağlı ve haklı kaldığın sürece; Devriminin 37. Yılı mübarek olsun, bu kutlu davada yolun açık ve aydınlık olsun.