کارگر

کارگر

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Kenya ve Pakistan'daki El Kaide saldırılarıyla ilgili olarak, 'Bunlar tamamen İslam dışı şeylerdir. Bu kitlesel cinayetlerle İslam'ı lekelemek isteyen örgütleri ortadan kaldırmak İslam dünyasındaki bütün bilim, din ve siyaset adamlarının görevidir' dedi.

-Süleymaniye Camii'nde düzenlenen 'Camiler ve Din Görevlileri Haftası' dolayısıyla hazırlanan 'Camii-Kadın ve Aile' konulu programa katılan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, son haftalarda dünyanın dört bir yanında artan El Kaide ve bağlı örgütlerinin şiddetine değinerek, “Bunlar tamamen İslam dışı, İslam'ın reddettiği şeylerdir. Bu kitlesel cinayetlerle İslam'ı lekelemek isteyen bütün şahısları, örgütleri kınamak, bunu ortadan kaldırmak, İslam dünyasındaki bütün bilim adamlarının, din adamlarının, din kurumlarının, bütün siyaset adamlarının yapması gereken önemli hususlardan bir tanesidir” dedi.

DEMOKRATİKLEŞME LÜTUF DEĞİLDİR

‘Camiler ve Din Görevlileri Haftası’ dolayısıyla hazırlanan programın ardından gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtlayan Görmez, “Demokratikleşme Paketi'nde farklı inançların özgürlükleri söz konusu. Sizin bu konudaki görüşleriniz nedir” diye sorulması üzerine şöyle konuştu:

“Biz inanç ve din özgürlükleri noktasında alınan bütün kararları, atılan bütün adımları hem bu topraklarda yaşayan bir birey ve mümin olarak, hem de Diyanet İşleri Başkanı olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı camiası olarak büyük mutluluk duyarız. Gerçekten bu topraklarda inancı, dini ne olursa olsun, farklı inançları, farklı düşünceleri, farklı kültürleri birlikte barış içerisinde yaşatacak her türlü adım bilhassa inanç özgürlükleri ve din özgürlükleriyle ilgili bütün iyileştirmeler bizi sadece memnun eder. Kaldı ki bunların hiçbirisi lütuf değildir. Çünkü bu özgürlükler yaratıcımızın doğuştan bütün insanlara verdiği haklardır. Bunun altını çizmek istiyorum. İkinci bir husus belki daha ileri adımların da atılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı'nın özerk bir kuruluş olmasından, diğer bütün inançların, bütün düşüncelerin, kendilerine özgürce yapılandırmaları, kendi ibadetlerini özgürce yapabilmeleri, kendi din eğitimlerini özgürce verebilmeleriyle ilgili ilkeler, prensipler aynı zamanda bizim kültürümüzün, bizim tarihimizin, bizim medeniyetimizin öngördüğü ilkelerdir, prensiplerdir. Dolayısıyla bu iyileştirmeler devam etmelidir.”

EL KAİDE EYLEMLERİNE: ‘BUNLAR TAMAMEN İSLAM DIŞI’

Kenya'da meydana gelen saldırıya ilişkin soru üzerine ise Görmez, "Her iki üzücü hadiseden sonra hem Kenya, hem de Pakistan 'daki hadiselerden sonra Diyanet İşleri Başkanlığı olarak 4 dilden bir açıklamamız oldu. Bütün İslâm dünyasında farklı din mensuplarına yönelik her türlü eylemin İslam’dan, İslam’ın kaynaklarından herhangi bir referans alması mümkün değildir. Bunlar tamamen İslam dışı, İslam'ın reddettiği, İslam'ın hiçbir zaman kabul etmediği şeylerdir. Doğrusu bu kitlesel cinayetlerle İslam’ı lekelemek isteyen, bütün şahısları, bütün örgütleri kınamak bunu ortadan kaldırmak İslam dünyasındaki bütün bilim adamlarının, din adamlarının, din kurumlarının, bütün siyaset adamlarının yapması gereken önemli hususlardan bir tanesidir. Ben bilhassa İslam dünyasındaki bütün ilim adamlarının bir araya gelerek İslam dünyasında önce birbirimize karşı başlayan şiddetin, daha sonra Müslüman olmayanlara yönelmesi üzerinde durması ve bunu engellemesi her türlü çabanın gösterilmesi gerektiğine inanıyorum" dedi.

 

Beşşar Esad, Gezi Parkı olaylarıyla yıldızı parlayan Halk TV'ye konuştu. Türkiye'deki muhalefetin dışında ilk kez iki gazetecinin sorularını cevaplayan Esad, ülkesindeki karışıklığın sorumlusu olarak Erdoğan'ı gösterdi.

İşte başta Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünyanın tepkisini çeken Esad'in Türkiye iddiaları...

Kendi vatandaşlarını kimyasal silah kullanarak öldürdüğü iddia edilen, hatta BM'nin uzmanlarınca da katliamın sorumlusu olarak gösterilen Beşşar Esad, ülkesindeki karışıklığın sorumlusu olarak Başbakan Erdoğan'ı gösterdi.

TÜRKİYE'Yİ İKİYE AYIRDI

Ece Zereycan ve Yurt gazetesi yazarı Ömer Ödemiş’i evinde ağırlayan ve kameralar karşısında sorularını cevaplayan Esad, Türkiye'de Suriye konusunda iki farklı kesim bulunduğunu ve bu süreçte büyük bir kesimin, hükümetin politikasını onaylamadığını iddia etti. Esad, Türk medyasının ve bazı Batılı grupların Suriye konusundaki yalanları pazarladığını iddia ederek şöyle konuştu:

"Bu süreç içerisinde iki farklı Türkiye'den bahsedebiliriz. İlki ve daha önemli olan Türk halkıdır. Öyle ki bu Türk halkı, Erdoğan ve tüm yalanlarının üstünden gelerek, Suriye'de olup bitenlerle ilgili olarak gerçeği öğrenmeyi başardı. Batılı ve Türk medyasının, Erdoğan'ın yalanlarını pazarlama ve yutturma çabalarına rağmen gerçekleri öğrenmeyi başaran Türk halkının tavrı tamamen açıktır."

"KANIN SORUMLUSU ERDOĞAN'DIR"

Suriye'nin katliam yapmakla suçlanan lideri, Halk TV'deki programda Erdoğan iddialarını bir adım daha götürerek, AK Parti iktidarının Suriye'deki akan kanın sorumlusu olduğunu iddia etti.

"Bu halkın Suriye'ye yönelik savaşa ve Erdoğan hükümetinin Suriyelilerin kanına bulaşma konusunda tutumu da hep onurlu olmuştur. Türkiye'nin bir yanı budur. İkinci ve daha az önem taşıyan diğer tarafı ise Erdoğan ve Suriyelilerin kanları ile kafalarına kadar batan hükümet ve üyelerinden ibarettir. Erdoğan'ın temsil ettiği bu hükümet, binlerce Suriyelinin kanından sorumludur. Suriye'de alt yapının yıkılmasından sorumludur. Sadece Suriye'de değil tüm bölgede istikrarın baltalanmasından sorumludur."

"SURİYE DEĞİL IRAK'A DA MÜDAHALE ETTİ"

Erdoğan hükümetinin, sadece Suriye değil bölgedeki istikrarın bozulmasının da sorumlusu olduğunu söyleyen Esad, Türk halkının ve Erdoğan'ın ayrı yerlerde olduğunu iddia etti. Esad programda şunları söyledi:

"Erdoğan ve arkadaşları Mısır, Libya ve Tunus ile bölgedeki bir çok ülkeye müdahale ettiler. Aynı zamanda devlet ve halk olarak, Türkiye'yi halkın çıkarlarına bir çok konuya, politikaya ve savaşlara bulaştırdılar. Dolayısıyla bizler günümüzde, Türkiye'yi tamamen birbirleriyle çelişen iki şekilde görmekteyiz. Halk bir yönde Erdoğan ve hükümeti de başka bir yöndedir. Bunun bir diğer kanıtı ise Erdoğan'ın Suriye'deki teröristleri desteklemesi değil, aynı zamanda Mısır ve öncesinde Irak'ın içişlerine çok tehlikeli biçimde müdahale etmesidir."

 

 

Perşembe, 03 Ekim 2013 07:14

Bakara Suresinin Tefsiri (37 – 57)

فَتَلَقَّى آدَمُ مِن رَّبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (37)

37- “Adem, Rabbi'nden kelimeler aldı; (onlarla tevbe etti) Rabbi de bunun üzerine tövbesini kabul etti. şüphesiz o tövbeleri daima kabul edendir, merhametli olandır. ”

Tefsir

Adem yasak ağaçtan tadınca onca nimetlerden ve refahtan mahrum kaldı. Ardından hatasını anladı. Pişmanlığı sebebiyle Allah’tan bir takım kelimeler aldı ve o kelimeler vesilesiyle tövbe etti. [1]

Şii ve Sünni rivayetlerden de istifade edildiği üzere Adem’in kendileriyle tövbe ettiği kelimelerden maksat Allah’ın en iyi kullarına, yani Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine tevessül etmesidir.

 Nitekim Durr’ul-Mensur tefsirinde İbn-i Abbas’dan naklen bu kelimelerin şu olduğu rivayet edilmiştir: “Bihakki Muhammed, Ali Fatıma, Hasan ve Hüseyin” [2] Bazılarına göre de bu kelimelerden maksat A’raf suresindeki şu cümledir: “Rabbimiz nefsimize zülmettik; bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen şüphesiz ki ziyana uğrayanlardan oluruz. ” [3]

Mesajlar ve Nükteler

1- Tövbe başarısı Allah’tan olduğu gibi, tövbe yolu da Allah’tan dilenmelidir. “Rabbinden kelimeler”

2- Tövbe yolunu ilka etmek, rububiyyetinin gereğidir. “Rabbinden”

3- İnsanların geneli günahlarından dolayı tevbe ederler. Ama peygamberler terk edilmesi evla olan bir işi yaptıklar için istiğfar ederler.

4- Eğer insanın tevbesi gerçek olursa Allah tövbeyi kabul eder. “Tevbesini kabul etti. ”

5- Allah’ın tevbeleri kabul etmesi, layık olan tüm insanlar için bir nimettir. “O tövbeleri daima kabul edendir”

6- Allah’ın tevbe ve özürleri kabul etmesi kınamayla değil, rahmetiyle iç içedir. “merhamet edendir. ”

7- Eğer tevbemizi bozar ve defalarca aksini yaparsak yine de Allah tevbeleri kabul eder. “O tevbeleri daima kabul edendir. ”

8- Bunca lütuf ve tevbe kabulü sadece Allah’ın işidir. “O”

قُلْنَا اهْبِطُواْ مِنْهَا جَمِيعاً فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِّنِّي هُدًى فَمَن تَبِعَ هُدَايَ فَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ (38)

38- “İnin oradan hepiniz, tarafımdan size bir hidayet mutlaka gelecektir; Benim hidayetime uyanlar için artık korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir”[4] dedik. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- Bazen bir hareketin iyi ve kötü etkileri tüm asırları ve nesilleri kapsar: “İnin oradan hepiniz. ”

2- Bir tek hatayla insanı terk etmek olmaz; zira insan her zaman irşat ve hidayeti bulabilir. “size bir hidayet mutlaka gelecektir”

3- İnsanlara yol göstermek için peygamberlerin gönderilmesi kesin bir gerçektir. “mutlaka gelecektir”

4- İnsan özgürdür. “hidayetime uyanlar”

5- Gerçek hidayet sadece Allah’tandır. “tarafımdan bir hidayet”

6- Hidayeti bulanlar gerçek bir huzur içindedirler ve her türlü tehlikeden uzaktırlar. “korku yoktur, üzülmeyeceklerdir. ”

وَالَّذِينَ كَفَرواْ وَكَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا أُولَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ (39) يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَوْفُواْ بِعَهْدِي أُوفِ بِعَهْدِكُمْ وَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ (40)

39- 40-“İnkâr eden kimseler ve ayetlerimizi yalan sayanlar cehennemlik olanlardır, onlar orada temelli kalacaklardır. Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti hatırlayın ve ahdimi yerine getirin ki ben de yerine getireyim; sadece benden korkun. ”

Tefsir

İsrail, Hz. Yakub’un adıdır ve “isr” ile “il” diye iki kelimeden türemiştir. “İsr” köle anlamındadır. “İl” ise Allah anlamındadır. O halde İsrail kelime açısından “Allah’ın kölesi” anlamındadır.

İsrailoğulları’nın tarihi, Firavun tarafından esir alınmaları, Musa tarafından kurtuluşları, , bahane ve irtidatları bu kavim için özel bir tarih ve alınyazısı vücuda getirmiştir. Bu alınyazısı ve tarih Müslümanlar için de eğitici ve öğüt vericidir. Yani onlar da ibret almazlarsa rivayetlerde de yer aldığı üzere aynı akibete düçar kalacaktır.

Mesajlar ve Nükteler.

1- Allah’ın nimetlerini hatırlamak, O’nu sevmek ve itaate neden olmaktır. “hatırlayın”

(Allah’a davet ederken O’nun lütuflarını da hatırlatmada bulunun ki bu da kabul ortamını yaratmaktadır.

2- Nimetlere şükretmek farzdır. “hatırlayın”

3- Atalarına verilen nimet ve kıvançlar adeta insana verilmiş gibidir. (Bu nimetler Peygamber zamanındaki Yahudilerin atalarına verilmişti. )

4- Allah’ın nimetleri arasında en önemli ve büyük nimet; tağuttan kurtulma, Hz. Musa’nın önderliği, diğer nimetlerle iç-içe olan saltanat, güç ve nübüvvet makamını elde etme nimetidir.

5- İlahi sözleşmeye vefalı olmak farzdır. (İlahi sözleşmeler tüm semavi kitapları, hükümleri, ve Allah’ın herkesten aldığı fıtri sözleşmeleri de kapsamaktadır. [5]

6- İlahi nimetlerden istifade etmek ilahi teklifler yolunda yürümekle mümkündür. “ahdimi yerine getirin ki ben de yerine getireyim” Evet eğer Allah’a itaat etmiş olsaydık, Allah da dualarımızı kabul ederdi. “ahdimi yerine getirin ki ben de yerine getireyim”

7- İlahi görevleri yerine getirmede hiçbir güçten korkmayınız ve hiç kimseyi gözetmeyiniz. Düşmanların kötü propagandaları, kınamaları, tehditleri ve komplolarının hiçbir önemi yoktur. Allah’ın gazabı ve kahrı her şeyden önemlidir. “sadece benden korkun. ”

وَآمِنُواْ بِمَا أَنزَلْتُ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَكُمْ وَلاَ تَكُونُواْ أَوَّلَ كَافِرٍ بِهِ وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَناً قَلِيلاً وَإِيَّايَ فَاتَّقُونِ

41- “Elinizde bulunan Tevrat'ı tasdik ederek indirdiğim Kur'an'a, iman edin; ona ilk küfredenler siz olmayın, ayetlerimi az bir değere karşılık değiştirmeyin. Yalnız benden korkun. ”

Bu ayet Yahudilere hitap etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “İndirdiğimiz şey sizin Tevrat’ınızdaki müjdeyle uyum içindedir. [6] Siz din alimleri bir zamanlar İslam’ın zuhurunu bekliyor ve tebliğ ediyordunuz O halde küfürde öncü olmayınız ki diğer Yahudiler de size uyarak İslam’dan yüz çevirmesinler. Benim ayetlerimi az bir şeye değiştirmeyin ve benden korkun. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- Halkın sözlerimizi daha iyi dinlemesi için biz de halkın doğru inançlarını kabul etmeliyiz. “Elinizde bulunan Tevrat'ı tasdik ederek”

2- Bir bölümde var olan tahrif ve zayıf noktalar diğer bölümleri ve güçlü noktaları kabule engel olmamalıdır.

3- Alimlerin sapması diğerlerinin de sapmasına neden olur. “ilk küfredenler siz olmayın”

4- Alimlerin yersiz sessizlikleri onların maddi tutkularından kaynaklanmaktadır. “ayetlerimi az bir değere karşılık değiştirmeyin”

5- Dünya metası az olduğu için tüm dünya menfaatlerine ulaşmak pahasına bir an bile sapmak doğru değildir. “az bir değer”

6- Mal ve makam endişesi içinde olmak yerine Allah’ın gazabından çekinmek gerekir. “Yalnız benden korkun”

وَلاَ تَلْبِسُواْ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُواْ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ (42)

42- “Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin. ”

Tefsir

İnsanın değeri bilgi ve epistemolojik değeri ile orantılıdır. Şek, vesvese ve şeytanlığıyla hakkı insanlardan gizleyen ve halkın bilinçlenmesine engel olanlar gerçekte onların insani değerlerini almaktadırlar. Bu en büyük zülümdür.

Mesajlar ve Nükteler

1- Ne hakkı batıla karıştırın, ne de onu değiştirin. Hakeza batılı hak elbisesiyle de sergilemeyin.

Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Eğer batıl halis şekliyle sunulursa korkuya gerek yoktur. (çünkü insanlar uyanır ve onu terkederler) eğer hakkı da halis şekliyle sunarsanız muhaliflerin ağzı kapanır. Ama hak ve batıl birbirine karıştırılır ve her birisi şeytanın dostlarına hakimiyet ortamı sağlarsa o zaman tehlikelidir. ”[7]

2- Sizin vicdan ve fitratınız da bu fikri ve kültürel ihanete şahittir. “Bile bile”

وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ وَآتُواْ الزَّكَاةَ وَارْكَعُواْ مَعَ الرَّاكِعِينَ

43- “Namazı kılın, zekâtı verin, rüku edenlerle birlikte rüku edin. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- Namaz ve zekat İsrailoğulları’nda da vardı.

2- İmana davetten sonra, salih amele davet gelir.

3- Namaz vasıtasıyla Allah‘la ilişki kurmak, zekat vasıtasıyla Allah’ın kullarına yardım etmek ve başkalarıyla birlikte olmak mukaddes bir üçgeni andırmaktadır.

4- Namaz da asıl olan cemaattır, dinin temeli toplum ve ictimadır. İnziva ve köşesine çekilmek reddedilmiştir.

5- Önceki ayette iman emredildikten sonra hemen namaz emredilmektedir.

6- Kafirler de görevlerini yapmakla sorumludurlar.

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ (44)

44- “Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyiliği emredersiniz? Akletmez misiniz?”

Tefsir

Yahudi bilginleri İslam Peygamberi’nin (s.a.a) bi’setinden önce insanları imana davet ediyorlar ve onun zuhurunu müjdeliyorlardı. Ama peygamber zuhur edince bizzat kendileri iman etmediler. Mecme’ul-Beyan’da şöyle yer almıştır: “Bazı Yahudi alimleri kendileri iman etmedikleri halde yakınlarına iman etmeyi tavsiye ediyorlardı. ” [8]

Mesajlar ve Nükteler

1- Alimin cezası ve azabı daha çoktur. Rivayette şöyle yer almıştır: “başkalarını cennete davet eden, ama kendisi cehennem ehli olan alim en büyük ziyana uğrayacaktır. [9]

2- Eğer unutkanlığın gereklerini bizzat hazırlarsak özrümüz asla kabul edilmez. Sadece suçsuz unutkanlıkların özrü kabul edilecektir.

3- Semavi kitabı sadece tilavet etmek yeterli değildir; düşünmek de gerekir.

4- Kendini unutmak akılsızlıktır: “Akletmez misiniz?”

5- Tilavetin hakkı ameldir. İmam Sadık şöyle buyurmuştur: “İnsanları amellerinizle davet edin; dilinizle değil. [10] Hz. Ali ise şöyle buyurmuştur: “Allah’a andolsun bizzat amel etmediğim hiçbir şeye sizleri davet etmedim ve terketmediğim hiçbir şeyden sizleri sakındırmadım. ” [11]

Hakeza Nehc’ul Belağa’da şöyle yer almıştır: “Her kim başkalarına imamlık iddiasında bulunursa önce kendini eğitmelidir. ” [12]

İmam Kazım şöyle buyurmaktadır: “Sözleriyle amel eden alimlere ne mutlu. Sadece konuşan alimlere eyvahlar olsun. ”

Amelsiz Alim Hakkındaki Benzetmeler

1- Kur’ani Teşbih: “Amelsiz alim kitap taşıyan eşekler gibidirler, ondan asla istifade etmezler. ”

2- Rivayet teşbihleri:

· “Amelsiz alim kendisi yanan; ama insanları aydınlatan bir kandil gibidir. ” (Peygamber)

· “Amelsiz alim oksuz ok atıcısına benzer. ” (Peygamber)

· “Amelsiz alim dam üstünde duran, ama bahçeyi ve odaları ayadınlatmayan bir kandil gibidir. ” (Hz. İsa)

· “Amelsiz alim meyvesiz ağaç ve infak edilmeyen bir hazine gibidir. ” (Hz. Ali)

· “Amelsiz alimin öğütleri taşa yağan yağmur gibidir, asla kapleri etkilemez. ” (İmam Sadık)

3- Bilginlerin Teşbihleri: Amelsiz alim:

· Hazine üzerinde yatan aç kimse gibidir.

· Su ve denizin kenarında duran susuz kimse gibidir.

· Acı içinde kıvranan eczanedeki kimseye benzer.

· Sürekli reçeteyi okuyan, ama amel etmeyen hastaya benzer.

· Oturmaya ve ekmeye yaramayan toprağa benzer.

· Bir tür nifaktır.

· Ruhsuz bedendir.

· Giriş kartı vardır, ama girecek ayağı yoktur.

· Silahı vardır, ama savunmasızdır.

· Bavulu vardır, ama anahtarını kaybetmiştir.

وَاسْتَعِينُواْ بِالصَّبْرِ وَالصَّلاَةِ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ (45)

45- “Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin; huşu duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir. ”

Tefsir

Gerçi bu ayet Yahudilere hitap eden ayeterin hemen akabinde yer almıştır; ama tüm insanlara hitap etmektedir. Rivayetlerde de yer aldığı üzere Hz. Ali ne zaman önemli bir olayla karşılaşsa hemen namaza duruyor ve bu ayeti okuyordu.

Peygamber bir rivayette şöyle buyurmaktadır: “Sabır üç kısımdır. Musibetlere sabır, günahlara sabır, ve ibadetlerde sabır. ”

Rivayetlerde sabırdan maksadın oruç olduğu söylenmişse de bu sabrın kıstaslarından birine işarettir. Şüphesiz sabır zalim ve zülüm karşısında teslim olmak manasına değildir. Aksine zulüm ve baskılara karşı mukabelede bulunmak ve direnmek manasınadır. Namaz peygamber için “göz nuru”dur. Ama huşu sahibi olmayanlar için namaz ağır bir yüktür. Huşu kalp ve ruhla ilgilidir, huzu ise bedenin organlarıyla...

Mesajlar ve Nükteler

1- Sabır ve namaz sorunlar karşısında birer maniveladır.

Dikkatle kılınan namaz insana sonsuz kudreti hatırlartır ve ondan gayri ne varsa her şeyi küçük gösterir. Kalbinde O’nun sevgisini çoğaltır, tevekkül ruhunu güçlendirir. İnsanı maddi tutkulardan kurtarır. Bütün bunlarda insanların karşılaştığı sorunlarda kendisine en büyük desteği sağlar.

2- Namazın ağır gelmesi Allah karşısında tekebbürün göstergesidir.

3- Allah’ın huzurunda ne kadar fazla kulluk ve acziyet izharında bulunursak o kadar yardımlarını görür ve sorunlara galip geliriz.

4- “Sadece senden yardım dileriz” ayetinde Allah’tan dilenen yardımla, onun emri üzere dilenilen “sabırla yardım dileyin” arasında hiçbir aykırılık yoktur. Sabır ve mukavemet, bütün ibadetlerin anahtarıdır. Melekler cennet ehline namaz, hac ve zekatları için değil; mukavemet ve direnişleri için selam vermektedirler. “Sabrettiğiniz için sizlere selam olsun. ” Zira mukavemet ve direniş olmazsa ne cihad, ne hac, ne zekat, ne de başka hükümler var olur.

Hatta Kur’an rehberlik makamına ulaşmayı bile sabır ve direniş sayesinde mümkün görmektedir. “Sabredip ayetlerimize kesin olarak inanmalarından ötürü, aralarından, onları buyruğumuzla doğru yola götüren önderler yaptık. ” [13]

Bu Ayet-i Şerifeyle İlgili Bir Hatıra

Hz. Ali’nin dostlarından olan Neccaşi adlı bir şair Ramazan ayında şarap içti. Hz. Ali’nin emri üzere ayakta durduğu halde seksen kırbaç vurdular ve yirmi kırbaç da Ramazan ayında bu günaha bulaştığı için fazladan vurdular. Bunun üzerine Neccaşi de rahatsız olarak Muaviye’ye sığındı ve Hz. Ali’nin aleyhine şiirler söyledi. Neccaşi’nin Kufe’de altı binden fazla üyesi olan büyük bir kabilesi vardı. Kabile büyükleri Hz. Ali’ye gelerek, “Neden dostlarını kaçırıyorsun?” diye şikayet ettiler. Reisleri Tarık bin Abdullah rahatsızlık içinde imama şöyle dedi: “Neden dostların ve düşmanların arasına fark koymuyorsun? Neccaşi gibi birisi kırbaç yememeliydi. Biz bu tür davranışlara tahammül edemeyiz. Ateş yolunu göze alabiliriz ama bu tür davranışlara sabredemeyiz. ” Hz. Ali onlara cevap olarak bu ayeti okudu: “Sabır ve namazla Allah'tan yardım isteyin; huşu duyanlardan başkasına namaz elbette ağır gelir. ” Bunun üzerine Tarık da Muaviye’ye katıldı.

Bu olaydan şu dersleri çıkarmaktayız:

· Etraftaki fırsatçılar tenbih edilenleri ve münzevileri tutarak fitne çıkarmaktadırlar.

· Haddi icra etmenin tehlikesi vardır ve bazen insanları çıkmaza sürüklemektedir.

· İlahi haddi uygulamak ilişkilerin kötüleşmesine neden olmamalıdır.

· Kabile taassubu imamın dostlarını düşman kıldı.

· Kabilenin şairi onların sembolüdür.

· Neccaşi’nin kötü akıbetinden ibret almalıyız.

· Gerçi ayet namaz hakkındadır; ama ondan benzeri yerlerde de istifade etmek mümkündür.

· İmam kesin inançlı ve metin olmalıdır. Kınamalardan korkmamalıdır.

· Mukaddes zamanlarda yapılan günahın cezası çoktur.

· Acı olaylarda gerçek dostlar sahte dostlardan ayrılır ve belli olur.

الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُم مُّلاَقُو رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ

46- “Onlar kesinlikle Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini umanlardır. ”

Birkaç açıklama:

1- “Lika” görmek manasına değildir. Huzur ve görüşme manasınadır. Nitekim kör birisi biriyle görüşmeye giderse onu görmediği halde “mülakat etti” denir. Mecme’ul-Beyan’ın yazarı şöyle diyor: “Ayetteki “lika”dan maksat Allah’ın ceza ve mükafatını mülakat etmektir. ”

2- Belki Allah ile mülakat etmekten maksat da huşu sahiplerinin namazda elde ettikleri irfani halettir. Zira namaz da Allah ile görüşmek ve huzuruna çıkmaktır. Bu yüzden namazda huşu içine girilmektedir. “Ona dönecekler”den maksat da kıyamettir.

2- Eğer “zan” ve “şek” ilim karşısında olursa kötüdür ve kınanmıştır: “Oysa onların bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece sanıya uyarlar. ” [14]

Ama zan ve sanı ilim manasında kullanılırsa yakin kadar güçlü olmasa da bir değer ifade eder. Nitekim Allah cesur ve muhlis savaşçıları da sanı ve zan ehli diye tavsif etmiştir: “Kendilerinin Allah'a kavuşacağını zannedenler (bilenler) ise: “Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle berâberdir” dediler. ” [15]

Mesajlar ve Nükteler

1- Kıyamete imanın en düşük mertebesi de hareket için yeterlidir.

2- Namazda huşu sahibi olanlar Allah ile mülakat ve görüşme duygusunu taşırlar.

يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ اذْكُرُواْ نِعْمَتِيَ الَّتِي أَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَأَنِّي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ (47)

47- “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi bir zamanlar âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın. ”

Tefsir

Bu ayet Yakuboğulları’ndan; Allah’ı daha fazla tanımaları, kendilerinde şükür ruhunun canlanması ve ilahi nimetlere daha çok ısınmaları için Allah’ın nimetlerini düşünmelerini, zikretmelerini istemektedir. Elbette İsrailoğulları’nın yüceliği ve fazileti kendi zamanındaki insanlar karşısında geçerliydi. Zira Kur’an Müslümanlar hakkında şöyle diyor: “Siz en iyi ümmetsiniz. ” Ayrıca yücelik ve faziletlerinden maksat, ahlaki ve itikadi yücelik değil de, Hz. Musa’nın değişik mucizeleri, Allah’ın maddi nimetleri, İsrailoğulları’nın refah ve kurtuluşları da olabilir. Zira Kur’an defalarca onların kötü ahlakına ve bahane peşinde olduklarına işaret etmiştir. Bunun en açık örneği şu ayettir: “Andolsun ki Biz, İsrailoğullarına Kitab, hüküm ve peygamberlik verdik; onları temiz şeylerle rızıklandırdık; onları dünyalara üstün kıldık. ” [16]

Mesajlar ve Nükteler

1- Yücelik ve fazilet Allah’ın elindedir. “nimetimi, nimet verdim, üstün kıldım. ”

2- Nimetleri zikretmek şükretmek gibidir.

وَاتَّقُواْ يَوْماً لاَّ تَجْزِي نَفْسٌ عَن نَّفْسٍ شَيْئاً وَلاَ يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلاَ يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ (48)

48- “Kimsenin kimse yerine cezalandırılmayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun. ”

Tefsir

Bu ayette bazı yanlış inançlara ve gereksiz ümitlere işaret edilmiştir. Putperestler kendi putlarından şefaat bekledikleri gibi, Yahudiler de, atalarının kıyamet gününde kendilerine şefaat edeceklerini sanıyorlardı. Bazıları kurban kesmeyi günahlarının kefareti olarak kabul ediyor, dolayısıyla paraları olmayınca da bir çift güvercinin başını kesiyorlardı. Diğer bir grup ise, günahlarının cezasını ödemesi için ölüleri altınları ve süslü ziynet eşyalarıyla birlikte gömüyorlardı. Halbuki kıyamet günü dünyanın tam tersinedir. Bazıları bu dünyada para, torpil ve güçlülerin desteği sayesinde sorunlarını halledebilmektedir. Öbür alemde ise salih amel ve ilahi lütuf dışında hiçbir şey işe yaramayacak; makam soy, arkadaş, evlat, fidye… insanı asla kurtaramayacaktır.

Mesajlar ve Nükteler

1- Batıl ve hayali inançlara açıkça karşı çıkın.

2- Kıyamet gününün bir takım özellikleri vardır. Bu cümleden:

a-Kimse kimsenin yerine, hatta baba ve oğul bile birbirinin yerine cezalandırılmazlar “Babanın evladı, evladın da babası için cezalandırılmayacağı”

b-Fidye kabul edilmez. “kimseden bir fidye alınmayacağı”

c-Vasıta ve torpil kabul edilmez.

d-İnsanlar birbirinin yardımına koşamaz.

3- Kıyamet gününün şekli hakkında Kur’an tüm sebepler/bağların yok olacağını haber veriyor: “aralarındaki bağlar kopacaktır. ” Nesepler yok olacaktır: “aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez. ” Özür dili kesilecektir: “Onlara izin de verilmez ki özür beyan etsinler. ” Malın ve evlatların bir işlerliği yoktur “ne mal ne de evlatları fayda verir. ” Akrabaların da yapabileceği bir şey yoktur: “sizlere yakınlarınız da fayda vermez. ” Güçler de ortadan kalkacaktır: “gücüm de kalmadı” Şefaat, şefaat eden ve şefaat edilen de Allah’ın izniyledir: “Allah, dilediğine ve hoşnut olduğuna izin vermedikçe, göklerde bulunan nice meleklerin şefaati bir şeye yaramaz. ”, “Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler”

Şefaat Hakkında

Kur’an’da şefaat hakkında yaklaşık 30 ayet vardır ki kendi aralarında birkaç grupta toplanmaktadır:

1- Bir grup ayet şefaati nefyederler: “Alışveriş, dostluk ve şefaat o günde yoktur. ” [17]

2- Bir grup ayet ise sadece Allah’ın şefaatini açıklamaktadır. “O’ndan başka bir dostunuz ve şefaatçiniz yoktur. ” [18]

3- Bir grup ayet ise Allah’ın izniyle başkalarının da şefaat edebileceğini beyan ediyor. “ [19]O’nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?”

4- Bir grup ayet ise şefaat edilenlerin şartlarını beyan etmektedir:

a: “Onlar Allah'ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler. ” b: “Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur. ” [21]

c: “Melekler iman edenler için dua ve istiğfar ederler”

Bu ayetler ışığında anlaşılmaktadır ki şefaat kayıtsız şartsız değildir. Şefaat, şefaat eden ve şefaat edilen hepsi Allah’ın izniyledir. Ayrıca şefaat edilecek kimse de bazısına işaret ettiğimiz bir takım şartlara sahip olmalıdır. Şefaat şartlarına sahip olmayanlar peygamberin eşleri bile olsalar şefaat edilmezler. “Onlar, kullarımızdan iki iyi kulun nikahı altında iken onlara karşı hainlik edip inkârlarını gizlemişlerdi de iki peygamber Allah'tan gelen azabı onlardan savamamışlardı. O iki kadına: “Cehenneme girenlerle berâber siz de girin” dendi. ” [22]

Böyle bir şefaat olumlu bir şefaattir. Zira insanı Allah’ın veli kullarıyla dost kılmakta ve ümitsizliğe düşmesini önlemektedir. İnsanı günahlara karşı cesur kılan şefaat ise Hıristiyanların inandığı şefaattir. Zira onlar Hz. İsa’nın, taraftarlarının günahlarına kefaret için feda olduğuna inanmaktadırlar.

Bizim inandığımız şefaat insanları tembelleştirmez. Zira şefaat sadece yolda kalan, yanlarında olmayan bir güce ihtiyacı olan ve çabalayan kimseler içindir. Böyle bir şefaat Allah’ın iradesi karşısında durmak anlamını taşımaz. Zira Allah hem günahkarı cezalandırmayı irade etmiştir ve hem de bir grub insana rahmet etmeyi dilemiştir. şefaat başkalarının Allah’tan daha merhametli olduğu anlamına da gelmez; zira Allah’ın veli kulları da O’nun rahmet ve lütfüyle şefaat iznine sahiptirler. Ayrıca şefaat Allah’ın iradesini değiştirmemektedir. Tevbe insana liyakat verdiği gibi, Allah’ın veli kulları da insanı değiştirmekte ve gerekli ortamı hazırlamaktadır. Evet günahkar insanın tek başına ayrı bir haleti vardır, Allah’ın veli kullarının lütfüne mazhar olan günahkarın ise ayrı bir haleti vardır. Ayrıca günahların dünyada affının çeşitli vesileleri vardır. Bu cümleden:

1- Tövbe

2- Büyük günahları terk etmek “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz. ” [23]

3- İyilikler ve hasenat: “Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. ” [24]

وَإِذْ نَجَّيْنَاكُم مِّنْ آلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُوَءَ الْعَذَابِ يُذَبِّحُونَ أَبْنَاءكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَاءكُمْ وَفِي ذَلِكُم بَلاء مِّن رَّبِّكُمْ عَظِيمٌ (49)

49- “Hani size azabın en kötüsünü reva gören, yeni doğan oğullarınızı boğazlayan, kadınlarınızı hayatta bırakan Firavun taraftarlarından sizi kurtarmıştık; bu Rabbinizin büyük bir imtihanı idi. ”

Firavun Mısır hükümdarları için kullanılan bir ünvandı. Nitekim Rum padişahlarına “Kayser”, İran padişahlarına “Kisra”, Türk padişahlarına da “Hakan” deniyordu. Hz. Musa zamanındaki Firavun Birinci Ramses’ti. Cesedi Kahire’deki müzede korunmaktadır. “Senden sonrakilere bir ibret teşkil etmesi için bugün sadece senin cesedini çıkarıp (sahile) atacağız, ” dedik” [25] Bu ayette Firavun taraftarlarının İsrailoğulları’na reva gördüğü azaplar ifşa edilmektedir. “Yesumunekum” fiili “sevm” kökünden türemiştir ve sürekli bir şeyin ardısıra gitmek manasınadır “Yesumunekum suelazap” Yani sizlere sürekli işkence ediyorlardı. İşkencelerinden birisi erkek çocukların boğazlanmasıydı. Erkek çocukların boğazlanmasının nedeni de, ya gördükleri rüyadandı (Zira Firavun’a şöyle demişlerdi: “Sen, İsrailoğulları’ndan birinin (Musa) eliyle öldürüleceksin. ”) ya da İsrailoğulları’nın çoğalmasını önlemek içindi.

Mesajlar ve Nükteler

1- Özgürlük nimeti Allah’ın lütfu olan en büyük nimetlerdendir. “Sizi kurtardık”

2- Geçmiş acılar ve zorlukların beyanı bugün sahip olduğumuz özgürlük lezzetini kat kat artırmaktadır. “Size en kötü azabı reva görüyorlardı… boğazlıyorlardı, hayatta bırakıyorlardı. ”

3- Tağutlar etrafındakiler olmadığı takdirde zulüm etme gücüne bile sahip değillerdir. “Firavun taraftarları. ”

4- Tüm tatsız olaylar, nimetler ve özgürlükler birer imtihandır. “İmtihandı. ”

5- Erkeksiz toplum, zillet ve fuhuşa sürüklenir. “Evlatlarınızı boğazlıyorlardı. ”

6- Tağutlar kendi rejimlerini korumak için her türlü işkenceye baş vururlar. “Boğazlıyorlar-En kötü azabı reva görüyorlardı. ”

7- Birçok zulümlerin nedeni gelecek korkusudur. (Firavun için görülen ve ayetin nüzul sebeplerinde zikredilen rüya)

وَإِذْ فَرَقْنَا بِكُمُ الْبَحْرَ فَأَنجَيْنَاكُمْ وَأَغْرَقْنَا آلَ فِرْعَوْنَ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ (50)

50-“Denizi yarıp sizi kurtarmış ve gözlerinizin önünde Firavun taraftarlarını batırmıştık. “

Tefsir

İsrailoğulları’nın denizden geçisi birkaç surede [26] beyan edilmiştir. Denizin yarılması; denizin gel git olayı ve diğer doğal sebeplerden ötürü değildi. Allah’ın emriyle, Hz. Musa’nın asasını vurmasıyla mucize şeklinde gerçekleşmiştir Nitekim Şuara suresinde şöyle buyurulmuştur: “Değneğinle denize vur” diye vahyettik. Hemen deniz ikiye ayrıldı”

Mesajlar ve Nükteler

1- Her işte asıl mesele Allah’ın hikmete dayalı iradesidir. Bir asa bazen bir taştan su çıkarır. “Değneğinle taşa vur…Pınar fışkırdı. " Bazen bu asa suya dokunmakta ve arasından yol açmaktadır.

2- Bu ayette üç nimet ve mucize yanyana zikredilmiştir: “Denizin yarılması, İsrailoğulları’nın kurtuluşu ve Firavun taraftarlarının boğulması…”

وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَى أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِن بَعْدِهِ وَأَنتُمْ ظَالِمُونَ (51)

51- “Mûsa'ya kırk gece vade vermiştik. Sonra onun arkasından, kendinize zulmederek, buzağıyı (ilah) edinmiştiniz. ”

Tefsir

Hz. Musa’nın görüşmeye gitmesi A’raf ve Ta-Ha suresinde da yer almıştır. [27] Görüşme yeri ise Tur dağıydı. Elbette bu görüşme ilk önce otuz gün olarak kararlaştırılmıştı, daha sonra on gece daha arttırıldı, bu müddet Tevrat’ın alınış süresidir. İsrailoğulları Hz. Musa’nın kardeşi Harun gibi bir şahsiyetin rehberliğine rağmen bütün ilahi nimet ve lütüfleri unutarak buzağıya tapmaya başladılar. Bu buzağıyı Samiri adında bir heykeltraş Hz. Musa’nın gıyabında, süs ve takılardan yapmıştı.

Kur’an’da 34 surede 136 defa Hz. Musa’nın adı zikredilmiştir.

Mesajlar ve Nükteler

1- Bu görüşmede üç şey söz konusudur: Tevrat’ın alınması, Harun için hilafet makamının ispatı ve İsrailoğulları’nın imtihanı.

2- Enbiyanın ilahi vahiy algılamasında ve evliyanın ilhamında 40 sayısının rolü vardır.

3- Gece gündüz Tur dağında olmasına rağmen, ayette gecenin adı geçmiştir. Çünkü gece ibadetle daha çok uyuşmaktadır.

4- İsrailoğulları’nın buzağıperestliğe ve şirke düşmesinin nedenlerinden bazıları şunlardır:

a: Hz. Musa gibi bir önderin olmaması

b: Samiri gibi sapık sanatçıların varlığı

c: Cazibeli altın ve süs eşyalarının olması

d: Güçlü propaganda araçları (Samiri’nin yaptığı buzağı ses çıkarıyordu)

e: Derin bir imanın yokluğu ve insanların sade ve saf olması

f: Buzağıya tapmak için müsait ortamın oluşu.

5- Tevhidi ortadan kaldırdığı için şirk, insanlığa en büyük zulümdür. “Kendinize zulmederek”

ثُمَّ عَفَوْنَا عَنكُمِ مِّن بَعْدِ ذَلِكَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (52)

52- “Sonra bunun ardından, şükredersiniz diye, sizi bağışlamıştık. ”

Tefsir

Şirk, iman etmek ve şehadeteynin izharıyla yok olur. Dünyada şirk tevbe sayesinde bağışlanır. Çünkü Enbiyanın bi’seti insanları şirk ve küfürden kurtarmak içindir. Dolayısıyla “Allah şirki bağışlamaz"[28] ayeti, şirk halindeyken, tevhide dönmeden bu dünyadan göçenler hakkındadır.

Mesajlar ve Nükteler

1- Günah ve şirk bile iman etmekle bertaraf edilir.

2- Günahın bağışlanması ve af, şükür için bir ortam hazırlar.

وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ (53)

53- “Hidayet bulursunuz diye Mûsa'ya Kitab’ı(Tevrat’ı) ve Furkan’ı vermiştik. ”

Tefsir

Furkan, hakkı batıldan ayırma aracıdır ve semavi kitaba hakkı batıldan ayırdığı için “Furkan” denmektedir. Belki de “Furkan” kelimesi “Kitap” kelimesiyle yanyana geldiği için maksat, Hz. Musa’ya verilen Tevrat dışındaki dokuz mucizedir.

Mesajlar ve Nükteler

1- Semavi kitaplar hakkı batıldan ayırt eder.

2- Allah tarafında hüccet tamamlanmıştır, insanlar artık hak ve batılı tanıyabilir. Ama insanlar bazen hevesleri için hakkı kabul etmezler. “Umulur ki”

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُواْ إِلَى بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ عِندَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ (54)

54- “Hani Mûsa kavmine “Ey kavmim! Buzağıyı (ilah olarak) benimsemekle kendinize zulmettiniz. Yaratanınıza tövbe edip, O’na dönün ve nefislerinizi (Birbirinizi) öldürün, bu yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır. Sonra Allah tövbenizi kabul etti; zira O tövbeleri kabul eden ve merhamet edendir. ”

Tefsir

Nefislerin katledilmesinden maksat, intihar değildir, aksine birbirini öldürmektir. Tıpkı şu ayet gibi: “Birbirinize selam verin. ”

Mesajlar ve Nükteler

1- Her ne kadar burhan, mucize ve delil sunulursa o kadar teklif ağırlaşır ve sapmalar o kadar tehlikeli olur. Dolayısıyla onca mucizeleri gördükten sonra buzağıya tapmanın cezası idam olmalıydı.

2- Fıtri mürtedin hükmü idamdır.

3- İlahi rahmet içinde ölmek, ilahi lanet içinde yaşamaktan daha iyidir. “Bu sizin için daha hayırlıdır. ”

4- Temizlenmek ve sapıklıktan kurtulmak için yaratıcıya dönmek gerekir. “Yaratıcınıza tevbe edin. ”

5- Bu ilahi emir sebebiyle öldüren de, öldürülen de cennetliktir.

6- Bu zor tevbe çeşidini kabullenmek de Yahudiler için bir fazilettir. Zira Allah münafık Müslümanları kınarken şöyle buyurmaktadır: “Şayet onlara “Kendinizi öldürün” yahut “Memleketinizden çıkın” diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı”

7- Tevbe derin bir dönüş ve Allah’ın emrine teslimiyetle birlikte olan bir iç devrimdir.

8- Daha dün sizin varlığınızı hayır gören yaratıcı, bugün ise ölmenizi sizler için hayırlı kabul etmektedir.

9- Tevhidi bırakıp buzağıya tapmanın günahı özür dilemek ve ağlamakla telafi edilemez. Bu tarihi günah, tarihi tevbeyle giderilmelidir. Bu tevbe nesilleri ve asırları etkilemelidir. Kılıçlarınızı alarak birbirinizi öldürmelisiniz ki Allah sizleri affetsin.

وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَى لَن نُّؤْمِنَ لَكَ حَتَّى نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ (55)

55- “Hani “Ya Mûsa! Allah'ı apaçık görmedikçe sana iman etmeyeceğiz” demiştiniz de bakıp durur olduğunuz halde sizi yıldırım çarpmıştı. ”

Tefsir

Hz. Musa’nın kavmi iki gruba bölündüler: Bir grubu Musa ile birlikte münacat ve Allah’ın kelamını dinlemek için Tur dağına gitti. Ama onlar da Musa’nın Allah ile konuşmasını duyunca şöyle dediler: “Bu sesin Allah’ın sesi olduğunu nereden bilelim? Allah’ı apaçık gözlerimizle görmeliyiz. ”

İkinci grup ise Harun ile geride kaldılar. Onlar da Hz. Musa’nın gıyabında buzağıya taptılar. A’raf suresinde Allah’ı görmeyi isteyenler hakkında şöyle buyurulmaktadır: "onları sarsıntı tutunca” [29]

Belki de yıldırım zelzeleyle birlikte inmiş ve onlar bu yıldırımla ölmüşlerdir. Çünkü sonraki ayet şöyle buyuruyor: “Sizi ölümden sonra yeniden dirilttik. ” Belki de yıldırım, deprem ve bir grubun ölmesi iki ayrı olayda vaki olmuştur: Birincisi denizden geçip Musa’dan put istediklerinde, ikincisi ise Samiri olayından sonra.

Mesajlar ve Nükteler

1- Geçmişlerin yersiz beklentileri ve inatçılıklarının akıbetinden ibret alınız. “iman etmeyiz…sizi tutunca”

2- Soru soranların ruhi yapısı aynı değildir. Hem Musa hem de diğerleri Allah’ı görmek istemiş, ama Musa halk adına edeble şöyle demiştir: “Bana göster” Ama Musa’nın kavmi tekebbür içinde şöyle demiştir: “Allah’a apaçık görmeden sana iman etmeyiz. ” Bu yüzden Allah Musa’ya, “Beni asla göremezsin” derken, Musa’nın kavmine azap indirdi.

3- Ey İslam Peygamberi insanların yersiz isteklerinden endişe etme, zira insanlar Musa’dan daha tehlikeli şeyler istemişlerdi.

4- Bazıları için mantık, istidlal ve öğüt yeterlidir. Ama bazıları için kahır ve galebe gereklidir.

ثُمَّ بَعَثْنَاكُم مِّن بَعْدِ مَوْتِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (56)

56- “Ölümünüzden sonra, şükredesiniz diye sizi tekrar diriltmiştik”

Tefsir

Bu yeniden diriltmek A’raf suresinde yer aldığı üzere Hz. Musa’nın duası, endişesi ve perişanlığından sonra vaki olmuştur. İnşallah ileride bu konuda açıklama yapılacaktır.

Mesajlar ve Nükteler

1- Ric’at ve yeniden diriliş bu dünyada da gerçekleşmiştir.

2- Bazı acı olayların baş göstermesi ve zorluklardan kurtuluşun felsefesi insana şükretme ruhunun kazandırılması içindir.

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَى كُلُواْ مِن طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَـكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ (57)

57- “Bulutla sizi gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, “Verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin” dedik. Onlar bize değil, fakat kendilerine zulüm ediyorlardı. ”

Tefsir

İsrailoğulları’nın Firavun'un sultasından kurtulmasından sonra, Filistin topraklarına girmeleri emredildi. Onlar orada zalim insanların olduğu bahanesiyle gitmediler. Musa'ya, "Allah'ınla oraya git ve savaş, biz burada oturmuşuz. ”dediler. Allah'ın kahrı/gazabı onları kuşattı, kırk yıl Tih çölünde kaldılar. Ama Allah yine de onlara bulutları gölge olarak gönderdi ve onlara iki çeşit doğal yiyecek olan “men ve selva” [30] (kudret helvası ve bıldırcın) indirdi

Mesajlar ve Nükteler

1- Allah'ın rızık vermesi bir takım şartlarla sınırlı değildir; çölde bile gökyüzünden rızık indirir.

2- İlahi emirlere isyan, kendine zulümdür.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tevbe dönüş manasınadır. Allah’a isnat edilince pişman ve hatakar kuluna merhamet ve lütfüyle yönelmesi manasınadır. “O’dur tevvab” İnsana isnat edilince hatakar insanın Allah’a dönüşü manasınadır. “O’na döndü suresi, tevbe etti”

[2] Durr’ul-Mansur c. 1, s. 60-61

[3] A’raf suresi, 23. ayet

[4] Gerçi Adem’in hatasını itiraf etmesi ve tevbesi Allah’ın onu affetmesine neden oldu. Ama tevbeden sonra yeniden cennete geri dönmesi düşünülemezdi. Zira bu hatanın doğal etkileri ilahi aftan ayrı bir şeydir. Bu yüzden yeniden iniş emri verildi ki “Ey Adem sen, soyun ve iblis cennetten inin. ” Elbette önceki birkaç ayette verilen iniş emri bir tür kahırla birlikte anılmıştır ama bu ayette Adem’in tevbesinden sonra olduğu için sıradan bir şekilde beyan edilmiştir ve ilahi hidayete uydukları taktirde korku ve üzüntülerinin kalmayacağı müjdelenmiştir.

[5] Kur’an’da imamet meselesine de “aht” (söz) denmiştir. Nitekim Bakara 124. ayette şöyle buyurulmuştur: “Zalimler ahdime erişemez. ” O halde ahde vefa burada İmam’a ve ilahi öndere bağlılık ve itaattir. Hakeza bir rivayette de namazın ilahi bir ahit olduğu yer almıştır.

[6] Maksad Kur’an’ın tahrif edilmemiş Tevrat ile uyumudur. Üstelik bu uyum tümel ve icmali bir uyumdur; tüm hükümlerde değil.

[7] Nehc’ul Belağa Kısa sözler.

[8] Tefsir-i Numune, c. 1, s. 214’den naklen.

[9] Bihar c. 2, s. 37

[10] Tefsir-u Nur’is-Sekaleyn, c. 1, s. 57

[11] Nehc’ul-Belağa 175. Hutbe

[12] Nehc’ul Belağa 73. Hikmet

[13] Secde suresi, 24. ayet

[14] Necm suresi, 28. ayet

[15] Bakara suresi, 249. ayet

[16] Casiye suresi, 16. ayet

[17] Bakara suresi, 254. ayet

[18] Secde suresi, 4. ayet

[19] Bakara suresi, 255. ayet

[20] Enbiya suresi, 28. ayet

[21] Mümin suresi, 18. ayet

[22] Tahrim suresi, 10. ayet

[23] Nisa suresi, 31. ayet

[24] Hud suresi, 114. ayet

[25] Yunus suresi, 92. ayet

[26] Taha suresi, 77. ayet, Şuara suresi, 63. ayet, Duhan suresi, 24. ayet

[27] A’raf suresi, 142. ayet ve Taha suresi, 86. ayet

[28] Nisa suresi, 48. ayet ve 116. ayet

[29] A’raf suresi, 155. ayet

[30] “Gımam” İsrail oğullarına gölge yapan, yağmursuz bulutlara denmektedir. Yağmurlu bulutlara ise “sehab” ve “gim” denmektedir. “Men” ağaçlarda damla şeklinde oluşan zamka(kudret helvası) denmektedir. Bazılarına göre de maksat bal veya mantardır. Selva ise güvercine benzeyen bir kuşun (bıldırcın) adıdır. Velhasıl Allah bu iki nimeti İsrail oğullarına verdi. Rivayetlerde de yer aldığına göre bu iki nimet sabah ezanı vakti ile güneşin doğuşu arasında nazil oluyordu.

 

Myanmar’da Müslüman nüfusa yönelik şiddet devam ediyor. Ülkenin batı bölgesinde Budistler tarafından gerçekleştirilen saldırılarda 5 Müslüman hayatını kaybetti. Görgü tanıkları, 800'e yakın Budist’in Müslümanların yaşadıkları yelere saldırdıkları, birçok evi ateşe verdiklerini bildirdi.

Müslüman yetkililer, Müslümanların korku içinde yaşadığını kadın ve çocukların ormanlık alanlarda saklandığını açıkladı. Müslüman yetkililer güvenliğin hükümet tarafından sağlanması gerektiğini, Müslümanlar olarak derin hayal kırıklığı içinde olduklarını söyledi.

Hayatını kaybeden 5 Müslüman’ın bıçaklanarak öldürüldüğünü belirten yetkililer, ölenlerin arasında 94 yaşında bir kadının da olduğunu bildirdi.

Polis yetkilileri geçen Cumartesi'nden bu yana devam eden şiddet olaylarında 59 ev ve bir caminin ateşe verildiğini söyledi.

Uluslar arası toplum bölgede huzursuzluğun giderek yükseldiğine dikkat çekerek, hükümetin biran önce tedbir alması gerektiğini ifade ediyor.

Nüfusunun büyük çoğunluğunu Budistlerin oluşturduğu Myanmar'da Haziran 2012'de başlayan gerginlik, çoğu Müslüman yüzlerce kişinin ölümüne neden olmuş, olaylar yüzünden 140 bin civarında kişi yer değiştirmek zorunda kalmıştı.

 

 

Perşembe, 03 Ekim 2013 06:48

İran- ABD Görüşmeleri Sonuç Verir mi?

 Bismillah

İran- ABD ilişkilerinin 34 yıllık geçmişini ayrıntılarıyla olmasa da genel olarak izleyen herkes, BM Yıllık Genel Kurulu bahanesiyle son günlerde iki ülke üst düzey yetkilileri arasında masaya oturma isteğinin geçmişe göre arttığını görebilir.

Görüşmeye dair temayülün ABD tarafından son dönemde artımasının önemli sebepleri vardır.

1-Herşeyden önce Batı dünyasının lideri konumundaki ABD geçen bu dönemde başvurduğu bunca yöntemlere rağmen İran islam cumhuriyetini yıkıp yerine kendi çizgisine yakın bir rejim kurdurmayı başaramadı. ABD’nin bu yöndeki çabalarının ayrıntıları konusunda birkaç yıl önce ele aldığımız değerlendirmeye bakılabilir: http://rasthaber.com/yazar_94_37_abd--iran-savasi.html

2-İran’ın geçen bu dönemde İslam dünyası başta olmak üzere dünya halkları yanındaki saygınlığı artmış ve bu süreç ABD’nin istemediği hızda ilerlemektedir. İran hakkında sürdürülen bunca dezenformasyona rağmen İran’ın ABD’nin dalanı konumundaki Güney Amerika ülkelerine kadar uzanması Amerikalıları derinden kaygılandırmaktadır. Ortadoğu’nun güçlü ülkesi İran’ın Rusya ve Çin gibi devlerle işbirliğini artırması ise dünyanın geleceğini etkileyici ve görmezden gelinemez bir durumdur.

3- Komşuları Afganistan ve Irak’ın askeri olarak NATO ve Batılı ülkelerce işgal edilmesine ve doğudan ve batıdan kıskaç altına alınmasına rağmen İran’ın teslim olmaması bir yana bu ülkelerdeki nüfuzunun arttığına tanık olunmuştur. Irak, Suriye ve Lübnan’da son yıllarda doğal bir şekilde oluşan anti emperyalist direniş cephesinin baş oyuncusu hiç şüphesiz İran’dır ve bölge meselelerinin İran olmaksızın görüşülüp çözüme kavuşturulması mümkün değildir.

4- İlk sıralar insan hakları ihlalleri ve daha sonra nükleer proğramı bahane edilerek bu ülkeye karşı otuz yıla yakındır sürdürülen askeri, ekonomik ve teknolojik yaptırımlar sonuç vermediği gibi İran’ın bu sahalarda gelişmesine ve hatta bazı alanlarda kendine yeterli konuma gelmesine yol açmıştır.

5- Nükleer proğramı konusunda İran’a on yıldır artırılarak uygulanan uluslararası baskı ve felç edici yaptırımlara rağmen İran nükleer proğramından geri adım atmamıştır. İran’ın nükleer teknolojiye asla sahip olmaması gerektiğini açıkça ilan eden Batı’lılar, İran’ın 2004 yılında araştırma amaçlı 3 adet santrifuj bulundurmasını bile kabul etmezken bugün onbinlerce santrifujla uranyum zenginleştirdiğini sadece seyretmektedir. 2010 yılında Tahran’daki araştırma ve ilaç üretimi amaçlı reaktöre %20 zenginleştirilmiş uranyum verme karşılığında İran’ın elindeki %3 zenginleştirilmiş uranyumu yurt dışına çıkarma şartı koşan Batı, şimdilerde İran’ın %20 zenginleştirilmiş uranyumu reaktörde yararlanılacak kapsül ve aksesuarlarıyla ürettiğine tanık olmaktadır ve...

Ve işte bu sebeplerden dolayı Batı ve öncüsü ABD’nin İran’la görüşme yapmaktan başka çaresi bulunmamaktadır. İranla görüşmek için fırsat kollayan Batı, son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde işbaşına gelen Hasan Ruhani ve ekibini ise görüşmelere başlamak için bir bahane olarak görüyor. Halbuki İran’ın dış dünyayla, özellikle de Batı ile ilişkiler siyasetinde herhangi bir değişiklik meydana gelmemiştir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da İran’ın yeni hükümeti yetkilileriyle yaptıkları doğrudan görüşmeler ve daha önce verdikleri demeçlerde ABD makamlarının açıklamalarına benzer ifadeler kullanmaları aynı yönteme başvurduklarını gösteriyor. İran’ın Türkiye ile ilişkilerinde herhangi bir değişiklik gözlenmediği bir yana iki ülke arasındaki ilişkiler Ahmedinejad hükümetleri döneminde her açıdan zirvesine ulaşmıştı. Suriye meselesinde Batılıların oyununa gelerek İran’la işbirliğinden kaçınan AK Parti hükümeti yetkili makamları anlaşılan Batı’ya fazla güvenip yaptığı hatayı itiraf etmek yerine kamuoyunu bu ülkenin bölgesel anlaşmazlıklarda yer almasına hazırlamak için İran’da yeni hükümetin tavrını bahane olarak göstermek yöntemini seçmektedir.

İran açısından son gelişmelere bakacak olursak;

1- İran eşit şartlarda görüşmelere açık olduğunu yıllardan beri tekrarlayıp durmaktadır. Uluslararası sözleşmeler çerçevesinde haklarından vazgeçmeyeceğini ve hakkından fazlasını istemediğini her defasında dile getirmektedir. Nükleer teknoloji programında da NPT’ye(Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Sözleşmesi) bağlı kalacağını, bu sözleşme çerçevesinde UAEK ile her türlü işbirliği ve şeffaflığa hazır olduğunu bildirmiştir. Hasan Ruhani ekibi de aynı siyaseti takip etmektedir..

2- İran yukarıda saydığımız sebeplerle gelinen noktada zaman ve oluşan uluslararası şartları da dikkate alarak –ilkelerinden vazgeçerek değil- daha güçlü bir konumda olduğuna inanıyor ve bu yüzden görüşmelerde daha esnek davranabileceğini ortaya koyuyor. İran’ın kaydettiği ilerlemeler karşısında on yıl öncesine göre daha zayıf konumda bulunan ABD’nin önceki şartlarından geri adım attığını da dikkate alarak daha büyük kazanımlar için önceki kazanımlarından bazılarından vazgeçebileceği mesajını vermektedir. Örnek olarak Ahmedinejad hükümeti döneminde uranayumu %20 oranında zenginleştirmeye dair elde edilen kazanıma göz yumarak nükleer dosyasının BM Güvenlik Konseyinden UAEK’ye aktarılmasını ve ekonomik-teknolojik yaptırımların hafifletilmesini sağlıyabilir. Yani önceki hükümetin siyasetleri doğrultusunda, hatta önceki hükümetin mirasından harcayarak, ama yeni bir yöntemle İran’ın kazanımlarına yenilerini ekleyebilir.

3- İran’ın yeni hükümetinin izlediği yöntem hakkında koparılan yaygaralar ve Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ekibinin bu fırsatı kullanarak İran içinde bunu kendi lehine kullanma çabaları, İran’ın İslam İnkılabı ile edindiği ilkelerinden taviz verdiği olarak algılanmamalıdır. İran’daki anayasal yapı ve kurumların yetkileri ve görevleri konusunda bilgisi olanlar izlenen yöntemin önceki hükümetin hazırladığı şartlara uygun ve bütün bir sistemin isteği doğrultusunda geliştiğini onaylarlar. Ahmedinejad’ın radikal çizgisine karşı Ruhani’nin ılımlı siyaseti vb sözler tarafların üzerlerinde hissettikleri iç baskıları hafifletmeye yöneliktir. Hasan Ruhani ve Dışişleri Bakanı M. Cevad Zarif’in önceki İran’lı yetkililerden farklı konuştuklarına dair Amerikan makamlarınca yapılan açıklamalar gerçeklerden öte kendi arzularını yansıtıyor. Çünkü Ruhani ile Ahmedinejad’ın BM Genel Kurulunda yaptıkları konuşmaların metinleri incelendiğinde İran’ın nükleer programı, Suriye de dahil bölgesel meseleler, Filistn davası ve İsrail’in cinayetleri konusunda aynı çizginin takip edildiği görülmektedir ve bunlar İslam cumhuriyeti’nin değişmez siyasi çizgisini göstermektedir.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında ABD’nin daha çok ve İran’ın daha az ihtiyaç duyduğu ABD- İran ilişkilerinde iyileştirme yakın ve hatta orta zamanda mümkün gözükmüyor. Çünkü;

1- İran tarafında eşit şartlarda ilişkilerin iyileştirilmesi için bir kararlılık ve irade olmasına rağmen Amerikan tarafının aynı kararlılık ve irade göstermesi mümkün değildir. Çünkü ABD’nin İran’ı uluslararası ilişkilerde eşit şartlarda bir partner olarak görmesi Batı blokunun ağır bir yenilgiyi kabul etmesi demektir.

2- Buna ilaveten İsrail’in varlığını kabul etmeyen bir İran’ın Amerikan Kongresi de dahil ABD içindeki siyonist odakların kontrolündeki karar mekanizmalarının hazmedeceği bir durum değildir. Çünkü ABD’ye hakim açık ve gizli güç odaklarının hemen hepsi İsrail’in çıkarlarını Amerikan çıkarlarına tercih ederler ve İsrail’in varlığını kabul etmeyen bir İran’la ilişkilerin normalleşmesine izin vermezler.

3- Durum İran açısından da farklı değil. İsrail’in varlığını kabul eden bir İran, Filistin davasına sırt çevirmiş, mustazafların sesine kulak tıkamış, adil dünya düzeni ülküsü ve genel olarak İslam inkılabının ilkelerinden vazgeçmiş bir İran’a dönüşür. Bu ise İran içindeki ve dünyanın her yanındaki inkılapçı müslümanların hazmedemiyeceği bir durumdur.

Ne ABD’nin ne de İran’ın buna hazırlıklı ve niyetli olduğunu sanmıyoruz. Ama her iki taraf da ihtiyaç duydukları oranda ve sınırlı da olsa kendi problemlerini gidermeye ve en azından karşı tarafın elinden kozlarını almaya çalışacaktır.

Y. ZİYA T.YILMAZ

 

 İran Cumhurbaşkanı Ruhani’nin New York seyahatine gösterilen tepkilere işaret eden İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, dış politikada temel çizgimiz İslam İnkılabı Rehberi’nin belirlediği çizgi olduğunu ifade etti.

MHA'nın bildirdiğine göre, Netanyahu’nun BM 68. Genel Kurul Toplantısı’da yapacağı konuşmasının öncesinde İRİB Haber Merkezi’ne New York’ta konuşan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Siyonist rejimin başbakanı Netanyahu’dan yalan ve korku yaratmaya yönelik konuşmasından bir şey beklenmemesinin yanısıra dünyanın da onun yalanlarına kulak asmaması gerektiğini ifade etti.

Son altmış yılda Filistin halkını katliam eden ve zulüm yaşatan bölge için tehdit oluşturduğunu söyleyen Zarif, buna rağmen kendini insan hakları yanlısı olarak göstermek isteyen Siyonist rejimi dünyadan haraç almak istediğini konuşmasına ekledi.

Cumhurbaşkanı Ruhani’nin New York seyahatine gösterilen tepkilere işaret eden İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, dış politikada temel çizgi İslam İnkılabı Rehberi’nin belirlediği çizgi olduğunu ifade etti.

Zarif, dış politikada sabırlı olmak gerektiğini, duygusallaşmanın ise bu alanda zararlı olduğunu konuşmasına ekledi.

 

Kur’an’ın müfessirleri ve özü olan Ehlibeyt İmamlarından uzak kalanlar Allah’ın insanların maslahatı için öngörmüş olduğu hükümlerin hikmet ve felsefesini anlamadıklarından, Allah’ın Kur’anda hükmünü açıkladığı bazı hükümleri bile eleştirme cüretini göstermekte ve akıllarınca Allah ve Peygamberin caiz saydığı hükümleri yasaklamaya kalkmaktadırlar! Ve maalesef ellerindeki devlet gücüyle yerine göre bunda başarılı da olmuşlardır. İslam’ın özünden habersiz olan bu zatlar Kur’an-ı natık olan Ehlibeyt imamlarına müracaat edecekleri yerde sözlerini kanıtlamak için her türlü tahrif ve çarpıtmaya gitmişlerdir. Kur’anda hükmü açıklanan konulardan biri de MUTA nikahıdır. Bazıları utanmadan Muta nikahını zina ve cihat nikahına benzetecek kadar küstahlaşmaktadır. Bu yazıda Kur’anda hükmü açıklanan “muta nikahı”nın yeni bidat “cihat nikahı” ve “zina” ile arasındaki farkları ele alacağız.

 

Muta Nikahı ile “Cihat Nikahı” ve “Zina” Arasındaki Farklar

Kur’an’ın müfessirleri ve özü olan Ehlibeyt İmamlarından uzak kalanlar Allah’ın insanların maslahatı için öngörmüş olduğu hükümlerin hikmet ve felsefesini anlamadıklarından, Allah’ın Kur’anda hükmünü açıkladığı bazı hükümleri bile eleştirme cüretini göstermekte ve akıllarınca Allah ve Peygamberin caiz saydığı hükümleri yasaklamaya kalkmaktadırlar! Ve maalesef ellerindeki devlet gücüyle yerine göre bunda başarılı da olmuşlardır. İslam’ın özünden habersiz olan bu zatlar Kur’an-ı natık olan Ehlibeyt imamlarına müracaat edecekleri yerde sözlerini kanıtlamak için her türlü tahrif ve çarpıtmaya gitmişlerdir. Kur’anda hükmü açıklanan konulardan biri de MUTA nikahıdır. Bazıları utanmadan Muta nikahını zina ve cihat nikahına benzetecek kadar küstahlaşmaktadır. Bu yazıda Kur’anda hükmü açıklanan “muta nikahı” ile yeni bidat “cihat nikahı” ve “zina” arasındaki farkları ele alacağız.

Kısaca Muta ile Zina Arasındaki Farklar

Kadının rızası olmadan muta nikahı gerçekleşmez, batıldır. Ancak zina ve cihat nikahında böyle bir şart söz konusu değildir.

Muta nikahında kadın, kararlaştırılan süre zarfında erkeği ile birlikte olabilir. O süreden sonra bir birlerine namahrem ve haramdırlar ve artık aralarında önceki gibi bir ilişki söz konusu değildir. (ancak yeniden nikah kıymak şartıyla bu mümkün olabilir) Ancak zina ve cihat nikahında böyle bir mahremlik söz konusu değildir.

Evli bir kadınla, ölmüş bir kadınla, dinsiz bir kadınla, mahremle (anne, kız kardeş, kız…) muta nikahı yapılamaz. Evli, ölmüş ve dinsiz kadınlarla zina ve cihat nikahı yapılabilmektedir.

Muta nikahından sonra kadın, hemen başka bir erkekle muta nikahı yapamaz. Bunun için iki adet dönemini (60 gün kadar) beklemeli veya 45 gün süre ile iddet beklemelidir. Ancak zina ve cihat nikahında böyle bir süre söz konusu değildir. Bir günde yüzlerce insanla zina yapılabilmektedir.

Muta nikahı kıyan erkek, bazen muta nikahını daimi evliliğe çevirmekte ve onunla daimi nikah kıymaktadır, ancak zina eden kadınla hiç kimse güvenmediğinden daimi nikah kıymaya yanaşmamaktadır.

— Zina ve cihat nikahında kadın, bir günde 10 veya daha çok erkekle bile cinsel ilişkiye girebilir, ancak muta nikahında kadın yalnızca bir kişi ile nikah kıyabilir. Ondan sonra da iddetini beklemek zorundadır.

— Zinadan dünyaya gelen çocuk, (İslam mezheplerinin görüşüne göre) veledi zinadır, ne anneye ve ne de babaya aittir. Ancak muta nikahından olan çocuk şeri olarak anne ve babasına aittir.

— Zina ve cihat nikahında kadın, erkeklerin şehvetlerini tatmin etme aracıdır, ancak muta nikahı kadına şahsiyet vermekte ve onurunu koruyarak, onun maddi ve cinsel ihtiyaçlarını helal yoldan karşılamaktadır.

— Zina ve cihat nikahı cinsel yolla bulaşan hastalıkların yayılmasına neden olmaktadır, ancak muta nikahında normal evlilikte olduğu gibi gerekli tedbirlerle hiçbir hastalık söz konusu değildir.

Muta nikahında daimi nikahta olduğu gibi karı koca arasında nikah akdi okunmaktadır. Nikah akti gerçekleşmeden birbirlerine namahremdirler. Ancak zina ve cihat nikahı denilen şeyde nikah akdi söz konusu değildir.

EVLİLİKLE ZİNA’NIN FARKLARI

1. Had: Zinanın haddi vardır, ancak nikahın haddi yoktur.

2. Mihriye: Zinanın mihriyesi yoktur, ancak nikahın mihriyesi vardır.

3. İddet: Zinanın iddeti bulunmamaktadır,[1] ancak nikahın iddeti vardır.

4. Nesep (soy): Zina ile nesep ve soy oluşmaz, ancak nikah nesep ve soy oluşturur.

GEÇİCİ EVLİLİKLE ZİNA ARASINDAKİ FARKLAR

Zina ve geçici nikah (muta) arasındaki farklara geçmeden önce her ikisinin de tanımını yapalım. Zinanın tanımı için şöyle söylenmiştir: “Şer’i nikah olmadan kadına (cinsel olarak) yakınlaşmak zinadır.” Geçici nikahın tanımı hakkında şöyle diyebiliriz: “Süre ve mihriyesi belli olan şer’i nikahla kadına (cinsel yolla) yakınlaşmaya muta nikahı denir.” Bu iki tanımı dikkate alırsak aralarında bir çok fark ortaya çıkmış olacaktır. Onların bazılarına değiniyoruz:

1. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “zina” eylemi إِنَّهُ کَانَ فَاحِشَةً وَسَاءَ سَبِیلاً “Şüphe yok ki zina çirkin bir hayâsızlık ve çok kötü bir yoldur.”[2] Ancak geçici nikah (muta) Allah’ın hikmeti ve ilmi üzere insanların maslahatı icabıdır: إِنَّ اللَّهَ کَانَ عَلِیماً حَکِیماً “Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.”[3] Allah Teâla Kur’an-ı Kerim’de muta ve geçici nikah hakkında şöyle buyurmaktadır:

وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَاءِ اِلَّا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْ كِتَابَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَاُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَاءَ ذٰلِكُمْ اَنْ تَبْتَغُوا بِاَمْوَالِكُمْ مُحْصِنينَ غَيْرَ مُسَافِحينَ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِه مِنْهُنَّ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ فَريضَةً وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فيمَا تَرَاضَيْتُمْ بِه مِنْ بَعْدِ الْفَریضَةِ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَليمًا حَكيمًا

“Sahip olduğunuz cariyeler müstesna evli kadınlar (ile evlenmeniz) da haram kılınmıştır. Allah'ın farz kıldığı hükümlere bağlı kalın. Bunun dışında kalanı iffetli olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı. O hâlde, ne zaman onlarla muta nikâhı yaptınızsa, (ona karşılık kesilen) ücretlerini bir farz olarak (kararlaştırılmış şekilde) verin. Mehir kesiminden sonra, (ücret veya süre hususunda) karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur. Allah, hiç şüphesiz bilendir, hikmet sahibidir. (Nisa Suresi, Ayet: 24)

Bu ayette zina ile muta arasındaki fark açıklanmıştır:

Yabancı (namahrem) bir erkekle, yabancı (namahrem) bir kadın arasında hiçbir nikah olmadan veya kadın iddet halinde olursa yahut kadının kocası olursa bu halde aralarında yaşanan cinsel ilişkiye zina denir. Ancak muta nikahı: Kur’an’da bizzat geçen bir nikahtır ve onu açıkça beyan etmiştir:

فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِه مِنْهُنَّ فَاٰتُوهُنَّ اُجُورَهُنَّ فَريضَةً

“Muta yaptığınız kadınlara, ücretlerini bir farz olarak veriniz. (Nisa, 24)[4]

1. Muta nikahı (geçici nikah da söylenmektedir) daimi evlilik gibi icap ve kabul dediğimiz nikah akdine sahiptir. Dolayısıyla iki tarafın kalben razı olması, yazması, çizmesi işaret etmesinin hiçbir faydası yoktur. Zina ve cihat nikahı denilen bidat nikahta böyle bir şey söz konusu değildir.

2. Kadın, geçici nikah dönemi süresince daimi evlilikte olduğu gibi erkeğin ihtiyarında olmak zorundadır. Namahrem oldukları için normal evlilikte olduğu gibi başka erkeklerle görüşme ve ilişkisi zina hükmündedir. Ancak zinada bu tür şeyler söz konusu değildir. Bir bununla bir onunla yatar. Bir günde onlarca kişiyle cinsel ilişkiye girebilir.

3. Muta nikahında kadın, geçici nikah süresi dolduktan sonra iddetini beklemek zorundadır. Eğer kadın aybaşı adeti görüyorsa ve ilişkiye girilmişse iki aybaşı dönemi iddet beklemelidir. (Bu da yaklaşık olarak 2 AY etmektedir) Eğer aybaşı adeti görmüyorsa 45 gün iddet beklemelidir. Bu süre zarfında daimi nikahta olduğu gibi başka bir erkekle evlenemez. İster bu süre zarfında çocuğun olmasını engelleyecek (kondom, hap, aylık iğneler, deri altı kapsülleri, tüplerin bağlanması… vb.) şeyler kullanılsın isterse kullanılmasın hüküm aynıdır. Ancak zina veya cihat nikahında böyle bir durum söz konusu değildir. Zina ve cihat nikâhında erkek sayısı ve zaman sınırsızdır. Bir günde yüzlerce erkekle bile ilişkiye girilebilmektedir.

4. Eğer erkek, geçici evlilik yaptığı eşinden çocuk sahibi olursa daimi evlilikteki çocukları gibi onu korumak ve nafakasını vermek zorundadır. Ancak zina ve cihat nikahı şer’i ve yasal olmadığı için çocuk erkeğin himayesinden yoksundur.

5. Eğer erkek, geçici nikah sonrası ölürse, muta nikahıyla dünyaya gelen çocuk daimi nikahta olduğu gibi ondan miras alır ve onun mirasçısı olur, ancak zina ve cihat nikahında bu söz konusu değildir. Çünkü zina yoluyla dünyaya gelen çocuk veledi zina hükmündedir ve çocuğun babası bile genellikle belli değildir.

6. Geçici nikahta, vakit ve mihriye belirlenmelidir. Bunlar olmadan okunan nikah batıldır. Nikah okunur okunmaz erkek kadının mihriyesini vermekle mükelleftir. Ancak zina ve cihat nikahında vakit ve mihriye söz konusu değildir. (zina da kadına verilen para mehriye değildir. Ve ayrıca zinadan sonra kadına para bile verilmeyebilir.)

7. Eğer bu çirkin zina ve cihat nikahı yoluyla gayri meşru çocuklar dünyaya gelirse, aralarında hiçbir irtibat olmayacak ve kendilerini birbirlerine yabancı olarak bileceklerdir. Çünkü bağ ve ilişkiye neden olan aile asaletinden, şefkat ve muhabbetten nasipsizdirler. Ancak geçici nikah yoluyla eğer çocuk sahibi olunursa, yasal ve şer’i olduğu için daimi evlilikle dünyaya gelen çocuklarla aralarında hiçbir fark yoktur.

8. Zina genellikle kaygı ve korkuyla iç içedir, özellikle eğer bu işi yapan iman sahibi bir müminse bu daha da şiddetlenir. Hatta eğer bu ilişkiden bir çocuk sahibi olursa doğal olarak kaygı ve korkuyla iç içe olan bir ilişkiden oluştuğundan bu durum fiziksel, ruhi ve manevi olarak çocuğa yansıyacaktır. Ama Kur’an-ı Kerim’in mubah bildiği, şer’i ve yasal olan geçici nikahla bu (cinsel) yakınlaşma olursa bahsi geçen sıkıntıların hiç birisi yaşanmayacaktır.

9. Gayri meşru yolla dünyaya gelen çocuklar kendilerini kimseye mensup bilmemekte ve birilerinin şehvet ve cinsi isteklerinin eseri olarak dünyaya geldiklerini bilmektedirler. Sonuç olarak topluma depresyonlu ve sorunlu kişiler kazandırılmış olmakta ve bu da toplumdaki emniyet ve asayişi ortadan kaldırmaktadır. Ancak helal yolla olan çocukların hiç birinde bu tür sıkıntılar söz konusu değildir. Gayri meşru yolla dünyaya gelen çocuk geleceğini belirsiz bilmekte, ancak şer’i ve yasal olarak dünyaya gelen çocuk böyle düşünmemektedir. Zira aile asaletine sahip ve soyu başkaları tarafından bellidir.

10. Kadın ve erkek ilişkileri daimi nikahta olduğu gibi geçici nikah kalıbında yol aldığından evlilik ilişkilerini kendiliğinden yönetecektir. Böylelikle çok sayıda insanla ilişkiler azalacaktır. Ve bu ilişkiler belirli yasalar çerçevesinde olduğundan doğal olarak cinsel birleşme yoluyla bulaşan bir çok hastalıklarda kendiliğinden azalacak ve ruhsal ve fiziksel olarak sağlıklı kadın ve erkekler topluma kazandırılmış olacaktır. Burada açıklanan birkaç farkla Kur’an-ı Kerim’in neden zinayı yasakladığı, ancak geçici nikahı (muta) caiz ve mubah saydığının hikmeti de ortaya çıkmış olmaktadır.

Dolayısıyla, muta nikahı ile zina ve cihat nikahı arasında temel farklar bulunmaktadır. Çünkü zina da kadın için iddet yoktur. Şeri olarak bir birleri üzerinde hiçbir hak ve sorumlulukları yoktur. Eğer zina yoluyla çocuk dünyaya gelirse çocuk haramzadedir ve miras almaz. Ama muta nikahı, bir çeşit kısıtlanmış evliliktir. Ve kendisine göre yasa ve kanunları vardır. Aynı şekilde muta nikahı kıyıldıktan sonra veya nikah süresi bittikten ve iddet beklenmeye başlandığından itibaren kadın, hiçbir namahrem ile gayri meşru ilişki kuramaz ve evlenemez. Dolayısıyla muta nikahı daimi evlilik gibi nikah, mihriye ve iddet bekleme açısından aynı özelliğe sahiptir…

Muta Nikahını Zorunlu Kılan Bazı Deliller

Burada muta nikahını zorunlu kılan bazı sebeplere değiniyoruz:

1. Evlenme çağı geçmiş bakire kızlar. Kimse tarafından beğenilip evlenilmedikleri veya okul ve başka sebeplerden dolayı zamanında evlenmeyerek yaşı geçen evde kalmış kızların cinsel ve maddi sıkıntılarının karşılanması. (Bakire bir kız isterse 50 yaşında olsun farz ihtiyat gereği evlenmek için babasından izin almak zorundadır.)

2. Ölüm ya da boşanma sebebiyle dul kalan kadınların sayısındaki önemli ölçüde artışın meydana gelmesi. Aslında muta nikahının odak noktası da burasıdır. Genel olarak dul kadınlar için önerilen muta nikahı böyle duruma düşen kadınlar için aslında bulunmaz bir nimettir. Dul kadınların toplum içinde yaşadıkları ruhsal sıkıntılar, cinsel istekler ve maddi sorunları ancak yeniden evlenmeleri (daimi nikah) veya muta nikahı ile (geçici nikah) söz konusu olabilir. Ancak genç kızların bile oldukça geç evlenebildikleri Türkiye’de dul bir kadının daimi nikahla evlenmesi oldukça zordur. Böyle bir duruma düşen dul bir kadının, cinsel ve maddi ihtiyaçlarını karşılamak için zinaya yönelmesi kaçınılmazdır.

Yıllara Göre Türkiye’deki Boşanma İstatistikleri

Türkiye’deki boşanma sayılarında yıllara göre yaşanan artış ve boşanma yoluyla dul kalan kadın sayısı:

2006: 93 bin 489

2007: 94 bin 219

2008: 99 bin 663

2009: 114 bin 162

2010: 118 bin 568

2011: 120 bin 117

2012: 123 bin 325

3. Bazı evli erkeklerin cinsel problemler, kısırlık, hastalık gibi eşiyle yaşadığı sorunlarından dolayı kendisinden ayrılmaksızın başka bir eş edinme arzusu da bu nikâhı zorunlu kılmaktadır.

4. Bazı kadınların anne-babasına bakması sebebiyle onlarla birlikte kalma zorunluluğu.

5. Kocanın, eşinin yaşlılığı ya da çocuklarıyla ilgilenme vb. sebeplerle ondan istediği şekilde yararlanamaması ve boşamaya gitmeden bir başka eşle arzularını yerine getirmek istemesi.

6. Maddi imkânsızlıkları ailenin yükünü taşıyabilecek oranda iyi olmayan erkeklerin kocası ölmüş ya da boşanmış veyahut evlenme yaşı geçmiş bakire kızların (babasının izni ile) bu tür bir evliliğe razı olması.

7. Resmî veya ticârî işleri sebebiyle bulunduğu yerden bir başka beldeye sık gelip gidenlerin orada bu tür bir evliliğe ihtiyaç duymaları. (Ya helal yoldan geçici nikah kıyacaklar, ya da haram yoldan zina edeceklerdir. Başka bir alternatif ise mastürbasyondur. O da haram ve dinde caiz değildir.)

8. Evlilik yükü ve mehir miktarında artış sebebiyle erkeklerin emsalleriyle evliliklerinin zorlaşması.

9. Toplumun şehvete düşkünlük vb. yaftalarla çok evliliğe olumsuz ya da alaycı yaklaşımı sebebiyle ikinci bir evliliğe ihtiyaç duyanların uzak bir yerde bu evliliğe yönelmeleri.

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] — Tavzihu’l Mesail meraci, c. 2, s. 449 – 460; Tehriru’l Vesile, c. 2, s. 701 – 77 ve s. 734 – 736.

[2] — İsra, 32.

[3] — Ahzab, 1, İnsan, 30, Nisa, 11…

[4] — Ehli Sünnetin büyük müfessirlerinden Kurtubi şöyle yazmaktadır: Cumhurun görüşüne göre bu ayetten maksat, sadrı İslam’da uygulanan MUTA NİKAHI’dır. و قال الجمهور: المراد نكاح المتعة الذي كان في صدر الاسلام Kurtubi Tefsiri, c. 5, s. 130, Tethu’l Kadir li- Şevkani, c. 1, s. 449; Tefsiri Tabari, c,5 s. 18, Suyuti Tefsiri, c.4, s. 140, Tefsiri İbn Kesir, c. 1, s. 486.

 

Pazartesi, 30 Eylül 2013 06:50

En stratejik İHA üretime başladı...

İran İslam inkılâbı muhafızlar ordusu komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, İHA bombardıman uçağı olan Şahit-129'un tasarımdan üretime kadar tamamen muhafızlar ordusu uzmanlarınca gerçekleştiğini, bu topraklarda muhafızlar ordusu ve gönüllü seferberlik ordusu bilge uzmanlarının en stratejik İHA'yı İran İslam Cumhuriyeti için ürettiklerini duyurdu.

Tümgeneral Caferi Şahit-129 İHA'sının üretilmesi ile şer güçleri ve güvensizliklere karşı İslami vatanın toprakları ve sınırlarını korumak için yüksek kabiliyete sahip olduğuna işaretle, bu dakik ve ucuz teknolojinin ülke sınırlarındaki güvenliğin artmasına sebep olacağını söyledi.

İslami inkılâbı ordusu komutanı RQ 170 tipi Amerika İHA'sının ters mühendislik ve bilim çalışmalarının sona erdiğini, İranlı bilim adamlarının söz konusu amerikan İHA'sının bazı bölümlerini tasarlayarak ürettiklerine işaretle, yakın bir gelecekte İran yapımı RQ 170 tipi İHA ile ilgili olumlu haberler duyuracaklarını ifade etti.

İran Kara Kuvvetleri’nin en yeni İHA’sı “Yesir”, Kara Kuvvetleri Komutanı General Ahmet Rıza Purdestan’ın katıldığı törenle görücüye çıktı.

Yesir adlı İHA’nın beş km yüksekliğe çıkabildiği ve aralıksız 8 saat boyunca uçuş yapabildiği ve 200 km kadar uçuş menzili olduğu ve yer istasyonundan verilen komutları yerine getirebildiği belirtildi.

Yesir, İranlı uzmanların tasarım ve yapımı ile imal edilen İran silahlı kuvvetlerinin en yeni İHA’larından biri sayılır.

Yesir’in havalanmak ve inmek için havaalanına ihtiyacı bulunmuyor ve günün en modern kameraları ve teknolojileri ile donatılmış bulunuyor.

 

 

Cumartesi, 28 Eylül 2013 06:19

İran ordusundan RQ-170 açıklaması...

İran, CIA’in Kaşmer kentinde kaybettiği ve halen İran’ın elinde bulunan RQ-170 insansız hava aracının izleme kodlarının ve programlarının şifrelerini 2 yıla yakın bir süredir devam ettirdiği çalışmayla çözüme kavuşturduğunu açıkladı.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’nda görev yapan General Hüseyin Selami, Fars Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada Kasım 2011’de ele geçirdikleri, gözetleme görevi yapan RQ-170 numaralı insansız hava aracının kodlarını çözmeyi nihayet bitirdiklerini açıkladı.

İran, uçağı kendi hava sahasına izinsiz girdiği için düşürdüğünü açıklamış, CIA ise aracın kaybolduğu esnada Afganistan’da olduğunu söylemişti. Kaşmer kentinin Afganistan sınırına 225 km uzaklıkta olduğu biliniyor.

ABD, İran’dan uçağın geri verilmesini talep ettiğinde General Selami bir açıklama yapmış, “casusluk yapan bir aracı hiçbir ülke içindeki bilgilerle birlikte geri vermez, hiç kimse ülkesindeki casusluk faaliyetlerini hoş görmez” demişti.

Yaklaşık iki yıl sonra tekrar açıklama yapan Selami, “Uçağın bilgisayar sisteminin içindeki tüm bilgiler çözülmüş durumdadır ve yakın bir zamanda sadece RQ-170 hakkında değil, farklı konularda daha fazla iyi haberi de duyuracağız. İran Devrim Muhafızları Ordusu elektronik birimlerince bu model yeniden gözden geçirilmiş ve yeni bir versiyonunu geliştirmeyi başarmıştır” dedi.

İran tarafından daha önce yapılan açıklamalarda söz konusu uçağın teknolojisinin kopyalandığı belirtilmiş fakat uçağın topladığı istihbarat bilgilerinin şifrelerinin çözülüp çözülemediği hakkında herhangi bir ifade kullanılmamıştı.

 

 

İRAN İSLAM CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI SAYIN DR. RUHANI’NİN 68. BM GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIKLARI KONUŞMA

 Bismillahirrahmanirrahim

Hamd Alemlerin Rabbi Allah’adır. Efendimiz ve Peygamberimiz Muhammed’e, onun pak Ehl-i Beytine ve seçkin Sahabilerine Salat ve Selam olsun.

Sayın Başkan, Sayın Genel Sekreter, Değerli Konuklar, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Öncelikle, Genel Kurul Başkanlığına seçilmenizden dolayı Zat-ı Alinizi içtenlikle kutluyor, Sayın Ban Ki-Mun’a çabalarından dolayı takdirlerimi sunuyorum.

Sayın Başkan,

Dünyamız korku ve umut dolu bir dünyadır; bölgesel ve küresel çaptaki düşmAnca ilişkiler ve savaş korkusu, ölümcül mezhep, etnik ve milli kimliklerin karşı karşıya gelmesi korkusu, şiddet ve aşırıcılığın kök salması korkusu, yoksulluk ve ezici ayrımcılık korkusu, yaşam kaynaklarının çürümesi ve yok olması korkusu, İnsani haklara ve insan saygınlığına kayıtsız kalınması korkusu ve ahlaktan gaflet edilmesi korkusu.

Bütün bu korkular karşısında yeni umutlar da vardır: Tüm dünyadaki insanların ve seçkinlerin umudu “Barışa evet, savaşa hayır” “Çekişme yerine diyalog” ve “aşırılık yerine sağduyu” umududur.

Umut, tedbir ve orta yolun, son seçimlerde yüce İran halkı tarafından makulce seçilmesi bunun canlı bir örneğidir. Dine dayalı demokrasinin kendini göstermesi ve yürütme gücünün yavaşça intikali, İran’ın istikrarsızlıklarla dolu bir bölgede güvenli bir liman olduğunu gösterdi. Devletimizin ve halkımızın kalıcı barışa, istikrar ve huzura ve çekişmelerin barışçıl yollardan çözümlenebileceğine olan tam inancı ve gücün, kabul edilişin ve meşruiyetin destekçisi olan halkoyuna dayanması, böylesine güvenli bir ortamın sağlanmasında büyük rol oynamıştır.

Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Hassas bir dönemden geçen günümüz dünyasında tehlikelerle dolu uluslar arası ilişkilerde müstesna fırsatlar da mevcuttur. Kendimizin ve başkalarının durumunu değerlendirirken yapacağımız her türlü haksız yaklaşım beraberinde tarihi yaralar da getirecektir. Öyle ki bir aktörün yanlışı herkese olumsuz yansıyacaktır. Zarar görebilirlik bugün kuşatıcı küresel bir olgu halini almıştır.

Bu hassas dönemde uluslar arası ilişkilerde sıfır toplamlı oyun artık sona ermiştir. Ancak bir kısım aktörler kendi üstünlüklerini ve önceki hâkimiyetlerini korumak adına hala işlevini çoktan yitirmiş eski yöntem ve araçlara başvuruyorlar. Başkalarına boyun eğdirmek için militarizme yönelmek, askeri araçlardan yararlanmak ve şiddete başvurmak dünyamızda oluşan yeni şartlarda kullanılmaya çalışılan işlevselliğini yitirmiş eski yöntemlere örnektir.

Hegemonyacı zihniyet kendi hâkimiyetini sürdürüp korumak adına giriştiği ekonomik ve askeri girişimlerde bir takım basmakalıp kavramlardan yararlanmaktadır ki bütün bu kavramlar barış, güvenlik, insani onur ve insanlık karşıtıdır. Toplumları eşit hale getirmek ve batı değerlerini dünya değerleri olarak yaymak, soğuk savaş kültürünü korumak, kendini üstün görmek ve başkalarını ötekileştirmek adına dünyayı “Üstünler” ve “Üstün olmayanlar” olarak ikiye ayırmak ve ayrıca uluslar arası toplumda yeni aktörlerin ortaya çıkmaması için korku ve tehdit yaratmak bu kavramlara örnektir.

Böyle bir ortamda kamu ve kamu dışı, mezhebi ve hatta etnik şiddetler o kadar artış gösterir ki, büyük güçler arasındaki sakin dönemlerin bile şiddet içeren söylem ve eylemlerin tuzağına düşmemesi için hiçbir güvence bulunmamaktadır. Hiçkimse şiddet ve aşırıcılığın felaket dolu etkilerini basite almamalıdır.

Bu arada bölgesel aktörleri kendi doğal ortamlarından silmek için girişilen çabalarda izlenen şiddet yaklaşımları, dizginleme adı altındaki siyasetler, siyasi rejimlerin sınır dışından değiştirilmesi ve siyasi sınır ve hudutların bozulması yönünde beliren çabalar oldukça tehlikeli ve gerilim yaratacak türden çabalardır.

Uluslar arası siyasi teamüllerde uygar olan bir merkezin marjinalinde kalan uygar olmayan yüzü gösterilmektedir. Bu tasvirde küresel güçlerin odağı ile marjındakilerin orantısı emredici bir sistem uzerine kuruludur. Kuzey merkezcilik ve güney marjinalcilik söylemi uluslar arası ilişkilerde bir tür tek söylem ve monolog sisteminin yerleşmesine neden olmuştur. Yanlış kimlik sınırları yaratılması ve yabancı düşmanlığı bu söylemin yaygın bir sonucudur. Din karşıtı asılsız söylem ve propagandalar, İslamofobi, Şiafobi ve İranfobi gerçekte küresel istikrar ve beşer güvenliğine karşı ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.

Propaganda amaçlı bu söylemler, hayali tehditlerin dile getirilip telkin edilmesiyle tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. Bu hayali tehditlerden biri de hayali “İran tehdidi” dir. Bu hayali tehdit bahanesiyle değil midir ki son otuz yıl içinde ne denli hunharca ve vahşice cinayetler işlenmiştir. Saddam Hüseyin’in kimyasal silahlarla silahlandırılması ve Taliban’a verilen destek sadece bu cinayetlerden bazılarıdır. Ben buradan sağlam delillerle, kesin bir şekilde açıkça ilan ediyorum ki İran’ın tehdit olduğunu söyleyenlerin ya kendileri bizzat uluslar arası barış ve güvenlik aleyhinde tehdit oluşturuyorlar veya tehdidi körüklüyorlar. İran bir tehdit olmadığı gibi idealde ve pratikte sürekli olarak adil barışa ve çok yönlü güvenliğe çağrı yapmaktadır.

Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Dünyanın çok az yerinde, şiddet Batı Asya ve Kuzey Afrika’daki gibi yıkıcı olmamıştır. Afganistan’a askeri müdahele, Saddam Hüseyin’in İran’a dayattığı savaş, Kuveyt’in işgali, Irak aleyhinde girişilen askeri müdahale, Filistin halkını sindirmeye yönelik şiddet girişimleri, İran’da devlet adamlarının ve halkın suikasta kurban gitmesi ve Irak, Afganistan ve Lübnan gibi bölge ülkelerinde bombalı saldırılar, son otuz yılda bölgede yaşanan şiddete birer örnektir.

Mazlum Filistin halkının başına gelenler sistematik bir şiddetten başka bir şey değildir. Filistin toprakları işgal altındadır. Filistinlilerin temel hakları felaket denebilecek bir şekilde ihlal edilmektir. Evlerine, doğdukları yere ve ana vatanlarına dönmelerine izin verilmemektedir. Masum Filistin halkına karşı işlenen cinayetler, köklü bir şiddettir ki “apartheid” kavramı dahi bunu tanımlamada çok hafif kalır .

Suriye’de yaşanan insanlık dramı, bölgedeki şiddet ve aşırıcılığın meydana getirdiği felaketin hangi boyutlara ulaştığını göstermektedir. Biz başından beri bazı bölgesel ve uluslararası aktörlerin silah ve istihbarat kaynaklarını yönlendirmek ve aşırı grupları güçlendirmek suretiyle Suriye krizini militarizme etme çabaları karşısında Suriye krizinin çözümünün askeri yöntem olmadığını belirttik. Bölgesel dengeleri bozmaya dönük stratejik ve yayılmacı hedefler, insan sever kavramların arkasına gizlenmeye çalışılarak hayata geçirilemez. Uluslar arası toplumun ortak hedefi masum insanların öldürülmesine derhal son vermek olmalıdır. Biz her türlü kimyasal silah kullanımını kınıyoruz. Suriye’nin, Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi’ni kabul etmesini olumlu karşılamakla birlikte, aşırı grupların ve teröristlerin bu silahları ele geçirmesi halinde bölgenin büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalacağına ve bunun göz önünde bulundurulması gerektiğine inanıyoruz. Aynı zamanda günümüzde işlevselliğini yitiren tehdit yönteminin veya kaba kuvvetin yasa dışı bir şekilde kullanılması bölgedeki şiddeti ve krizi artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.

Terörizm ve masum insanları öldürmek şiddetin ve aşırıcılığın zirve noktasıdır. Terörizm tüm dünyayı kuşatan şiddet içerikli, sınır aşan bir felakettir. Ancak terörizmle mücadele adı altında geçekleştirlen şiddetler ve aşırılıklar, örneğin masum insanların insansız hava araçları kullanılarak öldürülmesi de kınanmayı hak etmektedir. Burada İranlı nükleer bilimcilerin katiller tarafından öldürülmesi konusuna da değinmek gerek. Bu insanların suçu neydi, niçin öldürüldü? Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi’nden sorulması gereken soru şudur: Bu insanları öldürenler kınandı mı?

Şiddetin bir diğer versiyonu ve temelde barışa aykırı, insanlık dışı bir uygulama olan haksız yaptırımlar, yaptırım uygulayanların lanse ettiklerinin aksine, devletleri ve önde gelen siyasi şahsiyetleri değil, belki her şeyden çok sivil halkı hedef almakta ve kendi siyasi çekişmelerine malzeme etmektedir. Uluslar arası kuruluşlarda yaldızlı hukuki delillerle karmaşık hale gelen yaptırımlar sonucunda mağdur olan ve hayatlarını kaybeden ve hala büyük bir bölümü bugün bile hayatlarını acı içinde geçirmek zorunda kalan milyonlarca Iraklıyı unutmayalım. Bu yaptırımlar şiddet içermektedir ve makul olanı olmayanı, tek yönlüsü ve çok yönlüsü yoktur. Bu yaptırımlar; barış hakkı, kalkınma hakkı, sağlığa erişim hakkı, öğrenim hakkı ve hepsinden daha önemlisi yaşam hakkı gibi insanın doğal haklarının ihlalidir. Yaptırımların sonucu bütün demogajilere ve kelime oyunlarına rağmen, insanlar arasında ayrılık çıkarmak, savaş çığırtkanlığı yapmak ve insanları yok etmektir. Bu ateş sadece yaptırım uygulananların eteğini tutuşturmakla kalmayacak, yaptırım uygulayan toplumların ekonomisini de saracaktır.

Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Şiddet ve aşırıcılık bugün sadece maddi boyutlarıyla değil, insan hayatının ve günümüz toplumunun manevi boyutlarını da tehdit etmektedir. Şiddet ve aşırıcılık, insan hayatının ve modern toplumun gereği olan iyi geçim ve diyaloga yer bırakmamaktadır. Sabırsızlık ve tahammülsüzlük günümüz dünyasının sorunudur. Sabır ve tahammül, dini düşünceler, kültürel yönelişler ve siyasi metotlarla güçlendirilmelidir. Beşer toplumunu tahammülsüzlük çizgisinden alıp ortak yardımlaşma çizgisine yükseltmeliyiz. Başkalarına sadece tahammül etmekle kalmamalı, onlarla çalışmalıyız da.

Dünya halkı, artık savaştan, şiddetten ve aşırıcılıktan yoruldu ve bu şimdiye dek görülmemiş bir fırsattır. Onlar şuanki durumun değişmesini umut ediyorlar. İran İslam Cumhuriyeti, umut ve sağduyudan oluşan akilane bir yolla bütün sorunların yönetebileceğine inanmaktadır. Savaş çıkaranlar umutları kırmak istemektedir. Oysa ki olumlu değişime umutla bakmak, fıtri, dini ve evrensel bir kavramdır.

Dünya kamuoyunun şiddet ve aşırıcılıkla mücadelede kararlı olduğuna inanmak, değişime açık olmak, dayatılan sistemlere karşı koymak, insani sorumluluk anlayışına önem vermek umudun alt yapılarıdır. Umut, şüphesiz, merhamet sahibi Allah’ın tüm insanlara olan en büyük nimetlerindendir. Orta yol ve sağduyu da, yüce idealleri birleştirmede yerinde ve zamanında akıllıca ve zekice hareket etmek, etkili stratejiler seçmek ve geçekleri dikkate almak demektir.

İran halkı son seçimlerde umut, tedbir ve orta yol söyleminden oluşan akilâne bir harekete oy verdi. Umut, tedbir ve orta yol bileşimi dış siyasette, bir bölgesel güç olarak İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgenin ve dünyanın güvenliğine sorumluluk anlayışıyla yaklaştığı, bu arenalarda sorumluluğu bulunan diğer aktörlerle çok taraflı ve çok yönlü işbirliğine hazır olduğu anlamına gelmektedir. Biz demokrasiye dayalı barışı, oy sandığını Suriye, Bahreyn ve diğer bölge ülkeri de dâhil dünyanın her yerinde savunuyor, şiddete dayalı yöntemlerin küresel krizlerde yerinin olmadığına ve sadece insani aklın yardımı, yapıcı etkileşim ve sağduyu sayesinde insan toplumunun acı gerçeklerinin üstesinden gelinebileceğine inanıyoruz. Keza, barış ve demokrasinin tazmini ve Ortadoğu bölgesi de dâhil tüm dünya ülkelerinin meşru çıkarlarının sağlanması, militarizmle gerçekleştirilemez.

İran sorun üretme peşinde değil, çözüm yolu peşindedir. Hiçbir dosya ve hiçbir mesele yoktur ki, umut ve sağduyu ve karşılıklı saygı ile şiddet ve aşırılıktan uzakta çözümlenemesin. Müsaade ederseniz burada İran’ın nükleer programına değinmek istiyorum. İran’ın doğal ve yasal hakkının kabul edilmesi İslam İnkılâbı Ulu Önderi’nin deyimiyle, bu konunun en sade şekilde çözüm yoludur. Bu, siyasi bir şiar değildir; belki İran’daki teknolojik durumun derinlemesine tanınması esasına göre uluslararası sistemde sıfır toplamlı oyunların sona ermesi ve ortak güvenlik ve diyaloga ulaşmak için ortak çıkarlar ve hedefler bulmanın zaruretidir. Diğer bir deyişle İran ve diğer aktörler, İran’ın nükleer dosyasının siyasi çözüm yolunun ayrılmaz iki parçası olarak ortak şu iki hedef peşinde olmalıdırlar:

İran’ın ve tüm diğer ülkelerin nükleer programı sadece barışçıl hedefler yönünde olmalıdır. Ben buradan açıkça ilan ediyorum ki, bu hedef aktörlerin diğer konumlarına bakmaksızın İran İslam Cumhuriyeti’nin hedefidir ve hedefi olacaktır. Nükleer silahlar ve kitle imha silahları İran’ın savunma doktrininde yer almamaktadır ve dini ve ahlaki köklü inaçlarımıza aykırıdır. Ulusal çıkarlarımız İran’ın nükleer programıyla ilgili her türlü kaygıyı gidermeyi gerektirmektedir.

İkinci hedef, yani İran topraklarında uranyum zenginleştirme ve diğer nükleer hakların kabul edilmesidir ki bu birinci hedefin sağlanmasının tek yoludur. Nükleer bilgi İran’da yerelleşmiş, nükleer teknolojide zenginleştirme de dâhil toplu üretim aşamasına gelinmiştir. Dolayısıyla İran’ın nükleer programına yasa dışı baskılarla engel olmakla böyle bir programın barışçılığının tazmin edileceğini var saymak hayal ve son derce gerçek dışı bir görüştür.

Nitekim İran İslam Cumhuriyeti, kendi haklarının yerine getirilmesinde ve bu hakların uygulanmasındaki saygı ve uluslar arası işbirliğinin zaruretinde ısrar ederek, karşılıklı güvenin tesisi ve iki başlı kapalılıkların tam bir şeffaflıkla giderilmesi için zaman kısıtlı ve sonuç odaklı diyaloga hazırdır.

İran diğer ülkelerle karşılıklı saygıya ve ortak menfaatlere dayalı yapıcı angajman istemektedir. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri ile de gerilimi artırma peşinde değildir. ABD Başkanı Obama’nın Genel Kurul’da yaptığı konuşmayı dikkatle dinledim. Amerikan liderlerinin siyasi kararlılıkları sayesinde ve baskı gruplarının çıkarlarını izlemekten kaçınmaları durumunda ihtilafların yönetilebileceği bir çerçeveye ulaşmak mümkündür. Bu çerçevede eşit konum, karşılıklı saygı ve uluslararası alanda kabul edilmiş ilkeler temel alınmalıdır. Tabii bizim bu konuda Washington’dan beklentimiz tek bir ses duymaktır.

 

Sayın Başkan, Hanımefendiler, Beyefendiler,

Bu yıllarda, sürekli olarak “Savaş seçeneği masada” sesleri duyulmuştur. Ancak bugün izin veriniz işlevselliğini yitirmiş ve kanun dışı bu söyleme karşılık şöyle diyeyim: “Barış elimizin altındadır”. O halde İran İslam Cumhuriyeti adına, ilk adım olarak Birleşmiş Milletlerin “Şiddetin ve aşırıcılığın karşısında olan bir dünya” projesini gündemine almasını ve tüm devletlerin, uluslar arası ve sivil toplum kuruluşlarının dünyayı buna yönlendirmeleri için yeni çabalarda bulunmasını öneriyorum. Dünyanın çeşitli bölgelerinde “Savaş için koalisyon” gibi işlevselliğini yitirmiş seçenekler yerine bütün dünyada “Kalıcı barış için koalisyon” düşüncesinde olunmalıdır. Bugün İran İslam Cumhuriyeti sizleri ve tüm dünya toplumlarını “Şiddetin ve aşırıcılığın karşısında olan bir dünya” için öncü bir adım atmaya çağırmaktadır. Bizler bu daveti kabul etmeliyiz. Burada bizler savaş yerine barışın, şiddet yerine güzel geçimin, kan dökmek yerine refahın, ayrımcılık yerine adaletin, yoksulluk yerine varlıklılığın ve zorbalık yerine özgürlüğün tüm dünyada daha iyi görülmesi için yeni bir ufuk açabiliriz. Ünlü İranlı şair Firdevsi’nin tabiriyle;

İyilik yapmaya çalışınız; soğuğu gördüğünüzde baharı getiriniz

Bütün sorunlara rağmen ben şahsen gelecek konusunda ümitliyim. Şiddet ve aşırıcılık karşısında küresel dayanışma sayesinde geleceğin aydınlık olacağından kuşkum yok. Sağduyu dünyanın geleceğini aydınlatacaktır. Taşıdığım bu umut, kişisel ve milli deneyimlerime ek olarak, kaynağını tüm semavi dinlerin dünyayı iyi bir sonla ve aydınlık gören ortak inancından almaktadır. “Andolsun ki Tevratt’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarımın mirasçı olacağını yazmıştık”

Sayın Başkan Teşekkür ederim.